Riskler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Riskler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2016 Cumartesi

MUSUL OPERASYONU VE SONRASI RISKLER, BEKLENTILER, ÖNGÖRÜLER TOPLANTISI.,




 MUSUL OPERASYONU VE SONRASI RISKLER, BEKLENTILER, ÖNGÖRÜLER TOPLANTISI., 



ETKİNLİK İZLENİMLERİ 
14 Ekim 2016 / Ankara 





Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) 14 Ekim 2016 Cuma günü, “Musul Operasyonu ve Sonrası: Riskler, Beklentiler ve Öngörüler” başlıklı bir yuvarlak masa toplantısı düzenledi. 

Toplantıya pek çok ülkenin diplomatik temsilcileri ve yurtdışından katılım sağlayan sivil toplum kuruluşlarına ilaveten, Türkiye’den kamu kurumları 
ile çeşitli düşünce kuruluşlarının temsilcileri, akademisyenler ve gazeteciler katılmıştır. Toplantıda Musul operasyonundaki riskler, tarafların pozisyonları, taraflar arasında sorun teşkil edebilecek noktalar, operasyona ilişkin kısa ve uzun vadeli beklentiler, operasyonun IŞİD’le mücadeledeki önemi, Irak iç politikasına yansıması, muhtemel bölgesel etkileri, Musul operasyonu ve PKK’nın durumda olduğu ve dolayısıyla askerî açıdan IŞİD’e önemli bir darbe vurulacağı yönündeki kanaat dile getirilmiştir. Buna karşın geleceği gibi konular üzerinde durulmuştur. 

Irak’taki varlığı, Türkmenlerin durumu ve operasyonun Türkmenler üzerinde muhtemel etkileri, operasyonun Türkiye-Irak ilişkilerine etkileri, IŞİD sonrası Musul’un radikalleşme ve şiddete varan aşırıcılığın küresel bir sorun olduğu, dolayısıyla bu sorunla mücadelenin 

Operasyon sonrası kurulacak yönetimin Musul’un demografik dinamiklerini göz ardı etmemesi gerektiği ifade edilmiş, bu yeni yönetimin kapsayıcı, uzlaşma odaklı ve demokratik prensiplere ve hukukun üstünlüğüne azami özen gösterir biçimde oluşturulmasının önemine değinilmiştir. 

Yeni yönetimin sağlıklı biçimde tesisi için operasyona katılan grupların profilleri, amaçları, konumlanmaları ve geçmişteki tutumlarının da dikkatle irdelenmesi 
gerektiği belirtilmiştir. 
Musul’da kurulacak yeni yönetimin insan haklarına saygılı, kucaklayıcı, her kesimin katılımına imkân tanıyan, ayrımcılığı reddeden ve demokratik pratikleri önceleyen bir idare şekli benimsemesinin elzem olduğu ifade edilmiştir. Toplantıda operasyondan sonra ortaya çıkacak yerinden edilmiş kişiler ve mülteciler meselesine de değinilmiş, uluslararası toplumun da bu konuda ciddi katkı sağlaması beklentisi dile getirilmiştir. Irak ve Türkiye hükümetleri arasında son dönemdeki gerginlikler ağlamında, hükümetler arasındaki ilişkilerin ivedilikle düzeltilmesi yönündeki istek ve Türkiye’nin özellikle operasyon sonrası yeniden yapılandırma sürecinde oynayabileceği önemli roller üzerinde durulmuştur. Türkiye’nin bölgede PKK ve IŞİD’den kendi güvenliğine yönelik dolayı tehditler dolayısıyla etkin rol oynama iradesinde olduğu belirtilmiştir. IŞİD’in 2014’te Irak’taki ilerleyişi döneminde askeri ve lojistik yetersizlikler içerisinde olan Irak ordusunun, bu haline kıyasla bugün çok daha donanımlı ve hazır da etkin katılımıyla ve de uluslararası camianın bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerektiği ifade edilmiştir. 

IŞİD gibi örgütlerin ortaya çıkmasına ve/veya güçlenmesine imkân veren sosyo-ekonomik dinamiklere de değinilmiş, gerçekçi bir çözümün bu alanlarda da önemli iyileştirmeleri içermesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Dolayısıyla, uzun vadeli bir çözüm ve IŞİD benzeri örgütlerin coğrafyada yeniden alan kazanmasını önlemek için siyasi, ekonomik ve demografik dinamiklerin doğru analizi ve ancak bu alanlarda IŞİD’in destek bulmasını kolaylaştırıcı faktörlerin ortadan kaldırılmasıyla, bölgedeki radikalleşme olgusuna kalıcı bir çözüm sağlanabileceği belirtilmiştir. 


http://www.orsam.org.tr/files/OA/77/24_etkinlik_1.pdf

..

Fırat Kalkanı Hedefler, Fırsatlar ve Riskler



Fırat Kalkanı Hedefler, Fırsatlar ve Riskler 





Oytun ORHAN 

Türkiye, Fırat Kalkanı ile ABD’nin önceliği DEAŞ ile mücadelede başarı kaydediyor olsa da ABD’nin operasyondan çok da memnun olmadığı hatta rahatsız olduğu görülmekte. Bunun altında ABD’nin Kuzey Suriye’de PKK/YPG eliyle kendi kontrolü/etkisi altında bir bölge oluşturmak istemesi yatmaktadır. 

Suriye iç savaşının karakterinin süreç içinde değişmesi ve savaşan aktörlerin farklılaşması ile Türkiye’nin Suriye’deki öncelikleri değişmeye başlamıştı. 
Bu değişimde Suriye iç savaşında iki aktörün ortaya çıkışı ve güç kazanması etkili oldu. Bunlardan birincisi, PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ve diğeri El 
Kaide türevi DEAŞ’tı. Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilen her iki yapı Türkiye’ye yakın bölgelerde etkinlik kurdu ve PYD/YPG “kanton” DEAŞ 
da “İslam Devleti” adı altında tek taraflı egemenlik iddiasında bulundu. Bu durum o zamana kadar Suri-ye’de sadece Esad rejimini tehdit olarak gören Türkiye açısından Suriye kaynaklı tehditlerin çeşitlenmesi anlamına geliyordu. 

PKK/YPG ile DEAŞ’ın Suriye’de yükselişi Türkiye tarafından kaygıyla izleniyordu ancak iki gelişme Türkiye’nin ilgisinin büyük ölçüde merkez Suriye’den 
kuzey Suriye’ye kaymasına neden oldu. Bunlardan birincisi, Ayn el Arap’ta (Kobane) yaşanan gelişmeler sonrasında ABD-YPG ittifakının başlaması ve 
YPG’nin hızlı bir biçimde kontrol ettiği sahayı ge-nişleterek tüm Kuzey Suriye’yi içerecek şekilde bir federal bölge kurma yolunda ilerlemesi. YPG, Ağustos 
2016 ortasına gelindiğinde ABD hava desteği altında Fırat’ın batısında kalan Münbiç’i ele geçirmiş ve Afrin ile coğrafi bağlantıyı sağlayacak son büyük yerleşim elBab’a ilerlemenin hazırlıklarına başlamıştı. Herhangi bir dış etken devreye girmezse ABD liderliğinde Kuzey Suriye’de Kürt nüfusun yoğun yaşadığı yerlerin çok daha ötesinde bir coğrafyada PKK/YPG kontrolünde devletimsi bir yapının temelleri atılmış olacaktı. Bu durum Türkiye’nin PKK ile sınır komşusu olması anlamına geliyordu ve daha önemlisi uzun vadede PKK’nın meşru bir aktör olarak bölgesel ve küresel düzeyde siyaset yapma, aktör olma imkanı ortaya çıkacaktı. Türkiye’yi kuzeye odaklayan ikinci gelişme ise IŞİD’in Türkiye içinde terör eylemlerini ve sınır illerine yönelik saldırılarını artırması oldu. 

