ZAFER ÇAĞLAYAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ZAFER ÇAĞLAYAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2018 Cumartesi

Üç Pasla Devletin Kalesine İnme Yöntemleri,

Üç Pasla Devletin Kalesine İnme Yöntemleri,


ABD'den Skandal Türkiye Adımları.,

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD'deyi eleştirmesinden saatler sonra eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan için ABD mahkemesinden tutuklama kararı çıktı. Çağlayan, İran'a yönelik ABD ambargosunun Halkbank aracılığıyla delinmesinde rol almakla suçlanıyor. Davanın hakimi Yargıç Richard Berman, davaya Çağlayan'ın da dahil edilmesiyle 'dosyanın seyrinin değiştiğini', söz konusu iddianame ile bir devlet kuruluşu olan Halk Bankası'nın 'kurum olarak öne çıktığını' ifade etti. Eş zamanlı bir diğer gelişme, ABD Senatosu Tahsisat Komisyonu'nun, Erdoğan'ın korumalarına silah satışının yasaklanmasını öngören tasarıyı onaylaması oldu. ABD ayrıca, Türkiye'den gelen kargo uçaklarına ve Türk mallarına uygulanan 'arama ve kontrol seviyesini' de yükseltti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan gelişmelere çok sert tepki geldi, Erdoğan 'ABD'nin İran'a yönelik ambargo kararına uymayan Türkiye'nin bir bakanının tutuklanma kararını çok pis kokular geliyor diyerek eleştirdi. Erdoğan 'İran'a biz herhangi bir yaptırım uygulama kararı Türkiye olarak almadık' dedi. ABD'nin bu hamleleri şaşırtıcı değil. Haberimizde aktardığımız bulgular, verdiğimiz linklerdeki bilgiler ve özetle aktardığımız bazı haberler ışığında, Gülen örgütünün ABD'ye ajanlık yaptığı şüphesi şüphe olmaktan çıkıyor.




10.09.2017 16:40 ABD'nin Türkiye'de Fetullah Gülen liderliğindeki terör örgütünü doğurduğu ve besleyip büyüttüğü iddiaları skandal gelişmelerle eşliğinde giderek güçleniyor. Fetö'nün ve 15 Temmuz'daki darbe girişiminin arkasında bulunduğu son bir kaç senedir savcılık iddianamelerine de yansımaya başlamış olan ABD'den bu ilişkiyi doğrulayan skandal hamleler geliyor. ABD mahkemesi ve jürisi, ülkesinin koyduğu İran'a yaptırım kararına uymayan Türkiye'nin bir Bakanı hakkında tutuklama kararı çıkardı.

İran’a uygulanan yaptırımları ihlal, ABD bankacılık sistemine karşı dolandırıcılık, para aklama gibi suçlamalarla ABD’de tutuklu yargılanan Reza Zarrab davasına, ‘yasak işlem ve rüşvet’le suçlanarak sanık olarak eklenen Zafer Çağlayan ve eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan ile Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan için resmi tutuklama emri verildi.

ABD Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan resmi belgede, Çağlayan ile birlikte Aslan ve Balkan’ın hakkında da resmi olarak bir tutuklama kararının Jüri tarafından onaylandığı bilgisi yer aldı.

New York Güney Bölgesi Başsavcılığı tarafından önceki gün dava dosyasına konan ek iddianameye Zafer Çağlayan ve eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın yanı sıra aynı bankanın uluslararası operasyonlardan sorumlu genel müdür yardımcısı Levent Balkan ve Rıza Sarraf’ın kuryesi Abdullah Happani de eklenmişti. Sulh Hakimi Katharine H. Parker, iddianameyi imzayla onaylayarak üzerine el yazısıyla “Sanıkların tutuklanma emri verilmiştir” diye not düştü.

DAVADA 2’Sİ TUTUKLU 9 SANIK

Sanık sayısının ikisi tutuklu olmak üzere 9 kişiye çıktığı davada, yeni iddianame için Mehmet Hakan Atilla 11 Eylül, Rıza Sarraf ise 25 Eylül tarihinde yeniden davanın hakimi Richard Berman’ın karşısına çıkacak.

30 Ekim’de başlayacak olan sanıkların jürili duruşmasının bir aydan uzun sürmesi bekleniyor. Davanın hakimi Yargıç Richard Berman, davaya Çağlayan’ın da dahil edilmesiyle ‘dosyanın seyrinin değiştiğini’, söz konusu iddianame ile bir devlet kuruluşu olan Halk Bankası’nın ‘kurum olarak öne çıktığını’ ifade etti.

DİĞER HAMLE

ABD Senatosu Tahsisat Komisyonu da, Erdoğan’ın korumalarına silah satışının yasaklanmasını öngören tasarıyı onayladı. ABD ayrıca, Türkiye'den gelen kargo uçaklarına ve Türk mallarına uygulanan 'arama ve kontrol seviyesini' de yükseltti.

Amerikan haber ajansı AP, ABD’den Türkiye’ye Erdoğan’ın koruma ekibinin kullanması için yapılması planlanan 1.2 milyon dolarlık yarı otomatik tabanca ve mühimmat satışının durdurulmuş olduğunu bildirdi. Erdoğan’ın korumalarına yeni silah satışını engellemek üzere düzenlenen tasarıyı Demokrat Partili Senatörler Patrick Leahy ve Chris Van Hollen hazırladı.

SİLAH SATIŞI YASAK

Hürriyet'te yer alan habere göre; Van Hollen, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel korumalarının, Amerikan topraklarında barışçıl Amerikalı protestoculara saldırmasına izin vermeyeceğiz ve onlar bunu yaparken onlara kesinlikle silah satmayacağız” diye konuştu. Van Hollen, Senatör Leahy ve kendisinin, ABD Dışişleri Bakanlığı ile birlikte, bu korumaların bağlı olduğu kurumun bu eylemlerden sorumlu tutulması için çalışacaklarını söyledi.

TASARI SENATOYA GİDECEK

Van Hollen, polisin muhaliflerin bastırılması için Erdoğan’a yardım ettiğini öne sürdü. Temsilciler Meclisi’nden Cumhuriyetçi vekil Dave Trott ise “Bu silah satışını bloke etmemiz ve Erdoğan’ı işaret ederek ona, stratejik bir yer olmanın Türkiye’yi hukukun üstüne çıkarmadığını söylememiz gerekiyor” dedi. Erdoğan’ı koruyan polislere silah satışını yasaklayan düzenleme bir bütçe tasarısının parçası olarak Senato’ya gidecek.

ABD, Türkiye’den havayoluyla gelen malları daha kapsamlı taramaya tabi tutacak. Alınacak ek önlemlerle ilgili henüz detaylı bilgi verilmezken, detaylı aramaların sadece Türkiye’den gelen kargo uçaklarına uygulanacağı belirtiliyor.

ERDOĞAN'DAN SERT TEPKİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan gelişmelere çok sert tepki geldi. ABD ziyareti sırasında Washington'da yaşanan olayların da bu pis kokunun bir ifadesi olduğunu söyleyen Erdoğan, "O olayla ilgili biliyorsunuz, benim korumalarım hakkında soruşturma açtılar. Hatta hatta, olay günü orada olmayan korumalarım hakkında, eşimin iki koruması bayan, onlarla ilgili de aynı şeyi yaptılar. Bu nedir? Bu Amerika yönetiminin düşmüş olduğu aczi gösteriyor. Kendilerine de bunlar bildirildi. Büyük bir devlet olabilirsin ama adil devlet olmak başka bir şeydir. Sıkıntı burada. Onun için de adil bir devlet olmak, hukuk sisteminin adil işlemesinden geçer. Eğer hukuk sisteminiz adil işlemiyorsa bu sıkıntılar sürekli olarak o pis kokuları da getirir." dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kazakistan ziyareti öncesi Atatürk Havalimanı'nda basın açıklaması düzenledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'deki Rıza Sarraf davasına eski ekonomi bakanı Zafer Çağlayan'ın adının dahil edilmesiyle ilgili bir soruya," Burada bizim eski Ekonomi Bakanımıza yönelik atılan bu adımı, açık söylüyorum, ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik bir adım olarak değerlendiriyorum" dedi. "Atılan bu adımlar tamamen siyasidir. ABD bir defa bu konuyu gözden geçirmesi lazım. Bu işlerin arkasından çok pis kokular geliyor. Rıza Sarraf olayı da öyledir" diyen Erdoğan açıklamasını şu sözlerle sürdürdü;

Bu konu gerçekten çok çok ilginç bir konu. Şu anda bunu hukuki bir mantık içerisinde yorumlamak zaten mümkün değil. Burada bizim eski Ekonomi Bakanımıza yönelik atılan bu adımı, açık söylüyorum, ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik bir adım olarak değerlendiriyorum. Zira burada şahsına yönelik bir iddiayı ortaya koyabilmiş değiller. Neymiş 'İran'la ilgili yaptırımları delmiş' İran'a biz bir defa herhangi bir yaptırım uygulama kararı Türkiye olarak almadık ki. Bizim İran'la ikili ilişkilerimiz var, hassas ilişkilerimiz var. İran'dan özellikle doğalgazımızın, petrolün bir kısmını oradan alıyoruz. Biz bunu kendilerine de o zaman söyledik. Ben bunları Sayın Obama'ya da söyledim, diğer bu konularla ilgilenen kişilerine, başta Dışişleri Bakanları olmak üzere onlara da söyledik. Yani dedik 'Biz burada böyle bir yaptırım içerisine girmeyiz.' Bu ekonomik ilişkileri yürüten bakanımız kim? Ekonomi Bakanı. Ekonomi Bakanı hükümetin attığı bu adıma ne yapacaktır? Uygulayanlardan bir tanesi olacaktır. Dolayısıyla atılan bu adımlar tamamen siyasidir. Amerika bir defa bu konuyu -tabii bu gidişimizde orada da inşallah görüşme fırsatı buluruz- gözden geçirmesi lazım. Bu işlerin arkasından çok pis kokular geliyor. Rıza Sarraf olayı da öyledir. Halk Bankamızın Genel Müdür Muavini Hakan Bey ile ilgili konu da öyledir. Bunların hepsi. Diğer isimler yine öyledir."

