UZLAŞMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
UZLAŞMA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2017 Cuma

BÖLGEDE YENI DÖNEMIN HABERCISI: TÜRKIYE-İSRAIL İLIŞKILERINDE UZLAŞMA,

BÖLGEDE YENI DÖNEMIN HABERCISI: TÜRKIYE-İSRAIL İLIŞKILERINDE UZLAŞMA, 


BÖLGESEL GELİŞMELER DEĞERLENDİRMESİ 
Göktuğ SÖNMEZ
ORSAM 
NO.44, TEMMUZ 2016 



Göktuğ Sönmez, Lisans derecesini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden ve yüksek lisans derecesini London School of Economics (LSE) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden almıştır. 

Hâlihazırda Londra Üniversitesi Oryantal ve Afrika Çalışmaları Okulu (School of Oriental and African Studies -SOAS)’nda doktorasını yapmaktadır. Akademik 
araştırma alanları arasında Uluslararası İlişkiler Teorisi, Türk Dış Politikası, Enerji Politikaları ve Uluslararası İlişkilerde Din bulunmaktadır. Bu alanlarda 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) ve Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) gibi çeşitli düşünce 
kuruluşlarında araştırmalarda bulunmuştur. Halihazırda ORSAM’da misafir araştırmacı olarak bulunmaktadır. 

2003’teki Irak Savaşı’nın ardından iniş çıkışları, genel itibariyle negatifleşen seyri ve aşılabilen/aşılamayan kritik eşikleriyle dikkat çeken yakın dönem Türkiye-İsrail ilişkilerinde Haziran 2016 itibariyle önemli bir dönüm noktası yaşanmıştır. Ayrışma, gerilim ve krizler döneminden sonra gelen uzlaşma, yalnız Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir dönüşümü işaret etmemektedir. Bu gelişme, aynı zamanda Türkiye’nin daha bütüncül anlamda dış politikasında takip edeceği anlayışın önemli parçalarından biri olarak da değerlendirilmelidir. İsrail ile uzlaşmanın hemen akabinde Rusya ile ilişkilerde de hızla toparlanma sinyalleri görülmesi bu bütüncül yaklaşıma işaret etmektedir. Türkiye’nin bu Reelpolitik odaklı dönüşümle öncelikli hedeflerinin bölgesel ve uluslararası manevra alanını artırma ve bölge istikrarsızlığından doğan güvenlik endişelerini giderme olduğu değerlen dirilebilir. 

Özellikle 2003’teki Irak Savaşı’nın akabinde kademeli olarak ve bazı temel dönüm noktaları neticesinde gerilen Türkiye-İsrail ilişkilerinde 27 Haziran 2016’da duyurulan anlaşmayla önemli bir değişim gerçekleşmiştir. İki ülkenin özellikle 2013 sonrasında sürdürdüğü farklı düzeylerdeki görüşmeler nihai bir uzlaşı metni halini almış, ilişkilerin onarımına dair ortak irade ortaya konmuştur. Bu çalışmada öncelikle Türkiye-İsrail ilişkilerindeki ayrışma süreci ve buna neden olan gelişmeler ve önemli dönüm noktaları irdelenecektir. Sonrasında uzlaşmayı ortaya çıkaran bölgesel ve küresel dönüşümler ve anlaşmanın içeriği ele alınacaktır. Son olarak da uzlaşmanın akabinde hem ikili ilişkiler hem de bölgesel siyaset adına öngörülere değinilecek, Türkiye’nin dış politikasında yeni bir dönemin sinyallerini veren uzlaşmanın muhtemel sonuçları üzerinde durulacaktır. 

Uzlaşmaya Kadar Türkiye-İsrail İlişkileri: Dönüm Noktalarına Kısa bir Bakış Türkiye ile İsrail ilişkilerinde Irak Savaşı sonrasında Kuzey Irak üzerindeki 
anlaşmazlıkla başlayan ayrışma süreci, Türkiye’nin Suriye ile İsrail arasındaki barış görüşmelerinde aracı rolü oynadığı dönemde gelen Dökme Kurşun Operasyonu’nu takiben yeni bir boyuta taşınmıştı. Bu iki temel dönüm noktası arasında iki ülke arasında ilişkiler belirli bir seviyede tutulmaya çalışılmıştır. Bu çabanın iki örneği İstanbul’daki sinagog saldırıları sonrasında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başhaham ile bu seviyede ilk kez gerçekleşen görüşmesi1 ve 2007’de Peres’in TBMM’ye hitap eden ilk İsrail 

Dökme Kurşun Operasyonu’nu takip eden dönemde hızla ve oldukça kısa dönemde vuku bulan “One Minute” gerilimi, “alçak koltuk krizi” ve Mavi Marmara meselesini takiben ilişkiler tarihinin dip noktasını tecrübe etmişti. 



Cumhurbaşkanı olmasıdır.2 Bu ara süreçte Halid Meşal’in Türkiye ziyareti gibi bazı gelişmeler ilişkilerin bir sonraki dönemde daha ciddi bir bozulma yaşayacağı zemini hazırlamıştır. Dökme Kurşun Operasyonu’nu takip eden dönemde hızla ve oldukça kısa dönemde vuku bulan “One Minute” gerilimi, “alçak koltuk krizi” ve 
Mavi Marmara trajedisini takiben ilişkiler tarihinin dip noktasını tecrübe etmişti.3 Her ne kadar bu süreçte ve akabinde 2010’da Türkiye’nin İsrail’in OECD üyeliğine karşı çıkmaması gibi yumuşatıcı adımlar atıldıysa da gelen krizi önlemek mümkün olmamıştı. Bu atmosferi müteakip askeri anlaşmalar askıya alınmış ve diplomatik temsil seviyesi de düşürülmüştür. 

Gerginliğin tırmanmasında Türkiye’nin İran’ın nükleer programının barışçıl amaçlı olduğuna dair inancı ve İsrail’in nükleer silahlara sahip olmasını bu inancını 
dillendirdiği platformlarda dile getirerek sorunsallaştırması da ciddi bir negatif rol oynamıştı.4 Özellikle bu dönemde, Türkiye-İsrail ilişkilerinin temel taşlarından olan ortak askeri manevraların (Anadolu Kartalı ve Güvenilir Denizkızı) da iptali ve/ veya İsrail’in bu manevralardan çıkarılması oldukça sembolik 
bir önem arz etmişti. 

