PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 12
VI. KİTLELERİN TERÖRİZE EDİLMESİ VE SİLAHLI EYLEMLERİN YAYGINLAŞMASI
1. Cizre, Nusaybin ve Silopi Olayları
Bir grup PKK militanı 13 Mart 1990 tarihinde Mardin-Savur ilçesi Serinli köyünde güvenlik kuvvetleriyle silahlı çatışmaya girmiştir. Çatışma sonucu ölü ele
geçirilen PKK militanlarının cenaze töreni sırasında önceden yapılan altyapı hazırlıkları çerçevesinde kitleler yasadışı gösteriye sürüklenmiştir. Defin işleminin yasadışı gösteriye dönüşmesinde bir kısım siyasi kimliğe sahip kişiler ile bölgedeki PKK elemanlarının kışkırtıcı açıklama ve davranışlarının etkisi büyük olmuştur.
PKK faaliyetleri açısından bir dönüm noktası niteliğindeki bu gibi yasadışı sokak gösterilerinin meydana gelmesinde bir çok faktörün rolü mevcuttur. Ancak,
olayları hazırlayan sebeplere geçmeden önce, PKK'nın genel şiddet ve şiddetin kitlesel boyutuna atfetmiş olduğu rol ile PKK'nın yorumu ve Cizre-Silopi-
Nusaybin olaylarına kısaca değinmekte yarar olduğu değerlendirilmektedir.
Örgüt elebaşı Abdullah Öcalan tarafından hazırlanan ve "PKK'da Gerçekleşen Sosyalizm ve Gerçekleşen Halk Kimliğimiz" başlığıyla Serxwebun
gazetesinde yayınlanan yazıda; "...Artık PKK'daki olayın başarısı, günümüzde ne kadar devrimci şiddeti örgütleyip örgütlemeyeceğine ve onun komutasını doğru
yürütüp yürütmeyeceğine bağlıdır. Biz bütün endişelerin çözümünü, silahlı mücadeleyle, onun temel savaşım tarzıyla yürütüyoruz. Silahlı mücadelenin yanısıra, ideolojik-politik mücadele veriyoruz ve iç-dış cephe çalışmasını yapıyoruz.
Fakat, temel mücadele biçimimiz gerçekten bu araç (silahlı şiddet) etrafındadır. Burada en kötü olan, bu araca sağ ve sol yaklaşım göstermektir.
Çoğumuzun kendini basitçe, kazanmadan feda etmesi bile sorunları ağırlaş tırmaktan başka bir sonuç vermiyor. Yani "şehit oldu, kendini feda etti"
demekle de bu işin altından çıkılamıyor; bu bir çözüm değildir. Kürdistan halkının ilişkileri, artık ordulaşma ilişkilerine dönüşmüşse;? bu ordulaşma işi ve karşıdaki
ordunun özellikleri ve bizim zayıflıklarımız biliniyor, silahlı tek başına kurtuluş amacı yaptın mı, sağ yaklaştın mı, kendi başına daha fazla iş açarsın. Bu durumların oldukça bizi uğraştırdığını tekrar vurgulamak önem taşıyor217... görüşlerine yer verilmiştir.
Yapılan açıklamalardan PKK'nın şiddeti temel vasıta, olarak gördüğü, şiddeti adeta kutsadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan halkın ayağa kalkmasını,
gösterilere yönelmesini şiddetin gücüne ve etkisine bağlamaktadır.
Diğer yandan bir çok aydın tarafından masum kitle gösterileri olarak değerlendirilen olayların, PKK adına söz konusu aydınlar tarafından kışkırtıldığı
"Nusaybin İntifadasından Cizre'de Halk İktidarı Denemesine" başlığıyla yer alan yazıda da itiraf edilmektedir Nitekim, ilerleyen süreçte, bu gibi olaylar PKK
tarafından propaganda malzemesi haline getirilmiştir.
Serxwebun gazetesinde yer alan yazıda şöyle anlatılmaktadır.
"....Nusaybin intifadası başlıyor: 14 Mart'ta sabah erken saatlerde yoldaşımızın toprağa verileceği haberi kısa sürede bütün Nusaybin 'e yayıldı. Tan
vakti Nusaybin ayaklanmış, şehidimize saygı ve bağlılık görevini yerine getirmek için akın akın, yürüyüşe geçmişti. Nusaybin, Nusaybin olalı hiçbir zaman bu kadar erken, aynı anda, aynı coşku ve azimle kalkmamıştı. Ama yine hiçbir zaman sömürgeciye, zalime, haine bu^i kadar kin ve öfkeyle dolu olmamıştı. Bütün duygu ve düşünceler kabından fırlamış, aynı odakta düğümlenip sel gibi akmaya başlamıştı'.