"ABD YÖNETİMİNİN ACZİNİ GÖSTERİR"

ABD ziyareti sırasında Washington'da yaşanan olayların da bu pis kokunun bir ifadesi olduğunu söyleyen Erdoğan, "O olayla ilgili biliyorsunuz, benim korumalarım hakkında soruşturma açtılar. Hatta hatta, olay günü orada olmayan korumalarım hakkında, eşimin iki koruması bayan, onlarla ilgili de aynı şeyi yaptılar. Bu nedir? Bu Amerika yönetiminin düşmüş olduğu aczi gösteriyor. Kendilerine de bunlar bildirildi. Büyük bir devlet olabilirsin ama adil devlet olmak başka bir şeydir. Sıkıntı burada. Onun için de adil bir devlet olmak, hukuk sisteminin adil işlemesinden geçer. Eğer hukuk sisteminiz adil işlemiyorsa bu sıkıntılar sürekli olarak o pis kokuları da getirir." dedi.

ABD'Lİ HUKUK FİRMASINDAN FETÖ'YÜ DEŞİFRE EDEN KİTAP

Öte yandan yaşanan diğer bir gelişmede, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) dünyadaki faaliyetlerini araştıran Robert Amsterdam, FETÖ'nün ABD'deki okulları aracılığıyla bugüne kadar yaklaşık 243 milyon dolar düzeyinde "sahtekarlık" yaptığını tespit ettiklerini söyledi.

Hukuk firması Amsterdam & Partners'ın (LLP) sahibi Amsterdam, 13 Eylül'de piyasaya çıkacak "Aldatma İmparatorluğu: Gülen Sözleşmeli Okul Ağı Üzerine Bir Araştırma" adlı yeni kitabıyla ilgili Washington'daki Türk basın mensuplarına açıklamalar yaptı.

Amsterdam iki yıldır süren çalışmalarının bir sonucu olarak tamamen kamuya açık kaynaklardan elde ettikleri bilgilerle kitabı hazırladıklarına dikkati çekerek, "Benim amacım siyasi bir sonuca ulaşmak değil, sadece Fetullah Gülen'in bir suçlu olduğunu ortaya koyabilmektir." değerlendirmesini yaptı.

243 Milyon Dolarlık "Sahtekarlık"

FETÖ'nün ABD genelindeki sözleşmeli (charter) okulları aracılığıyla bugüne kadar yaklaşık 243 milyon dolar "hortumladığını" anlatan Amsterdam, "Bu okullarda sadece finansal usulsüzlükler yapılmıyor, aynı zamanda Amerikan eğitim sistemi içine de sızıyorlar." diye konuştu.

Bu paraların Amerikan vergi mükelleflerinin parası olduğunu kaydeden Amsterdam, Amerikan halkının bu konudaki gerçekleri öğrenmesi gerektiğini belirtti.

FETÖ kurumları arasındaki parasal ilişkiler

Kitabının ana amacının Amerikan vatandaşlarına FETÖ'nün bu ülkedeki çalışmalarını ve buradaki usulsüzlükleri göstermek olduğunu ifade eden Amsterdam, söz konusu okullarla FETÖ'nün diğer kurumları arasında yakın bir iş birliği olduğunu ve bu kurumlar arasındaki finansal ilişkilerden yüklü miktarlarda para aktarımı gerçekleştirildiğini dile getirdi.

13 Eylül'de İngilizcesi yayımlanacak kitabın Türkçe çevirisinin de kısa sürede yapılması için çalışmalara başlandığını aktaran Amsterdam, FETÖ'nün ABD'deki yapılanmasının gerçek yüzünü tüm dünyaya göstermeye gayret ettiklerini vurguladı.

Robert Amsterdam, geçen temmuz ayında kitabının ön tanıtımını İstanbul'da gerçekleştirmiş, bu eserinde ABD'nin 29 eyaleti ve 174 okulda FETÖ yapılanmasına ait faaliyetleri gözler önüne serdiğini anlatmıştı.

ABD'Yİ KIZDIRAN GELİŞME PAPAZ'IN TUTUKLANMASI OLMUŞTU

Bu gelişmeler öncesinde, ABD Başkanı Trump'ın Türkiye'den istediği Papaz Andrew Craig Brunson, casusluk ve darbe girişimi suçlamasıyla tutuklanmıştı.

FETÖ üyesi olduğu gerekçesi ile halen tutuklu bulunan Papaz Andrew Craig Brunson, "devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askeri casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs " suçlamaları ile tekrar tutuklandı.

TRUMP, İADESİNİ İSTEMİŞTİ

ABD Başkanı Trump, daha önce Türkiye'den papaz Brunson'un iadesini istemişti.

ABD'yi kızdıran bir başka gelişme de Büyükada'daki bir toplantıda basılan ve tutuklanan kişilerin ABD ve Avrupalı ülkeler adına Türkiye'de ajanlık yapmak ve Gezi benzeri olaylar planlamakla suçlanmaları olmuştu. Türkiye'deki bir mekanda, Türkiye haritası üzerinde ve Türkiye'ye doğrudan yönelik girişimleri konu alan soruşturmaya ABD, büyükelçiliği aracılığıyla sert tepki göstermiş, insan hakları savunucuları olarak değerlendirilen toplantı katılımcılarının derhal serbest bırakılmasını talep etmişti.

Fetö liderinin 2000 yılından beri yaşadığı ABD'nin Gülen örgütünü ajan olarak kullandığı son yıllarda sıkça gündeme geliyor. Örgütün 150'den fazla ülkede yapılanmış olması ve bu geniş lojistik ağı nedeniyle ABD için son derece değerli olduğu, hala kullanımının mümkün olması nedeniyle Türkiye'nin iade taleplerine sessiz kaldığı görüşü dillendiriliyor.

İŞTE O BULGULARDAN BAZILARI

• İlk olarak Özbekistan, yıllar önce  harekete geçmiş ve ülkesindeki Gülen okullarına baskın düzenlemiş, bazı öğretmenleri ABD ajanı suçlamasıyla tutuklamış, okulları da kapatmıştı. Ardından Rusya benzer bir karar almıştı. Türkiye 2013 sonunda itibaren örgüte karşı harekete geçmişti.

• Türkiye'deki gelişmeleri yakından takip eden Azerbaycan da örgüte karşı sert önlemler almaya başlamış, en yetkili ağızlardan örgütün ihanetine dikkat çekilmiş, okullarına el konulmuştu. Örgütün ABD'li dev enerji şirketi yetkilileri ve ABD senatörlerinden oluşan kalabalık bir grubu nasıl arabuluculuk yaparak Azerbaycan'a sokmaya çalıştığına dikkat çekilmişti. Azerbaycan'ın örgütün üzerine gitmeye başlaması üzerine Gülen'e mektup yazan örgüt ülke sorumlularının ABD'nin Azerbaycan'a baskı yapması için harekete geçilmesini istemiş, yapılan baskınlarda bu mektupla birlikte Azerbaycan'da yetkililere verilen rüşvetlerin kayıtları ele geçirilmişti. Azerbaycan'ın ardından özellikle Türkiye'nin uyarıları sonrası sayısı giderek artan diğer bazı ülkeler de benzer adımlar atmaya başladı.

• Gülen'in ABD'de süresiz oturum almasında ABD istihbaratının etkili olduğu, oturum başvurusu reddedilmek üzereyken mahkemeye başvuran istihbarat yetkililerinin girişimi sonrası mahkemenin 'Gülen'in ABD için yararlı bir yabancı olduğu' kararına vardığı ve süresiz oturum verdiği bir FBI ajanı tarafından mahkeme belgeleriyle ortaya konulmuştu.

• Son dönemde sık sık gündeme gelen Gülen'in Türkiye'ye iade edilme taleplerini ABD yetkililerinin gözardı etmesinin tek nedeninin, Gülen örgütünün ABD istihbaratıyla sıkı ilişkileri ve ABD'nin Gülen okullarından geniş ölçüde faydalanması olduğu iddia edilmiş, bu şekilde 140 civarında ülkeye yayılmış okulların bir istihbarat örgütü için çok önemli ve vazgeçilemez bir ajan kaynağı olduğu, hatta bu yönüyle cemaatin ABD açısından Türkiye'den bile daha değerli olabileceği iddia edilmişti.

