Hanefi Avcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hanefi Avcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2018 Cumartesi

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 6

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 6




 28.09.2010: YARGITAYDAN SKANDAL BİRLEŞTİRME KARARI:

Ses kayıtlarındaki kirli plan doğrulandı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu beklenen kararı verdi ve Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde 'Ergenekon terör örgütüne üye olma' suçu kapsamında görülen davanın Yargıtay 11. Ceza Dairesinde görülmesine karar verdi. Kurul kararı 18'e 6 oyla aldı. Bu kararla, dava son olarak görüldüğü Ankara'daki 11. Daire'de kalmış oldu. Terör davaları özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görülür ayrıca yargıtay'da görüşülecek olsa dahi 9. Daire buna bakabilir. Ancak bu kurallar ihlal edildi. Bu kararla, birinci sınıf yargı üyesi barındırabilen her çetenin davası yargıtaya alınabilir. Sanık Cihaner'in Yargıtay Ceza Genel Kurulu başkanı ve diğer üyelerle görüştüğü iddia edilmiş, dün ortaya çıkan ses kayıtlarıyla da bu doğrulanmıştı. Buna rağmen alınan bu kararla Kontrgerilla'nın yargıdaki, özellikle de yüksek yargıdaki varlığı bir kez daha tescillendi. İtalya'daki Gladio skandalını ortaya çıkaran Savcı Felice Casson'un da dediği gibi Kontrgerilla en büyük direnişi yargıda gösteriyor. Ses kayıtlarıyla da ortaya çıktığı gibi, Ergenekon'la bağlantı şüphesi bulunan yargı mensupları, örgütlü şekilde hareket ederek bağlı bulundukları örgüte yönelik soruşturmayı inanılmaz şekilde devir almış oldular. Artık istedikleri gibi kapatabilirler. Kamuoyundaki kanaat bu. Ve iddialara göre yargıtay bununla da yetinmeyecek ve öncelikle 'Islak imzalı' dava olmak üzere Ergenekon davalarının tümü, yerel mahkemelerde karara bağlanması beklenmeden yargıtayda birleştirilecek ve örtbas edilecek. Terör konusunda Yargıtay'da görülen ilk dava Cihaner'in davası. İddialara göre bu dava emsal kabul edilerek diğer Ergenekon ve benzeri davalardaki 1. sınıf sanık durumundaki sanıkların müracaatı üzerine o davalar da yargıtaya alınacak.

 02.10.2010: Cihaner davasının gizli tanığı Munzur'a tehdit:

Erzincan Ergenekon davasının gizli tanıklarından 'Munzur'un, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner hakkındaki ifadelerini değiştirmesi için tehdit edildiği, ağabeyinin de bu nedenle rehin alındığı iddia edildi. Durumun polise aktarılması üzerine tehdit eden şahısla ağabeyin ifadeleri alındı. Aynı davanın tanıklarından İlyas Meral de Başsavcı İlhan Cihaner tarafından tehdit edildiğini ileri sürmüştü. (Gizli Tanık Munzur ifade değiştirmesi için yapılan baskıları 02.08.2011 tarihinde ıslak imza davasında tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde doğruladı.)

12.10.2010: Güney'i dinleyen Avcı Ergenekon'dan haberdar mıydı?:

Hanefi Avcı'nın odasında bulunan 24 kasette ikinci perde. Kasetlerde Ergenekon soruşturması sanıklarından Veli Küçük dışında 'karakutu Tuncay Güney'in de ses kayıtları bulundu. Bu gelişme 'Avcı o yıllarda Ergenekon'dan haberdar mıydı?' sorusunu gündeme getirdi. Bu açıdan Hanefi Avcı'nın yazdığı kitabında herkesi şok edecek şekilde ' Ergenekon fasafisodur' demeye getirmesi anlamlı bulundu.

 12.10.2010: HSYK üyelerinden 'düşmesek de inecektik' istifası:

HSYK'daki korsan kararnameci üyeler istifa etti. Şov amaçlı olduğu tartışılan istifalara sert tepkiler geldi. Başbakan Erdoğan bugünkü grup toplantısında HSYK üyelerinin istifalarına da değindi ve çok ağır eleştirdi: "HSYK'da istifalar oldu, hayırlısı olsun. Sizin elinizi tutan yok, fakat geç de kaldınız. Bunun adı aslında 4 4'lük bir şovdur. Bu öyle bir çalıştırılmıyoruz falan, hepsi kuru bahane. Bugüne kadar çalıştırılıyordunuz da 14 Ağustos'tan sonra mı? Zaten 12 Eylülden sonra millet kararını verdi otomatikman toplantı yeter sayısından uzaksınız böyle bir şey yapacak durumunuz yok. Ani baskınlarla Erzurum'daki kararı alan siz değil miydiniz? Oralarda çalışıyordunuz. Şimdi ne oldu da bizi çalıştırmıyorlar diyorsunuz. 7 kişi içinde Adalet Bakanı ve müsteşarı mı engelliyor sizi? Atamalar noktasında da aynı kararlığı gösterdiniz. Bu tür açıklamaları yapmak suretiyle şimdi bunları yapıyorsunuz. Açık olun Yargıtay'da Danıştay'da işimiz var, adaylıklarımız var onun için ayrılıyoruz deyin. Başkanvekilinin 53 günü kalmış, diğerlerinin 3-5 günü kalmış. Biri de istifa etmedi bekliyor. Tavırlarını anlamak mümkün değil."

 20.10.2010: Ergenekon duruşmasında slogan atan 119 İP'liye dava:

Birinci 'Ergenekon' davasının 149. duruşmasında sloganlar atarak mahkemeyi protesto eden çoğunluğu İP üyesi 119 kişi hakkında hapis cezası istemiyle dava açıldı. İddianamede, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti Başkanı Köksal Şengün, üye hakimler Hasan Hüseyin Özese ve Sedat Sami Haşıloğlu ile davaya giren İstanbul Cumhuriyet Savcıları Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın 'müşteki' olarak yer aldı.

27.10.2010: Hakimleri karalamak için şaşkın girişim:

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Ergenekon ana davasında dün ilginç gelişmeler yaşandı. Mahkeme Başkanı Şengün'e gelen not akılları karıştırdı. Ergenekon ana davasının tutuklu sanığı İsmail Yıldız, Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'e gönderdiği bir notta, Asabiye uzmanı olan doktor bir arkadaşının kendisine 'Davaya bakan bir hakimin eşi ve çocuğunu hastanede gördüm. Onlara yardım edebilirim' şeklinde bilgi gönderdiğini ifade etti. Ancak Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, bu yardım teklifiyle ilgili olarak 'Bu bilgiler tamamen yanlış. Heyette eşi memur olan ve böyle iki çocuğunun sağlık problemi olan yok. Arkadaşınızın ismini açıklamanıza da gerek yok. Bu bilgiyi de ona ulaştırın' diyerek tepki gösterdi. Böyle asılsız bir yardım teklifinin hangi amaçla yapıldığı ya da yanlışlıkla mı yapıldığı konusu anlaşılamadı.

27.10.2010: Darbe Günlükleri soruşturması örtbas mı ediliyor?:

İstanbul Başsavcılığı, Eski Kuvvet Komutanları hakkında yürütülen ‘darbe günlükleri’ soruşturmasında yetkisizlik verdi. Yetkisizlik kararında ‘Ergenekon örgütü ile bağlantı kurulamadığı’ belirtildi. Dosya Ankara’ya gönderildi. Ancak bu durum kafaları karıştırdı. Çünkü dosyanın Ergenekon soruşturmasını yürüten özel yetkili savcı Zekeriya Öz'den tuhaf bir şekilde kaçırıldığı iddiası gündeme gelmişti. Ağustos ayında Öz'den 'Balyoz dosyasıyla ilgisi olup olmadığının inceleneceği' gerekçesiyle alınan dosya savcı Mehmet Ergül'e verilmişti. Dosyayı geri göndermediği öğrenilen Ergül, iki ay sonra günlüklerin Ergenekon soruşturması ile bağlantısı bulunmadığını gerekçe gösterip, dosyayı Ankara'ya gönderdi. Ancak günlüklerde yer alan çok sayıda iddia, Ergenekon davası sanıklarına da soru olarak yöneltilmişti. İkinci Ergenekon iddianamesinde Sarıkız kod adlı darbe planıyla ilgili, 'Plan çerçevesinde, basının ele geçirilmesi, üniversite öğrencilerinin sokağa dökülmesi, sendikalarla birlikte hareket edilmesi, sokaklara afiş asılması, dernekler ile temasa geçip hükümet aleyhine teşvik edilmesi ve tüm bu olayların yurt çapında gerçekleştirilmesinin hedeflendiği görülmüştür. Sarıkız kod isimli darbe planının Şener Eruygur, Aytaç Yalman, Özden Örnek ve İbrahim Fırtına tarafından hazırlanmış olabileceği değerlendirilmektedir' tespitleri yer alıyor. Yine Ergenekon davası tutuklu sanığı Mustafa Balbay'ın günlüklerindeki notlar ile Özden Örnek'in günlüklerindeki darbe suçlamasına ilişkin bilgilerin örtüştüğü ortaya çıkmıştı. Bu ilginç durum, 'Komutanların Ergenekon ilgisi yoksa Balbay'ın nasıl var, Balbay'ın varsa komutanların nasıl yok?' sorusunu sorduruyor ve generallerin tıpkı balyoz soruşturmasında olduğu gibi yargıdan kurtarılmakta olduğuna dair şüpheler uyandırıyor. Savcı Ergül'ün, Ergenekon soruşturmasında hiç görev almamasına rağmen, yetkisizlik kararı vermesi de dikkat çekti. Dikkati çeken diğer bir ayrıntı da, Balyoz soruşturmasının kamuoyunda tepki doğuran bir müdahaleyle savcılar Bilal Bayraktar ve Mehmet Berk'ten alınıp Savcı Ergül'e verilmiş olmasıydı. Bu gelişme balyoz soruşturmasının daha fazla derinleştirilmeden örtbas edilmek istendiği yorumlarına neden olmuştu.

 29.10.2010: Başsavcı Cengiz yine devrede: Avcı dosyasını bana verin:

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in, Başsavcıvekili Turan Çolakkadı’yı devreye sokarak Devrimci Karargah soruşturmasını yürüten savcı Kadir Altınışık’tan Hanefi Avcı dosyasını istediği öğrenildi. Savcı Altınışık’ın da 'Alacaksanız dosyanın hepsini alın' diyerek, Avcı ile ilgili Başsavcı Engin’e dosya göndermediği belirtildi.

