YERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2016 Pazartesi

21. YÜZYILDA KEMALİZMİN SİYASİ ve EKONOMİK YELPAZEDEKİ YERİ



21. YÜZYILDA KEMALİZMİN  SİYASİ ve  EKONOMİK YELPAZEDEKİ YERİ



Cenk Yaltırak

“ Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır. ” 

M.Kemal,1930 


Günümüzde, siyaset kavramlarına dayanarak bir ideolojiyi savunanlar, kendilerine siyasi yelpazede bir yer belirler ve ona göre kendilerini tanımlar, görüşlerini sağ veya sol olarak adlandırırlar. Sağcı olmak, muhafazakâr, milliyetçi; solcu olmak ise ilerici ve evrenselci olmak gibi sayısını arttıra bileceğimiz tanımlarla zenginleştirilir.

Fakat,21.yy.’da değişen üretim ilişkileri ve gelişen teknoloji butanımların sınırını aşmıştır. Örneğin, piyasa ekonomisi  liberal bir kavramdır.  Piyasanın kendi başına en doğru üretimi teşvik ettiğine inanılır. 

Devletçilik ise, solyanda sosyalist bir kavram olarak tanımlanır.  Devlet gereken herşeyi halk için yapacak üstün bir bilince sahiptir.  Piyasa ekonomisi yüz yılımızda aslanlarla ceylanları aynı kafese kapatmış, neredeyse soyunu tüketmiş ve dünyayı talan etmiştir.  Devletçilik ise, insanın yaratıcı gücünü ve sahiplenme iç güdüsünü küçültmüş, rekabet hissinin yok olduğu ortamda kendi üretme gücünü kaybederek bürokrasi ile hantallaşmış ve görevini yerine getirememiştir. Devletçiliğin sosyal güdüsü ile piyasanın yaratıcılığı bir denge içinde olması mümkün müdür ? Bunu 20. yy.’da başarmak için yola sadece Kemalist Cumhuriyet çıktı. Çağın dan ileri olan anlayışını yapılandıracak teknoloji daha keşfedilmediğinden maalesef hedeflerine tam anlamı ile ulaşamadı.  Karma sistem solculara göre sağda, sağcılara göre solda bir sistemdi. Solcular devletin tüm üretim araçlarını elde etmesini ve sosyalist bir düzen kurmasını istiyor, sosyal demokratlar biraz daha yumuşak davranarak devletin ekonomiden çekilmesini ve sadece sosyal hizmetlerde var olmasını istiyorlardı.  Kapitalistler ise devletin ekonomiden ve sosyal hizmetlerden tamamen çekilmesini 
savundular.  Fakat bunlar, hiç bir toplumu refah içinde yaşamasını sağlayacak aşamalara ulaştıramadı.  İşte bu noktada, ekonomi de kurtuluş ve refaha eriştiren iki yol olduğu öne sürüldü.  Bu iki yolun hukuk ve parasal ilişkileri toplumlara dayatıldı.

Bu nedenle, Kemalistlerin bir ekonomik çözüm, üçüncü bir yol önermesi gözardı edildi. Aydınlanma 1923’ ün,  Kemalizme  dayanan sağ ve soldışın da bulduğu çözümler geliştirildiğin de, kapitalist-sosyalist veya sağcı-solcu tanımlarının açıklayamayacağı bir konum belirmektedir.  Bu konum, sadece ekonomide değil, devlet yönetimi, ulusun geleceği için geçeceği yolları hazırlama mücadelesinde bizlere konumuzu belirlemede de yeni bir referans noktası olacak özelliktedir. 

   Örneğin, günümüzde Türkiye’de yabancı para kullanımı ve altın gibi yatırım araçları, üretim ekonomisi dışında yer alan  ulusal refahı zayıflatan unsurlardır.  Seçmen  sayısının 30 milyonu aştığı bu ülkede 12 milyon vergi mükellefi vardır. Bu tabloyla demokrasi beklemenin, oy verenin kendi çıkarını düşündüğü göz alınırsa, bizi nereye götüreceği açıktır.  Devlet hantallaşmış ve bürokrasi kokuşmuştur.  Kaliteli üretime yönelmek, uzun vadeli yatırımlar yapmak sanayici tarafından macera olarak  görülmeye başlanmış, üretim ekonomisi yerine günü kurtarma ekonomisi ile kalite siz üretime yönelinmiştir. İhracat yapan çok sayıda firmamızın günü kurtarma eğilimi  ile yaptığı kalitesiz ürün ihracı ile bir çok ülke Türkiye’yi kara listeye almış, alamadığı alanlarda ekonomik  sınırlandırmalar koymaya başlamıştır. Ülkeyi bu manzaradan kurtarmak için ne sosyalist ne de  liberal önlemler etkili olabilir.  Son  ekonomik krizde görülmüştür ki enufak bir çıkar değişikliğinde karanlık odakların elleri halkımızın cebini bir gecede boşaltmaktadır.  Para kanallarının uluslararası düzleme açık olmasından dolayı egemenin, ekonomiyle kedinin fare ile oynaması gibi oynaması çok acıdır.

Bu odaklar, bu para düzeni ile siyasal partileri,  statükonun  değişmemesi  için terbiye  etmeye devam edecektir. 

Bundan kurtulmanın bir yolu var mı? Aydınlanma 1923 çevresi tarafından 5 yıldır yapılan çalışmalar da bu soygun  düzeninin odağındaki iki şey değişirse, bu kötü gidişin tersine çevrilebileceği düşünülmektedir.  Bu değişimleri başarmak için 1923’ teki gibi kendi referans noktamızı kendimiz tarafından belirleme şartı vardır. Kendimiz için uygun kavramları yaratarak, siyasetin içinde çürümemiş insanlar la  21.yüzyıla Türkiye’yi hızla taşımak vardır.  Bunu yaparken karşımızda referans sistemlerimizi yeniden tanımlayacağımız siyasal ve ekonomik cephe var.  Bu cephelerde savaşırken kendi silahlarımızı yapmak ve ilerlemek zorundayız.


Gözümüzü geleceğe dikip geleni anlamak ve önlem almak,ulusun geri de  kalmış uygarlık saatini bir devrimle ileriye almak şarttır.  Devrim artık sokaklarda değil kafalarda yapılmalıdır.

İnsanlarımıza yeni bir dünya yı yaratma şansları olduğu gösterilmelidir.

Siyasal   Cephe 

Günümüzde Kemalistlere en çok sıkıntı veren siyasal yelpazede sağ ve sol olarak kendilerini tanımlamak zorunda kalmalarıdır. Kimine göre Kemalizm soldur. Solcuya göre sağdır. Kimisine göre sol-Kemalist diye birtanım vardır. Eğer sol-Kemalist varsa sağ - Kemalist de olması gerekecektir. Oysa Mustafa Kemal 1921’ de Ankara’da tren toplantıların da incelettiği liberal ve sosyalist  teorileri dinlediğin de ikisinin de yanlışları ve eksikleri olduğunu söylemiş ve bize göre yeni bir devlet anlayışı gerektiğini  belirlemiştir.  Mustafa Kemal, sağ ve sol ayrımını kullanmadan siyasete yön vermiş, onun temel amacı ulusunun uygarlık yolunda ilerlemesini engelleyen problemleri  çözmek olmuştur. Şimdi Kemalistler, aynı Mustafa Kemal gibi, Kemalist referanslara dayanarak siyasal kavramlara yeni bir yön verebilir,  ulusun problemlerini çözebilir.
Bunu yaparken doğa bilimleri ve 21.yüzyıl gerçeklerine bakmaları yeterli olacaktır.  Devrimci fikirler siyasal kamplara esir olmuş kafalardan doğabilir mi?. Bu aynı bir dağı görüp tırmanmak isteyen dağcının girişimi ile onun bu çabasını anlamak istemeyen diğerleri arasında ki ilişki gibidir.  Dağcı zirveye çıkmak isterken, bilim adamı bilginin en uç sınırına ulaşmak, dağı geçenlerini görmek, astronom görebileceği en uzak yere gitmek ister. İşte bu çaba dır ki insanlık tarihinde uygarlık dediğimiz insan macerasını anlatır. Sıradan olana mahkûm olmayan, sınırları genişleten, o devrimci ruhtur. Bu nedenle Kemalistler, kendilerini tanımlamak ve Kemalizm bayrağını Mustafa Kemal’in bıraktığı yerden daha öteye taşımak isterken kokuşmuş kavramları geride bırakmaları gerekmektedir. Yoksa bizler mirasçı olmaktan kendi kendimize vazgeçmiş olacağız.

Terk edilmesi gereken kavramların başında  sağ-sol ve  ileri-geri kavramları gelir. 

Sağ ve sol, ileri ve ger kavramlarına bir bakın.  Bu kavramlar,17.yy.’da ortaya çıktılar. O zaman evrenin ve güneş sisteminin merkezinde Dünya vardı.  Fransa Kralının  karşısında sağda kralcılar, solda burjuvalar oturuyordu.  Sonra  Cumhuriyet’te konum değişti,  sağ da  burjuvalar, solda  yurtseverlerle Jakobenler oturdu. Gel zaman git zaman, bunlar statükoyu  kendilerine  göre  değiştirmek istediklerinde,  ilerici  ve  gerici gibi kavramları icat  ettiler.   


Burjuvalar statükoyu korudukları için gerici,  diğer taraftakiler değiştirmek istedikleri için ilericiydi.


19 yy. sonunda Marks, masa başında sağa sermayeyi, sola emeği oturttu. Tabii ki bu durumda emek, sistemi ileriye, sermaye ise statükoya çekecekti, yani gerici olacaktı. İlerici ve gerici tartışması, toplumu ve siyaseti soğuk savaş boyunca belirledi. İlerici olmak, sosyalizmi ve Marksizmi savunmak, gerici olmak ise kapitalizmi savunmak haline geldi.

Bu düşünce akımları, kendileri dışındaki hiçbir fikre ve yönelime izin vermeyen despotizmleriyle, gelişmek isteyen ulusları ve fikirleri ezdiler. Oysa kimsenin dikkat etmediği, bu baskıcı dogmatik siyasal görüşler, oynak bir referans noktasına göredir ve Newton'un matematik evrenine göre biçimlenmiş 3 boyutlu bir uzayın  bir düzlemine yapışmıştır. İleri, zamansal değil, coğrafi bir koordinattır; çünkü ileri, birilerinin, ileride olduğunu söylediği bir ütopyanın yıkılmaz sanılan surlarıdır. Günümüzde ise, Einstein’ın ve Heisenberg’in matematik evrenine, Mandelbort'un denklemlerine göre sürekli değişen bir geleceğe bakıyoruz. Referans noktamız zaman içinde öteye doğru yolculuk
ettiğinden, içinde bulunduğunuz zamanda değişerek, gelecek her an yeniden yaratılıyor.