• İki yıl önce basına sızan ve Ankara'da Fetö mensubu yargı mensuplarının gizli bir toplantısında yapıldığı belirtilen konuşma kayıtlarında '140 ülkedeki okullarımızı korumak adına gerekirse Türkiye'den vazgeçebiliriz. Güçlü olan ABD'nin yanında yer almalıyız' dedikleri dile getirilmişti.

• Gülen'in Trump'a gönderdiği mektubundaki itirafı. Gülen, mektubunda ABD'ye nasıl hizmet ettiğini, özellikle dünyadaki cemaat okullarında yürütülen faaliyetlerin Amerikan istihbaratının bilgisi dahilinde olduğunu, bu okullardan ABD'ye ciddi bilgiler transfer edildiğini, bilgi akışını sağlama konusunda gelen taleplerin hemen hepsinin karşılandığını anlatıyordu.

Bu bulgularla birlikte, haberimizin sonunda verdiğimiz linkler ve aşağıda bazılarını kısa özetle aktardığımız haberlerimiz, diğer delilleri teşkil ediyor. Bunlar ışığında, Gülen örgütünün ABD'ye ajanlık yaptığı şüphesi şüphe olmaktan çıkıyor.

HABERLER

Büyükada'daki ajanlara 8 tutuklama.,

23.07.2017 ABD ve Almanya tutuklamalara sert tepki gösterdi. Türkiye ise bu tepkilere aynı sertlikte karşılık verdi. Son açıklama Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan geldi. Türkiye'nin hukuk devleti olduğunu ve yargı sürecinin işlediğini dile getiren Erdoğan, "Ajan provokatörlük yapanlara karşı Türkiye de elinden geleni yapacaktır" dedi.

Büyükada'dan yeni detaylar,

15.07.2017 AK Parti Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da dikkati çektiği son Büyükada buluşmasını mercek altına aldı. Deligöz 15 Temmuz gecesi Büyükada'daki CIA ajanı Hanri Barkey'in yönettiği darbe toplantısını kamuoyuna duyuran isimdi. Konuyla ilgili diğer yeni bilgiler de İhlas Haber Ajansı ve TGRT Haber Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar'dan geldi. Yaşar, Türkiye Gazetesi'ndeki köşesinde, "Büyükada olayını araştırırken hangi ilginç gerçeklerle karşılaşıldı?", "İstihbarat birimleri Büyükada'daki toplantıyı hangi aşamada izlemeye başladı?", "Gözaltına alınanların geçmişlerinde neler var?", "Gözaltına alınan Alman'ın ilginç mesleği ne?", "Neden Büyükada'yı seçtiler?", "Gözaltına alınanların FETÖ bağlantısı çıktı mı?" sorularına cevap aradı.

Yeni Gezi hazırlığına baskın,

09.07.2017 15 Temmuz Darbe girişimi gecesi CIA ajanlarının toplandığı Büyükada'da bu kez de İnsan Hakları örgütleri adı altında ikinci bir Gezi kalkışması planının yapıldığı ortaya çıktı. Yapılan baskında 2'si Alman ve İsveç vatandaşı 10 şüpheli gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan İlknur Üstün'ün temsilcisi olduğu Alman Heinrich Böll Stiftung Derneği Gezi olaylarında başroldeydi. İdil Eser'in de yine Türkiye direktörü olduğu Af Örgütü PKK'nın hendek olaylarında hem de Gezi kalkışmasında provokatif eylemleri meşrulaştıran raporlar hazırlamıştı. Gözaltına alınanlardan bir diğeri de KHK kapsamında FETÖ bağlantısı nedeniyle Çukurova Üniversitesi Ceza Hukuku öğretim üyesi iken ihraç edilen ve açılan Fetö davasında halen yargılanan Yrd. Doç. Dr. Günal Kurşun. Şüpheliler, 'silahlı terör örgütü üyeliğiyle' suçlanıyor. Zanlıların hangi örgüte üyelikle suçlandıklarına ilişkin olarak ise henüz bir açıklama yapılmadı.

Yeni MİT Tırları iddianamesinde ABD'ye suçlama,

04.07.2017 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 55 kişi için 3'er kez müebbet hapis cezası istediği iddianamede Başsavcı İrfan Fidan, MİT tırlarının durdurulmasının ardından şüpheli 'imam'ların ABD Büyükelçiliği ve Başkonsolosluğu ile telefon görüşmesi yaptıklarına dair tespitlerin olduğunu söyledi.

ABD'ye FETÖ Soruşturması şoku.,

15.04.2017 Türkiye'den bir grup avukat, senatör Schummer, savcı Bharara, Michael Rubin ve Graham E. Fuller'in de aralarında bulunduğu ABD'li 17 üst düzey kişi hakkında FETÖ'yle bağlantılı oldukları veya yardım ettikleri iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulundu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, dilekçeyi işleme koydu ve suçlanan ABD'liler hakkında inceleme başlattı. Suç delillerinin de sıralandığı dilekçenin kabul edilmesi ve soruşturma başlatılması üzerine, ilerleyen süreçte şüpheliler hakkında uluslararası gözaltı ve tutuklama kararları verilmesi olasılığı belirdi. Bu gerçekleştiği taktirde, şüphelilerin Türkiye'ye girmeleri halinde tutuklanabilecekleri bildiriliyor. Mavi Marmara olayında İsrail'i en çok endişelendiren hususlardan biri, soruşturmada haklarında tutuklama kararı verilen İsrailli yetkililerin Türkiye ya da diğer bazı ülkelerde tutuklanabilmeleri ihtimali olmuştu. Bu nedenle, suç duyurusunun ABD'li yetkilileri çok rahatsız ettiği belirtiliyor.

Gülen'den ABD ajanlığı itirafı,

28.01.2017 ABD'nin Pensilvanya eyaletinde yaşayan FETÖ lideri Fetullah Gülen, ABD'nin yeni başkanı Donald Trump'a mektup gönderdi. Gülen, mektubunda ABD'ye nasıl hizmet ettiğini, özellikle dünyadaki cemaat okullarında yürütülen faaliyetlerin Amerikan istihbaratının bilgisi dahilinde olduğunu, bu okullardan ABD'ye ciddi bilgiler transfer edildiğini, bilgi akışını sağlama konusunda gelen taleplerin hemen hepsinin karşılandığını anlatıyor. Gülen'in itirafı, yıllardır çeşitli bulgulara dayanarak iddia edilen ajanlık suçlamasını en yetkili ağızdan doğrulamış oldu.

'Erdoğan Diz çökmedi, Darbe Geldi'.,

04.12.2016 Almanya'nın önde gelen siyasetçilerinden Willy Wimmer, darbe girişimiyle iilgili çok çarpıcı açıklamalara imza attı. FETÖ'cülerin arkasında AB ve ABD'nin olduğunu net bir şekilde ifade eden kurt siyasetçi, 'Erdoğan'a diz çöktüremedikleri için darbeye kalkıştılar' dedi.

Savcılık: Gülen'e CIA desteği anlamlı,

04.12.2016 İstanbul'daki askerlere yönelik ilk 15 Temmuz darbe girişimi iddianamesi hazırlandı. Sabiha Gökçen Havalimanı'nı işgal etmeye kalkışan 28'si subay olmak üzere 62 asker hakkında 3'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Darbe ve Fetö yapılanmasına dair çok çarpıcı bilgilerin yer aldığı iddianamede savcılık Gülen ve örgütünün ABD merkez istihbarat örgütü CIA bağlantısına da dikkat çekti. Eski CIA şefi Fuller'in 'Türkiye ve Arap Baharı' isimli kitabında da Gülen kuruluşlarını bol bol methettiği, bu durumun Fetullah Terör Örgütü'nün kimlere hizmet ettiği hakkında önemli bir delil olduğu anlatılan iddianamede, 'Sonuç itibari ile FETÖ/PDY silahlı suç örgütü, mevcut gücüne ve yapılanmasına örgüt liderinin ve üyelerinin kişisel gayretlerinden ziyade, küresel emperyalist güçlerin vermiş olduğu destek sayesinde ulaşmıştır' denildi.

CIA ajanından Türkiye'ye tehdit,

23.10.2016 ABD'de CIA'ye yakın düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi'nin Ortadoğu uzmanı Stein, yazısında Gülen'i savunarak Fırat Kalkanı üzerinden Türkiye'yi tehdit etti.

Erdoğan'dan ABD'ye Fetö/PKK tepkisi.,

16.10.2016 Fetullah Gülen'in ABD tarafından Türkiye'ye iade edilmemesi ihtimaline hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Adalet Bakanı Bozdağ tepki gösterdi: 'İade gerçekleşmezse suçluların iadesinde Türkiye ABD'ye misilleme yapmaya başlayacak.' Erdoğan, geniş açıklamalarında ABD Başkan adayı Hillary Clinton'a da PKK/PYD'ye silah yardımı ve FETÖ'ye destek nedeniyle tepki gösterdi. Erdoğan, 'gelişmelere bakarak önümüzdeki süreçte ABD'yle ilgili daha hassas açıklamalar da yapacağız' dedi.