..Artık Nusaybin 'de eski hayat durmuş, yenisi bütün görkemliliği ile ortaya çıkmıştı. Bu canlı, diri, yeni ve güzel olandı. Her türlü geriliğe, köleliğe,
sömürgeciliğe dur diyen, geleceğe, iyiye, çağdaşlaşmaya giden bir başkaldırıydı, ayaklanmaydı. Bunun için Nusaybin halkı, yatağına sığmayan nehir gibi özgürlük denizine doğru akmaya başlamıştı. Önüne çıkan sömürgecilere ait kurum,kuruluşlara saldırıyor, heykellerini parçalıyordu. Çünkü bunların hepsi sömürgeci otoritenin birer simgesiydi... "
".. .20 Mart 1990 günü, yurtsever Cizre halkı yürüyüşe geçti, işçi, genç, kadın, yaşlı, köylü, esnaf, çocuk ayaklandı. 19 Mart'ta kepenk indirmeyle başlayan
ayaklanma, 20 Mart'ta doruğa çıktı. Newroz'u kutlamak, ulusal kurtuluş şehitlerini anmak ve Nusaybin direnişiyle dayanışmak amacıyla iki koldan yürüyüş başladı.
Sabah saat 9 sıralarında biri hükümet konağının, diğeri de lisenin önünden olmak üzere iki yürüyüş kolu harekete geçti. Kortejlerin ön ve arka sıralarında PKK ve ERNK bayrakları dalgalanıyordu, hep bir ağızdan" Sömürgeci zulme son", "Kahrolsun sömürgecilik", "Yaşasın Newroz", "Yaşasın bağımsızlık ve özgürlük"
sloganları haykırılıyordu. Yürüyüş kollan ilerledikçe, gören her insan katılmaya başladı ve giderek bütün Cizre yürüyüş parkuruna dönüştü. Evet, beşikteki çocuktan 90'lık dedeye kadar bütün Cizre ayakta idi..."
"...Cizre halkı, PKK ERNK ve ARGK öncülüğünde iktidar oluyordu. Türk bayrakları indirilip yakıldı. Göndere ulusal bayrağımız çekildi ve Cizre semâlarında
Kürdistan bayrağı dalgalandırıldı. Halkımızın Drakulası Atatürk'ün bütün heykel ve büstleri parçalandı. Halk, sömürgeci kurumlara saldırdı, iktidarda olan sömürgeci ANAP ilçe binası, hain uşak Kürt milletvekili Nurettin Yılmaz'ın evi, TKY (Türkiye Kömür işletmeleri), DSİ (Devlet Su İşleri) ve Zirai Donatımın bütün binaları tahrip edilip ateşe verildi. Cizre'deki "intifada" halk iktidarı deneyi boyutlarına ulaştı... 218 görüşleri ön plana çıkartılmıştır.
Öte yandan yine Serxwebun gazetesinde yer alan, "Ayaklanma, Topyekün Örgütlenme ve Günlük Eylemler" başlıklı yazıda da bu olayların niteliği ayrıca
ortaya konmuştur.,
Örgüt bu konuya ilişkin olarak yapmış olduğu bir başka değerlendirmede ise, "...Nevroz ayından itibaren Orta Kürdistan 'da başlayan halk ayaklanması
Kürdistan 'da yepyeni bir durum yaratmıştır..." denmekteydi.
...Nusaybin ve Cizre'den başlayan kitlesel eylemlilik ve buna karşı 28 Mart Kararnamesi temelinde uygulamaya konan sömürgeci saldırganlık üç ayını
doldurmaktadır. Kepenk kapatma, yürüyüş, gösteri ve sokak çarpışmaları biçiminde başlayan kitlesel eylemlilik, toplu gazete boykotu ve açlık grevleri biçimlerini de yaratarak değişik alanlara yayılmaktadır.
Kitle eylemliliğini yaratan ve ondan büyük güç alan gerilla savaşımız, Kürdistan'ın her tarafını kucaklayan sömürgeci rejimi dövmekte ve halk
ayaklanmasının sürekliliğini sağlamaktadır. Halk savaşı gerçeğinin iki temel gücünün, gerilla ve halk ayaklanmalarının birliği ve iç içeliği, Kürdistan ulusal
kurtuluş mücadelesinde canlı bir gerçek olarak yaşanmaktadır219. açıklamalarına yer vermiştir.
