Osmanlı'da Egemen Kürt yapılanması ve Koçgiri İsyanı (2)
Eser Özaltındere,
Koçgiri isyanını bastıran Nureddin Paşa (solda), Mustafa Kemal'le birlikte.
II. Abdülhamid'in Hamidiye Alayları
II. Abdülhamit'in "Hamidiye Alayları" yapılandırmasındaki "temel unsurları" kabaca şöyle sıralayabiliriz;
a) Sünnilik (ya da Şafilik); yani Osmanlı'nın "ümmet ideolojisinin" başat "mezhepsel değerleri,"
b) Feodalite ve bu sosyo-ekonomik yapının temel parametreleri olan "Kürt feodal aileleri ile onların aşiretleri,"
c) Hilâfet ve saltanata bağlılık.
Abdülhamit ayrıca, "Kürt aşiret aristokrasisi'nin" payitahta olan bağlılıklarını garantiye alabilmek amacıyla çocuklarının eğitimi için İstanbul'da "aşiret okulları" da açtırmıştır. Böylelikle "geleceğin feodal Kürt beylerinin" padişahın "kapıkulları" olarak hizmet etmelerini sağlama almayı hedeflemiştir. Bu da bir anlamda, bu "Kürt beyzâdelerin" "endurun" okullarında "Osmanlı devşirmesi" hâline getirilmesinden başka bir şey değildir. Nitekim, Kızıl Sultan Sünni Kürt beylerine "Hamidiye alayları paşalıkları" veya rütbeler bahşederken, bunların "eğitimli" mahdumları da daha sonra bölgelerinde kaymakamlık, bucak müdürlü ğü gibi görevlere atanmışlardır. Bu eğitimlerin diğer bir boyutu da, Osmanlı'nın ulus devletlere bölünerek parçalanması sürecinde " Kürt milliyetçiliğinin" bu "beyzâdeler" arasında filizlenmesine zemin hazırlamış olmasıdır.
Hamidiye Alaylarının kuruluşunda dikkate alınan diğer bir "yenilik" de; bölgedeki eski feodal beyler ile hanedanların nüfuzların kırılmasına yönelinmesi ve oralarda süreç içerisinde "kalabalıklaşmış ve güçlenmiş" "farklı aşiretlerin" öne çıkarılarak teşkilatlandırılmasıdır.
Böylelikle Abdülhamit, kendisine bağlı yeni bir "feodal Kürt aristokrasisi" yaratmayı amaçlamıştır.
Koçgirililerin Kimliği
Koçgiri isyanı da bu çerçeve içerisine oturtulduğunda daha doğru bir şekilde kavranabilir. Baki Öz'ün araştırmasına göre Koçgiriler bir "aşiretler konfederasyonu" olup Alevidirler ve Dersim aşiretler grubuna dâhildirler. Bu konfederasyon Erzincan Refahiye ve Sivas İmranlı merkezlidir.
Buralara Dersim'den göç ederek gelmişlerdir. İzol ve Şeyh Hasan aşiretlerine dayanmaktadırlar. Bunların Dersim'e gelişleri ise Orta Asya'dandır. Kırmançca konuşurlar. Koçgiri Aşireti bir konfederasyon olduğuna göre bünyesinde farklı etnik kökenden gelen aşiretler de bulunmaktadır.
Fakat, içerisindeki "Kürtleşmiş Türkmen" aşiretleri, bu konfederasyonun "ana nüvesini" teşkil ederler. Türkolog Irene Melikoff bunların törelerinin Orta Asya'ya kadar uzanan "Türk töreleri" olduğunu belirtir. Asya'nın "al inanışının", ölüm adetlerinin, "on iki hayvan takvimi"nde bayram ve özel günlerin Koçgiriler arasında yaygın olduğunu ifade eder. Koçgiriler, Osmanlı arşivlerinde "Kürtleşmiş göçer Türkmen" anlamındaki "ekrat taifesinden" şeklinde geçer. Vedat Şadillili bu aşiretin "eski bir Türkmen aşireti" olarak "öz be öz Türk" olmakla birlikte, Türkçenin yanında Kürtçe de konuştuklarını dile getirir. Prof. Tankut Koçgirilileri "Dersim Zazaları" grubuna sokar ve "Türk olduklarını" vurgular. Şükrü Seferoğlu bunların Tanrıdağları "Koçungar" bölgesinde bir şubelerinin bulunduğunu ve "Karlukların" bir boyu olduğunu iler sürer. Diğer taraftan hayvancılıkla uğraşan "göçer Türk topluluklarındaki" Karakoyunlular ve Akkoyunlular da olduğu gibi "koyun figürü" ile bağlantılı "koç" adının bir aşiret adı bağlamında öne çıkması da bu aşiretin "Türk soylu" oluşunun göstergelerin den biridir. Nitekim, bir görüşe göre bu aşiret adı "Koç kırı" ya da "Koçu kırlı", yani "kır renkte koçu olan" anlamına da gelmektedir.
