Yavuz Selim Kıran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yavuz Selim Kıran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2021 Salı

COVID-19, NE BEKLEMELİ?

 COVID-19, NE BEKLEMELİ? 





Editörün Notu COVID-19  Ne Beklemeli ? 
Dr. Ufuk ULUTAŞ 
T.C. Dışişleri Bakanlığı Stratejik  Araştırmalar Merkezi Başkanı 


Dr. Ufuk ULUTAŞ, Anahtar Kelimeler, ABD-Çin Rekabeti, Ekonomi, Ulus Devletler, Uluslararası Örgütler, Çok Taraflılık, 

Çin’de baş gösteren COVID-19 salgınının başından beri uluslararası toplum, pandeminin uluslararası ilişkiler üzerindeki olası etkisini tartışmaktadır. Salgın Çin sınırlarının dışına taşıp Batılı merkezlere ulaştıkça, ihtiyatlı tahminler yerini, pandeminin sistemsel değişimleri tetikleyeceği ve küresel sistem üzerinde büyük etki bırakacağı yönündeki aceleci yargılara bırakmıştır. Sözkonusu senaryoya göre, Batı kaybederken Çin üstünlük sağlayacak, küresel sistemin büyük kurumları çökecek ve yenilerinin kurulmasına zemin hazırlanacaktır. Daha sonra ise pandeminin kapsamı ve küresel sistem üzerindeki derin etkisine dair varılan bu erken kanılar yerini, “bekle ve gör” yaklaşımını benimseyen ve pandeminin uluslararası siyasetin birçok alanında dönüştürücü etkiye sahip olacağını ancak daha fazlasını beklemenin hatalı olacağını ileri süren bir dizi ihtiyatlı analize bırakmıştır. “Hiçbir şey aynı olmayacak” ile “hiçbir şey değişmeyecek” yaklaşımları arasında büyük bir makas bulunmaktadır ve sağlıklı analizler bu aralıkta yer almaktadır. 
Pandemi sırasında tahminlerde bulunmak oldukça zordur. Zorluğun bir nedeni, devam etmekte olan bir krizle mücadele ediyor olmamızdır. Ancak pandeminin küresel ekonomiyi ne kadar sarsacağını, farklı toplumları ve kurumları nasıl dönüştüreceğini ve devletlerin bunun üstesinden gelmek için hangi adımları atacağını henüz tam anlamıyla bilmiyoruz. 

Virüsle mücadelenin farklı aşamalarındaki devletleri mukayese etmek ise oldukça zordur. Örneğin, virüsün ilk vurduğu ülke olması nedeniyle Çin, yola erken çıkmış ve pandemiyi kontrol altına almıştır. Salgın Avrupa ve ABD’ye aylar sonra gelmiştir ve her ikisi de COVID-19’la mücadelelerini halen kazanmaya çalışmaktadır. Virüs sonrası döneme ait tahminlerde bulunmak zor olsa da, pandeminin birçok küresel akımı güçlendireceğine ilişkin güçlü emareler mevcuttur.
 Bir süredir bu konu hakkında konuşuyor olsak da, ABD-Çin rekabetinin, eğer çoktan gerçekleşmediyse, tırmanacağına dair güçlü işaretler mevcuttur. Son zamanlarda ticaret savaşları şeklinde kendini gösteren rekabet, virüsün kaynağına ilişkin çelişkili iddialar ve Trump Yönetimi’nin Çin’e pandemi hususunda “erken dönemdeki ihmalinin” bedelini ödetme isteği nedeniyle yeni boyutlara taşınacaktır. ABD’deki bazı analistlerin ileri sürdüğü gibi, Çin’i küresel ekonominin dışında 
tutmak mümkün olmasa da, ABD’nin kendisi gibi düşünen diğer devletlerle bir araya gelerek pandemiyi, Çin’e karşı bir koz olarak kullanacağını hayal etmek yanlış olmayacaktır. Diğer yandan Çin, Batı’nın salgını “yanlış yönetmesinden” 
istifadeyle, virüsün kendi topraklarından kaynaklanmadığına dair duruşunda oldukça kararlı görünmektedir. Çin, tıbbi yardımlarla Batı şehirlerinde bir sempati kazanma kampanyası başlatırken, pandemi sırasında küresel liderliği terk eden 
ABD, birçok kişi tarafından eleştirilmiştir. Hangisinin diğerine üstün geleceğini belirlemek zor olsa da, virüs sonrası dönemde uluslararası ilişkilerde birçok konuda ABD-Çin rekabetinin etki sahibi olacağı iddia edilebilir. 

