SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2018 Pazar

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 9

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 9





Değişmeyen Düzenin Değişen Aktörleri: Suriye Olayına Tarihi Yapılardan Bakmak 

 Prof. Dr. Altan ÇETİN 

Suriye ile bugün geldiğimiz noktada krizi anlamak için sağlıklı değerlendirmeler yapmak için şüphesiz çok yönlü tetkikler yapılmalıdır. Bunun için de değişik fikir 
laboratuarlarına ihtiyaç olduğu aşikârdır. İşte tarih bu manada gelinen noktanın aydınlatılmasında vazgeçemeyeceğimiz bir tahlil ve anlam alanıdır. 
Olduğumuz, olmakta bulunduğumuz ve olacağımıza dairin ipuçları, anlamları ve sonuçları burada bulunmaktadır. Tikel ve tekil bazdaki tüm analizler bu manada diğer parametrelerle birlikte tarihin yol göstericiliğine muhtaçtır. Bölge ve uluslararası düzeydeki tahlillerde değişen güç, kutuplaşma ve bağımlılık dengelerine bağlı süreçler, yapılar ve değişimleri izlemenin yolu da tarihin yaşlı ama aklı gün kadar taze varlığında gizlidir. Bu analizde Suriye’nin biri küresel diğeri ise bölge bazında ve Türkiye ile yaşadığı tarihi manzaradan yola çıkarak değişenler ve sabitler hakkında bir bakış açısına ulaşılmaya gayret edilecektir. 


“Şerif Hüseyin, İngilizlerin çağrısını kabul edip 5 Haziran 1916’da oğullarının liderliğindeki Hicaz kabileleriyle birlikte Türklere karşı isyan etmiştir. Ekim 1918’de Türk ordusunun şehri boşaltmasının ardından da Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, emrindeki kuvvetlerle Şam’a girmiştir Faysal’ın Şam’a girmesiyle birlikte Suriye’de yaklaşık iki yıl sürecek fiilî bağımsızlık dönemi başlamış oluyordu. Askeri bir yönetici olarak Faysal, Fransız birliklerinin bulunduğu sahil şeridi hariç, bütün Suriye’yi kısa zamanda kontrolü altına almış, Temmuz 1919’da Büyük Suriye Kongresi’ni toplayarak Suriye’nin egemen ve özgür bir ülke olduğunu tescil etmiştir. 

Kongre, 1920 yılı Mart ayında aldığı kararla Faysal’ın Suriye Kralı olduğunu dünyaya duyurmuştur. Bu süreçte üç ana durum Arap milliyetçiliği ve Faysal’ın 
genç Arap Krallığı’nın aleyhine çalışmıştır. Bunlardan ilki, İngilizlerin hem kuzeydeki Rus nüfuzunun yayılmasını durdurmak, hem de bölgedeki petrol çıkarlarını korumak için Doğu Mezopotamya’yı kontrol altında tutma isteğidir. İkincisini de Siyonizm ve Filistin’deki Yahudi emelleri oluşturmaktadır. Her ne kadar İngiltere, 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’nda bağımsız bir Arap Devleti ya da Arap Devletleri Federasyonu’nu tanıyacağını ifade etmişse de, 1917’deki Belfour Deklarasyonu’yla Siyonistlere de Filistin’de bir “milli yurt” vaat etmişti. Bu iki taahhüt, birbirleriyle çelişmekteydi. Üçüncü kuvvet ise, Fransızların Ortadoğu’da bir güç olarak kalmaktaki kararlılıklarıydı. Yukarıda da işaret edilen Sykes-Picot Antlaşması, Fransız mandası yönünde atılan en önemli adımlardan birini teşkil etmektedir. 

Savaşın başlarında gizlice bir araya gelen Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar ve Ruslar, Arap topraklarının kaderiyle ilgili önemli kararlar almışlardır. 
Dünya kamuoyu, bu gelişmelerden ancak 1917’den sonra haberdar olmuştur. Rus Devrimi’ni takiben Bolşevikler, aralarında Sykes-Picot Antlaşması’nın da yer 
aldığı gizli diplomatik belgeleri yayınlamışlardır. Bu anlaşma, İngilizlerin Şerif Hüseyin’e belirsiz bir şekilde Arap Krallığı sözü vermelerinden altı ay sonra imzalanmıştı. Böylece İngiltere ile Fransa, Suriye ve Lübnan’ın Fransız, Irak ve Ürdün’ün ise İngiliz nüfuzuna bırakılması hususunda anlaşmış oluyorlardı.”1 
Burada ortaya konulan çerçeve Ortadoğu denilen yerde buranın yerli ahalisinin nesneleşme sürecinin global düzeydeki hikayesini anlatır. Batının güç sarmalı 
Osmanlı sonrası bölgede içeride bulduğu geçici(!) yandaşlarla kendi kutuplaşmasına ve bağımlılık ilişkilerine dair süreci inşaya başlamıştır. Burada Batı nüfuzunun bölgeye İngiliz aktörlüğünde girmesi, İsrail ölçeğinde bölgede bir iç dizyanın yapılması, özgürlük vaadleriyle harekete geçirilen Arapların San Remo’ya kadar sürecek olan Suriye rüyasının başlaması, akabinde Sovyetlerin kurulması ile büyük oyunun deşifre olması, hegemonyanın inşasına dair başlangıç hareketlerini okumak mümkündür. Bugünün Ortadoğu’suna dair her okuma bu manzarayı göz ardı ederek güncel değişimlere takılırsa büyük resmi kaçırmış olacağından analizlerde sorun yaşayacaktır. 