 01.11.2010: Komutanları kurtarmak için Yüce Divan hüllesi:

Başsavcı İlhan Cihaner'in terör suçunun görev suçuna sokularak yerel mahkemelerden kurtarılması skandalının benzeri 'darbe günlükleri' için gündemde. İlginç bir süreç sonunda 'görevsizlik'le Ankara'ya gönderilen 'Darbe Günlükleri' Yüce Divan'a taşınmak isteniyor. AK Partili Üstün, 'Darbe suçu örtbas edilmek isteniyor' dedi. Hukukçular, 'Darbe suçu görev suçu değil' görüşünde. Emekli Başsavcı Petek ise yargılanacakları yerin özel mahkemeler olduğunu söyledi.

 08.11.2010: TÜBİTAK'tan tepki: Avcı'nın ofisinin aranmasında yoktuk:

 TÜBİTAK Başkanlığı, Hanefi Avcı'nın makam odasından çıktığı ileri sürülen kasetlerin delil araması sırasında 'TÜBİTAK görevlilerinin de katılımıyla kırıldığına' ilişkin iddiaların hayal mahsulü olduğunu bildirdi. Son zamanlarda TÜBİTAK'ı yıpratmak için Ergenekon çevrelerince çeşitli iddialar ileri sürülerek bu stratejik kurumun pasifize edilmesi ve yıpratılmaya çalışılması dikkati çekiyor. Ergenekon ve benzeri davalarda çok kritik raporlar verdiğine dikkat edilirse kurumun, bu nedenle hedef haline getirilmeye çalışıldığı söylenebilir.

 08.11.2010: Darbe ve çetecilerle uzlaşılıyor mu?:

Son günlerde peşpeşe yaşanan bazı gelişmeler kamuoyunda endişelere yol açıyor. YAŞ'ta terfi ettirilmeyen komutanlar mahkeme kararıyla terfi aldı. Balyoz’da tutuklu sanık kalmadı. İfadeye çağrılan paşalar orduevlerinde saklandı, savcı talimatlarına uyulmadı, hiç kimsenin de gıkı çıkmadı.  Silivri’de ise Ergenekon sanıkları gün sayıyor. Mehmet Haberal yüzünden 9 hakime tazminat cezası verildi. Başsavcı İlhan Cihaner kurtarıldı. Sincan Hakimi Osman Kaçmaz'a HSYK atamalarında dokunulmadı. Darbe günlükleri dosyası Ergenekon'dan çıkarılarak Ankara'ya havale edildi..

 08.11.2010: Ersöz'ün kabul ettiği kayıtları Jandarma bulamadı:

İkinci Ergenekon davasında mahkemenin tutuklu sanık Levent Ersöz'ün ifadesi üzerine talep ettiği gizli dinleme ve görüntü kayıtları ile çözüm tutanaklarının veya imha tutanaklarına dair jandarma Genel Komutanlığı'ndan olumsuz cevap geldi. Jandarma, kayıtları yaptıran Ersöz'ün ifadelerine rağmen, 'Dinleme kayıtlarına rastlanmadı, herhangi bir imha tutanağı da bulunmadı' şeklinde mahkemeye yazı gönderdi.

 08.11.2010: Danıştay Başkanı Birden niçin susuyor?:

Danıştay Başkanı Mustafa Birden, eşinin Danıştay saldırısından 1 hafta önce bir kargo şirketi tarafından telefonla arandığını ve ev adresinin istendiğini açıklamasına yorum yapmaktan kaçınıyor. Zehra Birden, 17.05.2006 tarihinde yaptığı açıklamada, 'Saldırıdan 1 hafta önce birisi arayarak, ‘Yurtiçi Kargo'dan arıyoruz. Bir paketiniz var. Teslim etmemiz için adresiniz lazım' dedi. Ben de şüphelendiğim için ev adresini vermedim ve Danıştay'a göndermelerini istedim. Danıştay'ı da arayarak dikkatli olmaları için uyardım. Ancak bugüne kadar bir paket gelmedi. Herhalde bombalı paket göndereceklerdi. (…)' demişti.

 08.11.2010: Tenzili rütbe alan Cihaner'den şok açıklamalar:

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK), 190 unvanlı hakim ve Cumhuriyet savcılarının atamasına ilişkin kararnamesiyle Adana Cumhuriyet savcılığına atanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, 'Ben burada saldırıya uğramış, hukuksuzluğa uğramış bir insanım. Bunun hesabını soracağım' dedi. Kararnameyi ve atamayı uygunsuz bulduğunu ifade eden Cihaner, başsavcılıktan düz savcılığa atanmasında rol alanları ve bu atama için tenzili rütbe ifadesinin kullananları ağır şekilde eleştirdi ve tehdit etti: 'Bir kehanette bulunayım. Bu süreçte rol alan birçok insanın çok uzak memleketlere kaçacaklarını şimdiden söyleyebilirim.' Cihaner, referandumda yüksek farkla 'Evet' çıkmasının ardından HSYK'da da 16-0 gibi tarihi bir sonuç çıkınca yine konuşmuş ve 'İnanılmaz şekilde ülke gene bir akıl tutulması yaşıyor, insanın aklı almıyor' demişti.

 09.11.2010: Poyrazköy sanığından 2. tazminat davası:

Poyrazköy davasının tutuklu sanıklarından emekli Binbaşı Levent Bektaş, kendisini tahliye etmeyen mahkeme heyeti hakkında birkez daha tazminat davası açtı. Bektaş'ın avukatları, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'ne yaptıkları başvuruda toplamda 50 bin TL tazminat istedi. Bektaş Ağustos ayında da çeşitli hakimlere 60 bin TL tazminat talebiyle dava açmıştı.

09.11.2010:  Orakoğlu: Avcı'nın kitabı Ergenekon'u baltalamaya yönelik:

 Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, Devrimci Karargâh örgütüne yardım ve yataklıktan tutuklanan Hanefi Avcı hakkında dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Hanefi Avcı ile ilgili fikirlerinin tamamen değiştiğini vurgulayan Orakoğlu, kendi hakkında Avcı'nın mesleki açıdan etik olmayan bir tarzda açıklama yaptığını, hukukçu arkadaşlarının konuyu araştırdığını, suç unsuru bulunması halinde dava açacaklarını söyledi. Hanefi Avcı'nın yazdığı kitabında 'PKK-Ergenekon ilişkisi'nin bulunmadığını, Hizbullah ilişkisinin de olmadığını söylediğini aktaran Orakoğlu, Avcı'nın bu ve benzeri iddialarına tepki gösterdi: "Ergenekon ile PKK arasındaki ilişki iddianamede yer almış, güvenlik güçlerinin bu konuda onlarca sayfa raporu varken bunu yok saymak, Ergenekon'u yok saymak, bilemiyorum. Allah akıl versin. Ergenekon operasyonlarının bu ülkede daha eksik olduğu kanaatindeyim. Bu operasyonların belki MİT, Emniyet, Siyaset, Yargı ayağının çıkartılması gerektiğini düşünüyorum. Bu kurumlar çok önemli. Cemaatlerden bahsederken, hiçbir şekilde Türk Polis Teşkilatı içerisindeki Ergenekon kanadından bahsedilmiyor. Kitapta tamamen bu Ergenekon operasyonlarını baltalamaya yönelik bir şey var. En doğrusunu mahkeme süreci aydınlatacaktır."

 09.11.2010: Cindoruk'dan şok tehditler:

Ergenekon davası aleyhindeki karşı açıklamalarıyla dikkat çeken Demokrat Parti genel başkanı Hüsamettin Cindoruk'tan inanılmaz sözler. TSK komuta kademesinin resepsiyona katılmayarak sessiz muhtıra verdiğini savunan Cindoruk, ordunun darbe hazırlığı yaptığını ima etti ve hükümeti açık açık tehdit etti, küstahça ifadeler kullandı.

09.11.2010: ŞOK ses kaydı: Islak imzalı planı sızdıranlara kıyım yapılsın:

İnternete şok bir ses kaydı düştü… Kara Kuvvetleri İç Güvenlik Harekat Şube Müdürü Albay Ünal Atabay'a ait olduğu iddia edilen ses kaydında Atabay, İrtica Eylem Planı'yla ilgili de şok açıklamalarda bulunuyor. Albay Dursun Çiçek'e ait ıslak imzalı 'İrtica ile Mücadele Planı' ya da diğer adıyla 'AKP ve Gülen'i Bitirme Planı'nın Genelkurmay ve Kara Kuvvetleri Komutanlıklarınca müştereken hazırlandığını belirten Albay Atabay, planın hazırlanmasıyla ilgili ayrıntılar da veriyor. Planın basında yayınlanmasına tepki gösteren Albay Atabay, korkunç bir öneride bulunuyor. Planın sızmasına yardımcı olanlara karşı Genelkurmay bünyesinde gizli hücreler kurarak kıyım uygulanmasını tavsiye ediyor.

 12.11.2010: Ergenekon davasını sakatlamak isteyen Yargıtay, sakata geldi:

 Fotokopi belgelerle 9 hakimi tazminata mahkum eden Yargıtay, Haberal dosyasının aslını 4 ay sonra yanlış mahkemeden ve yanlış numarayla istedi. Ayrıca dosyanın aslı yerine eksik fotokopilerle karar verildiği, dosya aslının karar verildikten 4 ay sonra istendiği iddia edildi. Asıl skandal olarak da, Haberal'ın sağlıklı olduğuna dair beş kişilik doktor heyetinin verdiği rapor yerine bir doktorun hayati tehlikesi olduğuna dair raporunun esas alındığı ve heyet raporunun mahkemeden gizlendiği ortaya çıkmıştı. Hukukçulara göre, yargıtayın tutuklu sanığın avukatlarından alınan dosyanın aslını görmeden, şikayetçinin verdiği belgelerle hakimleri tazminata mahkum etmesi, karardan 4 ay sonra yanlış mahkemeden yanlış dosya numarasıyla dosyayı incelemeye kalkışması, mahkemelerden heyet raporunun gizlenmesi, davanın üst mahkeme olan AİHM'de bozulmasına neden olacak.

