Meselesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Meselesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2017 Pazartesi

Yeniden Gümrük Birliği Meselesi


  Yeniden Gümrük Birliği Meselesi 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi
Yeniden Gümrük Birliği Meselesi

Sezgin Mercan 
08 Nisan 2013 Pazartesi

1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği gereğince Türkiye, mal ithalatında Avrupa Birliği (AB)’nin üçüncü ülkelere dönük gümrük tarifelerini ve ticaret 
politikalarını uygulama, AB kaynaklı mallarda gümrük indirimi, mülkiyet hakkı, rekabet kurallarına uyum, devlet yardımları konusunun standardizasyonu gibi 
zorunluluklar altına girmiştir. Bir başka deyişle, Türkiye, hem AB mallarının girişi hem de ortak gümrük tarifesine uyum açısından AB’ye önemli bir imtiyaz 
vermiştir. Aynı zamanda, AB, tam üye olmamasına rağmen Türkiye ile gümrüksüz ticaret yapmaya ve bu sayede de önemli ekonomik faydalar sağlamaya başlamıştır. 

Sonrasında da taraflar arasındaki ekonomik ilişkiler Gümrük Birliği hükümleri gereğince devam etmiştir. Gümrük Birliği ile Türkiye’nin, AB onayı olmadan, AB 
ile herhangi bir tercihli ticaret düzenlemesi bulunmayan üçüncü bir ülkeyle serbest ticaret anlaşması imzalama olasılığı ortadan kalkmıştır. Artık 
Türkiye’nin, üçüncü ülkelerle bir ticari anlaşma çerçevesinde, o ülkeye düşük bir gümrük tarifesi uygulaması söz konusu değildir. Bu konuda Türkiye, Dünya 
Ticaret Örgütü kurallarına göre de tek başına hareket edemeyecek konumdadır.[1] Bu çalışmada, güncel gelişmeler ışında Gümrük Birliği ve Serbest Ticaret 
Anlaşması çerçevesinde Türkiye-AB ilişkilerinin neden yeniden şekillendirilmesi gerektiği ve bunun nasıl yapılabileceği tartışılmıştır.

Gümrük Birliği’nin Türkiye Üzerindeki Etkilerine Güncel Bakış

Türkiye ile AB ilişkileri çerçevesinde yürütülen tartışmalardan biri ‘tam üyelik’ meselesi olurken diğeri de hep ‘Gümrük Birliği’nin’ etkileri olmuştur. 

Gümrük Birliği ile birlikte uluslararası alanda Türkiye’nin ticaret ilişkilerinde birtakım değişiklikler meydana gelmiştir. Örneğin, AB ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri Türkiye’nin ithalatında önemli konumda olsa da, Gümrük Birliği’nin yürürlüğünden itibaren bu ülkelerden yapılan ithalatın günümüze kadar geçen süreçte düştüğü belirtilebilir. AB’nin Türkiye’nin ithalatındaki payının 1996’da yüzde 55 iken, 2006’da yüzde 42.6’ya gerilediği görülmüştür. Türkiye’nin AB’deki en büyük ticaret ortağı olan Almanya’dan dahi yapılan ithalat 1996’da 17.9 iken, 2006’da 10.6’ya gerilemiştir. Türkiye ile AB arasındaki ticari ilişki değişikliği, 1996’da 11.7 milyar dolar değerinde olan ticaret açığının 2006’da sadece 11.5 milyar dolar değerine düşmesinden de anlaşılabilir. Açık sabit kalmıştır. Türkiye’nin AB'ye ihracatı 2012 yılında önceki yıla oranla %4,9 oranında azalarak 54.3 milyar dolar; AB'den ithalatı ise %4,2 azalarak 80,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. AB'nin Türkiye’nin toplam ticaret hacmi içerisindeki payı 134,4 milyar dolar ile %37.7 olmuştur. Bu da iki boyutlu bir sonucu ortaya çıkarmıştır. İlki, Türkiye’nin AB’ye yönelik ihracatının zayıflığı, ikincisi de AB üyesi ülkelerin Türk ürünlerine yönelik kısıtlamalarıdır.[2] 1996 yılından 2012’ye uzanan süreçte Türkiye’nin AB ülkeleriyle ticaretinde AB lehine verdiği toplam dış ticaret açığı 210.2 milyar dolar olmuştur.[3]

Gümrük Birliği Anlaşması Türkiye açısından ‘asimetrik’ bir doğaya sahiptir. Türkiye, anlaşmanın bu asimetrik doğasını ortadan kaldırmak için en büyük koz 
olarak AB’ye tam üyeliği görmüştür. Gümrük Birliği, Türkiye için AB üyeliği hedefine bağlılığın temel göstergesi olarak sunulmuş, hatta araç olarak 
kullanılmıştır. Bu hedef nedeniyle de AB’yi üçüncü ülkelerle ticari ilişkilerinde kendisiyle istişarelerde bulunmasını sağlama yönünde çok da çaba sarf etmemiştir. Bugün gelinen noktada AB’nin dünyanın dört bir yanındaki serbest ticaret girişimlerinde Türkiye’yi endişelendiren tutumunun kökeni bu arkaplana dayanmaktadır. Türkiye açısından adil olmayan bir ticari rekabeti sorunu ortaya çıkmış ve ticari çıkarlarının AB nezdinde dikkate alınmadığı doğal olarak konu edilmeye başlanmıştır. Bunun, Gümrük Birliği’ni Türkiye üzerinde refah düzeyini kısıtlayan bir niteliğe büründürdüğüne dikkat çekilmiştir.[4] 

