SAVAŞA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAVAŞA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2016 Çarşamba

“TÜRKİYE Savaşa İtiliyor”




“TÜRKİYE Savaşa İtiliyor”


Yeni Asya: 20 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN

TÜRKİYE'nin sıcak savaşa girmemesi için her kesimin elinden geleni yapması gerektiğini kaydeden TURHAN, "TÜRKİYE'nin bu günkü ısmarlama savaşta akıtılacak kanı yoktur, çıkan yoktur. Bazı kişiler kendi reklâmı için bütün ülkenin imkânlarım kullanamazlar" diye konuştu.
Körfez krizinin ekonomik yönünden ziyade ideolojik ve siyasi yönünün ehemmiyetli olduğunu söyleyen Talat TURHAN "Bugüne kadar Batı kendisine ideolojik düşman olarak komünizmi seçti. Şimdi bundan vazgeçildi. Yeni bir düşmana ihtiyaç var. Bu düşman da İslâm radikalizmidir" diye konuştu.
—Tahir AKA: Teslim olmaktan başka çare kalmıyor mu?
Talat TURHAN: Bu güç karşısında haklılığını nasıl ispat edebilirsiniz? Mümkün değil. Çok zor bir iş... Dolayısıyla bir kaynakta ABD'nin dünyayı nasıl kontrol ettiği belirtilirken, şehirdeki silahlı ve boş kalan evler bile tespit edilecek diye bir kayıt var… Ajanlar, ülke polisine dahi güvenmeyecekler. Ajanların aldığı bilgilerin ne yapacağını ABD karar verir. Ajanların verdiği bilgileri bir Kurmay Subay değerlendirir. Ajanlar bir ülkenin bütün iç işlerine karışmakla mükelleftir. Ajanlar ülkenin bütün özelliklerini bilmek sorundadır. Bu talimatlar ve ajanların faaliyetleri sıralanabilir. Netice itibariyle Bülent ECEVİT'in dediği doğrudur, endişesinde haklıdır. TÜRKİYE'nin en büyük muhtemel tehlikesi de, bazı mihrakların ülkemizi sıcak savaşın içinde görmek istemeleridir. Bu mihraklar aşırı bir çaba içinde gözüküyor. Bu çaba, TÜRKİYE için çok büyük bir tehlike. Asırlarca bu vebalin vs bu yükün altından kalkılamayacak bir ateşin içine TÜRKİYE itilmektedir. Bazı kişi ve bazı mihraklar tarafından bu baskı yapılmaktadır. Dolayısıyla demokrasinin henüz tam manasıyla oturmamış olmasından kaynaklanan bir davranış bulunmaktadır. Bunu önlemek belki zaman içerisinde mümkün olabilir. Fakat gidişin TÜRKİYE için çok tehlikeli olduğu bilinmelidir. Bu gidişin önlenmesi için herkes, her güç elinden ne geliyorsa çaba sarf etmelidir. Hem bugünkü ısmarlama savaşlarda TÜRKİYE'nin akıtılacak kanı yoktur. Menfaati yoktur, çıkarı yoktur. 

Şimdi bazı kişiler kendi reklâmı için bütün ülkenin İmkânlarını kullanamazlar ve kullanılmaması lazımdır. Şimdi bunun tarihte çok müşahhas bir misali var. Yaşar KUTLUAY diye bir zatın "Sevr ve TÜRKİYE” adlı kitabı var. O kitapta enteresan bir pasaj var. 1905 yılında bugünkü İSRAİL'in kurucusu Thedor HERZL İSTANBUL'a geliyor ve o zamanki Osmanlı Padişahı ABDÜLHAMİT'le bir görüşme yapıyor. ABDÜLHAMİT'le görüşmesi esnasında, padişahtan FİLİSTİN'in para karşılığı Yahudilere satılmasını teklif ediyor. Bütün bunlar Yaşar KUTLUAY'ın ifadesi. ABDÜLHAMİT bu teklifi kabul etmiyor. Vatan toprağı satılmaz di­yor. Benim anlatmak istediğim bu değil. Ben ikinci bölümü anlatacağım… 

Bu defa Thedor HERZL ikinci teklifini yapıyor, “bir yıl dünya basınında size destek verelim” diyor. Yani demek ki bir asır evvel, 88 yıl evvel Thedor HERZL, ABDÜLHAMİT'e bütün dünya ba­sınında bir yıl destek verecek kadar basına hakim. Şimdi aradan 85 yıl geçmiş dünya basını o mihrakların 10 misli daha kontrolüne girmiş vaziyette... Basın imparatorlarının menşelerine baktığımız vakit bu olgunun çok büyük ölçüde egemen olduğunu görüyoruz. 