 14.11.2010: Mahkemenin Haberal şüphesi hastaneyi panikletti:

İkinci Ergenekon davasında savcı ve mahkeme heyeti, tutuklu sanık Mehmet Haberal'ın sağlam olduğuna dair beş doktor tarafından verilen ve 1 yıldır mahkemeden gizlendiği ortaya çıkan raporun peşine düşünce, raporu hazırlayan Haseki Kardiyoloji hastanesinde panik yaşanıyor. Haberal'ın 'sağlam' olduğunu gösteren beş kişilik heyet raporunun 1 yıl önce çalındığı ileri sürüldü. Şüpheleri artıran ikinci ayrıntı ise raporun çalınmasından 13 gün sonra Haberal'ın rahatsızlanması ve hazırlanan yeni raporla cezaevi yerine hastanede kalmasının sağlanması. Bu ayrıntıların ortaya çıkması, darbecilerin cumhurbaşkanı adayı olan ve üçüncü Ergenekon iddianamesinde örgüt yöneticisi suçlamasıyla iki numaralı sanık konumunda olan Mehmet Haberal'ın sağlık ve yargı alanındaki örgüt uzantılarınca kollandığına dair iddialar güçlenmiş oldu.

 21.11.2010: Fakir cuntacıya bi sadaka!:

Ergenekon ve benzeri davalarda sanık olan mensupları için TSK’da hukuki yardım sandığı oluşturuldu. TSK Hukuki Yardım Sandığı’na asker kişilerin yanında isteyen sivillerin de yardım etmesinin önünü açıldı. Medyaya açılacak davalardan kazanılacak tazminatlar da sandığa bırakılacak. Tüm askeri birliklere gönderilen 'TSK Hukuki Yardım Sandığının Kurulması' konulu emirde, isteğe bağlı olmakla birlikte sandık üyesi olan ordu mensuplarının sandığa her ay 1 lira bağışta bulunmasının arzu edildiği vurgulandı. Ancak 'isteğe bağlı' ve 'gönüllülük' esasına göre olacağı söylenen yardımları sağlayabilmek için asker ve subaylara baskı uygulanıp uygulanmayacağı bilinmiyor. Buna benzer bir Ergenekon sanıklarına yardım faaliyetinin baskıyla yürütüldüğü haberleri daha önce medyaya yansımıştı. Askerleri üstlerine karşı zor durumda bırakacak ve kışkırtacak böyle bir sistem ile TSK'nın asli görevi olan ülke savunmasına değil adları suçlara karışmış mensuplarını savunmaya ağırlık vermesi eleştiriliyor.

 23.11.2010: Yargıdan 'adi vaka': JİTEM cinayeti çavuşa yıkılarak kapatıldı:

İşyerinden 7 kişilik JİTEM ekibi tarafından gözaltına alındı, Saraykapı Jandarma Komutanlığına götürüldü, cesedi 13 gün sonra Lice yolunda bulundu. Ancak JİTEM'in adını bile anmayan mahkeme ile yargıtay, 'adi vaka' diyerek suçu tek kişiye yıktı ve kapattı. Ergenekon davasında mahkemenin en ince detaylara kadar inerek, devlet ve özel tüm kurumları incelemekten çekinmeyerek suçlu ile suçsuzu ayırma gayretini gören kamuoyu, adil yargılamanın ancak böyle yapılacağını, örtbas olaylarının artık geride kaldığını, kamuoyu vicdanını rahatsız eden gayretlerin, kontrgerillanın yargıdaki uzantılarının devrede olduğu şüphesini doğurmaktan başka bir işe yaramayacağını düşünüyor.

 25.11.2010: ERGENEKON TANIĞININ EVİ KURŞUNLANDI!:

Erzincan'da yürütülen Ergenekon soruşturmasının kilit ismi İlyas Meral'in ailesiyle birlikte yaşadığı ev kimliği belirsiz kişiler tarafından kurşunlandı. Emrindeki 90 sokak çocuğuyla silah ve uyuşturucu taşıma işinde Ergenekon'a hizmet etmekle suçlanan İlyas Meral, iddianamede ismi geçtikten sonra kendisini baskı altında hissettiğini belirterek, 'Zor durumdayım. Tehdit ediliyorum' dedi. Bu olay, Ergenekon kadrolarının tamamıyla deşifre edilemediği, saldırı gücünü koruduğu iddialarını doğrular nitelikte.

 25.11.2010: Haberal'ın Adli Tıp sevkine direniş:

Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin; sağlığıyla ilgili ortaya çıkan şüphelerin netleşmesi için Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın Adli Tıp Kurumu'na gönderilmesine yönelik kararı üzerine sağlıktaki kontrgerillacılar bir kez daha harekete geçti. İÜ Kardiyoloji Enstitüsü, Prof. Dr. Haberal'ın 'ölümcül risk' taşıdığını ve Adli Tıp Kurumu'na sevkinin tıbben doğru olamayacağı yönünde karar verdi. 591 gündür bu hastanede tedavi olan Prof. Dr. Mehmet Haberal için sağlıklı olduğuna dair verilen raporun 1 yıl mahkemeye gönderilmediği ortaya çıkmış, savcı ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

23 Temmuz 2017 Pazar

İSTANBUL VE DİYARBAKIR BAŞKENTLİ KONFEDERASYON PAZARLIĞI


İSTANBUL VE DİYARBAKIR BAŞKENTLİ KONFEDERASYON PAZARLIĞI



REFERANDUM DEĞİL, KONFEDERASYON PAZARLIĞI YAPILIYOR,

Mehmet Ali Güller
22 Ağustos 2010

AKP ile PKK arasında ortaya çıkan referandum pazarlığı, salt anayasa değişikliğine “evet” demeyi kapsamıyor. Pazarlığın esasını, “federasyon Anayasası” oluşturuyor. Ama bu alt pazarlığın üstünde, ABD ile Türkiye arasında, Irak’ın kuzeyi merkezli “ Konfederasyon ” pazarlığı yapılıyor.
Öcalan’ın PKK ve BDP’ye “ Demokratik Özerkliğe İbadet eder gibi sarılın” 

(Öcalan Demokratik Özerkliğin esaslarını açıkladı, ANF, 20 Ağustos 2010) mesajı da, işte bu üst pazarlıkta rol alma hedefine yöneliktir.

Bu pazarlıkları açacağız. Ama gelin bu analiz için gerekli olan soruları yöneltelim önce:

1.. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, daha iki ay önce hükümet “PKK’nın arkasında İsrail var” derken, ne oldu da İsrail’i akladı ve PKK’yı iki Avrupa ülkesinin yönlendirdiğini açıkladı?
2.. Güneydoğu’da temaslar yapan Alman heyetinin “PKK diyaloga dahil edilmeli” çağrısı ne anlama geliyor?
3.. ABD Irak’tan gerçekten çekiliyor mu? ABD’nin Irak’la işi bitti mi?
4.. Hanefi Avcı neden cemaati hedef alan bir çıkış yaptı? Deniz Baykal, kaset olayında neden cemaati aklamış ve sadece hükümeti suçlamıştı?
5..Sahte darbe belgesinin aradan bunca zaman geçtikten sonra, “AKP’den Edelman’a, oradan John Kunstadter ve Faruk Demir yolunu izleyerek TSK’ya gittiği” bilgisi neden piyasaya sürüldü?
6.. Washington’un, Ankara’ya gönderilecek bir büyükelçi üzerinde bile uzlaşılamaması ve bazı kalemlerin, ABD’nin AKP’ye mesafe koyduğu şeklindeki yorumları ne anlama geliyor?
Analizimize yön verecek bu temel soruların ardından yanıtlara geçelim:

AKP-PKK PAZARLIĞI

AKP ve PKK-BDP, aynı projenin alt bileşenleri olmaları nedeniyle, nesnel olarak aynı cephede yer almaktadırlar. Karşıt durumlar oluştuğunda da pazarlıklarla her iki kuvvet yeniden aynı cepheye sürülmektedirler. Bu pazarlıklardan en önemlileri şunlardı:
--- Hükümetin akıl hocalarından Cengiz Çandar, AKP’nin “Kandil ve İmralı” ile görüştüğünü söyledi. (Sanem Altan Röportajı, Vatan Gazetesi, 26 Eylül 2009). Zaten Çandar, en başında beri meseleyi “iki Abdullah”ın çözeceğini savunuyordu. (Cengiz Çandar, Çankaya’daki Abdullah-İmralı’daki Abdullah-Kürt sorununda iyi şeyler olacak, Referans Gazetesi, 15 Mart 2009)
--- Açılım Koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay 20 Ekim 2009 günü yaptığı açıklamada, Öcalan’ın talimatıyla Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye gelen birinci barış grubuyla ilgili olarak, “eve dönüş, demokratik açılım sürecinin bir safhası, planın bir parçası” dedi. Ki Bakan Atalay’ın DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ile 17 Ekim günü gizlice görüşüp, iki gün sonra Habur’dan geçişi planladıkları basına yansımıştı. 
(Milliyet Gazetesi, 21 Ekim 2009)

--- Taraf Gazetesi’nden Yıldıray Oğur, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı bir analize dayanarak, 2006 yılından beri PKK’nın Avrupa sorumlusu Sabri Ok ile görüşüldüğünü açıkladı. Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu da “Sabri Ok, Abdullah Öcalan ile telefon görüşmesi yaptı” dedi. Her iki açıklama birleştirilince AKP’nin Sabri Ok’la, Ok’un da Öcalan’la görüştüğü ortaya çıkmış oluyordu. Öcalan boşuna “AKP benim söylediklerimi alıp uyguluyor” dememişti! (ANF, 16 Ekim 2009)

--- PKK lideri Murat Karayılan, Habertürk’ten Amberin Zaman’a şöyle diyordu: “Geçen yıl Şubat ayında bir hükümet üyesi Öcalan’a gitti ve açılımı konuştu”. (Habertürk, 16 Nisan 2010)

--- Ve elbette eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in gerek Barzani ile gerekse henüz müsteşar yardımcısı iken Öcalan’la hükümet adına yaptığı müzakereleri unutmamak gerekir.