Dolayısıyla Türkiye’nin Gümrük Birliği Anlaşması’nda AB’yi Serbest Ticaret Anlaşması doğrultusunda revizyona götürmesi gelecekte uygulanması beklenen 
seçeneklerden olma yolundadır.[5]

Gümrük Birliği Anlaşması’nın Türkiye’ye yönelik doğrudan yabancı yatırımı artıracağı beklentisinin de uygulama sürecinde gerçekleşmediği görülmüştür. 
Gümrük Birliği’nin Türk ekonomisine etkileriyle ilgili çalışmaların ağırlıklı olarak ticarete odaklandığı ve refah düzeyinin de dikkate alınması gerektiği öne 
sürülebilecek olsa da, Gümrük Birliği’nin refah düzeyini artırmada da yeterli olmadığına dikkat çeken çalışmalar yapılmıştır.[6] Gümrük Birliği’nin Türkiye 
ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileri rekabet gücüne, istihdama, dış ticaret dengesine, ortak gümrük tarifesine olmak üzere 5 kaleme ayrılabilmektedir. 
Türkiye’de rekabet gücüne sahip olmayan otomotiv, ilaç ve kimya sanayi gibi sektörler Gümrük Birliği’den olumsuz etkilenmiştir. Gümrük Birliği, rekabete 
hazır olmayan firmaların yer aldığı sektörleri olumsuz etkilemiştir. Olumsuz etkilenen firmaların kapanması işsizliği beslemiştir. Dış ticaret açığı Türkiye ’nin AB ihracatı ve ithalatı arasındaki dengesizlikten kaynaklanmıştır. Gümrük Birliği’nin ardından AB kaynaklı ithalatta bir patlama görülmüştür. 

Gümrük Birliği’nin Türkiye ekonomisi üzerinde ortak gümrük tarifesi etkisi ise Türkiye’nin AB’nin taviz verdiği üçüncü ülkelere aynı tavizleri tanımak zorunda 
kaldığından gümrük vergisi geliri kaybına uğraması; Türkiye’nin, daha önce ikili anlaşmalarla üçüncü ülkelere tanıdığı tavizleri artık uygulayamayacağından o 
ülkelerin misillemelerine maruz kalması; AB’nin koruma önlemleri uyguladığı ABD, Japonya gibi ülkelere aynı önlemleri uygulamak zorunda kalması şeklinde 
olmuştur. Gümrük Birliği ile Türkiye, ucuz girdi ithalinde de sorunlar yaşamıştır.[7]

Gümrük Birliği’nden Serbest Ticaret Anlaşması’na Yönelimin Nedenleri

Türkiye-AB ilişkilerinin seyri ve niteliğiyle ilgili tartışmalarda Gümrük Birliği hep gündeme gelen bir konu olmuştur. Bugün yine böyle bir gündemle karşı 
karşıya kalınmıştır. Bunu tetikleyen konu ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile AB arasında görüşülen ‘Serbest Ticaret Anlaşması’ olmuştur. 

Özellikle 2008 sonrası dönemin küresel ve bölgesel ekonomik krizlerinin etkisiyle, dünyanın büyük ve büyümekte olan ekonomileri çekim alanı yaratmak, pazar açılımı sağlamak, nüfuz dengesi kurmak için stratejik hamlelerde bulunmaya ve bundan fayda sağlamaya devam etmektedir. Bu doğrultuda ABD, Japonya, AB, Çin, Hindistan ve Rusya serbest ticaret ve tercihli ticaret anlaşmalarını geliştirmeye çalışmaktadır. Küresel ve bölgesel düzeyde piyasa dinamikleri üzerinde nüfuz elde ederek az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik tercihlerini de şekillendirmektedir.[8]

Hatırlanacağı üzere, Şubat ayında Avrupa Komisyonu Başkanı Manuel Barroso ABD ile AB arasında serbest ticaret anlaşmasına varabilecek görüşmelerin Haziran ayında başlatılmasının mümkün olduğunu belirtmişti. Bu zamanlama bir tesadüf değildi. Çünkü Barroso’nun açıklamasından kısa bir süre önce ABD Başkanı Barack Obama, krizden çıkış için yatırımlara ve yeni istihdam alanlarına yoğunlaşacaklarını; bunun için de AB ile bir serbest ticaret anlaşmasının 
gerekli olduğunu vurgulamıştı. Tarafların ekonomilerindeki yavaş büyüme, Çin başta olmak üzere diğer büyüyen ekonomilerden gelen baskı 2011’den itibaren bu gibi bir anlaşmaya dönük çalışmaları zaten başlatmıştı.