"Etnik köken" konusunda farklı görüşler olmasına rağmen Koçgirilerin Alevi olduklarıyla ilgili görüş sahipleri arasında hiçbir anlaşmazlık yoktur. Demek ki, ilk bölümde açıklandığı şekliyle, "Türk soylu" bu aşiret; Yavuz'dan itibaren "devşirme Osmanlı'nın" izlediği "Kürt yanlısı" politikalar sayesinde, "Kürt Kırmançların" bölgede "egemen bir güç" haline gelmesi sonucunda Osmanlı'nın "Alevi Türkmen düşmanlığından" dolayı ücrâ köşelerde kendini saklama ihtiyacı duyarak "dilini kaybetmiş" ve "Kırmançlaşmıştır."
Koçgiri isyanı
Koçgiri bölgesinde başlatılan isyan Ekim 1920 ile Haziran 1921 arasında gerçekleşmiş ve yaklaşık 8-9 aylık bir süreci kapsamıştır. Hatta hazırlık
safhalarıyla 1920'lerin başlarına kadar gerilere götürmek de mümkündür. Çünkü, Hüseyin Abdal Tekkesi'nde aşiret reisleriyle yapılan ve "bağımsızlık" andı içilen toplantı 1920'lerin başlarındadır. Bu isyan enteresandır, tam da "Ulus Devlet Türkiye Cumhuriyeti'nin" hayata geçirilmesiyle ilgili en "kritik zamanlarda" patlak vermiştir. Bu isyanın palazlandığı ve gerçekleştiği dönemlerde Batı Anadolu'da 15 Mayıs 1919'da başlayan, Güney Marmara'yı da içine alan Yunan işgali bütün hızıyla devam etmektedir. "Ulusal Güçlerin" bütün dikkat ve enerjisi bu işgal üzerine yoğunlaşmış durumdadır. Ama en önemlisi, Sevr Antlaşması'nın Damat Ferit hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920'de imzalanarak yürürlüğe girmesi de isyan sürecine denk düşmektedir. Bunun Kürt Bölgesi maddesinde şöyle denmektedir:
"İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat'ın doğusunda ki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl
sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti'ne bağımsızlık için başvurabilecektir." Aynı zamanda o dönem, "Ulusal Güçlerin" tam toparlanmamış olduğu ve belli bir "kırılganlığının" bulunduğu dönemlerdir. Bu durumun ortaya çıkardığı yetersizlikler nedeniyle isyancıların "motive olmalarına" ve isyanın "gelişip yayılmasına" zemin hazırlayan Zaralı Mısto'nun Çulfaali köyü Jandarma karakoluna saldırması, Şadan aşireti reisi Paşo'nun Kuruçay'a gönderilen cephaneye el koyması ya da Kemah baskınları gibi olaylara engel olunamamıştır. Böylesine "zor şartlardaki" Kuvay-ı Milliye güçleri bir taraftan varını yoğunu batıda "Yunan işgaline" yöneltmişlerken diğer taraftan da doğuda Koçgiri isyanı ile uğraşmak zorunda bırakılmışlar, daha doğrusu arkadan vurulmuşlardır. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenilerin ihanetleri gibi. Dolayısıyla emperyalistlerin
"maşalarıyla" iki cephede birden savaşmak mecburiyetinde kalınmıştır. Gerçekten de, Ege ile Marmara dışında Karadeniz'de de "Rum çetelerle" mücadele hâlen devam ederken veya Anzavur gibi çok tehlikeli bir dinci ayaklanma daha yeni bastırılmışken başlatılan Koçgiri isyanıyla açılan yeni cephenin hangi anlama geldiği iyi kavranılırsa, bunun Kuvay-ı Milliye hareketini "yok etme" bağlamında üstlendiği "emperyalist misyon da" daha iyi anlaşılır. Nitekim, Mustafa Kemal Söylev'de; "…Birçok güçlerimiz bir yandan Pontusçuları, bir yandan da bu ayaklananları izleyip tepelemekle uğraşıyorlardı…" demektedir.
