Kaya Gazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kaya Gazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2019 Çarşamba

Doğu Akdenize Kıyısı Bulunan Devletlerin Deniz Yetki Alanı Sınırlandırmaları ile İlgili Tutumları BÖLÜM 4

Doğu Akdenize Kıyısı Bulunan Devletlerin Deniz Yetki  Alanı Sınırlandırmaları ile İlgili Tutumları BÖLÜM 4



Böyle bir sınırlandırma uluslararası hukukun en temel esas olarak kabul ettiği hakkaniyet ilkesine de uygun olacaktır. Türkiye bu nedenle Mısır ile 
GKRYarasında 17 Şubat 2003’te imzalanan MEB sınırlandırma anlaşmasını tanımamaktadır. Bu anlaşma Mısır ile GKRYarasındaki yetki sınırını tarafların 
kıyı uzunluklarını dikkate almadan ortay hat prensibine göre benimsediği için hem Mısır’ın, hem de Türkiye’nin haklarını saklı tuttuğu deniz yetki alanlarını 
ihlal etmektedir. 

Anlaşmaya konu bölgede Mısır’ın kıyı uzunluğu 400,128 mil iken, GKRY’nin kıyı uzunluğu ise 197,659 mildir. Görüldüğü gibi Mısır’ın kıyı uzunluğu GKRY’nin kıyı uzunluğunun iki katından bile fazladır. Bu nedenle hakça bir paylaşımda GKRY ancak Mısır’ın yarısı kadar deniz yetki alanına sahip olması gerekirken, yapılan anlaşmada ortay hat prensibine göre hareket edildiği için Mısır ile eşit yetki alanına sahip olmuştur.90 
Bir başka deyişle 2003 MEB sınırlandırma anlaşmasıyla GKRY, Mısır’ın Doğu Akdeniz’deki 21.500 kilometrekarelik yetki sahasını açıkça sahiplenmiştir. 

Mısır, Türkiye ile yapacağı bir sınırlandırma anlaşmasıyla Doğu Akdeniz’de sahip olduğu mevcut yetki sahasından 12.000 kilometrekare daha fazla bir 
MEB yetki alanı elde edebilecektir.91 

Söz konusu alanda üçüncü sınırlandırma anlaşmasının Yunanistan ile yapılması gerekmektedir. Bu hususa yukarıda Türkiye ve Yunanistan’ın görüşleri 
incelenirken temas edildiği için burada tekrar ele alınmayacaktır. Ters tarafta kalan adaların karasuları dışında kıta sahanlığı ve MEB sınırlarının belirlenmesine bir etkisinin olamayacağı UAD’nın ve hakem mahkemelerinin kararıyla sabittir. Ancak bir hususa dikkat çekmekte fayda vardır. Yunanistan, 
Doğu Akdeniz’de Libya, Mısır ve GKRY ile kıta sahanlığı/MEB sınırlandırma anlaşması imzalamak istemektedir. Her ne kadar Mısır, Yunanistan’ın 
taleplerini geri çevirdiyse de bir sınırlandırma anlaşması imzalama olasılığının ortadan kalktığını söylemek doğru olmayacaktır. Türkiye’nin başta Yunanistan 
olmak üzere adı geçen tüm sahildar devletler ile bir sınırlandırma anlaşması imzalayıp, Doğu Akdeniz’deki durum daha da içinden çıkılmaz bir 
hale gelmeden önleyici tedbirler üretmesi ve uygulamaya geçmesi yerinde bir adım olacaktır. 

<  Doğu Akdeniz ile ilgili yapılan en iyimser tahminler baz alındığında, bu bölgede potansiyel olarak var olduğu söylenen enerji miktarının mevcut tüketim oranıyla Türkiye’nin 572, bütün Avrupa’nın ise 30 yıllık enerji ihtiyacını tek başına karşılayacağı hesap edilmektedir.  >

Doğu Akdeniz’deki Hidrokarbon Yataklarının Ekonomik Değeri 

Dünyada doğal gaz tüketimi her geçen gün artmaktadır. 2011’de Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunami felaketinde zarar gören nükleer enerji santralleri, nükleer enerji ile ilgili tartışmaları olumsuz yönde etkilemiştir. Nitekim Japonya’da yaşananlardan sonra Almanya gibi enerjisinin bir bölümünü 
nükleer santrallerden elde eden ülkeler bu santrallerin varlığını tartışmaya başlamıştır. Uzak Doğu’da Çin’in başını çektiği ekonomik gelişmeler de doğal 
gaza duyulan ihtiyacı artırmaktadır. Çin enerji tüketiminde ABD’yi geride bırakmaktadır. Öyle ki Çin ve Hindistan’ın toplam enerji ihtiyacı dünya enerji 
tüketiminin yüzde 10’unu geçmiştir ve bu ihtiyacın 2030’lu yılların ortalarına kadar yıllık ortalama yüzde 2.9 oranında artarak devam etmesi beklenmektedir.92 

Kaya gazı gibi alternatif enerji kaynaklarının devreye girmesi gaz fiyatlarını etkilese bile doğal gaza olan ihtiyacı azaltmamıştır. Dünya genelinde doğal 
gaz tüketiminin yılda ortalama yüzde 1.6 artarak 2035 yılında 169 trilyon ayak küpe ulaşması beklenmektedir. Ancak alternatif enerji olanaklarının piyasaya arzı ile doğal gaz fiyatlarında meydana gelecek değişiklikler Doğu Akdeniz’deki potansiyel enerjinin geleceğini doğrudan etkileyecektir. Bölgede keşfedilen enerji yatakları çok derinde bulunduğundan ancak gelişmiş teknolojik imkânların kullanılmasıyla üretimleri mümkündür. Bu durum ise maliyetleri artırıp kar marjını düşürmekte, dolayısıyla gelişmiş ve pahalı teknolojik imkânlara sahip büyük enerji şirketlerinin yatırım yapmamasına neden olmaktadır. Nitekim Hindistan’ın önde gelen enerji şirketlerinden ONGC Videsh Ltd. yüzde 33 pay sahibi olduğu Mısır’a ait NEMED sahasından ekonomik olarak uygulanabilir olmadığı gerekçesiyle çekilmiştir. ONGC, kaya gazının devreye girmesiyle düşen doğal gaz fiyatlarını bu kararına gerekçe olarak göstermiştir.93 

Aynı bağlamda Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ile ilgili bir diğer sorun da potansiyel olarak var olduğu söylenen enerji miktarı ile varlığı ispatlanan 
miktar arasındaki farktır. Havzadaki potansiyel enerji miktarının parasal değeri ile ilgili bir trilyon dolardan üç trilyon dolara kadar farklı tahminler yürütülmekte  dir. En iyimser tahmin tüm Doğu Akdeniz havzasında toplam değeri üç trilyon dolar olan 60 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon rezervi bulunduğu yönündedir. Ancak varlığı ispatlansa bile bu rezerv, aralarında siyasi sorunlar bulunan en az yedi farklı ülkeye dağılmış durumdadır. Bahse konu coğrafyada üretilmesi yüksek maliyet gerektiren yatırımlara bağlı olan enerji yataklarının söz konusu yatırımın en az yirmi yıl süreyle aktif olarak çalışmasını sağlayacak kadar geniş ve güvenli olması gerekmektedir. 

