Samet Ağaoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Samet Ağaoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2019 Cumartesi

Darağacına Giden yolda, Edebiyatın Adnan Menderes Sessizliği,

Darağacına Giden yolda, Edebiyatın Adnan Menderes Sessizliği,


17.09.2019  02:58 
Güncelleme: 17.09.2019  08:05


Son yüz yılda ülkemizde yaşanan siyasal, kültürel, sosyal değişim ve dönüşümler edebiyatımıza da yansımıştır. 

 1890’lardan Cumhuriyet’in ilanına kadar Doğu-Batı çatışması, yenilik, alafrangalık işlenirken, 1923’ten itibaren Cumhuriyet ideolojisi doğrultusunda eserler verildi. 1950’de Demokrat Parti iktidarıyla birlikte, özgürlük, halk hareketleri, köy ve köylünün sorunları; 1960’larda işçi sorunları, 1970’lerde ideolojik sınıf savaşları, 1980’lerde bireysellik, yalnızlaşma, cinsellik; 1990’larda postmodern konular, 2000’lerden sonra fantastik sanat-edebiyatın konuları olur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, tek parti iktidarı, Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs Darbesi, 1971 Muhtırası, 1980 Darbesi’nin izleri sürülerek bile sanat-edebiyatımızın ne anlattığı ortaya konulabilir. Batılılaşma sancısı, Kurtuluş Savaşı, Anadolu yüceltmesi, modernleşme, işçi sömürüsü, köy romanları, kent yalnızlığı, cezaevi romanları, kadının özgürlük arayışı, köyden kente göç, ideolojik çatışmalar, darbeler başlıkları altında da edebî serüvenimiz incelenebilir... 

Öyküleri ve öykü üzerine yazdığı kitaplarla Türk yazın hayatının kayıt defterlerini tutan usta yazar Necip Tosun, Adnan Menderes’in dramı etrafında, Türkiye’de darbe dönemlerinin edebiyat anlayışını Star için değerlendirdi… 


DOĞAL SÜRECİN DIŞINDA 

Son iki yüz yılda, yaşadığımız coğrafyada derin, sarsıcı, değişim ve dönüşümlere şahit olundu. Gerek teknolojik gelişmeler gerekse ortaya konan toplumsal, siyasal, kültürel projeler sonucu, ülke insanı belki doğal süreçte uzun bir döneme sığacak değişimi/dönüşümü çok kısa bir zaman diliminde yaşamak durumunda kaldı. Doğal süreç “kısaltılınca” ve doğallıktan çıkılınca, ortaya, trajik, yaralayıcı sonuçların çıkması kaçınılmazdı. Sindirilememiş dayatmaların marazi hâlleri her alanda tezahür etti. Bu çarpık değişimden herkes payına düşeni aldı: Birey, toplum, kurumlar, zihniyet... İlerleme, gelişme, modernleşme, makineleşme, çağdaşlık, adı ne olursa olsun, bu süreç beraberinde pek çok çelişkiyi/çatışmayı da doğurdu. 

İşte o çok bildik deyimle “çağın tanığı” olan sanatçının bu yaşananlardan etkilenmesi kadar doğal bir şey olamazdı. Ülkemizde pek çok sanatçı eserlerinde bu değişimi yansıttı. Ortaya kalıcı ve nitelikli eserler yanında ucuz, ideolojik saplantılarla yüklü ürünler de çıktı. Bu bağlamda 27 Mayıs Darbesi çerçevesinde üretilen sanat-edebiyat ibretliktir. 

SEÇ BEĞEN AL DARBELER!,

12 Mart ve 12 Eylül müdahale ve darbeleri edebiyat kanonunca mahkûm edilip üzerlerine onlarca öykü, roman, şiir kaleme alınmasına rağmen 27 Mayıs 1960 Darbesi için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bir anlamda edebiyat kanonu özgürlük mücadelesi olarak gördüğü 27 Mayıs Darbesini açık bir şekilde  alkışlamış,desteklemiş ve övmüştür. 1960 Darbesini alkışlayan edebî-kültürel kanon 12 Eylül Darbesinin davetçisi, hazırlayıcısı olmuştur. Bu darbeden en fazla zararı kendisi görmüş olsa da bu tutumuyla darbeleri meşrulaştırmıştır. 

YETERİNCE İŞLENMEDİ, 


27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası yaşanan dramatik olaylar ne yazık ki sanat-edebiyatta yeterince işlenmemiştir. Kaldı ki darbeyi Menderes’in hak ettiği yönünde bir algı bile oluşturulmuştur. Bu romanlarda/öykülerde halkın oylarıyla seçilen Menderes açıkça “diktatör” olarak suçlanırken, iktidara karşı yapılan gösteriler, öğrenci olayları desteklendi. Polis halka ve öğrencilere zulmederken, darbeci asker övülür, asker ve öğrenci kardeş olur. Baskı ortamı, kurulan tahkikat komisyonları eleştirilerek darbe aklanır.  Sonuç olarak sol edebiyat 27 Mayıs 1960 Darbesini tümüyle destekleyici tutum takınırken, farklı kesimler yaşanan dramı eserlerinde yeterince gündeme getirememişlerdir. 

