MISIR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MISIR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2017 Çarşamba

MISIR’DA İKTİDAR DEĞİŞİMİNİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE MISIR-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNE ETKİSİ










MISIR’DA İKTİDAR DEĞİŞİMİNİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE MISIR-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNE ETKİSİ 



Cem YILMAZ 
Gazi Üniversitesi U.İ.B. 
Doktora Öğrencisi 
cem.yilmaz@gazi.edu.tr 



Türkiye’nin yeni dış politikasının, Arap kamuoylarında yarattığı heyecan nedeniyle Mısır yönetiminde rahatsızlığa neden olduğu iddia ediliyor. 
Ortadoğu Analiz 

Mısır, Hüsnü Mübarek’in 30 yıllık devlet başkanlığına veda etmeye hazırlanıyor. Bu konuda, Mübarek’in ağzından henüz resmi bir açıklama çıkmamış olsa da ilerleyen yaşı ve genç siyasilere yol açılması gerektiği yönündeki görüşü, 2011 yılındaki seçimde aday olmayabileceğini göstermektedir. Cemal Abdul Nasır ve Enver Sedat’ın ölümlerine kadar lider olarak kaldığı düşünülürse Mübarek’in de aynı yöntemi seçebileceği düşünülebilir. Ancak, genel kanı Mübarek’in koltuğu devredeceği yönündedir. Aksine bir tutum sürpriz olarak değerlendirilecektir. Bu çalışmada, 2011’de iktidar değişimi olması durumunda, Türkiye’nin son dönem bölge politikası kapsamında Mısır-Türkiye ilişkilerinin nasıl etkileneceği tartışılacaktır. 

1981’den beri iktidarda olan Mübarek’in yerine Başkanlık için şimdilik iki kişinin adı geçmektedir. İlki, Birleşmiş Milletler Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) eski Başkanı Muhammed El Baradey. Ancak, Baradey’in aday olabilmesi için anayasal engeller ya da zorluklar bulunmaktadır. 

Mısır Anayasasına göre, Devlet Başkanlığına aday olmak için Halk Meclisi’nin üçte birinin oyu gerekmektedir. Başkan seçilmek için ise üçte iki çoğunluğu ele geçirmek gerekiyor. Baradey, bu oranları yakalamak için önemli ölçüde çaba sarf etmek durumunda kalacaktır. 



İkinci aday ise Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal Mübarek. 47 yaşındaki Mübarek, Mısır Amerikan Üniversitesi mezunu; Kahire ve Londra’da ABD sermayeli bir banka için çalışmış. 2000 yılında, baba Mübarek kendisini Ulusal Demokrasi Partisi’nin Genel Sekreteri yapmıştır. Cemal Mübarek, siyasi liderlerden Winston Churchill ve Margaret Thatcher’ı örnek aldığını ifade etmektedir.1 Londra’da yaşadığı yıllarda, İngiltere’deki liberalleşme rüzgarından fazlasıyla etkilendiği anlaşılmaktadır. Göreve gelmesi durumunda ki babasının kendisini desteklemesi 
kuvvetle muhtemel,2 Mısır’ın iç politikasında da benzer bir yaklaşım göstereceği öngörülebilecektir. Bu durum, Mısır’ı artan bir şekilde Batı blokuna yakınlaştıracaktır. ABD de Hüsnü Mübarek’in Batılı bir eğitim almış ve İngiltere’de finans sektöründe çalışmış liberal görüşlü oğlunu, başarılı olup olmayacağı konusunda şüphesi olsa da destekleyecektir. 

Cemal Mübarek, Müslüman Kardeşler’i önemli bir sorun olarak tanımlamaktadır. Bu konuda, babası ile aynı görüştedir, ancak bu soruna karşı alacağı önlemler daha farklı olabilecektir. Zira, ülkenin ekonomi ve politika alanında reformlara ihtiyacı olduğunu ve bu reformları gerçekleştirecek yürekli yöneticilere ihtiyacı olduğunun altını çizmektedir.3 Ancak, bu reformlar iç politikada aykırı seslerin yer almasına ve iktidarı eleştirmesine izin verecek midir? Cemal Mübarek, Başkanlık koltuğuna oturduğunda reform politikası açısından bu tür bir çelişkiye düşebilecektir. Mevcut durumda ülkesi için reform ihtiyacından ve bu süreçte cesur olunması gerektiğini ortaya koymaktadır. İktidara geldiğinde ise bu 
cesareti gösterip gösteremeyeceği tartışmalıdır. Öncelikle, daha demokratik bir devlete doğru gidiş babasının çizgisine tamamen ters düşecektir. 



Hüsnü Mübarek dönemi, insan hakları ihlallerinin sıklıkla gözlendiği; aykırı görüşlerin polis zoruyla bastırıldığı bir dönem olarak tarihe geçecektir. Bu döneme “otoriter istikrar” dönemi olarak bakılmaktadır.4 

Cemal Mübarek’in,iktidardaki yerini sağlamlaştırmak için söyleminin 
aksine devletin baskı araçlarına başvurup başvurmayacağı kesinlik arz etmemektedir. 

Şu ana kadarki gelişmeler, son derece sınırlı da olsa yapılan demokratik reformların Müslüman Kardeşler’in işine geldiğini göstermiştir. Müslüman 
Kardeşler 2005’deki son Parlamento seçimlerinde 88 sandalye kazanmıştır. Diğer taraftan, Cemal Mübarek’in ordu ve polis tarafından da desteklenmesi gerekir ki bunu sağlayabilmek için reformlar ile güvenlik boyutu arasında hassas bir denge oluşturması gerekecektir. “Otoriter istikrar” döneminden her kafadan bir sesin çıktığı bir ortama geçiş Mısır ordusu ve polisi tarafından hoş karşılanmayacaktır. Cemal Mübarek’in bu konuda başarılı olamama ihtimalinin yüksek olduğunu ortaya koyan görüşler şimdiden ortaya çıkmıştır.5. 



İktidar Değişiminin Ortadoğu Politikasına Etkileri Dış politika açısından bakıldığında ise Cemal Mübarek’in devlet başkanı olması halinde Mısır’ın ana ekseninde bir kayma söz konusu olmayacaktır. 


 < İç politikasında yaşanabilecek muhtemel karmaşalar nedeniyle dış politikasında da tutarsız politikalara imza atabilecek bir Mısır karşısında, Türkiye’nin bölgede daha esnek, alternatifli bir politika izlemesi gerekecektir. >


Aldığı eğitim ve İngiltere’de özel finans sektöründe çalışmış olması ideolojisini ve söylemlerini şekillendirmiştir. Ortaya çıkan resim, onun yeni kuşak liberal bir politikacı olarak tanımlanmasına yol açmaktadır. Cemal Mübarek’in geçmişi ve mevcut söylemlerinden ülkesinin ABD’ye yakınlığını artırabileceği izlenimi alınmaktadır. Bu bağlamda Mısır’ın, İsrail ile ilişkiler konusunda 1978’de Enver Sedat’ın temelini attığı çizgiyi sürdüreceği öngörülmektedir. İsrail devletinin yaşam hakkını kabul eden, Filistin devletinin kurulmasını savunan ancak, 
net bir taraf tutmayan ve aktif ama yön verici olmaktan uzak bir arabuluculuk görevi sürdüren bir Mısır tahayyül edilebilecektir. Ancak, Mısır’ın şu ana kadarki arabuluculuğu bu konuda önemli bir ağırlığı olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Sadece, bölgede İsrail ile barış içinde yaşamayı kabul etmiş, ABD ile işbirliği yapan, dolayısıyla bu devletlerce makul addedilen, aynı zamanda bölgenin diğer devletlerine göre gelişmiş bir ülkenin, bölgenin en önemli sorununa katılımı olarak yorumlanmalıdır. Buradaki önemli husus, Mısır’ın İsrail-Filistin sorunun da 1979’dan beri belirleyici olmadığı, bundan sonra da olamayacağıdır. 

Türkiye Açısından Yansımalar 

Mısır’ın Türkiye algısına bakıldığında, tüm Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi ikili bir algılayış öne çıkmaktadır. Türkiye’nin emperyalist ülkelere karşı kazandığı Kurtuluş Savaşı, Mısır tarafından da hayranlıkla, öte yandan laik bir devlet yapısının kurulması ise şüpheyle karşılanmıştır. 
Türkiye, NATO üyesi iken Mısır bu örgütün dışında kalmaktadır. Genel resimde Türkiye, Batılı kurumlarla Mısır’dan daha yoğun bir şekilde bütünleşmiştir. 
İki ülke ilişkileri, Ortadoğu politikası çerçevesinde ele alınmalıdır. 

<  Ortadoğu politikaları açısından Mısır’ın, ABD ile işbirliği içerisinde olduğunun altını çizmiştik. >

Birinci Körfez Savaşında ABD’yi desteklemiştir. Irak’ın 2003 yılında işgalinde ise sadece çekincesini ortaya koymuştur. ABD askeri unsurları, Süveyş Kanalından rahatlıkla geçebilmektedir. Mısır, İsrail devletinin varlığını 1978’den beri kabul etmekte; hatta İsrail’in Filistin’e yönelik kullandığı orantısız güce karşı sesini çıkarmamaktadır. Refah sınır kapısından Gazze’ye girmek isteyen yardım konvoylarına her zaman izin vermemektedir. 