Pandemi, güçlü devletler düşüncesini öne çıkartacaktır. COVID-19 ve benzeri pandemiler hayatın bir gerçeği olarak görüldükçe ve algılanan tehditler ulusal güvenlik doktrinleri kapsamına dahil edildikçe, pandemilere karşı mücadelede 
devlete, merkezi ve eşsiz bir yapı olarak daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. Sağlık hizmetleri, güvenlik ve refah sağlayıcısı olarak devlet, küresel ve ulusal tüm salgınlarda tek başına ve en ön safta yer almaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslar üstü kurumların bu dönemde yetersiz ve etkisiz kalması göz önünde bulundurularak, kendi kendine yeterlilik fikri ile güçlü devletler arasındaki bağlantı kuvvetlenecektir. COVID-19 salgını öncesi uluslararası sistemde önde gelen veya nispeten güçlü oyunculardan bazıları, pandemi nedeniyle kendilerini zor durumda buldular ve olumsuz anlamda dünya lideri oldular. Pandemi, devletin gücünü ölçen mevcut araçların, devletin fiili gücünü belirlemede yetersiz kaldığını göstermiştir. 

Devlet gücünü değerlendirirken, realist uluslararası ilişkiler yaklaşımının 
bilhassa yoğunlaştığı askeri güç, ekonomik güç ve nüfusa ek olarak, sağlık sistemleri, tedarik zincirleri ve acil müdahale kapasitesini de hesaba katmak gerekmektedir. Güçlü devletler, bazı eski analizlerin ortaya koyduğunun aksine, otoriter olmak zorunda değildir; Türkiye, Almanya, Güney Kore, Japonya gibi ülkelerin gösterdiği üzere, otoriter devletlerin COVID-19 salgınına karşı demokratik olanlardan daha verimli mücadele ettiği savı tamamen asılsızdır. 
Pandemi sırasında uluslararası örgütlerin iyi performans gösterdiğini iddia edebilecek fazla kişi çıkmayacaktır. Bu, kendi kendine yeten ulus-devletler fikrinin pandemi sırasında ağırlık kazanmasının nedenlerinden biridir. 

DSÖ’den Avrupa Birliği’ne, çok taraflı kurumlar uluslararası toplumun beklentilerini karşılamada yetersiz kaldılar. Bu gerçek, aşırı sağcı, tek taraflı ve izolasyoncu gündemleri yaymak ve çok taraflılığı sorgulamak amacıyla, başta Avrupa olmak üzere dünyadaki birçok milliyetçi akım tarafından bir mücadele kozu olarak kullanılacaktır. Halihazırdaki bu durum krizin yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır; Zira pandemi çok taraflılığın gereksizliğini ortaya çıkarmamış, aksine küresel krizlerin çok taraflı yaklaşımlar gibi küresel müdahaleler gerektirdiğini ve sorunun çok taraflılığın kendisiyle değil, mevcut çok taraflı mekanizmaların etkisizliğiyle ilgili olduğunun altını çizmiştir. Bu nedenle, teorik olarak pandemi, çok taraflı kurumların çağımızın sorunlarına karşı daha etkili ve duyarlı hale getirilmesi amacıyla yürütülen reform çabalarına verimli bir zemin oluşturmalıdır. Ancak uygulamada bu kurumlar, reformlara beklenenden daha dirençli olduklarını göstereceklerdir. 

   Üzücü can kayıplarının haricinde pandeminin ekonomik etkisinin, diğer her şeyden daha fazla önem arz ettiği söylenebilir, zira pek çok ekonomist, dünya ekonomisinde kaydadeğer ölçüde daralma öngörmektedir. Örneğin, Dünya 
Bankası Grubu’na göre, gelişmekte olan ekonomiler COVID-19 pandemisinin sağlık ve ekonomi alanındaki etkileriyle ciddi şekilde sarsılırken, 60 milyon insan aşırı yoksulluğa düşebilir. İşsizlik, gelişmiş ekonomilerde bile yükselişe geçmiş olup, zayıf refah sistemlerine sahip ülkeler, bu olağanüstü zamanlarda vatandaşlarının ekonomik yaralarını saramamaktadırlar. Var olan sosyal, ekonomik ve politik sorunları arttıracağı için küresel bir resesyonun birçok ülkede şüphesiz siyasi sonuçları olacaktır. Dolayısıyla dünya ekonomisi, İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme benzer bir kurtarma programına gereksinim duyacaktır. 

Kurtarma programına öncülük edecek araçlara sahip aktörler, etki alanlarını genişleteceklerdir. Burada dikkat edilmesi gereken endişe verici eğilim, salgının sosyo-ekonomik etkilerini ve ardından gelen ekonomik durgunluğu kötüye 
kullanan aşırı sağcı, yabancı düşmanı ve ırkçı hareketlerin yükselişi olacaktır. Dolayısıyla ekonomik toparlanma bazı ülkelerde sadece ekonomik çöküşü engellemekle kalmayacak, aynı zamanda toplumsal uyumu ve siyasi istikrarı da 
koruyacaktır.