Obama, AB ile serbest ticaret anlaşması için müzakerelere başlama planını Mart ayında Amerikan Kongresi'ne bildirmiş, anlaşma için müzakere yürütme planlarını da Şubat ayında açıklamıştı. Bu anlaşmayla, iki taraf da ticaret ilişkilerini daha da güçlendirmeyi hedeflediklerini göstermiştir. Bu hedefe yönelik yapılan müzakerelerde esas ele alınan husus, tarım, kimyasal, ilaç ve otomotiv sektörlerindeki farklılıkların giderilmesine dönük düzenlemeler olmuştur.  

Serbest ticaret anlaşması, AB ile Gümrük Birliği anlaşmasına sahip olan Türkiye’nin gündeminde de önemli yer tutmaktadır. Serbest ticaret anlaşması 
tartışmaları devam ederken ticaret anlaşmalarından dolayı Türkiye'nin Gümrük Birliği konusunda elinin giderek zayıfladığı düşünülmektedir. Çünkü AB, bir 
üçüncü ülkeyle serbest ticaret anlaşması yaptığı zaman Türkiye de buna uymak zorunda kalmakta ve o üçüncü ülke mallarına gümrük indirimi uygulamaktadır. O ülke ise Türkiye’den giden mallara gümrük uygulamasına devam etmektedir. Bu durumun değişmesi için o ülke ile Türkiye arasında ayrı bir ticaret anlaşması nın imzalanması gerekmektedir. Türkiye, AB’nin serbest ticaret anlaşması imzaladığı ülkelerle serbest ticaret anlaşması imzalayabilse de AB ile anlaşma imzalayan ülkelerin Türkiye’yle anlaşma yapma zorunluluğu ise bulunmamak tadır. Asıl mesele de burada düğümlenmektedir. Bu yeni bir durum değildir elbette. Türkiye’nin konuyla ilgili karar alma mekanizmasında olmayışından dolayı uzun süredir sıkıntıda olduğu bir durumdur. AB; Latin Amerika, Singapur, Japonya, Kanada ile de serbest ticaret anlaşmasına dönük çalışmalarını yürütürken de, Meksika, Cezayir ve Güney Afrika ile serbest ticareti yürütmeye başlarken de aynı sıkıntıyı hissetmektedir.  

Mevcut koşullar altında Gümrük Birliği asimetrik bir karar alma mekanizmasına sahiptir. Türkiye’nin, tam üye olmadığı bir çokuluslu bütünleşmenin dış ticarete 
ilişkin her türlü kararına uymakla yükümlü olduğu açıktır. AB’nin çok taraflı anlaşmalar yoluyla ticaret serbestliği sağlamaya çalıştığı dönemlerde bu durum 
Türkiye tarafından büyük bir sorun olarak görülmemiştir. Ancak AB, 2000’li yılların ortalarından itibaren iki taraflı serbest ticaret anlaşmalarına geçince 
durum değişmiş, Gümrük Birliği Türkiye’nin daha fazla aleyhine işleyen bir hal almıştır. Çünkü AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı anlaşmalardan Türkiye’nin 
doğrudan faydalanamaması, Türkiye’nin bu ülkelerden ithal ettiği ürünlere Gümrük Birliği nedeni ile tek taraflı indirilmiş gümrük vergisi oranları uygulaması na yol açmıştır. Aynı zamanda, bu ülkelere ihraç ettiği mallardan yüksek gümrük vergileri alınmaya devam edilmiştir. Türkiye bunu aşmak için, AB’nin imzala dığı her serbest ticaret anlaşmasının ardından ilgili ülkelerle ikili anlaşma imzalama yoluna gitse de bunu tam olarak yerine getirememektedir. Çünkü üçüncü ülkeler AB ile imzaladığı anlaşma kapsamında zaten Türk pazarına AB ile aynı gümrükten giriş yapabilmektedir.[9]