Öte yandan bakıldığında bu krizlerin tecrübe edildiği dönemden ekonomik ilişkiler nispeten etkilenmeden çıkabilmiş, 2003 yılında yaklaşık 
2 milyar dolar olan ticaret hacminde iki kattan fazla bir artış yaşanmıştır. Türkiye-İsrail Uzlaşması: 

Zamanlaması ve İçeriği Kısaca gözden geçirilen bu iniş ve çıkışlar Türkiye-İsrail ilişkilerinde 2003 sonrası dönemin ne denli fırtınalı geçtiğinin bir göstergesidir. 
Ancak özellikle 2013 sonrasında Suriye iç savaşının uluslararası hüviyet kazanması ve bölgede 

DAEŞ terörünün etkinliğini artırmasıyla beraber bölge ülkeleri bölgesel ve küresel politikalarında revizyona gitme ihtiyacı duymuştur. Türkiye de bu açıdan bir istisna teşkil etmemektedir. 

Özellikle Suriye iç savaşı dolayısıyla Suriye rejimiyle ve ilerleyen dönemde dolaylı olarak Irak ve İran yönetimiyle ilişkilerinde Arap Baharı öncesi yıllarda 
oluşan pozitif iklim ciddi manada hasar almıştır. Yine bu atmosferin dolaylı etkisiyle Türkiye-Rusya uçak krizi yaşanmış, Türkiye’nin enerji güvenliğine dair endişeler ortaya çıkmıştır.5 

2016 Haziranının son haftasında İsrail’le normalleşmeyi hemen takiben bu ilişkide de normalleşme süreci işletilmeye başlamıştır. Buna karşın Rusya ile yaşanan gerilimden Türkiye’nin çıkardığı en önemli derslerden biri enerji güvenliği açısından bağımlılık oranının oluşturduğu tehdittir. Bu tehlike algısı politika yapıcıları ve uzmanlarca sıkça dile getirilmiş olmakla beraber, sahadaki tecrübenin etkisinin daha kalıcı ve somut olacağını öngörmek mümkündür. 
Rusya ile yaşanan kriz döneminde hızla alternatif kaynaklar üzerinde durulmasını da bu değişim açıklamaktadır. Dolayısıyla bir yandan bölgesel entegrasyon projesinde tıkanmalar yaşayan diğer yandan enerji güvenliğinin önemini yeniden idrak etmek durumunda kalan Türkiye için bu ortamda yakınlaşmanın gerçekleşeceği aktörün iki temel özelliği olması gerekmektedir; bölgede etkin ve Türkiye’nin bölgesel kayıplarını telafi etmesini sağlama potansiyeli ve enerji bakımından zengin ve Türkiye’nin transit rolüne ihtiyaç duyması. Bu iki temel ihtiyacı da karşılayacak ideal aday İsrail olarak görünmektedir. İşte bu temel ihtiyaçlardan yola çıkılarak yapılan analiz Türkiye-İsrail ilişkilerindeki yakınlaşmada temeli teşkil 



Anlaşmaya göre İsrail, Mavi Marmara’da hayatını kaybedenler ve aileleri için 20 milyon dolar tazminat ödeyecek ve Türkiye Filistin’e Aşdod Limanı 
üzerinden yardım ulaştırabilecek, Filistin’de insani projeler sürdürebilecektir. eden bir Reelpolitik dönüşümün anahtarıdır. Öte yandan, İsrail, 2003 
sonrası dönemde tehdit algıladığı iki tehlikeli bölgesel aktörden birinin Irak Savaşı sonrası düşüşü, diğerinin ise Suriye iç savaşı sürecinde 
gücünü ciddi manada kaybedişiyle kısmi bir rahatlama evresine girmiştir. Ancak bölgede başarısız devletlerin artışı ve DAEŞ gibi yapılanmaların sahada etkin 
rol oynar hale gelmeleri bir tahmin edilemezlik iklimi doğurmuştur. Bu durum güvenlik açısından yeni bir düşünce tarzı ve bulunulan konumun revizyonu ihtiyacını gündeme getirmiştir. 

İsrail’in kuruluşundan itibaren izlediği çevre ülkeler (ve halklar) doktrini6 de göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin hem bölgede revizyona ihtiyaç duyduğu 
hem enerji konusunda alternatif kaynakları değerlendirdiği bu dönemde İsrail’in normalleşme talebine dair adım atmasının oldukça pragmatik ve akılcı bir zamanlama olduğu da söylenebilir. 

İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin onarımına dönük çok kritik bir dönüm noktası olarak hatırlanacak anlaşmaya göre İsrail, Mavi Marmara’da hayatını kaybedenler ve aileleri için 20 milyon dolar tazminat ödeyecek ve Türkiye Filistin’e Aşdod Limanı üzerinden yardım ulaştırabilecek, Filistin’de insani projeler sürdürebilecektir. 

Buna karşın Hamas Türkiye’de yalnızca siyasi temsilcilik bulundurabilecektir. Türkiye tarafından Hamas’ın halihazırda Türkiye’de askeri büro bulundurmadığı, ilişkilerin yalnızca siyasi boyutta olduğu ve Hamas meselesinin uzlaşma kapsamında yer almadığı belirtilse de İsrail tarafı bu yönde açıklamada 
bulunmuştur. Mavi Marmara saldırısında görev alan İsrail güvenlik güçlerine dair Türkiye’nin yargı makamlarınca herhangi bir süreç işletilmeyecektir. 
Türkiye’nin bu kapsamda öncelikli olarak Gazze için su arıtma tesisi, enerji santrali ve 200 yataklı Türkiye-Filistin Dostluk Hastanesi inşası için 
gerekli malzemenin iletimine başlayacağı belirtilmiştir. 