 *** 

Uluslararası toplum olarak, devam eden salgınla ilgili tünelin sonunu gördüğümüz de, daha gerçekçi bir hasar değerlendirmesi yapabilmek için daha iyi konumda olacağız. 
Dolayısıyla, pandeminin uluslararası ilişkilerde başat ve yükselen akımlar üzerindeki gerçek etkisini ölçebileceğiz. 
Ancak, devletlerin ve küresel yapılanmanın bugün attığı -veya atmadığı - adımlar, gelecekte karşılaşacakları fırsat ve sınamaları belirlediğinden, bazı ön değerlendirmelerin yapılması önem taşımaktadır. Benzer şekilde, devletlerin pandemiyle mücadelede gösterdikleri performans ile COVID-19 sonrası küresel siyasetin analizi arasında güçlü bir bağ vardır. Aynı zamanda pandemi sonrasında, sürdürülebilir bir vizyon geliştirmek ve bu vizyona yerel ve küresel ölçekte destek temin etmek, devletler için hayati öneme sahiptir. Devletlerin küresel sistem içinde kendilerine biçtikleri rollerin ve kapasitelerinin, gelecekteki konumları üzerinde önemli bir etkisi olacaktır. 
Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Antalya Diplomasi Forumu tarafından yayımlanan serinin ikincisi olan bu kitap, uluslararası toplumun henüz tünelin ucundaki ışığı görmediği bir dönemde yazılmıştır. Bu kitap saygın bilim insanları, 
küresel düşünürler ve uzmanların COVID-19’un uluslararası sistem, devletler, insanlar, büyük güç rekabeti, uluslararası kuruluşlar, güvenlik, küreselleşme ve çatışmalar üzerindeki muhtemel etkisine ilişkin değerlendirme ve analizlerinden 
oluşmaktadır. Salgın bazı devletlerde kontrol altına alınmış olsa da henüz bir aşı bulunmamıştır, çeşitli yoğunluklarda sokağa çıkma kısıtlamaları devam etmektedir, pek çok ülkede mağazalar ve üretim tesisleri tam anlamıyla yeniden 
açılmamıştır ve uluslararası seyahate ilişkin ciddi kısıtlamalar mevcuttur. Bununla birlikte her bir makale, ele alınan konuya ilişkin değerli iç görü sağlamakta, çeşitli bakış açıları ve düşünce biçimleri sunmaktadır. Dünyanın farklı köşelerinden 
yazarlar, kendilerine has geçmişlerini ve deneyimlerini ortaya koymaktadır. Kitabın küresel krize ilişkin küresel bir perspektif sunmasını temin etmek amacıyla, dünyanın her yerinden saygın yazarları kapsayan bir liste oluşturulmuştur. 

Pakistan Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden Aizaz Ahmed Chaudhry, uluslararası topluma birbirine tutunarak İkinci Dünya Savaşı’nın sonundaki işbirliğine benzer bir küresel sistemi birlikte inşa etme çağrısında bulunmaktadır. 

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Roma Ofisi’nden Teressa Coratella, Avrupa’nın yeni değerler, dayanışma, iddialı sosyal ve ekonomik girişimlere dayalı yeni bir başlangıç yapmak üzere bir Büyük Güç olarak algılanmak isteyip istemediğine 
dair bir karar vermesi gerektiğini iddia etmektedir. ABD’deki Hudson Enstitüsü’nden Michael Doran, ABD-Çin rekabetinin yoğunlaşacağını ancak derin ve iç içe geçmiş iki ekonomi arasındaki rekabetin sınırlı kalacağını ve ABD’yi, Türkiye dahil, müttefikleriyle bağlarını güçlendirmeye sevk edeceğini tahmin etmektedir. Arjantin’in eski Cumhurbaşkanı Eduardo Duhalde, COVID-19’un, dünya ekonomik düzeninin olağanüstü hazin durumunu ortaya çıkardığını ve tarihte eşi benzeri görülmemiş eşitsizlikler oluşturduğunu ileri sürmektedir. İsrail’deki Hayfa Üniversitesi’nden ve MITVIM’den (İsrail Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü) Ehud Eiran, pandeminin ABD ve Çin arasındaki büyük güç rekabetini derinleştireceği ve mevcut koşullar altında, işbirliğinden ziyade çatışmanın daha muhtemel bir senaryo olduğu yorumlarına katılmaktadır. 

Katar Üniversitesi’nden Afyare Elmi ve Avustralya Griffith Üniversitesi’nden Abdi Hersi, pandeminin, Afrika’da halihazırdaki vahim ekonomik durumu kötüleştireceğini, göç dalgasını ve büyük güç rekabetini tetikleyeceğini ancak, aynı zamanda kıtadaki işbirliği ve bütünleşmeyi olumlu yönde etkileyebileceğini ileri sürmektedir. Princeton Üniversitesi ve Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi’nden Richard Falk, beklenen, gerekli görülen ve istenilen arasında net çizgiler çizerek, COVID-19 sonrasında küresel yönetişime dair alternatif tahminlerde bulunmaktadır. 