Bu gibi durum ve gelişmeler karşısında Türkiye’de gerek siyasi gerek ticari  gerekse de sivil toplum makamları da sesini yükseltmeye başlamıştır. Ekonomi 
Bakanı Zafer Çağlayan, “eğer Türkiye AB-ABD arasındaki Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması müzakerelerinin dışında kalırsa, bu durum daha da Türkiye 
aleyhine tersine dönecek. Türkiye'ye gümrüklü giren ABD ürünleri, elini kolunu sallaya sallaya Avrupa üzerinden Türkiye'ye girecek ve haksız bir rekabet 
oluşacak” demiştir. AB’nin Japonya ile yürüttüğü serbest ticaret çalışmalarına da işaret eden Çağlayan, Japonya konusunun Türkiye için daha da vahim olduğunu 
vurgulamıştır. 'Ticarette çok büyük bir dengesizlikle karşı karşıyayız. Japonya-AB Serbest Ticaret Anlaşması'nda Türkiye sürecin dışında kalırsa, bu Türkiye açısından çok daha ciddi ticaret bağlantısının bozulması sonucunu ortaya çıkarır' demiştir.[10]  AB ile Gümrük Birliği Anlaşması’nın tamamen Türkiye'nin 
aleyhine işlemeye başladığı tespitinde bulunan Çağlayan, böyle bir ortamda, Serbest Ticaret Anlaşması'na geçişin Türkiye'nin menfaatine olacağını düşünmekte dir.  Menfaatine olması düşünülen diğer bir konu da ABD ile Türkiye arasında bir serbest ticaret anlaşmasının uygulanmaya başlanması olarak öne 
çıkmıştır. Bu noktada AB’nin, kendisi ABD ile bir serbest ticaret anlaşması yapmadan, Türkiye’nin ABD ile anlaşma imzalamasına ne derece olumlu yaklaşacağı ise şüphelidir. Türkiye’nin, AB’nin rızası olmadan ABD ile serbest ticaret anlaşması imzalaması durumunda AB’nin Türkiye’den ithal edeceği ürünler için menşe belgesi talep etmeye başlaması ve malların serbest dolaşımını fiilen geçersiz hale getirmesi söz konusu olabilecektir.[11]

Sonuç

Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği yerine serbest ticaret anlaşmasına geçmesi tartışmalarına olumsuz yaklaşanlar, genellikle böyle bir anlaşmanın Türkiye’nin 
AB’ye üyelik hedefi açısından son derece sakıncalı olduğunu düşünmeye devam etmektedirler. Bu düşünce Gümrük Birliği’nin, Ortaklık Anlaşması gibi hukuki ve 
köklü bir siyasi temele dayanması nedeniyle, bunun yerine yeni bir serbest ticaret anlaşması yapılmasının Türkiye’yi tam üyelik hedefinden uzaklaştıracak 
ve Ortaklık Anlaşması’ndan doğan kazanımlarını tehlikeye atacak olmasında endişelenmektedirler.  Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği tartışmalarında sıfırın 
tüketildiği şartlar altında konuyu tekrar bu hususa bağlamak çok da rasyonel görünmemektedir. Gümrük Birliği’nin ortaya konulacak olumlu yanları olabilir, 
ancak karşı karşıya kalınan olumsuzluklar uygulamanın planlandığı gibi gitmediğinin açıkça görülmesini sağlamaktadır. Henüz AB’ce vize muafiyeti ve 
kişilerin serbest dolaşımının sağlanması dahi söz konusu olamamıştır. 

Bugün dünya ekonomilerinin “pazar stratejileri” arasında üzerinde durulması gereken de bu hususlardır.  

ABD ve AB gibi iki büyük pazarın üzerinde uzlaştığı bir serbest ticaret anlaşmasının, Türkiye’nin müzakerelerine katılmadığı ve dolayısıyla kararları 
etkileyemediği kurallarının yürütülmesine, Türkiye’nin de buna uymak zorunda kalmasına ve bu zorunluluğu yerine getirmeye çalışırken sorun yaşamasına yol 
açması muhtemeldir. Dolayısıyla Türkiye, anlaşmaya dönük olarak yürütülen müzakereleri izlemenin yanında, diplomatik zeminde AB’nin, üçüncü ülkeleri 
Türkiye’ye dönük serbest ticaret konusunda anlaşmaya yönlendirilmesine de çalışmalıdır. Rasyonel olan davranış da budur. Böylece taraflar arasında 
müzakerelerin paralel yürütülmesine zemin hazırlanabilecek ve anlaşma görüşmelerinin aynı anda yürürlüğe girmesi sağlanabilecektir. Bugün uygulamada olan, AB’nin, serbest ticaret anlaşmalarına “Türkiye Maddesi” adı altında bir madde ekleyip, diğer ülkelerin benzer bir anlaşmayı Türkiye ile de imzalamasının bağlayıcı olmayan şekilde tavsiye edilmesidir. Buradaki püf noktası hem AB hem de Türkiye ile üçüncü ülke arasındaki anlaşmanın aynı zamanda yürürlüğe girmesinin sağlanmasıdır.[12] Bunu sağlamak AB için çok da kolay değildir. AB’nin, üye ülkeler arasında dış politika koordinasyonundaki ve ortak politika geliştirmedeki yetersizliği de göz önünde bulundurulduğunda, bunun ticaret diplomasisini de olumsuz etkilediği çıkarımı rahatlıkla yapılabilir.

Bu noktaya kadar anlatılan tüm hususlar temelde üç soruna işaret etmektedir. İlki AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye’yi 
haksız rekabet içine sürüklemesidir. İkincisi Türkiye’nin Gümrük Birliği kapsamın da karar alma mekanizmasına dahil olamaması nedeniyle görüşlerini 
sunamamasıdır. Halbuki “ Avrupa Gümrük Alanı ” 27 tam üye ülke ile aday ülke Türkiye'den oluşmaktadır. Üçüncüsü de AB ile Türkiye arasındaki ortaklık 
ilişkisinin gereklerinin hala tam anlamıyla yerine getirilememesidir. İşe, üçüncü sünü yeniden tanımlayıp nitelikli hale getirmekle başlamak AB ve Türkiye 
açısından öncelik arz etmektedir. 