Türkiye bu dönemde kuzey Suriye’de güvenli bölge kurulması talebini daha güçlü bir biçimde dile getirmeye başladı. Türkiye’nin Suriye’de güvenli bölge 
kurmak ile ulaşmak istediği hedefler şu şekildeydi. (Bu hedefleri Fırat Kalkanı Operasyonu’nun hedefleri olarak da okumak mümkündür): 

1- YPG’nin Kuzey Suriye’de kontrol ettiği bölgeleri birleştirerek fiili olarak özerk bir bölge oluşturmasını engellemek. 

2- DEAŞ’ı sınır bölgesinden uzaklaştırarak Türkiye içinde terör eylemi ve sınır illerini vurma imkanını ortadan kaldırmak/sınırlandırmak. 3- Türkiye’ye 
yönelik yeni Suriyeli sığınmacı akınlarını Suriye içinde karşılamak ve Türkiye içindeki Suriyelilerin bir kısmının geri dönüş imkanlarını hazırlamak. 4- Uzun 
vadede Türkiye’nin Orta Doğu ve Arap dünyasına ulaşımını garanti altına almak. 5- Suriye siyasi çözüm masasındaki konumunu güçlendirmek. 

Fiili Anlamda Güvenli Bölge; 

Bu hedefler çerçevesinde Türkiye, 24 Temmuz 2016 tarihinde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlattı. Türk ordusuve ÖSO ilk aşamada genel beklentinin ötesinde hızlı bir başarı elde ederek Cerablus gibi DEAŞ’ın güçlü olduğu bir yerleşimi kısa sürede ele geçirdi. Doğudan 
Cerablus ve batıdan al-Rai (Çobanbey) üzerinden ilerleyen Türkiye destekli muhalifler kısa süre içinde sınır hattı üzerindeki DEAŞ varlığına son verdi. Bu 
aşamadan sonra Türkiye ve ÖSO için iki seçenek söz konusuydu. Güvenli bölgeye derinlik kazandırma ve tehditleri bertaraf etmek için güneye doğru giderken ya PKK/YPG ya da DEAŞ bölgelerine ilerlenecekti. Türkiye açısından Münbiç’in ele geçirilmesi El-Bab kadar hatta belki daha büyük öneme sahip. Ancak Türkiye muhtemelen ilk aşamada operasyonun ElBab’a ilerlemesi konusunda uluslararası mutabakat olacağı düşüncesinden hareketle DEAŞ bölgelerine yönelmeyi tercih etti. Ekim 2016 ortası itibarıyla Dabık’ın DEAŞ’tan temizlenmesi ile Azaz-Cerablus arasında kalan hatta yaklaşık 30 km’lik derinliğe sahip coğrafyada fiili anlamda güvenli bölge kurulmuş oldu. 

ABD neden Rahatsız? 

Türkiye, Fırat Kalkanı ile ABD’nin önceliği DEAŞ ile mücadelede başarı kaydediyor olsa da ABD’nin operasyondan çok da memnun olmadığı hatta rahatsız olduğu görülmekte. Bunun altında ABD’nin Kuzey Suriye’de PKK/YPG eliyle kendi kontrolü/etkisi altında bir bölge oluşturmak istemesi yatmaktadır. Suriye’deki YPG bölgeleri ABD etki alanı olarak kabul edilmekte ve Fırat Kalkanı gerçekleşmemiş olsaydı bu bölge tüm Kuzey Suriye’yi kapsayacak şekilde genişleyecekti. Buna karşın Fırat Kalkanı ile DEAŞ geriletilse bile doğacak boşluğun Türkiye ve Türkiye’ye yakın duran güçler tarafından doldurulacak olması rahatsızlık yaratmaktadır. 

Fırat Kalkanı ile Azaz-Cerablus hattında hamle sırası Türkiye’ye geçmiştir. Ancak ABD, El-Bab’da başarı sağlanamaz ve askeri operasyonlar ilerleyemezse 
“sıranın kendisine geçtiği” argümanını dillendirerek DEAŞ’a karşı YPG kozunu oynayacaktır. Tam da bu nedenle El-Bab’ta ÖSO-DEAŞ mücadelesinin sonucu 
Türkiye’nin Münbiç ve Rakka’daki konumunun ne olacağı sorusunun yanıtı açısından belirleyicidir. Yine bu nedenle ABD ve YPG, Türkiye’nin Kuzey Suriye’de bir bataklığa saplanmasını umabilir hatta bu yönde bir çaba içine girebilir. 



Obama yönetimi DEAŞ’a karşı başarı sağlamak istemektedir. ABD’nin ilk tercihi DEAŞ’ı YPG eliyle temizlemek ve tamamen kendisine bağlı bir nüfuz alanı oluşturmaktır. Ancak Türkiye’nin sahaya girişi ve olası başarısı ABD’nin kendini yeni duruma adapte etmesini zorunlu kılabilir. Obama yönetimi, DEAŞ 
ile mücadelede başarıyı Türkiye ve Özgür Ordu’da bulursa bunu kullanmak isteyebilir. ABD yönetimi içinde bir kanat hariç DEAŞ ile mücadelede YPG ile 
ittifak yapmak konusunda takıntılı bir yaklaşım söz konusu değildir. Türkiye’nin başarısı ABD yönetimi içinde Türkiye’nin hassasiyetlerinin dikkate alınması 
gerektiğini savunan kesimlerin elini güçlendirecektir. ABD muhtemelen YPG ile ittifakın kendileri için stratejik anlam ifade etmediğinin farkındadır. Bu nedenle 
Türkiye Fırat Kalkanı Operasyonu’nda başarılı olursa ABD’nin direnme şansı kalmayabilir, böylece YPGABD işbirliği sınırlarına ulaşmış olabilir. Bu açıdan 
ABD’nin bakışını etkileyecek en önemli gelişmeler şunlar olacaktır: 

1- Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nda sağlayacağı askeri başarı ve El-Bab’ın DEAŞ’tan temizlenmesi. 

2- IŞİD’den kurtarılan bölgelerde yerel sosyal yapıyı dikkate alan bir sivil idare oluşturulması, bölgede temel hizmetlerin başarılı bir şekilde sunulması, istikrarın korunması ve genel olarak işleyen/istikrarlı bir yönetim modelinin oluşturulması. 

Fırat Kalkanı ile Azaz-Cerablus hattında hamle sırası Türkiye’ye geçmiştir. Ancak ABD, El-Bab’da başarı sağlanamaz ve askeri operasyonlar ilerleyemezse “sıranın 
kendisine geçtiği” argümanını dillendirerek DEAŞ’a karşı YPG kozunu oynayacaktır. 

Operasyon Genişler mi? 

Değişme ihtimali olmakla birlikte ABD yönetiminde baskın görüş YPG ile ittifakın sürdürülmesi ve Fırat’ın doğusundaki YPG kazanımlarının ne olursa olsun 
korunması şeklindedir. Bu nedenle ABD’de Pentagon başta olmak üzere YPG ile ittifakı savunan kurumlar Fırat Kalkanı’nı boşa çıkaracak hamleler yapabilir. Eylül 2016 ayı ortasında ABD Özel Kuvvetleri’nden bir grup askerin al-Rai’ye girmesi, protestolar ardından geri çekilmesi bu yöndeki girişimlerden biri olarak 
kabul edilmektedir. ABD’nin bu hamlesini takiben Fırat Kalkanı’na katılan bazı gruplar ABD’nin varlığını protesto ederek operasyondan çekilmiş ve DEAŞ kısa 
süre içinde bazı yerleşimleri geri almıştı. Operasyona katılan grupların çoğunluğu Türkiye’ye yakın dursa da Hamza Tugayı, El Mutasım Tugayı ve 13. Fırka, 
Türkiye’den daha fazla ABD’den destek alan ve onun yönlendirmesine açık gruplardır. ABD onayı olmak-sızın bu grupları Münbiç’e yönlendirmek, YPG ile 
savaştırmak mümkün değildir. Dolayısıyla ABD’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nu içeriden etkileme kapasitesi de bulunmaktadır. Buna rağmen özellikle Türkiye’nin sahaya girmesiyle inisiyatifin büyük ölçüde Türkiye’de olduğu gerçektir. Türkiye kararlı davranır, operasyonlarda başarılı olur ve DEAŞ’tan kurtarılan bölgelerde başarılı bir yönetim modeli oluşturabilirse ABD’nin Münbiç ve hatta Rakka konusunda direnme şansı azalacaktır. 