Bugün 17 Mayıs… Başbakan Adnan Menderes’in 1961 yılında idam edilişinin 58. yıl dönümü. 

Türk edebiyatında nitelikli yazarların 1960 Darbesine ve Menderes’in dramına bakışı insanı hayrete düşürecek nitelikte. 

27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası yaşanan dramatik olaylar ne yazık ki sanat-edebiyatta yeterince işlenmedi. 12 Mart ve 12 Eylül müdahale ve darbeleri edebiyat kanununca mahkum edilip üzerlerine onlarca öykü, roman, şiir yazılmasına rağmen 1960 darbesi için aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Kaldı ki darbeyi Menderes’in hak ettiği yönünde bir algı bile oluşturuldu. 

Bu romanlarda/öykülerde halkın oylarıyla seçilen Menderes açıkça “diktatör” olarak suçlanırken, iktidara karşı yapılan gösteriler, öğrenci olayları desteklendi.

Edebiyat kanonu özgürlük mücadelesi olarak gördüğü 27 Mayıs Darbesini açık bir şekilde destekledi. 1960 Darbesini alkışlayanlar 12 Eylül Darbesinin davetçisi, hazırlayıcısı oldu.  

1960 Darbesi Ağırlıklı olarak Sanat-Edebiyat eserlerinde alkışlanıp, övüldü. 



YA TANPINAR’A NE DEMELİ? 

Nitelikli kimi yazarların 1960 Darbesine ve Menderes’in dramına bakışı insanı hayrete düşürür. Bu isimlerin başında Ahmet Hamdi Tanpınar gelir. Tanpınar’ın hayatındaki en dramatik olaylardan biri 1960 Darbesi karşısındaki tutumudur. Tanpınar’ın insana, olaylara bakışı düşünüldüğünde hiçbir şekilde kendisinden beklenmeyecek sertlikle darbeyi desteklemesi, hatta Yassıada’da tutuklu bakanlara yapılan işkenceyi sevinçle karşılaması hele Menderes’in idamı sonrası bunu hak ettiğini yazması eser ve yazar çelişkisinin dramatik örneği olur. Günlük’lerinde “Samet Ağaoğlu dışında Yassıada’da acıdığım tek kişi yok” diyecek ve “bu Pazar, İsmet Paşa’da idim” diye de ekleyecektir. Tanpınar’a göre Milli Birlik Komitesi “Bizi Adnan Bey’den ve bütün bir çeteden kurtarmıştır.” Ardından ekler: “Bu adamlara minnettarım. Demokrat Parti ejderhasından bizi kurtardılar. Vatan temizlendi.” Hatta işkenceleri normal görür, hoşuna gider: “Yassıada milletin alakasının toplandığı yer. Herkesin Samet’te ve Zorlu’da bir hıncı var. Hemen herkes hazla dövüldüklerini hikâye ediyor ve mesut oluyorlar. 
Benim de Zorlu için hoşuma gidiyor.” 


Bir başka yerde de görülen davalarda hukukun içinde kalınmasına üzülür. Daha ağır ve sert cezalar verilmesini arzular. Daha da ileri giderek ihtilalin kansız olmasının bu sonucu doğurduğunu belirtir: “Bence kansız ihtilal yapmaktansa hiç yapmamak evlâdır.” 

ŞAŞKINLIK VERİCİ TUTUM



20 Eylül 1961 tarihli günlüğünde bir başbakanın ve iki bakanının asılmasının resmini gazetede gören bir sanatçının yazdıkları şaşkınlık vericidir: “Adnan Bey’in ve bir iki gün evvel iki arkadaşının gazetelerdeki resimleri... Zavallı budala. Kaç defa İsmet Paşa kendisine fırsat vermişti. Başında bu kadar sevilen adamdı, ki bu sevgi yüzünden bir aziz olabilirdi. Meğer bütün bu adamlar, bu iş, aç tahtakuruları, yer solucanları, kurtlar, yılanlar gibi bekliyormuş. Politika… 
Halk Partisi’nin en menfur adamı bunların yanında ister istemez evliya kalır. 
Bu demektir ki her şey rejimde, sistem ve şirazede dir. İsmet Paşa şiraze adamdı.” Aslında Tanpınar’ın bu tutumu genel olarak dönemin yazar ve aydınlarının ortak konumunu ortaya koymaktadır. Bu anlamda 27 Darbesinin ve Menderes’in dramının hakkıyla edebiyata yansımamasını normal karşılamak gerekir. 