Ortadoğu büyük küresel güçler ile İsrail sarmalındaki bir yerel çatışmanın parantezine alınmış ve bu durum hala bu şekilde devam etmektedir. Bu genel çerçeve içinde şimdi Türkiye’nin Suriye ile bölgede yaşadığı bir krize bakmak bu hegemonya çıkmazında akıl tutulması yaşayan coğrafyamızdaki değişenler ve değişmeyenlere dair fikir verecektir. 

 Bağdat Paktı (1955-1958), Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında, Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'da denge unsuru olmasını ve güçlenmesini engellemeye matuf olarak kurulan emniyet ve müdafaa amaçlı bir yapılanma idi. Buradaki aktörlere bakacak olursak Soğuk Savaş sarmalında kuşatılmaya çalışılan Sovyetlere karşı etkili bir savunma duvarı oluşturulması endişesi hemen dikkati çeker. Türkiye’nin bu dönemde NATO üyesi olması da bu gelişmenin diğer bir ayağı olarak not edilmelidir. 

Bu yapılanma yukarıda ortaya konulan küresel hegemonik vizyonun bölgede şekillendirici etkisinde uydu aktörlerle gerçekleştirdiği bir yapılanmadır. Bu yapılanmanın yükselen diğer bir aktörü ise ABD’dir. 1956’da Mısır’ın İsrail ile yaşadığı Süveyş krizi İngiliz ve Fransız etkisinin bölgede yerini Sovyet ve Amerikan etkisine bıraktığı bir olayı simgeler. Artık Osmanlı sonrası sürecin patronları değişmiş ama oyun aynıyla devam etmektedir. İşte bu süreçte Baasçı milliyetçiliğin Arap Dünyasında yayılması hengamesinde Türkiye ile Suriye karşı karşıya gelmiştir. “Türkiye ve Suriye ilişkilerini kriz haline dönüştüren olay Sovyetler Birliği’nin Suriye’yi kullanarak Ürdün üzerinde siyasi hâkimiyet kurma çalışmaları oldu. Ürdün bu dönemde siyasi olarak istikrarsız bir ülkeydi. Krizin patlak verdiği 1957 yılında Ürdün Kralı Hüseyin daha 23 yaşındaydı. 18 yaşında Ürdün tahtına geçen Kral Hüseyin’in ülkesi fakir ve bütçesinin önemli bir kısmı dış yardımlardan oluşuyordu. 

Ürdün’de tam manasıyla ABD ve İngiltere’nin nüfuzu hakimdi. Kral Hüseyin, Ürdün nüfusunun en büyük kısmını oluşturan Filistinli göçmenlerden İsrail ve Ürdün topraklarını içine alacak bir Filistin devleti kurmak niyetleri nedeniyle rahatsızdı. Onların bu yönde Kahire ve Şam yönetimleri tarafından desteklendiğini biliyordu. 

Sovyetler Birliği ile Suriye arasındaki yakınlaşma 1957’de daha da arttı. Suriye Savunma Bakanı Halid el-Azm 6 Ağustos 1957’de askeri ve ekonomik yardımı görüşmek üzere yaptığı Moskova ziyareti sırasında iki ülke arasında teknik ve ekonomik işbirliğini içeren bir antlaşma imzalandı. 

Antlaşma batı basınında geniş yer buldu. The New York Times antlaşma ile Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da önemli bir zafer kazandığını Suriye’nin ABD’den asla alamayacağı yardımın daha fazlasını almayı başardığı yolunda bir değerlendirme yaptı. 21 Ağustos 1957’de ABD Genelkurmay Başkanı Nathan Twining’in katılımıyla Beyaz Saray’da yapılan gizli toplantıda Başkan Eisenhower, komşularının harekete geçmemesi durumunda Suriye’de kontrolün kaybedileceğini söyledi. Bunun üzerine Türkiye ve Irak’ın Suriye sınırı boyunca asker yığmaları teşvik edildi. Doğu Akdeniz’e 6. Filo, Batı Avrupa ve Adana’ya ABD jetleri gönderildi. Stratejik Hava Komutanlığı’na hazır ol emri verildi. ABD alınan bu önlemlerin bölgede savaş riskini artırdığını farkındaydı. Ancak gelişmeler karşısında hiç bir şey yapmamak Ortadoğu’yu komünizme terk etmek demekti. Türkiye’nin Ortadoğu’daki Sovyet faaliyetleri karşısında hassas olduğu bu süreçte Ortadoğu ülkeleri hızla Sovyetler Birliği’ne yaklaşıyordu. 

