Ulus Devletler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ulus Devletler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2021 Salı

COVID-19, NE BEKLEMELİ?

 COVID-19, NE BEKLEMELİ? 





Editörün Notu COVID-19  Ne Beklemeli ? 
Dr. Ufuk ULUTAŞ 
T.C. Dışişleri Bakanlığı Stratejik  Araştırmalar Merkezi Başkanı 


Dr. Ufuk ULUTAŞ, Anahtar Kelimeler, ABD-Çin Rekabeti, Ekonomi, Ulus Devletler, Uluslararası Örgütler, Çok Taraflılık, 

Çin’de baş gösteren COVID-19 salgınının başından beri uluslararası toplum, pandeminin uluslararası ilişkiler üzerindeki olası etkisini tartışmaktadır. Salgın Çin sınırlarının dışına taşıp Batılı merkezlere ulaştıkça, ihtiyatlı tahminler yerini, pandeminin sistemsel değişimleri tetikleyeceği ve küresel sistem üzerinde büyük etki bırakacağı yönündeki aceleci yargılara bırakmıştır. Sözkonusu senaryoya göre, Batı kaybederken Çin üstünlük sağlayacak, küresel sistemin büyük kurumları çökecek ve yenilerinin kurulmasına zemin hazırlanacaktır. Daha sonra ise pandeminin kapsamı ve küresel sistem üzerindeki derin etkisine dair varılan bu erken kanılar yerini, “bekle ve gör” yaklaşımını benimseyen ve pandeminin uluslararası siyasetin birçok alanında dönüştürücü etkiye sahip olacağını ancak daha fazlasını beklemenin hatalı olacağını ileri süren bir dizi ihtiyatlı analize bırakmıştır. “Hiçbir şey aynı olmayacak” ile “hiçbir şey değişmeyecek” yaklaşımları arasında büyük bir makas bulunmaktadır ve sağlıklı analizler bu aralıkta yer almaktadır. 
Pandemi sırasında tahminlerde bulunmak oldukça zordur. Zorluğun bir nedeni, devam etmekte olan bir krizle mücadele ediyor olmamızdır. Ancak pandeminin küresel ekonomiyi ne kadar sarsacağını, farklı toplumları ve kurumları nasıl dönüştüreceğini ve devletlerin bunun üstesinden gelmek için hangi adımları atacağını henüz tam anlamıyla bilmiyoruz. 

Virüsle mücadelenin farklı aşamalarındaki devletleri mukayese etmek ise oldukça zordur. Örneğin, virüsün ilk vurduğu ülke olması nedeniyle Çin, yola erken çıkmış ve pandemiyi kontrol altına almıştır. Salgın Avrupa ve ABD’ye aylar sonra gelmiştir ve her ikisi de COVID-19’la mücadelelerini halen kazanmaya çalışmaktadır. Virüs sonrası döneme ait tahminlerde bulunmak zor olsa da, pandeminin birçok küresel akımı güçlendireceğine ilişkin güçlü emareler mevcuttur.
 Bir süredir bu konu hakkında konuşuyor olsak da, ABD-Çin rekabetinin, eğer çoktan gerçekleşmediyse, tırmanacağına dair güçlü işaretler mevcuttur. Son zamanlarda ticaret savaşları şeklinde kendini gösteren rekabet, virüsün kaynağına ilişkin çelişkili iddialar ve Trump Yönetimi’nin Çin’e pandemi hususunda “erken dönemdeki ihmalinin” bedelini ödetme isteği nedeniyle yeni boyutlara taşınacaktır. ABD’deki bazı analistlerin ileri sürdüğü gibi, Çin’i küresel ekonominin dışında 
tutmak mümkün olmasa da, ABD’nin kendisi gibi düşünen diğer devletlerle bir araya gelerek pandemiyi, Çin’e karşı bir koz olarak kullanacağını hayal etmek yanlış olmayacaktır. Diğer yandan Çin, Batı’nın salgını “yanlış yönetmesinden” 
istifadeyle, virüsün kendi topraklarından kaynaklanmadığına dair duruşunda oldukça kararlı görünmektedir. Çin, tıbbi yardımlarla Batı şehirlerinde bir sempati kazanma kampanyası başlatırken, pandemi sırasında küresel liderliği terk eden 
ABD, birçok kişi tarafından eleştirilmiştir. Hangisinin diğerine üstün geleceğini belirlemek zor olsa da, virüs sonrası dönemde uluslararası ilişkilerde birçok konuda ABD-Çin rekabetinin etki sahibi olacağı iddia edilebilir. 