Ayrıca iki ülke karşılıklı diplomatik temsillerini yeninde büyükelçilik seviyesine çıkaracak ve birbirlerine dair uyguladıkları yaptırımları kaldıracaklardır. Türkiye 
Cumhuriyeti Başbakanı Binali Yıldırım da konuya dair açıklamasında mevkidaşının da dillendirdiği bu temel noktalara ilaveten ilk insani yardım gemisinin, anlaşma dahilinde Türkiye’nin yapacağı yardımların ilk kısmı olarak 1 Temmuz, 2016’da Aşdod Limanına yola çıkacağını ifade etmiştir.7 Bu bağlamda 11 bin ton insani yardım Lady Leyla gemisiyle 1 Temmuz günü yola çıkmış, 3 Temmuz’da Aşdod Limanı’ndan karşılanmıştır. Uzlaşmanın Söyledikleri ve Bölge Geleceğine Dair Öngörüler 26 Haziran’da Roma’da varılan uzlaşı yalnızca 

Türkiye’nin dış politika yapımında daha bütüncül bir değişimin en önemli parçalarından birini teşkil etmemektedir. Bu uzlaşma aynı zamanda hem ikili ilişkiler hem bölgesel dinamikler açısından büyük önem arz etmektedir. İsrail ile varılan uzlaşı, Türkiye’nin “dostların sayısını artırma, düşmanların sayısını azaltma” biçiminde yeni dönemde formüle ettiği dış politik anlayışın önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır. İlişkilerin normalleşmesinde aşılacak eşiklerden birisi karşılıklı güvenin yeniden tesisidir. 

Öte yandan, Türkiye-İsrail ilişkilerinin 1990’lar seviyesine dönüşünün mümkün ve daha önemlisi iki ülke tarafından da dönemin dinamikleri göz önüne alındığında gerekli ve tercih sebebi olup olmadığı ancak devam edegelen normalleşme sürecinin ileriki dönemlerinde cevaplandırılabilecek sorulardır. 

Uzlaşma bağlamında Türkiye’yi dış siyasetinde yeniden konumlanmaya iten bazı temel sebepleri irdelemek gereklidir. Son yıllarda bölge ülkeleri ve nihayeten 
Rusya ile bozulan ilişkiler neticesinde Türkiye’nin ticari performansında önemli kayıplar yaşanmış, FED’in parasal genişlemeyi bitirmesi ve faiz artırımı politikasıyla gelişmekte olan pek çok ülkeye benzer şekilde, ancak daha yüksek oranlarda, parasının değer kaybettiği gözlenmiştir. Dış politikadaki bu revizyon 
öncesinde mevcut ortam yalnızca ekonomik açıdan değil, dış politika seçeneklerindeki daralma anlamında siyaseten de Türkiye’nin elinin görece zayıfladığı bir döneme işaret etmiştir. 

Arap Baharı’nın hemen akabinde oluşan Türkiye açısından olumlu havanın, özellikle Mısır’ın seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi’nin pozisyonunu kaybetmesi ve Suriye İsrail ile varılan uzlaşı, Türkiye’nin “dostların sayısını artırma, düşmanların sayısını azaltma” biçiminde yeni dönemde formüle ettiği dış politik anlayışın önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.

İç savaşının beklenenden uzun sürmesi sonrasında zaman içerisinde zayıfladığı görülmüştür. 

Uzlaşmanın getirmesi muhtemel kazanımlar birkaç ana başlık altında incelenebilir. Bunlardan biri olan Filistin meselesinde, bakıldığında birkaç önemli 
kazanımdan bahsedilebilir. 

Bunlardan birincisi anlaşma ile beraber Filistin’e Türkiye’nin yardım elinin uzatılması konusunda elde ettiği kazanımdır. Bu anlaşma sayesinde Türkiye Gazze’ye insani yardım sağlamak için somut bir adım atma imkanı elde edecektir. Öte yandan anlaşmanın bu boyutunun doğurduğu en önemli sonuçlardan biri de Filistin meselesinde Türkiye’nin istisnai konumunun altınının çizilmesidir. Türkiye böylece bölge ülkeleri arasındaki yumuşak gücüne de ciddi 
manada katkı yapma imkanı bulacaktır. 

Meselenin enerji boyutu da özellikle üzerinde durulması gereken bir noktadır. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı profili ve bu bağımlılık içinde Rusya’nın rolü 
düşünüldüğünde enerji arz güvenliği Rusya ile krizi müteakip en önemli tartışma konularından biriydi. Türkiye’nin enerji politikaları açısından yalnızca kendi 
artan enerji talebini karşılamak değil, transit bir rol oynamak hedefinin de büyük önem arz ettiği açıktır. Bu hedefin hayata geçirilebilmesinde 
hem bölge ülkeleriyle hem de ana tedarikçi ülkelerle iyi ilişkiler hayati önem taşımaktadır. Türkiye, kendi doğalgaz üretiminin oldukça kısıtlı olduğu düşünüldüğünde, bu ihtiyacını karşılayabilmek için Rusya’dan Mısır’a, Irak’tan Azerbaycan’a, İran’dan Türkmenistan’a pek çok ülkeyle gerek kaynak gerek transit ülke olarak ilişki geliştirmek zorundadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin enerji politikalarında hem kendi talebini karşılama hem terminal ülke olma amacıyla ihtiyaç duyduğu doğalgaz kaynağı açısından İsrail giderek önem kazanmaktadır. 



Bir yandan Türkiye, enerji kaynakları zenginliği açısından yeni bir Hazar havzası potansiyeli taşıyan 1 trilyon milyar metreküpe yakın rezerve sahip olduğu değerlendirilen Doğu Akdeniz havzasındaki Tamar ve Laviathan sahasından çıkarılan doğalgazdan istifade edebilecek, diğer yandan bu gazın taşınmasında önemli rol oynayabilecektir. 
İsrail’in Türkiye’ye bu sahadan arz edebileceği doğalgazın 10 ila 15 milyar metreküp arasında değişebileceği tahmin edilmektedir. 

Bu miktar önemli bir ek kaynak olmakla beraber, İsrail’le normalleşmenin enerjide devrim niteliğinde bir atılımı mümkün kılmadığı görülmektedir. İsrail’le 
enerji alanında geliştirilecek ilişkilerde çıkarılacak kaynaklar ve bu kaynakların iletileceği boru hatları üzerinde egemenlik hakları ve hangi tarafların ekonomik kazanım sağlayacağı konusu üzerinde de durmak gerekmektedir. Bunun, Kıbrıs meselesinde hem kaynakların çıkarılması hem muhtemel boru hattının inşa edilmesi sürecinde masadaki en önemli sorulardan biri olacağını da unutmamak gerekir. Doğu Akdeniz’deki kaynakların çıkarımından ve Türkiye’nin enerji politikalarında hem kendi talebini karşılama hem terminal ülke olma amacıyla ihtiyaç duyduğu doğalgaz kaynağı açısından İsrail giderek önem kazanmaktadır. 