DARBE DÖNEMi ROMANLARI 



27 Mayıs dönemini yansıtan romanlar olarak; 
1961’de Orhan Kemal’in Hanımın Çiftliği, 
Aziz Nesin’in Zübük’ü, Attilâ İlhan’ın 1963 tarihli kitabı 
Kurtlar Sofrası, Samim Kocagöz’ün İzmir’in İçinde (1973),  Erol Toy’un Kördüğüm (1974), 
Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına (1974), yine Attilâ İlhan’ın Bıçağın Ucu (1973), 
Sırtlan Payı (1974) ve 
Yaraya Tuz Basmak (1978), 
Sevinç Çokum’un Karanlığa Direnen Yıldız (1996), 
Yılmaz Karakoyunlu’nun Yorgun Mayıs Kısrakları (2004), 
Nilüfer Kuyaş’ın Yeni Baştan (2007) anılabilir. 


https://www.star.com.tr/guncel/daragacina-giden-yolda-edebiyatin-adnan-menderes-sessizligi-haber-1480986/

***

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 3

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER  BÖLÜM 3



III-DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI BAŞLARINDA ÜNİVERSİTELERLE İLİŞKİLER 

DP'nin kuruluşunda özerk üniversiteye taraf olduğunu beyan etmesi ve özerklik vermesine rağmen CHP'li hükümetlerin buna riayet etmemeleri dolayısıyla üniversiteler DP iktidarına olumlu yaklaşmışlardı. DP Hükümetleri iktidara geldiklerinde öğrenciler ile aralarında diyalogun iyi olduğu görülmektedir. 

4 Ağutos 1950'de komünizmi telin toplantısı yapan İÜ Talebe Birliği toplantısına CHP, Millet Partisi ile beraber DP temsilcisi de hazır bulunmuştu. 
Toplantı sonunda İÜ Talebe Birliği Başkanı Babür Arun tarafından Başbakan Adnan Menderes'e bir telgraf çekilmiş, Menderes'in "Türkiye'de vatansızların 
kökünü kazıyacağız" sözlerine atıf yapılarak Türkiye'de komünist neşriyatın kökünün kazınmasını istediklerini bildirmişti 50. 

İstanbul'daki bazı öğrencilerin inkılapları koruma gayesiyle Büyük Doğu ve Sebilürreşad dergileri aleyhine kanunsuz yürüyüş yapmaları akabinde, Ankara'da 100 kadar öğrenci 21 Mart 1951'de Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'ye müracaat ederek Başbakanla görüşmek istediklerini bildirmişlerdi. 

Görüşmeyi kabul eden Başbakan Menderes'e, gençler, inkılapların korunması mevzuunda görüşlerini anlatmışlardı. Menderes de bu çeşit gösterilerin "gençler 
arasında ikilik yaratmak üzere hazırlandığını, gençliğin politikaya alet edilmesinin doğru olmadığını" ifade etmişti 51. 

23 Mart'ta Ankara'dan İstanbul'a gelen Başbakan yardımcısı Samet Ağaoğlu ve Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, talebe cemiyetleri mümessilleri ile görüşmüş ve bu temaslar üniversite muhitinde ve öğrenci cemiyetlerinde son derece iyi intiba uyandırmıştı. Mevcut olmayan irticayı var gibi gösterildiğini izah eden hükümet temsilcileri bir irtica cereyanı olması halinde kendilerinin tedbir almakta hassas davrandıklarını anlatmışlar ve üniversiteli gençler de bu görüşe katılmışlardı. Öğrenciler kanunsuz gece gösterisine kendilerinin de karşı olduklarını söylemişlerdi. 

Daha sonra İ.T.Ü.' de yapılan diploma töreninde Samet Ağaoğlu ve Tevfik İleri öğrenciler tarafından samimi sevgi ve tezahüratla karşılanmışlar dı 52

1952 yılında, CHP lideri İsmet İnönü'nün İstanbul'da yaptığı bir basın toplantısında, iktidarı suçlayarak "artık üniversitelerin muhtariyetine de tecavüz 
edildiğini, mukavemet için bir mücadele açıldığını" beyan etmesi üzerine, üniversite muhtariyeti konusu gündeme gelmişti. Bu iddia üniversiteler ve 
hükümet tarafından tepkiyle karşılanmıştı. İ.Ü. Rektörü Kâzım İsmail Gürkan, "İstanbul Üniversitesi'nin kanunla tayin edilmiş muhtariyet esasları dahilinde 
idare edildiğini, şimdiye kadar herhangi bir makam veya şahıs tarafından herhangi bir müdahale vaki olmadığına göre, İnönü'nün iddia ettiği mücadelenin 
de varid olamayacağını" belirtmiştir. Aynı konuda açıklama yapan A.Ü. Rektörü Ekrem İzmen "Ankara Üniverstesi muhtariyetine herhangi bir makam 
veya şahıs tarafından hiçbir müdahalenin vaki olmadığını" açıklamıştır. İ.T.Ü Rektörlüğü de İnönü'nün bu iddiaları hakkında kendi açıklamaları ile cevap 
verme yerine öğretim üyeleri arasında bir anket düzenlemiştir. Öğretim üyeleri verdikleri cevaplarla CHP lideri İnönü'nün iddialarını tekzip etmişlerdi. İTÜ 
Senatosu, İnönü'nün iddialarını görüşmüş ve üniversite "muhtariyetine tecavüz şöyle dursun alakalı bütün makamlardan sadece büyük yardım ve teşvik 
görüldüğü ittifakla karara bağlanmıştır". 