Filistin Meselesi, Süveyş Krizi ve Bağdat Paktı ile ilgili gelişmeler Arapların tehdit algısında önemli değişimlere yol açtı. Mısır önderliğinde Batı ve onun ittifaklarına karşı olan blok hızla güçlendi. Ortadoğu’da Batıya karşı duyulan tepki her geçen gün daha da arttı. Bu durum ise Arapları Sovyetler Birliği ile daha fazla işbirliğine itti. 

Suriye iç siyasetindeki sol akım Türkiye ve Batı tehlikesinden de besleniyordu. Suriye özelinde meseleye baktığımızda bunlara ek olarak özellikle Batı ve onun 
müttefiki Türkiye’nin Ortadoğu siyasetinde aktif rol oynaması ve Suriye ile yukarıda bahsettiğimiz sorunların hala sıcaklığını koruması Suriye’de 
Sovyet sempatizanı akımların güç kazanmasına sebep oldu.”2 Görüleceği üzere bölgede bugün de yaşandığı üzere iki küresel gücün karşılaması söz konusudur. 
Dün Nasırcı Mısır Baas ideolojisi ve milliyetçilik kaygılarıyla İsrail ile kavga ediyordu. 1979 yılında Camp David süreci ile kenara çekilen Mısır’ın yerini bugün Şiilil gayreti ve ideolojisi ile hareket eden devrim sonrası şekillenmiş İran vardır. Roller o kadar ironik değişmektedir ki İsrail’in ve Batının muhalifi olan Mısır Camp David sonrası tam bir müttefike dönüşürken, Devrim öncesi Batının istikrar adası olan İran bir anda tam bir muhalife dönüşmüştür. Olayın üst şemsiyesi ise dünün Sovyetlerinin devamcısı Rusya ve bölgedeki devamını dün Sovyet yayılmacılığına karşı sürdüren bugünün demokrasi getirici müttefikimiz ABD tarafından oluşmuştur. Suriye ve Türkiye ise dün ve bugün işte geçen yüzyılın başında yaşanan kırılmanın devamcısı fay hatlarındaki çatlamaların devamı süreçlerin yan aktörleri gibidirler. İsrail’in varlığının teminatı güvenlik endişeleri yeni bir aktör tarafından yürütülmekte, Rusya ve ABD küresel bazda bölgedeki gelişmelerin genel müdahili sıfatıyla ama farklı söylemler altında stratejik emellerini yürütmekte ve bugün Suriye ile Türkiye bir kere daha kriz yaşamaktadır. Dün soğuk savaşın kutuplaştırdığı bölge bugün daha yerel başka unsurlarla bölünmektedir. 

Mısır’ın oluşturduğu basçı tehdidin yerini bugün İran’ın oluşturduğu Şii eksenli güvenlik sorunu sürdürmektedir. Rusya, Çin ve ABD bu sürecin BM nezdindeki yüksek iradesini temsil etmektedirler! Dün ironik olarak “komünistleşme” endişesine karşın bugün İran ve Rusya Suriye sonrasında kendilerine sıçrayabilecek bir “demokratikleşme” kaygısı üzerinden bir güvenlik algısı kurmaktadırlar. 

Burada “demokrasi”yi idealize edilmiş masum bir terim olarak görmekten öte çağın ruhu mucibince halklarda rıza tabanı oluşturmanın, özgürlük ve 
hukukun teminatı olmak algısıyla meşrulaştırılan bir kavram ve propaganda aracı kast edilmektedir. Zaman, bazı aktörler ve içerikler değişse de mahiyeti itibariyle bakıldığından “Ortadoğu” dedikleri bölgede hegemonik güçler gölge oyununu sürdürmektedirler. 

Bu konjonktürde tarihsel olarak bahsedildiği üzere uzun yıllar var olan ve 1998’e gelindiğinde bir savaşın eşiğinden dönülen Türkiye ve Suriye ilişkilerinde bir “düşman” algısı, uzun süre varlığını korudu. Türkiye’ye göre Suriye, teröre ev sahipliği yaptığı, su kaynaklarının paylaşımında sorun çıkardığı ve coğrafik olarak Türk toprak bütünlüğüne (Hatay Sorunu) müdahalede bulunduğu vb. için “düşman” ülke iken, Suriye.ye göre de Türkiye, su kaynaklarını adil paylaşmadığı, Batının destekçisi olduğu, kendi toprakları (Hatay) üzerinde hak iddia ettiği vb. için “düşman”dı.3Ancak 2003’lerden sonra Suriye’nin Irak meselesinde ABD ile hareket etmeyi ret etmesi sonrası süreçte bu süreç adeta tersine dönüş yaşamıştır. Türk-Suriye baharı diyeceğimiz bu süreç 2011 Şubatında Asi Barajı açılışı törenlerine kadar sürmüştür. Bu süreci anlatması bakımından Türkiye’nin politikalarının Suriye halkı tarafından nasıl anlaşıldığına dair Büyükelçi Abdulfettah Ammura’nın 2009’da sarf ettiği şu sözlerini ortaya koymak kâfi olacaktır: “Amerika ve Avrupalı ülkeler Suriye’ye baskı kurdukların da Türkiye Suriye halkının yanında yer aldı. Aynı zamanda halkımız da bunları görmektedir. 