Şimdi, biz eğer burada iktidarın üst kademesinde kişiler dünya basınından destek görüyorsa, bundan İftihar etmek yerine, kuşku duymak gerektiğine İnanıyorum. Oysaki bir tiyatro sahnesi gibi TÜRKİYE'de halkına çorap örüldüğü görülüyor ve buna seyirci kalınıyor. 

Meselenin bir başka boyutu daha var. Acaba milliyetçi, mukaddesatçı olduğunu iddia eden bir iktidar bir Haçlı seferi zihniyetine hizmet etmek gibi bir çaba içinde midir, değil midir? Buna da bakmak lazım. 

Yunan Dışişleri Bakanı SAMARAS'ın ilginç bir beyanatı var: Kriz sırasında Avrupalılar gemilerini ABD ile savaş uçaklarını, GİRİT Adasında gösterilen kulakları sayesinde Doğu Akdeniz'e gönderebilmişlerdir. Yunanistan bu şekilde Batı savunmasına önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca İslâmiyet politik güç olarak faaliyeti artırdıkça YUNANİSTAN'ın stratejik önemi de o kadar değer kazanmaktadır. 

Demek ki YUNANİSTAN İslamiyet’e karşı açılan bir cephede kendisinin yer aldığını İddia ediyor. Eğer bu anlayış diğer ülkeler İçin de yaygınsa hadise daha vahimdir. Herkes Körfez krizinin ekonomik yönünü görüyor. Hâlbuki Körfez krizinin İdeolojik yönü daha önemlidir. Bugüne kadar Batı kendisine İdeolojik düşman olarak Komünizmi seçmişti. Bundan vazgeçildi. Şimdi bir düşmana ihtiyaç var. Bu düşman benimde kanaatim bu istikamette İslâm radikalizmidir. İslâm radikalizmi neyi tehdit ediyor? Ortadoğu'daki petrol yataklarını tehdit ediyor. Evet, İslâm radikalizmi gerçekleşse, o zaman Ortadoğu'daki petrol yatakları Batı Emperyalistlerinin güdümünden çıkar. Zaten tehlikede burada görülüyor. Batı açısından esas tehlike buradadır. Bu tehlikenin büyüklüğü ölçüsünde de Batı'nın bu hadiseye eğilmesi de o çapta oluyor. Şimdi bu değerlendirmeler içerisinde TÜRKİYE, yani SAMARAS'ın dediği gibi “Haçlı Seferi zihniyeti” egemen ise, gündeme gelmişse. Haçlı seferi zihniyeti tekrar dirilmişse o zaman TÜRKİYE'nin Hıristiyanlarla birlikte Müslümanlara karşı bir tavır içinde bulunması milliyetçi ve muhafazakâr olduğunu iddia edenler açısından izahı güç olur.


—Tahir AKA: Efendim zaten bizim bugünkü gazetenin manşeti bu tavıra tepki olarak “Müslüman kanı dökeceğiz” şeklinde. (6 EYLÜL 1990) TBMM, hükümete Müslüman kanı dökmek İçin asker gönderme ve yabancı ülkelerin askerlerini kabul etme salâhiyetini verdi. TÜRKİYE, Müslümanlara karşı Hıristiyanların yanında yer alacak. Mehmetçik, IRAK'taki, MUSUL - KERKÜK'teki dindaşına, soydaşına kurşun sıkabilir mi?
Talat TURHAN: Demin dikkat çektim; TÜRKİYE gibi azgelişmiş ülkelerde iktidarın en mühim noktalarında bulunan kişiler, dıştan aldığı destekler sayesinde kendilerini çok güçlü hissedebilirler ama bu destek kalıcı değildir. Ama kumarcı yapıda olan kişiler kumar oynamaya devam ederler. Ama her kumarında, kumarcının da karşı karşıya geleceği risk vardır. Bu risk kişinin riski ise, kişi kumarını oynasın, o riski göze alsın. O risk millete aksedecekse, kimsenin buna hakkı yoktur.
—Tahir AKA: Yani devlet kumar mı oynu­yor?
Talat TURHAN: Evet, bu kumara, karşı çıkacak güçler bulunabilir diyorum. Bu her zaman olmuştur ve olabilir."
—Tahir AKA: Zaten Talat TURHAN ile yaptığımız sohbetten sonra 16 EYLÜL 1990 tarihli Panorama Dergisinin kapak karikatüründe Cihat HAZARDAĞLI, bir tavla masasının başında ABD Başkanı BUSH'un koluna giren Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL elinde İki tane zar atarken. İngiltere Başbakanı Margret THATCHER, Fransa Başbakanı MİTTERAND ve SSCB Lideri GORBAÇOV'un "şeş mi, yok beş mi" çıkacağını merakla baktığını bir kompozisyon olarak çok güzel İfade ediyordu.