Kuvay-ı Milliyecilere "kurtuluş sürecinde" iki güç karşı çıkmıştır. Bunlardan biri "padişah yanlısı" Şeriatçı ayaklanmalar diğeri ise "Kürtçü" Şeriatçı isyanlardır. Aleviler genelde bunların hiçbirisine destek vermeyerek Kuvay-ı Milliyecilerin yanlarında olmalarına rağmen Koçgiri ve Dersim bunun iki istisnasıdır. Fakat bunlardan Koçgiri bir "Alevi isyanı" olarak görülmesine karşılık acaba gerçekten öyle midir?
Nuri Dersimi
Seyit Rıza
Koçgiri isyanının en önemli özelliklerinden biri de "Dersim isyanının önceli" ve "parametrelerinin aynı" olmasıdır. Dersim isyanı Koçgiri'nin attığı "temeller" üzerinde yükselir. Nitekim, Seyit Rıza'da bu isyanın "perde arkası" liderlerindendir. Bu isyan sürecinde; kendisinin Ağdat konağına Kürdistan bayrağını çeken, Alişir ile birlikte aşiret beyleriyle Ovacık'ın Larent köyünde 5 Eylül 1920'de toplantı yapan, TBMM'ye seçilen Dersim Milletvekillerinin Dersim'i temsil etmediği, Dersim'in "bağımsız bir Kürt yönetimi" istediği konusunda Ankara'ya telgraf çeken hep "Türk kökenli" bu Seyit Rıza'dır. Nuri Dersimi anılarında Dersimmilletvekillerinin Meclis'e katılmalarından sonraki dönem ile ilgili şunları söyler: "…Dersim fiilen bağımsızdı. Yönetim başkanlığını Seyit Rıza almıştı ve Kürdistan adına faaliyet gösteriyordu…" Kürtçü ideolog Nuri Dersimi de 1937'de Suriye'ye kaçtığına göre, demek ki Atatürk tarafından affedildiği 1921 ile 1937 arasında pek boş durmamış olsa gerektir. Sonuç olarak bakıldığında, Koçgiri kalkışması da dâhil Dersim isyanı; 1920-1937 aralığındaki tamı tamına 17 yıllık bir süreci kapsayan otonomcu, Cumhuriyet karşıtı, saltanat sempatizanı, "despotik aşiret ağırlıklı" ve emperyalizm güdümlü bir isyandır.
Koçgiri bir Alevi isyanı mı?
Bu isyan derinlemesine ve objektif bir şekilde incelenirse bunun "katıksız bir Alevi başkaldırısı" olmadığı ya da Aleviliğin ötesinde başka boyutları nın bulunduğu ve bunda Aleviliğin "bir araç" olarak kullanıldığı görülür. Koçgiri isyanının iç yüzünü kavrayabilmemiz için önce bunun elebaşlarının kimler olduğunu ve onların hangi "sosyal ve siyasi yapıların" ürünü olduğunu iyi analiz etmemiz gerekmektedir.
Burada baş rolde olanlar konfederal Koçgiri aşiretinin reisi ve İbolar şubesinden olan Mustafa Ağa'nın oğulları Alişan ile Haydar Bey'lerdir.