Doğu Akdeniz’de inşa edilecek olası bir boru hattından yalnız Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRY)’nin kazanım sağlama ihtimali Türkiye için hassas bir konudur. 2010 ve 2011’de İsrail ile GKRY arasındaki anlaşmalara cevaben Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin TPAO’ya sondaj lisansı vermesi8 gibi sembolik adımlar Kıbrıs konusunda önümüzdeki günlerde gündeme daha sıkça gelebilecek tartışmaların habercisidir. Buna karşın Türkiye’nin Kıbrıs meselesindeki pozisyonu da dikkate alınarak sürdürülecek enerji odaklı çalışmalarla Türkiye için kazanım sağlamak mümkündür. Halihazırda İsrail için GKRY üzerinden ve Girit’e bir botu hattı fikriyle doğalgaz satışı önemli bir seçenek olarak görülmekteyken, Netanyahu’nun bu doğalgazın Türkiye üzerinden 

Avrupa’ya satışına dair isteğini dile getirmesi ve aynı günlerde Rusya ile ilişkilerin yumuşamasını hemen takiben Türk Akımı projesinin tekrar gündeme getirilmesi Türkiye’nin önemli bir transit ülke olma hedefine olumlu katkı sağlayabilecektir.9 İsrail ile anlaşmanın hemen akabinde atılan adımlarla Rusya ile ilişkilerde de yeni döneme girildiği görülmektedir. 

Burada en önemli gelişmelerden birisi, Haziran başında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Netenyahu’nun Moskova’ya gerçekleştirdiği ziyarettir. 
Bu ziyarette Putin’in yaptığı, İsrail-Türkiye ilişkilerinde uzlaşma olmasından memnuniyet duyacağına dair, açıklamanın zamanlaması tesadüf olmaktan oldukça uzak görünmektedir.10 

Rusya ile varılan uzlaşının da bu açıklamanın öncesi de düşünüldüğünde bir ayı aşkın bir süreyi kapsayan diplomatik çabanın ve yatırımın ürünü olduğunu tahmin etmek mümkündür. 

Türkiye’nin bu yeni dönemde takip edeceği bölgesel ve ikili ilişkilerdeki tavrın bütüncül olarak ele alınması gerekmektedir. İsrail ve Rusya ile sınırlı kalmayan daha geniş kapsamlı bir gözden geçirme süreci olacağı tahmin edilmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin “düşmanlarını azaltma” arayışında bir diğer önemli adayın da Mısır olduğu tahmin edilmektedir. 

Aynı zamanda Türkiye’nin ABD önderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyon içerisinde en önemli aktörlerden biri olduğu da düşünüldüğünde, önemli bölgesel güçlerle 
ilişkilerinde yeniden düzenlemelere giden Türkiye’nin elinin önümüzdeki dönemde güçleneceği öne sürülebilir. Türkiye’nin bulunduğu konum ve ölçülebilir güç unsurları değerlendirildiğinde, coğrafyasının birden fazla önemli aktörüyle aynı anda gerilim yaşaması önemli tehlikeler barındırmaktadır. 

< Uluslararası ilişkilerin temel unsuru her bir ülke için etki ve güç kazanımı yoluyla ileriye götürülebilecek ulusal çıkarlardır.>

Bu tehlikelerin yansımalarının hem dış politik manevra kabiliyetinde daralma, hem ekonomik gücün yansıtılmasında negatif etki, hem de güvenlik açısından etkileri değişen ölçülerde tecrübe edilmiştir. Bu yeni çerçevede, ilişkilerin revize edildiği aktörlerin ve Türkiye’nin Suriye politikalarını yeniden gözden geçirmeleri de beklenebilir. ABD’nin Türkiye-İsrail, İran’ın ise Türkiye-Rusya normalleşmesine en güçlü desteği veren taraflar olması bu konunun bir süre daha gündemi işgal edeceğini göstermektedir. 

Her ne kadar Türkiye, İsrail’le 1990’lardaki ilişkisinin temel dinamolarından olan savunma sanayiinde ciddi atılımlara imza atmışsa da iki ülkenin bilgi paylaşımının Türkiye’nin terörle mücadelesine olumlu katkı sağlaması mümkündür. Öte yandan, bahsi geçen şekilde Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı daha koordineli bir uluslararası cephe oluşması da Türkiye’nin vermekte olduğu “çoklu terör” mücadelesinin bir diğer ayağında da olumlu bir dönüşüm getirebilir. Türkiye’nin seçenek yelpazesini daraltan ve enerjisini istediği alanlara tam manasıyla aktaramamasına sebep olan düzlemi değiştirmeye dönük önemli kazanımlar elde ettiği görülmektedir. Uluslararası ilişkilerin temel unsuru her bir ülke için etki ve güç kazanımı yoluyla ileriye götürülebilecek ulusal çıkarlardır. 

Buradan hareketle Türkiye’nin hem İsrail hem de Rusya ile normalleşmesinin Reelpolitik anlayışı odağına alan stratejik bir okumanın ve bu doğrultuda genel bir dış politik değişimin öncüsü mahiyetinde değerlendirilmesi mümkündür. 

SONUÇ 

27 Haziran 2016 tarihinde ortaya konan uzlaşmanın yalnızca 2013’ten beri süregelen bir sürecin sonucu şeklinde değil, aynı zamanda Türkiye’nin 
genel dış politik değişiminin parçası olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. 

Türkiye, ekonomik ve siyasi pek çok sebep neticesinde dış politikasında bir revizyon ihtiyacı duymuş, yine bu yönde eğilim gösteren aktörlerle 
yeni bir ilişki zemini inşa etme yoluna gitmiştir. Bu eğilim İsrail ve Rusya ile ikili ilişkilerde yaşanan dönüşümle kendini göstermiştir. 

Türkiye’nin böylelikle kendi manevra kabiliyetini artırmayı amaçladığı düşünülebilir. Buna ilaveten Türkiye’nin, kendi iç güvenliğine de doğrudan 
etki eden, bölgesel güvenlik sıkıntılarının ortadan hızla kaldırılmasına dair de etki beklediği düşünülebilir. 

Bu pragmatist tavrın önümüzdeki dönemde de sürmesi ve başka aktörleri de kapsayacak şekilde genişlemesi muhtemel görünmektedir.