İnönü'nün üniversite muhtariyetinin ihlal edildiği hususu 17 Kasım 1952'de Meclis'te de mevzubahs olmuş ve Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, böyle bir müdahalenin mevcut olmadığını açıklamıştı. Konya milletvekili Rıfkı Salim Burçak da, "huzursuzluk ve nifak tohumlarının üniversitelere kadar yayılmak istenmesini" tenkit etmiş ve politikacıların "ihtirasları uğruna hiç olmazsa memleketin istikbâlini hazırlayan bu en yüksek irfan müesseselerimize 
kıymasınlar" demiştir 53. 

8 Ocak 1953 tarihinde İstanbul Üniversitesi'ni ziyaret eden Başbakan Adnan Menderes, Üniversite'de öğrenciler tarafından coşkulu bir şekilde 
karşılanmış ve Edebiyat Fakültesi'nde yüzlerce üniversiteliye hitaben bir konuşma yapmıştı ve üniversitelere müdahale edilmediğini belirtmişti 54. 

Bazı öğretim üyelerinin ve öğrenci örgütlerinin siyasi faaliyetlerde bulunduğunu, ancak muhtariyeti rencide etmemek için bir müdahalede bulunmadıklarını bizzat üniversitede söyleyen Menderes, bu yönde çalışmaları başlatmıştır. Çünkü, 3936 sayılı üniversiteler kanununda öğretim üyelerinin siyasi partilere üye olmalarını ve faaliyet göstermelerini engelleyen bir maddenin olmaması dolayısı ile, kanuni olarak, siyasi faaliyetlere karışanları engelleyecek bir yapı yoktu. Hükümet, üniversiteler kanununun 46. maddesinin D bendini değiştiren bir tasarı hazırlayarak TBMM'ye sunmuştu. Milli Eğitim Komisyonunda kabul edilen bu tasarıya göre, "Siyasi teşekküllerde fiili vazife alanlar ve Türk toplumunun genel seviyesini yükseltici bilim verilerini sözle ve yazı ile halka yaymak dışında neşriyat ve beyanlarda bulunanlar üniversite öğretim camiasından çıkarılacaklar dır. Öğretim üyelerinin siyasetle meşgul olmalarını önleyen tasarının bir ihtiyaçtan değil de, başka bir gayeyi hedeflediği muhalefet ve özellikle CHP 
tarafından ileri sürülmesi üzerine, Milli Eğitim Bakanı Rıfkı Salim Burçak, bu iddiaları yalanlamıştı 55. Öğretim üyelerinin partilerde fiili vazife almalarını yazı 
veya sözlü olarak günlük politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun layihası 21.7.1953 tarihinde, sabahtan akşama kadar süren tartışmalar neticesinde kabul edilmişti. 

Üniversite hocalarına politikanın yasaklanması muhalefet yanında üniversitelerdeki bazı hocalar tarafından da hoş karşılanmadı. 

Öğrencilerle DP hükümeti arasındaki iyi ilişkilerin, muhtariyetin üniversitelerdeki uygulanışı bakımından da bir problem teşkil etmediği anlaşılıyor 1954'te. Mesela Ord. Prof. H.V. Velidedeoğlu, üniversiteden, hocalardan da kaynaklanan bazı aksaklıklara rağmen, "üniversite muhtariyetinin oldukça iyi işlemekte" olduğunu ve bunun memleket için de lazım olduğunu belirtiyordu. Velidedeoğlu, hükümlerde yanılmazlık, Tanrıya mahsus olduğunu, ilim adamlarının mütalaalar vesilesiyle ittihaz edilerek müesseselere muhtariyete hücum olunmaması gerektiğini belirtmiştir 56. 

Ancak üniversiteler ile DP iktidarı arasında bir problem gözükmüyordu. 20 Ekim 1954'te İ.T.Ü'nün açılışına davetli olarak katılan Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, tören salonuna girdiklerinde büyük tezahüratla karşılanmışlardı. Başbakan'ın sadece bilginin kifayet etmeyeceğini, manevi vasıfların da geliştirilmesi gerektiğini belirten konuşması coşkuyla karşılanmıştı. Tören sonunda İ.T.Ü. Talebe Birliği lokalini ziyaret eden Menderes'e sevgi gösterilerinde bulunmuşlardı 57. 

