DOĞRU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DOĞRU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Aralık 2018 Cumartesi

Adım Adım Avrupa Birliği'ne doğru.,

Adım Adım Avrupa Birliği'ne doğru.,





Dr Tahir Tamer Kumkale, 
6 Şubat 2000 Pazar 

"Kendi Onayınız olmadan, Kimsenin sizi küçük görmeyeceğini bilin."


ABD Başkanı CLİNTON; geçen Kasım ayında AGİT ( Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ) İstanbul Toplantısı öncesinde çok önemli ve tarihi bir açıklama yaptı. "Türkiye yeni yüzyıla yön verecek bir ülkedir ve Türkiye'nin her yönden istikrar içinde bulunması gereklidir. " Ayrıca " TÜRKİYE'nin Avrupa Birliği dışında tutulmasının hiç bir ülkeye yararı olmayacağını, Avrupa Birliği adaylığı için Türkiye'ye verdikleri desteğin devam ettiğini" bir kere daha vurguladı.

Clinton'un uzak görüşlü ve ciddi bir devlet adamına yakışır tarzdaki ifadeleri duygusal değildir. Tam anlamıyla gerçekçidir. Her kelimesi doğrudur ve seçilerek söylenmiştir. Ne yazıkki son yıllarda bizim gerçek değerimizi ve gücümüzün ne olduğunu hep yabancılardan öğreniyoruz

Türkler; Süleyman Paşa komutasında ilk defa sallarla Çanakkale Boğazını aşarak Gelibolu'da Avrupa topraklarına ayak bastılar. 1300 lü yıllarda bu şekilde başlayan Avrupalı kimliğimiz günümüze kadar devam etti. Daima batıya ilerleyen Türklerin ileri harekatı Avrupanın yarısına yakın bir bölümünü egemenliği altına alarak 1700 lerde Viyana önlerinde durdu. Bundan 1500 yıl önce Batı Hun İmparatorluğu ve onun efsanevi lideri Attila ile Türkleri tanıyan ve Türk egemenliğine alışık olan Avrupalılar bu defada güneyden gelen Türklerin idaresine girdiler.

Türk yönetimi; bölgede 500 yıl süren adalet, güven , huzur, istikrar ve refah'ın bir simgesi oldu. Atalarımız Osmanlılar fiilen Avrupalı idiler. Bizim Avrupalılığımız ise 24 Temmuz 1924 'de Lozan Barış antlaşması ile dünyaca kabul edildi. Atatürk batı medeniyetine ulaşma hedefini gösterirken biz zaten Avrupadaki topraklarımız ile Avrupadan fiilen hiç kopmamıştık.

İknci Dünya Harbini müteakip Avrupa'nın siyasi coğrafyası tamamen değişti. İkinci büyük değişiklik S.S.C.B.'nin yıkılması ile Sosyalist-Kollektivist sistemlerin çökmesi üzerine yaşandı. Doğu Avrupa ve Balkanlar
yeniden şekillendi.

 Türkiye 1945'ten itibaren Avrupa Devletlerinin oluşturduğu bütün sistemler içinde ya kurucu üyeler arasında, yada ilk giren ülkeler içinde yer aldı. Bugüne kadar görev aldığı bu kuruluşlarda kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yapmaya gayret gösterdi. Bu teşekküllerin isimlerini aşağıdadır.

 * KAİK : KUZEY ATLANTİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ

 * KEİB : KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI

 * NATO : KUZEY ATLANTİK ANTLAŞMASI TEŞKİLATI

 * AT-AB : AVRUPA TOPLULUĞU - AVRUPA BİRLİĞİ

 * BAB : BATI AVRUPA BİRLİĞİ

 * AK : AVRUPA KONSEYİ

 * AG : AVRUPA GRUBU

 * BAPG : BAĞIMSIZ AVRUPA PROĞRAM GRUBU

 * AGİT : AVRUPA GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI

 * EFTA : AVRUPA TİCARET BİRLİĞİ

Yukarıda sayılan teşkilatlardan AVRUPA BİRLİĞİ ile olan ilişkilerimiz bu yazımızın ana konusunu teşkil ediyor. Bu teşkilatı biraz açalım.