Sadece bir şeyi biliyorsunuz, o da değişecek olanı değiştirmek için, bir kelebek kadar kanatlarınız olmasının yeterli olmasıdır. İşte masa başında dünyayı ve siyaseti  oluşturanlar, ideoloji yapanlar bu nedenle 1881’deki kelebeğin kanadında yaratılacak fırtınaları göremediler. İşte o kelebeğin kanat rüzgârları, emperyalizmin kurduğu  düzenlerin üzerinden Aydınlanma 1923 devriminin fırtınasını yaratarak 15 yılda her şeyi süpürüp geçiverdi. Değişmeyen bir dünyayı, bir bilimi savunan fosilleri,  Kemalistler ne kadar sırtında taşıyacak? Mustafa Kemal değişmeyi ve değiştirmeye olan inancını "Tesadüfe bir düzen vereceğini iddia eden hiçbir adam olmaz ki bir etkiye açık olmasın. Bazı kelimelerin etkileri daima düşündüklerinden başka türlü şekil alır.” sözleriyle Afet İnan'a anlatırken, bizlere de bir şey anlatmıyor mu? 

Doğayı fark eden düşünce, kuracağı meclisi tanımlarken "Benim ve hepimizin düşünmeye zorunlu olduğumuz şey, gerçekten bu memleketi ve ulusu kurtarabilecek  beyinlerin, vatanseverlerin bir araya gelmesini sağlamaktan ibarettir. Bu erdemlere sahip bulunan insanlar her nerede ise ve her ne ise onları bulmak ve  ulusun alın yazısının çizileceği meclisin içine koymak gereklidir. Akıl, bilim, deneyim hareketin yönünün saptanmasında egemen olmalıdır." derken, 19. yy.’dan kalma,  Batı merkezli kavram ve terimlere karşı, çağdaş bilimi rehber edinerek yolumuzu bulmamızı söylemiyor mu? Artık siyasete dördüncü bir boyutu (zaman) ekleyerek,  koordinatlarımızı yeni yüzyıla göre yeniden belirlemeliyiz. Türk ulusuna yıllardır yutturulmaya çalışılan " Biz adam olmayız, biz fikir üretemeyiz, biz bilim yapamayız"  haplarını yutmayıp, siyaseti geçmişte kalan, fosilleşmiş fikirlerin papağanlarının Kemalistler üzerindeki egemenliğini kırmalıyız. Bu nedenle sağ - sol, ileri- geri kavramlarını  BERİ de bırakıp yerine dünyada bize has coğrafyası, tarihiyle " Türk, düşün, Üret ve Öğün! " demeli, 21. yy.’da geri bırakılmış tüm uluslara, dünyanın bütün zenginliklerini 
paylaştıracak bilim ve akıl egemenliğinde bir üçüncü yol olabileceğini göstermeliyiz. Bilim ve teknolojinin insanlığın yararına kullanılacağı, dünyanın doğasının ve zenginliklerinin tahrip edilmesinin önüne geçecek, uygarlığı dışlamayan bir çözüm aramalıyız.

Yoksa sanal bir dünyada, emperyallerin  Internet’ le damarlarından bağladıkları avanaklar olarak yaşar, her gün Amerikan doları ile denetlenen uyduruk özgürlüğümüzü  gerçek sanırız. Artık sağ - sol, ileri - geri kavramları yerine bilimin ışığında siyaset yapma zamanı. 

Kullanacağımız yeni kavramları BERİYE - AŞAĞIYA ve YUKARIYA - ÖTEYE olarak adlandırıyoruz.


Nedir BERİYE? Nedir AŞAĞIYA? Düşünün ki Newtonyen bir kişi bazı sorunları çözecek bilgiyi dünyada sınırlı koşullarda sağlar.


Ama, sınırlar ve limitler değiştikçe Newtonyen  konumlandırmalar ın pek işe yaramadığı ortadadır. Örneklersek, bir sosyal demokrat veya liberal veya globalleşmeci kendi aklınca kendini bulunduğu toplumda ilerici sayabilir. Çünkü referansı kendisidir, ayrıca kendi kendine karşısındakinin konumunu da belirlediğinden özneldir. En ilginç nokta, bunların hepsinin, halkının mutluluğu için sanal dünyalarında yarattıkları ütopyaları vardır. Bunu gerçekleştirdikleri anda tarih sona erecek, dünya cennet olacaktır. Bu yönelimler, bir Kemalist için geçerli midir ? Oysa, " Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir...

Yalnız bilim ve tekniğin yaşadığımız her dakikada evrelerinin gelişimini kavramak ve ilerlemelerini zamanında izlemek zorunludur. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki bilim ve teknik dilinin koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra aynen uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve teknik içinde bulunmak değildir." diyen düşüncenin, çağdaş uygarlık diye koyduğu hedef, ütopik bir sabit midir? İşte 19. yy. sosyal ve doğa bilimleri üzerinden yükselen düşünce sistemleri artık BERİde ve yükselen uygarlıktan AŞAĞI da  kalmıştır. Bu, aynı yöne giden fakat biri diğerinden çok yavaş olan trenin göreceli zaman içinde BERİ de kalmasıdır. Elbette insanlar 19. yy.’dan kalma bilimle geleceğe  seyahat etmek, hatta BERİ ye, asr-i saadet devrine dönmek isteyebilir. 

Bu durumda cumhur, çocuklarının, uygar dünyada köle ve ikinci sınıf insan olmasına razı gelecek midir? Bu nedenle uygarlık macerasında Türkler, Batı’ya rağmen Batı’ya ilerleyecekler. Bu nedenle, bilmecenin küçük parçalarını daha yukarıdan görecek, gününün ÖTE sinde büyük resim içinde, ulusları için bir yer arayacaklar;  BERİ de kalmış görüşlere saplanarak Atatürk’ü  donduran ların yanından ayrılıp çağdaş uygarlık yoluna, Mustafa Kemal’in gösterdiği yöne giderken, önlerine dikilenleri, AŞAĞI da bilmecenin parçalarıyla uğraşırken BERİ de bırakacaklardır.


Onlar, belki kendi referans sistemlerinde gidilmek istenen geleceği anlamayacak, belki de kendilerine göre birkaç adım ileriye gideceklerdir. Ama gelecek çağ, 
ÖTEDE ve YUKARIDA Mustafa Kemal çağı, işte bu nedenle ulus yeni bir yol arıyor. Ben de soruyorum; bizler Kemalist olarak, başkalarının kullanılmış malzemesinden oluşturulacak döküntü bir köprü üzerinden geçerek mi uygarlık yolculuğuna çıkacağız? Yoksa, kendi aklımıza güvenip, yıllardır bize yutturulan sosyal demokrat, sosyalist, liberal, mandacı haplarını suratlarına atıp Mustafa Kemal'e mi kulak vererek kendi köprümüzü kendi ulusumuzla mı yapacağız? "En büyük gerçekler ve ilerlemeler, düşüncelerin serbestçe ortaya konması, tartışılması ile ortaya çıkar ve yükselir.", "En büyük kuvvet bir düşünceyi üreten ve yayanların kuvvetidir." şiarına uygun, dünyayı Kemalist olarak yeniden kuracak bir kelebekler ordusu olacak mıyız? Kemalizmin sırtındaki vampirleri atacak gücü bulacak mıyız? Bu gücü bulduğumuz gün, Mustafa Kemal bize Ankara’dan seslenecek, "Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz.
Memleketimizi bir çember içine alıp, dünya ile ilgisiz yaşayamayız... 
Tam tersine yükselmiş, ilerlemiş, uygar bir ulus olarak uygarlık düzeyinin üzerinde yaşayacağız. 

Bu yaşam, ancak bilim ve teknik ile olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve her ulus bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için kayıt ve şart yoktur. 

Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. 
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki amaçlara tamamen ulaşamadığımızı, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. 

Zaman hızla ilerliyor, ulusların, toplumların, bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek yargılar
getirdiğini öne sürmek, aklın ve bilimin gelişimini reddetmek olur. Benim Türk ulusu için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. 
Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.

” İşte o gün bizler Kemalizmden neden taviz vermediğimizi, niçin günübirlik ittifaklardan uzak durduğumuzu hatırlayacak, Türk halkının en ufak parçasının bile yurtseverliğinden, dürüstlüğünden ve ulusu geleceğe taşıyacağından şüphe etmediği bir siyasal akımın üyeleri olacağız.


Ekonomik Cephe


Öteye ve yukarı doğru yerini belirleyen Kemalistler için ekonomik cephede savaşmak için yeni silahlar gereklidir. Mustafa Kemal’in askeri zaferini ekonomik zaferlerle taçlandıracak önlemlerdir bunlar. Başta para sisteminin değişmesi gelmektedir. Teknoloji, kâğıdın yerine her geçen gün sayısal ortamda değişimi koymaktadır. 

Batı ülkelerinde kâğıt para güçlü olduğu için sayısal para kullanımı sadece kredi kartı seviyesinde kalmaktadır, çünkü kapitalist ekonomi, yerleşmiş ekonomik sistem kağıt paradan kurtulmayı bir evrimle gerçekleştirmeyi tasarlamaktadır. Oysa gün geçtikçe gelişen bilişim teknolojisi bazı ülkelere Batı’ nın pek de yapmaya meraklı olmadığı yeni fırsatlar sunmaktadır. Sayısal paranın kâğıt para yerine geçmesi demek, değişim gücünün kâğıttan yasal elektronik bir ortama alınması demektir.

Sayısal para devrimi ülkede kayıt dışı ekonomiyi ortadan kaldıracak yegâne önlemdir. Kayıt dışı ekonomi kalktığında vergi kaçakları da kalkacaktır. 
Bunun içinse gereken çok büyük bir düşünce hamlesi ile çok ufak bir teknik hamledir.

İlk yapılacak, bir kanun çıkararak herkesin bilgisayar ortamındaki ulusal kimlik numarasının her alandaki tek numara olması sağlanmasıdır. Bu numara vergi numarası, sigorta numarası olmalı, ilkokuldan, hastaneye kredi kartı almaya, banka hesabı açtırmaya ve akla gelebilecek her alanda aynı numara kullanılmalıdır. 