Örneğin İsrail’in Leviathan sahasında bulduğu enerji yatağı ile birlikte Doğu Akdeniz’de bulunan en büyük yataklardan biri olarak kabul edilen 
ve GKRY’nin ilan ettiği hidrokarbon arama sahasının 12. parselindeki Afrodit bölgesinde yer alan enerji yatağının ekonomik değeri hala tartışma 
konusudur.94 Doğal gaz fiyatlarına bağlı olmak üzere Afrodit sahasında toplam değeri 70 milyar doları aşan doğal gaz rezervi bulunduğu sanılmaktadır. Seçilecek yönteme göre değişmekle birlikte söz konusu gazın tüketici pazarlara ulaşması için en az 5 ile 16 milyar dolar arasında yatırım yapılması gerekmektedir. Afrodit bölgesinden elde edilecek gazın tüketici pazara ulaştırılması için seçilecek en ucuz yöntem, gazın boru hattıyla Türkiye’ye ve buradan nihai pazara ulaştırılmasıdır (Yaklaşık 4.8 milyar dolar). Türkiye’de petrol ve enerji alanında faaliyet gösteren şirketlerin boru hattı kurulması konusunda girişimleri olmuştur. Turcas grubunun hem doğal gaz satın alma hem de boru hattı kurulması konusunda İsrail hükümetine yaklaşık 2.5 milyar dolarlık bir yatırımla deniz altından Mersin’e ulaşacak 470 kilometrelik boru hattı inşa etmeyi teklif ettiği basına yansımıştır. Bunun yanında Zorlu grubunun da bu 
yönde benzer bir teklifte bulunduğu iddia edilmiştir.95

Ancak bir türlü çözülemeyen Kıbrıs sorunun neden olduğu siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle şuanda bu metodun kullanılması söz konusu değildir. 

Sadece Kıbrıs Adası ve etrafı değil, hemen hemen tüm Doğu Akdeniz havzasında üretilecek doğal gaz ve petrolün tüketici pazarlara ulaştırılması için tercih edilebilecek en ucuz metot gazın veya petrolün önce Türkiye’ye ve buradan mevcut hatlarla son pazarlara gönderilmesidir. Bu durum İsrail MEB alanında çıkarılacak enerji kaynakları için de geçerlidir. Nitekim Türkiye-İsrail ilişkileri tarihinin en kötü dönemini yaşadığı bugünlerde bile İsrail, bazı Türk şirketleri aracılığıyla Doğu Akdeniz havzasında çıkaracağı enerjiyi Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımayı planlamaktadır. Doğu Akdeniz’de çıkarılacak enerjinin Türkiye üzerinden taşınması, Türkiye için de önemli bir ekonomik avantaj oluşturacaktır. Ayrıca bu metodun tercih edilmesinin Türkiye’nin son yıllarda izlediği güvenli bir enerji merkezi olma politikasına da ciddi katkısı olacağı muhakkaktır. 

<  İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’de birlikte oluşturmaya çalıştıkları güvenlik çemberibölgede oluşan yeni politik dengelere örnek gösterilebilir. >

Teknoloji ilerledikçe Doğu Akdeniz’deki ispatlanmış enerji rezerv miktarı da artmaktadır. Teknolojinin gelişmesi ile doğru orantılı olarak gelecekte hem 
derin sulardan petrol veya doğal gaz çıkarma maliyetlerinin daha makul seviyelere gerilemesi, hem de yeni hidrokarbon yataklarının bulunması mümkün 
olacaktır. Doğu Akdeniz ile ilgili yapılan en iyimser tahminler baz alındığında, bu bölgede potansiyel olarak var olduğu söylenen enerji miktarının mevcut 
tüketim oranıyla Türkiye’nin 572, bütün Avrupa’nın ise 30 yıllık enerji ihtiyacını tek başına karşılayacağı hesap edilmektedir. Bu büyüklükte bir enerji 
potansiyelinin bölge ve bölge ile ilgili aktörlerin iştahlarını kabartması vazgeçilmezdir. 

Ancak burada yaşanacak bir gerginlik hem bu ekonomik potansiyelin heder olmasına yol açacak hem de mevcut siyasi sorunlara yenilerini ekleyecektir. Türkiye haklarını muhafaza etmek suretiyle, Doğu Akdeniz’de gelişen durumu iyi etüt etmeli ve buradaki potansiyelden ekonomik ve siyasi açılardan istifade etmeye çalışmalıdır. 

Doğu Akdeniz’de Oluşan Yeni Siyasi Dengeler 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki son gelişmeler etrafında dikkatle değerlendirmesi gereken hususlardan biriside bölgede oluşan yeni politik dengelerdir. 
Söz konusu bu yeni dengeler havza ile ilgili güvenlik anlayışının değişmesine de neden olmaktadır. İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’de birlikte 
oluşturmaya çalıştıkları güvenlik çemberi bu durumun en somut örneklerinden birisidir. Doğu Akdeniz havzasının stratejik önemine çalışmanın başında 
değinilmiştir. Tekrara düşmemek için burada yeniden ele alınmayacaktır. Ancak üzerinde mutlaka durulması gereken bir iki husus belirtilecektir. 

Bu çerçevede dile getirilmesi gereken ilk husus, GKRY’nin bütün adayı temsilen AB’ye alınmış olmasıdır. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjinin büyük kısmı Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Doğu Akdeniz sadece Avrupa için değil, dünya ticaretinin önemli su yollarından biridir. Doğu Akdeniz’in Orta Doğu ve Hazar havzası gibi enerji merkezlerini ve bu merkezlerden yayılan petrol ve boru hatlarını kontrol edebilecek stratejik bir konumda bulunması birçok aktör için olduğu gibi, kuşkusuz AB için de çok önemlidir. O nedenle küresel bir aktör olarak AB’nin Doğu Akdeniz ve Doğu Akdeniz’i kontrol edebilecek en kilit noktada bulunan Kıbrıs Adası’na olan ilgisi anlaşılabilir. Ancak bu ilginin AB’yi yıllardır devam eden bir sorunun çözümüne olumsuz katkı yapacak tasarruflarda bulunmaya sevk etmesini anlamak biraz zor görünmektedir. 

AB Kıbrıs’ta devam eden, çözülmemiş bir sorun olduğu halde Rum Yönetimi’ni tüm adayı temsilen üyeliğe kabul etmekle hem aday devletlerin sorunlarını çözmeden tam üye olamayacağı kuralını ihlal etmiş, hem de Kıbrıs’taki sorunun taraflarından biri haline gelmiştir. Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak bugüne kadar hazırlanan en kapsamlı ve en yapıcı çözüm planı olan Annan Planı da, AB’nin Rum Yönetimi’ne tam üyeliğe kabul edileceğine dair verdiği garanti ile akim kalmış ve sorunun çözümü maalesef ertelenmiştir. 

Bir başka deyişle AB Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a enerji ve ticaret yollarının güvenliğini tesis edecek stratejik bir konumda bulundukları için önem atfedip 
buradaki varlığını tahkim etmeye çalışırken, bölge güvenliğini tehdit edecek bir sorunun çözümüne engel olmuştur. AB’nin vermiş olduğu karar bugün sadece 
Kıbrıs sorununu değil Türkiye-AB ilişkilerini de doğrudan etkilemektedir. 
Rum Yönetimi devam eden müzakere sürecinde 8 ayrı başlığın açılmasını 
engellemektedir. 

Nitekim sondaj çalışmaları sırasında AB, GKRY’ni desteklemiş ve bağımsız bir devlet olarak Güney Kıbrıs’ın ikili anlaşmalar imzalayabileceğini; uluslararası 
hukukun ve BMDHS’nin öngördüğü yetki alanlarında doğal kaynaklarını dilediği gibi kullanmaya hakkı olduğunu ifade etmiştir.96 Türkiye’nin Kıbrıs ile iyi komşuluk ilişkilerini sürdürmesi gerektiğini vurgulamış ve Türkiye’yi üye bir devlete karşı güç kullanmaması konusunda uyarmıştır. 