Halkımızın talepleri de Batılı güçlerle birlikte hareket etmeyen Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönündedir”4 Ancak, Mart ayında Suriye’de başlayan halk hareketi ile tedrici olarak bugünkü aşamaya ulaştı. Türkiye, Suriye Büyükelçisinin ifade ettiği üzere halkın yanında durma tavrını tutarlı olarak sürdürecek ve bu tutum rejimle bugün yaşanan krizin ve uçak düşürülmesi hadisesinin yaşanması durumuna kadar gelinmesine yol açacaktır. 

Tarihi hadiselerin kılavuzluğunda görülmektedir ki küresel ve bölge düzeyinde yapıların analizi göstermektedir ki Osmanlı sonrası bölgemizin ana aktörleri ve yapıları dün ve bugün perspektifinde bölgeye ve dengelerine tesir etmeye devam etmektedirler. Bu tahliller bölgenin hem Araplar açısından, hem Türkiye açısından hem de karşılıklı ilişkilerin şekillenmesindeki parametreler açısından dikkat çekici ayniyetler taşıdığını göstermektedir. 

Bunu bir Türk oryantalizmi gibi okuyanlar olsa da Osmanlı sonrası süreçte bölge içine girdiği batılı dilemma ve İsrail gerginliğinde kendini şekillendirmektedir. 
Bölgenin Ortadoğulu!!! Aktörleri genelde küresel projelerde taraf olmak dışında özen boyutunda bir rol üstlenememektedirler. Bölge küresel bir hesaplaşmanın gölgesinde yaşanan genel ve özel kutuplaşmalar yaşamakta. Bu bazen Baasçılık parantezinde bazen Şiilik çıkmazında yaşanmakta ancak her halükarda bağımlılık ilişkileri ve taraf olmak zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye ve Suriye özelinde baktığımızda ise 57 krizi ile bugün yaşanan kriz farklı siyasi süreçlerde yaşanır gibi görünse de küresel ve bölgesel aktörler bazında bazı değişmelere rağmen güç, kutuplaşmalar ve bağımlılıklar noktasında değişmeyen bir zihniyetin ve eylem tarzının cari olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kimlikler, çıkarlar ve normlar üzerinden bölgede güncel tasarım girişimleri sürmektedir. Kutuplar bunlar üzerinde oluşmakta ve bunların gölgesinde 
bağımlılıklar yaşanmaktadır. Elbette Türkiye’nin bugünkü duruşu Suriye halkını savunmak gibi görece erdemli ve dâhili inisiyatiflere dayalı süreçlerden kaynaklanmaktadır. 

Ancak bölgenin değişmeyen zihni ve yapısal dengeleri Türkiye’nin değişen duruşunu da bu arada sorunlu göstermektedir. 1918 senesi Suriye’de başlayan kaos bugün hala sürmektedir. Türkiye bırakmak zorunda kaldığı misyonunu üstlenene kadar da mevcut dilemma içerisinde değişen versiyonlarla kendini tekrar edecek gibi görünmektedir. 
Türkiye Suriye krizindeki kararlı ve bilinçli söylemlerini aynı karar ve isabetteki eylemlerle desteklemelidir. Bugün Suriye uluslar arası vurdumduymazlıkla, bölgesel kutuplaşmalar arasında yeni Bosna olma yolunda ilerlemektedir. Annan’ın sonuçsuz taleplerine bir yenisi eklenmiştir. Beşşar Esed’in 2 sene daha devamı gibi konuyu mizahi düzeyde ele alan düşünceler ortaya çıkmaktadır. Değişmeyen düzen kendi düzenini ikame adına düzensizliğe kılıflar uydurmaya devam eder görünmektedir. 

Öznesi olmayan bir coğrafyada gölgeler ittifakı devam etmektedir. Özne olmanın gereği eylemektir. Tarih bize anlamlar ve eylem gücü vermedikçe varlığımızı aksettiren olaylar manzumesi olmanın ötesinde bir fonksiyonu olmayacaktır. 

Tarih anlamlar dünyası ile hatırlattıklarıyla geleceğe yol açan bir fener hükmündendir. 

Yeter ki o fenerle önümüzü aydınlatmayı bilelim. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Mehmet Akif Okur, Emperyalizmin Ortadoğu Tecrübesinden Bir Kesit: Suriye’de Fransız Mandası, 
http://yayinlar.yesevi.edu.tr/files/article/214.pdf (28-06-2012) , s.139-140 
2 Arda Baş, 1957 Suriye Krizi ve Türkiye, http://www.historystudies.net/Makaleler/1975160084_5-Arda%20Ba%c5%9f.pdf, s. 95,97, 98, 106. 
3 Yusuf Sayın, Türkiye-Suriye İlişkilerinin Stratejik Derinliği, http://yusufsayin.com/makaleler/turkiyesuriye.pdf, s.5, 28-06-2012 
4 Veysel Ayhan, Türkiye-Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem: Yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi, 
http://www.setav.org/ups/dosya/28769.pdf, s.31 (28-06-2012) 


10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


****

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 1

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 1






SYKES-PICOT ANTLAŞMASI 

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin Asya'daki topraklarının paylaşılması konusunda yapılan gizli antlaşma (16 Mayıs 191 6). 