Sayısal kimlik kartları için gelişen teknoloji iyi bir fırsattır. Bir kredi kartı büyüklüğünde; yaklaşık 5 MB’lık bilgi saklayabilen bir mikroçipi olan kimlik kartı hazırlamakla sorun çözülecektir. Bu kimlik kartlarının maliyeti şu anda 80 milyon lira civarındadır. Bu kartın üzerine bir resim ve tarayıcılar tarafından okunabilen bir parmak izi yerleştirilebilir ve mikroçipte parmak izinin sayısallaştırılmış karşılığı taklit edilemez diğer bir numara olacaktır. 
Böyle bir karta sahip yurttaşlar işin ehliyet, diploma, özgeçmiş taşımak gerekmeyecektir. 
Bu küçücük çip te bulunan bilgi yasal sınırlar içinde yaşayan her yurttaşın refahını artırırken, her alanda yasa dışı yaşamayı âdet edinmiş kitleleri baskı altına alacaktır.
Böyle bir kartı oluşturduktan sonra ikinci aşama tüm bankaların müşterilerine hesap açarken bu numaraları kullanmaları olacaktır. 
Kanunla herkesin maaşını bir bankadan alma zorunluluğu getirilmelidir. Bankaların her alışveriş yerine kendi kartlarını kullanacağı makineleri vermek
yerine, tüm bankaların kullanabileceği, üzerinde parmak izi ve resim bulunan sayısal kimlik ile banka kartını bir arada geçtiği terminalleri yapıp dağıtmalarının 
zorunlu hale getirilmesi gerekmektedir. 

Günlük alışverişlerde kullanılacak, üzerine para yüklemesi yapılabilen sınırlı kartlar hızlı para vermek gereken her yerde hangi bankada hesabınız varsa onun koduyla ödemeyi yapacaktır. Böylece cebinizde kâğıt para taşımadan sizden başka kimsenin kullanamayacağı bir sayısal para kartınız olacaktır. 

Bankalar bu sistem sayesinde mevduatlarını katlayacaklar dır. Küçük yerleşim birimlerinde bu sistemin yerleşmesi çok daha kolay olacaktır.
Üçüncü aşama vergi sisteminde değişime gitmektir. Bu sistem içinde çalışanların banka hesaplarında gelir ve giderleri kolaylıkla ayırt edilecektir. 
Doğrudan vergi almak yerine tüketimin her türünden farklı vergiler alarak sosyal refaha yönelik yatırımlar planlana bilecektir.

Sayısal para kullanımı bazlı ekonomi içinde vergi her vatandaşın gücü kadar olacaktır. Zenginlik arttıkça ödeyeceğiniz vergi dilimi artacaktır. Kısaca insanlar arasında eşit  değil, dengeli bir sistem yasama geçirilecektir. Üretime yönelik her yatırım vergi dışında kalırken tüketim puanlandırılarak zenginler daha çok, gelir düzeyi düşük olanlar daha az vergi ödeyecektir. Buna aslanlar ve ceylanların bir arada olmadığı, birbirine zarar vermeden doğal bir denge oluşumu olarak bakabiliriz. 

Böyle bir para sistemi devletin dışında oluşurken kontrol ve denetim gücü devlette olacaktır. Bu durumda dolarlar ve altınlar yastık altında dursa bile gün geçtikçe değer kaybettiklerinden yatırım aracı olmaktan çıkacak, merkez bankası kasalarında kalacaktır.

Sayısal para kullanımının dördüncü bir cephesi ise piyasa ekonomisinin, yerini kontrollü (planlamalı) piyasa ekonomisine terk etmesi olacaktır. 
Nüfusun büyüklüğü, gereksinimleri ile biriken bilgiler, coğrafi bilgi sistemleri ile planlanacak ve ülkenin neye gereksinimi olacağı saptanacak, yatırımcının 20 yıl sonrasını görmesi sağlanacaktır. Artık devlet, ekonomiye üretimde değil, bilgi toplamakta, vergiyi adaletli kullanmakta, sağlık ve eğitim  alanlarında yapacağı yatırımlarla ulusu refah devleti getirirken yeni bir konuma geçecektir. Kısaca, devlet ayakkabı üretmeyecek ama kaç çocuğun kaç çift ayakkabıya,  deftere, kitaba, bilgisayara gereksinimi olduğunu söyleyecek ve üreticiye yön gösterecektir. Aynı bir nehrin kanallarla taşınması, taşkınlar yapmaması için barajlar  kurması gibi piyasanın türbülansları tehlikesiz ve faydalı hale getirilecektir. Bu anlamda devlet gelişen piyasaları dünyada analiz edecek, ihracatçıya üretim fazlasını dünyanın hangi ülkesine kaç yıl süre ile satabileceğini söyleyecektir.


İşte bu, kapitalizmin ve sosyalizmin dışında tüm gelişen uluslar için ekstra-modern üçüncü bir yoldur. Tüm gelişme arzusundaki uluslar kendi coğrafi ve tarihsel gerçekleri ile bilimin ışığında bu yolu izlerse azgelişmişlikten çağdaş uygarlığı kurma şansını yakalayacaktır. 

İşte ekonomide de kimi fosilleşmiş düşünce kalıplarını kıramayan bireylerin anlayamayacağı ÖTEYE ve YUKARI doğru siyaset yapmak budur.

Yukarıda kısaca anlatmaya çabaladığım şeyler Aydınlanma 1923 hareketinin günlük siyaset ve iktidar kavgası yapan ve Kemalizmi kullanmaya çalışan, ama geleceğe yönelik hiçbir açılımı olmayan gruplarla arasındaki sınırı belirlemektedir. 

Bizler 21. yüzyılı ulusumuzun varlığına kastedenlerin zaferini görmek için yaşamayacağız. Bizler eninde sonunda bu düzeni değiştirerek Türkiye Cumhuriyeti ’ni  toprak olacak bedenlerimize rağmen sonsuza taşıyacağız.

Bizi anlamayan ve bizimle yürüme gücü gösteremeyenler sadece baştaki sözleri hatırlasınlar. “ Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. 
Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazım dır.” 

O zaman Aydınlanma 1923 düşüncesi ve eylemi daha iyi anlaşılacaktır. Samsun’ a  çıkan Mustafa Kemal’i izlemek demek sokaklarda yürümek, salonlarda, bazı kişilerin reklamı için toplantılar düzenlemek midir? Yoksa o ufkun arkasındakini görüp, görenlerle birlikte yürümek midir? 

Biz o ufka ulusunu taşımak isteyenlerle Kemalizmin 21 yy.’da siyasal yelpazedeki yerini yeniden belirleyeceğiz. 

Gün, 19 mayıs, güneş ufuktan şimdi doğar, hep birlikte o  ufka yürüyelim arkadaşlar.


..



16 Aralık 2015 Çarşamba

21. YÜZYIL ENERJİ SAVAŞLARINDA TÜRK CUMHURİYETLERİ’NİN YERİ ve ÖNEMİ 2






    21. YÜZYIL ENERJİ SAVAŞLARINDA TÜRK  CUMHURİYETLERİ’NİN YERİ ve ÖNEMİ 2



Bu arada, Hazar’a kıyısı olan bölgedeki bütün devletleri birlikte değerlendirecek olursak (Rusya ve İran’ın Hazar kıyıları da dahil edilirse) petrol rezervlerinin çok yüksek oranlarda seyrettiği yine aynı kaynaklarda belirtilmektedir. Uzmanlar, Hazar Havzası’nın ispatlanmış petrol rezervleri toplamının 277,6 milyar varil olduğuna inanmaktadır. Bu değer, dünya rezervlerinin % 16,6’sına karşılık gelmektedir 25. Bu rakamlar, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanları’ndan Rosemarie Forsythe’ın çalışmasında, olası ve ispatlanmış petrol rezervleri toplamı olarak belirttiği 200 milyar varil rakamı ile paralellik arz etmektedir 26. 

Diğer bazı kaynaklarda ise Hazar Bölgesi’nde tahminen 40 milyar varillik petrol rezervi vardır. Bölgedeki devletlerin petrol rezervlerinin büyük kısmı henüz geliştirilememiş ve bölgenin önemli bir kısmında dahi rezerv tespiti halen yapılmamıştır. Bu yüzden, önümüzdeki yıllarda sürdürülecek araştırmalar sonucunda keşfedilecek yeni enerji yatakları ile bu rakamın 100 ile 
200 milyar varil civarında bir seviyeye çıkması beklenmektedir27. 

Ayrıca Hazar Bölgesi’nin kaynakları konusunda araştırmacılar tarafından telaffuz edilen en düşük rakam bile ABD topraklarındaki (22 milyar varil) ve Kuzey Denizi’ndeki (17 milyar varil) ispatlanmış petrol rezervlerinin büyüklüğü ile yarışabilir. Başka bir ifadeyle, Hazar’ın rezervlerinin Basra Bölgesi’ndeki rezervlerin dörtte birine eşdeğer olduğu bilinmektedir28. 

Öte yandan, ham petrol üretimi açısından bakıldığında Türk devletlerinin 2011 yılı üretimlerinin toplamda 142,3 milyon ton olarak gerçekleştiği belirtilmektedir 29. Bu arada, Uluslararası Enerji Ajansı’nın iyimser senaryosuna göre, Hazar Bölgesi toplam ham petrol üretimi 2020 yılında 308 milyon ton seviyesine çıkacaktır. Üretim artışına paralel olarak, bölgenin ham petrol ihracatının da hızla artarak 2020 yılında 180 milyon ton civarına ulaşması beklenmektedir 30. 