ORSAM Araştırmacısı 
Oytun ORHAN 

Bu yazı “ Fırat Kalkanı: Hedefler, Fırsatlar ve Riskler ” başlığıyla Karar Gazetesinde yayımlanmıştır. 


***

11 Eylül 2016 Pazar

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yeniden Yapılanması., Riskler, Fırsatlar ve Öneriler BÖLÜM 4






    Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yeniden Yapılanması.,                               Riskler, Fırsatlar ve Öneriler 
                                                BÖLÜM 4





4. Sonuç Yerine: Değerlendirme ve Risk Tespiti 

Darbe teşebbüsü ve FETÖ’den kaynaklanan terörle mücadele çerçevesinde çıkarılan kararnamelerin Türkiye’de sivil.asker ilişkilerinin düzenlenmesi ve TSK’nın yeniden yapılandırmasında kalıcı sonuçlar yaratacağı değerlendirilmek-tedir. Güvenlik sektöründeki bu tür değişimlerin toplumsal uzlaşmayla gerçekleştirilmesi gerekirken, tek taraflı adımlarla ve OHAL çerçevesinde yapılması siyasi, toplumsal, hukuksal ve askerî bakımından önemli riskleri beraberinde getirmektedir. 

Darbeyi engelleme kaygısıyla kaleme alındığı anlaşılan kararnameler kaotik ve işlevselliği sorunlu bir yapı ortaya çıkarmıştır. TSK’nın komuta kontrol sistemi ve hiyerarşik yapısı bozulmuş, siyaset kurumları ara kademlere sokularak, barış ve savaş görevlerini etkinlikle yapamaz bir ordu teşkilatı kurulmuştur. Üst düzeyde en az beş komutan, TSK’nın her düzey birliğine emir verebilmekte ve üstlerine sormadan icra edilmesini beklemektedir. Askerde olması gereken temel kurum itaat ile amir-memur ilişkisi göz ardı edilmektedir. TSK adeta II. Dünya Savaşı’nı kaybetmiş Almanya ve Japonya’nın durumuna düşürülmekte, ordu yerine yarı-askeri ve melez kuvvet ortaya çıkmaktadır. 

Bu yapılanma devam ettiği ve hayata geçtiğinde üç meta risk söz konusudur. 

Birincisi, ordunun milletin ve devletin ordusundan rejimin ve siyasi iktidarın ordusuna geçişidir. Aslında amaçlanarak yapılmadığı düşünülen ancak kararnamelerin diliyle ortaya çıkan yapının iç ve dış aktörlere farklı bir resmi ve dolayısıyla rejim ordusu algısını vermesi olasıdır ve en büyük risktir. Bu tür bir algıya neden olan tablonun kritik unsurları aşağıda sırlanmaktadır. 

- Cumhurbaşkanı (Başkan) kontrolünde Genkur. Karargahı ve komutasında rejim muhafızları algısı yaratabilecek özel kuvvetler, jandarma özel harekat ve polis özel harekat ile operasyonel yeteneği artırılmış MİT, 

- İçişleri ve Milli Savunma Bakanları arasında paylaştırılmış kuvvet komutanlık ları,  

- Siyasiler adına hareket eden il ve ilçe teşkilatı kontrolüne girmiş askeri birlikler. 

Bu tür bir algının iç aktörleri güvenlik kaygısına sürüklemesi ve herkesin kendi güvenliğini sağlamaya yöneltmesi riski göz ardı edilemeyecek kadar tecrübi bir olgudur. Beraberinde iç savaşı getirir. Türkiye’yi her tür hibrid saldırıya açık hala getirir. Dış aktörler açısından ise yeni ittifak ilişkilerini, asimetrik vasıtaların kullanımını artırır. 

İkinci risk bu tür bir algıdan kaçınılsa bile TSK’nın süreç içinde askerin kültürden gittikçe koparak hizipleşmesi, yozlaşması ve ülkeyi savunamayacak hale gelmesidir.  Böyle bir risk siyasete bulaşan, tek bir etnik, mezhepsel ve ideolojik grubun kontrolüne giren, liyakatten uzaklaşan her ordu için kaçınılmaz sondur. 

Üçüncü risk ise var olan ve gittikçe kötüleşen terör, sınır sorunları ve sınır ötesiyle baş edememektir. 668 ve 669 sayılı kararnamelerle teşkil edilen yeni yapıda Türkiye’de terörle mücadeleden ve sınır güvenliğinden hangi bakanlık ve kurum sorumludur belli değildir. Devletin kriz yönetim sistemi ciddi sorunlarla yüz yüzedir. İstihbarat ve güvenlik açığı artmaya devam etmektedir. 



5. Öneriler 

Raporun bu bölümünde önerilere geçmeden önce darbe girişimlerini önleme yaklaşımı ile TSK’nın kapsamlı dönüşüm ihtiyacına yönelik özet bir tartışma yapılmaktadır. 

5.1. KHK’larda TSK Yapılandırmasında Hâkim Olan Darbe Girişimlerini Önleme Yaklaşımına Eleştirel Bakış 

a. Siyasi otoritenin Türkiye’de darbe girişiminin bir daha tekrarlanmaması yönünde aldığı tedbirler, hukuka uygun olduğu, toplumu adalet-düzen ikileminde çaresiz bir tercihte bırakmadığı ve genelde devletin özelde TSK’nın yapılanmasın da işlevselliği ve etkinliği dikkate aldığı sürece olumlu ve zorunlu adımlardır. Bu noktada bu raporda darbe girişimleriyle ilgili verilecek özet bir bilginin  hatalar dan dönülmesinde ve önümüzdeki sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinde faydalı olacağı düşünülmektedir. 

b. Dünya genelinde 1950-2000 arasında 500’e yakın darbe girişimi yaşanmış, bunların yarıya yakını başarıya ulaşmıştır. Askerî darbeler üç şekilde ortaya çıkmaktadır: Emir komuta sistemi içinde tepeden, emir komuta sistemi dışında orta düzeyden ve alt düzeyden. Başarıya ulaşan darbelerin tamamı askerin kütle halinde ve emir komuta sisteminde gerçekleştirdiği darbeler değildir. Önemli bir 
bölümünde küçük askeri isyancı örgütler, emir komuta yapısı zayıf silahlı kuvvetleri etkisiz hale getirerek ülke yönetimini ele geçirmiştir. Bu tür darbe girişimlerinin yüzde 32’sinin, orta düzey darbe girişimlerinim ise yüzde 50’sinin başarılı olduğu görülmektedir. Nitekim 1981’de Gana’da bir teğmen bir takım kuvvetinde darbeci asker, önce emir komuta sistemi bozuk, siyasileşmiş ve hizipleşmiş 9.000 kişilik orduyu kontrol etmiş, sonrasında 11 milyonluk Gana’nın yüzde 62 oy ile seçilmiş başkanını devirerek yönetimi ele geçirmiştir. Ordunun zayıf ve siyasileşmiş emir komuta sisteminden faydalanarak isyan eden, orta ve alt düzey darbeci askerlerden oluşan örgütlerin yaptığı başarılı darbe 
sayısı göz ardı edilemeyecek kadar fazladır. 

c. Türkiye’de emir komuta sistemi içinde darbe girişimi dönemi 1980’de sonlanmıştır. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi de emir komuta sistemi içinde tepeden bir darbe olasılığının kalmadığını kanıtlamaktadır. Bu nedenle askeri gücü değişik birimler arasında dağıtıp, bunları ayrı kanallardan sivil otoriteye bağlayıp, sivil otoritede yetkileri tek elde toplayıp, “dağıtılmış yetki ve koordinatör genelkurmay” mantığı üzerine sistem kurarak darbe önleme yaklaşımı, tarihsel veriler ışığında tutarlı değildir. Türkiye’de bu tür yaklaşımlar FETÖ’nün entelektüel etkisinin fazla olduğu 2007-2013 yılları arasındaki dönemde taraftar bulmuştur. Söz konusu entelektüel etkinin 15 Temmuz darbe 
girişiminde rolü olduğu gibi, 669 sayılı KHK’ya da yansıdığı düşünülmektedir. Bu noktada FETÖ’nün entelektüel etkisinin kaldırılmasının on yılları gerektiren bir mücadele olduğunu belirtmek gerekir. 
Diğer taraftan başta ABD olmak üzere Batı modellerinde görülen, askeri gücü bölme yaklaşımlarının her birinin değişik tarihselliği, kuvvet, zaman ve mekân bağlamı vardır, incelenmesi ve tartışılması gerekir ancak bu raporun kapsamında değildir. 