I. Dünya Savaşı' ndan önce Osmanlı Devleti'nin tasfiyesi konusunda anlaşamayan İtilaf devletleri savaş esnasında da bir iş birliği sağlayamadılar. Birinin elde ettiği başarı diğerleri için hoşnutsuzluğa yol açı yor, her devlet diğerlerinin istilasına karşı kendi nüfuz bölgesini titizlikle koruyordu. 
İngiltere ve Fransa'nın Çanakkale'den yeni bir cephe açmaya karar vermesi Boğazlar üzerinde tarihi emelleri olan Rusya'yı telaşlandırdı. Müttefiklerinin İstanbul'a yerleşmesinden endişe eden Rusya Boğazlar'ın kendisine verilmesini istedi ( 4 Mart 1915). Aralarında bir anlaşmaya varmadan bu kadar önemli bölgenin Rusya'ya bırakılmasını doğru bulmayan İngiltere ile Fransa, Rusya'nın İttifak devletleriyle anlaşması tehlikesini de göze alamadılar. İngiltere, Osmanlı toprakları üzerindeki taleplerinin yerine getirilmesi şartıyla Rusya'nın isteklerini kabul edebileceğini bildirdi ( 12 Mart). Fransa, Osmanlı Asyası'nın da paylaşılmasını önerdi (23 Mart) . 
    Petrol zengini Arap topraklarını ele geçirmek amacıyla Araplar'la gizli görüşmeler yapan İngiltere önce Rusya ile anlaşmak gerektiğini bildirdi. Büyük Ermenistan vaadiyle Ermeniler'i kışkırtan Rusya, Doğu Anadolu ile Çukurova 'yı istiyordu. Mersin ve Adana'nın Fransa'ya verilmesini kabul etmesi üzerine Fransa da Boğazlar'ın Rusya'ya terk edilmesine razı oldu (10 Nisan). 


   Karşılıklı notalarta imzalanan antlaşmaya göre İstanbul ve Çanakkale boğazları, Marmara denizi, Midye-Enez hattına kadar Güney Trakya, İstanbul Bağazı ile Sakarya nehri ve İzmit körfezi arasındaki bölge, Gökçeada ve Bozcaada Rusya'ya veriliyordu. Rusya da İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'nin diğer bölgelerinden uygun görecekleri yerleri almalarını ve Osmanlı egemenliğinden ayrılacak Arap ülkelerinin bağımsızlığını tanımayı kabul ediyordu. 

İstanbul Antiaşması adını alan bu ilk gizli paylaşım yeni antlaşmaların yapıl masına yol açtı. Çanakkale savaşlarında zorlanan müttefikler savaşa katılması için İzmir ve çevresini Yunanistan'a vermeyi kararlaştırdılar ( ı 2 N isan). İtalya ile imzaladıkları Londra Antiaşması'yla da (26 Nisan). 

Oniki Ada ile Trablusgarp'taki işga lini tanımayı taahhüt ettiler. Ayrıca Asya Türkiyesi payiaşıldığında İtalya'ya Akdeniz bölgesinden bir pay verilecekti. Buna karşılık İtalya, müttefikler yanında savaşa girmeyi ve müslümanlara ait kutsal yerlerinin bağımsız bir İslam devletinin egemenliğinde bırakılınasını kabul ediyordu. Savaşın başından beri İngilizler'in Osmanlı yönetimine karşı isyana teşvik ettikleri Mekke EmiriŞerif Hüseyin, İngiltere'ye askeri iş birliği teklifinde bulundu. 



Karşılığında bütün Arabistan yarımadası nı içine alacak ve kendi idaresine bırakıl acak müstakil bir Arap devleti kurulmasın ı ve Halifeliğin Türkler'den alınmasın ı istiyordu. 

İngiltere, Arap bağımsızlığını desteklemeye hazır olduğunu ve halifeliğe de bir Arap ' ın getirilmesine çalışacağını bildirdi (24 Ekim). Araplar buna mukabil bağımsızlıklarını kazandıktan sonra İngiltere'nin Basra ve Bağdat vilayetlerindeki özel durumunu tanıyacaktı. Ancak İngiltere, Türkçe konuşulan bölgelerle Fransa'nın istediği Suriye kıyılarını, Şam, Hama, Humus, Halep, Musul ve Filistin'i antlaşma nın dışında bırakmıştı. Şerif Hüseyin ise yalnızca Türkçe konuşulan Mersin ve Adana gibi bölgelerden vazgeçtiğini bildirdi (5 Kasım). 