Fakat, 4 Kasım'da yapılan Ankara Üniversitesi'nin açılışında CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek'e büyük bir tezahürat yapılması ve akabinden MTTF tarafından yapılan hareketin doğruluğunu savunması DP'nin üniversitelerin CHP ile işbirliğine yöneldiği kuşkularını arttırmıştı 58. 

IV- DP İKTİDARININ ÜNİVERSİTELERLE ARASININ BOZULMASI 

1- Muhtariyet Tartışmaları 

DP iktidarı, 5 Temmuz 1954 tarih ve 6435 numaralı kanuna bağlı bulundukları teşkilat emrine alınmak suretiyle vazifeden uzaklaştırılacakları hakkındaki kanun ile öğretim üyelerinden icab edenleri bakanlık emrine alabilme yetkisine sahip olmuştu. DP'nin çıkarttığı bu kanun ile üniversitedeki özerkliğin ortadan kalktığı ve öğretim üyelerinin birer memur haline getirildiği konusu gündeme getirilmişti. Bakanlık emrine alma kanununun yürürlükte olduğu zaman özerklikten bahsedilemeyeceğini, muhtariyetin sadece özerklik kelimesinden ibaret olacağını belirten Doç. Dr. Lütfi Duran, üniversite muhtariyetine iki ağır darbe yer değiştiren  CHP ile DP tarafından indirildiğini, CHP'nin iktidarda iken bazı hocaların kadrolarını ilga ederek yaptığını ve o zaman DP'nin ses çıkarmadığını, DP İktidara gelip öğretim üyelerini bakanlık emrine almak için kanun çıkardığın da CHP' nin ciddi bir tavır koymadığını kaydetmiştir. Duran, üniversite öğretim üyelerinin iktidara da ana muhalefete de güvenemeyeceğini belirtmişti 59. 

1955 -1956 öğretim yılının açılışına katılan DP'li Maarif Vekili Celal Yardımcı, parolanın Türk üniversitelerinin itilası, muhtar ilmin bekası ve Türk gençliğinin muvaffakiyeti olduğunu söylemişti 60. Irak Maarif Vekili'nin ziyareti dolayısıyla Maarif Vekili'nin katılmadığı açılış toplantısında konuşan, İ.Ü. Rektörü Fehim Fırat, üniversite muhtariyeti konusunun türlü şekillerle bahis konusu olduğu ve muhtariyetin zedelenmesi ihtimali bulunduğu endişesinin ileri sürüldüğünü, muhtariyetin ilmî, idarî ve malî olarak ayrı ayrı mütalaa edilemeyeceğini, ilmî muhtariyetin tam olabilmesi için diğerlerinin de mevcudiyetinin şart olduğunu belirtmişti. Rektör Fırat, ayrıca ilim adamlarının hür fikirlerinde başka maksatlar aranmamasını istemişti 61. DP döneminde ilk defa bir rektör, üniversite özerkliği konusunda kaygıları dile getirmiş ve özerkliğin ilmi, idari ve mâli olarak bir bütün halinde ele alınmasını ifade ederek, mevcut hali tenkit etmiş ve düzeltilmesini istemişti. 

1953 yılında öğretim üyelerinin günlük politika ile uğraşmamaları hakkında çıkarılan kanuna göre muamele yapılmazken, 1955 sonlarında bu kanuna göre, bazı öğretim üyeleri hakkında tahkikat açılmıştır. İÜ Senatosu tarafından Ord. Prof. Dr. Şükrü Baban hakkında tahkikat açılırken, Maarif Vekâleti tarafından siyasetle uğraştığı hakkında mütalaa bildirilen İÜ İktisat doçentlerinden Osman Okyar için İ.Ü. Senatosu tahkikat açmaya lüzum görmemiştir 62. Daha sonra, İ.Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı'nın " Mebusluktan Iskat " başlıklı yazısı dolayısıyla Maarif Vekâleti tarafından üniversitenin ikaz edildiği haberleri ortaya çıkmıştı 63. 

16 Ocak 1956'da bağlı bulundukları teşkilat emrine alınmak suretiyle vazifeden uzaklaştırılacaklar hakkındaki 6435 sayılı kanunun değiştirilmesine dair olan tasarının TBMM İçişleri Komisyonu'nda yapılan müzakeresi sırasında, bazı milletvekilleri, üniversitedeki öğretim üyeleri arasında komünistlere alet 
olan şahısların bulunduğunu ve bu sebepten dolayı, 6435 sayılı kanundaki hükümlerin aynen kalmasını istemişler ve bu teklif de kabul edilmişti 64. 

İçişleri Komisyonu'nda yapılan bu ithamlar, üniversite çevresinde büyük bir infial uyandırmıştır. 17 Ocak 1956'da toplanan AÜ Senatosu, yaptığı uzun  müzakereler den sonra ithamları reddeden ve üniversite hocalarının bakanlık emrine alınarak işten el çektirilmesini sağlayan kanuna tepkilerini ortaya koyan 
bir kararı, ilk defa üniversitelerin DP iktidarına karşı açıktan tavrının bir ifadesi olarak efkâr-ı umumiyeye duyurmuştur 65. 