--- Son olarak da kamuoyuna referandum pazarlığı diye yansıyan ama gerçekte “federasyon anayasası” pazarlığı olan anlaşma ortaya çıktı. Karayılan, “devletle anlaştıklarını” söyledi. PKK’nın aldığı eylemsizlik kararının kısa ve öz hikâyesini şöyle açıkladı Karayılan: “Artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de devletin, önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak, talep üzerine yeniden devreye girerek, çağrıları ve devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak, bir kez daha barışa şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi”. (ANF, 17 Ağustos 2010)

Ki Zaten Cumhurbaşkanı Gül, “terörü bitirmek için devlet her yöntemi dener” diyerek zaten pazarlık yapıldığını itiraf etmişti. Bakü uçağında konuşan Gül “her yöntem denince, bu hem silahlı mücadeledir hem de siyasi, diplomatik, metodlar bunun içerisindedir. Devlet teröristle masaya oturmaza, pazarlık yapmaz ama yapılacak her iş için gerekli organları, kurumları vardır. Devlet organları ne yapacaklarını bilir” dedi. (Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı ile Bakü yolunda, Yeni Şafak, 17 Ağustos 2010)

PKK’nın eylemsizlik kararı ve bu kararın ardındaki pazarlıkla ilgili olarak taraflar şunları söyledi:

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “taleplerimize cevap verilmesi durumunda elbette ki biz yeni anayasayı destekleriz. Böyle bir durumda AKP ile ortak çalışma çağrımızı yeniliyoruz” dedi. (Radikal Gazetesi, 18 Ağustos 2010)
Demokratik Toplum Kongresi DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk de, “hükümet ciddi adımlar atar, hamle yaparsa her şey değişebilir” dedi. (Vatan Gazetesi, 21 Ağustos 2010)
AKP’li Tarım Bakanı Mehdi Eker, “kan ve gözyaşı dökülmemesi her halükarda olumlu mütalaa edilmesi gereken bir durumdur” dedi. (Vatan Gazetesi, 17 Ağustos 2010)
En ilginç açıklama ise Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ten geldi: “Terör örgütü kimsenin hatırına silah bırakmaz”. (CNNTurk, 20 Ağustos 2010). Çiçek’in açıklaması akıllara “peki PKK ne karşılığında silah bırakır?” sorusunu getirdi.
Aydınlık Dergisi o soruya şu yanıtı veriyor: “AKP evet oyları karşılığında Apo’yla gizli af anlaşması yaptı”. (Aydınlık Dergisi, Sayı 1201, 22 Ağustos 2010)
BDP açıkça miting meydanlarından “evet” oyu karşılığında dört talep sunuyor AKP’ye: “Öcalan muhatap alınsın, operasyonlar durdurulsun, seçim barajı düşürülsün, KCK tutukluları serbest bırakılsın”. Başbakan Erdoğan’ın 3 Eylül’de Diyarbakır Mitinginde söyleyecekleri durumu netleştirecek.
Öte yandan Yalçın Doğan, pazarlık tarihlerini de tespit etti. Doğan’a göre “28 Temmuz – 11 Ağustos” tarihleri arasındaki görüşmelerin altı çizilmeli. (Yalçın Doğan, Tarih düşelim: Apo ile masaya oturuldu, Hürriyet Gazetesi, 21 Ağustos 2010).

‘YENİ ANAYASA ÖZERK KÜRDİSTAN’

Ancak meselenin sadece referandumdan “evet” çıkartılması olmadığı, esas olarak “evet” çıktıktan sonraki sürece ilişkin pazarlık yapıldığı ortada. Öncelikle, pazarlığın ilk unsuru Öcalan’ın 15 Ağustos’ta ilan edeceği “demokratik özerklik”ti. AKP özerklik ilanının referandum öncesi getireceği kaybı göz önünde bulundurarak, bu konuyu pazarlığın ilk unsuru olarak ele aldı ve Öcalan’a 15 Ağustos açıklamasını erteletti.

Ancak Ruşen ÇakırBu Ateşkesin arkası gelebilir ” (Vatan Gazetesi, 17 Ağustos 2010) ve Fikret Bila, “referandumdan sonra gündem özerklik” (Milliyet, 21 Ağustos 2010) diyerek aslında BDP Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak’ın birkaç gün sonra “yeni anayasa özerk Kürdistan” diye formüle edeceği esasa ışık yakıyorlardı… Kışanak, “Bizim rengimiz belli; sarı, kırmızı, yeşildir. Taraflarımızı en güçlü şekilde örgütleyeceğiz. Onlar bu renkleri kabul edecek ve onlar bizim yazdığımız yeni anayasayla Kürt halkına özgürlük ve demokratik özerk Kürdistan gelecek” dedi. (Milliyet Gazetesi, 22 Ağustos 2010)
Özetlersek, AKP ile PKK-BDP arasında yürütülen pazarlığın merkezinde “demokratik özerkliğin” yani “federasyonun anayasasının” pazarlığı yapılıyor. Apo’ya af, KCK’lı tutukluların serbest bırakılması, operasyonların durdurulması, seçim barajının düşürülmesi gibi talepler ise pazarlığın ikinci halkasını oluşturuyor.

ÖZERKLİK-FEDERASYON-KONFEDERASYON

Gelin şimdi de federasyon ile konfederasyon pazarlıkları arasındaki bağa ışık tutan gelişmeleri mercek altına alalım:
15 Ağustos Pazar günü, yani Öcalan’ın “demokratik özerlik” ilan edeceği ancak AKP’nin pazarlıkla bu ilanı ertelettiği tarih... Adalet Bakanı Sadullah Ergin, İstanbul’da gazeteciler İsmail Küçükkaya, Eyüp Can, Mehmet Tezkan ve Ahmet Hakan’a iftar verir. Ergin diğer gazetecilerden bir saat önce gelen Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya hem zamanlaması hem de içeriği ilginç olan bir açıklama yapar. Adalet Bakanı, devletin ulaştığı son raporlar ve analizlere göre bir sonuca varmış: PKK’nın arkasında İsrail değil, iki Avrupa ülkesi varmış! (İsmail Küçükkaya, Adalet Bakanı’ndan çarpıcı PKK analizi: hepsi figüran, beyin Avrupa’da, Akşam Gazetesi, 17 Ağustos 2010)

AKP İSRAİL’İ NEDEN AKLADI?

Çok değil daha iki ay önce hükümet açıkça İskenderun’daki PKK saldırısıyla ilgili olarak İsrail’i suçluyordu… Birden bire ne değişmişti?
İnceleyelim…
18 Ağustos günü Almanya’dan bir heyet doğrudan Diyarbakır’a geçti. Heyet, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, İHD ve BDP üyeleri, baro ve STK’larla görüştü. Heyet Almanya’ya döndükten sonra da, “PKK diyaloga dâhil edilmeli” açıklaması yaptı. (ANF, 22 Ağustos 2010)
Acaba Adalet Bakanı, 3 gün öncesinden geleceği belli olan bu heyeti fırsat bilerek mi yapmıştı İsrail’i aklama ve Avrupa’yı suçlama açıklamasını? Çünkü bugüne kadar Ankara’ya uğramadan Diyarbakır’a giden Almanya ve Avrupa heyetlerinin sayısı belli bile değildi! Bunca heyete sessiz sedasız yol veren hükümet için şimdi ne değişmişti? Birden bire nereden çıkmıştı İsrail’i aklamak? Üstelik kamuoyu biliyordu ki, İsrail demek, ABD demekti!
Acaba Almanya merkezli AB, ABD’nin hem havuç hem de sopa olarak kullandığı PKK üzerinde etkinlik artırmaya mı çalışıyordu? ABD PKK liderlerinden Murat Karayılan, Ali Rıza Altun ve Zübeyir Aydar’ı uyuşturucu kaçakçısı ilan ederken, AB tutuklu bulunan PKK liderlerinden Nizamettin Toğuç’u neden serbest bırakıyordu? Mesaj neydi ve kimeydi? Her şeyden önemlisi AB’nin bu mesajların altını dolduracak kuvveti var mıydı?

HEDEF TÜRKİYE’YE ‘KÜRDİSTAN’A EVET’ DEDİRTMEK

ABD ile AB arasındaki bu çelişmeyi şimdilik bir yana bırakıyoruz ve kuzey Irak konusundaki en temel saptamanın altını çiziyoruz:
ABD, 1992’den bu yana parlamentosunu kurduğu, hükümetini oluşturduğu, başkentini ilan ettiği, merkez bankasını inşa ettiği, parasını bastığı, gümrüğünü ördüğü, en önemlisi ordusunu kurduğu Kukla Devleti’ni hâlâ neden ilan edemiyor? Çünkü Türkiye henüz bu plana razı olmadı! Plana direnen kuvvetler zayıflatıldı, yıpratıldı, içeri atıldı ama hâlâ teslim alınamadı!
Şimdi bu saptamaya bir ara verelim ve ABD’nin Irak’tan muharip asker çekmesinin ne anlama geldiği üzerinde duralım:
ABD’nin son muharip askerini de Irak’tan çekmesi, Obama iktidara geldiğinde estirilen rüzgâr benzeri bir etki yaptı herkeste… Ki Obama’nın kendisi gibi bu çekilme de revize BOP’un bir parçası… Peki gerçekte olan biten neydi?

YENİ ŞAFAK OPERASYONU BAŞLIYOR

Öncelikle altını çizmemiz gereken olgu şu ki, geri çekilme takvimiyle ilgili anlaşmayı Obama değil, aslında Bush hükümeti imzalamıştı! İkincisi çekilen muharip askerler orta ve güney Irak’tan çekildi. Ve yerlerini bundan sonra alacak olan Blackwater tipi “özel ordu”larla kontratlar, hızlı biçimde imzalanıyor. Ne de olsa Irak petrollerinin yaklaşık yüzde 75’i 35 yıllığına çoğu ABD’li olan batı şirketlerine devredildi. ABD her halükarda bu kontratların güvenliğini korumak isteyecektir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü P. J. Crowley’nin, “Irak’ta savaşı bitiriyoruz, ama Irak’la işimizi bitirmiyoruz” demesi tam da bu anlama gelmiyor mu?
ABD’nin Irak komutanı General Odierno’nun, geri çekilme takvimi ile ilgili söylediği “en son kuzey Irak’tan çekiliriz” açıklaması asker çekme meselesinin esasıdır. Aslında ABD Irak’tan çekilmiyor, kuzey Irak’a yoğunlaşıyor. El Halic Gazetesine yansıdığı kadarıyla 2020 yılına kadar 94 üs’te 6 tugay ABD askeri bulundurulması konusunda, zaten bir mutabakat oluşturulmuş! Ki şu anda 56 bin ABD askeri hâlâ Irak’ta bulunuyor!
Savaşın bitmediği ABD’nin süreç isimlendirilmesinden de anlaşılıyor. ABD Irak’a savaş açtığında buna “Özgürlük Operasyonu” demişti. ABD, 1 Eylül 2010’dan sonraki sürece ise “Yeni Şafak Operasyonu” ismi vermiş. Demek ki, ABD açısından biten bir şey yok, hatta başlayan yeni bir süreç var!
İşte o süreç Irak’ın kuzeyi merkezli yeni bölge düzeni sürecidir. “Acelemiz var” diyerek hızla “Kürt Açılımı” başlatan Tayyip-Gül ikilisinin acelesi de bu takvim nedeniyleydi…

ABD KONFEDERASYONU İÇİN KÜRT AÇILIMI

Şimdi yeniden az önce yaptığımız saptamaya dönelim. ABD’nin her şeye rağmen Kürdistan’ı ilan edemediğini; çünkü Türkiye’nin plana henüz razı edilemediğini; direnen kuvvetlerin zayıflatıldığını, yıpratıldığını, içeri atıldığını ama hâlâ teslim alınamadığını belirtmiştik.