AVRUPA BİRLİĞİ: 25 Mart 1957 tarihinde 2 nci Dünya Harbi sonrasında Avrupa'nın yaralarının sarılması ve güçlendirilmesi, gelecekte bir " Avrupa Birleşik Devletleri" ne dönüştürülebilmesi için; Almanya, Belçika, Danimarka, Fransa, İrlanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere ve Yunanistan 'ın üye olduğu ülkeler arasında kurulmuş bir teşkilattır. Başlangıçta Avrupa Ekonomik Topluluğu olan ismi, 7 Şubat 1992'den itibaren Maastriht Anlaşması ile Avrupa Birliği olmuştur.

Amaçları: Gümrük Birliğine dayalı bir ekonomik birleşme sağlamak, mal, işgücü, kişi ve hizmetlerin serbest dolaşımını temin etmek, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi ve ticaret politikası uygulamak, ortak bir para sistemine girmek, siyasi ve askeri alanda entegrasyona ulaşmaktır.

Türkiye; AT ile 12 EYLÜL 1963 tarihinde ortaklık anlaşması imzalamıştır. Toplam süresi 20 yıl olan HAZIRLIK, GEÇİŞ ve SON olmak üzere üç dönemi müteakip Türkiyenin tam üye olması gerekiyordu. Ancak 1973'te hazırlık döneminin bitmesine rağmen, Türkiye-AT arasında gümrük ve ekonomik politikalar arasında uyum sağlanamamış ve üyelik geciktirilmiştir. Türkiye Sayın ÖZAL döneminde; 1987 de yeniden tam üyelik için başvurmuştur. Üyeliğin geciktirilmesinde; Yunanistan'ın veto etmesi faktörü olduğu kadar, İnsan haklarının ihlali, Kıbrıs sorunu, ekonomik kalkınma hızının düşüklüğü, yüksek enflasyon, hızlı nüfus artışı, Türk işgücü potansiyelinin ve genç nüfusun fazlalığının Avrupa'yı tehdit etmesi gibi gerekçeler gösterilerek üye değil ADAY ADAYI dahi olamadık.

İstanbulda Kasım 1999' da 54 ülkenin katılımıyla yapılan AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ) toplantısında Türkiyenin Aday Adaylığı adeta gayri resmi olarak belirlendi. Aralık 1999'da yapılan Helsinki Zirvesinde Avrupa Topluluğuna önümüzdeki yıllarda katılması düşünülen 12 yeni ülkeden sonra Türkiye'ninde resmen Aday Adayı olduğu ilan edildi. Bu şekilde tam üyelik ve entegrasyon için çalışmalara başlandı.

Aday Adaylığı konusu basın ve yayın organlarımızda çok abartıldı. Çok büyük işler başarılmış gibi büyütüldü. Oysa biz zaten Avrupalıyız. Avrupanın her alanında biz varız. Topluluk içinde olmasak bile topluluk üyesi ülkelerle her türlü ortak ilişkilerimizi her alanda zaten sürdürüyoruz. Bu topluluğa tam üye olduğumuzda da bugünkünden çok fazla bir değişiklik beklememek gerekir. Bu bize lütfedilen bir hak değildir. Olayların tabii sonucudur.

600 000 nüfuslu Kıbrıs Rum Kesimi, Estonya, Letonya gibi ülkelerle bizi eşit ve bir bakıma onların gerisinde gören Avrupalı zihniyetinin bize kazandıracağı fazla bir şey olduğunu zannetmiyorum .Fakat yeni bir kavram olarak sunulan Avrupalı Kimliği kazanmanın siyasi, sosyal ve kültürel hayatımıza şimdiden büyük ölçüde egemen olduğunu söyleyebiliriz.