Pandemi, güçlü devletler düşüncesini öne çıkartacaktır. COVID-19 ve benzeri pandemiler hayatın bir gerçeği olarak görüldükçe ve algılanan tehditler ulusal güvenlik doktrinleri kapsamına dahil edildikçe, pandemilere karşı mücadelede 
devlete, merkezi ve eşsiz bir yapı olarak daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. Sağlık hizmetleri, güvenlik ve refah sağlayıcısı olarak devlet, küresel ve ulusal tüm salgınlarda tek başına ve en ön safta yer almaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslar üstü kurumların bu dönemde yetersiz ve etkisiz kalması göz önünde bulundurularak, kendi kendine yeterlilik fikri ile güçlü devletler arasındaki bağlantı kuvvetlenecektir. COVID-19 salgını öncesi uluslararası sistemde önde gelen veya nispeten güçlü oyunculardan bazıları, pandemi nedeniyle kendilerini zor durumda buldular ve olumsuz anlamda dünya lideri oldular. Pandemi, devletin gücünü ölçen mevcut araçların, devletin fiili gücünü belirlemede yetersiz kaldığını göstermiştir. 

Devlet gücünü değerlendirirken, realist uluslararası ilişkiler yaklaşımının 
bilhassa yoğunlaştığı askeri güç, ekonomik güç ve nüfusa ek olarak, sağlık sistemleri, tedarik zincirleri ve acil müdahale kapasitesini de hesaba katmak gerekmektedir. Güçlü devletler, bazı eski analizlerin ortaya koyduğunun aksine, otoriter olmak zorunda değildir; Türkiye, Almanya, Güney Kore, Japonya gibi ülkelerin gösterdiği üzere, otoriter devletlerin COVID-19 salgınına karşı demokratik olanlardan daha verimli mücadele ettiği savı tamamen asılsızdır. 
Pandemi sırasında uluslararası örgütlerin iyi performans gösterdiğini iddia edebilecek fazla kişi çıkmayacaktır. Bu, kendi kendine yeten ulus-devletler fikrinin pandemi sırasında ağırlık kazanmasının nedenlerinden biridir. 

DSÖ’den Avrupa Birliği’ne, çok taraflı kurumlar uluslararası toplumun beklentilerini karşılamada yetersiz kaldılar. Bu gerçek, aşırı sağcı, tek taraflı ve izolasyoncu gündemleri yaymak ve çok taraflılığı sorgulamak amacıyla, başta Avrupa olmak üzere dünyadaki birçok milliyetçi akım tarafından bir mücadele kozu olarak kullanılacaktır. Halihazırdaki bu durum krizin yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır; Zira pandemi çok taraflılığın gereksizliğini ortaya çıkarmamış, aksine küresel krizlerin çok taraflı yaklaşımlar gibi küresel müdahaleler gerektirdiğini ve sorunun çok taraflılığın kendisiyle değil, mevcut çok taraflı mekanizmaların etkisizliğiyle ilgili olduğunun altını çizmiştir. Bu nedenle, teorik olarak pandemi, çok taraflı kurumların çağımızın sorunlarına karşı daha etkili ve duyarlı hale getirilmesi amacıyla yürütülen reform çabalarına verimli bir zemin oluşturmalıdır. Ancak uygulamada bu kurumlar, reformlara beklenenden daha dirençli olduklarını göstereceklerdir. 