PKK ve bölge aydınlarının birlikte kışkırtmaya çalıştığı bu tür olaylar, ilerleyen süreçte'daha da tırmanmış |ve doğası gereği çevresindeki gerçekten
masum kesimleri, ekonomik ve sosyal hayatı olumsuz etkilemiştir. Bunun akabinde bölge aydınları devleti ve güvenlik güçlerini olayların gelişmesine
sebebiyet vermekle suçlamıştır.
2. Olayları Hazırlayan Nedenler
Mart-1990 tarihinde Nusaybin, Cizre ve Silopi ilçe merkezlerinde meydana gelen kitlesel şiddet olaylarının, anlık bir tepki olmadığı, bu olayların örgüt
tarafından yıllarca önceden olgunlaştırılan bir zemin üzerinde ve bazı sözde aydın-demokrat çevrelerin sürekli istismarı ve kışkırtması sonucu meydana
geldiği değerlendirilmektedir.
Kısaca bu olayların meydana gelmesinde, örgütün halka yönelttiği baskı, legal çevrelerin kendilerine menfaat sağlamak amacıyla sarf ettikleri kışkırtıcı
çabalar220 ile bölgede yaşanan iç göç faktörleri etkili olmuştur.
PKK'nın kırsal kesimde baskı uyguladığı ve şehir merkezlerine kaçırttığıbir çok kişi, yeni yerleşim alanlarında karşılaştığı sorunların meydana getirdiği
psikolojinin etkisiyle her türlü yasadışı davranışa kolayca yönlendirilmiştir. Kırsal kesimde PKK'nın çeşitli dayatmalarından kaçan bu kitleler, şehir merkezlerinde
PKK'nın tuzağına düşmekten kurtulamamışlardır. PKK bu kitlelerden yararlanmak amacıyla kendisine bağlı sözde aydınları talimatlandırarak bu
kişilerin çeşitli kanunsuz gösterilere yöneltilmesini istemiştir.
Nitekim, PKK IV. Kongresine sunulan Botan eyalet raporunun "Cephe Faaliyetleri" bölümünde yer alan açıklama; "...Serhildanlar kendiliğinden ortaya
çıkmamıştır. Temel savaş alanlarımızdan göçertilen kitleler şehir alanlarına yerleşmiş, mücadele ile bağlarını devam ettirmiştir. Partinin geneldeki etkisi,
sömürgecilerin baskılarına karşı gelişen tepki, milis eylemliliğinin gelişmesi, kitlelerin günlük talepleriyle birleşince kısmi örgütlülüğe kavuşturulmasıyla
Serhildanlar ortaya çıkmıştır.” şeklindedir.
Cizre, Silopi, Şırnak, Uludere, Hakkari, Van, Siirt ve Yüksekova alanlarında Serhildanlar yaşanmıştır. Bunların bir kısmı örgütlü gelişirken, bir
kısmı da kendiliğinden oluşmuş, bu da yıllarca sürdürülen parti çalışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Gerek örgütün baskısı, gerekse de aydınlar ve
göçün sebebiyet vermiş olduğu hususların ayrı ayrı olarak ele alınmasında fayda olduğu değerlendirilmektedir.
a) Örgüt Baskısı
PKK'nın bölgeye yerleşmesi, bölgede taraftar bulabilmesi baskı, tehdit ve yanıltma sonucu mümkün olmuştur. Örgüt bölgeye yerleştikçe, bölge halkı
üzerine yoğun baskı kurmuştur. Yöneltilen baskı, toplu katliamlardan, gençlerini zorla alıkoymaya, malını talan etmeden, örgüt adına faaliyetlere yöneltmeye kadar her türden yöntemleri içermiştir.
Bölge halkını her türlü yöntemi kullanarak sindiren, böylece etkinliğini arttıran örgüt, halkı kolayca yönlendire-bilmiştir. Baskıların süreklileşmesi
sonucu korkutulan, sindirilen halk örgütün her istediğini yapma noktasına gelmiştir.
Nusaybin-Cizre ve Silopi olaylarında bu hususun etkili bir faktör olarak rol oynadığını söylemek mümkündür. Bölge halkının belli bir amaç güdülerek şiddet
hareketlerine yöneltildiği, örgüt elebaşı Abdullah Öcalan tarafından Dünyada Bağımsız Bir Kürdistan, Kürdistan'da Özgür ve Eşit Bir Halk Yaratmak için
Görevlerimiz Yönetelim221 başlığı altında yayınlanan bir talimatta açıkça görülmektedir.