Bunların dedeleri büyük Alişan Bey, Koçgiri bölgesine değişik nedenlerle Elazığ Palu'nun Şemikderesi'nden göç etmiştir.Ve Şafidir.Yerleştiği bölgenin Alevi ağırlıklı olması nedeniyle o da Baba Mansur ocağının talibi olur ve bu ocak tarafından Alevileştirilir. Yani Alevi ayaklanması olarak nitelendirilen isyanın "önderlerinin bey ailesi" bir "Sünni veya Şafi dönmesidir." Büyük Alişan Bey'in oğlu ve Alişan ile Haydar'ın babaları Mustafa Ağa'ya yöreye gelen bir askerî birliği bir ay boyunca doyurduğu, belki de "Sünni kökenli" olduğu için Erzincan'a çağrılarak hiçbir askerî eğitimi olmadığı halde kendisine "paşalık" rütbesi verilir. Görüldüğü gibi bu Mustafa Ağa da, Abdülhamit'in yukarıda belirtildiği şekliyle, eski ve köklü Kürt aşiret ailelerinin nüfuzunun kırılması, bu nedenle de bölgedeki güçlü veya kalabalık aşiret beylerine "paşalık" ünvanları dağıtılarak kendisine
bağlı "yeni" bir "Kürt aşiret aristokrasisi" yaratılması amacıyla "paşa" yapılmış aşiret reislerinden biridir. Yine Abdülhamit'in politikası gereği payitahta bağlılıkları sağlanmak üzere oğulları Haydar ve Alişan her ikisi de "Abdülhamit'in mekteplerinde" eğitim almıştır. Başka bir ifade ile "devşirilerek" "kapıkulu" hâline getirilmişlerdir. Osmanlı'ya bağlılıkları pekiştirilmek üzere Haydar İmranlı'da Bucak müdürlüğü ve Divriği de kaymakamlık, Alişan ise Refahiye'de kaymakam lık pâyeleriyle onurlandırılmışlardır. Bütün bu uygulamalar sonucunda "kapıkullaşan" gerek Haydar gerekse Alişan saltanat ve derebeylik karşıtı Mustafa Kemal'in ulusal hareketini bir türlü içlerine sindirememişlerdir. Alişan'a Atatürk milletvekilliği teklif etmiş; "gel, dertlerine milletin meclisinde çare ara" demek istemiş, ama o kabul etmemiştir. Alişan "Kürt Teali Cemiyeti" üyesidir. Bu feodal beyler aynı zamanda bölgelerinde birer despotturlar. Gümüşhane, Mınteval ve Dersim'den getirdikleri çetelerle o çevrede terör estirmişler, kendilerine karşı gelenleri cezalandırmışlar ya da bölgeden uzaklaştırmışlardır. Kimilerini de asker kaçağıdır diye başkalarının yerine askere aldırmışlardır. Bu haksızlıklara dayamayanların çoğu yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmışlar dır." Bölgede "devlet" gibidirler.
Astığı astık, Kestiği Kestiktirler.
Cemal Şener'in araştırmasında Baki Öz ile yaptığı söyleşi de telefonla bağlanan bir yöre insanı, dedelerinden duyduğu baskıları dile getirirken; "bu ağaların Alevi halka yaptığı 'zulmü' Osmanlı bile yapmamıştır" diyerek, bu despot feodal beylerin "zalimliklerini" ortaya koymuştur. İsyan liderlerinden bir diğeri, aynı zamanda ideologu Nuri Dersimi denilen Kürtçüdür. Babadan Kürt milliyetçisidir. Türklük düşmanıdır. Veteriner binbaşıdır. Milan aşiretindendir. Babası "Mıla", yani "Molladır." Rezalete bakın ki; sözde "Alevi ayaklanmasının" ideologu bir "molla oğlu", önderleri ise "Şafilikten dönme" bir aşiret ailesidir. Dersimi, öğrencilik yıllarında Kürtçülük hareketleri içerisinde yoğun olarak yer almıştır.
"Kürt Teali Cemiyeti" üyesidir. Bu cemiyetin temsilcisi olarak ayaklanma bölgesinde Alişan'la birlikte görevlendirilmiş ve çalışmalar yapmıştır. Alişan ve Haydar Bey'leri "bağımsız Kürdistan hareketi" konusunda yönlendiren bu kişidir. Çünkü, diğerlerinin ideolojik donanımları yetersizdir.
İsyan, önceleri o zaman "Kürt Teali Cemiyeti'nin" başında bulunan Seyit Abdülkadir'in görüşleri doğrultusunda "Osmanlı içerisinde bir özerklik" amacına yönelikken daha sonraları Nuri Dersimi'nin ağırlıkta olduğu bir yönlendirme ile "bağımsız Kürdistan" hedefine çevrilmektedir. Esasında "Osmanlı içerisinde özerklik" konusu İngiliz'lerin de desteklediği bir durumdur ve bu çerçevede Kürtleri, bölgedeki "kendi çıkarlarıyla" ulusal güçlerin İstanbul hükümeti lehine "yıpratılması" adına "kullanmayı" planlamaktadırlar. Çünkü o dönemde Irak onların işgali altındadır ve Musul petrolleri kendileri için çok önemlidir. Bu bağlam da "Kürt Teali Cemiyeti" ile iyi ilişkiler içerisindedirler ve Seyit Abdülkadir'in "
Osmanlı içerisinde özerk Kürt bölgesi" projesine de ortaktırlar. Dolayısıyla, İngiliz'e güvensizlik nedeniyle başlangıçtaki "Osmanlı içerisindeki özerklikten"
sonrasında "bağımsız Kürdistan'a" doğru bir dönüş olmuştur.