Uzman Hakkında;
Sezgin Mercan
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi
mercan.sezgin@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları;

Avrupa’da Siyasi, Ekonomik, Sosyal ve Askeri bütünleşme; Bütünleşme kuramları; 
AB ortak dış, güvenlik ve savunma politikası; 
AB Genişlemesi; AB’nin küresel ve bölgesel politikaları

  Mültecilerin ‘Refah’ Arayışları: Gelecek Avrupa’da mı? 
  Türkiye-Almanya İlişkileri Ne Anlatmak İstiyor? 
  Avrupa’nın ‘Propaganda Savaşları’nda Suriye Sınavı 
  Suriye’de Sınırlanan Avrupa Savunma İşbirliği 
  Avrupa’dan ‘Gezi Parkı’na Ulaşan Mesajları Doğru Anlamak 
  ‘Barış ve Ortak Kader Proje’liğinden ‘Hasta Adam’lığa AB 
  Yeniden Gümrük Birliği Meselesi 
  Türkiye-AB İlişkilerine İngiltere Modeli 
  AB’nin 2012’den 2013’e Uzanan Dış Politika Gündemi 
  Avrupa Bütünleşmesinin Sistem Sorunu Nedir? 
  Avrupa Birliği Suriye’de Ne Kaybediyor? 
  AB Sosyal Modelinde Hegemonya ve Vatandaş İlişkisi 
  Türkiye-AB İlişkilerinde Ne Olması Bekleniyor? 
  Türk Uçağının Düşürülmesi Avrupa’da Neyi Tetikleyecek? 
  AB-Rusya İlişkilerinde Üçüncü Devre 
  Fransa ABD’nin Sağ Kolu mu Oluyor? 
  Fransa'da Solun Hollande Alternatifi 
  Avrupa Birliği'nin Kafkasya'daki Varlığı 
  Avrupa Birliği'ni Düşündüren ' Bahar ' 
  Birleşik Krallık'ta İskoçya'nın Bağımsızlığı Sorunu 
  Suriye Meselesi Fransa için Yeni Fırsat Alanı mı? 
  AB'nin İnkar Yasası Karşısındaki Suskunluğu 
  Avrupa'da Aşırı Sağın Yükselişini Anlamak 
  Negatif Müzakere Sürecinden Pozitif Gündeme 
  Türkiye-Fransa-AB Ekseninde Ermeni Soykırımı İddialarını İnkar Yasası    Meselesi 


Copyright © 2015. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.

Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

KAYNAKLAR;

[1]Oya Karakaş, “Türkiye ile ABD Arasında Olası Bir Serbest Ticaret Anlaşmasının, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği Çerçevesindeki 
Yükümlülüklerimiz Açısından İncelenmesi”, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ile-abd-arasinda-olasi-bir-serbest-ticaret-anlasmasinin_-dunya-ticaret-orgutu-ve-avrupa-birligi-cercevesindeki-yukumluluklerimiz-acisindan-incelenmesi.tr.mfa.

[2]Kamil Yılmaz, “The EU-Turkey Customs Union Fifteen Years Later: Better, Yet not the Best Alternative”, Vol.16, No.2, 2011, ss.238, 239; Cevat Karataş, İdil 
Uz, “Turkey’s Accession to the European Union and the Macroeconomic Dynamics of the Turkish Economy”, Turkish Studies, Vol.10, No.4, 2009, s.540.

[3]“AB’nin Adım Atması Şart”, Hürriyet, 20.03.2013, s.9; http://www.ekonomi.gov.tr/avrupabirligi/index.cfm.

[4]Yılmaz, a.g.m., s.242.

[5]A.g.m., s.247.

[6]Detaylı bilgi için bkz. Karataş, Uz, a.g.m., s.548; J. Merceiner, E. Yeldan, “On Turkey’s Trade Policy: Is a Customs Union with Europe Enough?” European 
Economic Review, Vol. 41, 1997, ss. 871–80;  S. Bekmez, “Sectoral Impacts of Turkish Accession to the European Union,” Eastern Economic Journal, Vol. 40, No. 
2,  2002, ss. 57–84.

[7]Mustafa Hatipler, “Türkiye-AB Gümrük Birliği Antlaşması ve Antlaşmanın Türkiye Ekonomisine Etkileri”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 13, Sayı 1, 2011, s.26-28.

[8]Michael Wesley, “The Strategic Effects of Preferential Trade Agreements”, Australian Journal of International Affairs, Vol.62, No.2, 2008, s.218; Lloyd 
Gruber, “Power politics and the free trade bandwagon”, Comparative Political Studies, Vol.34, No.7, 2001.