   Üzücü can kayıplarının haricinde pandeminin ekonomik etkisinin, diğer her şeyden daha fazla önem arz ettiği söylenebilir, zira pek çok ekonomist, dünya ekonomisinde kaydadeğer ölçüde daralma öngörmektedir. Örneğin, Dünya 
Bankası Grubu’na göre, gelişmekte olan ekonomiler COVID-19 pandemisinin sağlık ve ekonomi alanındaki etkileriyle ciddi şekilde sarsılırken, 60 milyon insan aşırı yoksulluğa düşebilir. İşsizlik, gelişmiş ekonomilerde bile yükselişe geçmiş olup, zayıf refah sistemlerine sahip ülkeler, bu olağanüstü zamanlarda vatandaşlarının ekonomik yaralarını saramamaktadırlar. Var olan sosyal, ekonomik ve politik sorunları arttıracağı için küresel bir resesyonun birçok ülkede şüphesiz siyasi sonuçları olacaktır. Dolayısıyla dünya ekonomisi, İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme benzer bir kurtarma programına gereksinim duyacaktır. 

Kurtarma programına öncülük edecek araçlara sahip aktörler, etki alanlarını genişleteceklerdir. Burada dikkat edilmesi gereken endişe verici eğilim, salgının sosyo-ekonomik etkilerini ve ardından gelen ekonomik durgunluğu kötüye 
kullanan aşırı sağcı, yabancı düşmanı ve ırkçı hareketlerin yükselişi olacaktır. Dolayısıyla ekonomik toparlanma bazı ülkelerde sadece ekonomik çöküşü engellemekle kalmayacak, aynı zamanda toplumsal uyumu ve siyasi istikrarı da 
koruyacaktır.

 *** 

Uluslararası toplum olarak, devam eden salgınla ilgili tünelin sonunu gördüğümüz de, daha gerçekçi bir hasar değerlendirmesi yapabilmek için daha iyi konumda olacağız. 
Dolayısıyla, pandeminin uluslararası ilişkilerde başat ve yükselen akımlar üzerindeki gerçek etkisini ölçebileceğiz. 
Ancak, devletlerin ve küresel yapılanmanın bugün attığı -veya atmadığı - adımlar, gelecekte karşılaşacakları fırsat ve sınamaları belirlediğinden, bazı ön değerlendirmelerin yapılması önem taşımaktadır. Benzer şekilde, devletlerin pandemiyle mücadelede gösterdikleri performans ile COVID-19 sonrası küresel siyasetin analizi arasında güçlü bir bağ vardır. Aynı zamanda pandemi sonrasında, sürdürülebilir bir vizyon geliştirmek ve bu vizyona yerel ve küresel ölçekte destek temin etmek, devletler için hayati öneme sahiptir. Devletlerin küresel sistem içinde kendilerine biçtikleri rollerin ve kapasitelerinin, gelecekteki konumları üzerinde önemli bir etkisi olacaktır. 
Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Antalya Diplomasi Forumu tarafından yayımlanan serinin ikincisi olan bu kitap, uluslararası toplumun henüz tünelin ucundaki ışığı görmediği bir dönemde yazılmıştır. Bu kitap saygın bilim insanları, 
küresel düşünürler ve uzmanların COVID-19’un uluslararası sistem, devletler, insanlar, büyük güç rekabeti, uluslararası kuruluşlar, güvenlik, küreselleşme ve çatışmalar üzerindeki muhtemel etkisine ilişkin değerlendirme ve analizlerinden 
oluşmaktadır. Salgın bazı devletlerde kontrol altına alınmış olsa da henüz bir aşı bulunmamıştır, çeşitli yoğunluklarda sokağa çıkma kısıtlamaları devam etmektedir, pek çok ülkede mağazalar ve üretim tesisleri tam anlamıyla yeniden 
açılmamıştır ve uluslararası seyahate ilişkin ciddi kısıtlamalar mevcuttur. Bununla birlikte her bir makale, ele alınan konuya ilişkin değerli iç görü sağlamakta, çeşitli bakış açıları ve düşünce biçimleri sunmaktadır. Dünyanın farklı köşelerinden 
yazarlar, kendilerine has geçmişlerini ve deneyimlerini ortaya koymaktadır. Kitabın küresel krize ilişkin küresel bir perspektif sunmasını temin etmek amacıyla, dünyanın her yerinden saygın yazarları kapsayan bir liste oluşturulmuştur. 

Pakistan Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden Aizaz Ahmed Chaudhry, uluslararası topluma birbirine tutunarak İkinci Dünya Savaşı’nın sonundaki işbirliğine benzer bir küresel sistemi birlikte inşa etme çağrısında bulunmaktadır. 