İsyanın önder kadro içerisinde öne çıkan isimlerden bir diğeri de Alişir adlı Alevi bir halk ozanıdır. Çok iyi bir ajitatördür. Eğitimlidir ve ideolog yanı da bulunmaktadır. Aşiretlerin ve halkın kalkışmaya katılması konusunda şiirleri ve hatipliği ile propaganda bazında katkı vermiştir. Kendisi önce Mustafa Ağa'nın sonrasında ise Alişan ile Haydar'ın kâtipliğini ve akıl hocalığını yapmıştır. Çok iyi Türkçe bilmektedir ve şiirlerini Türkçe yazmıştır. Büyük ihtimal Türk kökenlidir. Emperyalizme hizmet eden, Kuvay-ı Milliye ve Cumhuriyet'e karşı olan Alevi yakıştırmalı bu baş kaldırı, tüm Alevileri "temsil etmemektedir" ve özellikle "Dede Ocaklarının katılımı" önemsiz kalmıştır. Nitekim, gerek Dersim gerekse Erzincan Alevi Aşiretleri Kürt Şerif ile Ermeni Bogos Nubar'ın "Sevr sürecindeki" ayrılıkçı politikalarına karşı olduklarını Fransız Yüksek Baş Komiserliği'ne
çektikleri 20 Şubat 1920 tarihli telgrafla da açıkça ortaya koymuşlardır.
Bu telgrafın altında Dersim, Erzincan ve Koçgiri aşiretlerinden Balabanlı (Kürtçü Sabahat Tuncel'in aşireti), Zişanlı, Bal, Abbasanlı, Şadi, Medanlı gibi aşiret başkanlarının imzası bulunmaktadır. Fakat daha sonra,saltanattan "nemalanmış" Alişan ve Haydar gibi bazı aşiret ağaları; yüzyıllardır süre gelen "otonomilerinin ve imtiyazlarının" kaybedilmemesi adına, Sevr'i de fırsat bilerek, Nuri Dersimi ve Alişir gibi Kürt milliyetçisi ideologların da etkisi altında "Kürtçü bir bağımsızlık" doğrultusunda Aleviliği bir "araç" olarak kullanmışlardır. Bu konuda halk ve diğer aşiretler üzerinde "isyana katılmaları" çerçevesinde "despotik" bir baskı oluşturmuşlar dır.
Alevi kesimi işin içine çekmek için Nuri Dersimi'nin önderliğinde yapılan ve "bağımsız Kürdistan" andı içilen Hüseyin Abdal Tekkesi'ndeki aşiretler toplantısın da reislere "Zülfikar" adına yemin ettirilmiştir. Alişir, sağa sola gönderdiği bildirilerde olmadığı halde "Seyit" unvanını kullanmıştır.
Dersim bölgesindeki birlikteliği kabul eden aşiret reislerine; "bir Zülfikar ile elma getirtip Hz. Ali'nin Zülfikarı'na ve kesip yedikleri Fatmat'ül Zehra" adına şeklinde Alevi motifli antlar içirilmiştir. Buna karşın yine de Alevilerin tümü işin içerisine çekilememiştir. Türk Aleviler bu konuda çekimser kalmıştır. Diğer taraftan İzolli aşireti gibi önemli bir aşiret TBBM'ye 19 Ekim 1920 de telgraf çekerek bağlılığını bildirmiş, Balaban aşireti başkanı Paşo Ağa da Ankara Hükümeti'nin yanında yer almıştır. Hatta Balabanlılar Mutu ve Sansa bölgelerinde köprüleri tutarak Haydar Bey'in Dersim'e geçmesini engellemiştir. Kureyş aşireti de (herhâlde Kılıçdaroğlu' nun aşireti olsa gerek) Haydar Bey'i Tercan'a sokmamış ve jandarmayla birlikte
ona karşı savaşmıştır. Ayrıca, Diyap Ağa gibi TBMM'ye milletvekili vermiş aşiretleri de dışarı da tutarsak, "Koçgiri Alevi isyanıdır" tezi bütünüyle çökecek tir. Bunun da ötesinde bırakın Alevi isyanı olmasını, "Sünni" Kürt aşiretleri de zaten bu işin içerisinde olmayınca bu isyanın bir "Kürt ulusal hareketi" ya da "Kürt bağımsızlık savaşı" olarak görülmesi de mümkün değildir. Bu şekilde Kürtlerin ve Zazaların "Tamamını kapsamayan" ve "aşiretçilik" üzerine kurulu bu "bölük pörçük" hareketin ulusallığından bahsetmek komik bir savdır. Böylesine bir "Bölünmüşlükle" ve "feodal aşiret ideolojisiyle" bağımsızlık savaşı olamaz.