Yapılan uluslararası toplantılarda AB’nin Doğu Akdeniz’deki ekonomik alanı için Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın öngördüğü alanları gösterir haritalar kullandığı görülmektedir. Bu tür uygulamaların taraflar arasındaki güveni son derece olumsuz etkilediği ve sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirdiği muhakkaktır. Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmelerin Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasında sorun teşkil eden kıta sahanlığı ve karasuları gibi konuları yakından ilgilendirdiği ve Doğu Akdeniz’deki tasarrufların Ege’de de suların tekrar ısınmasına neden olabileceği tüm taraflarca dikkate alınmalıdır. 
Sorunsuz ve güvenli enerji nakil yollarına sahip olmak isteyen AB mevcut ve muhtemel güzergâhlarda sorunların çözümünde daha yapıcı rol oynamalıdır. AB’nin Güney Kıbrıs’ın sondaj çalışmaları ile ilgili sergilediği en olumlu tutum, çıkarılacak doğal gaz veya petrolün Adadaki taraflarca paylaşılması gerektiği vurgusu olmuştur. Uluslar üstü bir kurum olarak AB Doğu Akdeniz’dekisorunların hakça çözümünde kuşkusuz daha aktif roller üstlenebilecek bir pozisyondadır. 

< Bölgedeki siyasi gelişmelerin seyrini etkileyen en önemli hususlardan biri Türkiye-İsrail ilişkilerinde 2008 yılından bu yana yaşanan kırılmadır. Bu durumun aksine İsrail-GKRY ve Yunanistan arasındaki diplomatik ve ekonomik ilişkiler hızla gelişmektedir.  >

Bölgedeki siyasi gelişmelerin seyrini etkileyen ikinci husus Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan kırılmadır. Türkiye İsrail ilişkileri, İsrail’in 2008-2009 
Gazze harekâtından bu yana giderek kötüleşmiştir. 2009 Davos Ekonomik Formu’nda yaşanan ‘One Minute Krizi’ve aynı yıl İsrail ile yaşanan ‘Alçak 
Koltuk Krizi’nden sonra 2010 ilkbaharında yaşanan ‘Mavi Marmara Olayı’ ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler tarihinin en kötü dönemine girmiştir. 
Bu gelişmelerin bir neticesi olarak İsrail, GKRY ve Yunanistan’a yaklaşmış ve Doğu Akdeniz konusunda adı anılan üç ülke birlikte hareket etmeye başlamıştır. 

2008 ilkbaharında İsrail ve Yunan hava kuvvetlerinin Girit Adası açıklarında ortaklaşa düzenledikleri tatbikatla başlayan İsrail-Yunanistan yakınlaşması 
2010-11 dönemindeki enerji keşifleri ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasıyla ivme kazanmış, GKRY’ni de kapsayacak şekilde genişlemiştir. Son derece 
kısıtlı bir hava sahası olan İsrail Türkiye’nin hava sahasını kapatmasıyla hava kuvvetlerinin eğitimi için ihtiyaç duyduğu sahayı bu iki ülke ile ilişkilerini 
geliştirmek suretiyle bulmuştur. Yunan ve İsrail hava kuvvetleri 2010 yılından bu yana Doğu Akdeniz açıklarında ortak tatbikatlar düzenlemektedir. Yine 
2010 yılında Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral G. Karamalikis’in İsrail’i ziyaretiile başlayan üst düzey askeri yetkililerin karşılıklı ziyaretleri de 
devam etmektedir. Yunan basınında Yunanistan’ın İsrail’den silah sistemleri alacağına dair haberler yer almaktadır. 2012 yılının Şubat ayında Benjamin 
Netanyahu’nun GKRY’ne yaptığı resmi ziyaret sırasında iki ülke arasında içeriği açıklanmayan bir savunma işbirliği anlaşması imzalanmıştır. 2011 yılında 
yaşanan sondaj krizi sırasında İsrail, GKRY’ni açıktan desteklemiş ve savaş uçaklarını KKTC hava sahası ve TPAO’nun araştırma gemisi üzerinde uçurmaktan çekinmemiştir. 

Diğer yandan İsrail-GKRY ve Yunanistan arasındaki diplomatik ve ekonomik ilişkiler de hızla gelişmektedir. En son 8 Ekim 2013 tarihinde Yunanistan 
Başbakanı Antonis Samaras İsrail’i ziyaret etmiştir. Bu ziyaret sırasında Yunanistan ile İsrail arasında yirmi bakanın katıldığı ilk Yüksek Düzeyli İşbirliği 
Toplantısı yapılmıştır. Toplantıda Doğu Akdeniz’deki enerji konuları da ayrıntılı bir şekilde ele alınmış İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan hattından geçip 
Doğu Akdeniz’deki enerjiyi Avrupa’ya taşıyacak bir boru hattının açılması detaylı bir şekilde görüşülmüştür. Doğu Akdeniz’deki sıvılaştırılmış doğal gazın 
da Yunan tankerleri ile taşınması hususunda anlaşılmıştır. Buna karşılık Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte İsrail’e AB ile olan ilişkilerinde 
yardım edeceğine ve İsrail-AB ilişkilerini kolaylaştıracağına dair söz vermiştir.97 

16 Şubat 2012 tarihinde GKRY’ne resmi bir gezi düzenleyen Netanyahu bu ülkeyi ziyaret eden ilk İsrail Başbakanı olmuştur. Ziyaret sırasında Güney 
Kıbrıs’ın Limasol kenti yakınlarına değeri 10 milyar doları aşan bir doğal gaz terminalinin kurulması da dâhil olmak üzere Doğu Akdeniz’deki enerji 
kaynaklarının çıkarılması ve kullanımı ile ilgili birçok proje üzerinde görüş alışverişinde bulunulmuştur. Netanyahu’nun Kıbrıs’taki temasları sırasında 
içeriği kamuoyuna açıklanmayan bir savunma anlaşması da imzalanmıştır. 

İsrail Başbakanının Güney Kıbrıs ziyaretinin perde arkasına ulaştığını söyleyen Anadolu Ajansı’na göre görüşmeler sırasında Rum Yönetimi lideri Hristofyas, 
Netanyahu’dan İsrailli işadamlarının KKTC’ye yatırım yapmamalarını istemiştir. Netanyahu da Rum Yönetimi’nin İsrail’e Adada hava ve deniz üssü vermesi durumunda KKTC’ye yatırımı yasaklayan bir kararı meclisten geçirebileceklerini ifade etmiştir. Bu tür adımların bölgedeki sorunların çözümüne katkı sağlamayacağı açıktır. 

Sonuç ve Öneriler 

Raporda Doğu Akdeniz’in bir ticaret merkezi ve enerji nakil hatlarındaki stratejik bir kavşak olarak önemi vurgulanmıştır. Orta Doğu gibi dünya siyasetini 
meşgul eden önemli sorunların yaşandığı bir coğrafyada etkin olmak isteyen güçlerin erken tarihlerden itibaren Doğu Akdeniz’de varlık göstermeye çalıştıkları bir gerçektir. Zira uluslararası kamuoyunu uzun yıllardır meşgul eden Filistin ve Kıbrıs meseleleri de henüz hangi yöne evrileceğini kimsenin kestiremediği Arap Baharı da bu coğrafyanın bağrında neşet etmiş ve hala çözüme kavuşturulamamış sorunlardır. Orta Doğu’da muhtemel bir barışın mimarları olabilecek Türkiye, Mısır ve İsrail gibi ülkeler Doğu Akdeniz kıyıları etrafında kümelenmiş durumdadır. Bu ülkeler hem Batı hem de Doğu ile doğrudan iletişime geçipbazı sorunların diyalog yolu ile çözülmesinekatkı sağlayabilecek durumdadır. Ancak henüz kendi aralarında sorunlarını aşabilecek sağlıklı bir iletişim kanalı kurabildiklerini söylemek mümkün değildir. 