İşte 12 Eylül referandumu, aslında Türkiye’nin teslim alınması öncesinin son vuruşu olacak. Ve bölgede üç gelişme birbirine paralel olarak ilerleyecek.
Birincisi ABD, Irak’ın kuzeyini Erbil başkentli olarak Kürdistan diye ilan edecek.
İkincisi, Türkiye’nin güneydoğusu özerk ilan edilecek; dolayısıyla üniter Türkiye yerine federatif Türkiye kurulacak.

Üçüncüsü, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir alt düzeni olarak geçen aylarda ilan edilen ve adına Ortadoğu Birliği denilen “Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün” arasındaki ticari birlik, İstanbul başkentli siyasi birliğe dönüştürülecek.
Ve son olarak bu üç yapı birleştirilip İstanbul ve Diyarbakır merkezli bir konfederasyona dönüştürülecek!
İşte ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi budur! Başbakan Erdoğan’ın tam 6.5 yıl önce “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız” dediği görev işte budur. (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004)

HANEFİ AVCI NEDEN CEMAATE SAVAŞ AÇTI?

Peki 28 Şubat sürecinde TSK karşıtı bir profil sergileyen, cemaatin yayın organlarının gözdesi olan, hatta gizli bilgileri deşifre ettiği için hapis bile yatan, ama AKP iktidar olduğunda Erdoğan tarafından çok önemli bir görev olan Organize Suçlar Dairesi’nin başına getirilen Hanefi Avcı ne oldu da cemaate savaş açtı?! Ya da tersinden şunu soralım. Baykal kaset skandalıyla birlikte tasfiye edilirken, neden cemaati akladı da sadece hükümete yüklendi?
Yanıtı aynı kapıya çıkacak olan iki soru daha soralım:

Ergenekon konusunda her şey yolunda giderken(!) “ Sahte darbe belgesinin AKP’den Edelman’a, oradan John Kunstadter ve Faruk Demir yolunu izleyerek TSK’ya gittiği” bilgisi neden ansızın piyasaya sürüldü? Daha doğrusu, tertibin sahibi, tertibin uygulayıcını neden tehdit etti? ABD, AKP’ye neden sopa gösterdi?
Washington, Ankara’ya gönderilecek bir büyükelçi üzerinde neden bir türlü uzlaşamıyor? ABD ile Türkiye arasındaki gidişatın kaderini bir büyükelçi tek başına belirleyebilir mi? John ya da Paul, çok şey fark eder mi? Ya da daha dün Washington’un saptadığı “5.5 yıllık Bush iktidarından ziyade 1.5 yıllık Obama iktidarı AKP’den daha iyi faydalandı” tespitine rağmen, neden birden bazı özel kalemler ABD’nin AKP’ye mesafe koyduğu mealinde yazılar yazmaya başladı?
Tüm bunlar, acaba, AKP’yi TSK’ya karşı daha iyi savaşması için motivasyon anlamı mı taşıyor? Engelleri yıkma konusundaki kararlılığını pekiştirmek için AKP’ye sopa mı gösteriliyor? AKP, kendisi dışındaki iktidar odaklarını, “Konfederasyon” planına razı etmesi için kamçılanıyor mu?

DEVLETİN KONFEDERASYONA DİRENCİ KIRILDI MI?

Gelişmeler devleti oluşturan kurumlar ve o kurumlara yön veren kuvvet odakları arasındaki mücadele açısından yorumlanabilir mi?

Hanefi Avcı’nın çıkışı, işte bu savaşın bir parçası olarak, Ergenekon tertibinin nedenleri ile sonuçları arasındaki sürecin bir uzlaşması olarak mı okunmalı?
Daha net sorarsak, AKP yıllardır “Türkiye himayesinde Kürdistan Planı”na direnen Türk devletini ikna mı etti, teslim mi aldı? Türkiye, “Erbil başkentli Kürdistan”a ve “Diyarbakır merkezli demokratik özerkliğe” evet mi diyor?

Taraflar uzlaştı mı?
İşte 12 Eylül referandumu aslında bu sorulara “ Kuvvet boyutunda” yanıt verecek!


http://maliguller.blogspot.com.tr/2010/08/referandum-degil-konfederasyon.html

22 Temmuz 2017 Cumartesi

HALIÇTEKİ SİMONLAR





Hanefi Avcı'dan vahim iddialar

Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, Gülen cemaatinin yapılanmasıyla ilgili kitap yazdı...
Bir dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, Eskişehir İl Emniyet Müdürü olan Hanefi Avcı’dan tartışma yaratacak iddialar...

Emniyet teşkilatında teknik-elektronik istihbaratın kurucusu olarak bilinen Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Fethullah Gülen cemaatinin başta emniyet ve yargı olmak üzere devlet kurumları içindeki yapılanmasıyla ilgili kitap yazdı...

Avcı, piyasaya yeni çıkan “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitabında “Aslında herkes biliyor ama kimse dillendirmiyor. Ben açıkça ifade ediyorum ki, son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm iddiaları yayan cemaattir” diyor...

“Büyük illerin emniyet müdürleri ve valileri bilsinler ki, emirlerindeki polislerin bir kısmı kendilerini değil, cemaatin imamını amir olarak kabul ediyor” iddiasını dile getiriyor, ancak somut kanıt ve belgelere değil ‘tecrübelerine ve duyumlarına’ dayanıyor...













Bir dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, Eskişehir İl Emniyet Müdürü olan Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat” adlı kitabının ilgi çekici bölümleri özetle şöyle:

DANIŞTAY OLAYI... 

O gün Alpaslan Arslan’ın telefonlarını hızla inceleyen Ankara polisi, ilk bakışta görüştüğü kişiler arasında Muzaffer Tekin’i görünce hemen olayın failinin Ergenekon örgütü olduğunu açıkladı. Aslında olayın çok iyi tahlil edilmesi ve araştırılması gerekiyordu ama bunun için zaman yoktu... Polisin istihbarat birimlerindeki Ergenekon’u ortaya çıkarma çabasına, tüm büyük ve vahim olayları Ergenekon’a bağlama şeklindeki cemaatten gelme anlayış eklenince bir anda Danıştay olayı ciddi hiçbir delile dayanmadan Ergenekon’a bağlandı... İstanbul polisi failin arkasında Şeyh Salih Kurter olduğunu ileri sürünce Ankara artık gerçeği bulmak yerine, olayın Ergenekon’la bağlantısını kurmak için herşeyi ve her yöntemi denemeye başladı. Her şeyi çarpıtarak kullanmak normal kabul edilir hale geldi.

İddialarımın ispatı için istihbari dinleme kayıtlarına bakılması yeterli olacaktır. Muzaffer Tekin başta olmak üzere Alparslan Aslan ile irtibatlı olduğu iddia edileren herkesin Danıştay olayından en az bir yıl önce dinlendiği ortaya çıkacaktır. Bu dinleme kayıtları ortaya konulursa, bu kişilerin olaydaki rolleri net olarak anlaşılır. Benim aldığım bilgiye göre, bu kişilerin konuşmalarında onların garip ilişkiler içerisinde olduğunu gösteren emareler vardı ama Danıştay olayı ile ilgili hiçbir şey yoktu.

ERGENEKON ... 

Ergenekon davasında ortaya konan iki konu çok kesin ve net olarak yanlış ve mantıksızdır: PKK, Dev-Sol, Hizbullah gibi örgütleri Ergenekon’un yönettiği iddiası yanlıştır. Böyle birşeyin gerçek olamayacağını aklı ve mantığı olan herkese ben iki kere iki dört eder kesinliğinde ispatlayabilirim.

Danıştay saldırısı, Hrant Dink’in öldürülmesi, Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamı gibi olayların görünen faillerinden başka Ergenekon veya benzeri gruplar tarafından yapılmış olacağına mevcut deliller ve olayların oluş biçimine bakarak kimse beni ve makul birini ikna edemez. Bu iddialar zorlamadır.

BAYKAL KASETİ

Baykal’ın gizli kamera görüntülerini içeren kaseti kim yaptı, niçin yaptı? İnternetteki görüntülere bakılırsa bu işi yapanlar ellerindeki görüntülerden en az incitici olacak bir klip hazırlamışlar. Sadece Baykal’ın mı böyle görüntüleri var? “Kim yaptı” sorusuna cevap ararsak: Bu olayın ilk benzeri Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’e yönelik hazırlanmıştı, bugün bu olayı cemaatin yaptığından en ufak şüphem yok...

Korgeneral Metin Yavuz Yalçın’ın bir kadınla telefon konuşmalarının basına sızdırılması, Tümgeneral Levent Türkmen’in otelde bir kadınla uyuşturucu ihbarı iddiası ile basılması ve istifası, İzmir’de bir Albay’ın, eşinin kendisini aldattığı iddiaları ile fotoğrafların basına sızdırılması, Ergenekon v.b adlarla yapılan tahkikatlarda bulunan özel hayata ait bilgiler, hakim ve savcılar hakkında uygunsuz görüntü iddialarının yayılması ve daha pek çok benzer olay aslında hep aynı adresi göstermektedir. Bu işleri yapabilecek yegane grubun cemaatin Emniyet İstihbarat birimi içerisindeki unsurları olduğu ortaya çıkar. Bu işi profesyonelce yapabilecek tek grup cemaattir.