Katar’daki Georgetown Üniversitesi ve Doha Lisansüstü Eğitim Enstitüsü’nden İbrahim Fraihat, pandeminin, pandemi öncesindeki düzeni yok etmesinin düşük olasılık olduğunu; aksine mevcut paradigmayı güçlendireceğini ve dünya 
sahnesinde daha fazla güç yayılımı yaratacağını tahmin etmektedir. ABD merkezli Jeopolitik Gelecekler Başkanı George Friedman, dünyanın durgunluktan bunalıma doğru gittiğini ve bunu büyük sosyal istikrarsızlık, ekonomik korku ve siyasi gerilimin izleyebileceğini öngörmektedir. Friedman’a göre hükümetler, diğer ülkelere bağımlılıklarını azaltarak ulusal güvenliklerini korumaya odaklanacaklar dır. Japonya’daki Keio Üniversitesi’nden Yuichi Hosoya, enternasyonalist bir politikanın, Koronavirüs’ün gelecekteki dalgalarının yayılmasını kontrol altına almaya yardımcı olabileceğini savunmaktadır. Münih Güvenlik Konferansı ve Hertie Okulu’ndan Wolfgang Ischinger’e göre ise pandemi, ABD liderliğinin azalması, gergin transatlantik ilişkiler, azalan küresel işbirliği ve yeniden güçlenen milliyetçilik ve büyük güç politikası gibi uluslararası siyasetteki mevcut eğilimleri hızlandıran bir katalizör görevi görmüştür; aynı zamanda Avrupa projesi için bir dayanıklılık testidir. Omran Merkezi’nden Ammar Kahf, “Yeni Normal”in, pandeminin süresi ve şiddeti ile birlikte küresel güç politikalarına göre belirleneceğine inanmaktadır. Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden Andrey Kortunov, Rus dış politikası için tehdit ve fırsatları sıraladıktan sonra, mevcut krizin, eski dış politika gardırobunu düzenlemek için sağlam bir gerekçe olduğunu savunmaktadır. 
İsrail Milli Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nden (INSS) Galia Lindenstrauss, pandeminin bazı küreselleşme süreçlerini yavaşlatacağı, hatta tersine çevireceği beklentilerini göz önünde bulundurarak, pandeminin diaspora toplulukları üzerindeki etkisinin nasıl olacağı sorusunu cevaplandırmaktadır. Ulusal Singapur Üniversitesi, Asya Araştırmaları Enstitüsü’nden Raja C. Mohan’a göre dünya, çok taraflı kuruluşları şekillendirmek için yoğun bir rekabet çağına doğru ilerliyor 
olabilir ve ABD için Çin kaynaklı sınama Sovyet Rusya’nın en güçlü zamanlarında neden olduğundan daha çetin olabilir. 

Harvard Üniversitesi’nden Joseph S. Nye Jr., Başkan Trump işbirliği ve yumuşak güç politikası sürdürmediği sürece, mevcut politikaların milliyetçi popülizmi ve otoriterliği teşvik edeceğini savunmaktadır. Stiftung Wissenschaft und 
Politik’den Volker Perthes, pandemiden sonra “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganını aşırı iddialı bulmakta ve pandeminin bu aşamasında kesin cevaplar yerine geçici varsayımların beklenebileceğine inanmaktadır. George 
Mason Üniversitesi’nden Richard Rubenstein, COVID-19 salgınının, Çin ve muhtemel diğer rakiplere kıyasla, Amerikan imparatorluğunu daha fazla zayıflatacağını yazmaktadır. 
Kent Üniversitesi’nden Richard Sakwa’ya göre ise pandemi, uluslararası yönetişimin zayıflığını, devlet eyleminin üstünlüğünü, büyük güç rekabetlerini ve Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikadaki genel çıkmazı güçlendirmiştir. 
Hindistan’daki Gözlemci Araştırma Vakfı’ndan (ORF) Samir Saran, COVID-19 salgını sırasında Amerikan liderliğinin yokluğunun altını çizmekte, Çin’i önde gelen mücadeleci olarak görmekte ve büyük güçler başlarını öteye çevirir veya 
kendi çıkarlarını gözetirken, birçok topluluğun pandeminin korkunç sonuçlarıyla başa çıkmak zorunda kaldığı küresel bir düzensizliği eleştirmektedir. İtalya’daki Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden (Istituto Affari Internazionali) Nathalie Tocci, 
COVID-19 pandemisini Avrupa Birliği’nin iç bütünlüğü ve küresel rolü için belirleyici bir an olarak görürken; 