24 BP: a.g.r., 2012 
25 BP: a.g.r., 2012 
26 PAMİR, Necdet: “Hazar Bölgesi’nde Enerji Politikaları: Avrupa’nın ve ABD’nin Konseptleri” Semp. Bild., Ank., 13–14 Kasım 2000 
27 OGAN, Sinan: “Hazar’da Tehlikeli Oyunlar: Statü Sorunu, Paylaşılamayan Kaynaklar ve Silahlanma Yarışı”, Avrasya Dosyası, Cilt 7, Sayı 2, Yaz-2001, s. 155 
28 PARLAR, Suat: “Barbarlığın Kaynağı PETROL”, Anka Yay. İst. 2003, s. 619 
29 BP: a.g.r., 2012 
30 PAMİR, Necdet: a.g.b., s. 2 


Batılı uzmanların görüşlerine göre, 2015 yılında Hazar Denizi’nden üretilecek petrol miktarı, 1990’ların sonunda Kuzey Denizi’nden üretilen petrol miktarına ulaşacaktır. Dolayısıyla Hazar Bölgesi, gelecekte büyük petrol üretim merkezlerin den birisi olacaktır. 

b. Doğal Gaz Rezerv ve Üretim Durumu: 

BP’nin 2011 verilerine göre “Hazar Dörtlüsü” adını verdiğimiz Türk Cumhuriyetleri’ nin ispatlanmış toplam doğal gaz rezervleri 1026,7 tcf ’dir. Bu da, dünya toplam doğal gaz rezervlerinin % 14’ünü oluşturur 31. Aşağıda BP’nin 2011 verilerine göre Türk Cumhuriyetleri’nin ispatlanmış doğal gaz rezervleri verilmiştir (Tablo 2). 

TABLO 2: BP Verilerine Göre Türk Cumhuriyetleri’nin Doğal Gaz Rezervleri 32. 

ÜLKELER BP’nin Verileri (tcf)             2011 Dünya Toplamı İçindeki Payı (%) 
AZERBAYCAN                                                    44,9                     0,6 
KAZAKİSTAN                                                    66,4                     0,9 
TÜRKMENİSTAN                                              858,8                    11,7 
ÖZBEKİSTAN                                                    56,6                      0,8 
TOPLAM                                                       1026,7                     14 

NOT: Tcf (Trilyon Kübik Fit) Doğal Gaz Sektöründe Kullanılan Bir Birimdir. ( 1 m3 =35,31kübik fit ) 

BP’nin verilerini ülkeler bazında belirtecek olursak; Kazakistan’ın doğal gaz rezervinin 66,4 tcf, Türkmenistan’ın doğal gaz rezervinin 858,8 tcf, Azerbaycan’ın 44,9 tcf ve Özbekistan’ın doğal gaz rezervinin ise 56,6 tcf olduğu göz önüne alınırsa, bölgenin cazibesinin boyutları kendiliğinde ortaya çıkacaktır. Ayrıca Hazar’a kıyısı olan bölgedeki bütün devletleri birlikte değerlendirecek 
olursak (Rusya Federasyonu ve İran’ın Hazar kıyıları da dahil edilirse) doğal gaz rezervlerinin çok yüksek oranlarda seyrettiği yine aynı kaynaklarda belirtilmektedir. 

Uzmanlar, Hazar Havzası’nın ispatlanmış doğal gaz rezervleri toplamının 3770,3 tcf olduğuna inanmaktadır. Bu değer ise dünya rezervlerinin % 51,3’üne karşılık gelmektedir 33. Bu durumda, Hazar Havzası ispatlanmış doğal gaz rezervini küçümsemek gerçekçi olmayacaktır. 

Doğal gaz üretimi açısından bakıldığında Türk devletlerinin, aynı kaynakta, 2011 yılı üretimlerinin toplamda 150,6 milyar m3 olarak gerçekleştiği belirtilmektedir. Türk devletlerinin ihraç potansiyellerinin ise 2020 yılı için iyimser senaryoda 120 milyar m3, kötümser senaryoda ise 115,9 milyar m3 olacağı öngörülmektedir 34. 

3. Kafkasya ve Türkistan Enerji Kaynakları ve Uluslararası Rekabet: 

Günümüz dünyasında enerji üretimi ve tüketimi halen büyük ölçüde petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtlara dayalıdır ve bu durumun yakın gelecekte de süreceği öngörülmektedir. 

31 BP: Statistical Review of World Energy, Haziran 2012 
32 BP: a.g.r., 2012 
33 BP: a.g.r., 2012 
34 BP: a.g.r., 2012-PAMİR, Necdet: a.g.b., s. 2 


Özellikle petrol ve doğal gazın dünyada belirli bölgelerde yoğunlaşmış olması, bu kaynaklar açısından zengin olan bölgelerin ve buralardaki enerji kaynaklarının kontrolünü son derece önemli hale getirmektedir. Bu durumun temel sebebi ise dünyadaki enerji talebinin sürekli artış eğiliminde olmasıdır. 

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından gerçekleştirilen geleceğe dönük öngörüler, dünya enerji tüketiminin 2035 yılına kadar, ortalama % 40 oranında artacağını göstermektedir 35. Bu nedenle, enerji arz güvenliğinin sağlanmasına büyük önem verilmesi gerektiği uzmanlarca belirtilmektedir. 

Bu bağlamda, Birinci Dünya Savaşı içinde Irak petrollerinin önemi, İkinci Dünya Savaşı’nda Kafkasya enerji kaynaklarının belirleyiciliği, günümüzdeyse Kafkasya ve Türkistan bölgelerindeki enerji kaynaklarının arz ettiği önem, sürdürülen enerji mücadelesinin önemi ve boyutu hakkında bizlere bazı fikirler vermektedir. Ayrıca yaşanan enerji rekabeti, tüm hızıyla halen devam etmektedir. 

Enerji mücadelesini “dünya yüzeyinde cereyan eden mücadelelerin hepsinden daha kanlı bir dram” olarak nitelendiren Araştırmacı-Yazar Antoine ZISCHKA, 1934 yılında yayınladığı “Petrol Savaşının Kirli Tarihi” adlı kitabında “Kan ve petrol birbirine o derece karışmıştır ki ayırt etmeye imkân yoktur” 36 demektedir. 

Diğer yandan, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte uluslararası politikada yaşanan değişiklikler, Avrasya’da önemli gelişmelere ve değişmelere yol açmıştır. Yıllarca SSCB egemenliği altında bulunan Kafkasya ve Türkistan cumhuriyetlerinin, mevcut zenginlikleri ile bağımsızlıklarını kazanmaları, bölgede güç mücadelesinin yaşanmasına neden olmaktadır. Başka bir ifadeyle, süper güçler ile dev şirketler, Kafkasya ve Türkistan bölgelerindeki enerji kaynaklarına ve boru hatları güzergâh larına egemen olma yarışındadırlar. Söz konusu yarış, dünya hakimiyeti açısından çok önemli olmaktadır. 

Dünya hâkimiyeti mücadeleleri genellikle jeopolitik teorilerden çok etkilenmiştir. Tarihsel olarak bakıldığında, ABD’nin de dış politika ve milli güvenlik stratejisini jeopolitik temeller üzerine kurduğu görülmektedir. ABD, 20. yüzyıl sonlarından itibaren bilinen dünya hâkimiyet teorilerinden ayrı olarak, enerji havzaları ile enerji iletim hatlarının kontrolüne dayanan ve aşağıda kısaca değinilen hâkimiyet teorisi geliştirmiştir. Bu yaklaşım, zaman içerisinde küresel mücadelenin ana çerçevesini açıklayan bir teori haline gelmiştir. 

Enerji kaynaklarının çoğunluğu Basra ve Hazar havzalarında toplandığından, ülkelerin enerji politikaları da Hazar Havzası-Basra Körfezi ekseninde şekillenmektedir. Başka bir ifadeyle, küresel güçlerin enerji alanındaki mücadeleleri-stratejileri, yeni “kalbgâh” 37 Basra Körfezi’ni ve Hazar Havzası’nı kapsayan bir coğrafya üzerinde yoğunlaşmaktadır. Yani Mckinder’in ünlü 
“Kara Egemenliği”ni öngören jeopolitik teorisi, günümüzde petrol ve doğal gaza kayan bir enerji hammaddesi değişimine uğramıştır 38. 

35 International Energy Agency (IEA), World Energy Outlook (WEO), OECD/IEA, Paris, 2010 
36 ZISCHKA, Antoine: Petrol Savaşının Kirli Tarihi, Selis Kitapları, İstanbul, 2007, s. 11 
37 İLHAN, Suat: “Jeopolitik Duyarlılık”, TTK Basımevi, Ankara, 1989, s. 161-DAVUTOĞLU, Ahmet: “Stratejik Derinlik”, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 456 
38 YAVUZ, Celalettin: “Avrasya’da Enerji Eksenli Bitmeyen Büyük Oyun”, 2023 Dergisi, Temmuz–2007, Sayı 75, s. 18 


Artık çağımızda; “Kalbgâha hâkim olan, dünya enerji kaynaklarına hâkim olur. Enerji kaynaklarına hâkim olan, dünyayı kontrol eder” görüşü kabul görmüş durumdadır. Bu görüşü; “Avrasya enerji kaynaklarına hakim olan, dünyaya hakim olur” şeklinde özetlememiz mümkündür. Ayrıca, Hazar Havzası enerji kaynakları ile yakından ilgilenen ABD’li yazar Garald ROBİNS ise “İpek boru hatlarını kontrol edenin dünyayı da kontrol edeceği” 39 tespitinde bulunmuştur. 

Bilindiği üzere, yakın çağ tarihi incelendiğinde, enerji kaynaklarına hakim olan devletin dünyaya da hakim olduğu görülmüştür. 21. yüzyılda da durum farklı değildir. Zaten Orta Doğu’da yıllardır süren soğuk ve sıcak savaşların temelinde, enerji kaynaklarına ve enerji nakil hatlarına sahip olma mücadelesinin olduğu herkesçe bilinmektedir. Ayrıca ABD’yi küresel güç yapan, enerji kaynaklarına hükmetmesidir. Diğer süper güçlerin ABD’yi yakalayamamasının nedeni de, enerji kaynaklarına yeterince sahip olamayışlarıdır. 

Yukarıda bahsedilen teori çerçevesinde ABD, Orta Doğu’da ve Hazar Havzası’nda yoğun olarak bulunan petrol ve doğal gaz rezervleri üzerinde kontrol sağlamaya çalışmaktadır. ABD’nin, enerji kaynaklarının ve nakil hatlarının yoğun olarak bulunduğu coğrafyada, 22 ülkenin sınırlarını değiştirecek olan Büyük Orta Doğu Projesi’ni de “Enerji Hâkimiyeti Teorisi” çerçevesinde analiz etmek mümkündür. Bu bağlamda, Büyük Orta Doğu Projesi’ni, yakın tarihteki Kırmızı Hat’a (Red Line) 40 benzeten Araştırmacı-Yazar Faruk ARSLAN önemli bir tespitte bulunmuştur. Bu tespit; “ABD’nin “Büyük Orta Doğu Projesi”, satranç tahtasında petrole endeksli akıtılacak kanın haritasını çizmektedir” 41 şeklindedir. 