Bizim kimseye verilecek tavizimiz yoktur. Olmamalıdır. Bizim coğrafyamızda bulunan , yeterli potansiyele sahip, imparatorluk tecrübesi olan bir milletin hiç bir desteğe ihtiyacı yoktur. Bizimle dost ve birarada olmak isteyen ülke ve kuruluşlar hep bizden taviz istiyorlar, hakları olmadığı halde hep bizden hesap soruyorlar. Oysa ortada görülen gerçek 

TÜRKİYE'NİN AVRUPASIZ OLABİLECEĞİ FAKAT AVRUPA'NIN TÜRKİYESİZ OLAMAYACAĞI'dır.

S.S.C.B.'nin dağılmasından sonra kurulan Türk Cumhuriyetleri dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahipler.Türkiye sınırından, Japon Denizine kadar uzanan ve Türkistan olarak adlandırabileceğimiz büyük ticari alan; Avrupa' ya ancak Türkiye üzerinden açılabilir. Avrupa ise bu alana ancak Türkiye üzerinden girebilir.

BİR BAKIMA TÜRKİYE'NİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİ ; AVRUPAYI DÜNYANIN BU EN ZENGİN BÖLGELERİNE VE EN KALABALIK PAZARINA BAĞLIYOR. İşte Clinton'ın bahsettiği Türkiyenin önemi; bu kilit ülke olma durumundandır.

Türkiye rolünü iyi oynamalıdır. Elindeki kozları iyi kullanmalıdır. Bizi biz yapan milli değerlerimizden ve binlerce yıllık Türk kültür değerlerimizden asla taviz verilmemelidir. Avrupalının ekonomik ve teknolojik seviyesine ulaşmaya EVET. Fakat Avrupanın hristiyan kültürü ile yaşama heves ve gayretlerine ise şiddetle HAYIR dememiz gerekiyor.

Avrupanın bugünlerde yaşadığı olaylar bizim için çok güzel örnek teşkil etmeli. Avusturyada halkın oyları ile seçimleri kazanan ırkçı ve faşist bir partinin koalisyon hükümetinde yer alması, bütün Avrupa devletlerinin çok şiddetli protestolarına sebep oldu. Bu ülkenin içişlerine çok büyük bir saldırı her alanda devam etmektedir. Bu tutum ve davranışlar çok iyi izlenmelidir. KENDİ KÜLTÜRLERİNE BUNU YAPANLARIN BİZE NE YAPABİLECEKLERİ hususu iyice irdelenmelidir.

Sonuç olarak;

Biz devlet ve millet olarak 650 yıldır Avrupalıyız. Bu gerçeği değiştirmek mümkün değildir. Tarih ve coğrafyanın inkarı olur. Avrupa Birliği üyeliğini fazla abartmadan ve milli değerlerimizden hiç taviz vermeden, sahip olduğumuz kilit rolleri unutmadan karşılıklı işbirliği esaslarına uygun bir entegrasyona gidilmelidir. Bize göre; Türk Kimliği; AVRUPALI KİMLİĞİNDEN BÜYÜKTÜR VE DAİMA BİR ADIM ÖNDEDİR. Cebimize biraz daha fazla para girecek gerekçesiyle bizi binlerce yıllık geçmişten günümüze taşıyan Türk Kültür değerlerimizde sahip çıkalım. Çıkmayanları uyaralım.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
6 Şubat 2000 Pazar