ç. Orduyu darbe yapamayacak hale getirmenin temel faktörlerinden biri, sorunsal olarak ifade edilen “sivil-asker ilişkileri” terimini yapı sökümüne uğratarak “sivilin” de sorunlu olabileceğini dikkate almaktır. “Sivilin” sorunlu olması askerin darbe yapmasını haklılaştırmaz, ancak tehlikeyi de ortadan kaldırmaz. Burada “sivilin” sorunlu olması demokrasi sorunu ile bağlantılı olarak 
kullanılmasının ötesinde, askeri kontrol edeceği kabul edilen seçilmiş yöneticilerin kontrol etmek istediği gücün özellikleri ile güvenlik, kriz ve savaş yönetiminde yetersizliği ve siyasi yozlaşmadır. Bir bölümü siyasetin doğasından kaynaklanan bu zafiyet ortadan kaldırılmadıkça tehlike bir ölçüde devam edecek, askeri gücün yönetim prensiplerine aykırı düzenlemeler çare olmaktan ziyade sorun üretmeye devam edecektir. 

5.2. TSK’nın Kapsamlı Dönüşüm İhtiyacı 

a. Diğer taraftan TSK’nın 1990’dan beri ihtiyaç olan, hiçbir zaman tam olarak yapamadığı kapsamlı dönüşümü gerçekleştirmek için tarihsel bir dönüm noktasında bulunulduğunu kabul etmek gerekir. 2. Bölümde de vurgulandığı üzere ordular normal dönemlerde değil savaşlar, yenilgiler ve felaketler sonrasında kendi içlerinden değil dışarıdan yönetilen/yönlendirilen kapsamlı dönüşümler geçirirler. Terörle mücadele, Suriye krizi ve diğer dış politika sorunları ile darbe girişim travmasının var olduğu bu dönem birçok açıdan riskler içermekle beraber, Türkiye’nin çok uzun yıllar bu tür sorunlarla yaşadığı ve bundan sonra da yaşayacağı dikkate alındığında uygun bir dönemin hiçbir 
zaman olmayacağı kabul edilmelidir. Bu nedenle bu dönemdeki sağlıklı ve kapsamlı dönüşüm fırsatı kaçırıldığında uzun yıllar sorunlu işlevsellik ile devam edilmek zorunda kalınacaktır. 

b. TSK’nın yeniden yapılandırması ve güvenlik sektörü reformu sadece siyasi bir süreç değildir. Askeri tarafı da ön plana çıkan, askeri bilgi ve tecrübeye ihtiyaç duyan bir süreçtir. Yapılacak düzenlemelerin başarısı için; siyasi otorite, silahlı kuvvetler ve toplum tarafından reformun “ Sahiplenilmesi ” ön koşullardan biridir. Siyasi otoritenin silahlı kuvvetlerle ilişkisi diğer kamu kuruluşlarıyla olan ilişkilerine benzemez. Demokratik rejimlerde son söz daima siyasi otoritede 
olmakla birlikte, silahlı kuvvetlerin kendine göre bir hiyerarşisi, disiplin, terfi ve tayin kuralları ve bu gibi alanlarda belli takdir yetkisi vardır. 

c. TSK yapılandırmasında ilk olarak; küresel, bölgesel ve ulusal ortamlardaki dönüşümün özellikleri ve bu özelliklerin askeri yapılanma ve askeri kuvvet kullanmayı hangi yönlerde, nasıl etkilediği irdelenmelidir. Daha sonra, dış ve iç ortamlardaki radikal değişikliklerin ne gibi askeri reformları zaruri hale getirdiği tespit edilerek, o reformlar gerçekleştirilmelidir. 


ç. Silahlı kuvvetlerin yapılanmasında ve dönüşümünde; 

. Hatlara bağlı muharebe anlayışının sona erdiği, 
. Savaşın; stratejiler, muharebe şekilleri ve kuvvetler bakımından melezleştiği, 
. Aynı çatışma ortamında, klasik muharebeden insani yardıma ve barış operasyonlarına kadar geniş bir yelpazedeki çeşitli operasyonları başarıyla yürütme imkân ve kabiliyetine sahip olunması gerektiği, 
. Kuvvetlerin kısa sürede muharebeye hazır olarak uzak mesafelere intikal edebilir, konuşlanabilir ve görev yapabilir olması ihtiyacı, 
. Geleneksel askeri kapasitenin gelişen sivil kapasite (diplomasi, bilişim, teknoloji, kültür vb) ile bir arada kullanılma zorunluluğu, 



. Her düzeyde kurumlar arası bir arada çalışabilirlik, kuvvetler arası müştereklik prensibi, 
. Kapsayıcı sivil asker işbirliği ihtiyacı, 
. Değişen stratejik ortama uygun milli konsept ve doktrinler geliştirme gerekliliği, 
. Yeni doktrinlerde öngörülecek askeri vasıtalara, teşkilat ve insan gücüne sahip olma ilkesi temel faktörler olarak dikkate alınmalıdır. 

Bu kapsamda KHK ile ortaya çıkan TSK’nın yapılandırılmasında temel alanlarla ilgili öneriler aşağıda sunulmaktadır. 

5.3. Sivil Asker İlişkilerinin Düzenlenmesi 

a. Türkiye’de sivil asker ilişkileri Askerin Demokratik Sivil Kontrolü (ADKS) temelinde objektif kontrol esas alınarak uygun kademelerde sivil asker birlikteliği prensibine göre olmalıdır. Bu kapsamda TSK, Genelkurmay Başkanı emir komutasında siyasi otoritenin emrindedir. Bu düzenleme; halen 
uygulandığı şekilde Başbakan'a bağlılık, Anayasa değişikliği yapıldığında Milli Savunma Bakanına bağlanma ve hatta Cumhurbaşkanına bağlanma şeklinde olabilir.7 Bu raporda tercih edilen ikinci seçenek, Milli Savunma Bakanına bağlanmadır. 

b. Bu bağlılık sorunsalın sivil kontrol yönünü çözmektedir. Demokratik sivil kontrol için TBMM kanalıyla siyasi partilerin, sivil toplumun ve medyanın gözetim ve kısmen denetim işlevini, Sayıştay’ın ise denetim işlevini yerine getirmesi gerekir. 

c. TBMM’nin denetim ve gözetim işlevi bizzat kendisi ve uygun şekilde yetkilendirilmiş komisyon vasıtasıyla yerine getirilir. TBMM, Genelkurmay Başkanı ve diğer kritik üst düzey atamaları onay yetkisiyle teçhiz edilebilir. 


7 Cumhurbaşkanına bağlanma Anayasa değişikliği ile birlikte bir sistem değişikliğini gerektirmektedir. Bu raporda Başkanlık Sistemi hakkında herhangi bir görüş ifade edilmemektedir. 