Ayrıca Faruk ARSLAN, yaptığı bu değerlendirmeye “Orta Doğu, Kafkasya ve Türkistan coğrafyaları, petrol uğruna yeni rengârenk demokrasi soslu devrimlere, darbelere, liberal veya kanlı dönüşümlere gebedir” 42 cümlesini de ekleyerek olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır. Yani ABD’nin petrol çıkarlarını korumak için gerektiğinde silahlı güçlerini kullanmaktan kaçınmayacağını, 1991’deki Körfez Savaşı’nda açık bir biçimde kanıtlamış olduğu gibi, 2003 yılındaki Irak işgali de bu gerçeği fazlasıyla desteklemektedir. 

Sözü edilen silahlı müdahalelerin gerçek nedenini çoğunlukla yetkililerin bile ağızlarından duymamız mümkündür. Zira ABD eski başkanı George W. BUSH’un 1991 Körfez Krizi’nden sonra söylediği “Orta Doğu petrolleri, ancak dost ellerde bulunduğu takdirde özgür dünya ülkelerine güven içerisinde akması mümkün olacaktır” 43 sözü çok anlamlıdır. 

Batılı bir araştırmacı da konuyla ilgili olarak; “İran-Irak savaşını (1980-1988) başlatan ve  1990’da Kuveyt’e ve sonra da ABD tarafından başı çekilen kuvvetlerin Irak üzerine yaptığı 2003 yılındaki saldırıya kadar, bütün bunların hepsi daha fazla petrol ele geçirmek için yapılmış teşebbüslerdi” 44 şeklinde tespitte bulunmuştur. 

39 YAVUZ, Celalettin: a.g.m., s. 19-25 
40 31 Temmuz 1928 tarihinde, Turkish Petroleum Company (TPC) şirketinin tüm ortakları tarafından, S. Gülbenkyan aracılığıyla Kırmızı Hat (Red Line) Anlaşması imzalanmış. S. Gülbenkyan’ın kırmızı kalemle belirlediği çok geniş bir petrol coğrafyasının (Güneyde Aden Körfezi’nden, kuzeyde İstanbul’a kadar uzanan, yani Arap Yarımadası’nın neredeyse tamamını kapsayan bir alan), Osmanlı İmparatorluğu toprakları olarak kabul edilmesi ve bu sınırların TPC ortaklarınca da benimsenmesidir. Anlaşma uyarınca, hiçbir şirket diğer ortakların izni olmaksızın eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında keşfedilecek petrol yataklarını işletemeyecekti. 
41 ARSLAN, Faruk: “Orta Doğu’dan Kafkasya’ya Türkistan’a PETROL SATRANCI”, www.farukarslan.com/?page_id=490, 12.09.2012, s. 2-3 
42 ARSLAN, Faruk: a.g.e., s. 3 
43 KOCAOĞLU, Mehmet: a.g.e., s. 41 
44 STERN, Andy: Dünden Bugüne PETROL SAVAŞLARI, Neden Kitap Yayınları, İstanbul, 2011, s. 1045 YENİÇERİ, Özcan: Bugünden Yarına Türk Dünyası’na Stratejik Bakış, IQ Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 224-22546 ÖZALP, Necdet: “Büyük Oyunda Hazar Enerji Kaynaklarının Önemi ve Konumu”, Panorama Dergisi, Şubat–2004, s. 3 


Bu verilen tespitlerle ilgili olarak Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ şu değerlendirme lerde bulunmaktadır: “ABD, Irak’ı ilk kez kan gölüne çeviren savaşı başlattığında şunu açıkça ortaya koymuştur ki, bu gün petrol, modern dünyaya can veren kan değerinde ve Washington bu kanın güvenle akışını sağlamak için gereken her şeyi yapmaya kararlıdır. Bu bağlamda, Irak’ın hedef olmasında, Suudi Arabistan’dan sonra en çok petrol rezervine sahip ülke olması önemli bir rol oynamıştır”45. 

Öte yandan, Türk Cumhuriyetleri’nde petrol ve doğal gaz rezervlerinin dünyada üçüncü sırada yer alacak bir potansiyelde olması nedeniyle, “yeni büyük oyun”da Hazar Denizi’ne kıyısı olan bu ülkeler de yer almışlardır. Kafkaslar ve Türkistan’ da bulunan zengin petrol yatakları, daha önce verilen rakamlara göre, bu gün için çok zaruri veya vazgeçilmez olmamakla birlikte, önümüzdeki yıllarda Kuzey Denizi ve Kuzey Amerika’da petrol üretiminin azalmaya başlaması ile birlikte dünya enerji dengesinde önemli bir yere oturacaktır. O zaman Hazar Bölgesi petrolleri dünya ekonomisi için gerçekten önemli bir yere sahip olacaktır. 

Yukarda da belirtilen bölgelerdeki enerjinin azalmasına veya bitmesine gerek kalmadan Hazar Havzası, uluslararası düzeyde bir imtiyaz mücadelesinin yaşandığı rekabet alanına dönüştü. Büyük enerji şirketleri ile dünyanın yükselen ekonomileri yanında bölge ülkeleri, enerjideki pastadan pay alabilmek için bölgeye hücum ederek, oynanan büyük ve karmaşık oyunda yerlerini aldılar. 

Bu arada, yerli ve yabancı bazı yetkililer ve konunun uzmanları tarafından Hazar Havzası’nın önemi de şu şekilde anlatılmaktadır: ABD Başkan Yardımcısı Dick CHENNEY 1998’de HALLİBURTON’u (ABD’de Bulunan Büyük Bir Şirket) temsilen katıldığı Kazakistan’da petrol şirketlerinin düzenlediği bir konferansta “Tarihin hiçbir döneminde Hazar Bölgesi kadar, bir anda, böylesi bir stratejik öneme sahip olan toprak parçası hatırlamıyorum” 46 diye sözlerine başlayarak, bölgenin önemini ortaya koymuştur. 

ABD başkanlarına danışmanlık yapan strateji uzmanı Zbignew BRZEZİNSKİ’nin 1997 yılında yayımlanan “Büyük Satranç Tahtası” isimli kitabında, Hazar Havzası’nın kaynakları, “ABD’nin yeni Avrasya stratejisi içerisinde öncelikli bir alan” olarak ele alınmıştır47. Bölgeyle ilgili olarak Z. BRZEZİNSKİ’nin şu sözü de çok dikkat çekicidir: “Hazar kaynakları; tarihsel iddialar ile yayılmacı özlemleri yeniden canlandıran ve uluslararası rekabeti kızıştıran hedefleri temsil etmekte dir” 48. 

Zaten, ABD’nin Kafkasya ve Türkistan ülkelerinde yer alan askeri üsleri, bölgenin önemini ve burada oynanan enerji oyununun büyüklüğünü bizlere anlatmakta dır. Afganistan merkez olmak üzere Türkistan’a yayılan Amerikan askeri varlığının yarattığı gerilim ile Hazar’ın ve bölge ülkelerinin enerji kaynakları üzerindeki paylaşım mücadelesi, tehlikeli bir biçimde iç içe geçmiş ve karışık bir hal almıştır.   


47 BRZEZİNSKİ, Zbignıew: “Büyük Satranç Tahtası”, Sabah Kitapları Dizisi, İst. 1998, s.72 
48 BRZEZİNSKİ, Zbignıew: a.g.e., s. 73 



İki bölgede de yakın dönemde yaşanan acı olaylar (Çeçenistan işgali, Karabağ ve G. Osetya savaşları, Oş Olayları ve bazı önemli suikastlar) ancak buralarda 
sürdürülen enerji savaşları ile açıklanabilir. Yani küresel enerji hâkimiyetindeki son adres, Türk devletlerinin de yer aldığı Hazar coğrafyası olmuştur. 

Son olarak, bölge devletlerinin sahip oldukları enerjinin dünya pazarlarına ulaştırılabilmesi için son yıllarda çeşitli boru hatları gündeme gelmiştir. Bunlardan bir kısmının inşaatına başlanmış olup, bir kısmı ise halen proje aşamasındadır. 

SONUÇ 

Petrol, kömürün yerine geçtiğinden bu yana, insanlık tarihinde görülmemiş çok kanlı savaşlara neden olmuştur. Bu yüzden, kanla beslenen enerji endüstrisinin ardında yatan çarpık ilişkileri iyi anlamak ve bu doğrultuda tedbirler almak gerekmektedir. 

Hazar Denizi’ne kıyısı olan Türk cumhuriyetleri, sahip oldukları zengin enerji kaynakları ve uluslararası ticaret açısından yeni ve geniş bir pazar olmaları nedeniyle büyük devletlerin ve komşu ülkelerin ilgi odağı haline geldiler. Ancak son yıllarda bölgede yaşanan gelişmeler, Kafkasya ve Türkistan’ın kaderinin enerji kaynaklarına endekslendiğini göstermektedir. 

Yeni yüzyılın en önemli enerji üretim merkezlerinden biri olmaya aday olan Türk Cumhuriyetleri, ham petrol ve doğal gaz üretim ve ihraç potansiyeli açısından çok dikkat çekmektedirler. Küresel şirketlerin, bölgedeki devletlerle onlarca milyar dolarlık enerji antlaşmaları yapmış olmaları, Türk devletlerinin önemini ortaya koymaktadır. Fakat Hazar Denizi’nin statüsünün hala belirlenememiş olması, özellikle Hazar’ın doğusunda gerçekleştirilecek projelerde önemli bir sorun teşkil etmektedir. 

Zaman içerisinde Kafkasya ve Türkistan bölgelerini kapsayan bir “Hazar Enerji Birliği” kurulmalıdır. Çünkü Hazar Bölgesi’ndeki ülkelerin kendi aralarında enerji birliğini gerçekleştirmeleri, mevcut enerji kaynaklarını daha etkin kullanmalarını sağlayarak, bölge içi ticaretin gelişmesine ve daha geniş piyasalar için üretimlerini arttırmalarını sağlamaya yardımcı olarak ülkelerin ekonomik gelişmişliğinin artmasına yardımcı olacaktır. 