Bölgede devam eden bu kısır döngüye son yıllardaki enerji keşifleriyle yeni bir unsur daha eklenmiştir: Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının çıkarılması ve paylaşımı sorunu. Bahse konu sorunun bir birine zıt iki yönde gelişmesi mümkündür. İlk olarak, buradaki enerji kaynakları ekonomik bir 
değer olarak kabul edilir ve ilgili devletler arasında tesis edilecek işbirlikleri ile geliştirilecek; mevcut enerjinin çıkarılması, işlenmesi ve son tüketici pazarlara 
ulaştırılmasını bir bütün olarak ele alan entegre projelerle sorun, bölge huzur ve refahına katkıda bulunacak şekilde çözülebilir. İkinci durumda ise deniz yetki alanı paylaşımı ile ilgili anlaşmazlıklar bölge ülkeleri arasındaki sorunları daha da derinleştirip iyice içinden çıkılmaz hale getirir ve böylece mevcut enerjinin sunduğu potansiyel ekonomik katma değer de heba edilmiş olur. Kuşkusuz ilgili hiçbir taraf paylaşım sorununun bu şekilde sonuçlanmasını arzu etmemektedir. Ancak keşiflerin yoğunlaştığı 2010 yılından bu yana takınılan siyasi tutumlar göz önünde bulundurulursa neticenin maalesef arzu edilmeyecek bir yönde tahakkuk edeceği söylenebilir. 

Konunun Türkiye’ye bakan yanı göz önünde bulundurulduğunda atılması gereken en önemli adımın sadece Doğu Akdeniz’de değil, Doğu Akdeniz’in de içinde bulunduğu geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika havzasında tansiyonun düşürülmesi gerektiği olarak karşımıza çıktığı söylenebilir. Söz konusu havzada etkin bir ülke olarak var olmak isteyen Türkiye’nin bu amacını barış ve istikrarın hâkim olduğu bir atmosferde gerçekleştirmesi şüphesiz çok daha kolay olacaktır. O nedenle Türkiye’nin Mısır, Suriye ve İsrail gibi Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımı ile ilgili sorunlarda doğrudan veya dolaylı etkisi olabilecek ülkelerle geliştirdiği ilişkileri gözden geçirmesi mutlaka faydalı olacaktır. Nitekim GKRY’nin bütün ısrarlarına rağmen, 2010 yılındaki Mavi Marmara Olayı ile Türk-İsrail ilişkileri neredeyse bütünüyle kopana kadar İsrail’in GKRY ile deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzalamadığı unutulmamalıdır. Yine İsrail, GKRY ve Yunanistan arasında Türkiye’yi tamamıyla dışarıda bırakacak şekilde yapılanan ilişkilerin bu konjonktürde geliştiği mutlaka hatırda tutulmalıdır. 

Bu çerçevede, Doğu Akdeniz ile ilgili gelişmelerde Türkiye’nin en büyük sorununun bölgedeki yalnızlığı olduğu söylenebilir. Türkiye bir tedbir olarak 
söz konusu bölgede tek taraflı MEB ilan edebilir. Ancak atılacak bu adımın sorunları çözeceğini ileri sürmek pek doğru olmayacaktır. Zira Türkiye uluslararası hukukun kendisine tanıdığı ab initio (başlangıçtan beri) ve ipso facto (fiilen) haklarını bölgede saklı tuttuğunu gerekli merciler nezdinde müteaddit 
defa dile getirmiştir. Türkiye bakımından asıl önemli olan Doğu Akdeniz’de, özellikle sorunların yoğunlaştığı Kıbrıs Adası’nın batısında kalan alanda bir 
ülke ile anlaşarak karşılıklı MEB ilanında bulunmaktır. Bahse konu alanda Türkiye’nin ortak MEB ilanında bulunabileceği en önemli ülke Mısır’dır. 
Mısır ile anlaşılarak imzalanacak bir sınırlandırma anlaşması, Türkiye’ye bu alanda karşı karşıya kaldığı birçok sorunda avantaj sağlayacaktır. O nedenle 
Türkiye’nin Mısır ile kopan resmi ilişkilerini bir an önce geliştirmesi ve bu ülkedeki karar mekanizmasını ortak bir MEB ilanında bulunmaya ikna etmesi 
gerekmektedir. 

Aynı alanda Türkiye’nin anlaşarak ortak MEB ilanında bulunabileceği bir diğer ülke Libya’dır. Türkiye’nin Libya ile ilişkileri görece iyi olsa da Arap Baharı’nın neden olduğu ve tüm bölgeyi etkisi altına alan belirsizliğin Türkiye-Libya ilişkilerini nasıl etkileyeceğini kestirmek pek mümkün görünmemektedir. 
Türkiye bir yandan Libya ile ilişkilerini derinleştirmeye çalışırken, diğer yandan Doğu Akdeniz havzasında bir istikrar ortamının oluşmasına katkıda 
bulunacak politikalar geliştirmelidir. 

Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanı sınırlandırmalarında sadece Türkiye’nin değil, kıyıdaş diğer bazı ülkelerin de sorunları bulunmaktadır. Buna en güzel 
örnek Lübnan ile İsrail’in ilanettikleri MEB alanlarında çakışan ve hala çözüme kavuşturulmamış noktalardır. Türkiye bunun gibi diğer devletler arasında 
da var olan anlaşmazlıkları, hukuki çerçeveye riayet ederek, diplomatik üslup ve kanallarla uluslararası toplum nezdinde dile getirmelidir. Bir başka deyişle 
Türkiye, buradaki sınırlandırma sorunlarını uygun ve ikna edici bir dille anlatarak dünya kamuoyuna mal etmelidir. 

Doğu Akdeniz’deki paylaşım sorunu sadece hukuki bir mesele değildir. Konunun siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutları vardır. Siyasi alandaki en büyük 
sorun Kıbrıs meselesidir. 2013 AB ilerleme raporunda ifade edildiği gibi Türkiye’nin Kıbrıs meselesindeki yapıcı rolü uluslararası toplumca da takdir 
edilmektedir. Türkiye Kıbrıs meselesindeki yapıcı tutumunu kararlılıkla sürdürmeli ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan yeni sorunları Orta Doğu, Kuzey Afrika ve GKRY üzerinden AB’ni de kapsayacak bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirerek politika üretmelidir. 