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Roma Ofisi’nden Teressa Coratella, Avrupa’nın yeni değerler, dayanışma, iddialı sosyal ve ekonomik girişimlere dayalı yeni bir başlangıç yapmak üzere bir Büyük Güç olarak algılanmak isteyip istemediğine 
dair bir karar vermesi gerektiğini iddia etmektedir. ABD’deki Hudson Enstitüsü’nden Michael Doran, ABD-Çin rekabetinin yoğunlaşacağını ancak derin ve iç içe geçmiş iki ekonomi arasındaki rekabetin sınırlı kalacağını ve ABD’yi, Türkiye dahil, müttefikleriyle bağlarını güçlendirmeye sevk edeceğini tahmin etmektedir. Arjantin’in eski Cumhurbaşkanı Eduardo Duhalde, COVID-19’un, dünya ekonomik düzeninin olağanüstü hazin durumunu ortaya çıkardığını ve tarihte eşi benzeri görülmemiş eşitsizlikler oluşturduğunu ileri sürmektedir. İsrail’deki Hayfa Üniversitesi’nden ve MITVIM’den (İsrail Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü) Ehud Eiran, pandeminin ABD ve Çin arasındaki büyük güç rekabetini derinleştireceği ve mevcut koşullar altında, işbirliğinden ziyade çatışmanın daha muhtemel bir senaryo olduğu yorumlarına katılmaktadır. 

Katar Üniversitesi’nden Afyare Elmi ve Avustralya Griffith Üniversitesi’nden Abdi Hersi, pandeminin, Afrika’da halihazırdaki vahim ekonomik durumu kötüleştireceğini, göç dalgasını ve büyük güç rekabetini tetikleyeceğini ancak, aynı zamanda kıtadaki işbirliği ve bütünleşmeyi olumlu yönde etkileyebileceğini ileri sürmektedir. Princeton Üniversitesi ve Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi’nden Richard Falk, beklenen, gerekli görülen ve istenilen arasında net çizgiler çizerek, COVID-19 sonrasında küresel yönetişime dair alternatif tahminlerde bulunmaktadır. 

Katar’daki Georgetown Üniversitesi ve Doha Lisansüstü Eğitim Enstitüsü’nden İbrahim Fraihat, pandeminin, pandemi öncesindeki düzeni yok etmesinin düşük olasılık olduğunu; aksine mevcut paradigmayı güçlendireceğini ve dünya 
sahnesinde daha fazla güç yayılımı yaratacağını tahmin etmektedir. ABD merkezli Jeopolitik Gelecekler Başkanı George Friedman, dünyanın durgunluktan bunalıma doğru gittiğini ve bunu büyük sosyal istikrarsızlık, ekonomik korku ve siyasi gerilimin izleyebileceğini öngörmektedir. Friedman’a göre hükümetler, diğer ülkelere bağımlılıklarını azaltarak ulusal güvenliklerini korumaya odaklanacaklar dır. Japonya’daki Keio Üniversitesi’nden Yuichi Hosoya, enternasyonalist bir politikanın, Koronavirüs’ün gelecekteki dalgalarının yayılmasını kontrol altına almaya yardımcı olabileceğini savunmaktadır. Münih Güvenlik Konferansı ve Hertie Okulu’ndan Wolfgang Ischinger’e göre ise pandemi, ABD liderliğinin azalması, gergin transatlantik ilişkiler, azalan küresel işbirliği ve yeniden güçlenen milliyetçilik ve büyük güç politikası gibi uluslararası siyasetteki mevcut eğilimleri hızlandıran bir katalizör görevi görmüştür; aynı zamanda Avrupa projesi için bir dayanıklılık testidir. Omran Merkezi’nden Ammar Kahf, “Yeni Normal”in, pandeminin süresi ve şiddeti ile birlikte küresel güç politikalarına göre belirleneceğine inanmaktadır. Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden Andrey Kortunov, Rus dış politikası için tehdit ve fırsatları sıraladıktan sonra, mevcut krizin, eski dış politika gardırobunu düzenlemek için sağlam bir gerekçe olduğunu savunmaktadır. 
İsrail Milli Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nden (INSS) Galia Lindenstrauss, pandeminin bazı küreselleşme süreçlerini yavaşlatacağı, hatta tersine çevireceği beklentilerini göz önünde bulundurarak, pandeminin diaspora toplulukları üzerindeki etkisinin nasıl olacağı sorusunu cevaplandırmaktadır. Ulusal Singapur Üniversitesi, Asya Araştırmaları Enstitüsü’nden Raja C. Mohan’a göre dünya, çok taraflı kuruluşları şekillendirmek için yoğun bir rekabet çağına doğru ilerliyor 
olabilir ve ABD için Çin kaynaklı sınama Sovyet Rusya’nın en güçlü zamanlarında neden olduğundan daha çetin olabilir. 