[9]Ziya Öniş, Mustafa Kutlay, “Ekonomik Bütünleşme/Siyasal Parçalanmışlık Paradoksu: Avro Krizi ve Avrupa Birliği’nin Geleceği”, Uluslararası İlişkiler, 
Cilt 9, Sayı 33, 2012,s.16.

[10]“Çağlayan: Böyle giderse Gümrük Birliği’ni masaya yatıracağız”, Euractiv, 25.03.2013, 
http://www.euractiv.com.tr/yazici-sayfasi/article/caglayan-boyle-giderse-gumruk-birligini-masaya-yatiracagiz-027440;,
“Çağlayan’dan AB-ABD Serbest Ticaret Anlaşması tepkisi”, Euractiv, 15.03.2013, 
http://www.euractiv.com.tr/yazici-sayfasi/article/caglayandan-ab-abd-serbest-ticaret-anlasmasi-tepkisi-027372.

[11]Karakaş, a.g.e.

[12]“AB'nin üçüncü ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları ve Türkiye”, Euractiv, 24.12.2012, 
http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/link-dossier/abnin-ucuncu-ulkelerle-serbest-ticaret-anlasmalari-ve-turkiye-000184. 



 ***

27 Kasım 2015 Cuma

Suriye Türkmenleri Meselesi: Sap-Saman Birbirine Karıştı




Suriye Türkmenleri Meselesi: Sap-Saman Birbirine Karıştı




Resim


















Türkiye’de Irak Türkleri, İran Türkleri, Yunanistan Türkleri ve dünyada var olan Türk devletleri yıllarca konuşuldu, Yazıldı, çizildi ama Suriye Türkleri ile ilgili bir bilgilendirmesi yapılmadı. Yapıldıysa da halka mal olmadı.

2014 yılında Yalova’da Türk Dünyası Yazarlar Buluşmasında tanıştığım “Suriye Oğuz Boyları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” Kurucu ve Onursal Başkanı Av. Ali Öztürkmen ezberimizi bozdu. Öztürkmen Ortadoğu’da ilk kurulan Türk Devletinin Abbasi Hilafet zamanında Ahmet Bin Tolun tarafından Mısır’da kurulduğunu, bu devletin hâkimiyetinin Suriye, Antakya ve Mersin’e kadar ulaşıp, 38 yıl hüküm sürdüğünü anlattı. Konuyu incelemek isteyenler verdiğim linkten okuyabilir.

http://www.gazetesivilinisiyatif.com/ka ... #/6/zoomed


Ali Öztürkmen Suriye nüfusunun %14’ünün Türk olduğunu, Türklerin Suriye’de en cahil bırakılan kesim olduğu; yaşadıkları sıkıntılar, sürgünler, rejim ve Arap milliyetçiliğinin Türk düşmanlığı, hapisler, el konulan mal varlıkları gibi yüzlerce konuyu gündeme getirdi. Golan tepelerinde bile Türk köyleri olduğunu Ali Bey’den öğrendik. 

Bu ön bilgiden sonra gelelim asıl konuya;

Ortalıkta kıyamet kopuyor. Bayır Bucak Türkmenleri katlediliyor diye ülkücüler yürüyüş yapıyor. Ülkücü kökenli yazarlar “Suriye Türkmenleri katlediliyor” diye yazıyor. Burada bir tuhaflık var. Şöyle ki;

Türkmen katliamı diye ayağa kalkanlar, Suriye’de savaş öncesi 3.500.000 Türkmen yaşadığını, Erdoğan’ın Türkmenleri hedef haline getirip Esad’a “bizim orada soydaşlarımız var” dedikten sonra Humus’ta 4-5 köyde katliam yapıldığını, Bephumur’da 50 bine yakın Türkmen öldürüldüğünü, narenciye alanlarının yakıldığını biliyorlar mı acaba? Bugün yürüyenler, yazanlar o gün neredeydi? Sınırımızdan Ermeniler, Kürtler, Araplar içeri alındı. Türkmenler alınmadı. Kış günü sınırda bekletilen ve içeri alınmayan 50 Türkmen çocuğu donarak öldü. Bu yürüyenler o gün neredeydi? Gözleri kör, kulakları sağır, vicdanları devre dışı mıydı? Sizlere 11 Ağustos 2014 yılında yazdığım “Katil” başlıklı yazımdan bir bölümünü yeniden yazayım:

“Şimdi sözü Türkmen gençlerimize bırakalım

-Türkiye Türkmen yerlerini IŞİD’e verdi. Suriye’de IŞİD’in başında Türkiye’den gelen Türkler var. IŞİD Türkmen köylerini boşalttı. Sadece yaşlılar kaldı. Gençler öldürüldü, boğazlandı. Eşi ölen kadına el koydular. Humus Türkmen’i 150 aile Kargamış karşı, Celal Bus’da katliama uğradı. Kızlar muta nikahı ile el değiştiriyor. Türkiye Arapları, Ermenileri, Kürtleri içeri aldı, Türkmenleri almadı. Türkmenler dokuz ay sınırda bekledi. 50 çocuk karda soğuktan öldü. Erdoğan bizi hedef yapmasaydı biz de başımızın çaresine bakardık.