DİPNOTLAR;

90 Yaycı, “Doğu Akdeniz,” 37. 
91 Taşdemir, “Kıbrıs Adası Açıklarında Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri,” 33. 
92 U.S. International Energy Information Administration (EIA), International Energy Outlook 2013, 159. 
93 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 77. 
94 Anastasios Giamouridis, Natural Gas in Cyprus: Choosing the Right Option, Mediterranean Paper Series,(Washington DC: GMF, 2013) 
95 Ömer Bilge, “Zorlu ve Turcas’tan ‘Boru Hattı’Teklifi”, Hürriyet, 15 Eylül 2013, Erişim 25 Ekim 2013, 
     http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/24712964.asp 
96 Sami Kohen, “ Dünya Neden Rumdan Yana?”, Milliyet, 4 Ekim 2011, Erişim 24 Ekim 2013, 
     http://dunya.milliyet.com.tr/dunya-neden-rumdan-yana/dunya/dunyayazardetay/04.10.2011/1446326/default.htm 
97 “Greece, Israel look to new era of cooperation”, Kathimerini,8 Ekim 2013, Erişim 21 Ekim 2013 
 http://www.ekathimerini.com/4dcgi/_w_articles_wsite1_1_08/10/2013_522201 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

16 Ocak 2017 Pazartesi

Ortadoğu’da Enerji



Ortadoğu’da Enerji 



Doç. Dr. Oktay Tanrısever 



Ben Oktay Tanrısever. ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde enerji konularında dersler veriyorum. Sizinle bu programınız kapsamında Ortadoğu’da enerji konularını ele alacağım. Öncelikle tek taraflı olarak ben anlatacağım. Daha sonra da sizin sorularınıza cevap vermeye çalışacağım. Ben konuşurken açık olmadığını düşündüğünüz herhangi bir nokta olursa elinizi kaldırın. Açıklama yapmam gereken konularda konuşmanın sonuna kadar beklemenize gerek yok. Son bölümde daha interaktif bir tartışma bölümümüz olacak. Tabii hepinizin beklentisini, bilgisini bilmiyorum; eminim hepiniz farklı bölümlerden seçildiniz. Herkes Uluslararası İlişkiler bölümünden olmayabilir. Bu nedenle biraz 
temel bilgileri konuşacağız. 

‘Enerji diplomasisi nedir? Genel olarak enerjinin Uluslararası İlişkilerde ne gibi önemi var?’ Bu soruların cevaplarını aktaracağım. Daha sonra Ortadoğu’da farklı özelliklere sahip olan bölgelerin enerji profilini size anlatacağım. Son bölümde de diplomasi alanında enerjinin güvenliği ve bölgedeki gelişmelerin yansımalarını sizlerle Uluslararası ilişkiler perspektifiyle tartışacağız . Dediğim gibi bunu takip eden bölümde eminim çok değişik konularda çok değişik sorularınız olur ve onları cevaplayacağım. Enerji konusu, Uluslararası İlişkilerde son yıllarda önemi daha çok vurgulanır hale gelmiştir; ortaya çıkan her uluslararası olayın bir de enerji boyutu varmış gibi bir izlenim bulunmaktadır bu tabii ki kısmen 
doğrudur. Çünkü enerji ne kadar önemli olursa olsun her şeyi belirleyen bir faktör değildir. Enerjinin önemini kavramak için biraz da enerjinin günümüz toplumunda neden kritik bir rolü olduğunu bilmemiz gerekir diye düşünüyorum: Sizce neden olabilir? Bir fikri olan var mı? Mesela sizce biz neden özellikle son yıllarda çok fazla enerji konularını konuşuyoruz? Enerjiyi vazgeçilmez kılan nedir? 

Öğrenci: Kaynakların sınırlı olması olabilir, kontenjandan kaynaklandığını düşünüyorum. 

O.Tanrısever: Dediğiniz doğru ancak biz enerjiyi sınırlı görmüyoruz. Enerji sınırsız bir kaynaktır. 

Öğrenci: Enerji arzı güvenliği konusunda problemler var. Bu nedenle Ortadoğu’da son yıllarda daha çok gündeme geldiğini düşünüyorum. 

Öğrenci: Enerji üretimden lojistiğe kadar hayatımızda vazgeçilmez konumdadır. Örneğin; günümüzde sanayi üretimi yaparken çalıştığınız zamana göre farklı enerji kaynaklarından yararlanmadan bir şey yapamazsınız ya da ürettiğiniz bu malları taşımak için kullandığımız lojistik olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Bugün Türkiye elektriğinin %50’sinden fazlasını doğal gaz ile üreten bir ülkedir. Sadece evimizde aydınlanma için kullandığımız ya da yakıt olarak kullandığımız bir şey değildir enerji. Enerji, üretime dayalı elimize ulaşan her şeyi etkileyen 
bir faktördür. 

O.Tanrısever: Çok güzel. 

Öğrenci: 1970 yıllarında ortaya çıkan petrol krizleri de enerjinin önemini daha da vurgular hale gelmiştir. Petrol krizlerinin dünya ekonomisine etkisi, uluslararası boyutta ve diğer allarda enerjinin önemini arttırmıştır. 

O.Tanrısever: Sizin yorumunuz da gayet güzel. Sizin dedikleriniz enerjinin neden bu kadar gündemde olduğunu açıklamaktadır. 

Krizler oldukça medya bu konulara daha çok ilgi duyuyor ve farklı açılardan bu konuları incelemeye koyuluyor. Dediğiniz gibi 1973’te petrol krizinden sonra enerjinin çok önemli bir şey olduğu hakkında bir genel kanı oluşmuştur. Daha önce ihmal edilen, altı kalın çizgilerle çizilmeyen bir konuydu enerji. Ama giderek Uluslararası İlişkilerin merkezine oturuyor olması krizlerden kaynaklanmaktadır. 

Biraz önce arkadaşımızın bahsettiği, enerjinin modern dönemlerdeki önemiydi. Aslında enerji her zaman ve her tarihte önemliydi çünkü enerji var olmadan hayat olmaz. Çok basit bir şekilde hayatın kaynağı enerjidir diyebiliriz. İlk insandan bu yana hatta ilk canlıdan bu yana ve cansız varlıklara varıncaya dek enerjiden yararlanıyoruz. Evrenin oluşumunun özünde enerji vardır. Gezegenlerin belli bir yörüngede hareket etmesi gibi birçok şey enerjiyle mümkündür. 

İlk çağlarda enerjiye önem atfedilmiyordu. Çünkü enerji var olan şartlar da kullanılabildiği kadarıyla kullanılıyordu olduğu kadar tüketiliyordu. 

Örneğin ilk çağlarda köleler güçlerinin yettiği kadarıyla çalışıyor, diğer insanlar günlük hayatlarını idame ettirmeye çalışıyor, insan emeğinden 
fazla ortak enerjiye dayalı bir şey yoktu. Ama endüstri devriminden sonra arkadaşımızın da belirttiği gibi endüstriyel üretimin temel unsuru olarak enerji kaynakları ortaya çıktı. Başta kömür olmak üzere buhar makinesinin icadı ve bunun trenlerde kullanılması ile birlikte enerjiye daha çok ihtiyaç duyar olduk çünkü daha çok üretir olduk. Endüstri sayesinde fabrikanız varsa o fabrikayı işletecek kadar enerji ve yeterli vakit ile üretiminizi hızlandırıyorsunuz. Bu nedenle fabrikaların ortaya çıkması, ulaşım araçlarının enerji ile çalışır hale gelmesi dünyada enerji tüketimini sınırsız bir şekilde arttırdı. Tabii sınırsız artış yaşanınca kaynakların elde edilmesi, korunması ve çıkarılması ihtiyacı ortaya çıktı. Daha sonra petrolün 20.yy’ın başında gündeme gelmesiyle birlikte daha fazla kâr veren enerji kaynakları keşfedildi. Yani kömürün yanında petrol 
çok verimli bir enerji kaynağı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da radyoaktif maddelerden elde edilen enerjinin değişik alanlarda kullanılmasıyla çok daha fazla enerjinin üretilebilir ve bunun da endüstriyel üretimde tüketilebilir olduğunu gördük. Böyle olunca enerjinin çok değişik formları ortaya çıktı ve bunlarda tabii ki hem teknoloji anlamında hem teknoloji üretebilmek hem de ham madde kaynaklarını korumak amacıyla yararlanmak gerekir. Enerjiyi elinizde bulundurmak istiyorsanız ya paranız olacak enerji alacaksınız ya da sizde varsa da onu koruyacaksınız, sizde yoksa alacaksınız. Enerjiye sahip olmak onu kullanmak için yetmemektedir. Elinizde bulundurduğunuz enerjinin üretilmesi ve kullanılabilmesi için teknolojinizin de olması gerekmektedir. Son yıllarda ülkeler ekonomik üretimlerini arttırmak refah düzeylerini geliştirmek 
için hem enerji üretimini hem de tüketimini arttırmak için yarışıyorlar. 