ERZİNCAN OLAYI... 

(Hanefi Avcı, 13 sayfa Erzincan’daki cemaat soruşturmasını tüm detaylarıyla anlattıktan sonra şu sonuca varıyor:)... Hükümet ve cemaati dehşet senaryoları ile ürkütüp Savcı İlhan Cihaner ve 3.Ordu Komutanı Saldıray Berk’e karşı yöneltilen ve hakka hukuka uymayan tahkikatlar hükümet, cemaat ve polis açısından bakıldığında doğruydu. Maddi deliller gerçek bir irtica eylem planına işaret ediyordu. Varlığına yüzde yüz inanılıyor, gizli tanıklarla ve doğruluğu tartışmalı delillerle iddialar güçlendiriliyordu. İnandırıcı gözüken bu delillerin iyi bakıldığında göründüğü gibi olmadığı anlaşılacaktır. Bu davadaki gariplikler bir kitapa sığmayacak kadar karışık ve kapsamlıdır.

REKTÖR VE BÜYÜKANIT... 

Türkiye’de adli işlemlerdeki ilk anormallik Van Rektörü Yücel Aşkın hakkındaki dava ve Şemdinli İddianamesi ile başladı. Ama o gün farkedilmedi, temiz bir savcının yaptığı aşırılıklar gibi gözüktü. Aldığım bilgiler ve değerlendirmeler ışığında bugün anlıyorum ki olay sıradan bir savcının işi değildi. Cemaatin adli sistemi kullandığı ilk operasyondu.

BALYOZ... 

Şu açık olarak görülmektedir ki ordu başta olmak üzere her kurum bünyesindeki gizli oluşumlar içinde cemaatin casusları var. Bu casuslar buralarda edindikleri her bilgiyi ve dökümanı taşıyorlar.. Bu belgelerin kullanılmasını hukuki hale getirmek için cemaat elemanları tarafından bir yerlere konulup aramalarda bulunduğu süsü verildiğine dair ciddi emareler var. Kimi zaman da amaca yönelik belge üretiliyor. Bazen ele geçen belgeleri yanlış yorumluyorlar, cami bombalama timi gibi saçma konularda uydurma belgeler ortaya çıkıyor...









CEMAAT OPERASYONU: ... 

Hedef seçilen kişilerin önce telefon detayları analiz edilecek, gizli ve özel görüştüğü kişiler belirlenecek, gerekiyorsa eşleri, çocukları veya yakınlarının telefon görüşmeleri aynı şekilde analiz edilecek, özel ilişkileri belirlenecek. Daha sonra başka isimlerle veya IMEI numarası üzerinden dinleme yapılacak, buluşmaları v.s varsa fotoğraflanıp videoya alınacak, ardından elde edilen bu sesler veya fotoğraflar internet sitelerinde profesyonelce yayınlatılacak. Maalesef bütün internet sitelerinde yayınlanan sesler ve fotoğraflar, aynı grup tarafından yöntemler kullanılarak hazırlanmıştır.. Eğer hedef seçilen kişiler çok özel üst düzeyde yetkili kişiler ise o zaman çok daha özel devletin istihbarat amacıyla aldığı alet ve sistemler kullanılacaktır. Bu yapılanların sınırının ne olduğunu tahmin bile etmek zordur.

ARAMA YAPILSA ... Cemaatin İstihbarat Dairesi’ndeki teknik personelinin bir süre önce yurtdışına giderek gizli ses ve görüntü kayıt eden çok miktarda saat, kalem görünümündeki teknik cihazlar aldığı, küçük dinleme sistemleri alıp askeri ve belli kurumlardaki adamlarına verdiği, bu yöntemle her yerde ortam dinlemesi, gizli kayıtlar yaparak bilgi toplandığını duymuştum. Bugün sık sık kaynağı belirsiz şekilde internete düşen bu ses ve görüntülerin kaynağı çoğunlukla bu tür bilgilerdir. İstihbarat Daire Başkanlığı’nda arama yapılsa, cemaatin kendine ait özel dinleme ve izleme aletleri bulunacağından hiç tereddütüm yoktur.

Cemaat haricindeki herkes bu görüntüleri internete yayarken iz bırakır ve yakalanır, bir tek onlar bu sistemin başında olduklarından iz bırakmadan bilgileri yayabilirler.

İTTİHAT TERAKKİ... 
Osmanlı’nın yıkılışı İttihat ve Terakki ile Jön Türk hareketinin, devlet kurumları ve ordu içerisinde örgüt kurması, ordunun ve devletin sistemini bozmasına bağlanır. Bugün cemaatin yaptığının bundan farkı yoktur. Polis, ordu, MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı bir hiyerarşik örgütlenme kurarak ve bu teşkilatların sistemlerini bozarak çalışmalarını engelliyorlar. Üstüne üstük bu teşkilatların personeli arasında ayrım, güvensizlik ve düşmanlık yaratarak kurumları içerden ve tamir olunmaz biçimde yaralıyorlar.

İşler nasıl yürüyor? Genelde her kurumun imamı işleri yürütüyor. Emniyet, ordu, MİT, basın, yargı, maliye gibi tüm buyuk kurumlardan sorumlu olan bir imam var. Her imamın altında o kurumun her biriminde sorumlular mevcut. Tüm illerde örgütlüler.

‘Hayatım zehir zindan olacak’

Öğrenciliği sırasında beş vakit namaz kıldığını, başka öğrencilerle kaldığı bir evde Fethullah Gülen’le de karşılaştığını anlatan Hanefi Avcı, bu kitabı neden yazdığını şöyle anlatıyor: Genel kanaat bürokratların emekli olunca yazmaları gerektiği yönündedir. Herşeyin bayatı tatsız olduğu gibi bilginin bayatı bir işe yaramayacağı, zamanında yapılmayan uyarıların anlamını yitireceği için kitabı bir an önce yazmaya karar verdim...

Bunun bedelinin ne demek olduğunu biliyorum. Kimsenin anlamayacağı kadar ağır olacağının, hayatımın zorlaşacağının, cehennemin bu dünyada tattırılmaya kalkılacağının farkındayım. Bu daha önce bilinenlere benzemeyecek, onu da biliyorum. Fakat bedeli ne olursa olsun buna karşı çıkacağım, iki yüzlü olmayacağım, yanlışı kim yapıyorsa yapsın yanlıştır anlayışıyla bu yapılanların karşısında duracağım...

Son söz olarak şunu ifade etmek istiyorum: Herhangi bir tahkikat yapılabileceğine inanmıyorum ama cemaatin yönetici imamları hakkındaki gizli bilgileri Ankara ve İstanbul Başsavcılıkları ve bazı başka makamlara yazılı şikayet/ihbar dilekçesi olarak vereceğim... Tıpkı bu kitabı yazmaktaki amacımda olduğu gibi, dilekçe vermekte ısrar etmemin nedeni, ülkeme karşı sorumluluğumu yerine getirmiş olma duygusundan başka bir şey değildir...”

NELER YAPILMALI

MAALESEF bu gruba karşı çıkmak çok kolay değil. Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı, kişileri tehdit ve şantaj amaçlı kanunsuz olarak dinleyenler tespit edilmeli. Bugün tahminlerin üzerinde pervasızca insanlar dinleniyor ve bu dinlemeler tamaman cemaatin kontrolünde kullanılıyor.

DENETİM: Polis, Jandarma ve MİT’in vatandaşlara yönelik dinleme işlemleri mutlaka denetlenmelidir. Bir defaya mahsus denetim değil, sürekli denetim mekanizması kurulmalıdır.

HAKİM VE SAVCILAR: Özel yetkili mahkemelerin son 6-7 yılda atanan tüm hakim ve savcıları emsali hakim ve savcılarla değiştirilmelidir. Bu sağlanmadan cemaate muhalif olan hiç kimsenin özgürlüğü ve hayatı güvencede olamaz. Mevcut kadro ile adalet mümkün değil.

MÜFETTİŞLER: Adalet Bakanlığı’nda başta il savcılarını ve diğer savcı ve hakimleri hiçbir hukuki şüpheye dayanmadan dinlettiren cemaat yanlısı müfettişler bu görevlerden uzaklaştırılmalıdır.

HESAP SORULMALI: Cemaat adına yapılan, Emniyet Genel Müdür Yardımcıları Emin Aslan, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya ve Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal’ın haklarındaki davaların, Savcı Cihaner ve arkadaşları hakkındaki tahkikatların yapılış biçimleri tarafsız savcılar tarafından tahkik edilmeli, bu olayda iftira eden polis, savcı ve hakimler yargılanmalı, kurdukları tuzakların, uydurulan delillerin hesabını vermeleri sağlanmalıdır.

BAĞLANTIYA DİKKAT: İstanbul, Ankara, Erzurum ve İzmir’deki bazı özel yetkili savcılar ile bu iller dışındaki bazı polis birimleri arasında illegal bir ilişkinin varlığı açıkca gözükmektedir.

DEVLET SAHİP ÇIKSIN: Cemaatin dört koldan başlattığı propaganda karşısında hedef olan hakim, savcı, polis müdürü, muvazzaf veya emekli askerlerin tek tek
 kendilerini koruma ve savunma imkanları yoktur. Devlet bu kişileri korumalı, kendilerini savunmaları için imkan vermelidir.











HANEFİ AVCI: HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR: DÜN DEVLET, BUGÜN CEMAAT
Kitabın adı nerden geliyor?

Hanefi Avcı, kitabına koyduğu “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adının anlamını kitabında şöyle açıklıyor:

Simonlar... Onlara empoze edilmiş, beyinlerine işlenmiş örgüt gerçekleri uğruna savaşıyorlar, bu gerçekler uğruna ölümü göze alıyorlar, bunun dışındaki haksızlıklara ses çıkarmıyorlar... İtaat kültürünün hakim olduğu, grup menfaati için itaatin istendiği her yerde Simonlar var.
Haliç... Haliç bir zamanlar inanılmaz kötü kokuyordu. Midem bulanıyordu, Haliç’ten geçmek benim için ölümdü... Fakat Haliç’in etrafında yaşayanlara bakıyordum, onlar parklarda geziyor, yemek yiyor, hatta piknik yapıyordu. Bu durum bana çok tuhaf gelmişti. Demek ki insanlar uzun süre kaldıkları ortamda yanlışlıklara, hatalara ve bütün anormalliklere alışıyor, uyum sağlıyor. Türkiye için de aynı şey sözkonusu...












