Ocak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ocak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2016 Cumartesi

Şairin Vedası Seninle Dağlara çıkalım yeniden



Şairin Vedası  Seninle Dağlara çıkalım yeniden 


Şairin Vedası  Seninle Dağlara çıkalım yeniden 
LÜTFÜ ŞAHSUVAROĞLU 
VAHDET
22 Haziran 2016, 08:45  



    “Şiir yazamıyorum artık. Gerdanlıklar üç kitap oldu. 
Kitaplardan sonra birkaç gerdanlık daha yazdım ama beğenmedim. İnsan bir yerde bırakmasını bilmeli…” demişti büyük Şair Abdurrahim Karakoç. 4 bölüm halinde yayımladığımız röportajın son bölümünde bugün onun elvedasını okuyacaksınız…” 

Şiiri niye bıraktın? 

Unutkanlığımdan korktum. Eskisi gibi değilim. Şu anda o eski düşüncem, o eski heyecanım yok. Yazacağım, bu sefer zayıf olacak; ne gereği var, bırakmasını bilmeli insan. 
Mihriban ayarında yazamamak mı?  
Bazı şairler yaşlandıkça tekrara düştüler. 
Eski güçleri kalmadı. Mesela bir Kel Ali… Padişahın başpehlivanı. Kırk elli sene başpehlivanlık yapıyor. 
Sonra Koca Yusuf geliyor, sırtının üstüne vuruyor. 

Muhammed Ali de öyle oldu.

 Hiç yenilmemiştin, niye döndün tekrar? Karakoç hasta yatağında zor nefes alıyordu.  
Makineye bağlanmıştı. 
Ciğerleri artık sinyal veriyordu. 
O Engizek, Ahır, Toros dağlarına çıktığı günleri özlüyor. 
Tekir Yaylasına, Erciyes’e, 
Bolu’ya gitmek dağlara çıkmak, yayla havası almak istiyor. Kim götürecek onu?  
“Toygar’a dedim. 

Ökkeş niye gelmiyor? 

Niye ‘Bolu Dağlarına çıkalım yine sana iyi gelir’ demiyor? Efendi, bütün Türkiye’yi dolaşıyormuş. Her şehre gidiyor, yolu bir tek buradan geçmiyor.”   

 SEDYEDE DERGİ OKUYORDU   

Siren sesleri arasında ambulans Sincan’dan, Ayaş yoluna çıkmaya çalışıyordu. Harikalar Diyarı’na bitişik Yunus Emre Mahallesinde Mevlana Camii’nin yanındaki Umut Anadolu Apartmanının ikinci katından merdivenlerden sedyeyle indirdikleri şairi ambulansa yerleştiren sağlık görevlileri az sonra aldıkları kişinin Mihriban’ın şairi olduğunu anladılar ve mosmor olan yüzünü tekrar eski haline getirmek için bir yandan dua ettiler, bir yandan da gerekli iğneleri yaptılar. Oksijen maskesini hastanın burnuna kapadılar. 
 Ambulans Gazi Hastanesinin yolunu tuttu. 
Yarım saatlik yolu vardı. 
Bu süre içinde Yakup’a, Ali Akbaş’a, Efendi’ye, bana haber verildi. 
Mustafa Toygar onu yalnız bırakmamıştı son zamanlarında… 
O haber vermişti. 
Onlar da hastaneye koştular. 
Şairin çocukları da haberi alır almaz koştular. 
Şairin bulunduğu ambulans hastanenin acil girişinin önüne geldiğinde… 
Acilin önünde beklemeden koşarak kapıyı açtım. 
Gelen ambulansın içinde Abdurrahim ağabeyin olduğunu bilmiyordum. 
Ama kapıyı açınca sedyede yatan şair bana seslendi: 
Selamünaleyküm. 
Elindeki dergiyi sallayarak selam vermişti. 
Yahu abi bu halde de mi okuyorsun. 
Bırak artık şu dergileri… 
Hadi seninle dağlara çıkalım yeniden. 
Şair keyiflendi. 
Sanki hiç hasta değildi. 
Sanki yarım saat önce mosmor olan, etrafındakilerin artık gitti gidecek dedikleri adam o değildi. Sedyeyle acile soktular. 
Hemen makineye bağladılar. 
Onu bekleyenler, arkadaşları birer ikişer içeri alındılar. 
Konuştururlarsa morali düzelecek sanıyorlar ve bunun hastaya iyi geleceğini umuyorlardı. 
Az sonra başhekim Sacit Bey geldi ve hastanın konuşturulmaması gerektiğini, çok zor solunum yaptığını, az sonra da uyutmak zorunda kalacaklarını söyleyerek odayı boşaltmalarının daha iyi olacağını da ekledi. 
Çaresiz hepsi çıktılar. 
Çıkarken son bir kez şairle konuştum. 
Yüzüne dokundum. 
Sakat ayağına dokundum. Ne kadar da incelmiş, bir deri bir kemik kalmıştı.