Ayrıca Talat TURHAN'ın anlattığı, ajan şebekelerinin işleri tam manasıyla esrarengiz. Esrarengiz olduğu kadarda karmaşık Tezatlar ve ikili, üçlü, beşli münasebetler yumağı. Masum insanların bu ağdan kurtulmaları hemen hemen imkânsız. Sahte operasyonlar, kışkırtıcı ajanlar ve provokasyonlar. Örgütler ve örgüt İçindeki ajanlar. Sahte belgeler, sahte İtiraflar ve suçu kabullenme. Demokrasi, insan haklan, savunma hakkı, hak, hukuk hepsi hak getirse! Bu birinci, ikinci, üçüncü sınıf, gelişmiş, az gelişmiş veyahut ta gelişmekte olan ülkelerde olduğu gi­bi, demokrasinin beşiği, insan Haklan kahramanları, aynı mekanizma işliyor. Hakim güçler herkesi, her şeyi kontrolleri altında tutuyor. Bu kontrol neferden, sade vatandaştan başlıyor devletin tepesinde oturana kadar devam ediyor. Devletin başındaki ajan olabiliyor veyahut ta ajan gibi kullanılabiliyor. CIA, KGB, MOSSAD ve diğer birçok İstihbarat örgütleri ortak içli dışlı çalışıyor, ortak iş yapıyorlar, operasyon tertipliyor, lider çıkarıyor, lider indiriyor. Darbe yapıyor, darbe yaptırıyor, iktidara getiriyor, iktidardan indiriyor. Bu mekanizma insafsız bir şekilde işliyor ve işlettiriyor. Yine bu mekanizma iktidarların değişmesiyle değişmiyor, iktidarların değişmesi bu süper güç sahipleri için fark etmiyor. Zira onlar her zaman iktidardalar ve hakim güç konumundalar. Devlet içinde devlet, devlet üstünde devlet.




28 Haziran 2016 Salı

Körfez Arapları Türkiye’yi Suriye ile Savaşa Teşvik Ediyor




Körfez Arapları Türkiye’yi Suriye ile Savaşa Teşvik Ediyor,




Körfez Arapları Türkiye’yi Suriye ile Savaşa Teşvik Ediyor 

21. Yüzyıl Türkiye EnstitüsüÜye 
15 Kasım 2011 Salı

Körfez Arapları Türkiye’yi Suriye ile Savaşa Teşvik Ediyor
Ümit Özdağ tarafından yazıldı.

    Türkiye Suriye ilişkileri geriliyor. 

Şam ve Halep’teki diplomatik misyonlarımızın önündeki protestolar Ankara’da sert tepki uyandırdı. Öte yandan Suriye’ye yönelik Batı ve Batının Ortadoğu’daki 
uzantılarının iç savaş çıkarma kampanyası devam ediyor.Arap Birliği, Suriye'nin 
üyeliğini askıya aldı. Suriye üzerindeki ekonomik ambargo devam ediyor. 
Gerekçesi,Şam'ın muhalefete yönelik önlemlere devam etmesi. Ancak, Esad, 

Arap 

Birliğine verdiği sözleri yerine getirmek üzere, muhalefete silah teslimi 
karşılığı af ilan etmesine rağmen ABD muhalefeti silahları bırakmamaya çağırdı. 
Silahlarını bırakmayanlara karşı rejim mücadeleye devam etme kararı aldı. 