ç. TBMM Savunma Komisyonunda: 

. Siyasi partiler eşit sayıda üyeler ile temsil edilir, 
. Sayıştay ve diğer yargının temsilcileri, 
. Barolar ve basının uygun sayıda temsilcisi, 
. Gerekli diğer sivil toplum temsilcileri yer alır. 


d. Komisyon üyeleri güvenlik-askeri konularda eğitim almışlardan seçilir veya seçilenler eğitime tabii tutulur. Komisyon üyelerinden milletvekili ve devlet bürokrasisinde olmayanların statüsü bilgi edinme ile sınırlıdır. Komisyon her göreve başlayan üst düzey komutandan başlangıç brifingi, yıllık brifing ve önemli faaliyetler sonrası görev öncesi ve sonrası brifingi alır. Komisyon komutanlıkların bütçelerini, yıllık kapsamlı programlarını inceler, yılsonu bütçe ve performanslarını değerlendirir. 
Komisyon ayrıca periyodik birlik ziyaretleri yapar. Bu komisyon emniyet ve istihbarat komisyonu işlevi de görebilir. Farklı bir komisyon varsa aralarında bilgi akış sistemi kurulur. Komisyon bir veya daha fazla güvenlik sektörü denetçiliği kurumu oluşturur ve şikâyetler ve talepleri inceler, raporlar. Komisyon faaliyetleri ni yeterli içerikle kamuoyuyla paylaşılır. 

e. Askerî bilgilerin kapsam, sınır, gizlilik derecesi ve hassasiyet vb. ölçütlere göre ne şekilde verileceği (sözlü, yazılı, gizli, kayıt dışı vb) ve komisyon üyelerinin bu bilgileri ne şekilde kullanıp muhafaza edecekleri, hangi bilgiye kimlerin ne seviyede nüfuz edebileceği konuları, yasa ile düzenlenir ve MSB ile komisyon arasında yapılan protokolle/yönetmelik ile belirlenir. 



Şekil 3. TSK’nınDemokratik Sivil 

Kontrolü Gnkur.Bşk.lığıCumhurbaşkanıMSBBaşbakanSavunmaKomisyonuTürkiye Büyük Millet MeclisiSayıştayDenetimiGüvenlik SektörüDenetçileriMSB Müsteşarı-Operasyonelbirimler-Kuvvetler-Askeri kurumlar-İdari-Teknik-Teknolojik-Tedarik destekSivil KontrolDemokratik Sivil Kontrol



5.4. TSK Kuvvet Yapısı ve Teşkilatının Düzenlenmesi 

a. KHK ile öngörülen yapının emir komuta, sadelik, işlevsellik ve etkinlik açısından sakıncaları 

2. Bölümde ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Bu çalışmada TSK emir komuta ve hiyerarşik yapısını koruyarak bir bütün olarak Milli Savunma Bakanlığına bağlanmaktadır (Şekil-4). 



Şekil 4. TSK’nın Önerilen Yapısı MSB Müsteşar İdari Karargah Savunma Üniversitesi Taşra -Yapılanması Gnkur.Bşk.Gnkur.



II. Bşk.Müşterek Komutanlıklar Karargah Müşterek Doktrin,  Ar Ge Müşterek Tatbikat  Mrkz.

Kara Kuv.
Kur. Bşk.
Deniz Kuv.
Kur. Bşk.
Hava Kuv.
Kur. Bşk.

1. Müşterek Komutanlık 2. Müşterek Komutanlık Stratejik Kuv. K.lığı 


b. MSB, bir orgeneral eşiti sivil müsteşarlık ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan oluşmaktadır. Müsteşarlığın yapısı KHK ile öngörülen yapı olup, idari, teknik, tedarik ve adli işlevleri kapsamaktadır. Genelkurmay Başkanlığı ise MSB’nin operasyonel gücüdür. 


Yukarıdaki genel teşkilat içerisinde özellik arz eden hususlar şunlardır: 

(1) Genelkurmay Başkanının ana ast unsurları II. Başkan, iki müşterek kuvvet komutanı ve stratejik kuvvetler komutanıdır. Genelkurmay Başkanı ve ana ast komutanlar orgeneral/oramiral rütbesindedir. Orgeneral/oramiral sayısı 14’den 5’e düşmektedir. TSK’nın yeni yapısına general/amiral sayısı yaklaşık yüzde 40-50 oranında azalmakta ve 358’den 170-200 civarına düşürülmektedir. 



(2) II. Başkan, Genelkurmay Karargâhına, Müşterek Doktrin ve Ar-Ge ile Müşterek Tatbikat Merkezi Komutanlığına komuta etmektedir. 

(3) Kuvvet Komutanlıkları kurmay başkanlığı düzeyinde teşkil edilmekte ve II. Başkana bağlanmaktadır. Kuvvet Kurmay Başkanları korgeneral/koramiraldir. Müşterek Kuvvetlerin personel, eğitim, teçhizat ve lojistik ihtiyaçlarını temin etmekle görevlidirler. Personel temin merkezleri, eğitim birlikleri ve sınıf okulları, lojistik tesisleri bağlıdır. Kendilerine bağlı muharip birlik bulunmamaktadır. 

(4) Ordu Komutalıkları lağıv edilmektedir. Müşterek Kuvvet Komutanlıkları Türkiye iki coğrafi bölgeye ayrılarak teşkil etmiştir. Sorumluluk bölgeleri ve komutanlık karargâhları ile ast birliklerinin konuş yerleri bu raporda incelenmemiştir. 1’inci Müşterek Kuvvet Komutanlığı doğuda, 2’ncisi 
batıdadır. 1’inci kuvvet kara-hava ağırlıklı, 2’ncisi kara-deniz-hava dengelidir. 

(5) Bir müşterek kuvvet komutanlığında, kara kolorduları, deniz görev komutanlığı ve hava kuvveti komutanlığı yer almakta, 2’şer adet mobil görev kuvveti karargâhı (MGKK) bulunmaktadır. Bu karargâhlar yurt içi ve dışında ihtiyaç duyulacak görev bölgelerine süratle intikal edebilecek yapıdadır. 
Kuvvetler arası müşterek ve modüler yapıda teşkil edilecek MGKK’lar tugay-kolordu düzeyinde müşterek harekâta komuta edebilir. MGKK’ların hazırlık düzeyi, kadro ve kuruluşu ayrıca çalışılmalıdır. 

(6) Genelkurmay Karargâhı ve müşterek kuvvet komutanlıklarının karargâhları kuvvetler arası müşterek ve kurumlar arası bileşiktir, sivil personeli de içerir. 

(7) Stratejik Kuvvetler Komutanlığında, zırhlı tugaylar, özel kuvvetler, yeter sayıda hava indirme-komanda tugayları, füze tugayı, hava savunma, stratejik-operatif ulaştırma birlikleri ve yakıt ikmal uçakları, taarruz/genel maksat/nakliye helikopter birlikleri, deniz unsurları yer almaktadır. 

(8) II. Başkana Bağlı Müşterek Doktrin ve Ar-Ge Komutanlığı, milli müşterek ve kuvvet doktrinlerinin geliştirilmesi ve Ar-Ge çalışmalarından, Müşterek Tatbikat Merkezi ise müşterek kuvvet komutanlıklarının, Genel Kurmay Karargâhının ve Devlet Kriz Yönetim Sistemi unsurlarının müşterek tatbikatlarından sorumludur. 