FETÖ okullarına ABD koruması,

16.10.2016 Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Afrika başta olmak üzere yurtdışındaki FETÖ okullarının ABD ve Avrupalı şirketlere satıldığını, bu sayede sadece isim değişikliği yapılıp okulların işlevinin kamufle edildiğini saptadı. DEİK, 'Bu okullar ABD himayesine geçmiş olduğu için dokunulmazlık zırhı da kazanıyor' dedi. ABD'in bu tavrı, 2014 başında medyaya düşen bir ses kaydındaki FETÖ itiraflarını da doğrulamış oldu. Ses kaydında, Ankara'da FETÖ yargı üyelerine konuşma yapan bir kişi '159 ülkedeki cemaat okullarını koruyabilmek için güçlü olan ABD'nin yanında yer alınması gerektiği ve gerekirse Türkiye'nin feda edilebileceği' görüşünü dile getiriyordu.

FBI ajanı: Gülen, CIA bağlantılı.,

15.10.2016 Eski FBI Ajanı Williams, Fetullah Gülen ve CIA bağlantısı hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu: 'Gülen, CIA için Türkiye'yi kontrol etmenin yoludur. Onu ise biz kontrol ediyoruz. CIA ona uyuşturucu parasıyla kaynak sağlar. O da CIA için darbe yapar.' Bir kaç yıl önce diğer bir FBI ajanı Sibel Edmons da Fetö-CIA bağlantılarına dair benzer açıklamalar yapmış, Fetö'nün ABD istihbarat örgütü CIA'nın korumasında olduğuna dair şok ifadelerde bulunmuştu.

Himmet paraları Clinton'a gitti,

08.10.2016 FETÖ'nün sözde yardım kuruluşu 'Kimse Yok Mu'ya ilişkin soruşturmayla, örgütün ABD'de yaptığı lobi bağışları ilk kez resmi bir belgeye girdi. Fakir fukaraya yardım adı altında toplanan paraların nasıl örgüte ve ABD'deki lobicilik faaliyetleri çerçevesinde ABD Başkan adayı Hillary Clinton'ın derneğine aktarıldığı ortaya çıktı.

ABD'li isim FETÖ'den tutuklandı,

06.08.2016 NASA'da çalışan Türk asıllı bir ABD vatandaşı FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimine yönelik soruşturmada tutuklandı. Zanlının gelen bir ihbar üzerine gözaltına alındığı öğrenildi. Gelen ihbarda şahsın, 'FETÖ'nün kripto elemanı olduğu, Türkiye'de cemaatin okullarında okuduğu ve daha sonra Amerika'da cemaatle olduğu ve ABD'ye ajanlık yaptığı' belirtilmiş.

ABD Senatosu: Gülen'i iktidar yapalım.,

03.08.2016 ABD Senatosu'nda FETÖ'ye bağlı senatörler darbeyi açıkça talep etmiş. FETÖ'cü senatörler senatoya sundukları öneride Erdoğan'ın yerine Fetullah Gülen'in Türkiye'nin yönetimine getirilmesi istendi.

'Batı'nın Hizmetindeyiz, İade etmeyin',

26.07.2016 FETÖ lideri Gülen ABD'ye çağrı yaparak, 'Beni Türkiye'ye iade etmeyin. Ben ve arkadaşlarım Batı'nın hizmetindeyiz' dedi.

Savcı: FETÖ'yü CIA koruyor,

16.07.2016 FETÖ ana iddianamesi tamamlandı. 'Bir numaralı sanık' Gülen dahil 73 sanığa 2'şer müebbet ve 65'er yıl hapis istenen iddianameye göre, CIA'nın koruduğu Paralel örgüt, devleti sinsice ele geçirmeye çalıştı.

Zarrab'ın hakimi tanıdık çıktı.,

25.06.2016 Reza Zarrab'ı yakalayarak gündeme gelen ABD New York Güney Bölge Hakimi Richard Berman'ın Gülen bağlantısı ortaya çıktı. Berman'ın 2014'te İstanbul'da katıldığı paneli, Fetullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen avukatlık şirketi planlamış. Sempozyumda bir konuşma yapan Bergman Başbakan Erdoğan'la ilgili şu skandal ifadeleri kullanmıştı: 'Tek adam iktidarının tersi olan hukuk devleti Türkiye'de tehdit altında olduğu bir sır değildir. Bana göre kesinlikle tek adam iktidarı hukuk devleti ilkesi ile değiştirilmiştir.' Bergman, daha da ileri giderek Paralel Yapı mensuplarının argümanlarından alıntı yaparak şunları söylemişti: 'Hukuk devleti ilkesi, aktif bir şekilde soruşturmaları takip eden hakimlerin ve savcıların kovulmasını, polislerin görev yerlerinin değiştirilmesini, soruşturmaların durdurulmasını, mahkeme kararlarına saygısızlığı, her türlü iletişimin engellenmesini ve yargının domine edilmesini önleyen bir ilkedir.'

Erdoğan: Paralel'in devleti ABD,

10.05.2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Malatya'da toplu açılış töreninde yaptığı konuşmada, 'Neymiş o paralel devlet. Boşuna heveslenmesinler, Amerika'da 400 dönüm yer vermişler herhalde onların devleti orası' dedi.

Türk Savcıya misilleme mi?,

26.03.2016 Paralel örgütün 17 Aralık'ta gözaltına aldığı isimlerden biri olan işadamı Reza Zarrab'ın İran'a yönelik ambargonun delinmesinde aktif rol aldığı gerekçesiyle ABD'de tutuklanması, paralel ve Doğan medyasında heyecan ve destekle karşılandı. ABD'nin menfaatlerine zarar verdiği için Zarrab'ın gözaltına alınmasının bu kesimlerde olumlu yankı bulması, 17 Aralık 2013'te AK Parti yönetimini devirme amaçlı paralel kumpasın ardında ABD olduğu iddialarını bir kez daha gündeme getirdi. 17 Aralık'ın ilk günlerinde dile getirilen bu şüphe giderek güçleniyor. Bu şüpheyi ve ABD Gülen bağlantısını güçlendiren çok sayıda somut bulgu ortaya çıkmıştı. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ofisine dinleme cihazı yerleştirilmesi davasında savcı Serdar Coşkun bu şüpheyi açıkça dile getirmişti. Coşkun, 5 ay önce mahkemeye sunduğu iddianamesinde şüphelilerin elde ettikleri dinlemeleri ABD istihbaratına verdiğini belirtmişti. Bu açıdan Savcı Bharara'nın başlattığı soruşturmanın Türk savcının bu suçlamasına misilleme olduğu, Zarrab soruşturmasının Böcek ve 17 Aralık kumpası davalarıına misilleme olarak geliştirilmeye çalışılabileceği dile getiriliyor.

'ABD kongresine nüfuz ettiler',

29.10.2015 Bir ABD'li hukuk firmasının paralel yapıyı eleştirdiği ve çarpıcı iddialar ileri sürdüğü basın toplantısı tartışılmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, paralel yapının ABD Kongresine kadar sızmış olduğunu dile getirdi.

FETÖ=CIA destekli tarikat,

04.10.2015 Fetullah Gülen için müebbet hapis cezasının istendiği 17-25 Aralık darbe soruşturmasına ilişkin iddianamede, Fetullahçı Terör Örgütü'nün dini kullanan ABD-CIA merkezli Moon ve Opus Dei tarikatları gibi olduğu belirtildi. İddianamede, 'Üçünün ortak özelliği misyoner faaliyetleridir. Her üç tarikat ABD'deki CIA gibi istihbarat örgütlerince desteklenmektedir' denildi.

ABD Dışişleri'nden Skandal rapor,

05.07.2015 ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan insan hakları raporu, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile örgüt lideri Fetullah Gülen'i Pensilvanya'da ağırlayan ABD yönetimi arasındaki ilişkiyi bir kez daha ortaya koydu.

Kayıtların ABD'ye gittiği kanıtlandı,

06.06.2015 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca takipsizlik kararı verilen 'Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü' soruşturmasında usulsüzlükler yapıldığı iddialarına ilişkin Paralel Devlet Yapılanması'na yönelik yürütülen tahkikatta 'casusluk' faaliyeti tespit edildi. 'Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü' soruşturmasında, 2010-2014 yılları arasında yapılan telefon dinlemelerine ilişkin ham verilerin, IP'si Amerika'da bulunan bilgisayara aktarıldığı belirlendi.

Darbenin Telefon Trafiği şok etti,

09.05.2015 17 ve 25 Aralık operasyonlarında rol oynayan emniyet müdürlerinin, kirli girişimleri öncesi ve sonrasındaki yoğun telefon trafiği şok edici nitelikte. Emniyetçiler başta Amerikan istihbarat teşkilatı CIA'nın merkezi Virginia Eyaleti olmak üzere 25 farklı ülkeden 100'ün üzerinde uluslararası numarayla görüşmüş. Polislerin telefon trafiği darbe günü zirve yapmış.

Senatörler: Ajanlarımıza dokunmayın,

21.03.2015 ABD'li 74 senatörün imzaladığı Türkiye karşıtı mektubun arkasında paralel yapıya destek veren Yahudi lobisinin bulunduğu belirlendi. Star'a konuşan ABD'li senatörler, paralel lobici Turkic-American Alliance adlı kuruluşun defalarca kendilerini ziyaret ettiğini belirtti. ABD mahkemesinin Fetullah Gülen'in oturum başvurusunu reddetmek üzere iken araya istihbarat yetkilisi bazı isimlerin girdiği, ardından mahkemenin Gülen için 'ABD menfaatlerine uygun' kişi kanaatine vardığı ve oturum talebini kabul ettiği ortaya çıkmıştı.