Harvard Üniversitesi’nden Joseph S. Nye Jr., Başkan Trump işbirliği ve yumuşak güç politikası sürdürmediği sürece, mevcut politikaların milliyetçi popülizmi ve otoriterliği teşvik edeceğini savunmaktadır. Stiftung Wissenschaft und 
Politik’den Volker Perthes, pandemiden sonra “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganını aşırı iddialı bulmakta ve pandeminin bu aşamasında kesin cevaplar yerine geçici varsayımların beklenebileceğine inanmaktadır. George 
Mason Üniversitesi’nden Richard Rubenstein, COVID-19 salgınının, Çin ve muhtemel diğer rakiplere kıyasla, Amerikan imparatorluğunu daha fazla zayıflatacağını yazmaktadır. 
Kent Üniversitesi’nden Richard Sakwa’ya göre ise pandemi, uluslararası yönetişimin zayıflığını, devlet eyleminin üstünlüğünü, büyük güç rekabetlerini ve Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikadaki genel çıkmazı güçlendirmiştir. 
Hindistan’daki Gözlemci Araştırma Vakfı’ndan (ORF) Samir Saran, COVID-19 salgını sırasında Amerikan liderliğinin yokluğunun altını çizmekte, Çin’i önde gelen mücadeleci olarak görmekte ve büyük güçler başlarını öteye çevirir veya 
kendi çıkarlarını gözetirken, birçok topluluğun pandeminin korkunç sonuçlarıyla başa çıkmak zorunda kaldığı küresel bir düzensizliği eleştirmektedir. İtalya’daki Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden (Istituto Affari Internazionali) Nathalie Tocci, 
COVID-19 pandemisini Avrupa Birliği’nin iç bütünlüğü ve küresel rolü için belirleyici bir an olarak görürken; 

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Madrid Ofisi’nden Jose Ignacio Torreblanca ise krizin, çok taraflılığın, AB’nin yeteneklerinin ve ulusal düzeyde demokratik siyasetin güçlendirilmesine yol açabileceğini öngörmektedir. Guatemalalı Nobel Barış Ödülü 
sahibi Rigoberta Menchú Tum, pandeminin kendimizi hem maddi hem de manevi olarak yeniden değerlendirmemize, bireysel ve kolektif yaşam tarzımızı yeniden düşünmeye ve uluslararası örgütlerde radikal değişiklikler yapmaya zorlaması gerektiğini yazmaktadır. Macaristan’daki Dış İlişkiler ve Ticaret Enstitüsü’nden Marton Ugrosdy, COVID-19’un iki kısa vadeli sonuca yol açacağını savunmaktadır: BM sistemi daha önemsiz olacak ve büyük çok taraflı kuruluşların etkinliği zayıflayacaktır. Çin’deki Renmin Üniversitesi’nden Yiwei Wang, ideolojik kısıtlamaların ötesine geçme çağrısında bulunmakta ve COVID-19 gibi küresel krizlerle başa çıkmak için, bilimsel sistemlerde küresel çapta yeniliği teşvik 
etmektedir. Almanya’daki Körber Vakfı’ndan Joshua Webb ve Ronja Scheler’e göre, pandemi, Berlin’in dış politikasının üç temel sacayağındaki büyük çatlakların altını çizmiştir: Avrupa entegrasyonu, transatlantik işbirliği ve ihracata dayalı ekonomi modeli. Son olarak, Körfez Araştırmaları Merkezi’nden Mahjoob Zweiri, COVID-19 salgınını büyük bir depremden ziyade kum kayması olarak nitelendirmekte ve sadece bir olay nedeniyle büyük değişikliklerin meydana gelmeyeceğini belirtmektedir. 

Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Antalya Diplomasi Forumu bu kitabın oluşturulmasındaki yönlendirmeleri ve desteklerinden ötürü Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Sayın 
Yavuz Selim Kıran’a minnettardır. Çalışmalara öncülük etmeleri ve hiçbir zaman esirgemedikleri destek, bu yayının hazırlanmasını mümkün kılmıştır. Büyükelçi Burak Akçapar da kitabın her aşamasında büyük katkı sağlamıştır. 

Bu kitaptaki bazı makalelerin derlenmesine yardımcı olan Büyükelçiliklerimize de ayrıca teşekkür ederim. COVID-19’un küresel politikalara etkisine ilişkin literatüre yapılan ilk katkılardan biri olan bu kitabı hazırlamak için pandemi günlerinde saatlerce fazla mesai yapan Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin çalışkan personeline ve Dışişleri Bakanlığı Tercüme Dairesi Başkanlığı’na özel teşekkürlerimi sunarım. 

Editörün Notu COVID-19: Ne Beklemeli? 


***

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ?

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ? 




Doç. Mahjoob ZWEIRI
Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Merkezi Başkanı, Katar 

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ 

Güvenlikleştirme, Çin, Terörizm, Ulus Devletler, Doç. Mahjoob ZWEIRI, COVID-19, Küresel Sistem, Geleceği, Bir Kum Kaymasımı, Deprem , 

COVID-19 pandemisine tanıklık ederken akademik dünyada da bir pandeminin yayılmaya başladığını gözlemliyoruz. Mevcut COVID-19 dönemi abartılarak küresel dönüşümlerin müsebbibi olarak değerlendiriliyor. 
COVID-19’u tarihi bir dönüm noktası olarak tasvir etmek gerçekten ziyade bir klişedir. Bunun yerine, COVID-19’un bir dizi değişimin ilk halkası olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. 

İnsanların yanı sıra özellikle siyasi düzeyde birçok unsur 
COVID-19’un potansiyel kurbanları olarak kabul edilebilir. 
COVID-19’a karşılık verirken ortaya çıkan siyasi sonuçları 
COVID-19’un “siyasi yan etkileri” olarak nitelendirebiliriz. 

Uluslararası ölçekte kurum ve kuruluşlar her geçen gün daha da geçersiz hale geldi. BM Güvenlik Konseyi’nin müdahalesi etkisiz kalırken Dünya Sağlık Örgütü alay konusu oldu. Hepsi ciddi eleştirilere maruz kaldılar. Donald Trump, 
Dünya Sağlık Örgütü’nü “Koronavirüs’ün yayılmasını ciddi şekilde yanlış yönettiği ve örtbas ettiği” için suçlarken, ABD’nin örgüte yapmış olduğu yıllık katkısını sona erdireceğine dair uyarılarını gerçeğe dönüştürdü. 

COVID-19’un bölgesel yansımalarının neler olacağını henüz kimse tahmin edemiyor. Sözkonusu süreç devletlere birbirlerine olan derin bağımlılıklarını ve karşılıklı ihtiyaçlarını hatırlatan bir tokat mı olacak? 

Yoksa bölgesel birlik ve örgütler pandemiyle mücadelede pasif kalarak utanç verici bir şekilde sorumluluklarından kaçmaları sebebiyle eleştirilere maruz kalırken, özellikle kriz sırasında öne geçen tek taraflı önlemlerle birbirinden ayrışmış çabaların güçlendirilmesi yönünde bir eğilim mi öne çıkacak? 
Bu düşünce, İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa, Sırbistan, Çekya ve Avusturya’daki devlet yetkililerinin yanı sıra diğer pek çok devlet yetkilisinin çeşitli açıklama ve beyanlarında kendini gösterdi. 