(9) KHK ile kurulan Milli Savunma Üniversitesinin muharip ve akademisyen özelliklerini haiz bir askeri komutan komutasında bakanlığa doğrudan bağlı olması öngörülmüştür. Üniversitenin, sivil demokratik kontrol, askerî ihtiyaçların kuvvet kurmay başkanlıkları vasıtasıyla belirlenmesi, güvenlik bürokrasisinin sivil ihtiyaçlarının karşılanması ve Türk savunma sanayiinin ve dış politikasının 
yumuşak güç unsurlarını takviye eden bir yapıya kavuşturulması çerçevesinde ayrı bir inceleme konusu olarak ele alınmasına ihtiyaç vardır. Bu kapsamdaki temel öneriler ana başlıklarıyla şunlardır: 
. Savunma Üniversitesi Rektörlüğünce yerine getirilmesi mümkün olmayan askerî idari fonksiyonların (askeri eğitim konu kapsam ve ihtiyaçlarının belirlenmesi ve askerî eğitimlerin yapılması vb) kuvvet kurmay başkanlıkları tarafından yapılması. 
. Askerî konuları kapsayan öğretimin "Güvenlik Bilimleri" adıyla bir ana bilim dalı olarak YÖK tarafından tanımlanması. Bu suretle, Askerî öğrenime çağdaş bir nitelik kazandırılması ve güvenlik sektöründe görev yapacak olan sivillerin de .üniversitelerde. bu yetkinliğe kavuşturulması. Güvenlik Bilimleri alanındaki lisansüstü eğitim ve akademik derecelendirmenin uluslararası normlar çerçevesinde YÖK ve MSB tarafından belirlenen, esaslara göre düzenlenmesi. Belirli ihtisası gerektiren üst subay, general/amiral kadroları için 
akademik unvan zorunluluğunun getirilmesi. 
. Harp okullarından sonra görülen sınıf okulu ve meslek içi eğitim programlarının uygun akademik formasyona tahvil edilmek suretiyle yüksek lisans eğitimi olarak sayılması. Sınıf okullarının Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve TÜBİTAK ile yatay bağlantılarının etkin hale getirilmesi. 
. Kuvvet Harp Akademisi ve Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimlerinin YÖK akademik şartlarına uygun hale getirilmesi suretiyle bu eğitimi alanların doktora yetkinliğini kazanması. Güvenlik bürokrasisinde görev yapacak sivillerden üst düzey askerî rütbe muadili olanların da bu eğitimi almaları. 
. Sözleşmeli subay alımı uygulaması artarak devam edeceğinden sivil üniversitelerde güvenlik bilimleri ana bilim dalı açılması. 
. SAREN ve SAVBEN enstitülerinin yapılarının gözden geçirilmesi. 
. Devlet bürokrasinin güvenlik sektörü ile işbirliği ve entegrasyon ve kontrolünü sağlamak üzere ihtiyaç duyacağı personeli yetiştirmek üzere Millî Güvenlik Akademisinin yeniden açılması. 
. Savunma sanayisinin savunma planlama ve yönetimi faaliyetleri, teknik konsept ve teknoloji alanlarında uzaman personel yetiştirmek üzere iki enstitünün kurulması. 
. Dost ve müttefik ülkelerden orta ve üst düzey bürokratlara eğitim vermek üzere uluslararası savunma koleji kurulması. 
. ATASE'nin (askerî müzeler de dahil olmak üzere) Savunma Üniversitesine bağlanması. 

(10) GATA ve askeri hastanelerin 3. Bölümdeki incelemede dikkat çekilen hususlar çerçevesinde Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması tercih edilen seçenektir. 

(11) Sınır güvenliğinin sağlanmasında, Trakya sınırının İçişleri Bakanlığının, doğu ve güneydoğu sınırlarının ise MSB'nin sorumluluğunda olması uygun olacaktır. 

(12) TSK yapılanmasının ana ast unsurlarının iç teşkilatlarının ayrıntısına bu çalışmada kapsamı dışındadır. Ancak, mevcut yapıda Genelkurmay-Kuvvet Komutanlıkları-Ordular-Kolordular kademelerinde her işlev alanında tekrarların ortadan kaldırılmasının ve sade bir yapı kurulmasının temel alınması gerektiği düşünülmektedir. 

(13) TSK tedarik ve lojistik sistemi, sadelik, işlevsellik ve verimlilik prensipleri temelinde bu yapıyı destekleyecek şekilde tasarlanmalıdır. 

(14) Yerleşim merkezleri dışına taşınacak olan muharip askerî kışlaların arazilerinin MSB taşınmazları statüsü korunmalı, buralardaki mevcut ve yapılacak tesislerden yararlanma hakkının kamu ile sınırlandırılması, rantiyeci ve yağmacı girişimleri engelleyecektir. 



5.5. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) 

TSK’nın önerilen yapısı çerçevesinde YAŞ’ın Başbakan, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, MSB Sivil Müsteşarı, Genkur II. Başkanı, iki müşterek kuvvet komutanı ve stratejik kuvvetler komutanı olmak üzere sekiz üyeden teşkili planlanmıştır. KHK ile dâhil edilen başbakan yardımcıları ile adalet ve dişişleri bakanlarının kuruldan çıkarılması, içişleri bakanının Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı askeri statüden çıkana kadar geçici YAŞ üyesi olarak kalması önerilmektedir. 

5.6. TSK Yapılanmasında Personel Temini 

a. TSK yapılanmasının, emir komuta düzenlemesi, teşkilat ve teçhizat gibi önemli boyutlarından biri insan gücü-subay, astsubay, erbaş ve erdir. Bu bağlamda iki noktaya dikkat çekilmektedir. Birincisi, etnik, mezhepsel, kültürel ve yaşam şekilleri bakımından tarihsel ve sosyolojik farklılıklar içeren Türkiye’de TSK’nın birleştirici ve sosyalleştirici etkisidir. TSK, farklı toplumsal katmanlardan gelen bireylerin, eğitimde, öğretimde, günlük faaliyetlerde yana yana ve iç içe bir arada olduğu bir sosyalleşme ortamı sağlamaktadır. Bunun doğal sonucu ulus kavramında yer bulan, birleştirici, seküler ve yurtsever, evrensel değerlere ve hukuka bağlı ilerlemeci yeni bir kimliktir. Bu aslında, orduların ulus inşasının ulusal eğitim sistemi ile birlikte en önemli mekanizması olma nedenini açıklar. Türkiye’de ordu, siyasi etkiden uzak kaldıkça, FETÖ gibi yapılanmalar içine zorla yerleştirilmedikçe birleştirici ve pozitif sosyalleştirici rolünü büyük ölçüde yerine getirmiştir. Yıllardır kronik iç sorunlar yaşayan Türkiye’nin tüm olumsuz öngörülere karşın, en ağır koşullarda dahi iç savaşa sürüklenmemesin de; Türk, Kürt, Çerkez, Sünni, Alevi, Muhafazakâr ve Laik kimliklerin askerlikte aynı mangada, masada ve koğuşta sosyalleşmesinin ve ortak kimliğin oluşmasının etkisi çok fazladır. Böyle bir olgu Türkiye için gerçek bir sosyal sermayedir. Darbe girişiminin başarısızlığa uğramasında (halkın direncinde, Mehmetçiğin kısa sürede ikna edilmesinde) millî ordu niteliği temel belirleyici olmuştur. İktidarın darbe travmasının etkisi ile bu sosyal sermayeyi yok edecek adımlar atması tarihsel ve vicdani ağır bir sorumluluktur. 

b. İkinci nokta ise personel temin politikasında tüm topluma açık olan, objektif ölçütlere, rekabete ve liyakate dayalı şeffaf bir yaklaşıma sahip olmaktır. Türkiye’deki tüm toplumsal gruplara temsil imkânı veren böyle bir sistem TSK’nın etkiliğinin de vazgeçilmez şartıdır. 

c. Bu kapsamda TSK sisteminde gelenekselleşmiş olan askeri liseleri, astsubay meslek yüksek okullarını ve harp okullarını FETÖ’nün etkisinde kalmış darbeci yetiştiren kurumlar olarak düşünmek dar ve hatalı bir bakış açısını yansıtmakta dır. Bu okullar FETÖ etkisinden süratle kurtarılmalı ve güçlendirilerek muhafaza edilmelidir. Bu okulların amacı, bir grubun militanı ve sempatizanı değil Cumhuriyetin subay ve astsubayını yetiştirmek olmalıdır. 


ç. TSK personel sisteminde zorunlu askerlik ve profesyonel askerlik bir arada uygulanmaya devam edilmelidir. Zorunlu askerlik süre bakımından tek tipleştirilmeli, bedelli, kısa dönem vb etkinlik azaltıcı ve ayrıcalık yaratıcı uygulamalara son verilmelidir. Zorunlu askerlik süresi, temel yeterlilikleri almaya ve TSK’da optimum bir süre hizmet etmeye imkan verecek şekilde 12-18 ay 
arasında tespit edilmeli, zorunlu hizmet yapan tüm erlere asgari ücret düzeyinde maaş verilmelidir. 