Türkiye’de YTB(Yurt Dışı Akraba Türk Toplulukları)’ye Türk asıllı öğrenciler burslu okumak için müracaat etti. YTB Türk dışında her ülkeden öğrenci getiriyor. Suriye PKK’sı, Somali ve diğerleri... Suriye Türkmen Heyeti şimdi başbakanlık Müşaviri olan dönemin YTB Başkanı Kemal Yurtnaç’a Suriye Türkmen öğrencilere kontenjan ayrılması için müracaat ettiğinde Yurtnaç Suriye Türkmen Heyetine; ‘gidip Araplaşın’ diye cevap verdi.

Antep Üniversitesinde 250 Türkmen öğrenci var dediler. Araştırdığımızda üç Türkmen öğrenci çıktı. Gaziantep Üniversitesinde 700 Arap öğrenci okuyor. 100 Türkmen öğrenci Antep’te işsiz geziyor. Eğitim’e müracaat eden Türkmen öğrenci kabul edilmiyor. Para vererek Arap öğrenci giriyor. Arada üniversite simsarları var.

Türkmenler içeri alınmıyor, en fazla misafir kağıdı veriliyor. Ermenilere, Araplara vatandaşlık veriliyor. ÖSO militanları Kilis’te Türk bayrağını indirdi. Suriye bayrağı dikmeye kalktı. IŞİD militanlarından bazılarının Antep içinde silahları ile gezdiğini gördük. Kendilerine muhalif olup Türkiye’ye kaçmış olanları Türkiye’de bulup infaz ediyorlar.

TİKA 2008-2009 yıllarında Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptı. Suriyeli Türkmen gençleri bir ay bedava çalıştırdı. Arap ve Ermenileri işe aldı.”


Ahmet Takan Yeniçağ Gazetesinde ki “Sınırımıza helikopterle asker indirdiler”..başlıklı köşe yazısında konuyu Mehmet Şandır’a sorduğunu, Şandır’ın Bayır Bucak Türkmenlerine yapılan katliamı doğruladığını yazıyor. Şandır adını okuduğumda acıyla gülümsedim. Çünkü Mehmet Şandır 2002 yılına kadar Suriye Türkmenleri için Türkiye Üniversitelerinde açılan kontenjanlara yerleştirilecek öğrencileri seçen kişidir. Şandır Türkmenlere verilen kontenjan hakkının bir kısmını Arap ve diğer etnik gruplara kullandıran, Suriye Türkmenlerinin sevmediği bir isimdir. Şandır Suriye Türkmen platformu kurulduğunda platforma kendi adamlarını yerleştirmiş, yerleştirdiği adamlar AKP politikalarına hizmet etmiştir.

Bu bilgiler doğrultusunda bir değerlendirme yaparsak; bugüne kadar Türkmen katliamını görmeyen gözler, sızlamayan vicdanlar birden insafa mı geldi(!)? Yoksa AKP’nin Türk kanı üzerinden sürdürdüğü BOP projesine su mu taşınıyor?

Bu şüphelerimin cevabını bulmak için Av. Ali Öztürkmen’i aradım. Durumu sordum. Bayır Bucak bölgesine El Nusra’nın hakim olduğunu, orada bir Türkmen varlığının pek kalmadığını söyledi. “Suriye’de beş yıldır Türkmen katliamı yapılıyor. İŞİD Türkmen katliamı yaparken, ÖSO Türkmen katliamı yaparken, Esad’ın ordusu Türkmen katliamı yaparken şimdi yürüyenler nerede idi? Türkmenleri düşünen yok. Olmadı da. Türkmen cephesi diye bir cephe yok zaten. Uydurma. Türkmenler maalesef kirli bir savaşa malzeme yapılıyor.”Diyerek de haklı bir sitemde bulundu. 

G20 Zirvesinden sonra ABD Dışişleri Bakanı John Kerry; “Türkiye ile birlikte operasyona giriyoruz” açıklaması yaptı. AKP ve BOP Eşbaşkanı Suriye ile sıcak savaşa girmek için sadece muhalefeti değil, kendi tabanını da yıllardır razı edemedi. Anlaşılan o ki AKP seçim başarısı(!)na yapılan katkılarının bedelini ABD’ye ödeme sözü verdi. Esad’ı düşürmek için Suriye ile savaşmaya ikna edilemeyen Türk Halkı, Türkmenler üzerinden Suriye’ye girmek için ikna edilmeye çalışılıyor olabilir mi?. OLABİLİR!!.