KAYNAKÇA 

1 Banu Eligür, “Crisis in Turkish-Israeli Relations (December 2008–June 2011): From Partnership to Enmity”, Middle Eastern Studies, 48, vol. 3 (2012), 429– 459, p. 430. 
2 Mark L. Haas, The Clash of Ideologies: Middle Eastern Politics and American Security, Oxford University Press: New York, 2012), p. 200–201 
3 İlker Aytürk, “The Coming of an Ice Age? Turkish-Israeli Relations since 2002”, Turkish Studies 12:4 (2011), pp. 675-687 
4 “Nuclear Israel is a ‘Threat’ to Middle East, Says Turkey’s Erdoğan”, The Telegraph, 5/11/2011, <
http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/israel/8809028/Nuclear-Israel-is-a-threat-to-Middle-East-says-Turkeys-Erdogan. html>, accessed 8/5/2013. 
5 Bkz. Göktuğ Sönmez, Energy Dependency and a Route Map Wthin the Context of the Recent Turkey-Russia Crisis, ORSAM Review of Regional Affiars, No. 36, 
December 2015 
6 Bkz. Yossi Alpher, Periphery: Israel’s Search for Middle East Allies (Maryland: Rowman & Littlefield, 2015); Charles D. Freilich, Zion’s Dilemmas: How Israel 
Makes National Security Policy (New York: Cornell University Press, 2012); Yehezkel Dror, Israeli Statecraft: National Security Challenges and Responses 
(New York: Routledge, 2011), 
7 “Israel and Turkey Officially Announce Rapprochement Deal, Ending Diplomatic Crisis”, 27/6/2016, Haaretz, <http://www.haaretz.com/israel-news/1.727369>, 
erişim 27/6/2016; “Türkiye-İsrail mutabakatının detayları”, 27/6/2016, Al Jazeera Türk, 
<http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/turkiye-israilmutabakatinin-detaylari> erişim 28/6/2016; “6 Must Reads on the Israel-Turkey Reconciliation Agreemen”, 
28/6/2016, Haaretz, <http://www.haaretz.com/israel-news/1.727500>, erişim 29/6/2016; “Israel and Turkey announce deal to repair relations after six-year split”, 27/6/2016, Washington Post, <https://www. 
washingtonpost.com/world/israel-turkey-announce-deal-to-repair-relationsafter-six-year-split/2016/06/27/aa2399ae-3bd5-11e6-9e16-4cf01a41decb_story.html>, erişim 28/6/2016; “Israel, Turkey strike deal to normalize ties”, 27/6/2016, CNN, 
<http://edition.cnn.com/2016/06/26/middleeast/israel-turkey-relations/>, erişim 28/6/2016. 
8 Hubert Faustmann, Ayla Gürel, Gregory M. Reichbeg (eds.), Cyprus Offshore 
Hydrocarbons: Regional Politics and Wealth Distribution Friedrich Ebert Stiftung 
& PRio Cyprus Centre, Report 1/2012. 
9 Bu hedefe dair transit ülke olma ve terminal ülke olma arasındaki farklar, Türkiye için hangisinin tercih sebebi olduğu ve Türkiye’nin enerji politikasının hangisini 
mümkün kılacağına dair tartışmalar başka bir çalışmanın konusu olabilecektir.
10 “Putin Signals He Won’t Block Move to Fix Israel-Turkey Ties”, 7/6/2016, Bloomberg, 
<http://www.bloomberg.com/news/articles/2016-06-07/russia-sputin-says-he-welcomes-improved-israel-turkey-ties>

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) 
Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Çankaya / Ankara 
Tel: 0 (312) 430 26 09 Fax: 0 (312) 430 39 48 
www.orsam.org.tr 

ORSAM, Ortadoğu konusunda faaliyet gösteren tarafsız bir düşünce kuruluşudur. 
ORSAM Ortadoğu ile ilgili bilgi kaynaklarını çeşitlendirmeyi ve bölge uzmanlarının düşüncelerini Türk akademik ve siyasi çevrelerine doğrudan yansıtabilmeyi 
hedeflemektedir. 
Bu amaçlar doğrultusunda ORSAM, Ortadoğu ülkelerindeki devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve 
sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, yerel perspektiflerin güçlü yayın yelpazesiyle gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. ORSAM yayın yelpazesi içinde kitap, rapor, bülten, politika notu, konferans tutanağı ve ORSAM dergileri Ortadoğu Analiz ve Ortadoğu Etütleri bulunmaktadır. 

©Bu metnin içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir. ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. 

***

13 Ocak 2017 Cuma

İRANLA NÜKLEER ANLAŞMA BÜYÜK UZLAŞININ İLK ADIMI MI ?



İRANLA NÜKLEER ANLAŞMA BÜYÜK UZLAŞININ İLK ADIMI MI ?




Sina KISACIK,
05 AĞUSTOS 2015




İçinde bulunduğumuz 2015 yılının yaz aylarının uluslararası ilişkiler açısından en önde gelen olaylarından birisi de, Tahran ve P5+1 ülkeleri arasında imzalanan 
nükleer anlaşmadır. Bunun hem bölgesel düzlemde, hem de daha geniş manada etkileri olacağı öngörülmektedir. Varılan anlaşmanın neden önemli olduğunun 
irdelenmesinin yanı sıra, bunun dünya hidrokarbon jeopolitiğini nasıl etkileyebileceğinin de analiz edilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. 

Bu çalışmada, ilk önce nükleer anlaşmanın ana maddelerine yer verildikten sonra, İran İslam Cumhuriyeti’nin elinde bulundurduğu petrol ve gaz rezervlerinin önemi hem kendisi açısından, hem de dünya enerji güvenliği açısından ele alınacaktır. Son bölümde ise, söz konusu anlaşmanın dünya jeopolitiğine ne gibi etkileri olabileceği değerlendirilecektir.

14 Temmuz 2015 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti ve P5+1 ülkeleri (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi olan Amerika Birleşik Devletleri, 
Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, İngiltere ve Fransa’ya ilaveten Federal Almanya Cumhuriyeti) arasında Tahran’ın nükleer programı konusunda anlaşmaya varıldığı dünya kamuoyuna ilan edilmiştir.[1] Bu anlaşmanın şartları aşağıdaki özetlemek mümkündür.