İngiltere , Şerif Hüseyin'in en büyük rakibi Necid Emiri İbn Suud ile de gizli bir antlaşma imzalayarak Şerif Hüseyin'e vaad ettiği Necid topraklarında ve Basra körfezi kıyılarında (Küveyt hariç) İbn Suud'un bağ ımsızlığını tanımayı taahhüt etti (26 Aralık) İngiltere'nin bu ikiyüzlü politi kasından habersiz olarak Halep ve Beyrut konusundaki iddialarını sürdüren Şerif Hüseyin, İngiliz-Fransız ittifakını bozmamak için Suriye ve Lübnan üzerindeki isteklerinin çözümünü savaştan sonraya ertelediğini bildirdi. Türkler'e karşı savaşa hazırlanabilmeleri için kendilerine para ve silah yardımında bulunulmasını ve barış sırasında Araplar'ın yalnız bırakılmaması konusunda güvence verilmesini talep etti (1 Ocak I916 ) 
Şerif Hüseyin'in İngiliz-Fransız ittifakını bozacak davranışlardan kaçınma yolundaki yazısını senet saydığım ve istenen yardımın yapılacağını bildiren İngiltere Araplar'ın yalnız bırakılmayacağı konusunda da güvence verdi (30 Ocak) . 

İngiltere, Arap ayaklanmasını garantiledikten sonra Osmanlı Asyası'nın paylaşılması konusunu gö r üşmek için Fransa'dan bir temsilci göndermesini istedi. İngiltere'nin Araplar'la gizlice anlaşmasından memnun olmayan Fransa, Beyrut eski konsolosu François Georges Picot'yu özel temsilci olarak yolladı. İngiltere de Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Sir Mark Sykes'ı görevlendirdi. Kasım 191S'te iki devlet arasında Londra'da başlayan görüşmeler uzlaşmayla sonuçlandı (3 Ocak ı 916). Genelde İngiltere'nin bakış açısını yansıtan antlaşma tasiağına göre İngiltere Beyrut'un Sur iye'de kurulacak Arap devletinin içinde yer alması önerisinden, Fransa da Filist in'in Suriye'nin bir parçası olması isteğinden vazgeçiyordu. Bölgenin sadece kendi egemenliği altında bulunması iddiasından da vazgeçen Fransa, Filistin'de uluslararası bir rejim kurulmasını ve Basra'dan Filistin'e kadar uzanan bölgenin İngiltere'nin kontrolüne veya egemenliğine verilmesini kabul ediyordu. 

Buna karşılık İngiltere . 

Fransa'nın Suriye'nin sahil bölgesi ile Kilikya'nın tamamını almasına ve İran sını rına kadar uzanan bölgenin Fransız nüfuzuna bırakılmasına onay veriyordu. İtal yanlar'dan gizlenen antlaşma taslağının Gizli antlaşmalara göre Rusya tarafından onaylanması gerekiyordu. 

Sykes ve Picot, Petrograd'a giderek antlaşma taslağını Ruslar'a gösterdiler (ll Mart). Çanakkale başarısızlığının yol açtığı iç huzursuzluğu yeni toprak kazanımlarıyla gidermeye çalışan Rusya, Ermeniler'in yardımıyla işgal ettiği Doğu Anadolu'dan çıkmayacağını açıklayarak artı k Ermenisiz Ermenistan siyaseti gütmeye başlamıştı . 

Fransız etki alanının İran sınırına kadar uzanmasını Rusya'nın güneye doğru genişlemesini engelleyeceğini ileri sürerek tasiağa karşı çıktı. 


İNGİLİZ NÜFUZ BÖLGESİ 
Anadolu ve Orta doğu'nun taksimi, SYKES- PICOT ANTLASMASI 


Ruslar ancak Trabzon, Erzurum, Bitlis, Muş ve Siirt ile Türk- İran sınırını içeren kuşağın kendilerine verilmesi karşılığında antlaşma taslağını onaylayabileceklerini bildirdiler. 
Sinop Limanı'nın da Rusya ' nın etki alanına dahil edilmesini istemeleri yeni bir Fransız- Rus anlaşmazlığına yol açtı. İngilizler, Kerkük üzerindeki iddiasından vazgeçmesi karşılığında Fransa'ya Sivas-Kayseri bölgesinden ek toprak verilmesini önerdi. Öneriyi kabul eden Fransa ile Rusya arasında imzalanan antlaşmayla (26 Nisan) Aladağ , Kayseri, Akdağ , Yıldızdağ, Zara, Eğin ve Harput arasında kalan topraklar Fransa'ya verildi. Erzurum, Van, Bitlis, Muş , Siirt ve Trabzon Rusya'ya bırakıldı. Trabzon'un batısındaki sınır daha sonra belirlenecekti. Buna karşılık Rusya, Suriye ve Mezopotamya'nın İngiltere-Fransa arasında paylaşılmasını kabul etti. 

Rusya'nın onayını aldıktan sonra İngil tere ve Fransa arasında Sykes-Picot AntIaşması imzalandı ( 16 Mayıs 19ı6) , 9 ve 16 Mayıs 'ta mektup teatisiyle tasdik edildi. 