KAYNAKÇA 

-ARSLAN, Faruk: “Orta Doğu’dan Kafkasya’ya Türkistan’a PETROL SATRANCI”, www. farukarslan.com/?page_id=490, 12.09.2012 

-BAĞCI, Suat: “Petrol ve Doğal Gazın Dünyadaki ve Türkiye’deki Durumu”, http://www.e-aso.org.tr/asobulten/büyüteç, 08.07.2002 

-BP: Statistical Review of World Energy, Haziran-2012 

-BRZEZİNSKİ, Zbignıew: “Büyük Satranç Tahtası”, Sabah Kitapları Dizisi, İstanbul, 1998 

-CAFERSOY, Nazım: “Enerji Diplomasisi: Rus Dış Politikasında Stratejik Araç Değişimi”, Stratejik Analiz D., Cilt 1, Sayı 8, Aralık–2000 

-DAVUTOĞLU, Ahmet: “Stratejik Derinlik”, Küre Yayınları, İstanbul, 2001 

-EIA: World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates, 03.03.2009, http://www.eia.doe.gov/emeu/international/reserves.html, erişim, 02.06.2009 

-EKREM, Nuraniye: “Çin-İran İlişkileri ve Çin’in İran’a Yönelik Enerji Politikası”, Stratejik Analiz D., Sayı 7, 2000, s. 48 

-GOULİEV, Rasul: “Petrol ve Politika”, (Çev. Fatma Feran), Ar Matbaası, İstanbul, 1997 

-GÜREL, Şükrü Sina: “Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri”, AÜ SBF Yay. No. 43, Ankara, 1995 

-İLHAN, Suat: Jeopolitik duyarlılık, TTK Basımevi, Ankara, 1989 

-KESİKBAYEV, Askhat: “Kazakistan’ın Ekonomik Kalkınmasında Petrol Kaynaklarını Kullanma Stratejileri”, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, SBE, Eskişehir, 2001 

-KOCAOĞLU, Mehmet: “Petro-Strateji”, Türkeli Yayınları, 1996 

-KÜLEBİ, Ali: “ABD’nin Petro-stratejisi”, www.tusam.net/makaleler/asp/html, 22.08.2005 

-OGAN, Sinan: “Hazar’da Tehlikeli Oyunlar: Statü Sorunu, Paylaşılamayan Kaynaklar ve Silahlanma Yarışı”, Avrasya Dosyası, Cilt 7, Sayı 2, Yaz-2001 

-ÖZALP, Necdet: “Büyük Oyunda Hazar Enerji Kaynaklarının Önemi ve Konumu”, Panorama Dergisi, Şubat–2004 

-PALA, Cenk: “21. Yüzyıl Dünya Enerji Dengesinde Petrol ve Doğal Gazın Yeri ve Önemi”, Avrasya Dosyası, Bahar–2003, Cilt 9, Sayı 1 

-PAMİR, Necdet: “Hazar Bölgesi’nde Enerji Politikaları: Avrupa’nın ve ABD’nin Konseptleri” Semp. Bild., Ankara, 13–14 Kasım 2000 

-PAMİR, A. Necdet: “Kafkaslar ve Hazar Havzası’ndaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri”, Türkiye’nin Çevresindeki Gelişmeler ve 
Türkiye’nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, Harp Akademileri, İstanbul, 2006 

-PARLAR, Suat: “Barbarlığın Kaynağı PETROL”, Anka Yayınları, İstanbul, 2003 

-SEVİM, Cenk: “Geçmişten Günümüze Enerji Güvenliği Ve Paradigma Değişimleri”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı 13, 2009, s. 93-105 

-STERN, Andy: “Dünden Bugüne PETROL SAVAŞLARI”, Neden Kitap Yayınları, İstanbul, 2011 

-ÜŞÜMEZSOY, Şener-ŞEN, Şamil: “Petrol Düzeni ve Körfez Savaşları”, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 2003 

-ÜŞÜMEZSOY, Şener: “Türk Süperetnosu, Dünya Sistemi ve Turan Petrolleri”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Dergisi, Ocak-Şubat-Mart-2007, Sayı 1, s. 146-147 

-YAVUZ, Celalettin: “Avrasya’da Enerji Eksenli Bitmeyen Büyük Oyun”, 2023 Dergisi, Temmuz–2007, Sayı 75, s. 12-18 

-YAVUZ, Celalettin: “Avrasya Jeopolitiğinde Merkez Kayması: Türklerin Enerji Kaynakları İçin Büyük Oyunlar”, 2023 Dergisi, Sayı 66, Ekim-2006, s.12-23 

-YENİÇERİ, Özcan: “Bugünden Yarına Türk Dünyası’na Stratejik Bakış”, IQ Yayıncılık, İstanbul, 2008 

-YERGİN, Daniel: “Petrol: Para Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”, (Çev. K. Tuncay), T. İş Bankası Y., Ankara, 1995 

-YÜCE, Çağrı Kürşat: “Kafkasya ve Orta Asya Enerji Kaynakları Üzerinde Mücadele”, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006 

- ZISCHKA, Antoine: “Petrol Savaşının Kirli Tarihi”, Selis Kitapları, İstanbul, 2007 


..

21. YÜZYIL ENERJİ SAVAŞLARINDA TÜRK CUMHURİYETLERİNİN YERİ ve ÖNEMİ 1


21. YÜZYIL ENERJİ SAVAŞLARINDA TÜRK  CUMHURİYETLERİ’NİN YERİ ve ÖNEMİ 1




THE ROLE AND IMPORTANCE OF TURKISH REPUBLICS IN ENERGY WARS OF 21. CENTURY 


Çağrı Kürşat YÜCE 
Enerji Uzmanı 
Energy Expert 

ÖZET 


Küresel ölçekte enerji tüketimi ve ihtiyacı, geçmişte olduğu gibi, son yıllarda da artmaya devam etmektedir. Bu ihtiyacın karşılanmasında diğer tüm alternatiflere rağmen petrol ve doğal gaz 2030 yılına kadar birincil enerji kaynağı olmayı sürdürecektir. Bu durum sonucunda, enerji kaynakları yirmi birinci yüzyılın en önemli belirleyicilerinden biri olmaya devam edecektir. Ayrıca enerji alanında en azından bir yarım yüzyıl daha petrolün hâkimiyeti devam edecektir. Enerji uzmanları, günümüzde “ucuz petrol” döneminin sona erdiğinden ve petrol pazarında ise fiyat istikrarsızlığının devam edeceğinden sıklıkla bahsetmekteler. Türk Cumhuriyetleri’nin yer aldığı Kafkasya ve Türkistan (Orta Asya) bölgeleri, çeşitli nedenlerden dolayı tarih boyunca önemini korumuş. Bu çalışmada, enerji savaşının önemli aktörlerine ve Kafkasya ile Türkistan bölgelerinde yer alan Türk Cumhuriyetleri’nin sahip oldukları enerji kaynaklarının rezerv durumlarına kısaca değinilmiştir. Ayrıca enerji kaynaklarının bölge ve dünya devletleri için öneminin yanı sıra, XX. yüzyılın sonlarında 
başlayan ve günümüzde de artarak devam eden Hazar enerji kaynakları üzerinde yaşanan rekabet ana hatlarıyla ele alınmıştır. 


GİRİŞ 

Enerji rezervlerinin dünyanın belli coğrafyalarında kümelenmiş olması ve sürekli artış gösteren dünya nüfusuna paralel şekilde enerji ihtiyacının da artması, enerji politikalarının belirlenmesinde temel faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. 

Enerji kaynaklarına sahip olma uğruna akıl almaz bir hızla yaşanan siyasi dönüşümler ve sıcak çatışmalar, enerji faktörünün dünya üzerinde ne denli önemli bir rol sahibi olduğunu ortaya koymaktadır. Zaten 21. yüzyılın enerji siyasetine baktığımızda, petrol ve doğal gaza yeni bir alternatif bulunana kadar, bu iki enerji kaynağı mevcut stratejik önemini sürdüreceğe benzemektedir. 

Ayrıca petrol ve doğal gaz, stratejik önemi arttığı günden bu yana, dünyamız savaşlara, isyanlara, ihtilallere ve acımasız katliamlara maruz kalmaktadır. Günümüzde de bu mücadele, petrolün ve doğal gazın yoğun olarak bulunduğu ve rezervlerin henüz tükenmediği, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar ve Türkistan’da artarak devam etmektedir. 

ABD’nin Irak üzerinden Orta Doğu’daki kaynakları kontrol etme girişimi, Hazar Denizi’nden boru hatlarının geçişi konusundaki sorunlar, Hindistan’ın İran’dan boru hattı ile doğal gaz ithal etme planlarını ABD’nin engellemek istemesi ve Doğu Çin Denizi’nde ihtilaflı sahada doğal gaz üretiminin Çin ve Japonya arasında gerilim yaratması gibi unsurlar bizlere enerjinin ne kadar 
değerli olduğunu göstermektedir. 

Sanayi geliştikçe ve dünya nüfusu arttıkça enerjiye olan gereksinim de artmaya devam edecektir. Bu nedenle dünyadaki petrol ve doğal gaz kaynakları tükenene kadar veya bu enerji kaynaklarının cazibesini gölgeleyecek enerji türleri bulununcaya kadar, petrol ve doğal gaz önemini koruyacak ve bu enerji kaynakları üzerinde yapılan mücadeleler de sürecektir. 

Ayrıca belirtilen enerji rekabeti, enerjinin dış politika konularının asli unsuru haline geldiğini, gerilimlere neden olduğunu ve bu gerilimlerden savaşlara kadar gidilebileceğini de bizlere göstermektedir. 

Çalışmamızın konusunu teşkil eden Kafkasya ve Türkistan’daki enerji havzaları, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte dünya gündemine gelmiş ve sahip olduğu petrol ve doğal gaz potansiyeli ile bütün ilgileri üzerine çekmiştir. II. Dünya Savaşı’nın ardından enerji politikalarını Orta Doğu’daki zengin ve ucuz rezervlere göre ayarlayan küresel güçler, izledikleri siyasette değişiklikler yapmak zorunda kalmışlardır. 

Kaynakların çeşitlendirilmek istendiği ya da alternatif enerji kaynaklarının arandığı günümüzde, acımasız rekabet, çok uluslu şirketlerin de içinde bulunduğu uluslararası bir ortamda devam etmektedir. Kafkasya ve Türkistan enerji kaynaklarına ilişkin işletim ve pazarlama kararları da, menfaati olan ülkelerin geleceklerini hiç kuşkusuz olumlu veya olumsuz mutlaka etkileyecektir. 


1. Enerji Savaşının Önemli Aktörleri: 


a. İngiltere: 

İngiltere, dünyadaki enerji rekabetinin en tecrübeli aktörlerinden birisidir. 