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Madrid Ofisi’nden Jose Ignacio Torreblanca ise krizin, çok taraflılığın, AB’nin yeteneklerinin ve ulusal düzeyde demokratik siyasetin güçlendirilmesine yol açabileceğini öngörmektedir. Guatemalalı Nobel Barış Ödülü 
sahibi Rigoberta Menchú Tum, pandeminin kendimizi hem maddi hem de manevi olarak yeniden değerlendirmemize, bireysel ve kolektif yaşam tarzımızı yeniden düşünmeye ve uluslararası örgütlerde radikal değişiklikler yapmaya zorlaması gerektiğini yazmaktadır. Macaristan’daki Dış İlişkiler ve Ticaret Enstitüsü’nden Marton Ugrosdy, COVID-19’un iki kısa vadeli sonuca yol açacağını savunmaktadır: BM sistemi daha önemsiz olacak ve büyük çok taraflı kuruluşların etkinliği zayıflayacaktır. Çin’deki Renmin Üniversitesi’nden Yiwei Wang, ideolojik kısıtlamaların ötesine geçme çağrısında bulunmakta ve COVID-19 gibi küresel krizlerle başa çıkmak için, bilimsel sistemlerde küresel çapta yeniliği teşvik 
etmektedir. Almanya’daki Körber Vakfı’ndan Joshua Webb ve Ronja Scheler’e göre, pandemi, Berlin’in dış politikasının üç temel sacayağındaki büyük çatlakların altını çizmiştir: Avrupa entegrasyonu, transatlantik işbirliği ve ihracata dayalı ekonomi modeli. Son olarak, Körfez Araştırmaları Merkezi’nden Mahjoob Zweiri, COVID-19 salgınını büyük bir depremden ziyade kum kayması olarak nitelendirmekte ve sadece bir olay nedeniyle büyük değişikliklerin meydana gelmeyeceğini belirtmektedir. 

Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Antalya Diplomasi Forumu bu kitabın oluşturulmasındaki yönlendirmeleri ve desteklerinden ötürü Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Sayın 
Yavuz Selim Kıran’a minnettardır. Çalışmalara öncülük etmeleri ve hiçbir zaman esirgemedikleri destek, bu yayının hazırlanmasını mümkün kılmıştır. Büyükelçi Burak Akçapar da kitabın her aşamasında büyük katkı sağlamıştır. 

Bu kitaptaki bazı makalelerin derlenmesine yardımcı olan Büyükelçiliklerimize de ayrıca teşekkür ederim. COVID-19’un küresel politikalara etkisine ilişkin literatüre yapılan ilk katkılardan biri olan bu kitabı hazırlamak için pandemi günlerinde saatlerce fazla mesai yapan Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin çalışkan personeline ve Dışişleri Bakanlığı Tercüme Dairesi Başkanlığı’na özel teşekkürlerimi sunarım. 

Editörün Notu COVID-19: Ne Beklemeli? 


***

16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? TAKDİM VE AÇILIŞ

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?  TAKDİM VE AÇILIŞ





TAKDİM 
Sadece birkaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. 
Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. 

Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır. 
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, virüsü kontrol altında tutmak ve Türk halkı üzerindeki etkilerini en aza indirmek için gerekli tüm adımları atmakta dır. Kurumlarımızın yorulmak bilmeyen çabaları ve vatandaşlarımızın çok değerli desteği sayesinde pandeminin zirve noktasını geride bırakmayı başardık ve normalleşmeye doğru ilerliyoruz. Pandeminin başlangıcından bu yana diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla çabalarımızı koordine ediyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Ayrıca, diğer ülkelere destek sağlıyor ve küresel çabalara katkıda bulunuyoruz. 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu süreçte şüphesiz önemli bir rol oynamakta. Ülkemizdeki ve dünyanın dört bir yanındaki özverili diplomatlarımız, yurtdışındaki vatandaşlarımıza ve yabancı meslektaşlarına ulaşarak çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Bakanlığımızın yeni kurulan Koordinasyon ve Destek Merkezi COVID-19’la ilgili operasyonumuzu yönlendirirken, 7 gün 24 saat esasına göre çalışan Çağrı Merkezimiz vatandaşlarımızdan gelen binlerce yardım talebini etkin bir şekilde işleme alarak sonuçlandırıyor. Şimdiye kadar, 130 ülkeden 85.000'in üzerinde vatandaşımız yurdumuza getirildi ve önümüzdeki haftalarda birçoğunun daha güvenli bir şekilde geri dönüşü için gerekli düzenlemeleri 
yapıyoruz. 