Türkiye ise İsrail’in 2008 yılındaki Gazze operasyonundan sonra İsrail’i ciddi bir şekilde eleştirmiştir. Ocak 2009’daki Davos Zirvesi’nde iki taraf arasında önemli bir gerginlik yaşanmıştır. Mayıs 2010’daki Mavi Marmara baskını sonucunda ise iki taraf arasındaki ilişkiler en alt düzeye inmiştir. Bu gelişmelerle birlikte Mısır ve Türkiye, İsrail-Filistin sorununda farklı bloklara geçmiş bir görüntü vermektedir. Ancak, pratikte ortaya çıkan sonuç Mısır’ın aktif ama tarafsız arabuluculuğu, Türkiye’nin ise taraf olan ancak doğrudan görüşmelerde yer alamadığından katılımı içermeyen politikasıdır. Bu şartlar altında, Türkiye’nin girişken hali masaya oturamadığı sürece Mısır tarafından tepkiyle karşılanmayacaktır. Yine de Mısır’ın hareket alanı içinde Türkiye’nin girişimde bulunması Mısır açısından rahatsız edicidir. Şöyle ki Mısır, Türkiye’nin İsrail-Filistin sorununda arabulucu statüsüne ulaşma ihtimalinden endişe edebilecektir. O zaman, bu görüşmelere kendi katılımı zorlaşabilecek ya da görüşmelerde zaten istediği ağırlığı hissedilmeyen Mısır daha pasif bir katılımı kabullenmek durumunda kalacaktır. Mısır bakış açısında, Türkiye’ye karşı duyulan kuşkunun kaynağında bu algılayışın olduğu değerlendirilmektedir. Ancak kuşkunun derecesinin önemli bir boyuta varmadığını belirtmek gerekir, çünkü Türkiye’nin İsrail-Filistin sorununda masaya oturma ihtimali, İsrail-Türkiye ilişkilerinin geldiği noktada kısa ve orta vadede düşüktür. 

Cemal Mübarek’in babası Hüsnü Mübarek’in yerine geçmesi halinde Mısır’ın iç ve dış siyasetinde belirgin bir değişim beklenmiyor. Bu noktada iki ülke arasında önemli bir farklılığa işaret etmekte fayda bulunmaktadır. 2007 yılında yapılan bir çalışmaya göre Türk insanının %86’sı ABD’nin Irak’tan çekilmesi gerektiğini düşünmektedir.6 Türk dış politikasına bakıldığında söz konusu kamuoyunun siyasal düzleme yansıdığı gözlenmektedir. Diğer bir deyişle, halkın duruşu ile hükümetin duruşu arasında bir çelişkiden söz edilemez. Mısır’da ise Türkiye’de yapılan anket veya araştırmaya benzer araştırmalar yapmak mümkün olmayabilir. Ancak, benzer bir anket yapılmış olsa ABD’nin Irak’tan çekilmesini savunan Mısır insanın oranı, Türkiye’deki orandan yüksek olabilecektir. Buna rağmen, Mısır halkının görüşleri, baskı altına alındığından Ortadoğu politikasına yansımayacaktır. İki ülke arasında mevcut şartlar altında bölge politikası açısından temel fark budur ve aşağıda belirteceğimiz sonuca yol açmaktadır. 

Türkiye’nin, özellikle Ahmet Davutoğlu’nun Mayıs 2009’da Dışişleri Bakanı olmasıyla yürütmeye başladığı çok yönlü dış politikanın bir ayağı da aktif bir Ortadoğu politikasıdır. Türkiye’nin bu politikasının Arap insanını etkilemesinin Mısır’ı rahatsız etmesi ise son derece doğal bir sonuçtur. 
Hiçbir devlet, halkının bir başka devletten medet ummasını içine sindiremez. Bu sebeple, Türkiye’nin Mısır toplumuna ve Arap dünyasının gönlüne hitap etmesi Ortadoğu’nun büyük abisi Mısır’ın kolay kolay sindirebileceği bir durum değildir. Hüsnü Mübarek yönetiminde otoriter bir sistem olduğu için halkın bu duyguları siyasal düzleme yansımamaktadır. Ancak, Cemal Mübarek’in bu durumla nasıl baş edeceği demokratik eğilimleri de dikkate alındığında merak konusudur. Toplum, duygularını Müslüman Kardeşler veya oluşabilecek diğer araçlarla siyasal düzleme yansıtacak ortama kavuşursa, Mısır siyasal sistemi derinden etkilenebilecek ve hatta yeni Başkan koltuğunu korumakta zorlanabilecektir. 
Mısır’ın Ortadoğu’nun ve Arapların lideri olma konumu çoktan sona ermiştir. Enver Sedat ile başlayan bu süreç, Hüsnü Mübarek ile tescillenmiştir. 
Mısır, Ortadoğu politikasında açmaza yol açan bir meşruiyet sorunu ile baş başadır.7 Cemal Mübarek ile de Arap dünyasına liderlik etmek için geri dönüşün hiçbir zaman mümkün olamayacağının işaretleri alınmaktadır. 

Bu bağlamda, Türkiye’nin bölgedeki aktifliğinin Arap insanını etkilemesinin Türkiye’ye olan faydası ise dikkatle değerlendirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Arap toplumlarının manevi desteğini almasının ekonomik ve siyasi getirileri doğru bir şekilde hesaplanmalıdır. Ekonomik açıdan olumlu bir gidişat söz konusudur. Mısır özelinde değerlendirilirse iki ülke arasında önemli bir ticaret hacmi artışı söz konusudur. 

Mısır halkının ve iş çevrelerinin Türkiye’ye olumlu bakışının bunda etkisi büyüktür. Ancak siyasi yönden bakıldığında, bu tablonun Türkiye’ye ne 
kattığı belirsizdir. Halkların sempatiyle ancak devletlerin kuşkuyla baktığı bir Türkiye bölgede ne kadar başarılı olabilir? 


<  Gerek Türkiye gerek Mısır, İsrail ile yakınlaştığı veya İsrail’in çıkarlarına çanak tutacak kadar tepkisiz kaldığı dönemlerde birbirlerine eleştirel yaklaşım göstermektedir. Yapılması gereken, İsrail-Filistin sorununa bölgedeki ortak çıkarları koruyarak yaklaşmaktır. >

Mısır devletinin, ilk ve orta dereceli okullarında okuttuğu ders kitaplarında Osmanlı İmparatorluğu’nu “fetheden” statüsünden “işgalci” statüsüne geçirmesi belli bir rahatsızlığın göstergesi olarak yorumlanabilecektir.8 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır’ı yönettiği dönem, Mısırlılar tarafından olumlu algılanmamaktadır. Ancak bunun dışa vuruşunun, Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası uygulamaya başlamasının hemen sonrasına denk gelmesi düşündürücüdür. Gerçi, Mısır’ın Ankara Büyükelçisi Dr. Muhammed Alaa Eldin A. Şevki El Hadidi, Mısır’ın Türkiye’yi kıskanmadığını ve Ortadoğu’da rakip olarak görmediğini ifade etmektedir. Diğer taraftan, iki ülke arasında ciddi yanlış anlamalar ve iletişim eksikliği olduğunun da altını çizmektedir.9 Mısır’ın resmi görüşünü yansıtması açısından önem taşıyan Büyükelçinin dikkat çekici beyanlarından biri de Gazze halkı ile Hamas arasında fark gördüklerini ortaya koymasıdır.10 

Mısır’ın Hamas’ın 2006’da Gazze’de kazandığı seçimi görmezden geldiği ve Hamas’ı sadece şiddete dayalı direnişte bulunan bir yapılanma olarak algıladığı anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili Türkiye’nin bakış açısının ise farklı olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye, Hamas’ın Gazze’de seçimle meşruiyet kazandığı ve bu yüzden bölgenin meşru temsilcisi olduğunu savunmaktadır. 

ABD-İsrail-Türkiye ekseninde son dönemde yaşanan kırılmalar, ABD ve İsrail’in Türkiye’ye karşı ültimatom yaratmak için Mısır’ı kullanabilme ihtimalini akla getirmektedir. İsrail çıkarlarına aykırı bir duruş sergileyen Türkiye’nin geri plana itilmesi, onun yerine yön verici olmaktan uzak ve pasif bir Mısır’ın ön plana itilmesi ihtimal dahilindedir. Türkiye’nin Dağlık Karabağ, sözde Ermeni soykırımı, Kıbrıs gibi sorunlarının Mısır tarafından kaşınması mümkündür. 

Temmuz 2005’de Mısır, Kıbrıs Rum Yönetimi ile Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama anlaşması imzalamıştır.11 Söz konusu anlaşma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin karasularına müdahale anlamına geleceğinden, Türkiye tepkigöstermiştir. Mısır, Türkiye’nin tepkisi karşısında anlaşmanın yürürlüğe girmesini süresiz olarak ertelemiştir.12 1967’den itibaren Mısır’ın din eksenli dış politikayı bırakıp ulusal çıkar eksenli politika anlayışına geçmesi önemli bir göstergedir.13 Söz konusu değişiklik olmasıydı Mısır, Müslüman bir ülkenin aleyhine Hıristiyan bir devletle anlaşma imzalamazdı. Türkiye’nin sadece kültürel ve tarihi bağlara dayanarak girişimde bulunması istenen sonucu yaratmayabilir. Türkiye, Mısır’ı kazanmak için ortak çıkar noktaları yaratmak durumundadır. 