Bir zamanlar “Güneş batmayan ülke” konumundaki bu devlet, dünya savaşlarının her ikisinde olduğu gibi daha öncesinde de, enerji kaynaklarının paylaşımında hep söz sahibi olmuştur. Günümüzde yine, dev petrol şirketleriyle varlığını hissettirmekte ve büyük enerji ihalelerinden aslan payını alabilmekte dir. 

20. yüzyılın “ Petrol Yüzyılı1 olarak anılmasında en büyük pay, elbette ki İngiltere’ye aittir. Çünkü İngiltere, belirtildiği gibi petrolün ticaretinde ve yaşanan petrol savaşlarında her zaman başrolü oynamış bir ülkedir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında, İngiliz hükümetlerinin ve petrol şirketlerinin çok aktif olduğunu ve enerji anlaşmalarında önemli kazanımlar elde ettiklerini bilmekteyiz. 

1900’lerden itibaren petrolün önemini kavrayan İngiltere, Osmanlı’nın topraklarını bölerek Arabistan, Irak, Filistin başta olmak üzere kurduğu manda rejimleri ile enerji savaşlarında kazançlı çıkmışsa da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD ve SSCB’nin güçlü ve ince politikaları karşısında Orta Doğu’daki nüfuz alanlarını bu iki süper güçten ABD’ye terk etmek zorunda kalmıştır 2. Yani, petrol yönünden zengin olmayan İngiltere, önceleri kendi kendine yeterli olan ABD ve zengin petrolü olan Sovyetler karşısında özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 
güçsüz kalmıştır. 

Enerji mücadelesinin güçlü bir aktörü olan İngiltere, Japonya gibi, enerji rezervleri az olan bir ülke olması nedeniyle, dünyadaki enerji paylaşımında her zaman etkili olmaya çalışacaktır. Zira gelişmiş sanayisinin büyük miktardaki enerjiye ihtiyacı olduğu bir gerçektir. 

b. ABD: 

Dünyada sürdürülen enerji mücadelesinin büyük ve tecrübeli aktörlerinden biri de Amerika’dır. Dünyanın en büyük ekonomisine ve gelişmiş sanayisine sahip olan ABD, her geçen yıl ciddi oranda artan bir enerji tüketimine sahiptir. ABD’nin enerji tüketimi, ülkenin geleceği açısından artık bir güvenlik meselesi olarak algılanmaya başlamıştır. Çünkü ABD, dünyada üretilen petrolün yaklaşık % 20,5’ini tek başına tüketen bir ülkedir (2011 yılında yıllık petrol tüketimi 833,6 milyon ton olarak gerçekleşmiştir)3. 

Her ülke gibi ABD de, enerji kaynaklarının kesintisiz, ucuz ve güvenli yollardan temini için, kaynak çeşitlendirme dahil, çok yönlü stratejiler geliştirmektedir. Zira ABD, 1947’den sonra Orta Doğu petrolü için verilen mücadelede önemli roller oynamıştır (Daha önce İngiltere’nin ağırlığını görmekteyiz.). Kendi sınırları dışındaki petrol bölgelerinde büyük nüfuz sahibi olan ABD, bu bölgelerdeki petrolü yıllardır kendi sanayisi için kullanmaktadır4

1 YERGİN, Daniel: “Petrol: Para Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”, (Çev. K. Tuncay), T. İş Bankası Y., Ank., 1995, s. 
2 KOCAOĞLU, Mehmet: “Petro-Strateji”, Türkeli Yayınları, 1996, s. 44 
3 BP: Statistical Review of World Energy, Haziran-2012
4 KÜLEBİ, Ali: “ABD’nin Petro-stratejisi”, www.tusam.net/makaleler/asp/html, 22.08.2005 


Öte yandan, ABD yönetimi, ülkenin güçlü ekonomisini uzun yıllar ayakta tutabilmek ve süper güç olarak kalabilmek için, son yıllarda çok büyük stratejiler geliştirmiş ve uygulamaya koymuştur. ABD, enerji kaynaklarına sahip olmak için “Yeni dünya petrol düzeni” 5 adı verilen kapsamlı ve uzun vadeli bir siyaset uygulamaktadır. Körfez savaşları bu projenin ilk adımlarını oluşturmaktadır. Projeler uygulanırken de terör, demokrasi ve özgürlük gibi kavramlar bahane edilmektedir. 

c. Rusya Federasyonu: 

Rusya Federasyonu, rezervler bakımından önemli bir potansiyel ülkedir. Dünya doğal gaz rezervlerinin % 21,4’üne (en büyük), petrol rezervlerinin ise % 5,3’üne sahiptir6. Üretim itibariyle Rusya’nın dünyadaki payı, petrolde % 12,8, doğal gazda ise % 18,5’tir 7. 

1900’lü yılların başında dünyanın en büyük petrol üreticisi olan Rusya, elli yıl boyunca, dünya petrol pazarlarında hiçbir rol oynamamış, 1950 senesinden sonra atağa geçmiştir. Rusya’nın, 1958 yılında 113 milyon ton olan petrol üretimi, 1972’de 400 milyon tona kadar ulaşmıştı 8. Ayrıca Rusya, 1990 yılına kadar da dünyada petrol ve doğal gaz üretiminde ikinci sırada yer almıştır. 
Bazı yıllar, Rusya’nın petrol ve doğal gaz üretimi düşse de 2010 yılında petrol üretimi 505,1 milyon ton, 2011 yılı sonu itibariyle ise petrol üretimi 511,4 milyon ton olarak gerçekleşmiştir 9. 

Enerji kaynaklarından özellikle de hidrokarbon yatakları, Rusya Federasyonu için çok önemlidir. Çünkü enerji üretimi ve ihracatı, Rus ekonomisinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Bütçe gelirlerinin % 40’ını, ihracat gelirlerinin yaklaşık % 50’sini ve endüstriyel üretim değerinin ise % 30’unu tek başına enerji oluşturmakta dır 10. Başka bir ifadeyle, Rusya’nın 2010 yılı fosil yakıt ihracat geliri 255 milyar dolar olarak gerçekleşmiş (Söz konusu ihracattan en büyük pay % 61 ile AB ülkelerine aittir). Ayrıca 2035 yılında fosil yakıt ihracat gelirinin 420 milyar dolar olarak gerçekleşmesi öngörülmektedir11

Günümüzde Rusya Federasyonu, Kazakistan ve Azerbaycan hidrokarbon kaynaklarını dış pazarlara taşıyan mevcut boru hatlarının çoğunun geçtiği güzergâhlara sahip bulunmaktadır. Jeopolitik alanda, Rusya, petrol endüstrisini geliştirmekle ve bölgedeki enerji ihalelerine kendi şirketlerinin katılımıyla, ekonomik ve politik güvenliğini kuvvetlendirecektir. Ayrıca, Sovyetler 
Birliği’nin dağılmasına rağmen, Rusya Federasyonu’nun Hazar Bölgesi ülkeleriyle olan ilişkilerinde petrol ve doğal gaz, en önemli araçlardan birisi olmuştur. 

d. Avrupa Birliği: 

Üye sayısı 27’ye ulaşan ve yaklaşık 500 milyon nüfuslu AB, aynı zamanda dünyanın en büyük enerji tüketim bölgelerinden biridir. Ortak Dış Politika, Ortak Savunma Politikası ve hatta AB 

5 ÜŞÜMEZSOY, Şener-ŞEN, Şamil: a.g.e., s. 166 
6 BP: Statistical Review of World Energy, Haziran-2012 
7 BP: a.g.r., 2012 
8 GOULİEV, Rasul: “Petrol ve Politika”, (Çev. Fatma Feran), Ar Matbaası, İstanbul, 1997 s. 47 
9 BP: a.g.r., 2012 
10 GOULIEV, Resul: a.g.e., s. 59 
11 IEA: World Energy Outlook-2011, http://www.iea.org/publications/freepublications/publication/name,4007,en.html 


Anayasası oluşturmaya çalışan birlik, Ortak Enerji Politikası konusunda ise gözle görülür bir ilerleme kaydedememektedir. 

Enerji sorunu, Avrupa Birliği ülkeleri açısından oldukça önemlidir. AB, dünya enerji ithalatında ilk sırayı almaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinin en fazla dışa bağımlılık yaşadığı enerji kaynağı, toplam tüketiminin % 76’sını ithalatla sağladığı petroldür. 

Enerji alanındaki sıkıntılarına rağmen AB, Hazar Havzası’nda çok aktif değildir. Ancak son dönemde kaynak çeşitliliği bağlamında Türkiye’nin Doğu-Batı Enerji Koridoru Stratejisine destek vermektedir. 

e. Çin Halk Cumhuriyeti: 

Çin, büyüyen ekonomik gücünü nüfus ve coğrafyasının sağladığı güç ile de birleştirerek, 

21. yüzyılda süper güç olmaya çalışmaktadır. Çin, bir dünya devleti olabilmek için Rusya ve İran ile geliştirdiği stratejik ortaklığın yanı sıra, dünyanın çeşitli bölgeleri ile ticari ilişkilerini geliştirmekte ve bölgesel projelerin yapımına da talip olmaktadır. Çin’in belirtilen hedefleri doğrultusunda ihmal etmeyeceği bir husus elbette ki enerji kaynaklarına sahip olmaktır. Bu sebeple Çin, petrol ve doğal gaz konusunda dünya gündemine gelmiş olan Kafkasya ve Türkistan ülkelerine yönelmiştir. Buralardaki enerji ihalelerinden önemli paylar elde etmeye başlayan Çin, Kazakistan’dan petrol, Türkmenistan’dan ise doğal gaz almak için çeşitli anlaşmalar imzalamıştır. Ayrıca Rusya’dan da petrol ve doğal gaz alma 
girişimlerinin olduğu bilinmektedir. 

Çin, ekonomisinin hızlı gelişmesinden dolayı ortaya çıkan petrol ve doğal gaz açığının (Son yıllarda Japonya’dan sonra ikinci büyük petrol ithalatçısı konumuna yükseldi) çoğunu İran’dan temin etmektedir 12. Enerji sıkıntısı ile karşı karşıya kalması beklenen Çin, İran ve Kazakistan petrolü ile Türkmenistan’ın gazına bağımlılığı her geçen gün daha da artacaktır. 

Daha önce de belirtildiği gibi, Çin’in enerji ihtiyacı her yıl büyük oranda artmaktadır. Bu durumu şu değerler ile ortaya koyabiliriz: ÇHC’nin 2009 yılında petrol üretimi 189,5 milyon ton olmuş, 2011 yılı sonu itibariyle de 203,6 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Bu üretim değeri artarak devam etmektedir. Ancak Çin’in petrol ihtiyacı çok artmıştır ve her yıl % 4’lük hız ile ilerlemektedir. Bu gidişle önümüzdeki yıllarda Çin’in petrol ithalatı, petrol tüketiminin % 40’ına ulaşacaktır13. 