Ankara Üniversitesi'nden sonra 19 Ocak 1956'da 1.Ü Senatosu da, A.Ü Senatosu'nun gösterdiği hassasiyete ve fikirlere tamamen katıldıklarını beyan 
ederek DP tarafından üniversitelere gösterilen itimatsızlığı üzüntüyle karşılamışlar dı. İ.Ü. Senatosu, Türkiye'de ilmi inkişâf için vazgeçilmez şartı 
teşkil eden üniversite muhtariyetini esaslı şekilde ihlal eylemiş bir kanun muhafazası Î.Ü. Mensupları arasında büyük bir hayret ve teessür uyandırdığını 
açıklamıştı 66. 

    İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin tebliğlerini değerlendiren Konya DP Milletvekili ve Felsefe Profesörü Hamdi Ragıp Atademir, muhtariyetin "İ stiklâl " mânâsına gelemeyeceğini, üniversite muhtariyetinin, üniversitenin kendi organları üzerinde nizamı temin etmesi demek olduğunu, üniversite 
muhtariyetinin ilim adamlarının şahsında mündemiç bulunduğunu ve alınıp verilemeyecek bir nesne olduğunu söylemiş ve senatoların hareketini 
"işkillenmek" tabiri ile vasıflandırmış tır 67. 

Bu gelişmeler üzerine, DP'ye ve onun yayın organına tepkiler büyümeye başlamıştır. Hürriyet Partisi Kocaeli Milletvekili Turan Güneş, üniversite 
senatolarının kararını yerinde bulmuş, üniversitelerin demokrasinin tahakkuku yolunda batılı bir örnek verdiklerini belirtmiş ve DP liderinin efkâr-ı umumiye 
önünde perişan durumunun tezahür ettiğini ifade etmiştir 68. 

DP iktidarının Bakanlık emrine almayı kaldıran değişikliğe sıcak bakmaması üzerine, senatolardan sonra bazı öğretim üyelerinin de DP  Hükümeti'nin icraatlarının aleyhine açıktan konuşmaya başladıklarını görüyoruz. Î.Ü'den İsmet Giritli, 6435 sayılı kanun ile üniversite mensuplarının  mukadderatını ME Bakanının iki dudağı arasından çıkacak bir emre bağlanmasını, üniversite muhtariyeti ile hiçbir şekilde bağdaştırmanın mümkün  olmadığını, bu uygulamanın "biraz da tek parti devrinin keyfi ve otoriter temayülüne uyularak" bütün memurlara teşmil edildiğini, bakanlık emrine  alınmanın yürürlükten kaldırılarak muhtar üniversitelere yöneltilmiş "daimi baskı ve tehdit hükmünün bertaraf edilmesini" istemişti 69.

Üniversiteler aleyhine yapılan ithamlara ve DP'nin yayın organı Zafer'z cevap veren Î.Ü. Hukuk Fakültesi Profesörü Hüseyin Naili Kübalı, DP'nin ' Meclisin  üzerinde hiçbir gücü yoktur' sözlerine aykırı olarak, basınla beraber en büyük umumi efkâr temsilcisi olan üniversitelerin TBMM'yi de murakabe etmesini demokratik bir vecibe olarak değerlendirmişti. Başta Başbakan Menderes ve DP'lileri çok öfkelendirmişti. 70 

Bu beyanlar üzerine DP grup toplantısında konuşan Başbakan Menderes, İstanbul basını, üniversite ve muhalefetin iktidara karşı bir cephe halinde 
birleştiklerini, üniversitelerde antidemokratik bir fikir taşındığını, devlet idaresinin karşısında her şeyi inkâr eden 3-4 kişilik ve CHP'nin anarşist ruhuna 
hizmet eden bilgiden mahrum oldukları, TBMM üzerinde baskı icra etmek istedikleri ve bunun Üniversiteler Kanunu'nun 3. maddesine aykırı olduğunu, 
öğretim üyelerinin öğrencileri yetiştirmek için ilim yerine günlük politika işlerinin aşılandığını, buna engel olunmak için kanuni tedbirler alınacağını 
söylemişti. 

Üniversitelere çok öfkelenen Menderes, "istersek bugün çanlarına ot tıkayabiliriz" demişti. AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü'nde yapılan bir toplantıya atıf yapan Menderes'e göre, hükümet ve DP'ye karşı şumüllü bir hareketin başlatıldığını, ilmin yerine zulmün ikame edileceğini söyleyecek kadar ileri gidildiğini, bu sözleri söyleyenlerin hepsinin CHP mensubu olduğu ve matbuatla işbirliği yaptıklarını belirtmişti 71. 