Bilahare Serxwebun gazetesinde yayınlanan söz konusu talimatta; "...Amacımız bağımsız bir Kürdistan,özgür bir halk yaratmak; demokrasi ve
sosyalizme ulaşmaktır..
Kandan korkmayın kan dökmekten korkmayın; yerinde dökülmeyen ve sonunda duran kandan korkun Eğer biz yerinde kan döküyor sak ve bunu durdurmuyor sak, korkmanın hiçbir anlamı yoktur.... denilerek ....kitlelerin kanlı şiddet eylemlerine yöneltilmesi.... istenmekteydi. Başka bir deyişle şiddet adeta
kutsanmıştır.
Öte yandan kanın dökülmeye devam etmesi durumunda hükümetin örgüte bazı tavizler verebileceği ifade edilerek şiddete bağlanan ümitler dile getirilmeye çalışılmıştır.
Nitekim, "...Bu aşamadan sonra düşman, bazı haklar vermeye hazırlanıyor. Öyle görünüyor ki, barışçıl yollarla meseleyi halletmek isteyecektir. Biz de barışçı
yollarla meseleyi halletmek isteriz ama, her şeyden önce, düşmanın barış içinde ordusunu ülkemizden çekmesi şarttır. Hergün halkamıza zulüm ve işkence yapmaya hakları yoktur. Halkımızı rahatsız etmeye hakları yoktur. Çekilsinler. Düşman ordusunu çeksin ülkemizden, biz de barış içinde kendi işimizi yapalım, yani biz, kendi işimizi yürütünce engel olmasınlar, kaderimizle oynamasınlar.
Biz halkımızla birlikte kendi kaderimizi tayin edebiliriz. Bağımsızlığımızı kendimiz yaratırız; demokratik, eşit ve özgür bir toplumu kendimiz, istediğimiz gibi
yaratırız..." şeklindeki açıklamalar yukarıdaki hususları doğrulamaktadır. Yine bu ifadelerde arzulanan barıştan maksadın Bağımsız Kürdistan olduğu net bir
biçimde anlaşılmaktadır.
b) Bölücü, Fakat Meşru Çevrelerin Kışkırtmaları
Evvelce de belirtildiği üzere, uzun bir süre, yani 1987 yılına kadar PKK'dan uzak durmaya çalışan ve PKK'nın eylemlerini provokasyon olarak değerlen diren bölge kökenli sözde aydın-demokrat çevreler, 1988 yılından itibaren PKK ile çeşitli düzeylerde ilişkiler geliştirmeye çalışmışlardır. Öte yandan, legal bölücü faaliyetleri düşmanın oyunları olarak değerlendiren PKK, III. Kongre kararlan gereği 1988 tarihinden itibaren legal imkanlardan azami derece
faydalanma cihetine gitmiş ve giderek legal çevrelere sızmaya çalışmıştır.
Gerek PKK'nın legal alana ilgisi ve gerekse legal çevrelerin PKK'ya yaklaşmalarında üçüncü bir gücün rol oynadığı ve bu iki kesimi birbirine
yaklaştırdığını, bu gücün de dönemin Doğu Perinçek liderliğindeki İP (İşçi Partisi) ile eski TKP kökenli kişilerin güdümündeki İHD (İnsan Hakları Derneği) gibi
kuruluşlar olduğunu söylemek mümkündür222. Nitekim Ankara DGM Başsavcılığı Şemdin Sakık'ın " O benden daha fazla PKK'cıdır" dediği ileri
sürülen İHD Genel Başkanı Akın Birdal hakkında soruşturma başlatmıştır223.
1989 Yerel Seçimlerinde PKK'nın bazı adayların seçilmesinde ağırlığını koyması, bazı adayların adaylıklarını engellemeye çalışması, PKK ile sözde Aydın-
Demokrat çevreler arasında menfaate dayalı bir yakınlaşma olmasına sebep olmuştur. Ya da varolan yakınlaşma daha da hızlanmıştır. Bölgedeki bir çok eski
bölücü kişi operasyonel baskının daha çok silahlı potansiyele yöneltildiğini görmesi üzerine PKK ile daha yakın ilişkiye girmiştir. Bu kişiler bölgede siyasi
olarak ilerleyebilmenin PKK'ya yaslanmak ile mümkün olduğunu düşünmüşlerdir.