Son zamanlarda, Hazar Havzası enerji kaynaklarının Çin’e güvenli ve istikrarlı bir şekilde ulaşabilmesi için enerji nakil hatları projeleri de sık sık gündeme gelmektedir (Bu konuda Kazakistan ve Türkmenistan ile Çin’in yaptığı enerji anlaşmaları mevcuttur). 

f. Büyük Petrol Şirketleri: 

Petrol üretim ve pazarlanmasını denetleyen ilk büyük şirket, 1870’de bir milyon dolar sermaye ile kurulan “Standart Oil” şirketidir. Bu şirket, zamanla güçlenerek dünyanın çok çeşitli bölgelerinde petrol rezervlerini kontrol eder duruma gelmiştir. 

12 EKREM, Nuraniye: “Çin-İran İlişkileri ve Çin’in İran’a Yönelik Enerji Politikası”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt 1, Sayı 7, 2000, s. 48 
13 BP: Statistical Review of World Energy, Haziran 2012 


1890 yılına gelindiğinde dünya tekeli konumuna geldiği bilinmektedir14
19. yüzyıl sonlarında ise Avrupa, Rusya ve Uzak Doğu pazarlarını denetleyecek düzeye gelmiştir. 

Standart Oil Şirketi’nin parçalanması ile “Yedi Kızkardeş” adı verilen yeni şirketler ortaya çıkmıştır (Günümüzde ise “Beş Kızkardeş”15 adı verilen Amerikan şirketlerinin etkili olduğunu görmekteyiz). Daha sonraları, Uzak Doğu pazarları üzerinde Standart Oil ile rekabet eden Royal Ducth Şirketi’nin sektörde yerini aldığını bilmekteyiz. Söz konusu şirket, 1907’de “Shell” ile 
birleşmiş16 ve bu birleşme ile rekabet ortamı daha fazla kızışmıştır. 

1920’lere gelindiğinde adı geçen dev petrol şirketleri, petrolün üretim ve pazarlanmasının büyük bir kısmını ellerinde bulunduruyorlardı (Günümüzde petrol şirketlerinin, petrol sahalarındaki üretimin % 50’den fazlasına ve rezervlerin de % 60’tan fazlasına sahip oldukları bilinen bir gerçektir). Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle, Avrupalı şirketler gibi Amerikalı şirketler de kendi ülkelerinin dışında yeni petrol kaynaklarına ihtiyaç duyunca, petrol şirketlerinin rekabet ortamına devletler de girmeye başlamıştır. Devletlerin bu acımasız rekabette yer alması, kanlı savaşları da beraberinde getirmiştir. 

1950’den sonraki dönemde ise petrol üzerinde bir imtiyazlar sistemi kurulmuş ve sömürgecilik dönemini aratmayacak bir tekelcilik dönemi başlamış oldu. Bu durum, 21. yüzyılda da aynen devam etmektedir. Yani dünyadaki hidrokarbon rezervlerinin tespitinde ve çıkarılan kaynakların pazarlara naklinde yine dev şirketler söz sahibidirler. 

Diğer yandan, petrol sektörü, nitelik itibariyle sermaye yoğun ve büyük ölçeklidir. Bundan dolayı petrol sanayiinde çalışan firmalar, büyük bir ekonomik güç oluşturmakta, ulusal ve uluslararası düzeyde strateji uygulayabilme imkânına sahip bulunmaktadırlar. 

Enerjinin paylaşım savaşını veren petrol şirketlerinin güçleri, dünyanın petrol açısından önem arz eden tüm bölgelerinde ellerinde tuttukları rezervlerle ve yatırımlarından elde ettikleri milyarlarca dolarlık karlarla da ölçülmektedir. Elde ettikleri rezervlerin miktarı, enerji kaynaklarının ne zaman üretileceği ve pazarlara taşınacağı da dev şirketlerin tasarrufundadır. 

Bazı şirketlerin sermayeleri, dünya devletlerinin çoğunun yıllık gelirlerinden bile fazla durumdadır. Yıllık ciroları onlarca milyar doları bulmaktadır. Hatta bazı şirketlerin açıklamalarına göre 2011 yılı karları şu şekildedir: Chevron 26,9 milyar dolar, BP 25,7 milyar dolar ve Royal Dutch/Shell de 30,92 milyar dolar17. 
Bu yüzden, bulundukları devletlerin dış politikalarında çok etkili oldukları gibi, dünya siyasetine de ekonomisine de az veya çok yön verebilmişlerdir. Bu gün de durum değişmemiştir. 

Dünyanın en büyük ilk 20 şirketinin 7 tanesini petrol şirketlerinin oluşturması, uluslararası ilişkilerde ve enerji alanında sürdürülen mücadelenin boyutu hakkında bizlere fikir vermektedir18

14 GÜREL, Şükrü Sina: “Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri”, AÜ SBF Y. No. 43, Ank., 1995, s. 36-37 
15 ÜŞÜMEZSOY, Şener-ŞEN, Şamil: “Petrol Düzeni ve Körfez Savaşları”, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 2003, s. 212 
16 GÜREL, Şükrü Sina: a.g.e., s. 37-38 
17 http://haberrus.com/economics/2012/03/23/rus-petrol-sirketleri-rekor-kirdi-2011de-45-milyar-dolar-karelde-etti.html 
18 YERGİN, Daniel: a.g.e., s. 11 


BBC Ajansı kaynaklı bilgilere göre, dünyanın en büyük petrol şirketleri sıralamasında; birinci sırada Exxon-Mobil (sermayesi 315 milyar dolar), ikinci sırada Royal Dutch-Shell (sermayesi 221 milyar dolar), üçüncü BP-Amaco (sermayesi 209 milyar dolar), dördüncü Tatal-Fina Elf (sermayesi 113 milyar dolar), beşinci sırada Chevron-Texaco (90 milyar dolar), altıncı sırada ise 
ENİ (45 milyar dolar) bulunmaktadır 19. 

Şirketlerin gücünü ve büyüklüğünü anlatması açısından Rus şirketi olan Gazprom’u da verebiliriz. Dünyada bilinen doğal gaz rezervlerinin % 23,5’ini ve toplam üretiminin % 25’ini tek başına kontrol eden bu şirket, dünyanın en büyük doğal gaz şirketidir. Ayrıca Rusya’nın doğal gaz rezervlerinin % 70’ini ve üretiminin de % 94’ünü elinde bulundurmaktadır20. 

Ayrıca çok uluslu şirketler, enerji konsorsiyumlarından önemli hisseler de elde etmektedirler. Bu durum geçmişte böyleydi, günümüzde de böyledir. Buna örnek olarak Chevron Şirketi’ni verebiliriz. Şirket, Kazakistan’ın dev Tengiz petrol sahasında % 50 ve Azerbaycan’ın Hazar Denizi açıklarındaki petrol sahalarında % 30 hisseye sahip durumdadır 21. Diğer güçlü şirketlerde de aynı gerçeği görmemiz mümkündür. 

Bu arada dünyanın artan enerji tüketimini karşılamak ve kar elde etmek için; Exxon-Mobil, Shell, ChevronTexaco, BP-Amaco, ElfTotal ve diğer enerji şirketleri, yeni kuyular bulmak için, yüzlerce milyar dolarlık yatırım yapmışlardır. Örnek verecek olursak, 1996 ve 1999 arasında 145 petrol şirketi, toplam 410 milyar dolar para harcamışlardır22

2. Türk Cumhuriyetleri’nin Petrol ve Doğal Gaz Potansiyeli: 

Türk devletlerinin yer aldığı Hazar Bölgesi, dünyanın araştırılmamış ve büyük oranda da işletilmemiş son enerji bölgelerinden biridir. Dolayısıyla bu bölgedeki enerji kaynaklarının arama ve geliştirme çalışmalarına açılması, petrol şirketleri arasında büyük bir ilgiye ve rekabete yol açmıştır. Bölgede bulunan hidrokarbon yataklarının potansiyeli hakkında çeşitli kaynaklarda değişik oranlarda rakamlar göze çarpmaktadır. 

a. Petrol Rezerv ve Üretim Durumu: 

BP’nin 2011 yılı verilerine göre “Hazar Dörtlüsü” olarak da bilinen Türk devletlerinin ispatlanmış toplam petrol rezervleri 38,2 milyar varildir. Bu değer, dünyadaki toplam petrol rezervlerinin % 2,2’sinden biraz fazla bir orana tekabül etmektedir. Başka bir ifadeyle, BP’nin verilerine göre, Kazakistan’ın petrol rezervinin 30 milyar varil, Azerbaycan’ın petrol rezervlerinin 7 milyar varil olduğu göz önüne alınırsa, bölgedeki enerjinin boyutları kendiliğinde ortaya çıkacaktır 23 (Tablo 1). 

19 KESİKBAYEV, Askhat: “Kazakistan’ın Ekonomik Kalkınmasında Petrol Kaynaklarını Kullanma Stratejileri”, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, SBE, Eskişehir, 2001, s. 51 
20 CAFERSOY, Nazım: “Enerji Diplomasisi: Rus Dış Politikasında Stratejik Araç Değişimi”, Stratejik Analiz D., Aralık–2000, s. 53 
21 http://www.türkatak.com.tr, “Hazar Boru Hattı Artık Hayal Değil”, The Economist Dergisi’nin 10.03.2001 Tarihli Sayısında Yayınlanan Makalenin Türkçesi, s. 2 
22 http://www.sonsaniye.net, “Petrol Savaşının İçyüzü”, 06.08.2004 
23 BP: Statistical Review of World Energy, Haziran 2012 


TABLO 1: BP Verilerine Göre Türk Cumhuriyetleri’nin Petrol Rezervleri24

ÜLKELER BP’nin 2011 Verileri       (Milyar Varil)        Dünya Toplamı İçindeki Payı (%) 
AZERBAYCAN                                  7                              0,4 
KAZAKİSTAN                                30                               1,8 
TÜRKMENİSTAN                             0,6 * 
ÖZBEKİSTAN                                 0,6 * 
TOPLAM                                      38.2                             2,2 

* % 0,05’ten daha az olan ülkeler. (1 ton=7,33 varil) 

2. Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEK,

.