İhtiyaç fazlası insan gücünün temel eğitimi müteakip kamu hizmetlerinde çalıştırılması imkanları yaygınlaştırılmalıdır. 

d. TSK’da her düzeyde terfiler nesnel ölçütlere bağlanmalıdır. Örnek olarak general/amiral olmak için; fiziksel ve sportif kriterler, mesleki bireysel kriterler (atış, uçuş vb), yazılı mesleki baraj sınavları, mesleki akademik yetkinlik, askeri denetleme sonuçları, komutanlık kriterleri belirlenmelidir. Yüksek Askeri Şura’nın yetkisi bu tür kriterlerin karşılanıp karşılanmadığının tespiti olmalıdır. Öznel tüm değerlendirmeler kaldırılmalıdır. Değerlendirmeler tarafsız kurumlar tarafından 
yapılmalı ve şeffaf olmalıdır. 

e. TSK yapılanmasında sivil personel temini ve istihdamı ile sivil-asker bütünleşmesi ve kurumlarasıcılık gerçekleştirilmelidir. TSK’da kadınların istihdamının artırılması hedeflenmeli, terfi ve görevlendirmelerin önündeki cinsiyet engelleri kaldırılmalıdır. 

f. Muvazzaf askerî personel temininde kalitenin artırılması, darbeci zihniyeti besleyen psikososyal tabanının orduya girmesini kısıtlayacağından TSK personelinin sosyal ve ekonomik seviyesi yükseltilmelidir. 


5.7. Savunma Sanayi Yapılanması 

Milli Savunma Bakanlığı’nın ve TSK’nin yeniden yapılanmasında önemli bir yer tutan savunma sanayinin, teşkilatlanma, konsept, ihtiyaç tespit, teknoloji yönetimi ve tedarik boyutlarını kapsayan güncel bir çalışma mevcuttur.8 Konu bu rapor kapsamında tekrar incelenmemekle birlikte, Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın Milli Savunma Müsteşarlığı altında diğer tedarik birimleri ile entegre bir yapıya kavuşturulmasının ve tüm kademelerde sivil-asker birlikte çalışmasının amaçlanmasının gerekli olduğu değerlendirilmektedir. 

8 Rapor için bakınız. 
Hazırlayanlar 
(E) Tuğg. Dr. Oktay Bingöl, 
Dr. Ali Bilgin Varlık, “ Türk Savunma Sanayinin Geleceği: Sürdürülebilirlik ve Güçlü İhracat İçin Strateji Raporu – 1 ”, TASAM Rapor-71, 2015. 

http://www.tasam.org/Files/PDF/Raporlar/TSS_rapor.pdf_6acb9a1e-7d78-4af4-bc67-48bb93270426.pdf 


****

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yeniden Yapılanması., Riskler, Fırsatlar ve Öneriler BÖLÜM 3





    Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yeniden Yapılanması.,                               Riskler, Fırsatlar ve Öneriler 
                                                BÖLÜM 3




3.3. İçişleri ve Sağlık Bakanlığı'na Aktarılan Sorunlar,



a. MSB'ye benzer durum İçişleri Bakanlığı için de söz konusudur. Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nı da bünyesine alan Bakanlığın mevcut haliyle bu unsurların gerektirdiği planlama, sevk ve idare kapasitesinden yoksun olduğu düşünülmektedir. Trafik, pasaport vb işlevlerle sınır savunması ve düşük/orta yoğunluklu çatışmayı planlama, sevk ve idare işlevlerinin aynı çatı altına gelmesinin yaşanacak zafiyetlerin habercisi olduğu değerlendirilmektedir. 

b. MSB ve İçişleri Bakanlıklarında ifade edilen risk alanları, istihbaratta mevcut olan ve gittikçe kötüleşen zafiyetle birlikte Türkiye’deki mevcut güvenlik açığını derinleştirmektedir. 


c. Sağlık Bakanlığı, barış ve savaş durumunda askerî işlev edinerek güvenlik sektörüne sokulmakta ve asıl sorumluluklardan uzaklaştırılmaktadır. Askeri sıhhi tahliye ve tedavi sistemi, cepheden/çatışma alanından geriye (yurt içi bölgesi) askeri kademeleri takip eden ve hasta ve yaralıların her kademedeki tıbbi destek kapasitesine göre tedavi edilebildiği bir sistemdir. GATA bu kademenin en 
son safhası olan merkezi hastaneler kademesini oluşturmaktadır. Askerî sağlık sisteminin bütününün sivilleştirilmesi teknik olarak olanaklı değildir. Sistemin en üst kademsini (GATA) sivilleştirmek ise arzu edilen sivil kontrolü sağlamayacağı gibi mevcut sistemi de eksik bırakmaktadır. 

Yukarıdaki sakıncaların devlet teşkilatında yetki ve sorumluluk, sadelik, etkinlik ve işlevsellik başta olmak üzer yönetim prensiplerini ihlal etmesi nedeniyle, ülkede önümüzdeki dönemlerde ciddi zararları neden olacağı da düşünülmektedir. 




3.4. Yüksek Askeri Şura’nın Yapısının Değiştirilmesinin Yarattığı Sorunlar 

a. KHK, Yüksek Askeri Şura (YAŞ)’nın yapısını değiştirerek ordu ve eşiti birlik/kurum komutanları olan orgeneral/oramiralleri üyelikten çıkarmakta, başbakan yardımcıları, adalet, içişleri ve dışişleri bakanlarını ekleyerek çoğunluk itibariyle siyasi bir kurula dönüştürmektedir. YAŞ’ın yapısal değişikliğinin en önemli etkisinin, general/amiral terfilerinde ortaya çıkacağı düşünülmektedir. Bu durum terfi beklentisi ile kayırmacı ve himayeci ilişkiler ağına girebilecek personel nedeniyle TSK’nın siyasileşmesine ve liyakatten uzaklaşmasına yol açabilecektir. Böyle bir ilişkinin alt seviyelerdeki subay ve astsubaylara yansıyarak çalışma-ödül nedenselliğini kırması, rant kollayıcı bir kültürün hakim olması, TSK’nın içinde hizipleşmelere ve nihayetinde itaatsizliklere ve görev 
etkinliğinin düşmesine yansıması şaşırtıcı olmamalıdır. 

b. Diğer taraftan YAŞ’ın TSK’dan sicil ve disiplinsizlik yoluyla ayırma işlemlerini yaptığı, geçmiş dönemlerde siyasilerin muhalefeti nedeniyle 15 Temmuz’da darbe girişimi yapan FETÖ mensuplarının ve sempatizanlarının himaye bulduğu dikkate alındığında, gelecekte FETÖ’nün boşluğunu dolduracak diğer yapıların YAŞ’ın yeni teşkilatı nedeniyle hareket serbestîsi bulabileceği değerlendiril -mekte dir. Bu itibarla YAŞ’ın yeni yapısının TSK’nın kurumsal kültürüne zarar 
verebilecek önemli riskleri bünyesinde barındırdığı değerlendirilmektedir. 

c. YAŞ’ın siyasileştirici etkileri, KHK’da ifade edilen Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM, Milli Savunma Bakanı olmak üzere dört siyasinin sınır tanımayan komutanlık ve emir verme rolleri nedeniyle kısa sürede zarar verici sonuçlar üretmeye başlayacaktır. TSK’nın yatay ve dikey hatlarda parçalanmış yapısına, siyasetin ve bürokrasinin doğasından dolayı iktidar partisi merkez teşkilatı 
il/ilçe başkanları, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanların danışmanları, müsteşarları, valiler, kaymakamlar, özel kalem ve koruma müdürlerinin hatta üst makamlara yakın gazetecilerin komutan rolünü soyunmaları, emirler vermeleri olasıdır. Bu durumun TSK’ya bozucu etkilerini öngörebilmek çok da zor değildir. 


3.5. Genelkurmay Başkanı Atama Kriterinin Değiştirilmesinin Yaratacağı Sorunlar 

KHK ile 926 sayılı Kanun’da değişiklik yapılarak Genelkurmay Başkanı atama kriteri olan “Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapmış” olmak koşulu kaldırılmaktadır. Böylece TSK’deki herhangi bir orgeneralin Genelkurmay Başkanı olarak atanması mümkün olmaktadır. Bu değişikliğin kısa dönemde (bir yıl içinde) mevcut Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının değiştirilmesi ya da istifa etmeleri durumunda, tercih edilen bir orgeneralin atanmasına hazırlık olduğu düşünülmektedir. Ancak düzenlemenin uzun dönemli ve kalıcı etkisi hasar vericidir. TSK’de bir alt görevi yapmamış, bir komutan ataması son 5 yılın siyasi uygulamasıdır ve 15 Temmuz Darbe Girişimine giden süreçte etkileri görülmüştür. Yanlış olanı hukukileştirmenin etkinlik bakımından 
daha zararlı olacağı değerlendirilmektedir. 