İhanet çetesi bayrağı hazmedemedi,

27.02.2015 Suriye'ye giden yardım tırlarını engelleyen, Türkiye sınırlarına tecavüz eden Suriye savaş uçağının düşürülmesine tepki gösteren, Suriye konulu üst düzey devlet yetkililerinin gizli görüşmesini sızdıran Gülen cemaati medyası son ihanetini Suriye'de gerçekleşen 'Şah Fırat' operasyonunda gösterdi. Bu tavırların tesadüf olmadığı, Türk olarak görünen bu örgütün aslında bir yabancı ülkeye bağlı görev yaptığı, bunu gösteren çok sayıda somut bulguların söz konusu olduğu belirtiliyor. Belki de hepsini birarada daha anlamlı kılan ise geçtiğimiz yıl ortaya çıkan bir ses kaydı.

Ülkesini İhbar eden Muhbir,

07.02.2015 Fethullah Gülen son dönemlerde sık sık ABD gazetelerinde demeçleriyle yer alıyor. Son olarak New York Times'te geçtiğimiz günlerde yayınlanan görüşleri tartışma konusu oldu. Türkiye'ye yönelik şikayetlerden ibaret olan açıklamaları Türkiye kamuoyunda ise giderek genişleyen ölçüde tepki görüyor. ABD'ye yıllar önce yerleşmesi ve geçen yıllarda yaptıkları ve söyledikleri ile Türkiye kamuoyunda bir ABD ve İsrail ajanı olarak değerlendirilen Gülen'e bir tepki de Başbakan Davutoğlu'nun danışmanı ve Star yazarı Taha Özhan'dan geldi. Özhan, Gülen'in New York Times'teki yazısını 'Türkiye'nin batıya bir ihbarı' ve ihbar sahibinin de ülkesini ihbar eden bir 'yerli muhbir' olduğunu dile getirdi.

CIA, Gülen´i MİT´ten koruyor,

26.03.2014 İnternete Fetullah Gülen'in yeni bir ses kaydı düştü. Son kayıtta Gülen yapılanmasının iki numaralı ismi Mustafa Özcan, ABD istihbarat teşkilatı CIA'dan aldığı bir bilgiyi Fetullah Gülen'e aktarıyor. Buna göre, CIA Pensilvanya'daki malikaneye Türk istihbaratının sızmaması için Gülen'e uyarı göndermiş. Kayıtta örgütün Almanya'daki faaliyetleri için de yine CIA'dan yardım aldığı anlaşılıyor. Gülen yapılanmasının ABD istihbaratı ile bağlantıları aslında hem bir ABD mahkemesinin dosyasından çıkan bilgilerle, hem bir FBI çalışanının aktardığı bilgilerle, hem de diğer somut bulgularla ortaya konulmuştu. Bu bağlantı nedeniyle cemaatin bazı ülkelerdeki faaliyetleri durduruldu. Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde ise cemaat faaliyetleri yakın takibe alındı. Bunların dışında CIA-Gülen bağlantısı şüphesini güçlendiren dolaylı başka bulgular da var.

Paralelciler bir bir ABD'ye kaçıyor,

10.03.2014 Cemaat tabanlı paralel yapının yargı ve polis imamlarından sonra MİT ve bürokrasi imamı Murat Karabulut'un da ABD'ye firar ettiği ortaya çıktı. Paralel yapılanmaya yönelik derinleştirilen soruşturmalar sonrası, paralel adalet bakanı gibi çalışan yargı imamı Ahmet Can 10 Ocak'ta, polis imamı Kozanlı Ömer (Osman Hilmi Özdil) 4 Şubat 2014'te, MİT ve bürokrasi imamı Murat Karabulut ise 4 Şubat'ta ABD'ye uçtu. Paralel yapının TSK imamı olduğu ileri sürülen Hamidullah Öztürk'ün ise Brezilya'da olduğu biliniyor. Paralel yapılanmanın lideri olmakla suçlanan Fetullah Gülen ise 1999'da kaçtığı ABD'nin Pensilvanya eyaletindeki bir villada yaşıyor. 30 Mart seçimlerinin hemen sonrasında paralel yapıya karşı Türkiye'de büyük bir operasyonun düzenlenmesi bekleniyor.

İşte Cemaatin Rüşvet Listesi,

06.03.2014 Gülen cemaati mensuplarının ABD'li politikacı ve bürokratlara dağıttığı para miktarlarını tam liste halinde yayınlıyoruz. Veren ve alan şahısların isimleri ile para miktarları kelime araması yapılabilen listede gösterilmiştir. Bu ödemelerin, Gülen Grubu'nun Amerika'daki bazı işlerini hallettirmek için Amerikalı bürokratlara ödediği rüşvetler olduğu iddia ediliyor. 1,5 milyon dolarlık bu rüşvet listesi, ABD'de Gülen Davasına bakan hakimlerin hazırladığı dava raporundan FBI Ulusal Güvenlik eski Ajanı Sibel Edmonds tarafından medyaya sızdırıldı.

FBI ajanı: Gülen, CIA operasyonu,

04.03.2014 FBI eski çalışanlarından önemli bir isim olan Sibel Edmonds, cemaatle ilgili Türkiye'de son dönemde olup bitenleri bir 'CIA operasyonu' olarak değerlendiriyor ve şu tespiti yapıyor: 'Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan, bu sembolün arkasındaki güç, yani CIA, yani ABD silah sanayisi. 1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dahil etti. CIA onu ABD'ye getirdi ve ne tesadüf ki CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi.' Amacın AK Parti iktidarını devirme planı olduğunu söyleyen Edmonds, 'Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli' diyor.

Gülen-Doğan İşbirliği tescillendi,

19.02.2014 İnternete düşen son ses kayıtları, Pensilvanya'da yaşayan örgüt lideri Fetullah Gülen'in, medya patronu Aydın Doğan'la birlikte hareket ettiğini gösterdi. Son ses kaydı 'Karanlık Kurul'u deşifre etti. Sarıgül'ün adaylığı CHP MYK'dan önce Gülen'e bildirilmiş. Aydın Doğan ise ağzındaki baklayı çıkardı: Tek gerçek demokrat Gülen..

Paralel yargı ses kaydı: Direneceğiz!,

15.02.2014 Paralel yapının yüksek yargı üyesi hakim ve savcılara yönelik talimatlarını içeren bir ses kaydı ortaya çıktı. Ankara'daki hakim ve savcılara dinletildiği ileri sürülen kayıtta '150 devlet içinde hizmet hareketimiz ve müesseselerimiz var. MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun'u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranışları yüzünden '159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE'yi götürürsünüz' diyorlar. Hizmetimizin selameti için 1 kişi veya ülke gitse ne olur. Bu hizmetin bekaası için gerekirse Türkiye feda edilir. Türkiye'deki mücadelede ABD'nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız. Ok yaydan çıktı bir kere. Bu safhadan sonra geri dönüş 'yok olmamız' anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı 'buyrun siz giyin' diyecek değiliz. Büyük bir fayda için küçük kötülük yapılabilir' deniliyor.

Paralel Yapı = P2 Locası,

14.01.2014 Fethullah Gülen'in paralel yapıyı uzaktan yönetmek için yaptığı telefon görüşmeleri bugün internette yayınlandı. Görüşmelerde Gülen, bir dini cemaat liderinin ötesine geçerek siyasetten ekonomiye her alanda yapılacak eylemlerle ilgili talimatlarını iletiyor. ABD'nin Pensilvanya eyaletinde bir malikanede yaşayan Gülen, Türkiye'den telefonla kendisini arayan kişiye talimatlar veriyor, şok ifadeler kullanıyor. Gülen'in birçok ünlü iş adamı, bürokrat ve siyasetçiyle yakın temasta olduğu ve ülke içerisinde paralel yapılanmayı bizzat kendisinin takip ettiği görülüyor. Koç'a yönelik Tüpraş mali denetimini ve cemaate bağlı Bank Asya'ya yönelik olası devlet müdahalesini engellemek için BDDK ve diğer devlet kurumlarındaki cemaat çalışanlarını devreye sokabileceklerini belirtiyor. Paralel Devlet yapılanması da denilen bu yapılanmanın, İtalyan 'P2 Mason Locası' ile büyük bir benzerlik taşıdığı gözleniyor. İtalyan Ergenekon'u olan Gladio ile içiçe girmiş olan bu yapılanmanın, ABD'nin CIA istihbarat örgütü ile bağlantısı 1990 sonunda belgeleriyle ortaya çıkmıştı. Loca lideri Licio Gelli perde gerisinden adeta bir devlet başkanı gibi İtalya'yı yönetiyordu. Ülkedeki nüfuzu sayesinde siyasetten yargıya ekonomiden diğer tüm alanlara kadar yöneticiler Gelli ile temas halindeydi. P2 İtalya'yla da yetinmemiş; Arjantin, Brezilya ve Uruguay'da da örgütlenmeye başlamıştı. P2 Mason Locası ile Gülen paralel devlet yapılanmalarının benzerliği, her iki yapılanmanın uluslararası genişleme çabası, her iki yapılanmanın ABD bağlantısı, bu şüphe nedeniyle cemaatin Rusya'da yasaklanmış olması kafaları karıştırıyor. Acaba Rusya mahkemesi hangi somut delillere dayanarak bu yapılanmayı ülkesinde yasakladı? Merak etmemek mümkün değil.