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=14

***

6 Aralık 2014 Cumartesi

TÜRKİYE BÖLGESEL SAVAŞA DOĞRU ÇEKİLMEK İSTENİYOR..,




TÜRKİYE BÖLGESEL SAVAŞA DOĞRU ÇEKİLMEK İSTENİYOR..,





25 HAZİRAN 2012




TÜRKİYE BÖLGESEL SAVAŞA DOĞRU ÇEKİLMEK İSTENİYOR
Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı 1946 yılından bu yana inişli çıkışlı grafik sergileyen Suriye’nin Türkiye ile olan ilişkileri, son dönemde belki de hiç olmadığı kadar pamuk ipliğine bağlı ve geri dönüşü olmayan yolda seyretmektedir. Türkiye’nin yaklaşık 877 km ile en uzun sınıra sahip olduğu Suriye; Arap uyanışının yaktığı ateşin Esad hanedanlığını da içine almasıyla rejim muhalifleri ve Esad taraftarları arasında başlayan iç savaş süreci, meseleyi Rusya, İran, Çin’e karşılık NATO ülkelerini alarak bölgesel savaşa doğru yol almasına neden olmaktadır. Son olarak, İsrail’in bölgedeki askeri hareketliliği ve Güney Kıbrıs ile İsrail’in petrol arama faaliyetlerini kontrol etmek amacıyla keşif uçuşunda olan silahsız Türk jetini, uluslararası hava sahasında vurup düşürmesiyle Türkiye ile arasındaki gerginlik hiç olmadığı kadar savaşa yakın hissedilmeye başlandı.
“Şamgen” ortak vize uygulaması bölge barışının sağlanmasına yönelikti
Kısaca Türkiye-Suriye ilişkilerine yakın tarih perspektifinden değerlendirilecek olursa, Hafız Esad’ın ölmesiyle yerine geçen Beşar Esad döneminde Türkiye-Suriye ilişkileri çok yönlü diplomasi ve ekonomik-kültürel alanda karşılıklı güven zeminine oturmaya başlamıştı. Hiç şüphe yok ki bu süreci başlatan en önemli faktörlerden biri PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ın Türkiye’nin uyarıları neticesinde Suriye topraklarından sınırdışı edilmesiydi. Oğul Esad’ın devlet başkanlığı koltuğuna oturması ile birlikte ülkeler arası ticaret hacmi % 70 artarak 2 milyar dolar seviyesine ulaşmıştı. Suriye tarafından 2004 yılında Türkiye’ye düzenlenen resmi ziyaret ise anlamı büyüktü. Çünkü 1946 yılından beri ilk defa bir Suriye devlet başkanı Türkiye’yi ziyaret ediyordu. Ardından  2009 yılı itibariyle dostluk ve barış rüzgarlarınının estiği münasebetlerde, Türkiye ile Suriye’nin başını çektiği, içine Türkiye, İran, Suriye ve Irak’ı alan ortak vize uygulaması “Şamgen” ile bölgede komşu ülkeler arasında barış köprülerinin tesis edilmesi hedefleniyordu.
“Su”
Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin seyrine yön veren diğer unsurlardan biri “Su” meselesidir. Öyle ki, 1977 yılından itibaren su biriktirmeye başlayan Karakaya Barajı nedeniyle Suriye tarafına geçen Fırat nehrinin su miktarında azalma olması, Suriye’nin bu misilleme olarak ASALA militanlarına kendi topraklarında beslemesine neden olmuştu. Ayrıca GAP nedeniyle Suriye, yine “su” meselesi yüzünden PKK terör örgütünü koz olarak Türkiye’ye kullanmaya çalışmıştı.
 Silahsız Türk jeti uluslararası hava sahasında düşürülmüştür
Son olarak silahsız Türk jetinin uluslararası hava sahasında vurulup düşürülmesi, Esad’ın  “uluslararası terör” ile dünyaya göz dağı vermeye çalışmasının bir neticesi olarak değerlendirilmelidir. Uluslararası hukuk açısından bir ülkenin hava sahası tanımını Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı’nın açıklaması ile yapacak olursak; bir ülkenin hava sahası, bu devletin egemenliği altında bulunan kara ülkesi ile buna biişik olarak yer alan içsuların ve karasuların üstünde bulunan hava sahasıdır. Bu tanıma bağlı olarak bir devletin ulusal hava sahası dışında kalan hava sahası ise uluslararası hava sahasını oluşturmaktadır.