Halkımızın sağlığına öncelik veriyor ve bu doğrultuda konsolosluk çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı zamanda, şekillenmekte olan yeni jeopolitik ortama hazır olmak zorundayız. COVID-19 küresel siyasi ve ekonomik düzeni nasıl etkiliyor? COVID-19 sonrası dünya nasıl bir yer olacak? Yeni uluslararası ortam hangi fırsat ve tehditleri beraberinde getirecek? Bir yandan beyin fırtınası yapıp bu sorular üzerinde düşünürken, diğer yandan bu hususlara ilişkin değerlendirmelerinden faydalanmak amacıyla değerli uzman ve akademisyenlere ulaştık. Bakanlığımız ile akademik dünya arasında bir köprü görevi gören Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) akademik düşünceyi Bakanlığımıza etkin biçimde taşıyor. SAM birkaç hafta önce “COVID-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar, Yeni Trendler” ismini taşıyan ve 26 değerli Türk akademisyenin makalelerini içeren bir kitap yayımladı. Vakitlice hazırlanan, ilgi çeken ve aydınlatıcı bu kitabın ülkemizdeki karar vericiler ve düşünürlerin masalarında daha şimdiden yer bulmasından memnuniyet duyuyoruz. 

SAM daha sonra aynı soruları dünyanın farklı yerlerinden bir grup öndegelen entelektüele yöneltti ve “COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?” isimli kitap, tüm bu beyin gücünden istifade edilmek suretiyle ortaya çıktı. 

Hiç düşünmeksizin bu kitabı, pandeminin neden olduğu kaydadeğer jeopolitik belirsizlik döneminde karar alıcıları destekleyecek en önemli akademik çalışmalar dan biri olarak tanımlayabiliriz. Yazarların her birine vizyonlarını bizimle 
paylaştıkları için teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran ile SAM ekibine özenli çalışmaları ve Antalya Diplomasi Forumu’na kitabın hayata geçirilmesi sürecindeki kaydadeğer katkıları için ayrıca teşekkürleri mi sunuyorum. Bu kitapta paylaşılan tüm fikirlerin, hepimiz için daha iyi bir gelecek sağlamaya matuf çabalarımızda bize yardımcı olacağına inanıyorum. 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı 

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? 

***


COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL YÖNETİŞİM 

Prof. Richard FALK

Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve Kaliforniya Üniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı, 

ABD Küresel Yönetişim, Uluslararasıcılık, Uluslararası Örgütler, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık,Jeopolitik, Biyolojik Tehditler,
 
Giriş 

COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişim hakkında tahminlerde bulunurken hem temkinli hem de net olmak önem taşımaktadır. Temkinli olunmalıdır. Zira Koronavirüs salgınının ne zaman biteceği de dahil olmak üzere birçok belirsizlik bulunmaktadır. Salgın ekonomi tamamen yeniden açıldığında mı bitecektir? Birçok ülkeye dağıtılmak üzere bir aşı geliştirilip hazır olduğunda mı? Ulusal hükümetler, DSÖ veya BM Genel Sekreteri tarafından bittiği ilan edildiğinde mi? Yoksa ekonomi ve toplumsal kalıplar yeniden normal göründüğünde mi? 

Küresel yönetişim için alternatif gelecekler tasarlanırken, özellikle de beklentiler, gerekli olanlar ve arzu edilenler arasındaki ayırımı belirlerken net olmak da aynı derecede önem taşımaktadır. Net olmak küresel yönetişimle, halihazırda 
işleyen devlet merkezli dünya düzeninin koşullu ve yapısal eksikliklerini birbirinden ayırmakla da ilgilidir. Örneğin, dünya düzeninin önemli bir boyutu olan küresel liderliğin kalitesi ABD ve Çin'in tutumlarına ve yönetim önceliklerine, ayrıca 
BM Genel Sekreteri gibi önemli ahlaki otorite figürlerinin ve güçlü özel sektör menfaatlerinin etkilerine bağlıdır. Buna karşılık, COVID-19 krizinin yanı sıra iklim değişikliği, küresel göç ve uzun süren iç kargaşalardan oluşan ortak sınamaları 
çözmek için gerekli olan küresel işbirliğine ulaşmada yaşanan başarısızlıklar, sorun çözme konusunda yaşanan koşullu ve yapısal sınırlamalara işaret etmektedir. Devletler, özellikle de daha büyük ve daha varlıklı olanlar, küresel ve insani çıkarları göz önünde bulundurma konusunda isteksiz olmakta ve ulusal çıkarın kendilerine hizmet eden tanımlarını benimsemektedir. 

Bu nedenle küresel sınamalara karşı yapılan yönetişim müdahaleleri genel olarak hayal kırıcı olmaktadır. 

Dijitalleşmenin bölgesel olmayan karşılıklı bağlılığı ile milliyetçiliğin bölgesel zihniyeti arasındaki uyumsuzluk başka bir gerilim kaynağıdır. Belki de küresel yönetişime ilişkin en ciddi gerilimler, birkaç siyasi aktörün jeopolitik manevraları 
(örneğin, Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi üyeleri) ile yasalar karşısında daha hesap verebilir hale getirilen normal devletler arasındaki etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu faktörler II. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük yönetişim sınaması olarak aniden ortaya çıkan COVID-19’dan çok önce de mevcuttu. 