Rusya, 

Suriye'deki rejimi destekliyor ancak rejimi ayakta tutmak için Batı ile sert bir 
çatışmaya girmek istemiyor. Çin'de Esad rejiminin arkasında ancak Batı ile açık 
bir çatışma için zamanı çok erken görüyor. İran ise Suriye'ye etkili şekilde 
destek olmaya devam ediyor. Suriye'yi yaşamsal menfaat alanı olarak görüyor. 
Yaşamsal menfaatleri tehdit edilir ise yaşamsal tehdide dönüşebileceğini 
görüyor.AKP Hükümeti ise akıldışı bir sertlik ile Suriye'de rejimin devrilmesi 
için mücadele ediyor. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye'de iktidara 
Müslüman Kardeşlerin gelmesini destekliyor. İstiyor ancak Suriye'de halkın büyük 

bölümü hala değişik nedenlerle Esad rejimine destek veriyorlar. Bu desteğin en 
önemli nedeni Esad sonrasının büyük ölçüde belirsiz olması. Arap Baharı 
sürecinde Katar, stratejik propagandanın üstü olarak hizmet ederken, Kuveyt'te 
isyanların örgütlenmesinde önemli görevler üstlenmiş görünüyor. Bir süre önce 
Ankara'da değişik görüşmeler yapan bir Kuveytli "yetkisiz" yetkili özetle şöyle 
demekteydi:"Suriye'de muhalefete her türlü desteği veriyoruz. İnternet 
sitelerini bile biz kuruyoruz. Ancak, Suriye muhalefeti Esad'ı devirebilecek 
güçte değil. Bu noktada Esad rejimini devirmek için geriye tek seçenek kalıyor o 
da Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahalesi. Biz böyle bir askeri müdahalenin 
mali boyutunu karşılamaya hazırız." Özetle, Körfez Arapları Türkiye'yi Suriye 
ile savaşa teşvik ediyor. Üstelik Kuveyt başta olmak üzere Basra Körfezi 
ülkelerinin savaşa teşvik konusunda yetenekli oldukları şüphe götürmez. 
Ortadoğu'nun modern çağdaki en kanlı savaşı olan İran-Irak savaşının arkasında 
Kuveyt, Suudi Arabistan ve diğer Basra Körfezi ülkeleri vardır. Saddam Hüseyin, 
bu ülkelerin dolduruşu ve ekonomik destek güvencesi ile devrim sonrası 
zayıfladığını, bundan dolayı bir "yıldırım savaşı" ile kolayca yeneceğini 
düşündüğü İran'a 22 Eylül 1980'de saldırmıştır. Yüz binlerce insanın hayatına 
mal olan savaş sekiz sene sonra Ağustos 1988'de kimse zamandan ancak iki tarafın 

kaybı ile sonuçlanmıştır. Saddam Hüseyin, savaş sonrasında yıkılmış olan Irak 
ekonomisini ayağa kaldırmak için Kuveyt'ten kendisine verilen mali sözlerin 
yerine getirilmesi isteyince Kuveyt ekonomik destek vermeyi reddetmiştir. 
Üstelik, Kuveyt, fazla petrol üretimi ile petrol fiyatlarının düşmesine neden 
olarak Irak'a bir başka açıdan zarar vermiştir. Arkasını ABD'ye dayayarak 
gerçekleştirdiği bu tahrik edici tutum zaten Kuveyt'ten intikam almayı planlayan 
Saddam'ı daha da tahrik ederek, Ağustos 1990'da bölgede yeni bir savaşın 
başlamasına neden olmuştur. 

Şimdi, Kuveytli bir yetkili yetkisiz, Türkiye'yi Suriye'ye yönelik olarak "parasını biz veririz" diyerek savaşa tahrik etmektedir. 


Bu satırların yazarı 1990'lı yıllar boyunca Türk Ordusu'nun Suriye'yi işgal etmesini ve rejimi devirmesini savunmuştur. Esad ailesinin 1970'lerde komünist örgütleri ve ASALA'yı desteklediğini, 1980 ve 90'larda PKK'yı destekleyerek ülkemize olağanüstü büyük zarar verdiğini unutmamıştır. 

Ancak savaş ancak yaşamsam hedefler ve menfaatler için gerçekleştirilmesi 
gereken bir eylemdir. Çünkü savaş çocuklarımızın kanları ile gerçekleşir. Bugün, 
bir Türkiye-Suriye savaşının yaşamsal menfaatlerimiz ile uzaktan yakından ilgisi 
yoktur. Aksine Suriye'de başlayacak bir iç savaşın ülkemize vereceği büyük 
zararlar vardır. Ancak anlaşılan odur ki, AKP Hükümeti Suriye ile savaşı ihtimal dışı tutmamaktadır. Savaşı başlatmak kolay, bitirmek zordur. 