(Abdullah Harun / kontrgerilla.com) Paralel yapı-ABD bağlantıları,

Gülen: Batı'nın hizmetindeyiz, iade etmeyin
Paralel yargıdan şok ses kaydı: Direneceğiz. ABD'yi Türkiye'ye tercih edelim!

Fetö = Kontrgerilla.. ABD ajanlığına yeni deliller

(10 Eylül 2017, 16:40), son güncel.: (08 Ekim 2017, 11:37)

HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: 

http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=11229 


***

10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 8




TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 8



4.2 Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi Politikası 


ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde Türkiye göreli olarak kolay bir işgal için Washington’un planlarında önemli bir yer tutmaktaydı ve bu bağlamda taraflar arasında bir pazarlık süreci yaşanmıştı. Olası bir işbirliğinde Ankara, Türk askerlerinin Irak’ın kuzeyine girmesi ve yaklaşık 30 km derinliğinde bir alanı kontrol altına almasını planlamaktaydı. Böylesi bir planlama PKK’ya yönelik sık sık sınır ötesi operasyon düzenleyen Türkiye’nin elini rahatlatacağı gibi diğer yandan da Ankara Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devlet yapılanmasını 
engelleyecek ve Irak’ın geleceği ile ilgili söz sahibi olabilecekti.17 1 Mart 2003’de TBMM’de tezkerenin reddedilmesi Ankara’nın 1990’lar boyunca Kuzey Irak üzerinde elde ettiği stratejik kazanımları sona erdirmekle kalmamış aynı zamanda bu tarihe kadar sürdürdüğü kırmızı çizgilerinin de ihlal edilmesi ile sonuçlanmıştır. Irak Savaşı sırasında ABD’nin en önemli müttefiki olan kuzeydeki Kürtler, Amerikalılardan önce Kerkük’e girmiş ve savaştan kısa bir süre sonra Irak’ın merkeziyetçi devlet yapısı federal yapı olarak değiştirilmiştir 

(ICG, 16 Rakamlar Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.krg.org 
17 Fikret Bila, “İşte 10 Yıldır Tartışılan Belge”, Milliyet, 12 Eylül 2013. 
2008: 2). Bu tarihe kadar Irak’a yönelik politikasını önemli ölçüde Kerkük’ün “Türk ağırlıklı” etnik yapısı üzerine kuran Ankara, savaş sonrası süreçte Kerkük’ün Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne dahil olması karşısında etkisiz kalmıştır. Benzer bir şekilde Irak’ın bütünlüğünü koruma ve Kürtlerin gelecekte bir devlet oluşturacak şekilde otonom bir yapı kazanmasını engelleme politikaları da sekteye uğramıştır. 

Irak genlinde 30 Ocak 2005’te yapılması planlanan geçici parlamento seçimleri hızla Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişkilerin en önemli gerginlik alanlarından birisine dönüşmüştür. Seçimden önce Baas rejimi döneminde yerlerinden edilen vatandaşların eski yerlerine dönmesini sağlayan yasanın onaylanmasıyla birlikte birçok eski Kerkük yerleşimcisi de Kerkük’e dönmeye başlamıştır. Türkiye Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bu demografik hareketlilik karşısında Kerkük’ün demografik yapısının değiştirildiğini ve 
Kerkük’e Kerküklü olmayan yüzbinlerce yerleşimci kaydırıldığını bu yerleşimlerin de “belli siyasi parti ve oluşumlarca” madden ve siyasi olarak teşvik edilip ve desteklendiğini ifade ederek Kürtlerin şehrin demografisini kendi lehlerine değiştirdiklerini savunmuştur.18 Yine benzer bir şekilde dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ 26 Ocak 1995’te yaptığı bir açıklamada “Kerkük’teki durumun bir iç savaşı tetikleyebileceğini” ve “böyle bir durumda Türkiye’nin seyirci kalmayacağını” söylemiştir (İnat, 2006: 3). Türkiye’den gelen 
bu eleştirilere Kürdistan Bölgesel Yönetimi, yapılan düzenlemelerin Saddam döneminde uygulanan Araplaştırma politikası nedeniyle Kerkük’ten zorla çıkarılanların geri getirilmesinden ibaret olduğu şeklinde cevap vermiştir. Bu açıklama Ankara’yı ikna etmediği gibi, Türkiye iddialarına özellikle Iraklı Türkmenlerden alınan bilgiler doğrultusunda yapılan seçimlere hile karıştırıldığı Kerkük’e kayıtlı olmayan Kürtlerin şehre getirilerek oy kullandırıldığı 
gibi suçlamalarla devam etmiştir (İnat, 2006: 7). 

Kerkük için yapılması gereken referandum tarihi yaklaştıkça Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilişkileri de gerilmeye başlamıştır. Türkiye şehirdeki Türkmen nüfusu üzerinden şehrin tarihsel kimliğinin Türk olduğunu ve bilinçli bir şekilde demografik yapısının değiştirildiğini bundan dolayı referandumun ertelenmesi gerektiğini savunmuştur. Türkiye ayrıca Kerkük’ün özel bir statüyle yönetilmesini önermiştir. Bunun üzerine Nisan 2007’de KDP lideri Mesut Barzani’nin “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” 
açıklamasında bulunması Ankara’nın sert tepkisine neden olmuş ve Türkiye Irak’a nota vermiştir (Özcan, 2009: 52). 

Fakat aynı yıl Kerkük üzerinde yaşanan gerilimle eş zamanlı 
olarak Ankara ve Erbil ilişkilerinde olumlu bir seyrin ilk işaretleri de verilmeye başlanmıştır. İlerleyen yıllarda Bağdat’ın gittikçe merkezileşen bir politika izlemeye başlaması ve İran’ın Irak üzerindeki etkisini artırması Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye’ye yakınlaştırırken, PKK’nın şiddet eylemlerine yeniden ivme kazandırması da Ankara’yı Erbil ile yakınlaşarak PKK’nın Kandil’deki mevcudiyetini sınırlandırma yönünde motive etmiştir (Balcı, 
2014). Dolayısıyla, henüz 2007 yılının ilk aylarında Türkiye Başbakanı Erdoğan Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle görüşebileceğini açıklamıştır.19 

18 “Türkiye’den Kürt yerleşimci tepkisi”, ntvmsnbc.com, 19 Ocak 2005. 
19 Ferai Tınç, “Kürt hükümeti ile yakınlaşırız”, Hürriyet, 15 Şubat 2007. 



 Davutoğlu-Barzani Görüşmesi, Erbil 


2008 ve 2009 yılları ise Türkiye’nin Kürt Bölgesi ile ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığı yıllar olmuştur. Türkiye iç siyasetinde güvenlikçi politikanın temel kaynağı olan askerin siyasi alandan tasfiyesi ile dış politikada hükümetin daha etkin hareket edip karar alabilmesi mümkün olmuş ve böylelikle taraflar arasında yakınlaşma ve diyalog imkanlı hale gelmiştir. Bu zamana kadar Irak Kürtleriyle inişli çıkışlı fakat sürekliliği olan gerilimler yaşayan Türkiye, 
artık Kürt Bölgesi’yle ilişkilerini ekonomik entegrasyon ve enerji ilişkileri üzerine tesis etmeye başlamıştır (Balcı, 2013b). 2008’den itibaren başlayan yakınlaşma ekonomik açıdan değerlendirildiğinde tablo daha da netleşmektedir. Örneğin 2004 yılında Irak ile olan ticaret hacmi 1,8 milyar dolar iken 2008 yılına gelindiğinde 3,9 milyar dolara ulaşmıştı.20 Hızlı bir biçimde yükselişe geçen ticaretin %75 gibi büyük bir payı Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yapılmaktaydı. Fakat olumlu ekonomik göstergeler siyasi gerginlikler yüzünden yavaş 
ilerlemekteydi. Bundan dolayı siyasi gerginlikler de ekonomik yakınlaşmayla tezat oluşturmakta ve sürdürülebilir görünmemekteydi. 

Yakınlaşma resmi ziyaretlerle ilerletilmiş ve Mayıs 2008’de Ahmet Davutoğlu’nun da yer aldığı Türk heyeti Bağdat’a gitmiştir. Cumhurbaşkanı Talabani ile görüşmesinin ardından ilk kez Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile açıktan ve resmi temas gerçekleşmiştir.21 Bu tarihten itibaren karşılıklı ziyaretler daha da sıklaşmış, ekonomik ve siyasi ilişkiler derinleşmeye başlamıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 1 Kasım 2009’da Erbil’e giderek Mesut Barzani ile görüşmüştür.22 Davutoğlu “daha iki sene önce Türk dışişleri ve ticaret bakanları Erbil’e gidecekler ve bu kadar kapsamlı görüşmeler yapacaklar denilseydi, kimse buna pek ihtimal vermezdi”23 ifadeleriyle ziyaretin önemini vurgulamıştır. Aynı gün Kürt Bölgesi’nde Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın da katıldığı Türkiye-Kürt Bölgesi İş Forumu gerçekleştirilmiştir. 