3.6. Milli Savunma Üniversitesi Kurulmasının Yaratacağı Sorunlar 

a. KHK ile Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde Milli Savunma Üniversitesi kurulmaktadır. 
Kuvvet Harp Akademileri enstitü olarak, 
Harp Okulları fakülte olarak, 
Astsubay Meslek Yüksekokulları ise meslek yüksek okulu olarak 
Bu üniversiteye bağlanmaktadır. 

b. 669 sayılı KHK’da Harp Akademileri, harp okulları ve astsubay meslek yüksek okulları hakkında yapılan düzenlemelerin kapsamı dikkate alındığında, uzun süreli hazırlığı yapılan bir kısım düzenlemelere ilaveten, Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarının yetkilerini Milli Savunma Bakanlığına devreden ve ilgili kanunlarda bu yönde değişiklik yapan düzenlemelerin de yer aldığı görülmektedir. Bu tür bir yaklaşımın sonucunda askeri okulların kendi mevzuatlarına göre bütün olarak Milli Savunma Üniversitesine bağlandığı yanılgısı ortaya çıkmaktadır. Gerçekte KHK’nın satır araları askeri okullarla ilgili öğrenci seçme, müfredat, öğretim üyesi ve akademik yönetici görevlendirme, yeni mevzuat ve kadro/kuruluş yapma dâhil olmak üzere tüm görev ve yetkileri Milli Savunma Bakanlığına vermektedir. Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıkları büyük ölçüde devre dışı bırakılmaktadır. 

c. Askeri okulların akademik denkliği, askeri olmayan teorik derslerin kalitesinin artırılması açısından faydalı olan bu uygulama çok sayıda sakınca içermektedir. Öncelikle bu okulların amacı subay ve astsubay, yani asker yetiştirmektir. Askerin temel ayırt edici özelliği itaat, disiplin ve savaşçı ruhtur. TSK savaşmayacak bir ordu olacaksa subay ve astsubaya gerek yoktur. Savaşçı bir ordu olacaksa muharip yetiştirmek zorundadır. Bu nedenle askeri okullar askeri formasyon almamış rektör ve dekanlar tarafından değil, akademik formasyon almış komutanlar tarafından yönetilmelidir. Bu derece askeri bir yapıyı eğitmesi beklenen Rektör’e de haksızlık yapılmamalıdır. 


ç. Askeri okullar, ilgili kuvvet komutanlığının subay ve astsubay kaynağını oluşturur. Kuvvetler eğitim ihtiyaçlarını belirler, geri beslemeyi yaparlar. Kuvvetlerle okullar arasına sokulan Bakan, Müsteşar, Rektör, Dekan vb aynı kültür ve birikimden gelmeyen sivil kademeler işleyişi sekteye uğratırlar. Subay ve astsubay adayı ikilemde kalır, asker kimliği oluşmaz. Eğer asker kimliğinin 
oluşması istenmiyorsa böyle bir düzenleme faydalıdır. Aksi halde TSK’nın eğitimli insan kaynağı erozyona uğrar. Askeri okullarda sivil öğretim üyelerinin bulunması, seçilmiş birimlerde sivil yöneticilerin olması tercih edilebilir. 

d. Askerî eğitim kurumlarının YÖK sistemi ile uyumlu hale getirilmesine ve MSB'ye bağlanmasına ilişkin düzenleme mevcut akademik ve idari sorunların aşılmasını sağlamadığı gibi, önceki sistemde var olan imkânları ve .yukarıda değinildiği üzere. muharip personel yetiştirme kapasitesini de ciddi ölçüde sınırlamış, yeni yapının ihtiyaçlarını da karşılamamıştır. Bu kapsamda: 
. Askerî eğitim kurumlarının askerî idari yapılanmasına ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. 
. Harp okullarından sonra görülen sınıf okulları, sınıflara ilişkin temel ve tekamül 
eğitimlerinin akademik karşılığı belirlenmemiştir. 
. Kuvvet Harp Akademilerindeki eğitime yüksek lisans seviyesi verilirken Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitiminin akademik karşılığına ilişkin bir düzenleme getirilmemiştir. 
. ADSK'yı sağlamak için zorunlu olan, sivil bürokratlara; güvenlik, askerin demokratik sivil kontrol, sivil-asker işbirliği, kriz yönetimi vb. alanlarda eğitim veren 
. Kapatılan Millî Güvenlik Akademisi. gibi kurumlar ihdas edilmemiştir. 

Yine bu kapsamda olmak sivillere de güvenlik alanında eğitim veren SAVBEN ve SAREN gibi enstitülere ilişkin herhangi bir düzenlemeye gidilmemiştir. 

. Türkiye'nin ilgi sahasında bulunan dost ve müttefik ülke orta ve üst düzey sivil ve asker bürokratlarına eğitim vermek suretiyle ortak güvenlik ve Türk savunma sanayiinin pazar oluşturma imkanını artıracak bir savunma koleji bu düzenleme içinde yer almamıştır. 


3.7. Askeri Liseler 

Askerî Liselerin darbeci yetiştiriyor düşüncesiyle kapatılmış olması, "cemaatcı" yetiştiriyor iddiasıyla İmam Hatip Okullarının kapatılması iddiasından farksızdır. Bu kurumların, esasen kuruma personel girişinde bir filtreleme işlevi olduğu açıktır. 

3.8. Askerî Sağlık Sisteminin Sağlık Bakanlığına Devrinin Yaratacağı Sorunlar 

a. TSK’da barışta ve savaşta sağlık sistemin temel işlevi hastalanan, yaralanan askerlerin kısa sürede tedavilerinin yapılarak, birliklerine/cepheye tekrar gönderilmesi, barış zamanında birliklerin sağlık yönünden her an göreve hazır tutulması, personel mevcutlarında dolayısıyla muharebe gücünde zafiyete neden olunmamasıdır. GATA ve askeri hastaneler barış zamanında bu kapsamda askerlere ve ailelerine sağlık hizmeti sunarken, sağlık personeli ve donanımı ile birlikleri takviye ederler, kriz ve savaş ortamlarında ise birliklerin sağlık desteğini sağlarlar. 

b. Askeri hastaneler, yüksek gerilimli görev şartlarını ve terörizmle mücadeleyi içeren barış ortamında ve savaşta muharebe stresine, fiziksel ve psikolojik tramvalara maruz kalan askerin tedavisi ve rehabilitasyonu için önemli işlevlere sahiptir. Bu işlevlerin etkinlikle yerine getirilememesinin nedenleri ayrı çalışma konusudur. 

c. TSK’nın savaşta sağlık faaliyetleri cepheden geriye doğru dört kademedir. 

Birinci ve ikinci kademe birliklerin sağlık imkânlarıyla kurulup işletilirken üçüncü ve dördüncü kademelerde GATA dâhil askeri hastaneler görev alır. Askeri hastanelerin yöneticileri, doktorları, sağlık personeli muharebe görevlerinin eğitimini barıştan itibaren yaparlar. Askeri sağlık personeli muharebede sağlık hizmeti yapmak üzere yetiştirilir ve Sağlık Bakanlığının personelinden farklılıklar içerir. Bu iki farklı yapıyı karıştırmak muharebede zayiata, barışta yetersiz sağlık desteğine neden olduğu gibi Sağlık Bakanlığını da gereksiz yere güvenlik sektörüne dâhil eder ve yarı askerileştirir. 


ç. Yukarıda belirtilen sakıncalarına karşın, süreç içerisinde mesleki yetkinlik ve etik alanından ürettiği sorunlar nedeniyle hizmet ettiği kitlenin ihtiyaçlarını karşılayamayan, idealist sağlık personelini sistemin dışına iten askerî sağlık sistemindeki aksaklıkların irdelenmesine ve çok geç kalınmış olan tedbirlerin alınmasına ihtiyaç olduğu aşikardır. 



4.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


**