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2011/11/15/6365/korfez-araplari-turkiyeyi-suriye-ile-savasa-tesvik-ediyor


..

6 Aralık 2014 Cumartesi

TÜRKİYE BÖLGESEL SAVAŞA DOĞRU ÇEKİLMEK İSTENİYOR..,




TÜRKİYE BÖLGESEL SAVAŞA DOĞRU ÇEKİLMEK İSTENİYOR..,





25 HAZİRAN 2012




TÜRKİYE BÖLGESEL SAVAŞA DOĞRU ÇEKİLMEK İSTENİYOR
Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı 1946 yılından bu yana inişli çıkışlı grafik sergileyen Suriye’nin Türkiye ile olan ilişkileri, son dönemde belki de hiç olmadığı kadar pamuk ipliğine bağlı ve geri dönüşü olmayan yolda seyretmektedir. Türkiye’nin yaklaşık 877 km ile en uzun sınıra sahip olduğu Suriye; Arap uyanışının yaktığı ateşin Esad hanedanlığını da içine almasıyla rejim muhalifleri ve Esad taraftarları arasında başlayan iç savaş süreci, meseleyi Rusya, İran, Çin’e karşılık NATO ülkelerini alarak bölgesel savaşa doğru yol almasına neden olmaktadır. Son olarak, İsrail’in bölgedeki askeri hareketliliği ve Güney Kıbrıs ile İsrail’in petrol arama faaliyetlerini kontrol etmek amacıyla keşif uçuşunda olan silahsız Türk jetini, uluslararası hava sahasında vurup düşürmesiyle Türkiye ile arasındaki gerginlik hiç olmadığı kadar savaşa yakın hissedilmeye başlandı.
“Şamgen” ortak vize uygulaması bölge barışının sağlanmasına yönelikti
Kısaca Türkiye-Suriye ilişkilerine yakın tarih perspektifinden değerlendirilecek olursa, Hafız Esad’ın ölmesiyle yerine geçen Beşar Esad döneminde Türkiye-Suriye ilişkileri çok yönlü diplomasi ve ekonomik-kültürel alanda karşılıklı güven zeminine oturmaya başlamıştı. Hiç şüphe yok ki bu süreci başlatan en önemli faktörlerden biri PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ın Türkiye’nin uyarıları neticesinde Suriye topraklarından sınırdışı edilmesiydi. Oğul Esad’ın devlet başkanlığı koltuğuna oturması ile birlikte ülkeler arası ticaret hacmi % 70 artarak 2 milyar dolar seviyesine ulaşmıştı. Suriye tarafından 2004 yılında Türkiye’ye düzenlenen resmi ziyaret ise anlamı büyüktü. Çünkü 1946 yılından beri ilk defa bir Suriye devlet başkanı Türkiye’yi ziyaret ediyordu. Ardından  2009 yılı itibariyle dostluk ve barış rüzgarlarınının estiği münasebetlerde, Türkiye ile Suriye’nin başını çektiği, içine Türkiye, İran, Suriye ve Irak’ı alan ortak vize uygulaması “Şamgen” ile bölgede komşu ülkeler arasında barış köprülerinin tesis edilmesi hedefleniyordu.
“Su”
Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin seyrine yön veren diğer unsurlardan biri “Su” meselesidir. Öyle ki, 1977 yılından itibaren su biriktirmeye başlayan Karakaya Barajı nedeniyle Suriye tarafına geçen Fırat nehrinin su miktarında azalma olması, Suriye’nin bu misilleme olarak ASALA militanlarına kendi topraklarında beslemesine neden olmuştu. Ayrıca GAP nedeniyle Suriye, yine “su” meselesi yüzünden PKK terör örgütünü koz olarak Türkiye’ye kullanmaya çalışmıştı.
 Silahsız Türk jeti uluslararası hava sahasında düşürülmüştür
Son olarak silahsız Türk jetinin uluslararası hava sahasında vurulup düşürülmesi, Esad’ın  “uluslararası terör” ile dünyaya göz dağı vermeye çalışmasının bir neticesi olarak değerlendirilmelidir. Uluslararası hukuk açısından bir ülkenin hava sahası tanımını Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı’nın açıklaması ile yapacak olursak; bir ülkenin hava sahası, bu devletin egemenliği altında bulunan kara ülkesi ile buna biişik olarak yer alan içsuların ve karasuların üstünde bulunan hava sahasıdır. Bu tanıma bağlı olarak bir devletin ulusal hava sahası dışında kalan hava sahası ise uluslararası hava sahasını oluşturmaktadır.