Tahran, 15 sene süreyle yüksek zenginleştirilmiş uranyum üretiminde bulunamayacak,10 yıl süresince gelişmiş santrifüjler kullanması yasaklanacak,
15 sene süresince de ağır su reaktörü inşa edemeyecek, Bütün bu süreç içerisinde BM denetçileri tarafından istenilen dönemde kontroller yapılacak olup, Tahran bu konuda tam bir işbirliği göstermek zorunda olacak, Tahran, anlaşma çerçevesinde nükleer silah elde etmek hedefine dönük ihtiyaç duyulan aşamalara erişmemeyi taahhüt etmektedir. Örnek olarak, zenginleştirme  işlemine hiçbir zaman girişilmeyecek, nükleer tesislerin bir bölümünün çalışmaları sona erdirilecek ve sıfırdan nükleer tesis yapılmayacaktır. 



Kaynak: 
http://ewn.co.za/cdn/-%2Fmedia%2F5673647D044A40EC84747D42599E1228.ashx%3Fas%3D1%26h%3D1065%26w%3D70

İran, günün birinde uluslararası gaz pazarlarında önemli bir oyun değiştirici haline gelecek, fakat birçok jeopolitik ve ticari sebeplerden dolayı günümüzde hala tamamen keşfedilmemiş potansiyele sahip olan uluslararası gaz ticaretinde odadaki kalıcı büyük bir fildir.[2] Tahran, sahip olduğu 34 trilyon kübik fitlik doğal gaz rezerviyle Moskova’nın ardından dünyada ikinci sırada yer almaktadır. Fakat 1997’den bu yana net bir doğalgaz ithalatçısıdır. Örneğin, 2012 senesinde Tahran, 160 milyar metreküp gaz üretmiş, 156 milyar metreküp gaz tüketmiştir. Ayrıca Türkmenistan’dan 9 milyar metreküp gaz ithal etmiştir. Türkiye’ye yaptığı ihracatı ise 7,5 milyar metreküp olup, 1 milyar metreküp de Ermenistan ve Azerbaycan’a ihraç etmiştir. Bu paradoksal durum, çok çeşitli sebeplerden ileri gelmektedir. İran’ın en büyük doğalgaz sahası Güney Pars sahasıdır ki, bu saha Basra Körfezi’nde İran ve Katar’ın kara sınırları boyunca uzanan dünyanın en büyük bağımsız gaz rezervlerinden birisidir. Bu alan, 9700 kilometrekarelik bir alanı kapsamaktadır ki, bu alanın 3700 kilometrekarelik bölümü İran’a aittir. İran bölümünde, 14 trilyon metreküp civarında bir gaz rezervinin olduğu tahmin edilmektedir. Bu, yaklaşık olarak dünya doğalgaz rezervlerinin %75’una denk gelmektedir. Mevcut durumda, yılda 290 milyar metreküp üretime erişmeyi hedefleyen 24 sahanın geliştirilmesini içeren bazı temel ve karmaşık projeler geliştirilmiştir. Ocak 2013 itibariyle, ilk dokuz saha yılda 79 milyar metreküp çıktı kapasitesine sahip olacak biçimde faaliyete geçmiş olup, 10. saha ise kısa bir zamanda tamamlanmış olacaktır.



world, gas, reserves,

Kaynak: http://cdn2.hubspot.net/hub/397691/hubfs/Natural-Gas-Reserves-5-5-15.jpg?t=1432825924531&width=701

Güney Pars sahaları birçok ertelemeyle yüz yüze kalmıştır ve 12, 15, 16, 17, 18, 20 ve 21. sahalarda (şu ana en fazla geliştirilmiş olandır) özellikle uluslararası 
yaptırımların artmasından ötürü 2014 yılının sonuna kadar çalışmalara başlanabilmesi olasılık dışı görünmektedir. Güney Pars sahası, İran Ulusal Petrol Şirketi’nin bir iştiraki olan ve 1998 senesinde kurulan Pars Petrol ve Doğalgaz Şirketi tarafından işletilmektedir. Bu firmanın görevi, hem Güney Pars sahasının, hem de Kuzey Pars sahasının geliştirilmesidir.[3] İran İslam Cumhuriyeti’nin Güney Pars gaz sahasındaki haklarına sahip çıkmak ve bundan yararlanma konusunda Petrol Bakanlığı’nın kararlılığı, Pars Petrol ve Doğalgaz Şirketi’nin kuruluşuna yol açmıştır. Pars Özel Ekonomi Enerji Bölgesi, İran hükümetinin onayı doğrultusunda 1998 senesinde Güney Pars sahasıyla ilgili rafineri faaliyetleri, çeşitli petrol, gaz ve petrokimya alanlarındaki upstream ve downstream faaliyetleri ve bu sanayileri destekleyecek hizmetlere yönelik olarak kurulmuştur. Deniz aşırı Güney Pars sahasının geliştirilmesi, Tahran bakımından hem siyasi, hem de ekonomik açıdan hayati derecede önemlidir.


south pars gasfield

Kaynak: http://bioage.typepad.com/photos/uncategorized/southpars.png

Güney Pars sahasından doğalgaz üretimi, sonuç olarak İran artan iç talebini ve ülkenin mevcut ve de gelecekteki ihracat taahhütlerini karşılamak için kritik öneme sahiptir. Güney Pars’a ilaveten, İran’ın mevcut an saha geliştirmeleri Kuzey Pars ve Kish doğalgaz sahaları ki, bu sahalar İran’daki en büyük sahalar arasında yer almaktadır. Bunlardeniz aşırı Arash sahası ve Lavan ve de Balal sahalarıdır. Ayrıca İran’ın petrol sahalarında keşfedilen birleşmiş gazın miktarı Forouzan sahasındaki Kharg adalarında inşa edilmekte olan gaz toplama ve NGL geri kazanma sisteminin tamamlanması ile daha da artacaktır.  Buna ek olarak, İran Ulusal Petrol Şirketi birçok önemli keşfi ilan etmiştir. Bunlar; 350 milyar metreküp geri kazanılabilir gaz kaynağı olduğuna inanılan ve Zagros havzasında yer alan muazzam Madar sahasının keşfi, Körfez kıyısının açıklarındaki Horumzgan bölgesinde ve 190 milyar metreküp olduğu düşünülen rezervleri ile Khayyam sahası ve 85 milyar metreküp olduğu tahmin edilen Güney Hazar bölgesindeki Sardar Jandar sahalarıdır. Fakat siyasi, fonlama ve yatırım konuları, uluslararası yaptırımlar ve Batı baskısı bu projelerin geliştirilme hızını güçlü bir biçimde sınırlandırabilir. Jalilvand’a göre; İran gaz sahalarını geliştirme konusunda birçok engellerle yüzyüzedir. Bunlar; uluslararası yaptırımlar, 
İslam Cumhuriyeti’nin politik ekonomisindeki hizipçilik, teşvikler ve aşırı iç tüketim, dış katılıma karşı çıkılması, politika ve kurumsal anlaşmazlıklardır.