Koçgiri'den Dersim'e
Koçgiri'de gerçekleşen, Dersimi gibi Kürtçü ideologların güdümündeki "bazı" Kürt feodal ağaların, "Osmanlı'nın kendilerine hediye ettiği" ve yüzyıllardır süre gelen "otonomilerin" üzerinde yükselen çıkarlarını,"Kürdistan bağımsızlığı" kamuflajıyla korumaya çalışmaktan ve "emperyalizme hizmet etmekten" başka bir şey değildir. Bu isyan beraberinde, bölgede o günlerde doruk noktasında olan Türk-Kürt karşıtlığına tarihsel Sünni-Alevi gerginliğinin alevlenmesini de eklemiş ve oralardaki aşiret düşmanlıklarını daha da körüklemiştir. Bu da emperyalistlerin ayrıca işine gelmiştir. Örneğin,İngiliz yetkililerden Albay Stokos devletine "Sünniler ile Şiilerin (Alevilerin) aralarındaki düşmanlıktan yararlanılmasını"
önermiştir. Koçgiri isyanının en önemli özelliklerinden biri de "Dersim isyanının önceli" ve "parametrelerinin aynı" olmasıdır. Dersim isyanı Koçgiri'nin attığı "temeller" üzerinde yükselir. Nitekim, Seyit Rıza'da bu isyanın "perde arkası" liderlerindendir. Bu isyan sürecinde; kendisinin Ağdat konağına Kürdistan bayrağını çeken, Alişir ile birlikte aşiret beyleriyle Ovacık'ın Larent köyünde 5 Eylül 1920'de toplantı yapan ,TBMM'ye seçilen Dersim Milletvekillerinin Dersim'i temsil etmediği, Dersim'in "bağımsız bir Kürt yönetimi" istediği konusunda Ankara'ya telgraf çeken hep "Türk kökenli" bu Seyit Rıza'dır. Nuri Dersimi anılarında Dersim milletvekillerinin Meclis'e katılmalarından sonraki dönem ile ilgili şunları söyler:
"…Dersim fiilen bağımsızdı. Yönetim başkanlığını Seyit Rıza almıştı ve Kürdistan adına faaliyet gösteriyordu…"
Enteresandır, Koçgiri ayaklanmasının propagandist ve katılımcılarından biri olan Alişir; Alişan ve Haydar'ın, öncesinde de babasının kâtibidir. Bu kişi daha sonra da 1937'de öldürülene kadar Seyit Rıza'nın korumasında onun akıl hocalığını yapmıştır. Kürtçü ideolog Nuri Dersimi de 1937'de Suriye'ye kaçtığına göre, demek ki Atatürk tarafından affedildiği 1921 ile 1937 arasında pek boş durmamış olsa gerektir. Sonuç olarak bakıldığında, Koçgiri kalkışması da dâhil Dersim isyanı; 1920-1937 aralığındaki tamı tamına 17 yıllık bir süreci kapsayan otonomcu, Cumhuriyet karşıtı, saltanat sempatizanı, "despotik aşiret ağırlıklı" ve emperyalizm güdümlü bir isyandır.
Bütün bu isyanların tek sorumlusu da,"devşirme Osmanlı'nın" Yavuz'dan beri süre gelen "İmtiyazlı Feodal Aşiret" yapılanmalı "Kürtçü Politikalarıdır." Bugünkü "Neo Osmanlıcılar da" o yüzden Kürtçü ve Dersimcidirler…
...
..