Yukarıdaki örneğe benzer bir durum, Mavi Marmara baskınından sonra Ağustos 2010’da İsrail Başbakanı Netenyahu’nun Yunanistan’ı ziyaret etmesiyle yaşanmıştır. İki ülke arasında 1994’ten beri Ege denizinde doğal afetlere karşı önlemler konusunda yapılan tatbikatların başka alanlarda da yapılabilme ihtimalinin ortaya çıkması Türkiye’yi rahatsız edebilecektir. İsrail’in buradaki amacı Türkiye’yi çevreleyerek kendi çıkarlarına karşı gelmesini önlemektir. Aynı şekilde, Mısır da Yunanistan’a benzeyecek şekilde kullanılabilir. Bu ihtimale karşı Türkiye’nin önleyici tedbirleri alması gerekmektedir. 

Ortadoğu politikasının en önemli oyuncularından biri hiç kuşkusuz İran’dır. İran, Anayasası ile kendisini tüm Müslüman halkların haklarını savunmakla 
görevlendirmiştir. Bu görev, İran’ı bölgede aktif bir politika izlemeye yöneltmektedir. Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının yardımıyla 
İran kendi açısından bağımsız bir politika izlemektedir. Ortadoğu’daki Şii eksenini ise ustalıkla kullanmaktadır. Örneğin, ABD’nin Irak’ı işgalinden en kazançlı çıkan ülke İran’dır. Irak nüfusunun %60’ının Şiilerden oluşması, Saddam Hüseyin döneminde siyasal hayattan dışlanmış olan bu grubu, İran’ın etki alanına almasını kolaylaştırmıştır. Lübnan’daki Şiileri Hizbullah vasıtasıyla etki alanında tutması İsrail’in başını önemli ölçüde ağrıtmaktadır. Şiilik, İran’ın Körfez bölgesi ülkelere kadar uzanmasını sağlamaktadır. 

İran’ın bölgede din ekseniyle sağladığı nüfuzundan en fazla olumsuz etkilenen ülkelerden biri Mısır’dır. Bu şartlar altında, İran’ın bölgedeki gücünü dengeleyecek bir Türkiye’nin ortaya çıkması Mısır’ı endişelendirmemelidir. Nüfusunun önemli bir çoğunluğu Sünni Müslüman iki ülke olan Türkiye ve Mısır, Ortadoğu’da İran’a karşı bir güç dengesi yaratabilir. Ancak böylesi bir dengenin İran’ın dışlanmasına sebep olmaması gerekir. İran’a karşı Batılı devletlerce uygulanan yaptırımlara karşı İran’ı korumak ve dengeleyici bir rol oynamak isteyen Türkiye’den zaten böyle bir şey beklenemez. Bunun yanında, Türkiye’nin dengeleri gözetmeden giriştiği aktif bir Ortadoğu politikası bölgenin büyük oyuncularının kendisine karşı bloklaşmasına yol açabilir. Yapılması gereken, İran’ın Türkiye’nin de bölgede önemli bir oyuncu olduğu hissini almasıdır. 

Sonuç 

2011 yılındaki Devlet Başkanlığı seçimlerinin Mısır için bir takım belirsizlikleri beraberinde getireceği genel kabul görmüş bir tespittir. 
İstikrarlı bir iç politika varsayımı yapılmasının zor olduğu değerlendirilmektedir. Kendi içinde barışık olmayan bir Mısır ile işbirliği içerisinde olmak 
kolay olmayacaktır. Cemal Mübarek’e karşı Mısır ordusunda bir yapılanma olması durumunda dengeler tamamıyla değişebilecektir. 

İki ülke ilişkileri ve bölge politikaları açısından bakıldığında, hoşnutsuzluk ile tepki göstermek arasında bocalayan bir Mısır ile bir süre daha karşı karşıya kalınabileceği değerlendirilmektedir. İç politikada yaşanabilecek muhtemel karmaşalarda dış politikada da tutarsız politikalara imza atabilecek bir Mısır karşısında Türkiye, bölgede daha esnek, alternatifli bir politika izlemesi gerekecektir. Öncelikle, Türkiye’nin Neo Osmanlıcılık gibi abartılı bir söyleme başvurması kendisi için olumsuz sonuçlar yaratabilecektir. Böylesi bir söylem, bölgenin diğer oyuncularının olduğu gibi Mısır’ın da kuşkularını pekiştirmekten başka bir fayda sağlamayacaktır. 

İki taraf da İsrail ile yakınlaştığı veya İsrail’in çıkarlarına çanak tutacak kadar tepkisiz kaldığı dönemlerde birbirlerine eleştirel yaklaşım göstermektedir. 
Yapılması gereken, İsrail-Filistin sorununa bölgedeki ortak çıkarları koruyarak yaklaşmaktır. Soruna, İsrail ile ABD çizgisinde bir yaklaşım ve gemileri yakma pahasına atılan adımlar iki ülkenin de çıkarına olmayacaktır. 


DİPNOTLAR 

1 “Gamal Mubarek: We Need Audacious Leaders”, Middle East Quarterly, Vol. 16, No.1, Winter 2009, s. 67. Bu mülakat, ilk olarak Temmuz 2008’de Politique Internationale’de yayımlanmıştır. 

2 Mısır’ın şu ana kadarki seçim karnesi çok zayıftır. Dolayısıyla, Hüsnü Mübarek rahatlıkla oğlunun Başkan seçilmesini sağlayabilecektir. Benzer bir görüş için 
http://www.haaretz.com/news/mubarak-egypt-presidential-elections-will-befreer-in-2011-1.262119 (Son Erişim: 6 Ekim 2010). 

3 “Gamal Mubarek: We Need Audacious Leaders”, Middle East Quarterly, Vol. 16, No.1, Winter 2009, s.68. 

4 Steven A. Hook, “Political Instability in Egypt”, Ağustos 2009, Council on Foreign Relations, 
http://www.cfr.org/publication/19696/political_instability_in_egypt.html?gclid=CM_j9bOvvqQCFUFl7Aodsypl0Q , s. 3 (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

5 Steven A. Hook, “Political Instability in Egypt”, Ağustos 2009, Council on Foreign Relations, 
http://www.cfr.org/publication/19696/political_instability_in_egypt.html?gclid=CM_j9bOvvqQCFUFl7Aodsypl0Q , s. 2 (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

6 Brian J. Grim- Richard Wike, “ Turkey and Its (Many) Discontents ”, 25 Ekim 2007 
http://pewresearch.org/pubs/623/turkey (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

7 Mehmet ÖZKAN, “Mısır Dış Politikasında Filistin ve Bölgesel Yansımaları”, Akademik Ortadoğu, Cilt 4, Sayı 1, 2009, s.98. 

8 “Mısır’da ders kitapları artık Osmanlıyı ‘işgalci’ olarak tanıtacak”, Milliyet, 22 Eylül 2010, 
http://www.milliyet.com.tr/misir-da-ders-kitaplari-artik-osmanliyi-isgalciolaraktanitacak/dunya/sondakikaarsiv/08.10.2010/1292117/default.htm 
(Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

9 “Ortadoğu’da Yaşanan Son Gelişmeler Işığında Türkiye-Mısır İlişkileri Konferansı Yapıldı”, 15 Ocak 2010, 
http://www.usakgundem.com/haber/49120/-quot-ortado%C4%9Fu-39-da-ya%C5%9Fanan-son-geli%C5%9Fmeleri%
C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1nda-t%C3%BCrkiye-m%C4%B1s%C4%B1r-%C4%B0li%C5%9Fkileriquot-konferans%C4%B1-yap%C4%B1ld%C4%B1.html 
(Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

10 “Ortadoğu’da Yaşanan Son Gelişmeler Işığında Türkiye-Mısır İlişkileri Konferansı Yapıldı”, 15 Ocak 2010, 
http:// www.usakgundem.com/haber/49120/-quot-ortado%C4%9Fu-39-da-ya%C5%9Fanan-son-geli%C5%9Fmeleri%
C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1nda-t%C3%BCrkiye-m%C4%B1s%C4%B1r-%C4%B0li%C5%9Fkileriquot-konferans%C4%B1-yap%C4%B1ld%C4%B1.html 
(Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

11 “Cyprus and Egypt sign offshore oil and gas cooperation deal”, 17 Ağustos 2005, 
http://www.gasandoil.com/GOC/news/nta53382.htm (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

12 “Egypt suspends oil deal with Greek Cyprus”, 30 Mart 2007, 
http://www.africanoiljournal.com/03-30-2007_egypt_suspends_oil_deal_with_greek_cyprus.htm (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

13 Mehmet ÖZKAN, Mısır Dış Politikasında Filistin ve Bölgesel Yansımaları, Akademik Ortadoğu, Cilt 4, Sayı 1, 2009, s.90. 

Ortadoğu Analiz 
Kasım’10 Cilt 2 -Sayı 23 

****

7 Eylül 2016 Çarşamba

“ CIA Basını Kullanıyor ”


 “CIA Basını Kullanıyor”






Yeni Asya: 21 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN

Talat TURHAN: TÜRKİYE, Batının Körfezdeki jandarması yapılmak isteniyor.
—Komünizme karşı TÜRKİYE'nin Hıristiyan dünyanın yanına çekildiğini kaydeden emekli kurmay Yarbay Talat TURHAN, Batının kendi menfaatleri istikametinde TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını sağladığını söyledi.
—TURHAN Ortadoğu’da şeytan üçgeni nedir? ANKARA-TAHRAN-İSRAİL idi. Şu anda “Şeytan Üçgeni” nedir? TÜRKİYE-MISIR-SUUDİ ARABİSTAN. Şimdi en belirgin “şeytan üçgeni” budur. Bu üçgenin ucundaki kişiler kime hizmet edecektir. Amerikan emperyalizmine" dedi.  
Thedor HERZL’in fikir babalı­ğını yaptığı İSRAİL, ABDÜLHAMİT zamanındaki gücüne güç kattı. TÜRKİYE ise güç kaybetti. Çeşitli beynelmilel oyun ve tezgâhlara getirildi. Daha 1905'lerde dünya basınının beynini kontrolü altına alan Siyonistler, bugün çok daha güçlüler. Her birisi bir basın imparatoru. Bunların gözü sıcak denizlerde, Akdeniz'de, TÜRKİYE'de. Bu imparatorlar TÜRKİYE'ye geliyorlar, ÇANKAYA'ya çıkıyorlar, basın sektörüne el atıyorlar, TRT ile anlaşıyorlar. Türk kamuoyu sessiz ve tepkisiz bütün bu gelişmeleri seyrediyor. Acaba bu sessizlik neden? Sesini çıkarmak isteyenlere bir şeyler mi oluyor? Beynelmilel haber ağının kontrolünü ellerinde tutan bu güçler, elbette ki Türk kamuoyunu milletin sesi istikametinde yönlendirmek için fırsat tanımayacaktır. Bunun için basın yayın organlarının kontrol altında tutulması lazımdır.

11 EYLÜL 1990 SALI akşamı televizyonu açtığımda 2. programda CNN Dünya Raporu programında basınla İlgili görüşler serdediliyordu. Kendisi Büyükelçi olan bir CIA uzmanı (ismini alamadım), çalışma şartlarını anlatırken, kendileri için basının çok çok ehemmiyetli olduğunu söylüyordu. Kontrolü altındaki ülkede bulunan yerli ve yabancı basın ajanslarına yerleştirdiği ajan gazeteciler vasıtasıyla her türlü bilgiyi toplayabildiğini açıkça itiraf ediyordu. İtiraf da sayılmaz; çalışma sistemini dile getiriyordu. Gazeteci adamlarının hedefteki ülke ile ilgili en gizli bilgileri alabildiğini, giremedikleri yerin olmadığını söy­lüyor ve "Gazeteci Ayağına" çok rahat çalıştığını, elçilikten daha iyi çalıştığını kaydediyordu. 

Bu çark TÜRKİYE'de de farklı şekilde işlemiyor. Basın sermayenin ve belli güçlerin kontrolü altında tutuluyor. 

İfade vermek için Emniyete haftalık ziyaretlerde bulunan Doç. Yalçın KÜÇÜK bu meseleyle ilgili olarak; basının kilit noktalarının MİT’in kontrolünde olduğunu söylüyordu. Aynı meseleyi tenkit eden Ahmet Altan ise, Bâb-ı Âlide­ki istihbaratçıların açıklanması halinde Bâb-ı Ali'nin bezelye tarlasına döneceğini kaydediyordu... Her ne ise... 

Talat TURHAN İle yaptığımız sohbet koyulaştıkça, içtiğim demli çayın sayısını unutmuştum. Masada hazır bekleyen termostaki çayı sıfırlarken, arada sırada bademleri yerken meseleler peş peşe açılıyor, adeta problem çözülüyordu. Bu arada saatlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyordum. Talat TURHAN ile esas 12 EYLÜL'ü görüşecektik. Ama aktüel meselelerden 12 EYLÜL’e henüz gelememiştim. 

Bazı sorularıma cevap geldiği İçin, sohbetin akışı içinde soruları yöneltiyordum:

—Tahir AKA: TÜRKİYE Körfez krizinde aktif bir rol oynadı. Batı TÜRKİYE'nin krizde oynadığı rolü çok beğendi. Bunun sebebi nedir? Körfez krizinin perde arkasını değerlendirir misiniz? TÜRKİYE sıcak harbe girebilir mi? Girse ne olur?
Talat TURHAN: Bundan 20–30 yıl evvel, propaganda kitapları dağıtırlardı. Taa NORVEÇ'ten bir zincir başlatırlardı. İNGİLTERE'den NORVEÇ ve TÜRKİYE'ye kadar birleştirilen bir zincir meydana getirilirdi. Bu zincirin kuzeyinde kalan komünistler, bu zincirin halkaları olan devletler, komünizme karşı bir duvar teşkil ediyorlardı. Şimdi bu yeterli değil. Bu düzeni kuran stratejiler, mevcut durumu yeterli bulmuyorlar. Bundan sonra bir Bağdat Paktı kurdurdular. Kimler kurdu; TÜRKİYE, İRAN, IRAK, PAKİSTAN. Şimdi bugün “ Yeşil kuşak ” tabir edilen fikrin başlangıcı, yani İslamcılığı komünizmin karşısına geçirmek çok geçerli bir şey. Hıristiyanlığı da komünizmin karşısına getirebilirsiniz. “TÜRKİYE mademki ideolojide komünizmi reddediyor. Dolayısıyla din sahibi olan milletler buna karşı gelmelidir!” diyerek onu ittifakınıza çok kolay alabilirsiniz ve aldılar da. Veyahut ta almaya çalıştılar. Son Uzak Doğuya kadar giden bir pakt kurdular. Dünya koruyuculuğunu bu sayede elde ettiler. Şimdi burada TÜRKİYE'nin konumu şu bakımdan ehemmiyetli: TÜRKİYE'de iki halka var. Yani bir FRANSA'nın tek halkası var: Bir tarafta İNGİLTERE'ye bağlı halka, bir tarafta ALMANYA'ya bağlı. TÜRKİYE bir taraftan YUNANİSTAN'a bağlı, YUNANİSTAN'la olan bağın zayıf olduğunu şimdi görüyoruz. Bir tarafın­dan IRAK'a bağlı. Dernek ki TÜRKİYE, NATO içinde dahi Ortadoğu'da rol almak, kullanılmak için tasarlan­mış bir ülke. Bunun için suni hatlar içerisinde küçülüyor simetri.
—Tahir AKA: Batı, TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını İstemiyor mu?
Talat TURHAN: Batı, TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını istiyor. Ama kendi maksadına hizmet etmek doğrultusunda yer almasını istiyor. Batı'nın zaten Ortadoğu'da kolu var. “Büyük şeytan” doğruysa, “küçük şeytan” mutlaka var. “Küçük şeytan”ın dışında bir de casus devleti var. Kendi casusunu orada bir Arap devletine koymuş. İSRAİL o'na göre çok daha namuslu, o küçük devletler orayı yönetiyor. Yahudi sermayesi dünyaya egemen olduğu için, ABD'de egemen. İSRAİL, Amerika içinde de egemen. Ama Kral HÜSEYİN casus devletin lideri, hain bir devlet. O hain devletin dışında da böyle kendi taraftarı isteyen bunların içinde TÜRKİYE iki halkadan meydana geliyor. Bu rol TÜRKİYE'ye verilmiş. 

TÜRKİYE bu rolü 50 yıldır oynuyor. Bu halkalar zaman zaman kopmuş. Benim kitabıma aldığım “ Ortadoğu'daki şeytan üçgenleri ” diye bir yapı var. O zaman “Şeytan Üçgeni” nedir? TÜRKİYE-MISIR-SUUDİ ARABİSTAN. En belirgin “Şeytan Üçgeni” simdi budur. Bu üçgenin ucundaki kişiler kime hizmet edecektir? Amerikan Emperya­lizmine. Bir yandan İRAN'daki rejim yıkıldı, bir yandan PAKİSTAN'daki rejim yıkıldı. Her yıkılışta yeni formüller aranıyor. Yeni “Şeytan Üçgenleri” teşkil edildi. Nedir mesele? Sözde Doğu'nun menfaatini korumak! Bugü­ne kadar. Sosyalist Blok veyahut ta Sovyet RUSYA, Doğu Bloku liderliğinden vazgeçinceye kadar, bütün hayal oyunlarında Sovyetlerin TÜRKİYE üzerinden veya İRAN üzerinde Basra Körfezine ineceği varsayımı ana başlığı oluşturur. Bütün NATO plânlamalarında bu ana başlık, Sovyetlerin BASRA'ya inmesi idi. Şimdi bu olay yok. Şimdi Müslümanlar İçerisindeki, Arap ülkeler İçerisindeki kaynaşmada böyle emrivakiler oluyor. Bu emrivakileri, sonunu almak, orada kalmak ve bu emrivakiyi Batı kendi çıkarı İstikametinde kullanmak için, bütün gücüyle olayın üzerine yüklenmektedir. 

Şimdi TÜRKİYE bu oluşumun içerisinde her zaman rol ve­rilmek istendi. Hatta Çevik Kuvvet hikâyesi geçti. Bu hikâye çok uzun yıllardan bert TÜRKİYE üzerinde olaya yönelik ya kendisinin direkt bir müdahalesi yahut ta endirekt bir müdahalesi için iş kolaylıkları, bölge kolaylıkları artı depo kolaylıkları sağlanmak için sayısız girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerden ne sonuç alındı, nereye kadar varıldı, bu devlet sırrı olduğu için biz şimdi belki bilemiyoruz. 

Ama bundan 10–15 yıl önce Doğu Anadolu'da çok büyük meydanlar yapılması projesi Batı'nın Körfez'deki jandarması olması içindir.





..

3 Haziran 2016 Cuma

Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit, BÖLÜM 2







Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit,  


BÖLÜM 2


Yemen Tekrar Parçalanacak mı?         

Arap Baharı’nın etkisi, Mart 2011’de Yemen’de de görülmeye başlamıştır. Mart 2011’de Yemen polisinin göstericilere ateş açması sonucu 50 gösterici ölmüştür. 




Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, iç savaş çıkabileceği uyarısı yaparak olağanüstü hal ilan etmiştir. Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üye ülkeleri 
Salih’in görevden ayrılmasını, yetkilerini yardımcısı Abdurrabuh Mansur Hadi’ye bırakmasını içinde muhalefet liderlerinin birinin başkanlığında seçime 
gidilmesini teklif ederek Salih ve ailesine dokunulmazlık teklif etmiştir. Salih görevinden ayrılmayacağını ilan etmiştir. Haziran 2011’de başkanlık sarayına 
yapılan saldırıda Salih yaralanmış ve tedavi için Suudi Arabistan’a gitmiştir. Eylül 2011’de geri dönmüş ve başkanlığı devretmek için yeni şartlar öne 
sürmüştür. 23 Kasım 2011’de KİK’in önderliğinde Salih yetkilerini Riyad’da imzalanan bir anlaşma ile devretmiştir. Muhalefet liderlerinin önderliğinde 
birlik hükümeti kurulmuştur. Salih, Ocak 2012’de Umman’a gitmiştir. 7 Şubat 2012’de Abdurrabuh Mansur Hadi başlattığı seçim kampanyasını 21 Şubat’ta 
kazanmış ve devlet başkanı olmuştur. Güney Yemen’deki başta Şii/Zeydi Husiler olmak üzere seçimleri boykot ederek Mansur Hadi iktidarını tanımamışlardır.      

   Mansur Hadi karşıtı gösteriler 2 Mart 2012’de başladı. 9 Mart 2012’de Hadi’nin yemin ettiği gün başkanlık sarayına bombalı saldırı düzenlendi ve 30 kişi öldü. Saldırıyı el Kaide üstlendi. El Kaide 7 Mayıs 2012 bir saldırı düzenleyerek 30 yemen askerini öldürdü. 21 Mayıs 2012’de milli bayram provalarındaki saldırıda 101 asker öldü saldırıyı Ensar el Şeria üstlendi. 

Mansur Hadi’nin başkanlığı da Yemen’deki Şii/Zeydi Husiler tarafından tanınmadı. 2012-2014 yılları arası terör saldırıları devam etti. Husiler hükümette tam olarak temsil edilmedikleri gerekçesi ile hükümet güçleri ile çatıştı. Aralık 2014’te Anayasa yapım sürecinde Mansur Hadi’nin Şii/Zeydi unsurların istediği 
şekilde varlıklarını kabul etmeyişi ve sisteme katmayışı çatışmaların şiddetini artırdı. Yemen Ordusu üzerinde önemli bir etkiye sahip Ali Abdullah Salih de bu 
noktada ordunun bazı unsurlarının Mansur Hadi lehine hareket etmesinin önünde durdu. Çatışmalar dolayısıyla başkent Sana’dan Aden’e kaçan Mansur Hadi 
Yemen’den kaçtı. Husiler Mansur Hadi’nin bulunması için 90 bin dolar ödül verileceğini açıkladı. Yemen’de İran destekli Husiler’in tamamen idareyi ele 
alma kaygısı karşısında liderliğini Suudi Arabistan’ın yaptığı KİK ülkeleri ve Mısır hava operasyonu başlattı. Operasyon’a ABD istihbarat desteği verirken, 
Türkiye’de destek verdiğini açıkladı. 25 Mart-21 Nisan 2015 tarihleri arasında Kararlı fırtına operasyonu olarak başlatılan hava saldırıları Suudi Arabistan’ın 
amaçlanan hedeflere ulaşıldığı açıklaması ile durduruldu. 

   Ancak Husiler’in Suudi Arabistan’a düzenlediği saldırıların durdurulması ve Mansur Hadi’nin yeninde Yemen’e dönmesinin sağlanması için Umudun Geri döndürülmesi operasyonu 22 Nisan 2015’te başlatıldı ve halen devam etmektedir. Mansur Hadi Yemen’e dönmediği gibi Husiler de saldırılarına devam etmektedir.[31]Orta Doğu’nun Komşusu Pakistan’ın SorunlarıPakistan, Orta Doğu’nun bittiği yerde başlayan bir ülkedir. Ancak bu başlayış kültürel değil, coğrafi bir başlayıştır. SSCB’nin Afganistan’ı işgalinden sonra başlayan savaş ve daha sonra iç savaşın Afganistan’dan sonra en fazla zarar verdiği ülke Pakistan olmuştur. 

Afganistan savaşı, Pakistan’ı sürekli istikrarsızlaştırmış, içten içe çürütmüştür. 

Pakistan’da yaşanan çürüme sürecini Amerikan istihbarat raporlarından izlemekte mümkündür.  






CIA, 2000 yılında yayınlanan 2015 öngörü raporunda Pakistan ile ilgili olarak şu yargılaya varılmaktadır. “Pakistan’ın çok daha parçalı, münzevi ve uluslar arası mali yardıma çok daha bağımlı bir ülke haline gelecektir.” Bu öngörünün büyük ölçüde gerçekleştiği görülmektedir. 2005 yılında yayınlanan bir başka Amerikan raporunda ise Pakistan için “Yugoslavya benzeri bir kader” öngörülmüştür: “2015 yılı itibariyle, Pakistan, başarısız bir devlet olacak; iç savaş batağına saplanacak; ülkede kan gövdeyi götürecek; eyaletler arasında düşmanlıklar 
artacak; nükleer silahların denetimine yönelik bir mücadele patlak verecek ve topyekün bir Talibanlaşma yaşanacaktır. ”ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin 
2008’de yayınlanan “Küresel Eğilimler 2025” adıyla bir raporunda Pakistan’ın geleceği ile şu tespitler yapılmıştır: 

“Eğer Pakistan 2025 yılına kadar parçalanmadan varlığını sürdürür ise Peştun kabilelerinin daha geniş çaplı bir bütünleşmeye gidecek ve Pakistan ile Afganistan’ı birbirinden Ayıran Durand Hattı’nı silmek için birlikte hareket edecekleri; böylelikle Pakistan’da Peştun’lara ayrılan bölgenin hudutlarını, Pakistan’da Punjabiler, Afganistan’da ise Tacikler ve diğerleri aleyhine genişleyecekleri” iddiası ileri sürülmüştür. 

Pakistan’ın geleceği ile ilgili bu tespitleri daha da vahim hale getirecek husus, Amerikan Ordusunun Afganistan’dan çekilmesinden sonra Afgan iç savaşının 
etkilerinin daha yıkıcı bir şekilde Pakistan’a yansıma ihtimalidir. Öte yandan Pakistan Belucistan’da devam eden ayrılıkçılık sorunu ile de karşı karşıyadır. 
Belucistan Pakistan’ın en büyük eyaletidir. 12 milyon nüfusa sahip olan Belucistan’ın İngiliz koloni yönetiminin verdiği özerkliğinin Pakistan’ın 
kurulmasından sonra kaldırılması bugüne değin beş isyana neden olmuştur. İran ve Pakistan arasında bölünmüş olan Belucistan’ın her iki tarafında da milliyetçilik akımları Batı tarafından desteklenmektedir. Genel çürüme sorunun üstüne binecek olan bir Belucistan’ın bağımsızlığı meselesi Pakistan için aşılması zor bir sorun olabilir.  Ancak Pakistan’ın bütün bu sorunlarına rağmen nükleer bir güç olduğu unutulmamalıdır. Diğer bir nükleer güç olan SSCB’de etnik sorunlar 
temelinde ayrışmış olmasına rağmen, nükleer potansiyel Pakistan’ın ayrışma sürecini yavaşlatan bir etki yapabilir.        

Suriye’de Ne Olacak?




Suriye için “Küçük Orta Doğu” kavramı kullanılmaktadır. Suriye’de altı büyük etnik/dinsel grup, Sünni Araplar, Nusayriler, Türkmenler, Kürtler, Hristiyanlar ve Dürziler’dir. 
Sünni Araplar % 59, 
Nusayriler % 14, 
Türkmenler % 8, 
Kürtler %9, 
Hıristiyanlar % 5 ve 
Dürziler % 2-3 civarında bir orana sahiptirler.  

Mezhepsel bölünme  ise Müslümanlarda Sünni, Nusayri, Şii ve Dürzi olmak üzere dörde ayrılmaktadır.  Sünniler % 75, Nusayriler % 14, Şiiler % 1, Dürziler % 2-3 civarındadır. Sünniler Hanefi, Şafi ve Selefiler olarak ayrılmaktadır. Şia içinde ise İsmaili, Kızılbaş ve Caferi olmak üzere üç grup vardır. % 5 civarında olan Hıristiyanlar ise Ortadoks, Katolik, Süryani, Protestan ve Asurilerden oluşmaktadır.      

Suriye’nin iç yapısı sadece mezheplerin ve etnik grupların varlığı açısından değil, bunların tarihsel kurumsallaşmaları açısından da  uzun soluklu bir iç savaş için çok uygundur.  Nasıl Lübnan kurumsallaşmış bir etnik mozaik olarak şekillenmiş ve Lübnan iç savaşı bu kurumsallaşmış etnik mozaiğin parçaları arasında gerçekleşmiş ise Suriye’de gizli kurumsallaşmış bir etnik mozaiktir. Osmanlı Devletinin 1918’de Suriye’den çekilmesinden sonra ülkeyi işgal eden Fransız manda yönetimi var olan etnik ve dinsel farklılıkları kurumsallaştıran ve birbirlerine karşı kullanan bir politika izlemiştir.  

Fransız manda yönetimi oluşturduğu parlamentoyu da etnik ve mezhep grupları zemininde kurmuştur.Suriye’yi din ve mezhep hatları boyunca örgütlenen Fransız manda yönetimi, Nusayri ve Dürzileri ayrı devletçikler olarak örgütlemiştir. 


Sünni Araplar ise 1925’ de Halep ve Şam Suriye devletli olarak örgütlenmiştir.  

Nusayri ve Dürzilerin Suriye’ye katılmasına ancak Eylül 1936’da Suriye’nin bağımsızlığı tanıyan anlaşmayla izin vermiştir.Suriye’nin bağımsızlığını 
kazanmasından sonrada dış güçlerin etnik ve mezhep gruplarını kullanarak Suriye siyasetine müdahale ettikleri görülmüştür. ABD ve İngiltere, 1950’lerde 
Dürzileri ve bedevileri silahlandırmışlardır. Irak ve Ürdün’de Nusayrilere karşı Sünni terör eylemcileri yollamıştır. Baba Esad ile birlikte Suriye’de etkin bir 
otoriter rejim oluşmuştur.AB Dışişleri temsilcisi Javier Solana'nın eski danışmanı olan Alastair Crooke, daha 2011 senesinde ABD ile işbirliği yapan bazı 
İslamcı grupların Selefi isyancıları Suriye’ye karşı kullanmayı düşündüklerini ileri sürmüştür. Suriye’deki Selefi grupların IŞİD dahil büyük bir bölümü El 
Kaide kökenli/bağlantılıdır. Bu gruplar Irak Savaşı sonrasında Irak’ta Amerikan Ordusu ve Şii partilere karşı savaşmışlardır. Etkileyici bir iç savaş deneyimi 
olan bu gruplar Irak’taki çatışmaların durması sonrasında Suriye’ye geri dönmüşlerdir. Plana göre bir Selefi isyanı Suriye hükümetinden büyük bir tepki 
çekecek, bunun ardından da halkın büyük bir bölümü kutuplaşarak devlete karşı düşmanlık duymaya başlayacak, başlayacak iç savaşa Batı’nın müdahalesi 
kaçınılmaz hale gelecektir.[32]Böylece başlayan Suriye isyanı ilk aşamasında ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ekseninden önemli destek görmüştür. Basra 
Körfezi ülkeleri, Suriye’de isyanın mali boyutunu finanse ederken, ABD isyancı güçlerin Türkiye üzerinde geçiş ve silahların koordinasyonunu sağlamıştır. 
Burada amaç, Müslüman Kardeşleri, cihatçı selefilerin sağlayacağı askeri destek ile iktidara taşımak olarak konulmuştur. Ancak, ABD’nin Libya Büyükelçisi’nin 
Trablus’ta selefileri tarafından öldürülmesi üzerine Washington, cihatçı selefiler ile işbirliği projesini durdurmuştur. Washington, aynı yaklaşımı AKP 
Hükümeti’nden de talep etmiştir. AKP Hükümeti ise Esad’ın devirme projesine bir tutku olarak bağlı kalmayı tercih etmiştir. Böylece, zaman içinde ılımlı muhalif unsurların muhalefet içinde etkisi azalırken, El Kaide/El Nusra ve IŞİD’in Suriye’de etkisi artmıştır.  

Öte yandan Suriye rejimi Rusya-İran-Hizbullah ekseninden çok yoğun bir askeri, ekonomik ve politik destek almıştır. 

Bu sayede Esad rejimi beklenenden öte bir direnç göstermiştir. Suriye’de iç savaş Haziran 2015 itibarı ile yeni bir aşamaya ulaşmıştır. 
Esad rejimi gerek insan kaynaklarının azalması gerek Rusya ve İran’ın Esad’a azalan destekleri sonucunda savunma pozisyonuna geçmek zorunda kalmıştır. Esad’ı savunma pozisyonu almaya zorlayan bir gelişme de Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Kuzeyden, Ürdün ve Katar’ın Güneyden El Nusra başta olmak üzere muhalefete yönelik yeni destek politikasıdır. Bu destek politikası sonucunda askeri imkânları artan, daha iyi koordine olan muhalefet güçlerinin etkinliği artmıştır.Bir yandan Esad rejimi ile bağlarını hiçbir zaman koparmayan PKK ise diğer yandan IŞİD ile savaş adı altında önce Ayn El Arap’ta ABD’nin askeri müttefiki konumuna yükselmiştir. Ekim 2014’de Ayn El Arap’ın IŞİD’e karşı hava (ABD)-kara (PKK) savunmasından sonra, PKK-ABD ilişkileri, bir sivil toplum örgütü üzerinden görünürde mayın ve bubi tuzakları temizleme alanlarında devam etmiştir. ABD-PKK ilişkisi nihayet Haziran 2015’de Tel Abyad’ın IŞİD’in elinden alınmasında hava(ABD)-kara(PKK) operasyonu olarak gerçekleşmiştir. 

Artık bu ilişki hiç gizlenmemekte hatta Batı strateji  araştırmaların da “PKKISTAN: Brought to you by American Close Air Support” (Pkkistan. Sana Yakın Amerikan hava desteği ile getirildi) başlıklı makaleler yayınlanmaktadır.[33] 

Böylece Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e uzanan bir koridor açılması projesi büyük bir ilerleme kaydetmiştir.2015 yazında Suriye iç savaşı yeni bir aşamaya girmiştir. Bu aşamanın özelliği muhalefet güçler arkasındaki uluslararası ittifakların sağladığı yeni destek politikasının çatışmalar üzerinde oynadığı rolün belirleyici olmaya başlamasıdır. Kuzey’de Türkiye-Suudi Arabistan ittifakı tarafından desteklenen muhalif güçler, Esad güçleri karşısında ilerleme sağlıyorlar. Yine kuzeyde, ABD’nin desteklediği PKK/PYD güçleri, IŞİD karşısında ilerleme kaydediyorlar. Güneyde ise Ürdün-Katar ittifakının desteklediği muhalif güçlerin etkili olduğu görülüyor. 

Yine Güneyde İsrail tarafından üzerinde çalışılan ve şimdiye kadar rejime sadık olan Dürzilerin bir bölümü muhalefete karmış görünüyor.Esad güçlerinde ise belirgin bir yorulma görülmektedir. Esad rejiminin insan ve ateş gücünü önemli ölçüde yitirdiği ileri sürülüyor. Buna rağmen, Esad rejimi hala savaşı kaybetme 
noktasından çok uzak görünüyor. Çünkü, aksi iddialara rağmen Rusya ve İran Esad rejimine olan desteklerini sarsılmaz bir şekilde devam ettiriyorlar. Rusya’dan düzenli olarak silah ve cephane akışı devam ediyor. İran ise Afgan Hazara elit güçler dahil savaş alanına yeni askeri güçler sokmaya devam ediyor. Esad’ın savaş alanlarındaki en önemli destekçisi olan Hizbullah’ın da çatışmalardan olumsuz etkilendiğini söylemek mümkün değil. İsrail istihbaratı, Hizbullah’ın Suriye iç savaşında kazandığı deneyimden ve yeni kadrolardan büyük ölçüde endişeli. Bu büyük desteğe rağmen, Esad rejiminin artık bütün Suriye’yi yeniden kontrol altına alacak bir askeri-politik atılımı gerçekleştire bilecek güçte görünmüyor.Özetle, Suriye iç savaşın sonunu belirleyecek olan Suriye iç savaşının taraflarının savaş alanında kazandıkları zafer değil, iç savaşın taraflarının masa başında bulacakları çözüm Suriye’nin geleceğini belirleyecek. 
Suriye’nin geleceği belirlenirken, tarafları destekleyen ülkeler, kendi politik hedeflerini Suriye üzerinden gerçekleştirmeyi hedeflemektedirler. Rusya, 
Suriye’nin Akdeniz kıyısında oluşacak bir Nusayristan üzerinden Akdeniz’deki Rus filosuna liman hakkı elde etmek ve Kırım’ı ilhakının kabulünü sağlamak 
peşindedir. İran ise nükleer görüşmelerde avantaj sağlamak peşindedir. 

Ayrıca bir Nusayristan, İran içinde Hizbullah ile iletişim için yeterli olacaktır. Suudi Arabistan, Suriye’nin bölünmesi ile Arap dünyası içinde güçlü bir 
rakibinden kurtulacaktır.İsrail ise federalleşme üzerinden parçalanacak bir Suriye’nin kendisi için tehdit olmak çıkacağını ve Golan Tepeleri’ni isteyecek 
kimsenin kalmayacağını hesaplamaktadır.[34] Üstelik Tel Aviv, kuzeyinde oluşacak küçük federe bir Dürzi kuşağının İsrail’in güvenliğine olan faydasının 
farkındadır. İsrail açısından en önemli gelişme, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak ve Akdeniz’e ulaşacak olan bir Kürdistan’ın gerçekleşmesidir. Böylece, İsrail 50 
seneden bu yana izlediği Orta Doğu’daki en büyük jeopolitik gelişmenin gerçekleşmesini sağlayacaktır.PKK kontrolündeki Türkiye’nin Orta Doğu ile 
coğrafi ilişkisini kesen Kürt koridoru kuşağı, Kerkük başta olmak üzere Irak’ın kuzeyindeki petrol kaynaklarının Akdeniz’e ve oradan Avrupa/ABD’ye ulaşmasını 
sağlayacaktır. Ayrıca, Batı’nın yeni müttefiki olacak Kürdistan ekonomik ve askeri olarak yaşama kabiliyetine kavuşurken, Doğu Akdeniz’de doğal gaz 
rezervleri üzerinde Türkiye ile rekabete giren, Kıbrıs Rum kesimi ile ittifak kuran yeni bir unsur ortaya çıkacaktır.Ürdün’de ise Suriye ve Irak’ın Sünni Arap 
bölgelerinin Ürdün’e bağlanması tartışması gittikçe yoğunlaşmaktadır.[35] 


Ürdün’ün Suriye ve Irak’ın Sünni Arap bölgelerini ilhak etmesi görüşü 2002 yılına kadar geri gitmektedir.Türkiye hariç iç savaşı destekleyen devletler, diplomasi masasına oturmadan önce destekledikleri güçlerin en avantajlı jeopolitik konuma ulaşmasını sağlama çabası içindeler. AKP Hükümetlerinin ise Suriye’de akılcı olmayan bir Esad’ı devirme tutkusu ve akıl dışı Müslüman Kardeşleri iktidara taşıma ülküsü dışında hiçbir hedefi olmadı.Önümüzdeki dönemde Suriye’nin önünde beş jeopolitik model bulunmaktadır. Bu beş model ihtimali şu şekilde ifade edilebilir.

1)Esadlı toprak bütünlüğünü üniter devlet ile koruyan Suriye,

2)Esadsız toprak bütünlüğünü üniter devlet ile koruyan radikal İslamcı/Selefi Suriye,

3)Esadlı federal Suriye,

4)Esadsız federal Suriye,

5)Parçalanmış Suriye.

Görülen en muhtemel sonuç, Şam’da Esad’ın olmadığı federal Suriye modelinin gerçekleşmesidir. Ancak bu model, aynen Irak’ta olduğu gibi etnik ve mezhep fay hatları boyunca çizileceği için kısa bir süre sonra bölünme ve bağımsız devletlere ayrılma potansiyeline sahip 
olacaktır.
Bu noktada Türkiye için en önemli güvenlik sorunu Esadsız bir federal Suriye modeli oluşurken, bu modelin Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını koruyacak şekilde oluşmasının sağlanmasıdır. Halen, Suriye’nin oluşması planlanan yeni jeopolitiği nin Araplar, Nusayriler, Kürtler ve Dürziler şeklinde olacağı görülmekte dir. Oysa, yukarıda altı çizildiği gibi Suriye’de altı büyük etnik/dini grup vardır. 

Sünni Araplar, Nusayriler, Kürtler, Türkmenler, Hıristiyanlar ve Dürzilerdir. Türkmenler, Suriye federal zeminde yeniden örgütlenir iken Türkmenler,  aynen Irak’ta olduğu gibi siyasi olarak tasfiye edilme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Esasen, Suriye’nin kuzeyinde Türkmen yerleşim bölgeleri PKK/PYD tarafından kapsamlı bir etnik temizlik ile Türkmensizleştirilmektedir. Türkmensizleşmenin en radikal örneklerinden birisini Irak’ın 450 bin nüfuslu Türkmen merkezi Telafer, 2004-2015 arasında gerçekleşen saldırılar sonunda büyük ölçüde 
yaşamıştır. Şimdi, Barzani Telafer’in KDP bölgesine dahil edilmesine çalışılmaktadır. Suriye’de gerçekleştirilen etnik temizlik ile PKK denetiminde federe Kürdistan jeopolitiği oluşturulmaktadır. 

Türkmen coğrafyasının Türkmensizleştirilmesi bir yandan etnik anlamda homojen bir Kürdistan oluşturulmasına diğer yandan Kürdistan’ın Akdeniz’e ulaşmasını sağlamaktadır. Bu durum, Türkiye’yi derhal ve netice alacak şekilde Suriye’de devam eden sürece müdahale etmeye zorlamaktadır.Türkiye için en iyi model, zamana yayılacak bir demokratikleşme içinde olacak Esadlı toprak bütünlüğünü koruyan üniter Suriye modelidir. Ancak Türkiye’nin bu modeli sağlamaya tek başına gücü yetmeyeceği gibi, artık Rusya ve İran’ın da bu modelin gerçekleşebilirliğine olan inançlarını yitirmiş olmalarıdır. Bu durumda Türkiye için uzun vadeli yaşamsal çıkarlarını korumanın tek yolu, federal bir Suriye oluşurken, Türkmenlerin de kendi jeopolitiklerinde federe bir devlet çerçevesinde örgütlenmelerini sağlayacak bir politikanın izlenmesidir. Türkiye, bu modeli gerçekleştirme şansını Irak’ta yitirmiştir ve bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödemektedir.Bu amaçla Ankara’nın önümüzdeki dönemde atması gereken adımlar şekilde sıralanabilir.

1)Türkiye-Suriye sınırında çok güçlü bir askeri yığınak yapılarak, Türkiye’nin caydırıcı gücü ortaya konulmalıdır. Türk Ordusu’nun Suriye içine girmeden etkinlik kurabileceği bir model uygulanmalıdır. Bunun yolu, sınır bölgelerinde Suriye’nin içini güçlü bir ateş baskısı altına alabilecek bir askeri uygulamanın gerçekleştirilmesidir.

2)Türkiye-Suriye sınırında tam denetimin sağlanmalıdır. Böylece, Türkiye, Suriye iç savaşında IŞİD ve El Nusra başta olmak üzere değişik selefi örgütlerin cephe gerisi ve lojistik üstü olmaktan çıkarılmalıdır.

3)PKK’nın Türkiye üzerinden insan, silah ve her türlü lojistik tedarik etmesi engellenmelidir.

4)Türkiye sadece Suriye Türkmen Meclisi üzerinde Türkmenlere ve ılımlı dost Sünni Arap unsurlara destek olmalıdır. Suriye Türkmen Meclisi’nin uluslar arası konferanslara Türkmenlerin tek siyasal temsilcisi olarak katılmaları sağlanmalıdır.

5)Suriye’nin kuzey kuşağında bulunan ve PKK ile büyük çelişki yaşayan Türkiye dostu Kürt aşiretler ile hızla olumlu ilişkiler kurulmalı ve bu aşiretler PKK’ya karşı desteklenmelidir. 

6)IŞİD ve diğer selefi örgütlerin Türkiye içindeki lojistik kaynakları ve uyuyan hücreleri hızla tasfiye edilmelidir. Bu konuda ABD, İran ve Rusya ile iletişim ve işbirliği kanalları açık tutulmalıdır.

7)PKK’nın Türkiye tarafında Türkiye-Suriye sınırından askeri ve politik olarak uzaklaştırılması sağlanmalıdır. Ayrıca, terör örgütü PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da kırsalda ve kentlerde kurmuş olduğu etkinlik derhal tasfiye edilmelidir.

8)Şam ile irtibat kurulmalı, Esad rejiminin ılımlı muhalefet ile ilişkileri teşvik edilmelidir. Ayrıca, Türkiye-Suriye sınırındaki angajman kuralları kaldırılmalıdır.

9)Türkiye içindeki El Muhaberat unsurları hızla sınır dışı edilmelidir.

10)Etnik temizliğe maruz kalan Arapların ve Türkmenlerin evlerine geri dönmeleri sağlanmalıdır. Bu amaçla, PKK/PYD’nin Suriye unsurlarına yönelik olarak kademeli baskı gerçekleştirilmelidir. Etnik temizlik ile ilgili Türk protestoları, ABD ve AB nezdinde sürekli ve etkili bir şekilde gündemde tutulmalıdır.

11)Suriye Türkmenlerine yönelik olarak hızla askeri eğitim ve silahlandırma programı uygulanmalıdır. Bucak ve Halep ile Halep’in kuzey kırsalından başlayarak,  Suriye Türkmenlerinin coğrafyalarını her türlü saldırıya koruyabilecekleri bir savunma sistemi kurmaları sağlanmalıdır.

12)Suriye Türkmenlerinin Halep-Halep’in kuzeyinde Kilis-Halep arasında Türkmenlerin yoğun olduğu bölge ve Bayır-Bucak bölgesinde yoğunlaşarak yerleşmeleri için gereken önlemler alınmalıdır. Bu bölge ileride oluşacak federal Suriye içindeki Türkmen federe devletinin temelini oluşturacaktır. Türkiye’ye kaçan Suriye Türkmenlerinin de bu bölgeye dönüp yerleşmeleri için gereken önlemler alınmalıdır. 

13)Ilımlı muhalif unsurlara yönelik askeri yardım ve politik destek artırılmalıdır.

14)Türkiye’de bulunan 2 milyona yakın Suriyeli’nin yurtlarına dönmelerini sağlayacak önlemler hızla alınmalıdır. Bu amaçla, Türkiye’nin desteklediği grupların denetimi ellerinde tuttuğu bölgelerde oluşturulacak Kızılay denetimindeki yerleşim yerlerine geri dönüş teşvik edilmelidir.

15)Türkiye, bundan sonra Suriyeli misafirlerin sıfır noktasında yardım politikasını hızla benimsemelidir. Türkiye içine daha fazla misafir alınmamalıdır. Türkiye içindeki misafirlerin imkânlar ölçüsünde hızla kamplarda barındırılması politikası benimsenmelidir.

Sonuç   

Orta Doğu’da geniş bir zamana yayılan bazen birbirinden kopuk izlenimi vermekle birlikte netice olarak Orta Doğu’da sınırların yeniden çizilmesi hususunda aynı noktalarda birleşen genel bir vizyon/politika/plan/süreç mevcuttur. Jeopolitik vizyonlar hızla gelişmezler. 

Zaman içinde teorik olarak olgunlaşan jeopolitik tezler, küresel ve bölgesel koşulların elvermesi durumunda yaşama geçirmek isteyen güçlerin çabası neticesinde mevcut jeopolitiği değiştirerek yerine geçerler. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile Orta Doğu’da SSCB’nin yıkılmasının ortaya çıkardığı güç boşluğu, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesini ve ABD’nin Kuveyt’i işgal eden Irak Ordusu’nu çıkarmak için müdahale etmesini kolaylaştırmıştır. On sene süren bir ara dönem sonunda ABD,Irak’ı işgal etmiş ve bu ülkenin fiilen bölünmesinin alt yapısı oluşmuştur. Sudan, Güney ve Kuzey olarak ikiye bölünmüştür.  Libya’da NATO’nun muhalefeti desteklediği bir iç savaş sonrasında Kaddafi rejimi devrilmiş, ülke bir kaos ve parçalanma sürecine itilmiştir. Suriye iç savaştan çok ağır bir darbe almıştır ve fiilen bölünmüş bir ülkedir. Yemen bölünme sürecinden geçmektedir. Suudi Arabistan geleceği büyük belirsizlikler taşımaktadır.Geleceği büyük belirsizlikler taşıma süreci içerisine giren bir ülkede Türkiye’dir. 

Türkiye’nin toprak bütünlüğü için en büyük tehdit olan PKK, Orta Doğu’daki jeopolitik dalgalanmalardan istifade etmektedir. PKK, Suriye’deki iç savaşı da 
değerlenmiş ve K. Suriye’de devletleşme süreci içine girmiştir.    

Ayrıca PKK ile müzakere süreci terör örgütünü güçlendirmekte ve meşrulaştır-maktadır. 
Önümüzdeki yıllarda bir yandan Orta Doğu’da devam eden dalgalanmalar öte yandan Türkiye içinde meşrulaşma süreci içinde olması, PKK’nın Türkiye için oluşturduğu tehdidi daha da büyük hale getirecektir.Türkiye’de devletin Irak ve Suriye’den farklı bir şekilde çözülme sürecinden geçtiği görülmektedir. PKK/HDP’nin açılım süreci adı verilen çözülme süreci sonucunda Kars’tan Mardin’e kadar uzanan alanda birinci parti çıkmasının süreç kendiliğinden gelişir ise jeopolitik sonuçlarının olması kaçınılmazdır.   

PKK seçim sonuçlarını bir referandum gibi yansıtmıştır. Önümüzdeki dönemde Suriye’deki ve Irak’taki gelişmelerin Türkiye üzerindeki etkileri daha da yıpratıcı olacaktır.   

Sonuç olarak, 

Irak ve Suriye parçalanmanın eşiğindeki ülkeler iken Türkiye’de bu ülkelerin parçalanmasından sonra hızla gereken önlemleri almaz ise parçalanmaya aday ülkedir.Türkiye, Orta Doğu’da yaşanan jeopolitik şekillenmenin Irak’taki boyutunu engelleyememiş veya kendi lehine şekillendirememiştir. Türkiye’nin Orta Doğu’da yaşanan ve önümüzdeki 20 yılda da yaşanmaya devam edecek olan jeopolitik parçalanmanın kendisine yönelecek etkilerini en aza indirgemek amacı ile gelişmeleri etkisiz bir şekilde izlemek yerine haritanın kendi menfaatlerini koruyacak şekilde çizilmesi için gereken önlemleri almak zorundadır. 



[1]New York Times, September 28, 2013, Robin Wright, “Imagining a Remapped Middle East”
[2]Aydınlık 10 Eylül 2014
[3]Washington Post, June 18, 2015, Charles Krauthammer, “A New Strategy for Iraq and Syria”
[4]Ömer Taşpınar, The future of Syria and Iraq:Time for SYRIAQ, Today’s Zaman, 25 Haziran 2015
[5]Yeniçağ, 11 Temmuz 2015, “Irak’ta Kürdistan devleti kurulabilir”
[6]Dore Gold, The Demise of the Middle East Borders, 
http://www.israelhayom.com/site/newsletter_opinion.php?id=4441
[7]Wesley K Clark, “Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire” , 2004, s.130
[8]Joseph Brewda, “New Bernard Lewis plan will carve up the Mideast”, EIR, Executive Intelligence Review, Vol. 19, umber 43, October 30, 1992, 
s.26
[9]Yıllar Boyu, Yakın Tarih Dergisi, Mayıs 1978, Sayı: 2, s. 33; Yıllar Boyu Yakın Tarih Dergisi’nin sahibi Erol Simavi’dir. Genel Yayın Yönetmenliğini Çetin Emeç yapmaktadır. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Eser Tutel’dir. 1978’de Türkiye’de bir derginin ABD’de bir üniversitede yapılan gizli bir toplantıyı bir ay önceden haberleştirmesi nereden bakılır ise bakılsın çok önemli bir gelişmedir.
[10]Mark Byrdman, “Balkanization plan gains momentum”, EIR, Executive Intelligence Review, September 9, 1980, s.39
[11]Israel Shakak, The Zionist Plan for he Middle East içinde Oded Yinon, A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties,, 
s.10
[12]Age s,13-14
[13]Age, s.17
[14]Age, s. 17
[15]Ralph Schoenman, Siyonizmin Gizli Tarihi, Kardelen Yayınları, İstanbul 1992, s. 103-108
[16]Profesör Noam Chomsky, The Fateful Triangle: The United States, Israel, and the Palestinians,1983’den aktaran Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, 68. Baskı, Umay Yayınları, İzmir s. 67
[17]Milliyet, 22 Haziran 2010, Güneri Cıvaoğlu, “ABD’li yarbay”
[18]Bernard Lewis, Rethinking the Middle East, Foreign Affairs, 1991
[19]Eric Wallberg, Yeni Türkiye, yeni Mısır’la Birlikte İsrail’i ‘Kontrol’ Edebilir, Turquie diplomatique, 15 Mart-15 Nisan 2011, sayı 26, s. 1 ve 38
[20]Richard Perle, “A Clean Break:A New Strategy for Securing the Realm”
[21]Wesley K Clark, “Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire” , 2004, s.130[22]MAHDİ Darius Nazenroaya, “Orta Doğu sınırlarını yeniden 
çizme planları:Yeni Orta Doğu projesi” 
http://medyasafak.net/haber/1670/nazemroaya--ortadogu-sinirlarini-yeniden-cizme-planlari--yeni-ortadog
[23]Makalenin Türkçesi için bkz. 
http://entellektuel.s4.bizhat.com/entellektuel-post-6179.html
[24]New York Times, September 28, 2013, Robin Wright, “Imagining a Remapped Middle East”
[25]F. William Engdahl,Egypt’s Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?, 
www.globalresearch.ca/egypts- revolution-creative-destruction–for-a-greater-middle-east
[26]Age,s.1
[27]F. William Engdahl,Egypt’s Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?, s.4
[28]Rand Amerikan Hava Kuvvetlerinin desteklediği bir düşünce kuruluşudur.
[29]NATO-El Kaide işbirliği konusunda yaygın bilgi arasından iki tanesi burada anılmaktadır. The 
"Liberation" of Libya: NATO Special Forces and Al Qaeda Join Hands "Former 
Terrorists" Join the "Pro-democracy" Bandwagon by Prof. Michel Chossudovsky,
www.globalresearch.com ve 
www.telegraph.co.uk/news/worldnews/africaandindianocean/libya/8391632/Libya-the-West-and-al-Qaeda-on-the-same-side.html
[30]Voltairenet.org, “Berlusconi says Lİbyans love Qaddafi:as Italians protest against NATO”
[31]Yemen’de olayların akışını özetleyen bilgi notu 21YYTE araştırmacısı Özdemir Akbal tarafından hazırlanmıştır.
[32]Alastair Crooke’nin15 Temmuz 2011’de Asia Times’da yayınlanan makalesinin Türkçesi için bkz. Turquie diplomatique, 15 
Ağustos-15 Eylül 2011, Sayı 31, s.14-15
[33]Aaron Stein, PKKISTAN: BROUGHT TO YOU BY AMERICAN AIR SUPPORT, June 22, 2015, 
http://warontherocks.com/2015/06/pkkistan-brought-to-you-by-american-close-air-support/
[34]Dilek Yiğit, İsrail ve Dürziler, 
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/07/08/8227/israil-ve-durziler
[35]ISIL İmpact on Jordon:Amman Pushes Back, Middle East Briefing, 2 July 2015, 
http://mebriefing.com/?p=1775  ve IS threat could push Jordon beyond its borders, Osma Al Sharif, Al Monitor, 1 July 2015, 
http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2015/07/jordon-intervention-ıraq-syria-isis.html  


Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com
Takip et: @umitozdag 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. 

Kurumumuz tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir. 
E-BÜLTENE-Bültenimize kayıt olarak yeni araştırmalardan haberdar olabilirsiniz    
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA
Tel: +90 312 489 18 01 
Belgegeçer: +90 312 489 18 02 
Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

****