Konu ile ilgili hazırlanan raporlar incelendiğinde Türk jeti keşif uçuşu sırasında Suriye hava sahasına girmesinden hemen sonra Türkiye’deki radar üssünden aldığı ikaz ile rotasını değiştirmiş olmasına rağmen Suriye kuvvetleri uyarı bile yapmadan jeti vurarak düşürüyor. Bilindiği üzere hava sahası ihlali bölgede birçok kez yaşanmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında da birçok kez hava sahası sorunu yaşanmıştır. Lakin süreç hiçbir zaman uçak düşürme noktasına kadar gelmemiştir.
Hava sahası ilhalinde üç aşamalı süreç izlemelidir
Hocam Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın’a göre, olay sonrası Suriye’nin yapmış olduğu açıklamalar tutarsızlık sergiliyor. Uçağın 1 km’den vurulduğu söyleniyor ve bu uzaklık ihlal sayılamaz. İkincisi, ihlal yapılmış olsa bile sahayı terketmesi için pilota ikazda bululması gerekirdi. Alarm uçakları kaldırılarak inişe zorlanmalıydı. Üçüncüsü, eğer bu da işe yaramazsa, ya da uçak tarafından silah gösterilirse o zaman ateş açma hakkı doğabilir. Bu aşamada da alarm jetleri uçağın arkasına geçerek kanatlarından vurabilir.
Bölgesel Savaşın Fitili Ateşlenmek isteniyor
Suriye’nin uluslararası hava sahasından silahsız Türk keşif jetini düşürmesinin karşılığı olarak Türkiye’nin takınacağı tavır merakla bekleniyor. Lakin bu süreçte Türkiye’yi fitili ateşlenmek istenen “bölgesel savaşa” doğru çekmeyi planlayanlara karşı dikkatli olunması gerekiyor. Peki Esad Türkiye’nin saldırı ihtimalini değerlendirmen mi böyle bir saldırıda bulundu? Bu konudaki görüşlerden en olasılığı kuvvetli olan, Esad’ın Türk jetini vurarak dünyaya güç gösterisi yapmış olmasıdır. Çünkü Esad büyük ihtimalle zaten Türkiye’nin Suriye’ye savaş ilan etmeyeceğinin farkındalığında hareket etmektedir.
Suriye’nin Güvenlik Kalkanları: Rusya, Çin, İran
Bu kararı Suriye’nin ülkede bunca kaos ve anarşi varken tek başına alması pek mümkün değildir. Rusya ve İran’ın Esad rejiminin arkasındaki en büyük güçler olduğu resmini görebilirsek, Suriye’deki muhaliflerin Amerikalılar tarafından Türk topraklarından sağlanan muhimmatlar ile silahlandırıldığı iddiasında bulunan Rusya’nın konudan tamamen alakasız olduğu düşünülemez. Zaten Rusya tarafından da resmi bir açıklama henüz gelmedi. Sadece Dış İşleri Bakanı Davutoğlu ve Rus Dış İşleri Bakanı olan Sergey Lavrov arasında Rus tarafının konu ile ilgili bilgileri paylaşması yönünde bir telefon görüşmesi gerçekleşmiştir.
Türkiye, NATO bünyesinde ki en büyük ordu sahibi bir üyesi olarak NATO’nun 5. Maddesini işletmek isteyebilir. Fakat Türkiye doğru olanı yaparak soğukkanlılığını devam ettirmelidir. Bölgede Türkiye’nin komşuları arasında yaşanacak olası bir savaş bölgede ekonomik, sosyal ve insani anlamda büyük yıkımlara neden olacaktır. Türkiye savaş oyunlarına gelmemeli, fakat Suriye’nin yapmış olduğu hukuksuzluğu ve suçun cezası Esad’ın belini bükecek tedbirler olmalıdır.
 Furkan KAYA
http://politikaakademisi.org/turkiye-bolgesel-savasa-dogru-cekilmek-isteniyor/

..