20 Rakamlar Türkiye İstatistik Kurumu resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.tuik.gov.tr 
21 Rafet Ballı, “Kuzey Irak’la resmi temaslar başladı, Neçirvan Barzani Türkiye’ye gelecek”, Zaman, 2 Mayıs 2008. 
22 Fotoğraf Kürdistan Bölgesel Yönetimi resmi web sitesinden alınmıştır. 
23 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009. 


Forumda Bölgesel Yönetimin Ticaret Bakanı Sinan Çelebi bölgede kayıtlı bulunan 450 Türk şirketinin bulunduğunu teşvik ruhsatlarının ise %70’inin de Türk şirketlerine ait olduğunu açıklamıştır.24 

Yine Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde büyük enerji kaynaklarının keşfedilmesi de 
enerji bakımından dışarıya bağımlı olan Türkiye’yi Irak Kürtlerine yakınlaştıran bir diğer unsur olmuştur. Bu konuda siyasi adımlardan çok önce örneğin 2002 yılından beri Kürt Bölgesi’nde petrol sahaları bulunan Türkiye menşeili Genel Enerji, 2007 ve 2008’de Tawke ve Tak Tak alanlarında petrol üretimine başlamıştı.25 Haziran 2009’da ise Kürt bölgesi Kerkük-Yumurtalık petrol hattına petrol vermeye başlamış ve böylece Kürt Bölgesi’nden çıkan petrol ilk kez Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ulaşmıştır. Boru hattına ilk petrolü 
de Çukurova holding bünyesindeki Genel enerji vermiştir. Barzani petrol ihracı için yapılan töreni Kürt tarihinde bir milat olarak nitelendirmiştir.26 Yeni keşifleri dışa bağımlılık karşısında kaynak çeşitliliğini sağlamak ve enerji transfer merkezi olmak gibi hedeflerine ulaşmak için bir fırsat olarak değerlendiren Türkiye Kürt bölgesi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Böylece Kürt Bölgesi ile gelişen ekonomi ve enerji ilişkileri siyasi ilişkilerin de yumuşamasına yardımcı olmuştur. 


4.3 Türkiye, PKK ve Kuzey Irak 

2000’li yıllara girildiğinde Türkiye, PKK ve Kuzey Irak arasındaki ilişkilerde çok önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bu gelişmelerden en önemlisi kuşkusuz PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi olmuştur ve bu gelişmenin devamında, Öcalan 2 Ağustos 1999’da PKK’lılara “ateşkes ilan et ve Türkiye’yi terk et” emrini vermiştir (Özdağ, 2008: 256-257). Dolayısıyla Öcalan’ın yakalanması uzun bir süre devam edecek olan bir ateşkes sürecini başlatmış ve bu ateşkes süreci Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını önemli ölçüde etkilemiştir. KDP lideri Neçirvan Barzani Mart 2000’de Milli-yet gazetesine yaptığı açıklamada “Türkiye’ye tüm komşularından yakın olmak istiyoruz… 
Kürtlerin bağımsız devlet kurma dileği, dilekten öteye geçemez” demiş ve bu açıklama Neçirvan Barzani’nin Ankara ile olan mesafeleri aşma, Türk kamuoyuna mesaj gönderme çabası olarak yorumlanmıştır.27 4 Mayıs 2000’de Türkiye ile KDP arasında yapılan görüşmeye KDP tarafından Neçirvan Barzani başkanlığında üç kişilik bir heyet, Türkiye’dense Genelkurmay Başkanlığı, Dış İlişkiler Bakanlığı ve MİT temsilcileri katılmış, görüşmenin içeriği önemli ölçüde Türkiye’nin Kuzey Irak’tan yapacağı ithalat oluşturmuştur (Özdağ, 
2008: 260). 
Bu görüşmeyi 3-7 Ekim 2000 tarihinde Ankara’ya gelen Barzani’nin dönemin başbakanı Bülent Ecevit, Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Dışişleri Bakanlığı’na bağlı temsilcilerin katıldığı daha geniş kapsamlı bir görüşme takip etmiştir. Bu görüşmelerin sonucunda Barzani, bir kez daha Türkiye ile yakın ilişki içerisinde olmak istediklerini ve PKK ile mücadelede Türkiye’ye destek vermeye hazır olduklarını açıklamıştır.28 Barzani, bu açıklamasını destekleyecek şekilde yaklaşık bir ay sonra 21 Aralık 2000’de Erbil’de yaptığı bir konuşmada PKK’nın sivillere yönelik saldırılarını eleştirmiş ve tüm Kürtlere “PKK’ya karşı birleşin” çağrısı yapmıştır.29 

24 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009. 
25 Genel Energy web sitesi: http://www.genelenergy.com/ 
26 Rıfat Başaran, “Kuzey Irak’tan ilk petrol ihracatı başladı”, Radikal, 2 Haziran 2009. 
27 Barçın Yinanç, “Devlet Peşinde Değiliz”, Milliyet, 31 Mart 2000. 
28 “Ecevit, Barzani ile Görüştü”, ntvmscnbc.com, 7 Ekim 2000. 

Türkiye ile KDP arasındaki ilişkiler her ne kadar gelişse de Ankara, KYB’nin PKK’ya destek vermesinden kaygılıydı. Bu kaygı, Talabani’ye iletilmiş ve PKK’ya karşı tutum alması istenmiştir. Bu bağlamda Talabani, PKK ile olan mücadelede Türkiye’ye aktif destek vereceğinin sözünü vermiş ve Kandil Dağı bölgesinde Groşi-Dola-Koga arasında 3 bin peşmergeden oluşan bir “Güvenlik Kuşağı” oluşturularak PKK’ya verilen lojistik destek kesilmiştir. Bunun karşılığında da Türkiye, KYB’ye sağlık ve gıda malzemesi yardımında bulunmuştur 
(Özdağ, 2008: 261-262). 
PKK ise Güvenlik Kuşağı’nı tehdit olarak algılamış ve KYB ile PKK arasında çatışma başlamıştır. Çatışma süresince KYB Türkiye’den destek alırken PKK 
da İran’dan destek almıştır. Yaklaşık bir ay süren çatışmaların ardından önce 126 kayıp veren PKK ardından da KYB ateşkes ilan etmiştir. Bu ateşkes sırasında Ankara önemli bir adım atarak İran ile yüksek güvenlik komisyonu toplantısı yapmış ve sınır üzerinden gerçekleştirilen kaçakçılığın önüne geçmek için sınır boyunca güvenlik kordonu oluşturulacağı açıklanmıştır. Anlaşmanın ardından İran’ın PKK’ya desteği kesilirken Ankara, PKK ile savaşan KYB’ye gıda ve sağlık malzemesi desteğine devam etmiştir. 3 Aralık 2000’de KYB, PKK’ya karşı tekrardan harekete geçmiş ve çatışmalarda 335 PKK militanı etkisiz hale getirilmiştir. 
Ancak bu çatışmanın on gün öncesinde Türk Silahlı Kuvvetleri, 22-25 Kasım tarihlerinde Şırnak ve Hakkari’de iki tümenin katıldığı bir sınır ötesi operasyon düzenlemiş ve bu operasyon sonucunda, PKK Kandil Dağı’nı büyük ölçüde terk ederken Ankara-KYB ilişkileri de gelişmiştir (Özdağ, 2008: 262-263). 

22-25 Kasım operasyonunun ardından Türk Silahlı Kuvvetleri, sınır ötesinde PKK ile sıcak çatışma içerisine girmemiş, yapılan küçük çaplı birkaç sınır ötesi operasyon da gelen istihbarat üzerine PKK’nın cephanelerini ele geçirme amacı taşımıştır (Özdağ, 2008: 264). 
Bu tarihleri izleyen bir buçuk yıl içerisinde herhangi bir sınır ötesi operasyon olmazken bu dönemde, gelecekteki birçok olayı etkileyecek iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan bir tanesi ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi, diğeri ise 2 Kasım 2002 seçimlerinden birinci çıkan AK Parti’nin hükümet kurmasıdır. Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile birlikte PKK, Kuzey Irak’ta kendisi için yeni bir alanın oluştuğunu görmüş ve yeni bir strateji geliştirmiştir. Murat Karayılan, bu yeni (askeri-politik) stratejiye “Meşru Savunma Savaşı” adını vermiştir. PKK’nın yayın organı Serxwebûn’da 
yayımladığı yazısında “Ortadoğu Rönesansı” olarak adlandırdığı yeni gelişmeler sayesinde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Lozan’da kurulan düzenin artık geçerliliğini kaybettiğini ve yeni gelişmelere ayak uydurabilmek için hem siyasi hem de askeri adımlar atılması gerektiğini açıklamıştır.30 

ABD’nin Irak işgalinin oluşturduğu yeni güç dengesini lehine çevirme bağlamında Ekim 2003’e gelindiğinde PKK, Ankara’nın, İran’ın sınır bölgelerinde PJAK’a karşı düzenlediği operasyonlara destek verdiği gerekçesiyle “tek taraflı ateşkes olmaz” açıklaması yaparak ateşkesi kaldırdığını duyurmuştur.31 Fakat dönemin Irak Dışişleri Bakanı Zebari 32 sonrasındaysa Barzani 33 ve Talabani’nin 34, PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunması üzerine ateşkesin devamı yönünde bir politika izlenmiştir. 