Örneğin, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic Avrupa dayanışmasını reddederek “kağıt üzerinde bir peri masalı” olarak nitelendirdi. 
Diğer taraftan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron harap olmuş ekonomileri desteklemediği ve pandemiden kurtulmalarına yardımcı olmadığı sürece “siyasi bir proje” olarak Avrupa Birliği’nin çökeceği konusunda uyardı. Avusturya Şansölyesi Sebastian Kurz “kriz bittikten sonra AB içinde zorlu tartışmalar olması gerekecek” açıklamasında bulundu. Bugün Avrupa Birliği bölünmüş ve iyice bencilleşmiş bir vaziyette ve ne yazık ki AB ülkeleri ortak değerleri paylaştıkları komşularına yardım edemedi. Bu ülkeler pandemiyle mücadele planları hazırlamak için birikmiş bilgi ve deneyimlerini kullanmada 
başarısız oldular. 

Ortak siyasi değerleri paylaştığını iddia eden hükümetler arasında giderek artan ayrışmalar var. Eğer bu değerleri kriz zamanlarında kullanmazlarsa bunların ne önemi var? Yine aynı ülkeler COVID-19’un tehlikelerini tespit etmek için bilgi 
akışı ve alışverişinden yararlanmakta da başarısız oldular. Vergi mükelleflerinin parası onları korumaya gitmediyse nereye gitti? Gerçekten ihtiyacı olanlar değil de sadece parasını ödeyebilen kişilerin erişebildiği sağlık ve eğitim gibi hayati öneme sahip sektörlerin daha önceden özelleştirilmesinin bir sonucu olarak sağlık sektörünün başarısızlığa uğraması vergi mükelleflerinin sağlığını tehlikeye soktu. Ayrıca, “görünmez düşman” olan COVID-19 sağlık sektörü dışında devlet içindeki askeri ve güvenlik sektörlerini de tehdit etmektedir. Örneğin, AB Terörle Mücadele Komitesi Sekretaryası COVID-19 ile bağlantılı olarak biyo-terörizm riski uyarısında bulundu. Halbuki COVID-19 terörizmi atfedebileceğiniz ne bir kültür ne de bir ulustur. 

Yine de güvenlikleştirme süreci COVID-19 ile başa çıkma yöntemi oldu. Başından beri Çin’deki güvenlik yetkilileri COVID-19’u keşfeden doktora virüse dair bilgi paylaşmaması yönünde yemin ettirerek müdahalede bulundu. Bununla birlikte belirli bir zaman sonra Çin yerel bir salgının bir pandemiye dönüşmesine izin verdiği için suçlandı. COVID-19 öncesinde de Çin’i eleştirmekten hiç vazgeçmeyen Batı, Çin’in pandemi konusunda şeffaf olmasına yönelik beklentilerini artırdığı bir tutum sergiledi ve güvenilir olmamasından dolayı Çin’i kınadı. Bir taraftan Trump Çin’i suçlamak için hiçbir fırsatı kaçırmayarak COVID-19’dan devamlı “Çin virüsü” olarak bahsederken, diğer taraftan Avustralya Başbakanı Scott Morrison Çin’in virüsün yayılmasındaki rolünün araştırılması için COVID-19 konusunda bağımsız bir “küresel inceleme” çağrısında bulundu. Bununla birlikte, pandemiyle mücadele süresince COVID-19’un siyasi amaçlar için kullanımı daha belirgin olmuştur. Çin’in gerçekleri gizlemesi pandemiyi hafife alan hatta inkar eden veya toplum bağışıklığı ve sağlık sektörü kuruluşlarının korunması konusunda bilgiçlik taslayan diğer dünya liderlerinin yaptıklarından daha az değildir. Batı’daki politikacılar için Çin’i suçlamak insanların dikkatini pandemiyi yönetmedeki korkunç başarısızlıklarından ve virüsü kontrol edememelerinden başka yöne çekmek için bir yöntemdi. Çin günah keçisi oldu. İçeride vatandaşları birlik olurken ülke sınırları dışındakilerin tehdit olarak nitelendirildiği bir durumda ulus devletin güvenilirliği belki de krizi yönetmedeki hazırlık derecesine bağlıdır. COVID-19’un devletleri özerk bir şekilde yaşamaya zorladığı doğru, ancak ulusal sınırları tanımayan küresel bir kriz olmasına rağmen COVID-19’un yine de ulusal egemenliği güçlendirebileceği ve içerde hükümet düzeyinde büyük dönüşümlere neden olabileceği bir paradoks yaratmaktadır. Bu durum, özellikle virüsün kamu sektörünün ne kadar ihmal edildiğini ortaya çıkarması ve kamu hastanelerinin COVID-19 ile özel hastaneler den daha iyi mücadele ettiğinin kanıtlanmış olmasıyla teyit edildi. Farklı sektörler hükümete başvurarak COVID-19 ile mücadelede kolektif bir eylem çağrısında bulundu. Bu, ulus devletin rolünün şaşırtıcı bir şekilde yeniden uyanarak canlanmasına yol açabilir. 