COVID-19’dan Çıkarılacak Yönetişim Dersleri 

Yönetişime ilişkin COVID-19’un ortaya koyduğu en açık ders, küresel ölçekli sınamalara dair büyük belirsizlik dönemine, istikrarsız dünya düzenine ve zamanlaması bilinemiyor olmakla birlikte yaklaşan tehditlere karşı yeterince 
hazırlıklı olunmadığıdır. Bu duruma iki farklı müdahale yolu mevcuttur. Birincisi, hükümetler ve halk tarafından, salgının önümüzdeki dönemde sağlık dışı konulara olası etkileri göz ardı edilerek, gelecekteki yeni salgınlarla daha etkili müdahale 
için sağlık politikalarının ve kapasitesinin daha merkezi hale getirilmesine duyulan ihtiyacın kabul edilmesidir. Bu yaklaşım, generallerin gelecekteki savaşlar için planlar yapmak yerine son savaşın hatalarını düzelttiklerine ilişkin tarihi kabule 
uygun olacaktır. 
Egemen devletlerin siyasi liderlerinin kısa vadeli performanslarıyla değerlendirilme leri ve bu liderlerin görev sürelerinin gelecekte ortaya çıkacak tehlikelerin somutlaşmasından önce sona ereceğini varsayma eğiliminde olmaları nedeniyle küresel yönetişim bağlamında sorunlar ortaya çıkmaktadır. 
Küresel sağlıkla ilgili olumlu düzenlemeler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bütçesinin, bağımsızlığının ve yetkisinin salgınlar hakkında uyarı, tedaviye ilişkin öneriler ve güvenilir bilgi sunabilmesini temin etmek için büyük ölçüde artırılması nı hedeflemelidir. Bu aynı zamanda, özellikle ekonomik açıdan daha zor durumda olan ülkelerde eş zamanlı adımlar atmak ve sorunlarla mücadelede bilgi, yetenek ve maliyet paylaşımıyla işbirliğine dayalı usuller ve yetenekler geliştirmek anlamını taşımaktadır. Fiiliyatta bu, kriz yönetimine vurgu yapan küresel sağlık politikasına ilişkin iyi yönetişim uygulamalarını belirleyecek ve uygulayacak ölçüde yeterli düzeyde finanse edilmiş küresel yeterlilik anlamına gelmektedir. 

Bu tür olumlu düzenlemelerin yerine getirilmesi halinde, uluslararası kurumları güçlendirme, egemen devletlerin yeteneklerini artırma ve tüm sosyal etkileşim seviyelerinde önceden hazırlık ve işbirliği düzenlemelerine duyulan ihtiyacın farkına varma arasında bir uyum sağlanabilecektir. 

Bu bağlamda, devlet merkezli dünya düzeninin uyarlanabilir politika potansiyeli, küresel yönetişim yapılarında herhangi bir temel değişikliğe ihtiyaç duyulmadan harekete geçirilecektir. 
Bu politika odaklı yaklaşımın başarısı, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere önde gelen ülkelerin uyguladığı küresel liderliğin kalitesine de bağlı olacaktır. Temel endişe, ABD’nin küresel etkisinin, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde olduğu gibi anlayış ve taahhütler açısından uluslararası nitelikte mi, yoksa Trump’ın başkanlığı döneminde olduğu gibi içe dönük ve ulusal nitelikte mi olacağıdır. Bu hususta, 2020’de Trump’ın dört yıl için bir kez daha seçilip seçilmemesi gibi muğlaklık arz eden faktörler, COVID-19 krizi sona erdikten sonra küresel liderliğin yönünü saptamada belirleyici olabilecektir. Ayrıca, milliyetçi yönelimin salgın etkisini yitirdikçe devam etmesi, hatta güçlenmesi halinde Afrika ve Asya’daki ittifaklar da dahil olmak üzere diğer siyasi güçleri liderlik boşluğunu doldurmaya teşvik etmesi mümkündür.

    Milliyetçiliğin bunun yanında öngörülemeyen birçok sonuçla birlikte dünya ekonomisinde güçlü bir küreselleşme karşıtı eğilime yol açma olasılığı da bulunmaktadır. 

Sağlık Sektörünün Ötesinde. 