Buna göre Suriye'nin kıyı bölgesiyle Adana ve Mersin Fransa'ya veriliyordu. Basra ve Bağdat vilayetleriyle Hayfa ve Akka !imanları İngiltere'ye bırakılıyor, Dicle ve Fırat sularının etki bölgelerinde ortak kullanımı garanti ediliyordu. İskenderun serbest liman ve Filistin uluslararası bölge oluyordu. Arabist an toprakları, Akka-Kerkük çizgisiyle ikiye bölünerek kuzey kısmı Fransız, güney kısmı İngiliz nüfuzuna bırakılıyordu. Musul vilayetini içine alan Fransız nüfuz alanı İran sınırına kadar uzanıyordu. 

İngiltere'nin etki alanı ise Filistin'den Mezopotamya'ya kadar geniş bir bölgeyi kapsıyordu. İngiltere ve Fransa kendi nüfuz bölgelerinde Arap devletleri kurmayı ve bunları korumayı taahhüt ediyordu. Rusya tarafından onaylanan Sykes-Picot AntIaşması (23 Mayıs) Şerif Hüseyin'in istediğinden tamamen farklı bir antlaşma idi. 

Şerif Hüseyin'e bırakmayı vaad ettiği toprakların bir kısmını İbn Suüd'a veren İngiltere, kalan kısmını da Fransa ile paylaşmak ve nüfuz bölgelerine ayırmak suretiyle Araplar'ı ikinci defa aldatmış oluyordu. 

Şerif Hüseyin ise gizli antlaşmalardan habersizdi ve Mekke'de Arap ayaklanmasını başlatmıştı ( 10 Haziran). Kendini Arabistan kralı ilan edince (5 Ekim) İngiltere tarafından bağımsız Hicaz hakimi olarak tanındı. İngilizler'le anlaştığı halde Osmanlı yönetimine karşı resmen isyan etmeyen İbn Suud da İngilizler'i Basra körfezinde rahat bırakarak Irak'taki savaşlarını kolaylaştırdı . Osmanlı Asyası'nın gizlice paylaşıldığını öğrenen İtalya, müttefiklerine Londra Antiaşması'nı hatırlatıp Mersin'den İzmir' e kadar uzanan bölgeyi istiyordu. İtalyan talepleri, Fransız ve Yunan istekleriyle çatıştığı gibi İzmir'in İtalya'ya verilmesine Rusya da karşı çıkıyordu . Nihayet Rusya'da Şubat ihtilali'nin başlamasından ve çarlığın yıkılmasından sonra baskılarını arttıran İtalya ile İngiltere ve Fransa arasında Saint Jean de Maurienne Antlaşması imzalandı ( 17 Nisan 1917). Buna göre Mersin hariç Antalya, Konya, Aydın ve İzmir bölgeleri İtalya'ya veriliyordu, ayrıca İzmir'in kuzeyinde geniş bir nüfuz alanı 
tanınıyordu. İngiltere ve Fransa İzmir'de, İtalya Mersin, İskenderun, Hayfa ve Akka'da serbest liman kurabilecekti. 

Saint Jean de Maurienne Antiaşması Müttefikler arası gizli antlaşmalar zincirinin sonuncusu oldu. Bundan sonra esas sorun bu antlaşmaların ne derecede uygulanabileceğiydi. 

     Çarlık Rusyası'nın çöküşüyle birlikte esasen bütün tablo değişmeye başlamıştı. Arap milliyetçiliğinin gelişimine bağlı olarak İngiltere'nin Sykes-Picot Antlaşması'nı uygulama arzusu giderek azalıyordu. 

Balfour Deklarasyonu ile Filistin'de yahudi devletinin destekleneceğini aç ıklaması (2 Kasım) meseleye yeni boyutlar kattı. Rusya'da iktidara gelen Bolşevikler, çarlık döneminde yapılan bütün gizli antlaşmaları reddederek bunları dünya kamuoyuna duyurdular (8 Kasım). İngiliz başbakanı da Rusya'nın çöküşüyle birlikte Yakındoğu'daki durumun tamamıyla değiştiğini ileri sürerek Ermenistan, Arabistan, Suriye ve Filistin'in farklı milli durumlarının tanınması gerektiğini açıkladı (5 Ocak 1918). 

Brest-Litowsk Barış Antiaşması' nı 206 imzalayıp (3 Mart 1918) savaşta ele geçirdiği yerleri terk eden Rusya, Berlin Antiaşması'yla (1878) topraklarına kattığı Kars, Ardahan ve Batum'u Osmanlı Devleti'ne iade etti. Suriye'yi ele geçiren İngiltere, Şerif Hüseyin'in oğlu Emir Faysal'ın burada bağımsızlığını ilan etmesine izin verdi (4 Ekim) . Bulgaristan'ın teslim olmasın dan (29 Eylül) sonra, savaşı sürdürmesi zorlaşan Osman lı hükümeti de Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kaldı (30 Ekim). İngiltere mütarekeye rağmen Musul'u da ele geçirdi (8 Kasım). Fransa, Paris'te toplanan Barış Konferansı'nda (18 Ocak 1919) Sykes-Picot Antlaşması gereğince Suriye'nin kendi hakkı olduğunu açıkladı. Bu antlaşmanın artık geçerliliğinin kalmadığını ileri süren İngiltere ise bazı talepleri garanti altına alınıncaya kadar Suriye'yi boşaltmak niyetinde değildi. Ayrıca Filistin'in Suriye'den ayrılarak İngiliz mandası altına girmesini istiyordu. 