Yani dünya da enerjiyi daha çok kullanma yarışı vardır. Şimdi Ortadoğu bu resmin içinde niye oturuyor dediğimizde Ortadoğu aslında uzun süre 
bu resmin içinde çok da yeri olmayan bir bölge yani geri kalmış, enerji kaynakları da petrol, doğal gaz dışında fazla olmayan bir bölge. 

Petrol; 19.yy sonu 20.yy başında rezervlerinin ne kadar büyük olduğunun anlaşılmasıyla önem kazanmıştır. Dünya ticaret yolları açısından Ortadoğu 
petrollerinin hem kalitesi hem de petrolün taşınma yollarının kritik bir yerde olması, Ortadoğu petrollerine ekonomik bir önem kazandırmıştır. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu bölge soğuk savaş yıllarında bir rekabet alanı haline gelmiştir. Bölgenin kendinden kaynaklı öneminin yanı sıra bölgenin enerji dinamiklerinin belirleyici olması, soğuk savaş yıllarında bölgenin kendini küresel rekabet içinde de bulması Uluslararası İlişkileri etkiler hale gelmiştir. Ortadoğu da yaşayan halklar, buralarda yatırım yapan şirketler, küresel anlamda liderlik gösterip rekabet eden ülkeler; enerjinin üretimi taşınması ve tüketimi süreçlerinde Ortadoğu ile daha çok ilgilenir oldu. Ortadoğu’nun 1973’e kadar pek de politize olduğu söylenemez. Yani yer yer ulusallaştırma kamulaştırma kaydettiklerinden dolayı siyasi iç politika meselesi olarak petrolü görüyoruz. 
Özellikle petrol üretiminin çok olduğu ve başlarda bunun uluslararası petrol şirketleri tarafından yapıldığı ülkeler de genel petrol şirketleri buraları kamulaştırma yönünde bir siyaset izlemeye başladılar. Tabii ki arap milliyetçiliği, pers milliyetçliği gibi unsurlardan dolayı burada milliyetçilik unsuru beslendi. Ancak milliyetçilik bir dönem önemliyken 1970’lerin sonunda 1980’lerin başında giderek radikal İslam hareketlerinin ve değişik İslamcı hareketlerin versiyonları nın da etkileri kendini göstermiştir. Gerek İran’ daki gelişmeler gerek Körfez Ülkeleri’nde ki gelişmeler gerekse diğer ülkeler de konu ideolojik boyutlarda çeşitlenerek yaygınlaşmıştır. Yani enerji kaynakları değişik grupların inceleme alanına girerek onu elde edebilmek için değişik stratejilerin geliştirildiği bir konu oldu. Toplumlar Ortadoğu’da ki tüm gelişmeleri enerji bağlamında ele alır oldu ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. 


Arap ülkelerinde ki milliyetçilik ya da değişik ideolojilerin ortaya çıkması bazen oraya yatırımları istismar etmektedir. Ortadoğu’da yeterli teknolojik alt yapının olmaması, gelir kaynaklarının kısıtlı olması ve enerjinin işlenip dışa satılması gerekir çünkü gelir kaynağı budur. Bu nedenle bu durumu fazla politize etmenin bir anlamı yoktur. Özellikle offshore bölgeler de yani deniz de yapılan petrol doğal gaz üretiminde çok ileri teknoloji gerekiyor. Bu teknolojiye çok az ülke ve şirket sahip, haliyle eğer o üretimi yapacaksanız bir anlaşma yapmanız gerekmektedir. 

Buna ‘Üretim Paylaşım Anlaşması’ (Production Sharing Agreement) denilmektedir. Bunun üzerinden gidiliyor yani tek tek olaylar, her ay bir 
üretim yatırım anlaşması gibi bir boyutu var ama dediğim gibi Ortadoğu’daki değişik çevreler biraz abartarak biraz kendi siyasi gündemlerine bunu yerleştirmek maksadıyla enerji temelli bir siyasi söylem geliştiriyor. Ortadoğu’da, iç politikada ideolojik bir boyutu var enerjinin. Ama buna 
ilaveten enerji kaynaklarının tabii ki paylaşılmasına dair, korunmasına dair bir rekabet var. Yani üretimde ticaret konusunda yapılan tartışmalarının çoğunun yersiz olduğunu söylesek de yine de değişik gruplar enerji kaynaklarını ele geçirince muazzam güç elde ettikleri gerçeğinden hareketle birazcık kaynak kontrolü anlamında bir hareketlilik söz konusu. Gerek etnik grupların Ortadoğu’daki değişik ideolojik grupların özellikle keşfedilmiş ve çalışan petrol sahalarına dönük olarak yaptıkları saldırılar buraları elde edebilmek, daha çok güç kazanmak için geliştirdikleri stratejiler vardır. Gerçekten de petrolü elinde tutan doğal gaza da sahip olan büyük güç elde etmiş, büyük bir servetin üzerine oturmuş oluyor. Bunu da hem siyasi hem uluslararası güce çevirmesi çok zor değildir. Yeter ki o kaynağı ele geçirmeye muktedir olsun onu elinde tutabilir olsun. Son zamanlarda Pan-Arap hareketleri, ideolojik hareketler, radikal İslamcı hareketler Ortadoğu’da petrole göz diktikleri için petrol kaynaklarını ele geçirip ondan güç elde etmek amacıyla farklı stratejiler izliyor. Bu nedenlerle Ortadoğu’da çözümlenmeye doğru gidilmekte ve silahlanma yarışları olmaktadır. Bu iki dinamiğin yani çözümlenme ve silahlanma dinamiklerinin bir araya gelmesi Ortadoğu’da bugünkü manzaraya neden olan iki unsurdur. Ortadoğu’da enerji olmasaydı bu kadar hareketli olmazdı. Ama kontrol etme güdüsü ve bunun zorlukları, kırılganlığı yani kontrol edenlerin tam kontrol edememiş olması kontrole niyetli olanların da biraz gayretle az da olsa bir şey elde edebiliyor olması bölgeyi daha kırılgan daha çözülen istikrarsız bir yapıya doğru götürüyor. Bu durum devam edecek gibi anlaşılıyor yani şu anda Ortadoğu da bir istikrar, 
kalkınma, refah perspektifi sizinde fark ettiğiniz gibi görünmüyor ama bunun altındaki sebep dediğim gibi kontrolün yani enerji kaynaklarının kontrolünde bir istikrar olmaması ve iştahların kabarmış olmasıdır. Sorun çözüm mekanizma larının, barışçıl çözüm mekanizmalarının Ortadoğu’da çok gelişmemiş olması. Tabii ki bunun çok altına gittiğiniz zaman toplumun çok az gelişmiş olması vs. gibi toplumsal faktörleri görebileceğiniz gibi daha kurumsal sebeplerinde ortada olduğunu görmekteyiz. Şimdi bu manzaraya bakınca daha yapısal manzarada sorunların odaklandığı yerlerle kaynak bölüşümü meselelerinin olduğu yerler arasında da bir paralellik olduğunu görüyoruz. Yani Ortadoğu’daki daha çatışmaya açık olan yerlerde enerji ile bir korelasyon var. Ama her yerde değil özellikle kapasite boşluğu olan ve zayıf devlet olan bölgelerde bunun biraz daha 
öne çıktığını görüyoruz. Güçsüz devletlerin olduğu görece bölge standartlarında bu sorunun birazda denetim altında olduğunu görebiliyoruz. 

Bölgede tabii ki biraz istikrar bütün dünyanın menfaatine olacaktır. Bütün dünya da bölgede en azından bir ölçüde sürdürülebilir bir istikrarın olması için çaba sarf ediyor. Mısır gibi Suudi Arabistan gibi İran gibi ülkelerin belli bir devlet kapasiteleri vardır. Yani kendileri güç projekte edebiliyorlar. Bunun getirdiği bir ön görülebilirlik ortamını Ortadoğu’da görebiliyoruz ama istikrarsızlığın olduğu yerlerde özellikle petrol zengini olan yerlerde paralellik arz ettiğini ya petrolün kaynağı ya da taşınma hatları potansiyel boru hatlarında gözle görülebilir bir artış var. Yani Ortadoğu’nun her tarafında bir istikrarsızlık yok. 

Bölgenin ikinci bölümünü oluşturan enerji profili konusuna geçersek dünyada ki en önemli petrol kaynakları; gerek kalite gerek miktar açısından Ortadoğu’da bulunmaktadır. Çok değerli rafineri ürünlerinin elde edildiği enerji kaynakları esasen Körfez ülkelerinde üretilir. Körfez ülkelerinde de en çok kaynağa sahip ülkeler olarak Irak, İran, Suudi Arabistan diyebiliriz. Gerek coğrafyalarının büyüklüğü gerekse gerçekten çok zengin kaynaklara sahip olmasından dolayı bu ülkeler önemlidir. Coğrafi olarak daha küçük olan ama metrekaresine daha çok zengin kaynağın düştüğü ülkeler vardır. Körfez İş Birliği Konseyi üyesi olan bu ülkeler; Katar, 


Kuveyt gibi ülkelerdir. Petrol rezervleri anlamında öne çıkan ülkeler ise; Irak, İran, Suudi Arabistan’dır. Dünyanın en zengin doğal gaz kaynakları da Katar’dadır. Özellikle enerji likit doğal gaz da dünyanın en önemli rezervlerine sahiptir. Bu bölgeye ilaveten enerji kaynakları anlamında Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde de az da olsa dikkat çekici kaynaklar olduğunu görüyoruz. Bunlar arasında Mısır da özellikle son yıllarda keşfedilen doğal gaz ve bazı petrol sahalarının olduğunu biliyoruz ama körfezle mukayese edilebilecek düzeyde değildir. Aynı şekilde Cezayir Ortadoğu’nun en önemli enerji kaynaklarında hem rezerv hem de üretim anlamında zengin bir ülkedir. Libya da bu anlamda çok zengin bir ülkedir. Hem kaliteli petrol hem de işletim maliyetinin düşüklüğü anlamında Libya’daki kaynakların çok önemli olduğunu biliyoruz. Hem Kuzey 
Afrika da hem de Körfez Bölgesinde odaklanmış durumda bölgenin kaynakları öz itibariyle. İstikrarsızlıklara baktığımızda da şunu görüyoruz: 

Enerji üretiminin daha kurumsallaşmadığı ve ticaret yollarının da son yıllarda önem kazandığını Levant bölgesi özünde kaynakları daha sınırlı olan Suriye Ürdün gibi ülkelerin ticaret yolları yani transit ülke rolü açısından önemi artmış durumda. Aynı şekilde yeni yeni gelişen Kuzey Afrika’daki sektörün de nasıl şekilleneceğini bu istikrarsızlıklarının sona ermesi belirleyecek. Yani oradaki kaynak rekabetinin bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır. Özellikle Libya’daki istikrarsızlıklar son yıllarda artarak devam etmektedir. Özellikle ülkenin doğusunda Bingazi Bölgesinde tekrar bir istikrarsızlık dalgası başlamıştır. 

Ülkenin doğusu ile batısı arasında bir koordinasyon ortadan kalkmıştır yani gerçekten bir 5-10 sene sonra Libya gibi bir siyasi birimden bahsedilebilir 
mi tam olarak bir şey söylemek zor. Burada tabii ilginç olan Cezayir’in çok istikrarlı olmasıdır. Körfez ülkelerinin bir kısmının ve Cezayir’in istikrarlı olması bir açıdan hem bu ülkelerde yaşayan insanlar için, bölge için hem de dünya için bir şanstır. Çünkü petrol ülkelerinin istikrarsız olması kimsenin istemediği bir şeydir. Sebep ise fiyatlarda dalgalanma olmasıdır. Fiyatların çok dalgalanması özellikle tüketiciler tarafından arzu edilmez. Özellikle Türkiye gibi Avrupa ülkeleri Japonya Çin gibi esasen enerji tüketiminde dışa bağlı ülkeler bütçelerinin kötü yönde etkileneceğinden dolayı bu fiyatların artmamasını isterler. Satanlar da bu işten avantaj elde etmezler çünkü bu tür krizler küresel krizi de etkilediği için petrole olan talepte azalmaktadır. İstikrarlı piyasa istenir. Enerji ile ilgilenenler üretim sahalarının ya da nakil hatlarının kontrolü üzerinde bir tartışma olmasın isterler. Zayıflayan rejime dair tartışmaların olduğu ülkelerde bu gibi belirsizlikler ortaya çıkmaktadır. Çünkü bazı gruplara fırsatlar ortaya çıkıyor ve onlar kendi menfaatleri için dünyadaki küresel ekonomiyi önemsemezler. Bu açıdan bakınca Ortadoğu’daki enerji konusuna otoriter rejimlerin; Suriye de olduğu gibi, daha önceden Saddam döneminde Irak’ta olduğu gibi bunlar sürdürülebilir sistemler 
olamadılar. Çünkü enerji kaynaklarının veya nakil hatlarının merkezi otorite tarafından kontrol ediliş biçimi bunun halkla da paylaşılmamış olması bir huzursuzluk yaratmıştır. Daha fazla pay elde etme kavgasını üretmiş oluyor ve bunun demokratik mekanizmalarla çözecek durumları olmadığı için bu otoriter ülkelerde istikrarsızlık daha kontrol edilemez bir aşamaya geçmektedir. LLibya ve Suriye, Irak’ta görünenden daha demokratik yapılar olabilseydi ya da Körfez ülkelerinde olduğu gibi monarşik yapıların yönetebileceği yapılar olsaydı belki öngörülebilir bir istikrar olabilirdi. Bu ülkelerin en zayıf olduğu genel olarak enerji profillerinden biri de yatırım kapasitelerinin az olması yani yeni enerji 
kaynaklarına yatırım yapabilecek kapasitenin olmaması teknolojinin az gelişmiş olmasıdır. Özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarının deniz bölgelerindeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının geliştirilmesi açıkça ileri teknoloji istiyor ve bu ülkelerde bu teknoloji yoktur. Bazı ülkeler bu yeni teknolojiyi kullanıp bu açıdan da enerjilerini daha sağlıklı biçimde elde edebiliyor. İsrail bölgenin teknolojik açıdan en gelişmiş ülkesidir. 

Aynı şekilde güneş ve dalga enerjisinde ciddi bir kapasite söz konusudur. 

Doğu Akdeniz’de son yıllarda keşfedilen doğal gaz kaynaklarının geliştirilmesinde de ilk defa üretim aşamasına da geçebilen ülkedir. 