Türkiye Irak Türkmenlerini Barzani’nin zulmüne terk etti. Irak Türkmen bölgesi Türkiye için kırmızıçizgiydi. Kırmızıçizgiler silindi. Irak Türkmenlerine Türkiye AKP siyasetiyle ihanet etti. Türkmen lider ve öncülerinin Barzani’nin hapishanelerine tıkılmasına göz yumuldu. AKP’lilere ne oldu da Türkiye’ye sokmayıp, dokuz ay sınırda beklettikleri Türkmenlere sahip çıkar oldular(!)? Ya ülkücü camia… Telafer’de Türkmen katliamı yaşanırken susan ülkücüler, 50 Türkmen çocuk sınırda kar üzerinde bekletilip soğuktan donarak öldüğünde nerelerdeydi?

ABD 57 hükümet döneminde Irak’a girmek için Türkiye ile pazarlığa girdiğinde rahmetli Ecevit hastalığına rağmen ikna edilemedi. Ecevit’in ABD’lilere; “Biz Irak’a sizlerle değil kendi başımıza girer, Türkmen bölgesini korumaya alırız” dediği basında yazıldı. 57. Hükümet Derviş vasıtasıyla operasyona uğradı. Gayri milli medya operasyona yardım etti. Ulusalcıların bir kısmının pek sevdiği Çölaşan Ecevit’in yıkanamadığını bile yazdı. Bahçeli koalisyonu bitirme kararı aldı. AKP’nin yoluna asfalt döşendi.

Şimdi de Bahçeli ülkücüler üzerinden AKP’nin ABD ile bir operasyona girmesine yardım mı ediyor?

Türkiye Irak Türkmenlerine de, Suriye Türkmenlerine de sahip çıkmalıydı. Çıkmalıdır. Bunun yolu ABD ile operasyon yapmak değildir. Ecevit’in dediği gibi, kendi başına ülke çıkarlarını ve Türk varlığını koruma kararlılığıdır. AKP gayri millidir. Türk adını anayasadan ve vekil yemininden bile çıkarmaya kalkan bir parti Türkmenler için kılını bile kıpırdatmaz. 13 yıldır yaptıkları gayri milli uygulamalar, bundan sonra yapacaklarının da cevabıdır. AKP 13 yıldır Ortadoğu’da İsrail ve ABD çıkarlarını korumak için politikalar geliştirmiştir. İzledikleri politikalar Türkiye ve Türk dünyasının aleyhine olmuştur. 

Eğer AKP’liler ve görevli trolleri “Türkmen katliamı” diye bağırıyorsa konuyu 100 soru işaretiyle düşünmek lazım. İşin içine AKP’ye yedek lastik olan Bahçeli ve Mehmet Şandır gibi isimler de giriyorsa, bir yerlerden düğmeye basılmış demektir.

NOT: Bir de Esad’a karşı savaşan Suriye Türkmenlerini suçlayan ulusalcı ve milliyetçilere bir sözümüz var.

Bir Kızılderili atasözü der ki; “beni yargılamadan önce benim makosenlerimle üç gün yürü.”

Biz Irak’a olduğu gibi Suriye’ye de dış müdahalenin yapılmasına karşı çıktık. Bu karşı çıkışın anlamı Saddam çok iyi, Esad çok iyi demek değildir. Her ülke problemlerini kendisi çözmelidir. En kötü yönetim bile işgalden çok daha iyidir. Irak işgalinden sonra bu durum çok açık bir şekilde görüldü. Suriye parçalanırsa Suriye halkı da Esad’ı mumla arar. Çünkü Suriye Afganistanlaştırılırken Türkiye Pakistanlaştırılıyor. Biz tablonun bütünü üzerinden görüş belirttik. Esad’ın ülkesine karşı yapılan saldırıya karşı ülkesini savunma savaşına destek verdik. Haklı olan Esad idi. Haklının yanında yer aldık. Suriye Türkmenlerine gelince, onların bizim penceremizden bakmasını kimse beklemesin. Baba Esad ve oğul Esad yönetiminde Türkmenlere yapılan baskıları, işkenceleri biliyor musunuz? Osmanlının parçalanmasından sonra ortaya çıkan ülkelerin hepsinde Türk düşmanlığı vardır. Türkiye ile sınır olan ülkeler içlerindeki Türk nüfusu daima potansiyel bir tehlike olarak algılar. Türk varlığını Türkiye’nin kendi ülkeleri içinde ileri bir karakolu, askeri olarak görür. Ve bu varlığı sürekli ezer. Suriye hapishanelerine girip çıkamayan, mal varlıklarına el konan Türklerin sayısını biliyor musunuz? Onca yıl ezilen, itelenen, hor görülen, yakınları Esad ailesinin zindanlarında kaybolan insanların olaylara sizlerin gözüyle bakmasını beklemeniz insafsızlıktır. Türkmenlerin Suriye’yi vatan olarak görebilmesi için yönetimin de onlara vatandaş muamelesi yapması gerekir değil mi? Türkmenler bu kirli savaşta neler olduğunu artık anlıyor ama onlar için herşey çok daha zor.

Zahide UÇAR, 22 Kasım 2015



http://www.guncelmeydan.com/pano/suriye-turkmenleri-meselesi-sap-saman-birbirine-karisti-zahide-ucar-t40736.html


..