Başbakan'ın bu konuşmasına ilave olarak üç doçent ile üç profesörün bakanlık emrine alındığı yolundaki haberlerin yayılması bazı üniversite öğretim üyeleri tarafından tepkiyle karşılandı. Üniversite senatoları ile öğretim üyelerinin sergiledikleri tavrı destekleyen TMTB Başkanı Nejat Canhan, üniversite muhtariyeti için öğretim üyelerinin yaptığı gayret ve faaliyeti, "hayatta en hakiki mürşid ilimdir" diyen Atatürk'ün gençliği olarak takdir ve minnetle karşıladıklarını söylemişti 72. TMTB Başkanı'nm bu açıklaması ile DP döneminde ilk defa bir öğrenci teşkilatının hükümet aleyhine açıktan tavır aldığını tespit ediyoruz. 

2- Dekan Turhan Feyzioğlu'nun Bakanlık Emrine Alınması, Siyasal Bilgiler Fakültesi Olayları ve Tartışmalar 

Üniversite muhtariyetinin tartışıldığı ve öğretim üyelerinin günlük politika ile uğraştıkları hususunda tartışmaların yapıldığı bir ortamda 1956-1957  öğretim yılı açılışında AÜ SBF Dekanı Turhan Feyzioğlu'nun yaptığı konuşma ile bir olaylar silsilesi başlamış oldu. T. Feyzioğlu, öğrencilere 'Nabza göre şerbet veren münevverlerden olmamalı' diye konuşmuştu. Ayrıca A.Ü. Senatosu'nun kararına rağmen İktisat Doçenti Aydın Yalçın'ın profesörlüğe bir yıldır terfi ettirilmemesini üniversite muhtariyetini bir kere daha zedeleyen bir konu olduğunu söylemişti. Feyzioğlu'nun bu konuşması üzerine Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Doçenti Mehmed Köymen Zafer gazetesinde bir yazı yazarak artık bu fakültenin yaşatılıp yaşatılmayacağı konusunun ciddi olarak ele alınması gerektiğini iddia etmişti. Köymen'e Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği tarafından iki defa cevap verilmiş ve son cevap da Feyzioğlu tarafından verilmişti. Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanlığı Turhan Feyzioğlu'nu polemiğe sebep olmakla suçlamıştı 73. Feyzioğlu'nun konuşmalarını hatalı bulan Milli Eğitim Bakanlığı, bu hocanın Vekâlet emrine alınabilmesi için AÜ Senatosu'na bir yazı göndermiş ve muvafakat istemişti 74. 
A.Ü. Senatosu'nun Turhan Fevzioğlu'nun Bakanlık emrine alınmasının aleyhine ilmi siyasete alet etmediği yönünde ittifakla karar vermesine rağmen Milli 
Eğitim Bakanı Ahmed Özel şahsi takdir hakkını kullanarak Feyzioğlu'nu Bakanlık emrine almıştı. Bu gelişmeyi müteakib A.Ü. Rektörlüğü Turhan Feyzioğlu'nun 6433 sayılı kanunun ikinci maddesine dayanarak Bakanlık emrine alındığını 1 Aralık 1956 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi yönetimine bildirmişti. Kararı öğrenen Feyzioğlu vazifelerini Yönetim Kurulu'na devrederek fakülteden ayrılmıştı 75. 

Turhan Feyzioğlu'nun Bakanlık emrine alınması üzerine talebeler derse girme miş, gece de elektrikleri söndürerek sadece Atatürk'ün büstüne 4 tane 
mum dikmişlerdir. Kızlar siyah elbise giymişler erkekler de yakalarına siyah kurdele takmışlardı. A.Ü. Hukuk Fakültesi'nde bazı öğrenciler dersleri boykot 
etmişti. SBF'li 221 öğrenci Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a telgraf göndererek hocalarının geri iadesini istemişlerdi 76. DP'nin yayın organı konumundaki Zafer 
gazetesi, SBF'deki olaylar CHP Başkanı İnönü'nün tahrik ettiğini, SBF'nin bir CHP ocağı haline getirildiğini ve suçluların kanunun pençesinden kurtulamayacaklarını belirtmişti 77. CHP ise bu iddiaları yalanlamıştı 78. CHP'den sonra Hürriyet Partisi de, Feyzioğlu'nu Başkanlık emrine alınması dolayısıyla iktidarı tenkit etmişti 79. Millet Partisi de, T. Feyzioğlu'nun Bakanlık emrine alınmasının izah ve haklılığının isbatı için M.E. Bakanı tarafından cevaplandırılmak üzere TBMM'ye bir soru önergesi vermişti 80. 

Bu gelişmeler üzerine Doç. Aydın Yalçın ve Doç. Muammer Aksoy'un ardından SBF İktisat asistanlarından Coşkun Kırca istifa etmiştir.81 İstifa serisine asistan Şerif Mardin de katılmıştır. AÜ SBF istifalarına ilave olarak bir de AÜ Hukuk Fakültesi'den Doç. Dr. Münci Kapani de istifa etmişti. 