 BU MAKİNE BURNUMU ACITIYOR 

Abdurrahim Karakoç hâlâ konuşmaya çalışıyordu. “Bu makine burnumu acıtıyor yahu!”  Zannediyordu ki burnuna konan şey yüzünden nefes alamıyor. Oysa hastalık yüzünden burnunun acıdığını zannediyordu. Romatizmalı bir akciğer tükenmişliğiydi hastalığı… Zaten romatizma ve geçirdiği trafik kazaları yüzünden eli çok acıyordu. Önüne gelen onu eski Karakoç zannedip elini sıkıca sıkmak ve tokalaşmak hatta tokuşmak istiyordu. Ama o elini uzatıp çekerdi. Muhataplarının bir kısmı eski Karakoç’u yahut şiirlerindeki Karakoç’u bulamamanın burukluğu içinde moralleri bozulmuş çekilirlerdi. Bazıları da gereksiz alınırdı. İlginçtir sigaradan dolayı değilmiş. Adeta sigarayı yerdi şair. Ama bıraktıktan sonra daha çok kötüleşti. Bir ara Sanatoryum’a yatmıştı. Bütün arkadaşları sigaradan zannediyordu.   

ÜMİT YOK. GİDİYOR ABDURRAHİM ABİ 

Mihriban, Türkislam, Enderhan, Bahattin ağabeyin kızı…, Selcen…. Oradalar.  Hasan Sağındık, Toygar komutan da birazdan geldiler. Gazi Hastanesinin bahçesinde oturuyorlar.  Enderhan Nezir’den bir yazı istedi.  “Aile olarak basına verilmek üzere babam hakkında bir metin yazar mısın Nezir amca?” dedi. “Onu en iyi tanıyanlardan, onun en yakın dostlarından biri sensin.” “Artık umut yok, değil mi” diye sormadı Nezir. Her şey belliydi. Makineden çıkarılacaktı artık. Suni teneffüs bir yere kadardı. Akciğerleri iflas etmişti artık.  Nezir Mihriban’a baktı, Mihriban çok zeki bir kızdı, anladı.  “Amcam çok mutlu Nezir Amca dedi. Biz de öyle. Çok iyi oldu.” “Ne güzel” dedi Nezir. “Bahattin ağabey emin ellerde artık. Ben de sevindim o zaman…” Nezir çocuklarla vedalaşıp acilin kapısındaki otomobiline seğirtti. Binanın köşesinden dönünce Ali Akbaş’la karşılaştı. Ali Akbaş ve hanımı bir bankta oturup bekleşiyorlardı.  “Yok abi artık ümit yok, gidiyor Abdurrahim abi” dedi Nezir. “Siz de gidin artık evinize ağabey, nasıl olsa görmek mümkün değil artık…” Hem uyandırsalar da bir anlamı yok ki… Bilinci yerinde değilmiş… … Hatırlıyor musun?  “Maraş’tan şairler sökün ederdi Karakoç Alper’e Vur Emri verdi Ali Akbaş masalları dererdi” Çocukları ardından şu yazıyı kamuoyuyla paylaştılar: Baba olarak Abdurrahim Karakoç “Biz Abdurrahim Karakoç’un eşi, oğulları, ve kızı olarak şairin ölümünü cihana açıklama görevini sizler, sevdikleri ve Türk kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz. Dağların, ovaların, steplerin, köyün ve şehirlerin; halkın, insanlarımızın şairi; Mihribanın, Tohtur Beyin, Hâkim Beyin, Hasana Mektupların, Vur Emrinin, Beşinci Mevsimin, Suları Islatamadım’ın şairi Abdurrahim Karakoç iki aya yakındır tedavi gördüğü Gazi Hastanesinde ruhunu teslim etmiş, Hakkına kavuşmuş bulunuyor.” 

KARAKOÇ’U ANLATMAK MÜMKÜN MÜ?