Geç de olsa devletlerin aldığı önlemler etkili fakat yavaş tesirli olacak. Bununla birlikte, virüsle mücadelede devlet dışı aktörler de rol aldı. 
Meşruiyet zafiyeti olan hükümetlerin bulunduğu bazı yerlerde silahlı isyancılar,  terörist gruplar, uyuşturucu kartelleri ve çeteler gibi alternatif aktörler ekonomik yardım paketlerinin dağıtılmasında, halk sağlığı eğitiminin artırılmasında ve insanların karantina altına alınmasında önemli rol oynadılar. Buna ilişkin çeşitli örnekler var. 
Washington Post’un yakın bir zaman önce verdiği habere göre “Afganistan’da Taliban Koronavirüs ile mücadele için uzak illere sağlık ekipleri gönderdi. Meksika’da uyuşturucu kartelleri virüsün olumsuz ekonomik etkisini hissedenlere yardım paketleri sunuyor. Brezilya ve El Salvador’da çeteler virüsün yayılmasını önlemek için sokağa çıkma yasağı uyguluyor.” 

Benzer şekilde Suriye’de, “İnsanların bir araya gelmesini kısıtlayarak halka sağlık bilgilerini duyuran Heyet Tahrir el Şam, bir idari organ olma meşruiyetini artırmak amacıyla virüsü kullandı.” Washington Post, bu grupların faaliyetleri ni “halk sağlığı politikası ve stratejik mesajlaşma için paralel bir yeraltı dünyası” olarak nitelendirdi. Ayrıca, örneğin İngiltere’de, ön saflarda çalışanlara ve savunmasız kişilere yardım eli uzatan ortak yerel yardım grupları ve ilerici hareketler mahalli düzeyde bağımsız olarak kuruldular ve hükümetin hüsrana uğrattıkları kişilere yardım ettiler. 

Güvenlikleştirmeyi farklı yönlerden ele alırken dikkatli olmak gerekiyor. Örneğin, küreselleşmenin sonunu ilan ederken ihtiyatlı olunmalı. Belki de dijitalleşmeye bağlı olan yeni bir küreselleşme şekli ortaya çıkacak. Ancak, küreselleşme 
sürecinde meydana gelen bir yavaşlama bir gerileme olarak algılanmamalıdır. Her şeye rağmen, ekonomik açıdan bakıldığında, COVID-19 salgını küresel ekonomik büyüme hızını yarı yarıya düşürebilir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) küresel GSYİH büyümesinin 2020 yılında salgından önce tahmin edilen %2,9’un yarısına inerek %1,5’e kadar düşebileceğini belirtti. 

COVID-19’un yıkıcı etkilerini görmezlikten gelmeden başka neler ‘yapmadığını’ da düşünmekte fayda olabilir. 

COVID-19 zenginler ve fakirler, vatandaşlar ve göçmenler, merkez ve çevre arasındaki zaten mevcut olan gerilimleri artırmadı. Yani COVID-19’un tarihi “COVID-19 öncesi” ve “COVID-19 sonrası” şeklinde ayıran yeni bir çağ oluşturacağını söylemek için belki de henüz erken. Büyük değişimler yalnızca tek bir olay neticesinde değil, bir süreç içinde oluşurlar. Başka bir deyişle, COVID-19’u büyük bir depremden ziyade bir kum kayması olayı gibi düşünmeliyiz. COVID-19 gibi olaylar bir değişime neden olabilecek anlar olsa da, üzerinden zaman geçince bazı şeylerin farklı görünebileceğini unutmayalım. 


***