DP Grup toplantısında, İ.Ü.'de "siyasi tahrikler" olduğu yolunda söylenilen sözler İ.Ü.'de teessürle karşılanmıştı. Bu arada İ.Ü.'de geniş çapta bir tasfiye yapılacağı ve bazı öğretim üyelerinin Vekâlet emrine alınacağı söylentileri İstanbul Üniversitesi'nde huzursuzluk meydana getirmişti. İstanbul Üniversitesi'ndeki söylentilere ilave olarak DP Ankara Merkez Kongresi'nde Çalışma Bakanı Mümtaz Tarhan'ın "Üniversite ancak ilimde muhtardır" demesi ve bunun mevcut üniversiteler kanununa bile aykırı olması tepkiyle karşılanmıştı. Bu konuda bir açıklama yapan İ.Ü. Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ord. Prof. Sıddık Sami Onar , "Üniversiteler kanunen ilmi muhtariyeti haiz oldukları gibi, idari hatta kısmen mali muhtariyete de haizdirler" diye cevap vermişti. 

Feyzioğlu ve SBF hadisesi CHP'den Nüvit Yetkin, Hürriyet Partisi'nden Turan Güneş ve CMP'den Tahir Taşer tarafından verilen soru önergeleri dolayısıyla 19.12.1956'da TBMM'de 5 saat süren sert tartışmalara sebep olmuştu. 

ME Bakanı, Ankara Üniversitesi'nin 2 Kasım'da açılış töreni yapılmasına rağmen kasdi olarak SBF'de açılışın 3 Kasım'da yapıldığını Dekan Feyzioğlu'nun üniversite muhtariyeti ve bir doçentin terfi mevzularında siyasi kabul edilecek sözler söylediğini, 1955'de SBF Fikir Kulübü tarafından yapılan siyasi içerikli toplantı hakkında bakanlığın bu konudaki yazısına cevap verilmediğini, A.Ü. Senatosu'nun da Feyzioğlu'nun konuşmalarını tasvip etmediğini bildiren mektubunun bulunduğunu, Rektör tarafından dekanlıktan istifa etmesinin telkin edilmiş olmasına rağmen bunu dikkate almadığını, ancak A.Ü. Senatosu'nun Bakanlık emrine almaya da karşı olduğunu belirterek Bakanlığın Feyzioğlu'nu görevden uzaklaştırarak Bakanlık emrine almaktan başka çaresi kalmadığını söylemişti. 

Adalet Bakanı ve İçişleri Bakan Vekili Hüseyin Avni Göktürk Üniversite Talebe Birliği'nin yayınladığı tebliğ ile Cumhurbaşkanına çekilen telgrafın Cemiyetler Kanunu'na aykırı olduğunu, talabelerin derslerine girmemek, fakültenin elektriklerini kesmek gibi hareketlerinin suç olduğunu bazı öğretim üyelerinin de öğrencileri teşvik ettikleri ve dolayısıyla bir doçent (Muammer Aksoy) ile bazı öğrenciler hakkında soruşturma başlatıldığını açıklamıştı. 

Üniversite öğretim üyelerinin tamamının alınmaları ihtimali olan sözler söylediği takdirde peşinen özür dilediğini belirten ve muhalefet partilerinin üniversiteler de faaliyet gösterdiklerini iddia eden Başbakan Menderes ana hatları ile şu açıklamayı yapmıştır: " Biz dört senelik muhalefetimiz de eğer üniversiteler de ocaklar açsaydık üniversitemizin hali ne olurdu? Biz dört sene orduya ve üniversiteye hiç bir surette siyaseti sokmadık. O zamanın iktidarı her vesileyle bu mevzularda tehditler savururdu. Hatta 1950'deki seçim nutuklarında bile bu husus yer almıştı. Şimdi iki profesör peyleyip dört doçentle anlaşıp üniversitede tahrikler yapmaya kalkıyorlar. İçte ve dışta memleketi kötülemek istiyorlar. Bilsinler ki bundan sonra buna müsade edilmeyecektir. Üniversitede 1950'den beri bazı meselelerin mecvcudiyeti bilinmektedir. Siyasi nümayişlerle başlayarak tedrisat partizanlığa kadar götürülmek istenmiştir.. 

Üniversitedeki hadiseler birkaç kişiye inhisar etmektedir. Hadisenin mübaşiri addedilebilecek olan dekanın (Turhan Feyzioğlu) hareketini Senato daha ilk hamlede tasvip etmemiştir. Geri kalanlar da ceza göreceklerini anlayınca birer milli kahraman gibi istifa etmişlerdir. Bu hareketler bir takım siyasi çalkantıdan başka mânâ ifade etmez. Madem ki kanun Milli Eğitim Bakanı'na tam selahiyet vermiştir, yapılan muamelede hiç bir hatalı taraf yoktur. Üniversiteler Kanunu'nu değiştireceğiz. Bu tahrikleri tamamen önleyeceğiz..." 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***