COVID-19 hususunda geniş ölçüde paylaşılan “hepimiz birlikteyiz” anlayışının, iklim değişikliği, nükleer silahlar, küresel göç, aşırı yoksulluk ve biyolojik çeşitlilik kaybı sorunlarına daha fazla küresel müdahaleyi olanaklı kılıp kılmayacağı sorusu önem taşımaktadır. Sağlık sektöründe yaşanan hızlı ve derin değişikliklerden alınan derslerin sağlık alanının dışında uygulanması, öncelikle, daha küresel ve geleceğe yönelik liderliğin ortaya çıkıp çıkmamasına bağlı olacak. Ancak, bu bile alışılagelmiş işleyişe dönülmesi baskısını yaratan kemikleşmiş belirli ekonomik çıkarlara sahip muhalefetin üstesinden gelinmesinde yeterli olmayabilecektir. 
Sağlık sektörünün iyileştirilmesi ve uluslararasılaştırılması konusunda belirli bir dirençle karşılaşılsa da, fosil yakıtların, savunma sanayinin, robotbilim ve otomasyonun düzenlenmesi hususlarındaki direnç çok daha güçlü olacaktır. 

Bu nedenle, COVID-19 deneyiminin sağlık dışı konularda politika oluşturma sürecinde dikkate alınmasını sağlamak, sadece devletler düzeyindeki ileri görüşlü liderliğe değil, küresel tehditlere karşı uzun süreli ve insani bir yaklaşım arayan 
popüler hareketler üzerinden toplumsal baskı oluşturulmasına da bağlı olacaktır. Bunun etkili olması halinde, Paris İklim Değişikliği Anlaşması (2015) ve İran Nükleer Program Anlaşması’nda (JCPOA) (2015) ön plana çıkarılan bu tür 
işbirliği yaklaşımlarının yeniden inşasını ve geliştirilmesini kolaylaştıracak enternasyonalizmi ve çok taraflı anlaşmaları destekleyen yeni bir siyasi atmosfer ortaya çıkabilir. 
Esas itibarıyla, COVID-19 sonrası beklentiler, siyasi uyum potansiyelinin, en endişe verici küresel sınamaları azaltmak ve böylece devlet merkezli küresel yönetişime olan güveni yeniden inşa etmek için yeterli düzeyde artırılıp 
artırılamayacağı ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, bu beklentiler “dünya hükümeti” veya “devlet sonrası dünya düzeni” gibi yenilikçi dünya düzenine ilişkin kavramlar vasıtasıyla güçlü işbirliği ve kontrol mekanizmalarından ibaret küresel yönetişimin dönüştürülmesi anlamına gelmemektedir. 
Diğer küresel tehditler özellikle varlıklı toplumları doğrudan hedef alırsa, küresel yönetişime daha jeopolitik bir yaklaşım, yenilenmiş bir ABD enternasyonalizmi veya çevre ya da ekonomiye ilişkin acil bir durum karşısında Çin ile ABD ya 
da Rusya ve ABD’yi bir araya getiren yeni koalisyonlar altında ortaya çıkma olasılığı taşımaktadır. Bu da küresel yönetişimin jeopolitikte ve stratejilerini her zaman devletlerarası diplomasi ve uluslararası hukukun kısıtlamaları dışında kalarak sürdürmüş olan büyük güçlerin rolünde yapısal bir değişim anlamına gelmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve daha az ölçüde Çin sınırlarının çok ötesine uzanan bir mevcudiyet ve nüfuzla “küresel devletler” olarak algılanmakta dır, ancak siyasi çerçeve ağırlıklı olarak “devlet merkezli” olmaya devam etmektedir. 

COVID-19 sonrası dönem için üretilen makul senaryolarda, devlet merkezli dünyaya ve jeopolitik boyutlarına karşı yapısal bir sınama için yeterli bir gerekçe bulunmamaktadır. Küresel yönetişimin mevcut biçimine ilişkin üzerinde en çok tartışılan yapısal özellikler kapitalizmin son aşaması olan neoliberalizmin eşitsizliği ve küresel ısınmayı tetiklediğine yönelik iddialar ile ultra-milliyetçiliğin, 21. yüzyılın gerçekleri göz önüne alındığında gerici bir devlet davranış biçimi olduğuna dair görüştür. 

Sonuç 

COVID-19 salgınının ortaya çıkmasının hepimiz için büyük bir şaşkınlık yaratmasına benzer bir şekilde, COVID-19 sonrası dönemde de insanlığın muazzam bir belirsizlik içinde yaşadığını bir kez daha hatırlatan büyük sürprizlerle 
karşılaşacağız. Bu bilinçle, küresel yönetişime en mantıklı yaklaşım ihtiyatlı davranmayı gerektirir. İhtiyat için en iyi rehber, ilk aşamada tehditlerin derecelerine ilişkin kesinlik aramadan, bilimsel bilgi ve ilgili uzmanları dikkate alan tedbirli olma ilkesidir. Liderlerimiz tedbirli olma ilkesini uygulayan politikalarla rehberlik etmeyi öğrenirlerse, bu COVID-19 deneyiminden çıkarılacak en büyük ders olacaktır. 


***