 “7 Nisan 1932 Kahramanmaraş ili, Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü(Cela) köyünde dünyaya gelen şair Abdurrahim Karakoç, 
Hakkın rahmetine kavuştu. 
Dedesi, babası, kardeşleri de şair olan, şair bir aileden gelen Abdurrahim Karakoç, küçük yaşından beri yazdığı şiirlerle Türk edebiyatında özgün bir yer kazandı. 




Hasana Mektuplar adlı şiir kitabı 1964 yılında basıldı. Ve bütün Türkiye’de Hasana Mektuplar kendi gündemini oluşturdu. 
Tohtur Bey, Hasana Mektuplar, Hâkim Bey, Mihriban gibi şiirleriyle halkın sevgisini ve beğenisini kazandı. 
Serdengeçti, Töre-Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Yenisey, Alperen yayınları olarak şimdiye kadar 12 şiir kitabı, bir tane de makalelerinden derlenen nesir kitabı çıktı.  
30 yılı aşkın bir zaman içinde kitapları baskı üstüne baskı yenilemektedir. 
Bilhassa VUR EMRİ adlı kitap günümüz şairlerinin hiç birisine nasip olmayan kabulü görmüştür.  Abdurrahim Karakoç’u anlatmak mümkün mü? 
O son asrın Karacaoğlanı, 
Yunusu idi.  
En iyisi onu kendi cümleleriyle anlatmak:  

ŞİİR MALZEMEMİ ÜÇ KÂĞITÇILAR,  DALKAVUKLAR, ZÜPPELER VERDİ

 ‘Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. 
Birçok kimseye o yılları anlatsam, ‘Özlenecek neresi var? ‘ diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. 
Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. 
Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor.

 Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım.  
Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.  




Bana gelince:  

Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, ‘bilimsel’ cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkâğıtçılar hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. 
Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum.  
Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. 
Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular.  
En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (cc) kısmet ederse...’  
Evlatları olan bizler yani Mihriban, Enderhan ve Türkislam ile annemiz, kendisini bizden fazla bu millete ve Türk gençliğine adamış sevgili babamızı ebedi istirahatgâhına uğurlamaya hazırlanırken ona olan bütün haklarımızı helal ediyoruz. 
Millete, ümmete, vatana ve devlete adanmışlığından zerreyi miskal üzgün değiliz. Pişman ve kıskanç değiliz. Sizler de lütfen bu millet şairine haklarınızı helal ediniz.” 

BURAYA KADARMIŞ… 

Onun bu dünyada kalanlar üzerinde hakkı varsa biliyoruz ki o daha baştan helal etmişti.  
Beyaz atına binip gidenler misali bir düğün gecesinde Rabbiyle buluşmanın huzurunu yaşamak istediğini düşünüyoruz.



 Ruhu şad olsun. 
Allah rahmetiyle kucaklasın.  
1984 Ekim ayından bu yana Ankara’da, ondan önce de Kahramanmaraş’ta ikamet eden Karakoç bütün dostlarına elveda diyor. 
Dualarını bekliyor. 
Herhangi bir siyasi kuruluşla bugün bir ilgisi olmamasına rağmen elini taşın altına sokmaktan çekinmeyen bir sorumlu aydın olarak Karakoç memleketsever her siyasi lidere ve kadroya gönülden yardım etmekten çekinmemiştir. 




 Hakkın yanında olanları sözleriyle desteklese de, şahısları övmek, beğenmeyince sövmek gibi basitliği kabul etmemektedir.  
Şöyle derdi o: “ Yemini var, yazabildiği müddetçe yazacak. Kim bilir nereye ve ne zamana kadar... “ Demek ki buraya kadarmış… 
Abdurrahim Karakoç, şahsiyet abidesi bir yiğit, bir bilge, bir alperen olarak hayatımıza giren en tatlı, en güzel şairlerimizden birisidir. 
Anadolu’nun dağlarına, yaylalarına, âşık olan Karakoç ne yazık ki son demlerinde dağlara hasret kaldı.  
Sadece ehliyete, liyakate, sadakate, merhamete, aşka ve hürmete hürmet eden babamız, ailesine derinden bağlı olmakla beraber her şeyini yurduna, davasına, ülküsüne, inancına adamış gerçek bir alperendi.

  Allah rahmet eylesin. 

Onu Veyselle, Akifle, Yunusla, Karacoğlanla, Aşık Ömerle buluştursun.  Çok sevdiği, çok bağlı olduğu Efendimizle buluştursun.” 
AMİN.  

OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ 


http://www.vahdetgazetesi.com/yasam/sairin-vedasi-seninle-daglara-cikalim-yeniden-h82538.html