‘POLİSTE OLMAZ SANDIM, YANILMIŞIM’

Bir örgüte ideolojik bir gruba ya da bir cemaate bağlandın mı, kişisel iradeni ve özgürlüğünü kaybedip, o grubun liderliğinin iradesine kendini teslim ediyorsun. Yanlış ya da doğru diye birşey kalmıyor, grubun amaçları her şeyi belirliyor, hak da adalet de izafi hale geliyor. Tıpkı Simon’daki gibi... Şunu artık bilmeliyiz ki, karşımızda arkadaşlarımız, meslektaşlarımız yok, bir ideolojiye, bir gruba bağlanmış, o grubun disiplinine tabi olmuş örgüt
 mensupları var. Artık bunu kabullenmeliyiz...
20.08.2010 09:43:00-
intern
etajans-






























Beyoglu, Misir apt. Mossad'in kuruldugu yerdir.
Amcasi 1900 Galatasaray mezunu SARKOZY ve THY Fransa Gen. Müdiresi

Fransa eski Basbakani BALLADUR ve simdiki Cumhurbaskani SARKOZY : 2 SABETAYCI.


ARTIK HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ DEĞİL



ARTIK HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ DEĞİL



25.08.2010 13:52

Hanefi Avcı ve kitabı bir işaret fişeğidir!

Eskişehir  emniyet müdürünün açıklamaları, Türk milleti,  yedi düvelce dayatılan bir referandum’un önünde diz çöktürülmüşken,  gündeme düşmüştür.
‘Haliç’de Yaşayan Simonlar. Dün Devlet Bugün Cemaat’ adlı kitaptaki açıklamalar, gidişata ‘DUR’ emridir. Yazarı,  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin halen görevde olan bir emniyet müdürüdür.  
Kitap, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm kurumlarına gizli bir örgütün sızdığını belgelemektedir. Bir suç duyurusudur!
BU KİTAPTAKİ AÇIKLAMALAR, BU HÜKÜMETİN İSTİFASINI GEREKTİRİR.
Hanefi Avcı’nın kitabında yaptığı açıklamalar eski istihbaratçı Mahir Kaynak’ın söylemiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin ‘KARŞI HAMLESİ’dir.
Emekli MİT görevlisi Kaynak, ‘……. kitabın yayınlanmasını bir karşı hamlenin ilk adımı sayıyorum. Bundan sonra kitapta ileri sürülen iddiaları destekleyecek birçok yeni verilerle karşılaşacağımızı ve buna başka güç odaklarının da destek vereceğini düşünüyorum. ‘ diyor. (Star gazetesi 22.8.2010)
Kitapta, 3 yıldır aralıksız sürdürülen bir hukuk skandalının en yetkin ağızdan deşifresi yapılmıştır. Bir emniyet müdürü,
‘Olay bir örgütün, cemaatin devlet içerisindeki elemanları vasıtasıyla yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir, karşımızdaki kişiler polis, hâkim ve savcı değil, örgütün / cemaatin elemanlarıdır. Devletin hukukunu değil, cemaatin talimatlarını yerine getirmektedirler. İstanbul, Ankara, Erzurum ve İzmir’deki bazı özel yetkili savcılar ile bu iller dışındaki bazı polis birimleri arasında illegal bir ilişkinin varlığı açıkça gözükmektedir.’ demektedir.  
Özel yetkili mahkemelerin tüm hâkim ve savcılarının derhal emsali hâkim ve savcılarla değiştirilmesi gerektiğini, aksi takdirde cemaate muhalif olan hiç kimsenin özgürlüğü ve hayatının güvencede olmadığını söylemektedir! 
Eskişehir Emniyet Müdürü  Hanefi Avcı:
‘Son zamanlarda gündemi meşgul eden tüm iddiaları yayan Fethullah Gülen cemaatidir, onlardan bilgi alan da, onlar adına konuşan da cemaatin adamlarıdır. Tarafsız basın mensubu, devletin polisi, savcısı numarasını artık kimse yutmasın, bu işler Emniyet ya da hukuk adına yapılmıyor, cemaatin planı ve programı doğrultusunda cemaatin talimatı ile gerçekleştiriliyor.’ demektedir.
Türkiye’de adaletin  uzun zamandır çürümekte olduğunu, ama  bu süreçte yok edildiğini belgelemekte, ve eklemektedir:
‘Böyle giderse iş adaletten çıkacak ve insanlar silaha sarılacak.’  
Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Bütün bu açıklananlar uzun bir süredir belli bir kesim tarafından net olarak bilinmekle birlikte, Hanefi Avcı’nın, bir emniyet müdürünün, uzun ve itibarlı bir kariyer sahibi bir güvenlik görevlisinin bu açıklamaları, Türkiye’nin her köşesinde yankılanmalı, ayrıntılarıyla bilinmelidir.
Yaygın medya 3 maymunu oynasa da bu kitabı, bu açıklamaları her Türk vatandaşının bilmesi sağlanmalıdır.
Türkiye tarihinin en tehlikeli dönemecindedir. Yedi Düvel’in önümüze sürdüğü bu referandumla ‘altın vuruş’ planlanmıştır.
Bu referandum oyunu,  ABD damgalı bir cemaat ve bir terör örgütünün ASIL AMAÇLARINA ulaşmak için kullandığı bir arayoldur.
Asıl amaç, ‘Amerikan tipi islam’ ile halkın koyunlaştırılarak, başına her gelene kafa sallaması, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin küresel çetenin bir eyaleti olması, kukla Kürdistan’ın petrol ve maden havzasına kurdurulmasıdır.
Bu referandum değil, Hasan Demir’in deyişiyle FEDE/RANDUM’dur.
Türk devletleri asırlardır, binlerce oyunu BERTARAF ederek bugüne geldi.
Hanefi Avcı ve açıklamaları bir işaret fişeğidir! Bu açıklamalar ve belgeler, onun gibi her şeyi bilen ama  susanlara konuşma gücü verecektir!
Ve 20 gün sonra, Türkiye’nin bekasına kastedenlere ‘HAYIR!’ denecektir.
ABD’ye ve içerdeki uzantılarına, Cemaate, PKK’ya, TESEV’e  ve batının tüm sırtlanlarına İNAT!







10 Aralık 2014 Çarşamba

Jitem’in Kuruluşu ve Kürt Tetikçileri 3










Yeşil'in suikast planı MİT'e sorulacak



Abdülkadir Aygan'ın yayınladığı, 1993 tarihli maaş bordrosunun üzerinde, "Görev yeri: JİTEM" yazıyor.
Kamuoyunda "JİTEM davası "olarak bilinen ve Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin özel yetkili ağır ceza mahkemesine gitmesine karar verdiği davada, Jandarma Genel Komutanlığı (JGK) JİTEM'in varlığını dolaylı da olsa kabul etmiş oldu.

1987'den 1999'a

Davanın avukatlarından Tahir Elçi'nin isteği üzerine mahkeme, Genelkurmay Başkanlığı ve JGK'ye JİTEM'i sormuş, Genelkurmay "Bünyemizde kurulmuş JİTEM adında herhangi bir birim mevcut değildir" diye yanıt vermişti.
JGK'nin yazdığı yanıta göre, 1987'de Olağanüstü Hal (OHAL) Bölgelerinde önce "Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı"nın kuruluyor,  aynı yılın ekim ayında kurulan "Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı" bu komutanlığın emrine veriliyor.
Daha sonra, "Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı"nın adı "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Grup Komutanlığı", bünyesindeki İstihbarat Tim Komutanlığı'nın adı da "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birlik Komutanlığı" olarak değiştiriliyor.
1990'daysa, JGK'nin "geçici" dediği bu örgütlenme yerine "Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı İstihbarat Birimleri, Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı ve Jandarma İstihbarat Tim Komutanlığı" adları kullanılmaya başlanıyor.
Ancak JGK "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birlik Komutanlığı" uygulamasının Nisan 1999'a kadar devam ettiğini de yazıyor.

"JİTEM ve JİT'i kullanmayın"

JGK, yazısında "Jandarma Genel Komutanlığı'nın konuyu bilmeyen bazı alt kademelerinde benzer ifadeler kullanılması ve bu meyanda Jandarma İstihbarat Timlerinden 'JİT' diye bahsedildiğinin görülmesi üzerine; 1994 yılında 'JİTEM' 1997 yılında da 'JİT' tabirinini kullanılmaması için birlikler uyarılmıştır" da diyor.

Elçi: Kolordu Komutanlığı'ndan Arif Doğan'a "JİTEM" yazıları var

Ancak Avukat Elçi, JGK'nin "alt kademeler" iddiasını, belgelerin yalanladığına dikkat çekti. JİTEM'in kurucusu olduğunu söyleyen Arif Doğan'ın Ergenekon soruşturması kapsamında tutanak altına alınan belgelerinde, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı'ndan Doğan'a gönderilen yazılarda "JİTEM" ibaresinin geçtiğini söyleyen Elçi, "En az 15 yerde bu ad var. Bunları teker teker mahkemeye okudum" dedi.
Eski PKK militanı ve JİTEM çalışanı Abdülkadir Aygan da üzerinde JİTEM yazılı 1993 tarih bordrosunu yayınlamıştı. Dönemin Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı da, JİTEm adının kullanıldığını anlatmıştı.
"Kurucuları, yöneticileri, yaptıkları işleri açıklamadılar"
JGK'nin gönderdiği yanıtta, Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Emekli Jandarma Kıdemli Albay Arif Doğan, Emekli Kıdemli Albay Aytekin Özen,Abdulkadir AyganMustafa DenizAli OzansoyAdil TimurtaşRecep Tiril ve Fethi Çetin'le ilgili görev yerleri ve süreleri de mahkemeye bildirildi. Aygan, Deniz, Ozansoy ve Çetin "memur", Timurtaş ve Tiril "temizlik işçisi" olarak görünüyor.

