Hüseyin Gülerce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Gülerce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2017 Pazartesi

110 Ülkeden tek bir Şikayet gelmiş mi


110 Ülkeden tek bir Şikayet gelmiş mi



25.12.2008
ZAMAN
Hüseyin Gülerce


"Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler" başlıklı araştırmayı tartışmaya devam ediyoruz. Türkiye'de bir kutuplaşma olduğunu kimse inkâr edemez.
Yanlış ve tehlikeli olan, bu kutuplaşmanın derinleştirilmesi, yangına benzin dökülmesidir. Hiç geriye gitmeye gerek yok. Bu ülkede, yüzde 47 oy almış iktidar partisi, "laiklik karşıtı eylemlerin odağı oldun" gerekçesiyle cezalandırıldı. Anayasa Mahkemesi'nde 6'ya 5 bir kararla, adeta esir alındı. Bu bile kutuplaşmanın, esas olarak nereden kaynaklandığı konusunda bir fikir vermiyor mu? Yönetici elitler, sırf kendilerinin istedikleri iktidar olmadığı için, her iki kişiden birini potansiyel suçlu ilan ederse, o toplumda zorla, inatla bir kutuplaşma icat edilmiş olur. Azınlıkları ötekileştirilenlerin örneği tarihte boldur, ama çoğunluğun ötekileştirildiğinin örneği sadece bizde var. 
Bir yandan "yüzde 99'u Müslüman bir ülkeyiz" deyip, bir yandan "bütün dünyada dine dönüş var, bizim toplumumuzda da dindarlık artıyor" deyip, öte yandan; "Selamünaleyküm yaygınlaşıyor, umreye gidenler çoğalıyor, üniversiteli gençlerin evlerine karşı cinsten arkadaş getirmeleri engelleniyor" derseniz, tabii ki bu, yaşadığınız topluma karşı saygısızlık olur. Hem de büyük bir haksızlık... 
70 milyonluk bir toplumda sert mizaçlı, anlayışsız, kaba, hoşgörüsüz, hemen parlayan, karşısındakini dinlemeye tahammüllü olmayan yüz binlerce insan bulabilirsiniz. CHP Genel Başkanı Sayın Baykal, Antalya'da önünü kesip, kendisine çıkışan bayanlara ne dedi? "Sevecen olun, düşmanlık beslemeyin..." Sağda solda, Sünnilerin Alevilerin içinde, Türklerin Kürtlerin arasında, aydınların, milletvekillerinin, yazarların, yayın yönetmenlerinin, üniversite profesörlerinin, yüksek yargı mensuplarının -daha fazla saymayayım- içinde, "sevecen olun, düşmanlık beslemeyin" diyeceğiniz pek çok insan vardır. Şimdi bunu biliyorken, sanki keşfediyormuş gibi, adına da bilimsel bir proje diyerek ve 401 kişiyle konuşarak, yalanları dolanları da aktararak, yangını bilvesile daha körüklemenin makul, kabul edilebilir bir izahı var mı? Yapılan, bilime, bu topluma büyük bir haksızlık değil mi? 

Böyle bir haksızlık " Gülen Cemaati " denilerek, bu toplumda gerçekten hoşgörünün, yardımlaşmanın, uzlaşmanın, diyaloğun adresi olmuş insanlara karşı da yapılmak isteniyor. Araştırmada, "Cemaatin, büyük kentlerdeki kanaat önderleri ve medya kurumları tarafından benimsenen 'demokrat ve ılımlı' tavrı, yerini taşralı muhafazakâr ve ayrımcı kişiliklere bırakıyor gözükmekte. Bu kişilerin taşradaki faaliyetlerinin Anadolu kentlerinde zaten mevcut olan baskıcı muhafazakârlığı daha da derinleştirdiği kanısındayız." deniliyor. 