Kıbrıs’da, kapasitesinin çok sınırlı olmuş olması, anlaşmazsızlıkların devam ediyor olması, adanın kuzeyinde ve güneyinde bir uzlaşmanın gerçekleşmemesi Kıbrıs’daki kaynakların ekonomik olarak kullanılmasını engelliyor. Kıbrıs’da taraflar görüşmelere başlamıştır umarız bu süreç olumlu gelişmeler getirecektir. Böyle olursa oradaki kaynaklar da gelişebilir. Diğer ülkelere baktığımızda Mısır, Suriye, Lübnan gibi tipik bir alt yapısı yoktur. 


Soru:Hocam, İsrail münhasır ekonomik bölgesinde bulunan rezerve ispatlandı mı bildiğim kadar ispatlanmamıştı. Şu an durum nedir? 

O.Tanrısever: Şimdi ispatlanmış kaynaklar konusunda bizim gibi dışarıdan gözlemcilerin, şirketlerin açıklamalarıyla tatmin oluyorsunuz. İsrail’in 
açıklamalarında bu tip bir rezervde azaltma olmadı ama Kıbrıs’da Nobel enerji şirketi ciddi anlamda rezervlerinin varsaydıklarının altında olduğunu söyledi. Tabii ki bunu böyle söylemiş olmalarının herhangi bir anlamı yoktur. Rezervler hakkında üçüncü aktörlerin güvenilir yorum yapabilmesi çok zor o sahayı etüt eden şirketler ancak bunu bilir. Bazen yatırım çekmek için bilerek abartmalar olabilir ya da az olduğu söylenebilir politik açıdan, dış politika amacıyla bunu yapıyor olabilirler. Üçüncü aktörler bu açıklamaları dinleyip not almak durumundadır. 

Türkiye’ de kendi araştırmasını Shell Şirketi ile birlikte yapmaktadır. Akdeniz’de kendi kıta sahanlığımız içinde, münhasır ekonomik alanda Türkiye araştırma yapmaktadır. Rezerv bilgilerinin güncellenmesi gerekmektedir. Ama en doğru bilgi olarak şirketlerin bilgilerini doğrunun altında veya üstünde olsa da kabul görmek lazımdır. 

Kıbrıs’ın çevresindeki 12 sahayla ilgili olarak bazı spekülasyonlar yapılmaktadır. Rumlar rezervlerini önce çok arttırdı daha sonra yine kendileri azalttı. Bazen kamuoyunu mutlu etmek içinde bunlar yapılabiliyor. Örneğin ekonomik krizlerin olduğu ülkelerde petrolün miktarı abartılıp toplumun bir kaç yıl daha bu duruma katlanması istenebiliyor. Ancak şirket, mühendislerinin araştırmaları sonucu 
olana itibar etmek lazımdır. Ancak bu devlet sırrıdır. Ülkeler rezerv durumlarını tahmini olarak söylerler, kesin bir şey söylemezler. 

Ortadoğu’da çok ciddi bir güneş enerjisi potansiyeli bulunmaktadır. 

Çöl olan bir bölge ve enerjisi güçlü, ancak bunun çok az geliştirildiğini görüyoruz. Körfezdeki ülkeler petrol zengini oldukları için bu konuda ciddi bir yatırım bulunmamaktadır. Aslında büyük bir potansiyel var uluslararası yatırımcıların burada uzun vadede gerek güneş enerjisi gerek rüzgar enerjisi konusunda yatırım yapabileceklerini düşünüyorum ama ülkelerin de bu konuda yatırım olanaklarını arttırmadığını görmekteyiz. 

Böyle de ilginç bir durum var. Kendilerini geliştiremedikleri için kimisi fakir oldukları için kimisi de ağırlığı petrol ve doğal gaza verdiği için bunun ihmal edildiğini görüyoruz. Dünya haritasına baktığımızda buranın birincil güneş enerjisinde önde gelen ülkeler olması gerekirken, dünyada güneş enerjisi üretiminde önde gelen ülkelerin Kuzey Avrupa ülkeleri yani güneşin daha az olduğu ülkeler olduğunu görüyoruz. Bunu açkılayan bir sebep teknoloji ama diğer faktörde bu konuda yatırımlar için müsait bir ortamın olmasıdır. Bu ülkeler ne yazık ki buna çok önem vermemektedir. 

Çevre ve karbon konusunda da çok duyarlı olmadıklarını, gerek iklim değişikliği müzakerelerinde gerekse kendi ülkeleri içindeki karbon emisyonunu azaltılması için tedbir almamalarında bunu görüyoruz. Bu bölgede enerji politikalarının çok çağdaş olmadığını söyleyebilirim bu noktadan hareketle son bir gözlem olarak da bölge ülkelerinin enerjiye bakışından daha çok ham madde odaklı olduklarını gözlüyoruz bu da bölgenin ciddi bir eksikliğidir. Enerjide esasen bitmiş ürünleri satmak yani rafine edilmiş ürünün pazara sunulması bu ülkelere daha çok artı 
değer katabilir ancak bu olmamaktadır. Bazı ülkelerde bu teknolojiyi elde edemedikleri ve bu işletmeleri etkin çalıştıramadıklarından dolayı bu durumla karşı karşıyayız. Bazı ülkelerde de doğrudan satışın işletim sonucu satışına göre biraz daha kolaya gelmesinden dolayı bu yöne gidilmediğini görüyoruz. Bu da tabii ki enerjide ciddi bir durumdur. Bölgede, İsrail dışında neredeyse yeni teknolojilere yatırım yapan bir ülke bulunmamaktadır. Güneş enerjisi gibi daha doğa dostu enerjilerin üretilmesine özen göstermediklerini görüyoruz. Ortadoğu da zaten bir çevre krizi yaşanmaktadır. İklim değişikliği, enerji-çevre ilişkisinde Ortadoğu ülkelerini duyarsız ve kapasitelerini geliştirmediklerini görüyoruz. 

Öğrenci: Kaya Gazı Nedir? 

O.Tanrısever: Kaya gazı yeni bir teknolojidir. 1970’lerde daha deneysel olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra belli ülkelerde üretimi yapılmış ama yaygın üretimi esasen Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılmış ve başarılı olmuştur. Bölge ülkelerindeki kaya gazı potansiyeli yönünde bir araştırma yok daha çok kaya gazı konusuna meraklı olan ülkeler Doğu Avrupa ülkeleri gibi ülkeler araştırma yapmaktadır. Bu ülkeler %100 düzeyinde Rusya’dan alınan gaza bağımlı oldukları için biraz onlara umut olmuştur. Acaba Polonya, Litvanya, Ukrayna’daki rezervler kullanılır bir yerel üretim olabilir mi? Soruları akla gelmiştir. Türkiye’de de belli sahalarda araştırmalar yapılıyor. Bunun çok kolay olmadığını söylemek lazım. Teknolojide daha çok su kullanılıyor suyu da kirleten bir sistemdir. 

Amerika Birleşik Devletleri’nde başarılı kullanılması sebebi rezervlerin olduğu yerde fazla suyun olmamasıdır. Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da yoğunlukla yaşanılan yerlerde bu deneylerin yapılması önerilmeyebilir ve toplum da bundan hoşlanmayabilir. Çünkü Ortadoğu’daki insanlar için su petrol kadar önemlidir. Çöl yoğunluklu bu bölgede çok kıt kaynakta olan suyun enerji üretilmesi adına kirletilmesi tepki çekecektir. Bu nedenle petrol zengini ülkeler risk taşıyan bu tip projeleri kabul etmemektedir. 

Bu konudaki gelişmeleri biraz bekleyip görmek gerekiyor. 


***