     İngilizler'in konferansta temsilini sağladıkları Hicaz da bütün Arap topraklarını talep ediyordu. Siyonistler, Balfour Deklarasyonu ile verilen sözü hayata geçirmenin peşindeydiler. İtalya da Londra ve Saint Jean de Maurienne antlaşmalarıyla vaad edilen toprakları istiyordu. İngiltere ve Fransa, Rusya tarafın dan onaylanmadığını ileri sürerek antlaşmanın bağlayıcı olmadığını açıklayınca İtalya , Antalya ve çevresine asker çıkardı. İtalya'nın geçici bir süre konferanstan çekilmesini (24 Nisan) fırsat bilen İngiltere, Yunanlılar'ın İzmir'i işgal etmesini sağladı (15 Mayıs 1919). izmir'in işgali Anadolu'da başlayan milli direnişin gelişmesini hızlandırdı. İngiltere, Amerika'nın Ermeni mandasını kabul etmeyeceğinin anlaşılması üzerine birliklerini Kafkaslar'dan çekmeye başladı ( 15 Ağustos). İngiltere'yi Ermeniler'i terk etmekle suçlayan Fransa da gizli antlaşmalarla kendisine önerilen Anadolu toprakların ı ele geçirdi. İngiltere, Fransa ile yapılan Eylül Antlaşması gereğince Maraş, Urfa ve Antep'in 
denet imini Fransızlar'a; Şam, Hama, Hum us ve Halep'in denetimini Araplar'a devretti. Suriye'nin batısını da Fransa'ya verdi. Londra'da yapı lan aralık görüşmelerinde Filistin'in İngiliz , Suriye'nin Fransız mandası altına girmesi kararlaştırıldı. 

Araplar, Suriye ve Lübnan üzerinde Fransız mandasını tanımayı kabul edecek ve Fransa dört şehrin bulunduğu bölgede kendi denetiminde kurulacak bir Arap 
devletini tanıyacaktı. Fransa'nın İngiltere'den devraldığı Kilikya'da yerli Ermeniler'i askere alarak Türkler'e saldırtması üzerine milli kuwetler karşılık vermeye başladı . Olaylardan İstanbul hükümetini sorumlu tutan İngiltere, Babıali'ye bir nota verip saldırılar durdurulmadığı takdirde istanbul'un işgal edileceğini bildirdi ( 13 Şubat 1920). İstanbul'u fiilen işgal altına alan müttefikler (16 Mart) hazırlanan Sevr Antlaşması'nın Osmanlı hükümetine kabulünde etkili oldular ( 10 Ağustos). 
Padişah tarafından onaylanmayan antlaşma Anadolu'da başarıyla yürütülen Milli Mücadele sebebiyle geçersiz kalmaya mahkumdu. Sevr Antlaşması 'nın uygulanmasının mümkün olmadığını anlayan müttefikler antlaşmanın Türkler lehine gözden geçirilmesini istiyordu. Ankara hükümetinin 1922'de Yunanlılar karşısında kazandığı büyük zafer ertesi yıl Lozan'da yeni sayılabilecek bir antlaşmayla sonuçlandı. Yeni Türk devletini ilgilendiren bütün meselelerde bir diplomatik başarı sayılan Lozan Antlaşması , Arap mandalarının Sevr Antlaşması'ndaki dağılımın ı aynen korumakta ve bunun temelinde yatan SykesPicot Antlaşması hükümleri, buraların 24 Temmuz 1923 tarihinde Cem'iyyet-i Akvam'a havale edilmesinin mesnedini oluşturmaktaydı. 


BİBLİYOGRAFYA : 

Cihan Harbi Esnasında Avrupa Hükümetleriyle Türkiye, Anadolu'nun Taksimi, Eski Rus Hariciye Nezareti'nin Mahrem Dosyalarından istihraç Edilen Malumalla Yazılmıştır. 
(haz. E. E. Adama!, tre. Baba eskili Hüseyin Rahmi). İstanbul 1926, tür.yer.; L. Evans, Türkiye'nin Paylaşılması: 1914-1924 (tre. Tevfik Alanay). İstanbul 1972, 
tür.yer.; Yusuf Hikmet Bayur, Türk inkıliibı Tarihi, Ankara 1983, lll/2, s. 96-127, 248-277; lll/3, s. 118-123, 236-309; lll/4, s. 1-39; Yuluğ Tekin Kurat, 
Osmanlı imparatorluğu 'nun Paylaşılması, Ankara 1986, tür.yer.; M.Smith Anderson, Doğu Sorunu: 1774-1923 (tre. idi! Eser), İstanbul 2001, s. 321-394.Ilmi 

CEVDET Küçük 



***