iran consumption petroleum and other liquids
Kaynak: https://oilprice.com/images/tinymce/guaraviran1.jpg

Tahran ve P5+1 ülkeleri arasında 14 Temmuz 2015 tarihinde varılan nükleer anlaşma, bölge dengelerini ve dünya dengeleri açısından çok dikkat çekici oyun 
değiştirici etkilere sahiptir. İran İslam Cumhuriyeti, sahip olduğu jeopolitik konum açısından uluslararası ilişkiler özelinde kritik bir pozisyonu içerisinde 
barındırmaktadır. Elinde bulundurduğu yumuşak güç unsurlarına ilaveten, önemli ölçüde sert güç unsurlarını gerektiğinde hiç çekinmeden kullanabilmesi, 
İran’ı sürekli göz önünde bulundurulması gereken bir ülke yapmaktadır. Sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynakları nedeniyle, dünya enerji jeopolitiğinde 
hayati pozisyon içeren bu iki meta açısından ilk beş içerisinde yer alan bir ülkedir. Ancak sürdürdüğü nükleer programından ötürü ciddi ambargolar ve yaptırımlarla karşı karşıya kalan Tahran, bu kaynakların çıkartılması, geliştirilmesi ve dünya piyasalarına sunulması konularında ciddi sorunlar yaşamaktadır.

Nükleer anlaşmada ortaya konulan şartlara uyma konusunda verdiği taahhütleri yerine getirdiği takdirde üzerindeki ambargoların ve yaptırımların aşamalı bir biçimde kaldırılabileceğini düşünen Tahran, dünya ekonomik sisteminin sürdürülebilirliği açısından elzem mahiyette bulunan petrol ve gaz kaynaklarını geliştirip, dünya piyasalarına sunma konusunda projeler geliştirmektedir. Bütçesinin büyük bir bölümünün hidrokarbon kaynaklarının satışından elde dilen gelirden meydana geldiği düşünülürse, bu konunun önemi daha da iyi anlaşılabilir. Bütçe gelir kalemlerini çeşitlendirme doğrultusunda aktif bir politika izleyen İran’a, geçtiğimiz ay içerisinde Alman ve Fransız yetkililer tarafından yapılan üst düzey ziyaretler, dikkat çekici bir ekonomik potansiyel barındıran İran’ın Batı ülkeleri tarafından nasıl değerlendirildiğini göstermektedir. İran’daki geniş pazar olanaklarını ve büyük tüketici nüfusu göz önünde bulunduran ülkeler, bu ülkede yatırım fırsatları konusunda girişimlerde bulunmaya başlamışlardır ve bu sürecin önümüzdeki dönemde de artarak süreceği öngörülebilir.

Orta Doğu bölgesi özelinde, özellikle dış ülkelerde yaşayan Şii diyasporası üzerinde muazzam bir etkiye sahip bulunması da, Tahran’ı bölgedeki sorunların çözümünde vazgeçilmez bir konuma sokmaktadır. Şii ve Sünni direniş örgütlerine sağladığı geniş çaplı destek, Irak, Suriye ve Körfez ülkelerindeki Şii nüfus üzerinde doğrudan etkiye sahip olabilecek tek ülke olması, İran’ın hem bölge ülkeleri, hem de bölge üzerinde hayati çıkarlara sahip ülkeler açısından kesinlikle denklem dışı bırakılmaması gereken bir ülke haline getirmektedir. Suriye ve Irak’ta devam istikrarsızlıklar, Irak-Şam İslam Devleti adlı terör örgütünün bölgede giderek artan etkisi ve insanın kanını donduran faaliyetleri göz önünde bulundurulduğunda, Tahran, bu sorunların halledilmesinde vazgeçilmez bir ortak olarak görülmektedir. İran’ın Irak-Şam İslam Devleti’ne karşı yürütülen mücadelede sahada aktif olarak yer alması da, gözden kaçmamaktadır.


iran geopolitics

Kaynak: http://i2.cdn.turner.com/cnn/2015/images/03/31/iran-map-bigtext-01.jpg

Doğal olarak, bu anlaşmadan memnun olmayan ülkeler de bulunmaktadır. Bunların arasında en başta gelenler İsrail ve Suudi Arabistan’dır. Tel-Aviv, 
halen Tahran’ın nükleer programının nihayetinde nükleer bomba üretme amacına dönük olduğunu ısrarla savunmaktadır. İran’ın nükleer programında gizli kalmaya devam eden unsurların olduğuna işaret eden İsrail, İran’ın samimi olmadığını ısrarla vurgulamaktadır. Riyad açısından bakılacak olursa, İran’ın yeniden bölgede Batılı güçlerin en favori ortaklarından birisi haline gelme olasılığı korkuya neden olmaktadır.


netanyahu on iran deal
Kaynak: http://static.politifact.com.s3.amazonaws.com/politifact%2Fphotos%2Fimage001.jpg

Türkiye açısından ele alınacak olursa, bu anlaşma hem avantajlı, hem de dezavantajlı bir jeopolitik durum ortaya çıkarmaktadır. Ankara, Tahran’ın nükleer programı ile tartışmaların başladığı günden bu yana, sorunun barışçıl yollardan çözülmesi ve Tahran’ın nükleer programından barışçıl amaçlarla yararlanmasını savunmuştur.[4] 

Nükleer program konusunda anlaşmaya varılması, Türkiye tarafından memnuniyetle karşılanan bir durumdur. Nitekim Ankara, bölgede hiç kimsenin sorunun sert güç unsurlarıyla çözülemeyeceğini,  “havuç-sopa” politikasında havuç unsurunun kullanılmasının sorununun halledilmesinde daha etkili olduğunun altını çizmektedir. 