Konu ile ilgili hazırlanan raporlar incelendiğinde Türk jeti keşif uçuşu sırasında Suriye hava sahasına girmesinden hemen sonra Türkiye’deki radar üssünden aldığı ikaz ile rotasını değiştirmiş olmasına rağmen Suriye kuvvetleri uyarı bile yapmadan jeti vurarak düşürüyor. Bilindiği üzere hava sahası ihlali bölgede birçok kez yaşanmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında da birçok kez hava sahası sorunu yaşanmıştır. Lakin süreç hiçbir zaman uçak düşürme noktasına kadar gelmemiştir.
Hava sahası ilhalinde üç aşamalı süreç izlemelidir
Hocam Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın’a göre, olay sonrası Suriye’nin yapmış olduğu açıklamalar tutarsızlık sergiliyor. Uçağın 1 km’den vurulduğu söyleniyor ve bu uzaklık ihlal sayılamaz. İkincisi, ihlal yapılmış olsa bile sahayı terketmesi için pilota ikazda bululması gerekirdi. Alarm uçakları kaldırılarak inişe zorlanmalıydı. Üçüncüsü, eğer bu da işe yaramazsa, ya da uçak tarafından silah gösterilirse o zaman ateş açma hakkı doğabilir. Bu aşamada da alarm jetleri uçağın arkasına geçerek kanatlarından vurabilir.
Bölgesel Savaşın Fitili Ateşlenmek isteniyor
Suriye’nin uluslararası hava sahasından silahsız Türk keşif jetini düşürmesinin karşılığı olarak Türkiye’nin takınacağı tavır merakla bekleniyor. Lakin bu süreçte Türkiye’yi fitili ateşlenmek istenen “bölgesel savaşa” doğru çekmeyi planlayanlara karşı dikkatli olunması gerekiyor. Peki Esad Türkiye’nin saldırı ihtimalini değerlendirmen mi böyle bir saldırıda bulundu? Bu konudaki görüşlerden en olasılığı kuvvetli olan, Esad’ın Türk jetini vurarak dünyaya güç gösterisi yapmış olmasıdır. Çünkü Esad büyük ihtimalle zaten Türkiye’nin Suriye’ye savaş ilan etmeyeceğinin farkındalığında hareket etmektedir.
Suriye’nin Güvenlik Kalkanları: Rusya, Çin, İran
Bu kararı Suriye’nin ülkede bunca kaos ve anarşi varken tek başına alması pek mümkün değildir. Rusya ve İran’ın Esad rejiminin arkasındaki en büyük güçler olduğu resmini görebilirsek, Suriye’deki muhaliflerin Amerikalılar tarafından Türk topraklarından sağlanan muhimmatlar ile silahlandırıldığı iddiasında bulunan Rusya’nın konudan tamamen alakasız olduğu düşünülemez. Zaten Rusya tarafından da resmi bir açıklama henüz gelmedi. Sadece Dış İşleri Bakanı Davutoğlu ve Rus Dış İşleri Bakanı olan Sergey Lavrov arasında Rus tarafının konu ile ilgili bilgileri paylaşması yönünde bir telefon görüşmesi gerçekleşmiştir.
Türkiye, NATO bünyesinde ki en büyük ordu sahibi bir üyesi olarak NATO’nun 5. Maddesini işletmek isteyebilir. Fakat Türkiye doğru olanı yaparak soğukkanlılığını devam ettirmelidir. Bölgede Türkiye’nin komşuları arasında yaşanacak olası bir savaş bölgede ekonomik, sosyal ve insani anlamda büyük yıkımlara neden olacaktır. Türkiye savaş oyunlarına gelmemeli, fakat Suriye’nin yapmış olduğu hukuksuzluğu ve suçun cezası Esad’ın belini bükecek tedbirler olmalıdır.
 Furkan KAYA
http://politikaakademisi.org/turkiye-bolgesel-savasa-dogru-cekilmek-isteniyor/

..