Ancak Elçi, bu yanıtın JİTEM'in kurucuları, yöneticileri ve yaptıkları işlerle ilgili davayı aydınlatacak bilgi içermediğini, özel yetkili ağır ceza mahkemesinden bu bilgiler sormasını isteyeceklerini de söyledi. (TK)
Avukat Tahir Elçi, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kamuoyunda "JİTEM davası" olarak bilinen dosyayı "özel yetkili ağır ceza mahkemesi"ne göndermesi için "Mahkeme JİTEM'in sıradan bir örgüt olmadığına, silahlı, nitelikli, anayasal düzeni değiştirmeye yönelik bir örgüt olduğuna karar vermiş oldu. Böylece JİTEM, hak ettiği mahkemede yargılanacak" diye konuştu.
"Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri", eski "Devlet Güvenlik Mahkemeleri"nin (DGM) yerine kurulmuştu. Diyarbakır'da bu türde üç mahkeme bulunuyor.
Elçi, ağır ceza mahkemesinin 31 Aralık'taki duruşmada verdiği karardan sonra, özel yetkili mahkemenin dosyayı inceleyip kabul etmesi halinde, duruşma tarihi vereceğini söyledi; "Bence yeterince kanıt toplandı. Mahkeme karar verebilir" dedi.

"Müvekkillerim 21 yıldır adalet bekliyor"

Elçi'nin davaya müdahil olduğu vaka, 1989'da Şırnaklı Hasan Caner,Hasan Utanç ve Tahsin Sevim'e işkence yapılması ve öldürülmesi.
Elçi'nin verdiği bilgiye göre, üç kişi JİTEM'in komutanlarından Cem Ersever'in talimatıyla alınıp Silopi'deki JİTEM karakolunda işkence yapıldıktan sonra Nusaybin-Cizre karayolunda öldürüldü. Elçi, Silopi'deki karakolun komutanı da Ergenekon davasında JİTEM'in kurucularından olduğunu söyleyen Arif Doğan olduğunu da anımsattı.
Elçi, "Müvekkillerim öldürülen üç kişinin yakınları. 21 yıldır adalet bekliyorlar. Hâlâ bu örgütün hangi mahkeme tarafından yargılanacağına karar verilmeye çalışılıyor" dedi.

1999'dan beri mahkeme mahkeme geziyor

Diyarbakır'daki davada savcılığın JİTEM elemanı olduğunu belirttiği sanıklar yargılanıyor. Suriye'deki adıyla Hacı Hasan Türkiye'deki adıylaİbrahim BabatAdil Timurtaş, Mehmet Zahir KaradenizLokman GündüzFaysal ŞanlıRecep TirilAbdülkadir AyganAli Ozansoy,Hüseyin Tilki ve Hayrettin Toka.
1999'da Diyarbakır'da başlayan davada, 3. Devlet Güvenlik Mahkemesi görevsizlik kararı vermiş, dosyayı 3. Ağır Ceza Mahkemesi'ne göndermişti. 13 Şubat 2006'da bu mahkeme sanıkların asker statüsünde olduğunu söyleyerek görevsizlik kararı vermiş ve dosyayı 7. Kolordu Askeri Mahkemesi'ne göndermişti. Bu kararda ilk kez JİTEM'in varlığı resmen kabul edilmişti.

Askeri mahkeme de görevsizlik kararı verince dosya Anayasa Mahkemesi'nin özel bir mahkemesi olan Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gitmiş, mahkeme, davayı sivil mahkemenin görmesi gerektiğine karar vermişti. (TK)
http://www.bianet.org/biamag/insan-haklari/119256-yargi-jitem-in-tehlikeli-bir-suc-orgutu-oldugunu-kabul-etti



CEMAL TEMİZÖZ VE JİTEM..,

JİTEM İtirafçısı  Abdülkadir Aygan da Temizöz'ün "Yukarıya" Bağlı Olduğunu Öne Sürüyor..,


PKK itirafçısı ve eski JİTEM'ci Abdülkadir Aygan, "Temizöz ya özel görevliydi ya da o rolü üstlendi. MOSSAD'in çalışma yöntemlerini içeren kitabı okurdu daima" dedi. Temizöz'ün JİTEM'ci Abdulhakim Güven'i kayırdığını açıkladı.
Erol Önderoğlu



PKK itirafçısı ve eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan, Cizre'de JİTEM komutanlığı yapan ve pek çok yasadışı cinayette sorumluluğu olduğu iddia edilen Cemal Temizöz'ün özel olarak görevlendirildiği iddialarını destekledi. O dönem yüzbaşı olan Albay Temizöz, halen faili meçhul cinayetler nedeniyle yargılanıyor
1990'ların ilk yarısında Cizre belediye başkanlığı yapan Haşim Haşimi"Bölgede onlarca Temizöz vardı. Özel görevi olduğunu hissettiren asabi biriydi" dedi. bianet'e Haşimi, bilinenden çok daha fazla faili meçhul cinayet olduğunu öne sürdü. Haşimi, dönemin başbakanı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in sorgulanması gerektiğini söyledi. İsveç'te yaşayan ve bianet'in sorularına e-posta üzerinden cevap veren Aygan da Haşimi'yi destekledi.
"Temizöz özel görevlidir veya kendisine o rolü yüklenmiştir. İnsani ilişki geliştirmezdi. MOSSAD'in çalışma yöntemlerini içeren kitabı okurdu daima."
1993-96 arasında Cizre'de yasadışı JİTEM komutanı olan TemizözCizre'de 20 kişinin öldürülmesiyle ilgili 9 kez ömür boyu hapis istemiyle yargılanacak.

"Güven'i kayırdı, ona özür dilememi emretti"

Bu iddiasını doğrulamak isteyen Aygan, bir diğer JİTEM üyesi Abdulhakim Güven'le 1998'de Mersin Mezitli'de bir silahlı kavga yaşadıklarını belirtti ve Temizöz-Güven ilişkisinin olaya şöyle yansıdığını savundu:
"Ben sadece müdafaa yaptım. Olayda ilk silahı çeken ve göğsüme dayayıp tetiği çeken Abdulhakim'dir. Bana, kızımın ve başka bir kadının yanında ağza alınmayacak küfürler savuran yine kendisidir. Buna rağmen; Cemal Temizöz, Abdulhakim'in tarafını tuttu. Beni uzun sure silahsızlandırdı. Polislere ifade vermemem için beni günlerce JITEM binasında tuttu. Halbuki ben kendisinin memuruydum. Beni kollaması gerekirken asıl suçlu olan ve hiçbir resmi sıfatı olmayan Güven'i kayırdı. Güven'den özür dilememi emretti. Niçin? Çünkü Cizre ve o yörede Abdulhakim ile birlikte birçok kirli iş çevirmiş ve cinayetler işlemişlerdi. Bu yüzden Güven'in tarafını tutup beni mağdur etti."

"Mehmet Çakır infazlara katıldı"

JİTEM yapılanmasıyla ilgili daha önce nasname sitesine çeşitli açıklamalarda bulunan Aygan, teşkilatta yer aldığını bianet'e ifade ettiği Astsubay başçavuş Mehmet Çakır (Mahmut başçavuş), işçi olarak gözükenHasan Adak ve Uzman çavuş Seçkin Pamukçu ile ilgili ek bilgiler verdi.
Ankaralı olarak tanıdığı Çakır'ın Batman'ın Karayün Köyü muhtarı Fellemez'in evinden bir gencin tuzağa düşürülerek yakalanıp infaz edilmesinden bildiğini ifade eden Aygan, gencin cesedinin de Batman-Silvan arasındaki bir tarlaya atıldığı, olayda JITEM komutanı Cem Ersever,Selahattin Görgülü, İbrahim Babat ve Batman JITEM timinden bazı görevlilerin de yer aldığını iddia etti.
Diyarbakır merkezden bir genç ve kadın arkadaşının gözaltına alınıp JITEM'de sorgulandı ve daha sonra Çakır'a teslim edildiğini savunan Aygan, "Mehmet Çakır ve başka görevliler onları Sivas taraflarına götürüp infaz ettiler ve yol kenarına attılar. Bayan'in ismi Fatma idi ve öğrendiğime göre Mersin'liymiş" dedi.
Aygan, Çakır'ın, Antalya'da infaz edilen Talat Ayyıldız davasında sanık olan Görgülü'yü duruşmalara götürüp getiren ve oradaki görevliler ile JITEM komutanı arasındaki irtibatı sağlayan kişi olduğunu da ileri sürdü.

"Adak'ın rahatlığı Aydın cinayetini bildiğinden olabilir"

Hasan Adak'ın işçi kadrosunda olmasına rağmen JİTEM'in gerçekleştirdiği infazlara katıldığını kaydeden Aygan, "İşkenceli sorgulamalara katıldı. Bu şahıs, mesai saatlerini takip etmemesine rağmen, komutanlar bir şey demiyorlardı" dedi; gerekçesiyle ilgili de, "Sanırım Vedat Aydın olayını bildiğinden dolayıdır" açıklamasını yaptı.

"Pamukçu JİTEM eylemlerinden haberdardı"

Pamukçu'nun herhangi bir eylemine tanık olmadığını söyleyen Aygan, "Fakat, JITEM'in bir çok eyleminden haberdardır. Daha çok şoförlük yapardı" diye savundu.
Gazeteci ve Kürt aydını Musa Anter'in öldürülmesiyle ilgili bulunduğu İsveç'ten geçmişte önemli açıklamalar yapan Aygan, daha önce yaptığı açıklamalarda Güven'in Temizöz ve diğer JİTEM elemanlar arasındaki ilişkiler şöyle geçiyordu:
"Şırnak ve Cizre'de ayrı bir ekip vardı. Abdulhakim Güven, Hıdır Altuk, Adem Yarkın, Hüseyin Bülbül isimli itirafçılardan kurulu bu ekip, oradaki İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Cemal Temizöz'ün emrindeydi. Yanlarına da bir-iki tane sivil uzman çavuş verilmişti. Bunlar orada terör estirdiler. Kimi insanları milis diye veya kardeşi dağda diye kuyulara atmışlardı, kimilerinin evlerinin altına anti-tank mayını koymuşlardı, kimisini sığınağa koyup, yani sığınağa baktırma bahanesiyle bomba atarak imha etmişlerdi."

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Cizre ve çevresinde 20 kişinin öldürülmesinden sorumlu tuttuğu Temizöz ve koruculardan oluşan altı kişi yargılamaya 11 Eylül'de başlayacak. Temizöz için, dokuz kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Ancak dava daha şimdiden tanıkların tanıklıklarından vazgeçmesiyle gündeme geldi. (EÖ)





.