29 “Tüm Kürtler PKK’ya karşı birleşmeli”, Hürriyet, 25 Aralık 2000. 
30 “Kürdistan’da Yerel Yönetim Sorunları ve Çözüm Perspektifi”, Serxwebûn, Aralık 2003, (264), s. 21-27. 
31 “Çözümü Zorlaştıran İnkarcı ve İmhacı Siyasettir”, Serxwebûn, Kasım 2003, (263), s. 3. 
32 “Zebari’den PKK sözü”, Sabah, 15 Haziran 2004. 


2004 yılına gelindiğinde Türkiye’de yapılan yerel seçimlerde Kürt partisinin önemli oranda oy kaybetmesi ve Kürtlerin koşullarına ilişkin yasal ve politik iyileşmelerin yapılmaması gibi gerekçelerle PKK 1 Haziran 2004’te ateşkesi bozduğunu açıklamış ve yeniden silahlı eylemlere başlamıştır. 2004 yılı boyunca 
PKK herhangi bir eylem gerçekleştirmese de Haziran 2005’te Kuzey Irak’tan Türkiye’ye 2000 civarında militanını sokan PKK geniş ölçekli saldırılar düzenlemeye başlamıştır. PKK saldırılarının artırması üzerine 14 Temmuz 2005’te Erdoğan uluslararası hukukun müsaade ettiği sınır ötesi operasyon “hakkımızı kullanırız” açıklamasında bulunmuştur. Benzer bir açıklama da dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’dan gelmiş ve Başbuğ, Bağdat Yönetimi’nin gerekenleri yapmaması durumunda Türkiye’nin harekete geçeceğini dile getirmiştir (İnat, 2006: 17). 

Türkiye’nin sınır ötesi operasyon konusundaki ısrarları 2006 yılı boyunca da devam etmiş ve sınırda artan hareketlilik üzerine Irak’taki Kürt grupların talebi üzerine Bağdat Yönetimi kendisini bilgilendirme talebini içeren bir notayı 26 Nisan tarihinde Ankara’ya iletmiştir. Ankara bu notaya cevabında kendi topraklarını kontrol edemeyen ve PKK’nın faaliyetlerini engelleyemeyen Irak’ın Türkiye’nin sınırdaki faaliyetlerinden rahatsız değil aksine hoşnut olması gerektiğini dile getirmiştir (İnat, 2008: 9). Türkiye’nin sınır ötesi operasyon 
konusundaki ısrarlı tavrı Kürt grupları PKK’ya yönelik bir açıklama yapmaya zorlamış ve KYB’nin üst düzey yöneticilerinden İmed Ahmed 5 Mayıs 2006’da PKK’ya “bizim topraklarımızda kalmak istiyorsanız yasalarımıza uymak zorundasınız” mesajını vermiştir (İnat, 2008: 11). 
Kuzey Irak’taki Kürt gruplardan PKK’ya yönelik iletilen mesajlar bununla 
sınırlı kalmamış daha sonra aynı zamanda Irak Dışişleri Bakanı olan KDP’nin önde gelen isimlerinden Hoşyar Zebari Ağustos 2006’da PKK ile mücadelede ciddi olduklarını ve bu doğrultuda örgütün Bağdat’taki bürosunun kapatılacağını açıklamıştır. Irak Devlet Başkanı Talabani ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani de benzer açıklamalarda bulunarak PKK lideri Murat Karayılan’ı Türkiye’ye karşı yaptığı saldırılarda Kuzey Irak’ı kullanmaması noktasında uyarmışlardır (İnat, 2008: 15-16). 

Irak Kürtlerinin Ankara’dan gelen sınır ötesi operasyon baskısı konusunda elini güçlendiren ve bu baskıya direnmesini mümkün kılan temel unsur Washington’un 1 Mart Tezkeresi sonrasında Ankara ile gerginleşen ilişkileri olmuştur. Erbil’in bu konudaki temel stratejisi sınır ötesi operasyona izin vermeksizin PKK’nın Kandil’deki etkinliğini sınırlandırmak yoluyla Türkiye ile ilişkileri makul bir çizgide tutmak yönündeydi. Nitekim Türkiye’den gelen baskılar sonucunda 23 Eylül 2007’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 
PKK ve PJAK’ı terör örgütü olarak ilan etmiş (Özdağ, 2008: 325), fakat sınır ötesi bir operasyona sıcak bakmadığını açıklamıştır. Sınır ötesi operasyon politikasını bir ölçüde Ankara ve Washington arasındaki soğuk ilişki üzerine inşa eden Kürdistan Bölgesel Yönetimi için, dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan arasında 5 Kasım 2007’de imzalanan PKK’ya karşı işbirliği antlaşması bir dönüm noktası olmuştur. ABD ve Türkiye arasında imzalanan antlaşmaya göre, PKK ile mücadele kapsamında ABD Türkiye’ye operasyonel istihbarat sağlamanın yanı sıra, PKK liderlerinin
yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesi, PKK’nın lojistik desteğini sona erdirmek için Irak’taki kamplarının kapatılması ve Türk ordusunun Kuzey Irak’taki operasyonlarında işbirliğine gitmek gibi destekler vermeyi taahhüt etmiştir (ICG, 2008: 8). 

33 “Kürtlerden PKK’ya Silah Bırakma Çağrısı”, Yeni Şafak, 18 Haziran 2004. 
34 “Talabani PKK’yı Kınadı”, Zaman, 22 Haziran 2004. 

Antlaşmanın etkin bir şekilde hayata geçirilmesi Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki işbirliğine bağlıydı ve Washington yönetimi her iki tarafa da yakınlaşma önerisinde bulunmuştur. Sonuçta, bu tarihe kadar Türkiye’nin PKK konusundaki sınır ötesi operasyon taleplerine etkin bir cevap vermeyen 
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, antlaşmanın ardından Türkiye’yi destekleyen ve PKK’nın Kuzey Irak’ta üstlenmesini eleştiren açıklamalara daha fazla ağırlık vermeye başlamıştır. 

5 Kasım antlaşmasının hemen öncesinde 17 Ekim’de toplanan TBMM Türkiye-Irak sınırı boyunca PKK hedeflerinin bombalanması konusunda orduya yetki vermişti. Bu yetki doğrultusunda ilk operasyon 16 Aralık’ta yapılmış ve daha sonra aynı kapsamda 2008’in Ocak ayı boyunca beş hava saldırısı daha gerçekleştirilmiştir. Bu hava operasyonlarının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri 21 Şubat 2008’de Güneş Harekatı adı altında Kuzey Irak’a yönelik bir hafta süren kapsamlı bir kara operasyonu düzenlemiştir. Bu aynı zamanda Kuzey 
Irak’a 2000’lerde yapılan ilk kara harekatıydı ve harekat sırasında dikkati çeken önemli bir husus ABD ile Türkiye arasında 5 Kasım’da yapılan anlaşmaya ABD’nin harfi harfine uyması olmuştur. Bu durum KDP lideri Barzani’nin operasyona karşı olma politikasının etkin bir şekilde devreye sokulmasını engellemiş ve Barzani’nin açıklamaları ABD yönetiminin Irak Özel Temsilcisi David Satterfield’in PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında oldukları şeklindeki 
tavrının gölgesinde kalmıştır. Fakat operasyonun kapsamlı olmasına rağmen kamuoyunun beklentisinin tersine kısa süreli (bir hafta) kalması, Türkiye’nin gerektiğinde Kuzey Irak’a girebilecek pozisyonda olduğunu gösterme amacı taşıdığı şeklindeki yorumlara neden olsa da (Oran, 2013: 290-291), temelde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvenlikçi siyasetinin sonunu temsil etmesi açısından önemlidir. 

Göreli olarak beklentileri karşılamayan sınır ötesi harekatın ardından PKK ve Kuzey Irak’a yönelik politikaların belirlenmesi önemli ölçüde hükümetin eline geçmiştir. Nitekim operasyonun sona ermesinden sadece bir hafta sonra 7 Mart 2008’de Celal Talabani Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirmiştir. İlişkiler bu ziyaretle sınırlı kalmamış bu tarihten itibaren iki taraf arasında yoğun bir ziyaret trafiği başlamıştır. Ankara’nın bölgedeki Kürt grupları ile yakınlaşması ve bunun sonucunda Kürt gruplarının bölgede PKK’yı zor durumda bırakması sonucunda Cemil Bayık, KDP’yi ve KYB’yi ihanetle suçlamış ve Türkiye ile 
Kürt grupları arasındaki yakınlaşmayı “üçüncü uluslararası komplo” olarak ifade etmiştir (Oran, 2013: 291). 
Ancak ilişkilerdeki tüm iyileşmelere rağmen Ankara’nın her görüşmede 
“sınır güvenliği” başlığını tartışmaya açması PKK konusundaki kaygılarının devam ettiğinin açık bir göstergesi olmuştur. Yine de önceki dönemlerle kıyaslandığında bölgenin üç aktörü arasında (Ankara-Erbil-Bağdat) Türkiye’nin PKK ve Kuzey Irak’a yönelik kaygıları noktasında önemli bir ayrılık görünmüyordu (Özcan, 2010b: 115-116). 

9 CU BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR