Kofi Annan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kofi Annan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2020 Perşembe

BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 5

BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ
ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 5



Genel Sekreter Daimi Üyelerin Belirlediği Adaylardan Seçiliyor

Genel Sekreterlik, BM’in diğer organları için çalışan, onların getirdiği program ve politikaları yönetip, uygulayan organdır. Genel Sekreter, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin önerisi üzerine altı yıllık bir dönem için atanır, görev süresi uzatılabilir. Genel Kurula BM çalışmaları üzerine yıllık rapor sunar; uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak değerlendirdiği durumlarda Güvenlik Konseyi'ni uyarabilir; uluslararası anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapabilir. Genel Sekreter, BM’in üst yönetim görevlisidir. Örgüt’ün Adalet Divanı dışında kalan ana organlarının toplantılarına
katılır. Çalışmalarını New York’taki BM binasında yürüten genel sekreter aynı zamanda BM'nin Cenevre'deki bürosunun çalışmalarını da denetler. Genel sekreter bunların dışında adeta Birleşmiş Milletler'in gayri resmi olarak sözcüsü ve liderliğini görevini de üstlenir.

Görüldüğü gibi oldukça önemli bir konumda olan genel sekreterlik makamı adeta genel kurul ile güvenlik konseyinin arasını yapan bir bakıma üye devletlerin çoğunun sesini güvenlik konseyine ileten aracı vazifesi görmesi beklenir. Ancak genel sekreter olarak seçilecek kişinin güvenlik konseyi tarafından belirlenip genel kurula önerilmesi söz konusu seçimin liyakate (meritocracy) göre değil de sanki daimi üyelerin çıkarlarına hizmet edecek tarzda seçildiğini bu konuda gizli pazarlıklar yürütüldüğü şeklinde algılanmasına neden olmaktadır. Kısacası
genel sekreter seçiminin şeffaf olmadığını ifade etmektedirler. Zira BM Genel Sekreteri’nin seçimi konusunda da daimi üyelerin veto kartı sürekli ceplerindedir. Bu nedenle Genel Sekreterlerin daimi üyeleri kızdırabilecek işlere girmekten çoğunlukla kaçındıklarını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu nedenle genel sekreterin seçimi noktasında genel kurulun belirleyici olması ve demokratik yöntemlerle açık ve şeffaf bir seçimle genel sekreterin seçilmesi yönünde reform talebinde bulunmaktadırlar. Bunun yanında talep edilen bir başka konuda genel sekreterlik bünyesinde yer alan diğer önemli bürokratik pozisyonlarında çoğunlukla daimi üyelerin vatandaşları tarafından işgal edilmesidir. Öyle genel sekreterlik içindeki birçok kilit görev de yer alan bu
kişiler BM’nin çıkarlarına hizmet etmekten çok kendi ülkelerinin çıkarlarına hizmet etmektedirler.

Genel Kurul’un Etkisi Artmalı ve Çalışma Sistemi Daha Hızlı Olmalı

BM teşkilatına üye tüm devletlerin egemen eşit devletler olarak temsil edildiği adeta bir dünya meclisi konumunda olan genel kurul bu özellikleri nedeniyle daha adil ve daha demokratik bir organ olarak görev yapmaktadır. Ancak genel kurulda birçok açıdan eleştirilmekte ve genel kurula yönelik olarak talepler gündeme gelmektedir. Bu reform talepleri daha çok şu alanlarda toplanmaktadır.106
Genel Kurul daha çok üyeye sahip olmasına rağmen güvenlik konseyi karşısında çok etkisiz ve silik kalmaktadır. Bu nedenle genel kurulun rolü ve otoritesi artırılmalıdır.
Genel Sekreterin seçiminde genel kurul güvenlik konseyinin belirlediği adayların seçimini yapmaktadır. Bunun yerine genel kurulun seçeceği genel sekreter adaylarını güvenlik konseyi onaylamalıdır. Bu şekilde genel sekreter daha çok üye devletin katılımıyla seçileceğinden daha demokratik bir seçim olacaktır.
Genel Kurulun çalışma sistemi çok yavaş ve hantal bir yapıdadır. Bir kararın alınabilmesi için çok uzun zaman ve bürokratik aşama gereklidir. Bu nedenle üyelerin daha hızlı karar alabilmeleri için bürokratik işlemler azaltılmalı ayrıca çalışma komiteleri daha işlevsel hale getirilmelidir.

BM’NİN GELECEĞİ İLE İLGİLİ SENARYOLAR

BM teşkilatı özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemle birlikte büyük bir güven krizi içine girmiştir. Teşkilatın bu krizden nasıl çıkacağı hayata geçireceği reformlara ve kaybettiği siyasi kararlılığını yeniden kazanıp kazanamayacağına bağlıdır. ABD öncülüğündeki çok uluslu gücün 2003 Martında Irak’a karşı açtığı savaş, kolektif güvenlik mekanizmasının büyük yaralar almasına neden oldu ve bu mekanizmanın artık işlemediği ile ilgili yargıların tartışılmasına yol açtı.107 9 Mart tarihli New York Times’in başyazısında vurgulandığı gibi, bu savaşın ilk kurbanı BM’dir. Her ne kadar BM görkemli binası ve bütün kurumları ile hala
varlığını koruyor görünse de, üç yıl önce dünya kamuoyunun bu kuruluşa atfettiği değer ile Irak savaşı sonrasında dünya halkları nezdindeki meşruiyeti ve güvenilirliği arasında büyük bir fark vardır.108

BM’nin içinde bulunduğu meşruiyet krizinin aşılması konusunda kısa vadede ne yazık ki yakın gelecekte olumlu bir değişim görülmemektedir. Anakronik yapı, orantısız temsil sorunu, veto yetkisinin sınırlı sayıda üyeye verilmiş olması, finansal sorunlar, siyasi kararlılık eksikliği, kolektif güvenlik mekanizmasının işlevsiz hale gelmesi, bölgesel entegrasyon ve yapılanmaların (AB gibi) giderek daha etkili olması, uluslararası toplumun BM’ye olan güvenin sarsılması vb. gibi bir dizi sorun içinde BM’nin meşruiyet krizini en azından öngörülebilir bir gelecekte aşabileceğini iddia etmek çokta mantıklı görünmediğini söylemememiz mümkündür.
Mevcut ve önümüzdeki dönemde yaşanabilecek potansiyel gelişmeler dikkate alınarak BM’nin geleceği konusunda 4 farklı senaryonun gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. 

Buna göre;
Olumlu Senaryo: BM, kurumsal etkinliğini artırıp tüm üyelerin güvenini kazanarak ve uluslararası sistemde belirleyici, yönlendirici güce sahip bir örgüte dönüşebilir. Bu senaryonun gerçekleşmesi için teşkilatın özellikle güvenlik sorunlarının çözümünde kınama ve uyarma dışında kolleftif güvenliği tehlikeye atan hangi güç olursa olsun karar alıp askeri müdahale seçeneğini kullanması ve alacağı kararların uluslararası kamuoyu tarafından onaylanması gerekmektedir.
Karamsar Senaryo (Statükoyu Koruma): BM’nin şu anki görünümünde önemli bir değişim yaşanmayabilir ve örgüt varlığını sürdürse de etkinliğini iyice yitirebilir. Bu durumda örgüt by pass edilerek sorunların çözümünde güvenlik konseyi kararı aranmadan ABD’nin yaptığı gibi güvenlik sorunlarına müdahale edilebilir. Bu senaryo esasında kısa vadede olması beklenen senaryo olarak görülebilir. Zira mevcut daimi üyeler kendi saygınlar kulübüne yeni üye kabul
etme konusunda isteksiz görünmektedirler.

  Olumsuz Senaryo: BM tıpkı kendinden önceki selefi olan Milletler Cemiyeti gibi ortadan kalkabilir. Esasında bu senaryonun gerçekleşme ihtimalide yakın gelecekte pek mümkün görünmemektedir. Her ne kadar BM teşkilatı güvenlik sorunlarının çözümünde başarısız olsa da devletleri tek çatı altında toplayabilen en büyük evrensel örgüt konumundadır. Ayrıca sağlık, çevre, sosyal gelişim gibi alanlarda büyük başarılar elde etmiştir. Bu nedenle eğer dünyada çok büyük bir skandal ya da büyük bir savaş çıkmadığı sürece teşkilatın MC ile aynı kaderi paylaşması uzak bir ihtimaldir.

Olası Senaryo: BM içindeki meşruiyet ve güven krizi orta ve uzun dönemde aşılamazsa yükselen güçlerin önderliğinde (Almanya, Japonya, Brezilya, Hindistan, Türkiye, İtalya, Güney Kore gibi) BM’ye alternatif bir 3. Nesil teşkilatın kurulması gündeme gelebilir. Bu senaryo şu aşamada gerçekleşmesi uzak görülse de güvenlik konseyinin yapısında bir değişiklik olmaması durumun da veya orantısız temsil sorunu çözülmezse söz konusu bu güçler belki diğer daimi üyelerden bazılarını örneğin Rusya ve Çin’i de aralarına alarak BM
teşkilatına alternatif bir örgüt kurabilir.

Sonuç:

Dünya siyasi tarihinde evrensel anlamda, dünya devletlerini kendi bünyesinde toplayan ilk siyasi örgüt olan Birleşmiş Milletlerin temel kuruluş nedeni, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasıdır. İkinci Dünya Savaşında insanlığın yaşadığı büyük yıkım ve acıların bir daha tekrarlanmaması için dünya halklarının tümünü kapsayacak bir örgüt gereksinimi doğmuş ve savaştan galip çıkan devletlerin önderliğinde, bugünkü bilinen yapısıyla BM teşkilatı kurulmuştur. Kuruluşundan hemen sonra, dünyanın siyasal olarak iki kutuplu bir yapıya
dönüşmesi nedeniyle, soğuk savaş yıllarında BM kendisinden beklenen görevleri ve liderliği istenildiği ölçüde yerine getirememiştir. Ancak yine de sömürge altında bulunan devletlerin bağımsız olmalarını kolaylaştırmak, uluslararası hukuk kurallarının yerleşmesine yardımcı olmak, dünya devletleri arasında daimi bir diyalog sağlayan ortak bir platform olmak gibi önemli işlevleri de yerine getirmiştir. Bir başka deyişle tüm devletleri bir arada toplayan bir çatı vazifesi görmüştür ve günümüzde de hala bu işlevini sürdürmektedir.

  BM’nin kuruluşundan günümüze kadar geçen yaklaşık 70 yıllık süre incelendiğin de teşkilatın bazı alanlarda büyük başarı elde ederken bazı alanlarda özellikle de uluslararası güvenlik sorunlarının çözümü ve dünyada barış sağlama noktasında büyük başarısızlıklar elde etmiştir.

Kuşkusuz güvenlik gibi ciddi konularda teşkilatın başarısız olmasında en önemli sebeplerden biri teşkilatın çekirdeği konumunda yer alan güvenlik konseyi ve bu konseyde yer alan ayrıcalıklı konumda bulunan diğer üye devletlerden “daha eşit ve daha egemen” olan daimi üyelerin varlığıdır. Öyle ki bu üyeler sahip oldukları veto yetkisi sayesinde güvenlik ve barış tesis etme noktasında diğer devletler adına karar alırken barış ve adalet gibi felsefisoyut kavram ve değerleri göz önünde bulundurarak değil; tam tersine, öncelikle kendi ulusal çıkarlarını düşünerek karar verdikleri görülmektedir. Bu sebeple tıpkı günümüzde
olduğu gibi birçok sorun geçmişte de bir türlü çözülememiştir. Yaşanan tecrübeler BM gibi tarihin en büyük küresel organizasyonunun işlerliğinin öncelikle Güvenlik Konseyinin daimi üyelerinin tutumlarına ve diğer üye devletlerin yaklaşımlarına bağlı olduğunu göstermektedir.
   Böyle bir organizasyonun uluslararası güvenlik sorunlarında daha aktif ve adilane rol oynayabilmesi için Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin ayrıcalıklarının Genel Kurul tarafından dengelenebilir bir yapıya kavuşturulması kaçınılmaz görünmektedir.

Bu nedenle geçmişte olduğu gibi BM teşkilatına yöneltilen eleştirilerin odağında güvenlik konseyi ve konseyin ayrıcalıklı konumda bulunan daimi üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti yer almaktadır. Her ne kadar 2. Dünya Savaşı sonrası dünyadaki siyasi dengelerin korunması amacıyla realist bir bakış açısıyla oluşturulan bu daimi üyelik sistemi o dönem için dünyadaki güç dengelerini yansıtsa da günümüz şartlarında bu devletlerden İngiltere, Fransa ve Rusya’nın dünya siyasetinde ağırlıkları azalmış durumdadır. Öyle ki bugün Almanya ve Japonya’nın ekonomik ve siyasi gelişmişlik düzeyleri bu devletlerden daha fazladır. Bu bakımdan söz konusu daimi üyelerin günümüz
dünyasında güç dengelerini yansıttığı söylenemez.

   Güvenlik Konseyi’nin en çok eleştiri alan ve en çok reform edilmesi istenen başlıca 2 alan bulunmaktadır. 
Bunlar:
Daimi Üyeler Arasında Oybirliği esasına göre karar alınması ve Veto Yetkisi’nin ulusal çıkarlara göre kullanılması: Buna göre güvenlik konseyi kararlarını daimi üyelerin veto hakkını kullanmamaları şartıyla ve 2/3 çoğunlukla almaktadır. Yani bugün için 15 üyeli güvenlik konseyinde bir karar çıkabilmesi için aranan çoğunluk 9/15’tir. Esasında söz konusu oran teknik olarak doğru olsa da asıl eleştiri daimi üyelerin gösterdikleri tavırdan kaynaklanmaktadır. Çünkü daimi üyeler ulusal çıkarları söz konusu olduğunda, konu dünya barışını ilgilendirse bile adım atmamakta ve BM’ye de adım attırmamaktadır. Bir başka deyişle daimi üyeler sorunları kendileri çözmediği gibi veto yetkileri sayesinde komple
BM teşkilatını da kilitlemek suretiyle diğer devletlerin sorunu çözmelerini de
engellemektedir.109 Zira BM güvenlik konseyi kararı olmadan bir ülkenin başka bir ülkedeki bir soruna askeri güç kullanarak müdahale etmesi uluslararası hukuk açısından meşru görülmemekte müdahaleyi yapan devletin uluslararası kamuoyunda prestij kaybetmesine neden olmaktadır. Elbette bu durum güçlü devletler açısından bir sorun teşkil etmemektedir.

Örneğin ABD’nin 20 Mart 2003’te güvenlik konseyi kararı olmadan Irak’ı vururken eli kolu bağlı, sessizce bekleyip, hiç bir karar alamaması BM bu tavrıyla; İtalya Habeşistan’ı ve Japonya Mançurya’yı işgal ederken sessiz kalan Milletler Cemiyeti’nin konumuna düşmüştür.

  Daimi Üyelerin BM Teşkilatı İçinde Orantısız Ağırlığa Sahip Olması: BM ilk
kurulduğunda 51 devlet teşkilat içinde yer alıyordu. Bu dönemde daimi üye sayısı bu devletler için yeterli olarak görülse de günümüzde BM’ye üye devlet sayısı 193’e ulaşmıştır. Bir başka deyişle BM’nin kapasitesi kuruluşuna göre yaklaşık 4 kat artmıştır. Toplam üye sayısı artarken daimi üyelerin sayısının artmamış olması açıkçası daimi üyelerin saygınlığını daha da katmerli hale getirmiştir. Zira bu üyelerin sahip olduğu veto yetkisi tüm üyelerin üzerinde
uzlaştığı bir kararın alınmasını engelleyebilmektedir. Veto imtiyazı kullanılmasa bile bu yetkiyi kullanma tehdidinin yapılması dahi, Konsey’den geçecek kararların daimi ülkelerin istediği formata çekilmesine yetmektedir. Veto yetkisi, BM Genel Sekreterinin seçilmesi ve BM Antlaşmasının değiştirilmesi gibi kritik meselelerde de devreye girmektedir. Bu durum, beş daimi üyenin tüm BM teşkilatı üzerinde orantısız bir ağırlığa ve güce sahip olması sonucunu doğurmuştur.

   Güvenlik konseyine getirilen bu eleştirilerin kuşkusuz haklılık payı yüksektir. Bu nedenle dünya siyasetinde halihazırda gerek ekonomik gerekse siyasi olarak belirli bir konumda olan başta G-4 ülkeleri olarak ifade edilen Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler BM teşkilatının yeni daimi üyeleri olmak için büyük çaba göstermektedirler. Bunun dışında Türkiye’ninde içinde bulunduğu sayıları 50’den fazla olan Oydaşma İçin Birlik Grubu üyeleri de daimi üye sayısının arttırılmasından çok veto sisteminin kısıtlanması ve kararların
konseydeki üyelerin çoğunluğuna göre alınmasını önermektedir. Bunun dışında Afrika Grubu olarak adlandırılan devletler ise, Güvenlik Konseyi’nin ağırlıklı gündeminin Afrika ülkeleri olmasına rağmen Afrika kıtasının Konsey’de yeterli oranda temsil edilmediğini ve en az 2 daimi üyeliğin kendilerine verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Zira BM içinde üye devlet sayısı bakımından ilk sırada olmasına rağmen daimi üyelik dışında bırakılması dünya barışına hizmet etmemektedir.110 
   Diğer bir konu da daimi üyeler arasında Müslüman bir ülkenin olmayışıdır. Dört Hıristiyan ve bir de Taoist ve Budist ülkenin olduğu küçük ve etkili bu
masada Müslüman dünyasından bölgesel güce ulaşmış, demokratik değerleri benimsemiş ve bölgesel sorunlara çözüm arayan bir ülkenin yer alması gereklidir.
Tüm bu eleştiriler ve reform talepleri uzun yıllardan beri dile getirilse de değişim taleplerine karşı direnç gösterenlerin savundukları argüman üye sayısının artmasının ya da değişime uğratılmasının kaosa sebebiyet vereceğidir. Çünkü üye sayısının artması karar alınmasını daha da zorlaştıracaktır zira 5 daimi üye arasında bile karar almak zorken 9 veya 15 daimi üye arasında karar almak daha zor hale gelecektir denilmektedir. Bu sorunu aşmak bazı ülkelerce
önerilen reformlardan biri veto yetkisinin sınırlandırılması ya da kaldırılması 
Bu öneriler arasında, bir kararın geri çevrilmesi için en az iki ya da üç daimi üyeden veto görmesi ya da veto hakkının kullanılabileceği konuların sınırlandırması teklifleri bulunmaktadır.

Bu sınırlandırma konusunda en hayati husus ise, üçte iki çoğunlukla BM Şartında yapılacak değişikliklerde veto kartının kullanılamamasının sağlanmasıdır. Bunun yapılabilmesi için de bu yönde alınacak bir değişiklik kararının mevcut daimi üyelerce veto edilmemesi gereklidir.

BM Antlaşmasında değişiklik yapılmasını gerektiren bu isteklerin nasıl karşılanabileceği ise yine BM Şartında düzenlenmiştir. Bunun için Genel Kurul’un nitelikli onayının (üçte iki oy çokluğu) alınması ve 5 daimi üyenin bunu veto etmemesi gereklidir. Tabii burada veto kartını elinde tutan daimi üyelerin pozisyonları ve ne diyecekleri önem kazanmaktadır. ABD, Japonya ve Hindistan’ın daimi üyeliğine razı olabileceğini ve az sayıda da olsa geçici
üyeliklerin artabileceğini düşünmektedir. Fransa ve İngiltere ise G-4’ün daimi üyeliğini desteklemekte ve Konseyin sayısal anlamda özellikle birkaç Afrika ülkesini de içine alacak şekilde genişlemesine sıcak bakmaktadır. Rusya ve Çin ise Hindistan’ın daimi üyeliğini desteklediklerini açıklamışlardır.111

  2009 yılında Fransa ve İngiltere soruna ara bir çözüm bulmak için ilginç bir öneride bulunmuşlardır. Buna göre; Konsey’in daimi üyeliğine aday ülkelerin Konsey’de belirli bir deneme sürecine alınması ve bu sürecin sonunda yapılacak değerlendirmenin ardından daimi üyelikleri hakkında bir karar verilmesidir. Bu önerinin altında yatan düşünce, yükselen taleplerin kısmen de olsa karşılanması ve daimi üyeliğe istekli ülkelerin performansının daimi üye yapılmadan önce gözlenmesidir.

Güvenlik Konseyi’nin meşruiyet ve güvenilirlik sorunu ile anti-demokratik yapısı her geçen gün daha yüksek sesle tartışılmakta ve önümüzdeki dönemde de tartışılmaya devam edecektir.

Aslında problemin çözümü için yeterli sayıda öneri ve görüşler de bulunmaktadır. Ancak bulunmayan tek şey, bunun için gerekli olan yeterli istek ve iradedir. Mevcut statükonun devam etmesini kendi ulusal çıkarları için daha uygun gören daimi üyelerin tutumu, bu iradenin oluşmasının önündeki en büyük engeldir. Bu ayrıcalıklı pozisyonlarıyla dünya siyasetinde belirleyici rol oynamaya devam etmek ve bu imtiyazlı alanı, gelişmekte olan dünyayla paylaşmamak için çaba göstermektedirler. Ancak, gelişen ve değişen dünyanın, 2. Dünya Savaşından sonra belirlenen ve dünya barışının tesisine yeterli katkıyı sağlamaktan
uzak bu güç dengesine etki etmesi ve onu değiştirmesi kaçınılmazdır Gelinen noktada, BM sistemini hem şekil hem de görevler bakımından yeniden tanımlamak için BM Antlaşmasının değiştirilmesi artık kaçınılmaz bir hal almıştır. Böyle bir durumda ise, pandoranın kutusu açılacağından, üçüncü nesil bir Evrensel Örgütün hangi temel değerlere göre kurulacağı ve özellikle de kimin çıkarının, nasıl temsil edileceğine ilişkin tartışmalar bitmek bilmeyecektir. 

BM teşkilatı belki hiçbir zaman resmen feshedilmeyecektir; ama dünya politikasında oynadığı rol azaldıkça, ağırlığı ve işlevleri değişecek, merkez olma
özelliğini de yitirebilecektir. Ne yazık ki, BM’nin işlevsizleştirildiği bir ortamda,
dünyanın değişik bölgelerindeki pek çok potansiyel kriz noktasında barışı korumak ve tansiyonu düşürmek de artık kolay olmayacaktır. Bunun anlamı ise 21. yüzyılın belirsizliklerle dolu olması demektir.

Kaynakça

Alvarez, José E., “International Organizations: Then and Now”, The American Journal of International Law, Cilt. 100, No. 2, 2006, ss.324–347

Birdişli, Fikret, “Birleşmiş Milletler (BM)’in Uluslararası Sorunları Önleyebilme Yeteneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt.3, No.11, 2010, s.178, ss.172- 182

Bozkurt, Enver, Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanımı, Ankara, Nobel Yayıncılık,2003, s.31

Chan, Steve, “Power, Satisfaction and Popularity A Poisson Analysis of UN Security Council Vetoes”, Cooperation and Conflict, Cilt.38, No.1,2003, ss.339–359

Chesterman, Simon, “Legality Versus Legitimacy: Humanitarian Intervention, the Security Council, and the Rule of Law”, Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2002, ss. 293-307

Çalış, Şaban ve Erdem Özlük, “Uluslararası İlişkiler Tarihinin Yapısökümü: İdealizm- Realizm Tartışması”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, No. 18, 2007, ss.225–243

Çalış, Şaban ve Kürşat Kan, Uluslararası Örgütler ve Türkiye, Konya, Çizgi Kitapevi, 2006, s.54

Franck, Thomas M., “What Happens Now? The United Nations After Iraq", The American Journal of International Law, Cilt. 97, No.3, 2007, ss. 607–620

Franck, Thomas M. “The Power of Legitimacy and the Legitimacy of Power: International Law in an Age of Power Disequilibrium”, The American Journal of International Law, Cilt. 100, No. 1, 2006, ss. 88–106

Fromuth, Peter J., “The Making of a Security Community: The United Nations after the Cold War”, Journal of International Affairs, Cilt. 46, No.2, 1993, s. 341, ss.341 – 366

Genç, Mehmet, Birleşmiş Milletler ve Uzmanlık Örgütleri Mevzuatı Cilt 1, Bursa, Ezgi Kitapevi, 1999, s.131–144

Goulding, Marrack, “Globalization and the United Nations: New Opportunities, New Demands”, International Relations, Cilt. 14, No.4, s.62, ss.55–62
Hulsroj, Peter, “The Legal Function of the Security Council”, Chinese Journal of
International Law, Cilt. 1, No.1, 2002, s.63, ss.59–93.

Hurd, Ian, “Of Words and Wars: The Security Council’s Hard Life Among the Great Powers”, Seton Hall Journal of Diplomacy and International Relations, Cilt. 5, No.1, 2004, ss. 69–76

Karns, Margeret P. and Karen A. Mingst, “Peacekeeping and the Changing Role of the United Nations: Four Dilemmas”, United Nations Peacekeeping Operations: Ad Hoc Missions, Permanent Engagement, Ramesh Thakur and Albrecht Schnabel (eds.), Tokyo and New York, United Nations University Press, 2001, ss. 215 –237

Laurenti, Jeffrey, “Reforming the Security Council: What American Interests?”, UNA-USA Occasional Paper Series, No. 3, 1997, s. 6

Maitland, Donald, “International Order in the Twenty-First Century: the Role of the United Nations”, International Relations, Cilt. 95, No.6, 1999, ss.53–62

Makinda, Samuel M., “The United Nations and State Sovereignty: Mechanism for Managing International Security”, Australian Journal of Political Science, Cilt. 33, No.1, 1998, ss.101– 115

Morris, Justin, “UN Security Council Reform A Counsel for the 21st Century”, Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2000, ss.265 – 277

Olcay, H. Bülent ve Tarık Olcay, “Dış Politika Araçları”, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, İdris Bal (Ed.), Ankara, Lalezar Kitapevi, ss. 209 – 223

Pazarıı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri Cilt 2, Ankara, Turhan Kitapevi, 1998.

Prodl, Karin, “The Reform of the Security Council” United Nations: Law and Practice, Franz Cede (Eds.), Leiden, Brill, 2001, s. 303

Sarooshi, Danesh, The United Nations and the Development of Collective Security: The Delegation by the UN Security Council of Its Chapter VII Powers, Oxford, Oxford University Press, 2000.

Saul, Ben, “Definition of Terrorisim in the UN Security Council: 1985–2004”, Chinese Journal of International Law, Cilt. 4, No. 1, 2005, ss. 141–166
Taubman, Jarrett, “Towards A Theory Of Democratic Compliance: Security Council Legitimacy and Effectiveness After Iraq”, International Law and Politics, Cilt. 37. No.3, 2004, ss. 161 – 224

Voeten, Erik, “Outside Options and the Logic of Security Council Action”, American Political Science Review, Cilt. 95, No. 4, 2001, ss. 845 – 858

Artık, Merve Bayrakçı, Silah Ticareti Yapan Ülkelerin Yüzde 70 BM Üyesi,
http://www.timeturk.com/tr/2012/05/24/silah-ticareti-yapan-ulkelerin-yuzde-70-bmüyesi.html , (Erişim Tarihi:02.10.2013)
Assessment of Member States' contributions to the United Nations Regular budget for 2013,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/67/238, (Erişim

Tarihi:01.10.2013)

Atwood, David and Fred Tanner, “The UN Peacebuilding Commission and InternationalGeneva”,Disarmament Forum, http://www.unidir.org/files/publications/pdfs/thepeacebuilding-
commission-en-331.pdf, (Erişim Tarihi:27.09.2013)

Axworthy, Lloyd, Vetoes Underline Need to Reform UN, 08.02.2012,
http://www.globalpolicy.org/security-council/security-council-as-an-institution/the-power-ofthe-veto-0-40/general-analysis-on-the-security-council-veto/51283-vetoes-underline-need-toreform-un.html, (ErişimTarihi:05.10.2013)

Bakır, Bahar, Birleşmiş Milletler Örgütü’nde Sancılı Reform Süreci, 21.07.2005,
http://tasam.org/trTR/Icerik/285/birlesmis_milletler_orgutunde_sancili_reform_sureci, (Erişim Tarihi:03.10.2013)

Barringer, Felicity, Iraq Crisis Casts Doubts On Future Power of UN, New York Times, 09.03.2003, http://www.nytimes.com/2003/03/09/world/threats-and-responses-diplomacyiraq-
crisis-casts-doubts-on-future-power-of-un.html, (Erişim Tarihi:05.10.2013)
BM’nin Yapısı Tartışılıyor, 26.09.2013, http://www.gazete5.com/haber/bm-nin-yapisitartisiliyor- 362828, (Erişim Tarihi:04.10.2013)

Caron, David D. “The Legitimacy of the Collective Authority of the Security Council”, The American Journal of International Law, Cilt. 87. No.4,1993, ss. 552–588,
http://scholarship.law.berkeley.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2642&context=facpubs,
(Erişim Tarihi:02.10.2013)

Changing Patterns in the Use of the Veto in The Security Council,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/Changing_Patterns_in_the_Use_of_the_Veto_as_of
_August_2012.pdf , (Erişim Tarihi:01.10.2013)

Christianity by Country, http://en.wikipedia.org/wiki/Christianity_by_country, (Erişim Tarihi:05.10.2013)

Çakmak, Cenap, BM ve Bosna Soykırımı, 18.07.2008,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=167
(Erişim Tarihi: 27.09.2013)

Dünya, 5 Tane Daimi Üyenin İki Dudağının Arasına Bırakılamaz, 25.09.2013,
http://www.turkishny.com/headline-news/2-headline-news/134030-dunya-5-tane-daimiuyenin-
iki-dudaginin-arasina-birakilamaz#.Uk29MX_uoXs (Erişim Tarihi:05.10.2013)

Ertan, Fikret, Ruanda Katliamı, 10.04.2004, http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/ruandakatliami_
35459.html (Erişim Tarihi: 27.09.2013)
Financing Peacekeeping,
http://www.un.org/en/peacekeeping/operations/financing.shtml , (Erişim Tarihi:01.10.2013)

Güvenlik Konseyinde Reform İhtiyacı,
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1638/guvenlik-konseyinde-reform-ihtiyaci.aspx#, (Erişim Tarihi:05.10.2013)

List of Sovereign States in 1945,
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_sovereign_states_in_1945 , (Erişim Tarihi:01.10.2013)

Martens, Jens, The Reform of the UN Economic and Social Council (ECOSOC): A Never- Ending Story?, http://www.globalpolicy.org/social-and-economic-policy/social-andeconomic-
policy-at-the-un/reform-of-ecosoc-and-the-social-and-economic-policy-process-atthe-
un/47509.html (Erişim Tarihi:05.10.2013)
Members of the General Assembly,
http://www.un.int/wcm/webdav/site/gmun/shared/documents/GA_regionalgrps_Web.pdf, (Erişim Tarihi: 26.09.2013)

Oil-for-food chief ' took bribes, http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/4131602.stm (Erişim

Tarihi:27.09.2013)

Reform of the United Nations Security Council,
http://en.wikipedia.org/wiki/Reform_of_the_United_Nations_Security_Council,
(Erişim Tarihi:04.10.2013)

Reform Şart, 26.09.2013,
http://www.aksam.com.tr/siyaset/reform-sart/haber-247872 (Erişim Tarihi:04.10.2013)

Religion in China, http://en.wikipedia.org/wiki/Religion_in_China,
(Erişim Tarihi:05.10.2013)
Report of the High-level Panel on Threats, Challenges and Change, A/RES/59/565, s.67,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/1202report.pdf , (Erişim Tarihi:03.10.2013)

Security Council - Veto List,
http://www.un.org/depts/dhl/resguide/scact_veto_en.shtml, (Erişim Tarihi:01.10.2013)

Swart, Lydia, Revitalization of The Work of The General Assembly,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/04revitalization.pdf , (Erişim Tarihi:05.10.2013)

UN General Assembly Resolution, A/RES/1991 (XVIII), Question of equitable representation
on the Security Council and the Economic and Social Council, Adopted in 17 December
1963,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/(1991)&Lang=E&Area=RESOL
UTION (Erişim Tarihi: 26.09.2013)

United Nations Millennium Declaration, A/RES/55/2,
http://www.undemocracy.com/A-RES-55-2.pdf , (Erişim Tarihi:03.10.2013)
United Nations Regional Groups,
http://en.wikipedia.org/wiki/United_Nations_Regional_Group, (Erişim Tarihi: 26.09.2013)

Uniting for Consensus, http://en.wikipedia.org/wiki/Uniting_for_Consensus,

(Erişim Tarihi:04.10.2013)


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

43 Danesh Sarooshi, The United Nations and the Development of Collective Security: The Delegation by the UN Security Council of Its Chapter VII Powers, Oxford, Oxford University Press, 2000, s. 1–15
44 UN General Assembly Resolution, A/RES/1991 (XVIII), Question of equitable representation on the Security Council and the Economic and Social Council, Adopted in 17 December 1963,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/(1991)&Lang=E&Area=RESOLUTION
(Erişim Tarihi: 26.09.2013)
45 Karin Prodl, “The Reform of the Security Council” United Nations: Law and Practice, Franz Cede (Eds.), Leiden, Brill, 2001, s. 303
46 United Nations Regional Groups, http://en.wikipedia.org/wiki/United_Nations_Regional_Group
(Erişim Tarihi: 26.09.2013)
47 Burada bir parantez açmak gerekirse daimi üyelerden ABD kendisini herhangi bir bölgesel grup içinde tanımlamamıştır. Ancak toplantılarda Batı Avrupa ve diğer devletler grubuna katıldığından dağılımda bu şekilde gösterilmiştir. Bkz. Members of the General Assembly,
http://www.un.int/wcm/webdav/site/gmun/shared/documents/GA_regionalgrps_Web.pdf (Erişim Tarihi: 26.09.2013)
48 Ancak burada istisnai bir durum olarak BM Antlaşmasının 6. Bölüm ve 52. maddenin 3. fıkrası hükümlerince alınan kararlarda uyuşmazlığa taraf olan güvenlik konseyi üyesi devlet oylamalara katılamaz
49 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri Cilt 2, Ankara, Turhan Kitapevi, 1998, s.143
50 Mehmet Genç, Birleşmiş Milletler ve Uzmanlık Örgütleri Mevzuatı Cilt 1, Bursa, Ezgi Kitap evi, 1999, s.131– 144
51 Söz konusu 47. Madde incelendiğinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması, güvenlik konseyinin buyruğu altına konulan kuvvetlerin kullanılması ve yönetilmesi, silahsızlanmanın düzenlenmesi ve muhtemel bir silahsızlanmanın gerçekleştirilmesi için Konseye gerekli olan askeri ihtiyaçlara ilişkin her konuda güvenlik konseyine danışmanlık yapacak ve ona yardımcı olacak bir Askeri Kurmay Komitesi kurulacaktır.
52 Fikret Birdişli, “Birleşmiş Milletler (BM)’in Uluslararası Sorunları Önleyebilme Yeteneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt.3, No.11, 2010, s.178, ss.172- 182
53 Cenap Çakmak, BM ve Bosna Soykırımı, 18.07.2008,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=167 (Erişim Tarihi: 27.09.2013)
54 Fikret Ertan, Ruanda Katliamı, 10.04.2004, 
http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/ruanda-katliami_35459.html (Erişim Tarihi: 27.09.2013)
55 Peter Hulsroj, “The Legal Function of the Security Council”, Chinese Journal of International Law, Cilt. 1, No.1, 2002, s.63, ss.59–93
56 Şaban Çalış, Erdem Özlük, “Uluslararası İlişkiler Tarihinin Yapısökümü: İdealizm-Realizm Tartışması”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, No. 18, 2007 s. 229–231.
57 José E. Alvarez, “International Organizations: Then and Now”, The American Journal of International Law, Cilt. 100, No. 2, 2006, s. 325.
58 Samuel M. Makinda, “The United Nations and State Sovereignty: Mechanism for Managing International Security”, Australian Journal of Political Science, Cilt. 33, No.1, 1998, s. 105.
59 Jeffrey Laurenti, “Reforming the Security Council: What American Interests?”, UNA-USA Occasional Paper Series, No. 3, 1997, s. 6
60 Ben Saul, “Definition of Terrorisim in the UN Security Council: 1985–2004”, Chinese Journal of International Law, Cilt. 4, No. 1, 2005, s. 145.
61 Peter J. Fromuth, “The Making of a Security Community: The United Nations after the Cold War”, Journal of International Affairs, Cilt. 46, No.2, 1993, s. 341.
62 John Gerard Ruggie, “The United States and the United Nations: Towards a New Realism”, International Organization, Cilt. 39, No. 2, 1985, s. 343–356.
63 Andrea Bianchi, “Assessing the Effectiveness of the UN Security Council’s Anti-Terrorism Measures: The Quest for Legitimacy and Cohesion”, The European Journal of International Law, Cilt. 17, No. 5, 2007, s. 887.
64 James S. Sutterlin, The United Nations and Maintanance of International Security: A Challange to Be Met, New York, Preager, 1995, s.5
65 United Nations Security Council Resolution 687, S/RES/687, 03.04.1991, http://daccess-ddsny.
un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/596/23/IMG/NR059623.pdf?OpenElement (Erişim Tarihi:27.09.2013)
66 Richard W. Conroy et all, The Sanctions Decade: Assessing UN Strategies in the 1990’s, New York, Lynne Rienner, 2000, s.1–3
67 Yonatan Lupu, “Rules, Gaps and Power: Assessing Reform of the UN Charter”, Berkeley Journal of International Law, Cilt.24, No. 3, 2006, s.885, ss. 880 – 907
68 Şaban Çalış ve Kürşat Kan, Uluslararası Örgütler ve Türkiye, Konya, Çizgi Kitapevi, 2006, s.54
69 Enver Bozkurt, Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanımı, Ankara, Nobel Yayıncılık, 2003, s.31
70 H. Bülent Olcay ve Tarık Olcay, “Dış Politika Araçları”, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, İdris Bal (Ed.), Ankara, Lalezar Kitapevi, s.210, ss. 209 – 223
71 Oil For Food Programı çok eleştirilmesinin yanı sıra yolsuzluk iddialarıyla da karşılanmıştır. Varlığı sırasında Iraklı yöneticilerin ve ilgili Birleşmiş Milletler personelinin yolsuzluk yapmakta olduğu iddialar öne sürülmüştür. Programın başındaki Benon Sevan yolsuzluk iddialarına karşı çıkmış ve Çoğu Iraklının muhtaç olduğu gıdanın sağlandığını belirterek eleştirilere kulak tıkamıştır. Irak’ın işgalinin ardından ortaya çıkan belgeler ve yeni bilgiler ışığında BM teşkilatına ve genel sekreter Kofi Annan’a suçlamalar yöneltilmiş, haksız kazanç sağlanıldığı öne sürülmüştür. Programdaki yolsuzlukları araştıran Paul Volcker Komisyonu raporuna göre Irak’a satılan gıda maddeleri değerinin üzerinde bedel gösterilen ve tüketime uygun olmayan maddelerden oluşmaktaydı. Sevan’ın program süresince 150 bin dolar rüşvet aldığı da iddia edilmektedir. Bkz. Oil-for-food chief ' took bribes, http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/4131602.stm (Erişim Tarihi:27.09.2013)
72 David Atwood ve Fred Tanner, “The UN Peacebuilding Commission and International Geneva”, Disarmament
Forum, http://www.unidir.org/files/publications/pdfs/the-peacebuilding-commission-en-331.pdf (Erişim Tarihi:27.09.2013)
73 Changing Patterns in the Use of the Veto in The Security Council,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/Changing_Patterns_in_the_Use_of_the_Veto_as_of_August_2012.pdf  (Erişim Tarihi:01.10.2013)
74 1946–2012 yılları arasında verilen toplam 271 veto içinde 59’u BM’ye üye olmak için başvuran yeni devletlerin kabulünü engellemek için verilirken 43 veto ise Genel Sekreterlik aday gösterilenlerin kişilerin adaylıklarını engellemek için verilmiştir.
75 Security Council - Veto List, http://www.un.org/depts/dhl/resguide/scact_veto_en.shtml (Erişim Tarihi:01.10.2013)
76 Ian Hurd, “Of Words and Wars: The Security Council’s Hard Life Among the Great Powers”, Seton Hall Journal of Diplomacy and International Relations, Cilt. 5, No.1, 2004, s. 70.
77 List of Sovereign States in 1945, http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_sovereign_states_in_1945  (Erişim Tarihi:01.10.2013)
78 Marrack Goulding, “Globalization and the United Nations: New Opportunities, New Demands”, International Relations, Cilt. 14, No.4, s.62.
79 Erik Voeten, “Outside Options and the Logic of Security Council Action”, American Political Science Review, Cilt. 95, No. 4, 2001, s.845.
80 Simon Chesterman, “Legality Versus Legitimacy: Humanitarian Intervention, the Security Council, and the Rule of Law”, Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2002, s. 303.
81 Donald Maitland, “International Order in the Twenty-First Century: the Role of the United Nations”, International Relations, Cilt. 95, No.6, 1999, s. 53 – 55.
82 Justin Morris, “UN Security Council Reform A Counsel for the 21st Century”, Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2000, s.266.

83 Assessment of Member States' contributions to the United Nations Regular budget for 2013,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/67/238 (Erişim Tarihi:01.10.2013)
84 Financing Peacekeeping, http://www.un.org/en/peacekeeping/operations/financing.shtml
(Erişim Tarihi:01.10.2013)

85 Jarrett Taubman, “Towards A Theory Of Democratic Compliance: Security Council Legitimacy and Effectiveness After Iraq”, International Law and Politics, Cilt. 37. No.3, 2004, s.191–196.
86 Steve Chan, “Power, Satisfaction and Popularity A Poisson Analysis of UN Security Council Vetoes”, Cooperation and Conflict, Cilt.38, No.1,2003, s.341.
87 Thomas M. Franck, “The Power of Legitimacy and the Legitimacy of Power: International Law in an Age of Power Disequilibrium”, The American Journal of International Law, Cilt. 100, No. 1, 2006, s.9

88 David D. Caron, “The Legitimacy of the Collective Authority of the Security Council”, The American Journal of International Law, Cilt. 87. No.4,1993, s.558–562, ss. 552 – 588
http://scholarship.law.berkeley.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2642&context=facpubs,
(Erişim Tarihi:02.10.2013)
89 Margeret P. Karns and Karen A. Mingst, “Peacekeeping and the Changing Role of the United Nations: Four Dilemmas”, United Nations Peacekeeping Operations: Ad Hoc Missions, Permanent Engagement, Ramesh Thakur and Albrecht Schnabel (eds.), Tokyo and New York, United Nations University Press, 2001, s.228.
90 Söz konusu bu sıralamada 5. sırada Almanya bulunurken Çin 6. sırada yer almaktadır.
91 Merve Bayrakçı Artık, Silah Ticareti Yapan Ülkelerin Yüzde 70 BM Üyesi,
http://www.timeturk.com/tr/2012/05/24/silah-ticareti-yapan-ulkelerin-yuzde-70-bm-uyesi.html  (Erişim Tarihi:02.10.2013)
92 United Nations Millennium Declaration, A/RES/55/2, http://www.undemocracy.com/A-RES-55-2.pdf  (Erişim Tarihi:03.10.2013)
93 Bahar Bakır, Birleşmiş Milletler Örgütü’nde Sancılı Reform Süreci, 21.07.2005
http://tasam.org/tr-TR/Icerik/285/birlesmis_milletler_orgutunde_sancili_reform_sureci (Erişim

Tarihi:03.10.2013)
94 Report of the High-level Panel on Threats, Challenges and Change, A/RES/59/565, s.67,

http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/1202report.pdf   (Erişim Tarihi:03.10.2013)
95 Report of the High-level Panel on Threats, Challenges and Change, A/RES/59/565, s.68,

http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/1202report.pdf (Erişim Tarihi:03.10.2013)
96 191 Üyeli Genel Kurulda Karar kabul edilmesi için 128 ülkenin desteğinin alınması gerekmektedir. 193 Üye için ise en az 129 oy gereklidir.
97 BM’nin Yapısı Tartışılıyor, 26.09.2013, http://www.gazete5.com/haber/bm-nin-yapisi-tartisiliyor-362828 (Erişim Tarihi:04.10.2013)
98 Reform of the United Nations Security Council,
http://en.wikipedia.org/wiki/Reform_of_the_United_Nations_Security_Council (Erişim Tarihi:04.10.2013)
99 Uniting for Consensus, http://en.wikipedia.org/wiki/Uniting_for_Consensus (Erişim Tarihi:04.10.2013)
100 Reform Şart, 26.09.2013, http://www.aksam.com.tr/siyaset/reform-sart/haber-247872 (Erişim Tarihi:04.10.2013)
101 Lloyd Axworthy, Vetoes Underline Need to Reform UN, 08.02.2012,
http://www.globalpolicy.org/security-council/security-council-as-an-institution/the-power-of-the-veto-0-
40/general-analysis-on-the-security-council-veto/51283-vetoes-underline-need-to-reform-un.html (Erişim Tarihi:05.10.2013)
102 Dünya, 5 Tane Daimi Üyenin İki Dudağının Arasına Bırakılamaz, 25.09.2013,
http://www.turkishny.com/headline-news/2-headline-news/134030-dunya-5-tane-daimi-uyenin-iki-dudagininarasina-
birakilamaz#.Uk29MX_uoXs (Erişim Tarihi:05.10.2013)
103 Christianity by Country, http://en.wikipedia.org/wiki/Christianity_by_country (Erişim Tarihi:05.10.2013)
104 Religion in China, http://en.wikipedia.org/wiki/Religion_in_China (Erişim Tarihi:05.10.2013)
105 Jens Martens, The Reform of the UN Economic and Social Council (ECOSOC): A Never-Ending Story?,
http://www.globalpolicy.org/social-and-economic-policy/social-and-economic-policy-at-the-un/reform-ofecosoc-
and-the-social-and-economic-policy-process-at-the-un/47509.html (Erişim Tarihi:05.10.2013)
106 Lydia Swart, Revitalization of The Work of The General Assembly,
http://www.globalpolicy.org/images/pdfs/04revitalization.pdf (Erişim Tarihi:05.10.2013)
107 Thomas M. Franck, “What Happens Now? The United Nations After Iraq”, The American Journal of International Law, Cilt. 97, No.3, 2007, s.617.
108 Felicity Barringer, Iraq Crisis Casts Doubts On Future Power of UN, New York Times, 09.03.2003,
http://www.nytimes.com/2003/03/09/world/threats-and-responses-diplomacy-iraq-crisis-casts-doubts-on-futurepower-of-un.html  (Erişim Tarihi:05.10.2013)
109 Örneğin, soğuk savaş döneminde daimi üyelerin de dolaylı ya da doğrudan tarafı olduğu savaşlar ve silahlı çatışmalar, Güvenlik Konseyi’nin sadece izlemekle yetindiği konular olmuştur. Vietnam savaşı, İsrail-Filistin meselesi, Sovyetlerin Afganistan işgali, İngilizlerin Süveyş Kanalı saldırısı, Fransızların kanlı Cezayir işgali ya da Çin’in Kore Savaşındaki tutumu bunun birkaç örneğidir
110 2005 yılında G–4 ülkeleri, Afrika grubunu da yanlarına çekebilmek adına, kendi üyeliklerinin yanında iki Afrika ülkesine de daimi üyelik statüsü verilmesini teklif etmişlerdir.
111 Güvenlik Konseyinde Reform İhtiyacı, 27.09.2011,
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1638/guvenlik-konseyinde-reform-ihtiyaci.aspx# (Erişim Tarihi:05.10.2013)



***

BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 4


BM GÜVENLİK KONSEYİNİN ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARININ
ÇÖZÜMÜNDE ROLÜ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ. BÖLÜM 4



REFORM TALEPLERİ VE BM TEŞKİLATININ GELECEĞİ

BM sistemi elbette sadece güvenlik konseyinden ibaret bir yapı değildir. Ancak
teşkilatın en kilit ve en hayati organı konsey olduğundan güvenlik konseyine karşı artan güvensizlik doğrudan bir bütün olarak BM teşkilatının geleceğini tehdit eder hale gelmiştir. Öyle ki insani kalkınma, çevre, sağlık, bilim kültür, çalışma hayatı hatta turizm alanında bugüne kadar dünya çapında başarılı projeler geliştirip uygulayan ve evrensel değerlerin tüm dünyaya yayılmasında büyük katkısı olan BM teşkilatı güvenlik ve barış tesis etme noktasında özellikle 1990 sonrası dönemde başarısız olmaktadır. Bu durum adeta BM teşkilatının elde ettiği bu başarıların sırf güvenlik konseyinin asıl amacını icra edememesi yani uluslararası sisteme barış ve güvenlik getirememesinden dolayı adeta sıfır ile çarpılmasına neden olmaktadır.

Gelinen noktada güvenlik konseyinin dışında artık BM teşkilatının meşruiyeti ve geleceği artık sorgulanır hale gelmiştir. Şimdi üye devletler kendilerine şu soruları sormaktadırlar, Biz BM’yi neden kurduk? ve Bu teşkilat ne işe yarar. Şüphesiz kollektif güvenliği sağlamak için kurulan bu teşkilat güvenlik konseyinde yaşanan tıkanıklık nedeniyle artık bırakın kollektif güvenlik sağlamayı başlı başına kollektif güvenlik sorunlarının çıkmasına veya var olan mevcut güvenlik sorunlarının artmasına neden olmaktadır.

Bu nedenle 1997 yılında dönemin BM Genel Sekreteri olan Kofi Annan, örgütte ilk yapılacak işin kapsamlı ve etkin bir reform süreci olacağı yönünde beyanatlar vermesiyle birçok reform paketi gündeme gelmiştir. Ancak bu reform paketlerinin çoğu ya çok spesifik bir alanı kapsamıştır ya da üye devletler tarafından kabul görmemiştir. Bu bağlamda 6–11 Eylül 2000 tarihinde gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Milenyum Zirvesi, örgüt sistemi konusunda yeni perspektiflerin ortaya konması gerektiğinin altını çizerken bunun yapılmaması durumunda örgütün geleceğine değil mevcudiyetine yönelik büyük tehlikelerin ortaya çıkacağını
vurgulamıştır. Bu kapsamda ilk olarak 8 Eylül 2000 tarihinde BM Genel kurulunda kabul edilen Milenyum Deklarasyonu ile teşkilatın yeniden yapılanmasına yönelik ilk adımın atıldığını söylemek mümkündür. Temel olarak aşağıda yer alan 8 bölüm ve 32 maddeden oluşan söz konusu deklarasyon 189 üye ülkenin liderleri tarafından kabul edilmiştir.92

Değerler ve Prensipler: Özgürlük, Eşitlik, Dayanışma, Hoşgörü, Doğaya Saygı,
Sorumlulukların paylaşılması alt başlıklarını içeriyordu.

Barış, Güvenlik ve Silahsızlanma
Gelişme ve Fakirliğin yok edilmesi
Ortak Çevrenin Korunması
İnsan Hakları, Demokrasi ve İyi Yönetişim
Savunmasızların Korunması
Afrika’nın Özel İhtiyaçları İçin Toplanılması
BM’nin Güçlendirilmesi
Milenyum Zirvesi bağlamında örgütün yeniden yapılanma sürecinde yol haritası şu şekilde çizilmiştir: 

21. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verebilmek için örgütün gerçek anlamda yapısal
reform sürecine girmesi, üye ülkeler arasında öncelikler konusunda net bir görüş birliğinin sağlanması ve günlük işleyişin daha az müdahaleci bir biçimde denetlenmesi gerekmektedir.
Esasında bu zirvede asıl vurgulanan örgütün nüfuzunun gücünden değil, küresel normların oluşturulması ve sürdürülmesinde oynadığı rolden kaynaklandığının altının çizilmesidir.
Dolayısıyla örgütün hem etkin bir işleyiş göstermesi hem de tartışılmaz bir meşruiyete sahip olması için öncelikle Güvenlik Konseyi reformunu gerçekleştirmek ardından da sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve vakıflarla ilişkilerini güçlendirmelidir.93

Bu deklerasyonun bir bakıma devamı olarak BM’nin eski genel sekreteri Kofi Annan’nın 2005 yılında yayımladığı ilerleme raporuyla özellikle güvenlik konseyinin mevcut yapısına yönelik reform alternatiflerini sundu iki model içeren planın kapsamı şu şekildeydi.

Model A:

Daimi üyelik için veto yetkileri olmayan 6 yeni üye devlet ile 2 yıllık dönem için seçilecek olan 3 yeni geçici üyenin konseye katılmasını öngörüyordu. Annan’nın bu modeline göre güvenlik konseyinde toplam 24 üye devlet olacak ve bölgesel dağılımları şu şekilde olacaktı.

Bu tablodan da görüleceği gibi bölgelere göre üye devletler güvenlik konseyinde en azından sayısal olarak eşit olarak temsil edilecekti. Ancak yeni katılacak daimi üyelere veto yetkisinin verilmemesi oldukça ilginçtir. Diğer taraftan Model A’da öngörülen sistemle Afrika’dan bir ve Arap Birliği ülkelerinden bir üye olmak üzere 2 devlet ve bunlara ek olarak ta Almanya, Japonya, Brezilya ve Hindistan'ın da yeni daimi üyeler arasında olmasını kapsıyordu.




Tablo 6: Kofi Annan Tarafından Güvenlik Konseyi’nin Yapısını Değiştirmek İçin Önerilen Model A’ya göre Üye Dağılımı 94

 Model B: 

Daimi üyelik için veto yetkileri olmayan 8 yeni üye devlet ile 2 yıllık dönem için 1
yeni üye devletin seçilmesini öngörüyordu. Ancak bu modelin can alıcı noktası veto yetkileri olmayan 8 yeni devletin 4 yıllık dönüşümle seçilmesini öngörüyordu. Annan’nın bu modeline göre güvenlik konseyinde yine Model A’da olduğu gibi toplam 24 üye devlet olacak ve bölgesel dağılımları şu şekilde olacaktı.




Tablo 7: Kofi Annan Tarafından Güvenlik Konseyi’nin Yapısını Değiştirmek İçin Önerilen Model B’ye göre Üye Dağılımı 95

Her iki model de incelendiğinde esasında güvenlik konseyindeki temel mantığın
değişmediğini söylemek mümkündür. Zira her ne kadar daimi üyelik sistemindeki üye sayısı artsa da bu üyelere veto yetkisinin verilmemesi sistemin eski mantıkla devam etmesini sağlayacaktır. Çünkü yine veto yetkisine sahip P–5 üyelerinden biri veto yetkisini kullanarak bir karar tasarısını iptal edebilecektir. Esasında Kofi Annan’nın önerdiği her 2 modelde güvenlik konseyindeki üye dağılımını bölgesel olarak adaletli bir şekle sokmayı amaçlamıştır.

Ayrıca daimi üyelik sistemini de 1. sınıf daimi üyelik (veto yetkisi olan) ve 2. sınıf daimi üyelik diye iki sınıfa ayırmıştır. Annan’ın sunduğu bu öneriler henüz kabul edilmemesine rağmen teşkilatın reform taleplerinin somutlaşması bakımından önemli olmuştur. Söz konusu bu reform taleplerinin de bizzat teşkilatın genel sekreteri tarafından dile getirilmesi bu konuda acil bir şeyler yapılmasının gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Annan’ın hazırladığı bu modellerin dışında güvenlik konseyi yapısı başta olmak üzere diğer konularda dile getirilen ve tartışılan reform taleplerini şu başlıklar altında incelemek mümkündür.

Güvenlik Konseyi’nin Yapısının Değiştirilmesi ile İlgili Reform Talepleri
BM teşkilatını en fazla eleştiriye maruz bırakan durum birçok kez tekrarlandığı gibi güvenlik konseyinin yapısı ve karar alma mekanizması oluşturmaktadır. Bu nedenle teşkilatın öncelikli olarak reform edilmesi gereken organının güvenlik konseyi olduğunu söylemek mümkündür.
Bu konuda özellikle Soğuk Savaşın ardından yapılan eleştirileri ve reform planlarını incelediğimizde reform faaliyetlerinin şu kategorilerde toplandığını söyleyebiliriz.

Güvenlik Konseyindeki Üyelik Sistemi

Daimi üyelerin sahip oldukları veto yetkisi diğer üyelere tanınmadığından güvenlik konseyinin geçici üyeleri bir bakıma formalite icabı görev yapmaktadırlar. Neticede alınan kararlarda sadece kural olan çoğunluğu sağlamak görevleri bulunmaktadır. Ayrıca daimi üyeler bir karar alma durumunda söz konusu geçici üyelerin görüşlerini etkileme kapasiteleri
bulunmaktadır. Bu konuda talep edilen reformlar genel olarak 2 başlıkta özetlenebilir. 
Bunlar:
Daimi Üyelerin Sayısının Arttırılması: 
Bu konuda özellikle G–4 ülkeleri olarak anılan
Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya’nın dile getirdiği kendilerinin de daimi üye olmalarına yönelik reform talepleri 1993 yılından beri devam etmektedir. BM eski genel sekreteri Kofi Annan’ın 2004 yılında yaptığı önerilerinden sonuç alınamayınca bir arada hareket etmeye karar veren bu 4 ülke, Temmuz 2005'te güvenlik konseyine, 4'ü kendileri, ikisi de Afrika'dan olmak üzere toplam 6 daimi üye ve 4 geçici üye eklenmesini içeren bir karar
tasarısı sundu. Bu tasarı o dönemde İngiltere ve Fransa'dan destek alsa da ABD, Rusya ve Çin'in muhalefetiyle karşılaştı. Söz konusu öneri, ayrıca 191 sandalyeli Genel Kurul’da karara dönüşmek için gerekli üçte ikilik oy çoğunluğunu elde edemedi.96 Bu 4 ülke uzun yıllardan beri daimi üyelik statüsünü kapmak için birbirleriyle yarışmakta ve adeta kulis yapmaktadırlar. Ayrıca G-4’ler hazırladıkları tasarının hemen yürürlüğe girmesi için yeni daimi üyelerin veto hakkına sahip olmayacağını ancak veto konusunun 15 yıl sonra yeniden
gözden geçirmek koşulu ile gündeme getirileceğini vurgulamışlardır. Sonradan yapılan bu değişikliğin daimi üyelerin ve kabul edilecek yeni daimi üyelerin bölgesel rakiplerinin tepkisini hafifletmek üzere yapıldığı açıktır. G–4 grubu güvenlik konseyine temelde iki Afrika, iki Asya, bir Latin Amerika, bir Batı Avrupa ve bir de diğer ülkelerden olmak üzere 6 yeni daimi üye eklenmesini istiyor. Ayrıca grup, mevcut daimi üyelerin veto yetkisinin muhafaza edilmesini, hatta yeni daimi üyelerin de bu hakka sahip olup olmamasının ileriki yıllarda düzenlenecek bir zirveyle kararlaştırılmasını öneriyor.97 Aşağıdaki tablo G–4
ülkeleriyle P-5 ülkelerinin bazı yönlerden hızlı bir karşılaştırmasını içermektedir. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere gerek ekonomik gerekse askeri olarak G–4 ülkeleri Hindistan hariç birçok konuda P-5 ülkelerinden bazılarına göre daha iyi durumdadır.




Tablo 8: G–4 ve P–5 Ülkelerinin Bazı Yönlerden Karşılaştırılması98

Üyelik Sisteminde Bölgesel Dağılım Esası: 

Söz konusu G-4 ülkelerinin dışında liderliğini İtalya’nın yaptığı ve bünyesinde Kanada, İspanya, Meksika, Güney Kore, Türkiye, Arjantin, Pakistan ve Malta’nın yer aldığı temeli yine 1995’e dayanan Oydaşma İçin Birlik Grubu (Uniting for Consensus -UfC) bulunmaktadır. Coffee Club olarak ta adlandırılan bu grubun
üye sayısı yaklaşık 50 civarında olup dünyadaki Asya, Afrika, Latin Amerika gibi farklı bölgelerden üyelerin görüşlerini temsil etmektedir. Bu ülkeler temelde güvenlik konseyindeki daimi üye sayısını artırmayı önermemektedir. Bunun yerine geçici üye sayısına 12 ülke daha eklenmesini istiyor. Bu gruba göre, güvenlik konseyine ya daha uzun dönemli yarı-daimi sandalyeler eklenebilir, ya da geçici üyelerin bölgesel temelde yeniden dağılımı söz konusu olabilir. Buna göre Afrika ve Asya’ya 5’er, Latin Amerika’ya dört, Doğu Avrupa’ya bir ya da
iki ve Batı Avrupa-Diğer grubuna ise üç sandalye eklenmelidir.99 Ancak karar alma yönteminde veto yerine çoğunluk esası getirilmesini istiyorlar.

Ancak gerek G-4 grubunun gerekse Oydaşma İçin Birlik Grubu’nun görüşleri daimi üyeler ve BM genel kurulunda yer alan diğer devletlerce kabul edilmemiştir. Söz konusu bu iki grubun görüşlerine getirilen eleştirilerden biri Joseph Nye tarafından şu şekilde ifade edilmektedir.

“Daimi üyelerin sayısının arttırılması karar almayı kolaylaştırmak yerine zorlaştıracaktır. BM kurulurken veto mekanizması büyük güçlerin kavga edip tüm BM sisteminin çökmesini engellemek için oluşturuldu. Elektriklerin gitmesi ve ışığın sönmesi, evin yanmasından iyidir.”100

Veto Mekanizması Değiştirilmeli

Daimi üyelerin sahip olduğu veto yetkisi çok ciddi güvenlik sorunlarında çoğu zaman karar almayı zorlaştırdığından veto kullanımının kaldırılması ya da hiç yoksa kısıtlanması için yöntemlerin geliştirilmesi talep edilmektedir. Özellikle Oydaşma İçin Birlik Grubu tarafından talep edilen bu reform güvenlik konseyini demokratik olmayan ve meşruiyetten yoksun bir organ haline dönüştürmek tedir. 101 Bu bakımdan Dünyadaki yeni koşullar ışığında, gerçek anlamda demokratik, temsil kabiliyetine sahip, etkin ve hesap verebilir bir Güvenlik Konseyi gerekmektedir. Zira son dönemde yapılan eleştirilerde de sıklıkla vurgulandığı gibi Dünya, 5 tane daimi üyenin iki dudağının arasına bırakılamaz.102 Bunun içinde güvenlik konseyinin veto mekanizmasında acil reform yapılması kaçınılmaz görünmektedir. Bu konuda önerilen reformlardan biri ve belki de en dikkat çekeni güvenlik konseyinde kararların oy çokluğuna
göre alınması yönündedir. Buna göre güvenlik konseyinde kararlar daimi üyelerin vetolarına göre değil toplam 15 üyenin verecekleri oyların çokluğuna göre alınması yönündedir. Bu konuda hali hazırda konseyde yürürlükte olan 9/15 sistemi geçerli olabilir. Bu mekanizma mevcut sistem içinde daimi üyelerin veto yetkilerini kaldırırken daimi üyeliklerine bir zarar vermemektedir. Ayrıca mevcut sistemin tıkanmasını önlemesi bakımından oldukça önemlidir.

Genel Kurul, Güvenlik Konseyi Karşısında Güçlendirilmeli Tüm üyelerin egemen eşit devletler olarak temsil edildiği BM Genel Kurulu yapısı itibariyle güvenlik konseyine göre daha demokratik ve daha adil durumdadır. Ancak Genel kurulda
üyelerin 2/3 çoğunluğuna göre alınan bazı karar tasarıları güvenlik konseyine geldiğinde bu çoğunluk dikkate alınmadan daimi üyelerin çıkarlarına uygun olmadığı zaman kolaylıkla veto edilerek devre dışı kalabilmektedir. Bu bakımdan genel kurulun aldığı kararların en azından bazı konularda dikkate alınması ve örneğin genel kurulda büyük bir çoğunlukla alınan kararların veto kapsamından çıkarılması istenmektedir. Bu durumda en azından uluslararası toplumun taleplerinin karşılanması ve güvenlik konseyine duyulan güvenin artması
sağlanabilir.

Devletler Yerine Bölgesel Organizasyonlar Daimi Üye Olmalı

Güvenlik konseyinde talep edilen reformlardan biride bireysel olarak devletlere daimi üyelik vermek yerine bölgesel organizasyonlar veya bölgesel bloklara daimi üyelik verilmesi yönündedir. Böylesi bir yeniden yapılanma kuşkusuz güvenlik konseyinin mevcut yapısını çok fazla genişletmeden üyelerin temsiliyetini daha yüksek ve daha adil hale getirecektir.

Ancak bu konuda büyük bir engel bulunmaktadır. Çünkü BM Antlaşması teşkilata sadece egemen devletlerin üye olabileceğini ve BM organlarında temsil edilebileceğini belirtmektedir. Bu nedenle örneğin Avrupa Birliği gibi bölgesel bir organizasyonun veya İslam İşbirliği Örgütü gibi siyasal teşkilatların BM’ye üye olamayacağını göstermektedir.

İslam Dünyasının ve Afrika’nın Daimi Üyelik Sisteminde Temsil Sorunu Giderilmeli Güvenlik konseyinde daimi üye olarak bulunan 5 devleti dinsel açıdan incelediğimizde ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya Federasyonu’nun Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerine mensup olduğu görülecektir. Söz konusu bu ülkeler dünyadaki yaklaşık 2,2 milyar Hıristiyan’ı fazlasıyla temsil etmektedir.103 Bu üyelerden Çin’in ise nüfusunun yaklaşık % 42’sinin ateist olduğu ve % 30’luk kesiminin ise Taoizm inancını benimsediği görülmektedir.104 

   Buradan hareketle güvenlik konseyindeki daimi üyelerin Hıristiyan bir çoğunluğa sahip olduklarını söylemek mümkündür. Daimi üyelerin dinsel açıdan temsil ettiği insan sayısı dikkate alındığında ise yaklaşık 3,5 milyarı bulmaktadır. Bunun dışında semavi dinlerden bir diğeri olan Musevilik’te güvenlik konseyinde temsil edilmemektedir. Ancak başta ABD olmak üzere İngiltere ve Fransa bu dinin yaşadıkları İsrail devletini güvenlik konseyinde fazlasıyla temsil
etmektedirler.

Buna karşılık dünyadaki insanların yaklaşık 1,7 milyarının inandığı İslam dini daimi üyeler içindeki devletler arasında temsil edilmektedir. Bu durum elbette bu dinin mensubu olan insanlar ve devletler tarafından büyük bir eksiklik olarak görülmektedir. Zira güvenlik konseyinde İslam ülkeleriyle ilgili kararlar alındığında bu durum çoğunlukla şüpheyle karşılanmakta ve objektif bulunma
maktadır. Özgürleştirilmeye ve demokratikleştirilmeye çalışılan ve bu konuda uluslararası örgütlerle işbirliği yapması istenen İslam ülkelerinin dünya
siyasetine katkıda bulunabilecek bir aktör haline dönüşmeleri güvenlik konseyinin bu yapısıyla açıkça mümkün görünmemektedir. Bu durumu aşmak için İslam İşbirliği Teşkilatı dışişleri bakanları 2005 yılında yayınladıkları ortak bir bildiri ile güvenlik konseyinde İslam dünyasını temsil edecek daimi üyelik verilmesini talep etmişlerdir.

Benzer şekilde gerek nüfus gerekse coğrafi olarak büyük bir kıta olan Afrika’nın ne yazık ki güvenlik konseyinin daimi üyeleri arasında bu kıtayı temsil eden bir üye devlet bulunmamaktadır. Buna karşılık Avrupa kıtasının ise Rusya’yı dahil edersek güvenlik konseyinde 3 temsilcisi bulunmaktadır. Elbette bu durum Avrupa’nın dünya siyasetinde ne kadar etkili olduğunu ortaya koyarken Afrika’nın da 54 üye devletinin BM genel kurulunda temsil edilmesine rağmen dünya siyasetinde ne kadar etkisiz olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan bu durum güvenlik konseyinde daimi üyeler içinde büyük bir temsiliyet sorununu
yaşandığının başka bir göstergesidir.

   Afrika’nın temsiliyeti noktasında yaşanan bir ilginç nokta ise şimdiye kadar bu kıtada yer alan herhangi bir devletin güvenlik konseyinde daimi üyelik için resmi bir adaylık başvurusunun bulunmamasıdır. Buna rağmen devletlerin izledikleri politikalar ve dünya siyasetindeki konumları dikkate alındığında bu kıtadan daimi üyelik için aday olabilecek potansiyel devletler olarak Cezayir, Mısır ve Etiyopya, Nijerya ve Güney Afrika Cumhuriyeti ön plana çıkmaktadır. Örneğin Cezayir şimdiye kadar izlediği tarafsızlık siyasetiyle büyük saygı kazanırken, Etiyopya BM’nin kurucu devletleri arasında yer almaktadır. Diğer taraftan Güney
Afrika Cumhuriyeti kıtanın en büyük ekonomisine sahip ülkesi durumundadır. Nijerya ise Afrika’nın en kalabalık ülkesi olması ve BM’nin Barışı tesis operasyonlarına sağladığı geniş destekle göze çarpmaktadır.

Genel bir değerlendirme yapılacak olursa gerek İslam dünyasının gerekse Afrika kıtasının daimi üyelikte en az birer sandalye ile temsil edilmesi konseyin temsiliyet sorununa bir bakıma çözüm olarak görülebilir. Ancak dinsel bir çoğunluğun daimi üyelik sisteminde temsil hakkı istemesi başka dinsel gruplarında örneğin Hinduların veya Budistlerin de benzer şekilde dinsel temelli bir hak iddia etmelerinin de önünü açacağından şu aşamada pek mümkün
görünmemektedir. Afrika ülkelerinin de çoğunun yaşadığı ekonomik ve siyasi sorunların bu ülkelerin dünya siyasetinde bugüne kadar yeterli düzeyde etkili olamamalarına neden olduğundan kara kıtayı temsilen daimi üyeler arasına seçilmesi yakın gelecekte uzak bir ihtimal olarak görüldüğünü söylememiz mümkündür.

Birleşmiş Milletler Teşkilatın Diğer Organlarına Yönelik Reform Talepleri
BM teşkilatı daha öncede belirtildiği gibi sadece güvenlik konseyinden ibaret bir teşkilat değildir. Bu nedenle teşkilatın diğer organları da çeşitli faaliyetlerde bulunmakta ve kendi görev alanlarıyla ilgili çalışmalar yürütmektedir. Ancak tıpkı güvenlik konseyi gibi diğer organlarının da zaman ayak uyduramadığı veya etkisiz kaldığı yönünde eleştiriler ve bu eleştirilerle birlikte reform talepleri bulunmaktadır. Esasında söz konusu bu reform taleplerine bakıldığında genel olarak BM teşkilatının kurumsal işleyişinde ve karar alma sisteminde sorunlar olduğu görülmektedir. Bu eleştirileri ve reform taleplerini incelediğimizde genel
olarak şu noktaları kapsadığı görülecektir.

   Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) Fakir Ülkeleri Temsil Etmiyor
Birleşmiş Milletler’in ana organlarından biri olan bu konsey aynı zamanda 14 BM ajansı, işlevsel komisyon ve beş bölgesel komisyonun, ekonomik, sosyal ve ilgili çalışmaların koordinesinden sorumludur. Konsey’in coğrafi dağılım esasına göre 54 üyesi bulunmaktadır.

ECOSOC, Birleşmiş Milletler üye ülkeler sistemine göre ele alınan politika önerileri formüle etmekte ve uluslararası ekonomik ve sosyal konuları tartışmakta merkezi bir forum olarak hizmet vermektedir. Ekonomik ve sosyal konsey herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklere etkin bir şekilde saygı göstermesini sağlamak üzere tavsiyelerde bulunabilir.

Yetkisine giren konulara ilişkin olarak, genel kurula sunulmak üzere antlaşma tasarıları hazırlayabilir. Sivil toplum kuruluşları, Birleşmiş Milletler çalışmalarına katılmak için bu konseyden statü almaktadırlar. BM teşkilatının ekonomik ve sosyal konularda yönünü ve politikalarını belirleyen bu organa yapılan eleştiriler genel itibariyle 2 konuda yoğunlaşmaktadır. Bunlar: Ekonomik ve Sosyal Konsey’de de diğer BM organlarında olduğu gibi demokratik süreç eksikliği bulunmakta olup, şeffaflık (tranparency) ve hesap verebilirlik (accountability)  noktasında büyük eksiklikleri bulunmaktadır. Kısaca bu organ şeffaf ve hesap verebilir bir yapıda değildir.

Ekonomik ve Sosyal Konsey zengin ülkelerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu konseyde üye olarak yer alan ABD, İngiltere, Fransa Almanya ve Japonya gibi devletler ekonomik ve siyasi olarak diğer üyelere göre daha baskın olduğundan alınan kararlar ve izlenen politikalar çoğunlukla bu devletlerin çıkarlarına uygun olmaktadır. Dolayısıyla fakir ülkelerin yararına olan karar alınması çoğunlukla mümkün değildir.
Bu eleştiriler karşısında önerilen reform taleplerinin başında öncelikli olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey’in üye sayısının azaltılarak karar alma sisteminin daha basitleştirilmesi ve ekonomik ve siyasi açıdan güçlü devletlerin bu konseyden çıkarılması en azından ağırlıklarının azaltılması gelmektedir. Ayrıca daha küçük ve daha işlevsel olan Sosyal ve Ekonomik Güvenlik Konsey’i olarak isminin değiştirilmesinin daha faydalı olacağı düşünülmektedir.105

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

24 Mart 2018 Cumartesi

ABD İngiltere ve Rusya Girdabında Kıbrıs


ABD İngiltere ve Rusya Girdabında Kıbrıs



İsmail Köse,
GENELDE AKDENİZ HAVZASI, ÖZELDE KIBRIS ADASI ÜZERİNDE Kİ  ÇIKAR ÇATIŞMALARININ VE GÜVENLİK KAYGILARININ FOTOĞRAFIÇEKİLMEK İSTENİRSE, UÇ BÜYÜK AKTÖRDEN HİÇ BİRİNİN, ADANIN TEKBİR DEVLET TARAFINDAN YÖNETİLMESİNE TARAFTAR OLMAYACAĞI GÖRÜLÜR
Bilindiği gibi dünya politikasındaki değişimler, hele ki çıkarları yoğunlaşıyor ya da çatışıyorsa, Çoğunlukla büyük aktörlere bağımlı olarak gelişir ve şekillenir. Stratejistler tarafından Doğu Akdeniz'de yüzen bir savaş gemisi olarak tanımlanan Kıbrıs adası nın  havzası, bu havzaya komşu bölgelerle beraber göz önünde bulundurulduğun da ancak anlaşılabilir.
Adanın, büyük güçlerin stratejik planlarındaki konumunu belirleyen ' Savaş gemisi ' tanımlaması, bu stratejilerin çatışması kadar uyumunu da belirtmekte dir.
Bu havzaya komşu bölgelerle beraber göz önünde bulundurulduğunda ancak anlaşılabilir.
Adanın, büyük güçlerin stratejik planlarındaki konumunu belirleyen 'Savaş gemisi' tanımlaması, bu stratejilerin Çatışması kadar uyumunu da belirtmekte dir. Bu tanımlama, uluslararası ilişkilerde realist perspektiften Resim Çizmemizi kolaylaştırmaktadır.

Bunun için önce şu sorulan cevaplamalıyız:
Savaş gemisi nerede durmakta, bulunduğu coğrafyadan hangi bölgeleri etkilemekte veya tehdit etmekte? Güney Anadolu, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika bölgelerine komşu Doğu Akdeniz havzasına zengin enerji kaynaklarına sahip Körfez Bölgesi ile Kafkasya ve hinterlandı eklendiğinde ortaya çıkan coğrafi tablo, adanın jeo stratejik güç dağılım ve jeo ekonomik kaynak paylaşımında bulunduğu yere işaret etmektedir.
Coğrafya, bir bölgenin kaderini şekillendiren en önemli etkenlerden biridir. Soğuk Savaş döneminde özellikle İngiltere'nin, Ortadoğu'ya yönelik politikaları ve iki süper gücün bölgeye müdahil olma istekleri, zaman zaman Kıbrıs üzerinden gerçekleşmiştir. ikinci Dünya Savaşı sonrasında artan dekolonizasyon hareketlerine paralel olarak Rum ve Yunanlılar, ada için self-determinasyon talebinde bulunmuşlardı. İngiltere'nin, Süveyş Kanal’ına ve Ortadogu'ya yönelik siyasi angajmanları için askeri üs durumunda olan ada, vazgeçilmez önemdeydi. Soğuk Savaşın başladığı yıllarda İngiltere için diğer önemli korku, adada nüfusun Çoğunluğunu oluşturan Rumların, Rusya ile olan yakın dini bağlar dolayısıyla Ruslara adada askeri üs vermeleriydi. Zamanın İngiltere Dışişleri Bakanları Ernest Bevin ve Anthony Eden'in, Rumların self determinasyon taleplerinin Enosis anlamına geldiğini belirtmeleri ve bu talepleri reddetmeleri, İngiltere'nin, etkileri bugüne yansıyan Doğu Akdeniz stratejisi hakkında İp uçları vermektedir. İngiltere'nin korkusu, Yunan/Rum-Rus Ortodoks din kardeşliğinin siyasi platformda olası bir ittifaka dönüşmesi ve sonucunda Rusya'nın, Avro-Avrasya ana kıtasının birleştiği Doğu Akdeniz'de üs kazanarak İngiliz çıkarlarına darbe vurmasıdır. Bu gibi nedenlerle adanın sadece Rum egemenliğine girmesine karşı olan İngiltere, 1955'te Ankara'nın soruna müdahil olmasına karşı çıkmamış , Türk-Yunan-İngiliz diplomatlarının katıldığı müzakereler sonucu self-determinasyon kararı, siyasal olarak eşit kabul edilen iki topluma bırakılmıştır.

1963'te başlayan Kanlı Noel ile fiilen yıkılan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yeniden tesis etmek için adaya müdahale etmek isteyen Ankara, Soğuk Savaş Şartları içinde büyük güçlerin stratejilerine uygun hareket etmek zorunda kalmıştı. İngiltere'nin dünya politikalarında giderek zayıflayan konumunu güçlendirmek için seçtiği en önemli iki strateji, ABD ile yakınlaşmak ve Avrupa bütünleşme sürecine dahil olmaktır. Doğu Akdeniz'deki çıkarları nı, 1956 Süveyş Krizi'nden sonra ABD Çıkarlarıyla birleştirmek zorunda olduğunu anlayan Londra, Avrupa içinde ABD'nin kolu vazifesini üstlenmiştir. 1973 petrol krizi, bölgenin Avrupa açısından Önemini ortaya koymuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde Önem kazanan enerji güvenliği ve ekonomik kaynakların dünya pazarlarına güvenli şekilde ulaştırılması gibi konular, adanın konumunun yeniden yorumlanması na yol açmıştır. Kıbrıs'ın Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynakları nın  dünya pazarlarına en ucuz ve kısa yoldan nakliyesinde söz konusu bölgelerin kapısı durumunda olması, Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD'nin adaya olan ilgisini artırmıştır. Lobilerin ABD dış politikasındaki etkinliği yadsınamaz bir gerçektir. Bu nedenle ABD'nin bölge politikaları, içte ve dışta ağırlık sahibi lobilerden oldukça etkilenmektedir. Diğer taraftan ABD'nin küresel stratejik çıkarlarının hayatiyet kazandığı zaman ve noktalarda lobilerin gücü, bu çıkarlarla birleştiği oranda etkisini göstermektedir.
ABD'deki güçlü Yunan lobisi, ABD'nin adaya yönelik politikalarında belirgin bir rol oynamıştır: Örneğin 1974 Barış Harekatı sonrasında Yunan lobisi, Washington'un Türkiye'ye silah ambargosu uygulaması  için harekete geçmiş ve bunda başarılı olmuştur. ABD, Rusya'nın dünya enerji piyasasındaki etkisini azaltmak ve kırmak, gerek Kafkasya gerekse Orta Asya üzerindeki gücünü sınırlamak, iran'ı çevrelemek için, Kafkaslar ve Orta Asya doğal gaz ve petrollerinin
Güney Anadolu'ya boru hatlarıyla bağlanmasını desteklemiştir. ABD'nin bölgedeki çıkarlan ile Türkiye'nin çıkarları zaman içinde birleşmiş ve uzun zaman sürüncemede kalan Bakü-Ceyhan petrol boru hattı projesi böylelikle hayata geçmiştir. Bakü-Ceyhan boru hattının, ABD'den yeterli destek bulamayıp sürüncemede kalmasının nedenlerinden biri de, hattın Ermenistan'ı bypass etmiş olmasının ABD'deki Ermeni lobisinde rahatsızlık uyandırmasıdır. Sonuçta bazı uluslararası gelişmeler, ABD'yi bölgede yeni arayışlara sürükledi:


Rusya'nın giderek dünya enerji piyasalarında ağırlığını hissettirmeye başlaması; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin tüm ada adına AB'ye tam üye olmasının kesinleşmesi; 11 Eylül saldırıları; Ortadoğu barış sürecindeki savaş ve Saddam Hüseyin'i yönetimden indirmek için ABD'nin Irak'ı işgal etmesi. Kıbrıs bu noktada, önemli jeostratejik konumu ile uluslararası gündeme oturdu. 2002'de, ABD destekli Birleşmiş Milletler plan gündeme geldi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın adıyla anılan plan, bir anlamda Soğuk Savaşın yapılmamış antlaşmasıydı.
Bilindiği gibi Soğuk Savaş'ın sona erdiği ilan edildikten sonra herhangi bir antlaşma imzalanmamış  ortaya çıkan sorunlar ateşkeslerle soğutulma yoluna gidilmişti. Bu anlamda Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk antlaşması, Annan Planı yoluyla Kıbrıs'ta yapılacaktı. BM temelinde çözüme kavuşturulması düşünülen sorunun geleceği AB'ye endeksleniyordu. Annan Planı'nın ortaya konduğu konjonktür göz önüne alındığında, plan adada inisiyatifin ve söz hakkının sadece Avrupa Birliği'ne geçmesine ABD'nin verdiği tepkidir. Plan, bir bakıma adada İnisiyatifin bir kısmının BM üzerinden ABD'ye transfer etme çabasıdır. Plan, aynı zamanda ABD'ye,  Ortadoğu 'nun kapısı ve enerji kaynaklarının dağıtımında stratejik konuma sahip bu ' Savaş Gemisinin' kumanda ulaşımda yer almanın yolunu açtı. Bu nedenle, 24 Nisan 2004'te yapılan referandum sonrasında, Yeşil Hat KKTC/AB sınırı olduğu kadar ABDI AB sınırı olarak da görüldü.
Peki, Rusya bu resimde nerede duruyor?  
Rusya ile GKRY arasındaki kültürel bağların her an siyasi platforma taşınabildiği ve stratejik zaman aralıklarında ortaya çıkan hemen her karar alma sürecinde Rusya'nın GKRY'nin yanında yer aldığı görülmüştür. Rusya, Annan Planının referanduma sunulmadan önce, BM Güvenlik Konseyi'nde planın uygulamasının Konsey'in güvencesinde olmasıyla ilgili karar tasarısı Rumların isteği doğrultusunda veto etmiştir. Burada hatırlanması gereken önemli bir nokta da, hem İngiltere ve ABD hem de  Rusya'nın veto hakkına sahip BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkeler olduğu dur.
Bugün İngiltere, ABD'nin Avrupa içindeki kolu gibi hareket etmekte ve adada artan Avrupa etkisinden rahatsızlık duymaktadır.
Bölge üzerindeki stratejik çıkarların diğer Avrupa ülkeleri ile paylaşmak zorunda kalmaktansa, çıkarların daha çok örtüştüğü Türkiye ve ABD ile işbirliğine gitmektedir. Güney Kıbrıs Rumlar ise AB'ye Yunanistan üzerinden, BM'ye Rusya üzerinden yaklaşmaktadırlar. İngiltere bölgeye, Adada bulunan iki Askeri Üssünü ( Dikelya ve Aktoria) koruma penceresinden bakmaktadır. Rusya, dini / kültürel açıdan yakın olduğu Rumların yanında yer alarak bölgeye müdahil olmanın yollarını aramaktadır.
ABD'nin pozisyonu, belki de İçlerinde en karışık olanıdır. Bölgede ki küresel çıkarlarıyla zaman zaman çatışan Yunan/Rum çıkarlarını koruyan ABD İçindeki güçlü Yunan lobisinin sistemdeki nispi ağılığına göre söylem geliştiren Washington, BM gibi küresel araçlar yoluyla da bölgede etkinliğini artırma çabasındadır.

Genelde Akdeniz havzası, özelde Kıbrıs Adası Üzerindeki çıkar çatışmalarının ve güvenlik kaygılanın fotoğraf ı çekilmek istenirse, Üç büyük aktörden hiçbirinin, adanın tek bir devlet tarafından yönetilmesine taraftar olmayacağı görülür. Taksim, bir anlamda tercih edilebilir bir durum dur. Çünkü tek elden yönetilen
Kıbrıs'ın herhangi bir devlet tarafından kontrol edilebilmesi ki bu Soğuk Savaş yıllarında ABD ve SSCB arasında Kıbrıs üzerinde med-cezire neden olmuştur  ihtimali oldukça fazladır
   Bu Nedenlerle, Adadaki Mevcut bölünmüşlüğün Uygun korunması şu anda büyük aktörlerin işine gelmektedir.
***

3 Şubat 2017 Cuma

Kofi Annan’ın Kıbrıs Planı Arkasındaki Tuzak ne olabilir?


Kofi Annan’ın Kıbrıs Planı Arkasındaki Tuzak ne olabilir?


Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir Arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:




Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Kasım 2002 Cuma 

Türkiye daha yeni iktidar oluşmadan 40 yıldır çözülemeyen KIBRIS SORUNU'nun derhal çözülmesi ve sonuca bağlanması durumu ile karşı karşıya kaldı. 
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının önümüzdeki ay Kopenhagda yapılacak Avrupa Birliği Zirvesine kadar üzerinde yoğun müzakerelerde bulunulması amacıyla kendi düşüncelerinden oluşan çok kapsamlı bir çözüm paketini taraflara sundu ve 18 Kasıma kadar kendisine cevap verilmesini istedi.

Toplam 153 Sayfalık dosya Rauf Denktaş ve Klerides ile birlikte Garantör Devletler Türkiye-Yunanistan ve İngiltere'nin BM daimi temsilcilerine iletildi. 
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın önemli sağlık sorunları yaşadığı bir dönemde BM’nin pazartesi gününe kadar cevap beklemesi Türk tarafı için sıkıntı oluşturdu.

Planın tam metni ve satır aralarında yatan menfi ve müsbet ayrıntılar tam olarak irdelenmeden muhtelif kulislerde; Denktaş’ın söz konusu planı reddeceği, 
Türkiye’nin de KKTC liderinin arkasında olacağı konuşuluyor. Dışişleri kaynakları ise Ankara’nın kabul edemeyeceği önemli noktalar bulunmakla birlikte paket 
için ‘müzakare edilebilir’ cevabı vereceğini belirtiyor.

Kıbrıs davasının başından beri konunun doğrudan içinde bulunan Başbakan Bülent Ecevit;"Belgenin zamanlaması da ilginçtir. Türkiye’de hükümet yok ve KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş hasta durumda. Kısa sürede cevap vermemiz isteniyor, bu haksızlık. Planda kaygı verici maddeler mevcut. Örneğin KKTC’den büyük ölçüde Arazi alınmak isteniyor. Öngörülen Arazilerdeki Türk nüfusu göz önünde tutulduğunda, Sayının 150-160 bini bulduğu anlaşılıyor. Türk Askerlerinin adadaki sayısı önemli ölçüde azaltılıyor. Bunlar bizim içimize sindirebileceğimiz durumlar değil." diyerek ilk izlenimlerini aktarıyor.

KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş; KKTC'nin 19ncu Kuruluş Yıldönümü kutlamaları nedeniyle Bayrak Radyosuna verdiği beyanatta;" Bu plan ile Kıbrıs sorununun çözümünde önemli bir safhaya girilmiştir. Barış yolunun açık kalması için toprak konusunun en sona kalması gerektiğini israrla istedik. 

Buna rağmen topraklarımızda halkımızın egemen olacağı kabul edilmeden harita konusunda görüşmek istemediğimizi , ama ilkeleri konuşabileceğimizi bildikleri 
halde ortaya harita konmuştur.Biz bunu kabul edemeyiz."şeklindeki ifadeleri ile ilk görüşlerini bildirmiştir.

Türkiye'nin daima KKTC'nın yanında ve desteğinde olduğunu göstermek amacıyla 19ncu Kuruluş Yıldönümü dolayısıyla Kıbrısa giden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök; "Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kıbrıs'ta barış ve huzuru bozacak ve Kıbrıs Türkleri'nin güvenliğini tehlikeye sokacak bir yaklaşıma müsaade etmeyeceklerini" vurgulamıştır.

Bilindiği gibi Kıbrıs Türkiye'nin Doğu Akdenizdeki güvenliği için stratejik önemi haiz bir bölgedir. Ayni savunma paktı içinde bulunmamıza rağmen kendileri için 
en büyük tehdidin Türkiye olduğunu daima vurgulayan ve bütün savunma sistemlerini buna göre oluşturan Yunanistan; Megali İdeası içinde yer alan Kıbrısı elde etmekle ülkemizi güneyden kuşatarak bir stratejik üstünlük elde etmek istemektedir. Yunan yetkililerinde defalarca açıklanan bu husus tarafımızdan çok iyi bilinmektedir.

Adanın Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915'te İngilizlere devrini müteakip sona eren barış ve huzur dolu günler; 1960'dan itibaren Türk Toplumuna yönelik katliâmlarla son haddine ulaşmış ve 1974'te Antlaşmalar gereği Garantör ülke olarak gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı ile iki toplumun fiziki olarak birbirinden ayrılması sonucunda tamamen barış dönemine girilmiştir.




Adada 28 yıldır birkaç münferit sınır olayı dışında tek bir silah patlamamıştır. Kıbrıs Türk halkı, 1960 antlaşması gereği adada konuşlandırılan Kıbrıs Türk Alayı ve Kolordu kuvvetindeki Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı birliklerinin himayesinde barış içinde yaşamaktadırlar.








KOFİ ANNAN

Bu barışı soydaşlarımıza çok gören batı dünyası bugüne kadar Kıbrısı Rumlara vermek için binbir dolap çevirmişler, 28 yıldır bağımsız bir devlet olarak hayatiyetini sürdüren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni israrla görmemezlikten gelmişlerdir. AB devletlerinin desteği ile Kıbrıs Rum Kesimi 1960 'da kurulan iki toplumun ortak yönettiği KIBRIS CUMHURİYETİ'nin gerçek temsilcisi olarak görülmüştür. Bunların Avrupa Birliğine alınması için bütün hristiyan dünyası her türlü gayreti göstermiştir.

Oysa Kıbrıs'ta isteselerde, istemeseler de fiilen ve 28 yıldır kendi kendini idare eden müstakil bir Kıbrıs Türk Devleti vardır. Fiili durum böyle olmasına rağmen her şeyi ile müstakil bir devletin özelliklerini taşıyan bu devleti bugüne kadar Türkiye dışında hiç bir ülke siyasi olarak tanımamıştır.

Türkiye; 28 yıldır Kıbrıs Türk Toplumu'nu K.K.T.Cumhuriyetini her alanda desteklemiştir. Bu uğurda binlerce evlâdını seve seve şehit vermiştir. Kolordu çapındaki en güçlü ve kuvvetli birliklerini burada tutmaktadır. Başta ABD olmak üzere müttefikleri olan batı ülkelerinin ambargoları ile karşı karşıya kalmıştır. 
Uluslarası arenada Kıbrıs konusu her platformda daima ortaya konularak emperyalist ve işgâlci bir devlet muamelesine maruz bırakılmıştır. 

Ekonomisi çok önemli zararlar görmüştür.

Bütün bunlara rağmen K.K.T.C; Türkiye'nin namusudur, gururudur ve şerefidir. Kıbrıs Türk Halkına ve topraklarına gelecek en küçük kötülük bize yapılmış demektir. Onlarla birlikte bizimde güvenliğimiz tehlikeye gireceğinden, oraya karşı atılan her şer adım bize karşı atılmış gibi kabul edilmiştir.

Bir cümle ile ile özetlemek gerekirse; Kıbrıs Türk Halkı'nın menfaâtleri Anadolu Türk Toplumu ile özdeşleşmiştir. O toprakları Antalya'dan, İzmir'den, Trabzon'dan  farklı düşünmek asla mümkün değildir. Kıbrıs Türk Toplumunu ; Anadolu Türk Toplumundan ayrı düşünmek mümkün değildir. Olmamalıdır. Bunun için kendi kendimizi inkar etmemiz gerekir ki, bu asla mümkün değildir.

Kıbrıs politikaları partilerin politikaları da değildir. Kıbrıs Politikaları; bütün Milletin desteklediği milli davranışları içermelidir. Nitekim bugüne kadar bu kural titizlikle uygulanmıştır.

Kofi Annan Planına Kıbrıs'ın Türkiye için önemini bilerek yaklaştığımızda bütün iyi gibi görünen hususlara rağmen satır aralarına gizlenen entrikalar ile Kıbrıs sorununun çözümü için yeni bir tuzak ile karşı karşıya kaldığımızı görüyorum. Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi durum, Rauf Denktaş'ın rahatsızlığından yararlanılarak tarihi bir hata yapılması için birilerinin düğmeye bastığını değerlendiriyorum.

Geçen kırk yıl içinde Kıbrıs Sorunu'nun çözümü için sonuç vermeyen sayısız kararlar alan Birleşmiş Milletler Yönetimi'nin, bütün bu kararlarını gözardı ederek ve iki toplum heyetleri arasında 28 yıldır devam eden toplantılarda uzlaşma noktasına varılamamış iken birkaç hafta içinde süratle çözüme gidilmesi gibi israrlı bir yaklaşım sergilemesi doğru değildir.

Bu plan ile ilk defa Kıbrıs Türk Toplumu ve KKTC'nin varlığı resmen Birleşmiş Milletler tarafından tanınmıştır. Bu görünüşte büyük bir başarıdır. 
Bundan sonra KKTC'ni inkar ve görmemezlikten gelmek mümkün değildir. İki ayrı devlet kendi yönetimlerinde serbest olacaklardır. 

Merkezi yönetimde ise kararlar toplumların eşit olarak temsil edileceği SENATO tarafından alınacaktır. Bunlar Türk tarafı için çok önemli maddeler ve kazanımlardır. 

Fakat bunun dışındaki maddeler Türk tarafı için hiçde iyi şeyler söylememektedir. Çerçeve iyi çizilmiş olmasına rağmen içinin doldurulmasında önemli pürüzler olduğu çok belirgindir

Şimdi işin aceleye getirilmeden her madde, her satır ve her kelime üzerinde titizlikle durularak hem Kıbrıs Türk Halkının ve hemde Türkiye'nin milli menfaatlerine uygun olan hususları kapsayacak şekilde müzakerelerin sürdürülmesi gerekmektedir.

Bütün bu çalışmalar meselenin detaylarıdır. Oysa bu olaya yukarıdan ve stratejik açıdan bakmak gerekmektedir. Bu Taslak Plan Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine biran önce alınabilmesi için hazırlanmış bir tuzaktır. Türkiye'nin olmadığı bir Avrupa Birliği içine Kıbrıs Cumhuriyetinin katılması Türkiye için kabul edilemez bir emrivakidir.

Kıbrıs Türk Kesimini de içine alarak AB üyesi olunduktan,yani bu topraklar Avrupa'ya katıldıktan sonra Türkiye'nin askeri gücünün garantör devlet olarak bu topraklarda bulunmasına ihtiyaç olmadığı AB yönetimi tarafından ültimatom şeklinde bize bildirilecek ve derhal çıkmamız gündeme getirilecektir. Ve bizi buradan uluslararası baskı ile çıkaracaklardır.

Biz çıktıktan sonra birbirleri ile birarada yaşayamayacakları defalarca ispatlanan iki toplum arasındaki çatışmalar yeniden başlayacaktır. Fakat bu defa Garantör 
Devlet olarak hukuken daha önce elde ettiğimiz kazanımlarımız olmayacaktır. Yani bu manevra ile Türkiye bir bakıma güneyden kuşatılmış olacaktır.

Sonuç olarak; Plan'ın detayı ve içeriği önemli değildir. Maddeler üzerinde tartışılır.Görüşülür ve belkide her alanda iki tarafın isteklerini tamamen kapsayacak güzel bir antlaşma taslağı ortaya çıkartılabilir. Bunlar tali hususlardır.Bizi bağlamamalıdır.

Kıbrıs konusunda Türkiye için vazgeçilemeyecek temel unsur; Müşterek Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine ancak Türkiye'ninde Avrupa Birliği üyeliğine alınması ile birlikte kabul edileceğidir. Yani Türkiye girmeden Kıbrıs'ın AB' ne alınması ülkemiz için çok tehlikelidir. Bunu bilerek ve ileriyi görerek Kofi Annan Plânını değerlendirmeliyiz. 

Bunun dışındakiler tamamen teferruat olarak görülmeli ve bizi meşgul etmemelidir.

Yeni Hükümet bu oyunu görmelidir. "Aman ne güzel bizi tanıdılar. Bizde bize düşen görevi yapalım. İsteklere uyalım. Tavizleri verelim. Ama hiç kimsenin çözemediği önemli sorunu çözerek göreve başlarken büyük başarı kazanalım " şeklinde bir büyük yanlışı yapmamalıdır. Tarih milletlerin hayatında yöneticilerinin basiretsiz tutum ve davranışlarının o milletlere verdiği acıyı anlatan binlerce misal ile doludur.

Sabır ve sukûnetle, geniş ve derin bir perspektif ile meseleye eğilerek sorun çözümlenmelidir. Aceleye gerek yoktur. Sayın Denktaş ve Türk Dışişleri'nin bu konuda yeterli tecrübeye sahip olduklarına ve oynanmak istenen sinsi oyunu bozacaklarına, hazırlanan tuzağa düşmeyeceklerine inanıyorum.

Dr. Tahir Tamer Kumkale

15 Kasım 2002 Cuma
  
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://kumkale.net/yazi.asp?id=198