Bu şekilde, İran-Türkiye ilişkilerinin yeni bir boyut kazanılacağı düşünülmektedir. Fakat Arap Uyanışı olarak nitelendirilen süreçte Suriye özelinde yaşanan ciddi 
gerginlikler, bu iki ülkenin işbirliği sürecinin üzerinde soru işaretleri uyandırmaktadır. Öte yandan, Tahran’ın elindeki büyük çaptaki doğalgaz kaynaklarının kendisi üzerinden Avrupa’ya taşınmasına dönük projelerde akla gelen ilk ülkelerden birisi de doğal olarak Türkiye’dir. Nitekim Ukrayna krizinin başlangıcından bu yana Moskova ile çok ciddi restleşmeler yaşayan Avrupa, kendi enerji güvenliği açısından kritik önemde gördüğü gaz kaynaklarını çeşitlendirme politikasına son dönemde hız vermektedir. İran doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa piyasalarına aktarılması, bu çerçevede ön plana çıkmaktadır. Doğal olan şudur ki, bunun yakın bir zamanda gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir. Çünkü Tahran’ın gaz kaynaklarının geliştirilmesi için, çok ciddi teknolojik yatırımların yapılması gerekmektedir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ve Almanya ile İran arasında nükleer mutabakat, hem dünya siyaseti, hem de bölge siyaseti açısından çok önemli sonuçlar doğurabilecektir. Fakat burada gözden kaçırılmaması gereken şey, tarafların bu anlaşmadaki karşılıklı taahhütlerine sadık kalıp kalmayacaklarıdır. ABD’de de bu anlaşmaya karşı çıkanlar olduğu dikkate alındığında, bu sürecin ne kadar zorlu olduğu açıkça görülebilir. Rusya ise, şimdilik bu anlaşmanın olumlu olduğunu düşünmekte ve bu anlaşmadan bağımsız olarak Tahran ile ilişkilerini daha da geliştirebileceğini vurgulamaktadır. Sorunun sert güç unsurlarına başvurulmadan çözülmüş olmasından dolayı memnuniyetini ifade eden Moskova, bu anlaşmanın herkes için kazançlı olacağının altını çizmektedir.


usa, iran, deal

Kaynak: https://pbs.twimg.com/media/BZiwhA-CAAAZZdv.jpg

İran halkı tarafından sevinç gösterileriyle karşılanan bu anlaşma[5], tüm tarafların arasında yeni ve çok kapsamlı bir işbirliği sürecinin başlangıcı olacağı umulmaktadır. 
Çünkü hem İran, hem de bölge ülkelerinin yanı sıra Avrasya bölgesinde kritik menfaatleri bulunan büyük devletler, buradaki sorunların çözümünde birbirlerine ciddi ölçüde ihtiyaç duymaktadırlar. İranlı yetkililerin, “ABD’nin politikalarına karşı tutumumuzda herhangi bir değişiklik olmayacak” şeklinde yaptığı açıklamalarsa, İran’da bu anlaşmadan rahatsızlık duyan kesimlere yönelik bir rahatlatma mesajı olarak algılanabilir.

Kısacası bu anlaşma, İran, Batı dünyası ve bölge ülkeleri arasında “karşılıklı bağımlılık” temelinde yeni ilişkilerin tesis edilebileceği bir sürecin ilk adımı olarak görülebilir. Öte yandan şu da unutulmamalıdır ki; taraflar arasında karşılıklı güvenin hemen sağlanabilmesi ve aradaki önyargıların bir çırpıda ortadan kalkabilmesi, bugünden yarına hemen gerçekleşebilecek bir durum değildir. Tarafların önünde uzun ve zorlu bir yol olduğunun bilinmesi gerekmektedir. 
Bu anlaşmanın dünya politikasına nasıl yansımalarının olacağı ise, önümüzdeki senelerde daha rahat bir biçimde görülebilecektir.



obama, merkel, hollande, on iran deal
Kaynak: http://www.arabnews.com/sites/default/files/imagecache/galleryformatter_slide/2015/04/02/nuclear3.jpg

Sina KISACIK,

DİPNOTLAR

[1] Julian Borger, “Iran nuclear deal: world powers reach historic agreement to lift sanctions”, The Guardian, 14 Temmuz 2015, 
http://www.theguardian.com/world/2015/jul/14/iran-nuclear-programme-world-powers-historic-deal-lift-sanctions, (Erişim Tarihi: 31 Temmuz 2015).

[2] Simone Tagliapietra, “Turkey as a Regional Natural Gas Hub: Myth or Reality? An Analysis of the Regional Gas Market Outlook, Beyond the Mainstream Rhetoric”, Fondazione ENI Enrico Mattei Nota Di Lavoro, Şubat 2014, 
http://www.feem.it/userfiles/attach/2014114155224NDL2014-002.pdf, ss.17-18, 
(Erişim Tarihi: 25 Şubat 2014).

[3] Bu konu hakkında daha fazla bilgi için bakınız, U.S. Energy Information Administration, “Country Analysis Brief – Iran”, 28 Mart 2013, 
http://www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf, (Erişim Tarihi: 13 Mart 2014).

[4] Türkiye Cumhuriyeti’nin İran’ın Nükleer Programı hakkında detaylı bir çalışma için bakınız, Sina Kısacık, “The Approach of Turkey on the Internationalising Iranian Nuclear Question”, içinde Turkish Foreign Policy in the New Millennium,  Ozan Örmeci and Hüseyin Işıksal (eds.),  
(Frankfurt am Main, Berlin, Bern, Bruxelles, New York, Oxford, Wien: Peter Lang Edition, 2015), ss. 207-240. Amazon satış linki: 
http://www.amazon.com/Turkish-Foreign-Policy-New-Millennium/dp/3631664028/.

[5] Bu konu hakkında bakınız, Hasan B. Yalçın, “ İran Nükleer Müzakereleri: Kim, Neyi, Neden ve Nasıl Aldı?”, SETA Analiz, , Sayı: 130, 
Haziran 2015, 
http://file.setav.org/Files/Pdf/20150630141034_iran-nukleer-muzakereleri-pdf.pdf, 

(Erişim Tarihi: 1 Ağustos 2015).


http://politikaakademisi.org/2015/08/05/iranla-nukleer-anlasma-buyuk-uzlasinin-ilk-adimi-mi/

***