Bir araştırma, özellikle dindarlardan baskı gördüğünü söyleyen, kin ve öfke ile dolu insanlar seçilerek yapılıp da, böyle hükümler çıkarılabilir mi? "Gözükmekte.. kanısındayız..." lâfları, bilimsel hükümlerin ifadesi midir? 

Gülen cemaati denilen gönüllüler hareketi, bugün bütün dünyada eğitim ve diyalog faaliyetleri ile biliniyor. Medeniyetler ittifakı ve evrensel barış adına olumlu bulunuyor, önemseniyor, benimseniyor ve destekleniyor. Amerika'da, Avrupa'da, Afrika'da, Avustralya'da, Vietnam'da, Türk cumhuriyetlerinde, 110 ülkede "dünya acaba yeni bir bahara mı uyanıyor?" ümit ve heyecanını aşılayan bir hareketten söz ediyoruz. Üstelik Türkçemiz bir dünya dili haline getiriliyor. 
Velev ki fıtratı gereği yanlış yapan üç beş insan olsun. Koskoca, tertemiz, örnek bir hareketi karalama adına bunları öne çıkartmak iyi niyetle bağdaşır mı? Milyonlardan bahsediyoruz. Bakınız, bu insanlar bütün illerde, ilçelerde varlar, 110 ülkede faaliyet gösteriyorlar. Bu 110 ülkeden hangi birinde bunlardan bir şikâyet gelmiş? İnsaf edilsin Türkiye'de böylesine yaygın, geniş bir hareketin içinden -Allah'ın lütfuyla- kötü örnekler çıkmaması yeterli bir madalya değil mi? 
Kendisini dünyaya anlatabilenlerin, içeride karşılaştıkları anlayışsızlıkların sona ereceği günler gelmedi mi? 

Biraz insaf...

***

8 Nisan 2016 Cuma

Ölümsüzlük Peşinde Küçük Hesaplar, Büyük Mabedler






Ölümsüzlük Peşinde Küçük Hesaplar, Büyük Mabedler 



Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat 
Tarih:02/12/2013 
Türü:İç Politika 


O halde Erdoğan ne yapmaya çalışıyor? 

Erdoğan, dünya durdukça kendi adıyla anılacak, hatta yapımı tamamlandığında hak vâki olmuş olursa adı "Recep Tayyip Erdoğan Kanalı" konulacak bir projenin temelini atıyor..

Projeye hız veriliyor; çünkü Erdoğan vaktinin sınırlı olduğunu düşünüyor...

www.acikistihbarat.com 

03.12.2013


AKP Hükümeti ile Fethullah Gülen Cemaati arasında yaşanan dershane krizi, uzun bir Bakanlar Kurulu toplantısından sonra şimdilik ötelendi. Daha doğrusu, her iki tarafta da "sorunun ötelendiğine" dair yaklaşımların ön plana çıkacağı, ancak tartışma ve karşılıklı güvensizliğin alttan alta devam edeceği anlaşılıyor. 

Nitekim, Bülent Arınç ve Hüseyin Gülerce gibi hükümet ve cemaat önde gelenleri, (ki "özgül ağırlığının" ciddi şekilde hırpalanmasından sonra Bülent Arınç'a "hükümet önde geleni" demek ne kadar mümkün ,bilinmez) Bakanlar Kurulu'nca alınan ve aslında dershanelerin kapatılması konusunda herhangi bir geri adım içermeyen kararı, "uzlaşma"ve "krizin sona ermesi" havasında açıklayıp yorumladılar. 

Cemaat yanlısı gazeteci ve yorumcular, krizin patlak verdiği günden itibaren şu sorunun cevabını arıyor: 

"Tayyip Erdoğan bunu neden yaptı? Yerel seçimlere kısa bir süre kala, neden böyle yıpratıcı bir gündem maddesine yoğunlaşarak partisinin ve kamuoyunun enerjisini gücün bölünmesi yönünde sarfetti?"

Aslında bilen biliyor ki dershaneler, bizzat Tayyip Erdoğan'ın kendisinin, Tayyip Erdoğan sonrası senaryolarına ve Cumhurbaşlanlığı seçimi hesaplarına kurban gitmiş bir konudur. 

Şayet Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen cemaatinin Çankaya yolunda kendisine destek vereceğinden emin olsaydı, dershane kapatma girişimi de dahil, cemaatin siyasi-ekonomik gücünü kırmaya yönelik adımları en azından bu sertlikte atar mıydı?

Olayın sadece dersahaneleri kapatmakla sınırlı kalmadığı da anlaşılıyor. Gerçek Gündem haber sitesinden gazeteci Barış Yarkadaş, bu konuda ilginç bir ayrıntıya daha dikkat çekti: 

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yayımladığı bir duyuru ile  artık vakıf üniversitelerinin hastane haricindeki tıp merkezlerine giden hastaların parasını ödemeyeceğini bildiriyordu. Bu, cemaatin dershanelerden sonra ikinci büyük gelir kapısı olan tıp merkezlerine ağır bir darbe vurulması demekti. 

Dolayısıyla, dershanelerin kapanmasını 2015 yılına erteleyen Bakanlar Kurulu kararının, "savaşın bitmesi" anlamına gelmediğini, taktiksel 'sulh' açıklamaları yapan  Hüseyin Gülerce gibi cemaat sözcüleri de aslında çok iyi biliyorlar. 

Meselenin odak noktası, Çankaya hesapları ve buna bağlı olarakTayyip Erdoğan'sız bir AKP'nin yoluna nasıl devam edeceğidir. 

Burada konu biraz daha çatallanıyor; şöyle ki: 

Recep Tayyip Erdoğan'ın gerçek düşünün devlet başkanlığı olduğu biliniyor. Vaktinin çoğunu kabullerle geçiren, sık sık frak giymek zorunda kalan, Meclis'i açan vs. bir cumhurbaşkanı olmak ona göre değil. Kabına sığamayan Tayyip Erdoğan'a devleti temsil edeceği, hükümeti atayacağı, yasaları onaylayacağı, TSK'ya başkumandanlık yapacağı, icraatın tümünü yönetip yönlendirebileceği bir makam gerekli ki, o da devlet başkanlığıdır. 

Ancak, gücünün -kudretinin en zirvede olduğu noktada bile istediği boyutta anayasa değişikliği yapabilip de  başkanlık sistemini getiremeyen Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimine 8 ay kala- üstelik iktidarında öncü sarsıntılar başlamışken- bunu yapamayacağına göre; 

Devlet başkanlığı hayallerinden vazgeçip "temsili" sıfatı ön plana çıkan bir cumhurbaşlanlığına razı mı oldu? 

Tabii bu sorudan önce, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına aday olmasının giderek kesinleştiğini belirtmek gerek..

Yani, 2014 Ağustosu'nda Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü'ne çıkmaya hazırlanan Tayyip Erdoğan, sadece o makamı ikinci kez Abdullah Gül'e bırakmamak veya siyasi kartvizitine en üst makamı da eklemek arzusuyla mı  her şeyi kırıp dökme noktasına gelebilen Çankaya hesapları yapıyor? 

Ve tabii bunu yaparken de arkasında bırakacağı partisinin Özal sonrası ANAP'ına dönüşmesi riskini de göze alabiliyor?

Çünkü gayet iyi biliyor ki AKP'nin başında kimi bırakırsa bıraksın, kendisini devlet başkanlığına taşıyacak bir anayasa değişikliği ebediyen hayal olacaktır. Arkasında güçlü bir parti olmayacağı için hareket kabiliyeti iyiden iyiye azalacak, Çankaya'nın duvarları arasına sıkışmaktan kendisini alamayacaktır. 

Üstelik,arkada bıraktığı parti, sürekli kazan gibi kaynayacak, belki de giderayak büyük bir rekabeti göze aldığı Gülen Cemaati'nin veya aslında hep potansiyel tehlike olarak gördüğü ve hiç de güvenmediği Melih Gökçek'in kontrolüne geçebilecektir...

O halde, şunu söylemek pekâlâ mümkün: 

Tayyip Erdoğan, Çankaya'yı siyasi kariyerinin son noktası olarak görüyor ve arkasında bırakacağı AKP'yi çok da umursamıyor! Dahası, kendisinden sonra varlığını nasıl sürdüreceği veya sürdürüp sürdürmeyeceği ile ilgilenmiyor!

Peki neden? 

Böyle büyük bir kumar hangi saikle oynanabilir?

Cevap: Final yapmak saiki ile..

Dikkatlerimizi başka konularda yaşanan gelişmelere çevirelim...

Sabah gazetesi dün (2 Aralık 2013) ilginç bir habere imza attı. Haberin başlığı, "Çılgın Proje'nin startı da hızlı oldu"

Haberde, Erdoğan'ın önem verdiği projelerin başında gelen Kanal İstanbul Projesi'nde ani bir atağa geçildiğine dikkat çekilerek, üçüncü havalimanı aksında yer alan 5 köye kamulaştıtrma tebligatlarının ulaşmaya başladığı bildirildi.

Proje alanındaki 7 maden şirketine de arazileri 3 ayda boşaltmaları için süre verilmişti..

Bu gelişmeyi kolay yoldan "seçim yatırımı"  olarak görmeden önce, bu boyuttaki bir projenin ne cumhurbaşkanlığı seçimine, ne de genel seçimlere yetişmeyeceği gerçeğini göz önüne  almak gerekiyor.

O halde Erdoğan ne yapmaya çalışıyor? 

Erdoğan, dünya durdukça kendi adıyla anılacak, hatta yapımı tamamlandığında hak vâki olmuş olursa adı "Recep Tayyip Erdoğan Kanalı" konulacak bir projenin temelini atıyor..

Projeye hız veriliyor; çünkü Erdoğan vaktinin sınırlı olduğunu düşünüyor...

"Spekülasyon yapmak" damgası yemeyi göze alıyorum ve devam ediyorum: 

Gezi olaylarından sıcak günlerinde miting üzerine miting düzenleyip tabanını kemikleştiren Erdoğan'a mitinglerden birinde partili bağırdı: 

" Ayasofya'da Namaz Kılmak istiyoruz! "

Erdoğan'ın cevabı: 

" Vakti Geldiğinde o da olacak...."

Ve Yeni Devlet'in resmi tarihçiliğine soyunmuş olan Mustafa Armağan, Derin Tarih dergisinde Ayasofya'nın ibadete açılması tartışmasının ucunu göstermeye başlıyor...

Varlığını, Ayasofya'yı tartışmasız bir sembol olarak derin hafızasına kazımış Hristiyan devletlere borçlu olan Erdoğan; batılı devletleri karşısına almak pahasına Ayasofya'yı ibadete açacak, öyle mi? 

Bunu neden yapar? 

Vaktinin kalmadığını düşündüğü ve milyonlarca Müslüman'ın gönlünde taht kurmuş bir lider olarak tarihe geçmek istediği için...

Fatih'in emaneti Ayasofya'yı yeniden ibadete açan büyük Müslüman lider!

Kanal İstanbul Projesi'nden sonra Ayasofya projesine de hız verilirse, bilelim ki Tayyip Erdoğan jübile vaktinin yaklaştığını düşünüyor..

Son bir  kaç ayda olup biten "çılgınlıkları" kökten açıklayacak bir sebeptir bu..

Tarihe çok büyük tartışmalarla geçeceğini bilen bir liderin "ön alması"..

Kendi döneminin resmi tarihini bizzat kendisinin yazması...

twitter.com/fasibel


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10440


..