1989 seçimlerinde yaşanan gelişmelerden hareketle PKK ile dost geçinmenin, kendilerine ileride siyasi kazanç sağlayacağını düşünen, pek çok kişi
PKK'ya yakın olduğunu ispat etmek için yoğun bir yarışa girmiştir. Bu gibi kişiler, tutuklanan PKK sempatizanlarının davalarıyla, aileleriyle ilgilenme, ölen
PKK mensuplarının cenazelerinde boy gösterme, örgüte yardım toplama hususlarında hep önde görünmek istemişlerdir.
Daha da önemlisi, bu gibi kişilerin fiillerinden dolayı ya hiç tutuklanmamaları veya bir kaç aylık gözaltından sonra serbest kalmaları ve bu tür tutuklulukların
PKK nezdinde yıldızlarını daha da parlatmaları, bu gibi kimselerin kendilerini tutuklattırmak için, yoğun çaba sarf etmesine sebep olmuştur.
PKK'da bu durumu bildiğinden bu tür kişileri daha fazla öne sürmeye ve bunlardan azami yararlanmaya çaba sarf etmiştir. Zamanla bu tür kişilerin kitleleri yönlendirmede mahir olduğunun anlaşılması üzerine, bu gibi kimseler vasıtasıyla çeşitli olaylar geliştirilmiş ve kitlesel şiddet 'hareketleri daha da tırmandırılmıştır.
Eldeki bilgilerden Nusaybin-Cizre-Silopi olaylarının gelişmesinde de bu gibi kişilerin yoğun tahrik ve çabalarının etkisi son derece büyük olmuştur.
Bölgede tanınan, bir çoğu sosyal ve siyasi mevki sahibi olan bu gibi kişiler, PKK'nın yönlendirmesiyle kitleleri peşlerine takarak, mezarlıklara yürümüş
mitingler tertiplemişlerdir. En küçük bahaneyle güvenlik kuvvetlerinin üzerine yürümüşler ye sonuçta bilinen olaylara sebebiyet vermişlerdir.
Giderek olayların çığırından çıkarak vahim boyutlara ulaşması üzerine de bu gibi olayların güvenlik güçlerince kasıtlı olarak çıkartıldığı veya bölge halkının
devlet baskılarına verilen doğal tepkileri olduğu belirtilmiştir.
Bazı siyasi parti mensuplarının oy mülahazaları veya gerçeklerden bihaber olması nedeniyle vermiş olduğu demeçler ile yine, çeşitli basın-yayın organlarının bünyesinde yer alan art niyetli kişilerin dile getirdiği çarpık görüşler nedeniyle, gerçek suçlular gizlendiği gibi amaçlarına da daha kolayca ulaşmışlardır.
c) Göç ve Sosyal Huzursuzluk
Meydana gelen olaylarda rol oynayan faktörlerden biri de bölgede yoğun olarak yaşanan iç göç olduğu hususudur224. Örgüt faaliyetlerinin ilk defa olarak
1982 yılından itibaren Nusaybin-Cizre-Silopi civarlarında başladığı, akabinde meydana gelen silahlı eylemler ile bu eylemlerin önlemesine yönelik
operasyonların da en fazla bu civarları etkilediği açıktır.
Özellikle, olayların merkezlerinden biri durumundaki Şırnak kırsalında, terörist eylemlerden ve operasyonlardan etkilenen kırsal kesim sakinleri Cizre,
Silopi ve Nusaybin gibi altyapısı istihdam olanağı son derece kıt merkezlere yerleşmişlerdir.
Köylerinden mezralarından ayrılmak zorunda kalarak, bu merkezlere yerleşen, ancak kurulu düzenlerinin özlemi içerisinde olan mutsuz kesimler,
öfkelerini kendilerine ölüm tehdidi yönelten örgüte yöneltemediklerinden güvenlik güçlerine yöneltmişlerdir.
Kırsal kesimde örgüt baskısını yaşayan, örgütü gözünde büyüten ve kendilerini koruyamayan güvenlik kuvvetlerini ise giderek küçümseyen bu
kesimler, göç ettikleri| merkezlerde PKK'nın elini uzatması üzerine örgütle zımni bir anlaşmaya girmişlerdir.
Bu anlaşmaya göre, PKK kendilerini kırsal kesimde görevlendirmeyecek, onlar da güven içindeki şehirlerde örgütün düşüncelerine yakın Avukatların, Doktorların,
Siyasetçilerin, Dernekçilerin, Sendikacıların öncülüğünde örgüt adına her türlü taşkınlığı yapacaktır. Nitekim, o dönem itibarıyla şehirlerde henüz hiç kimsenin burnu dahi kanamamıştır. Güvenlik kuvvetleri halka son derece itinalı davranmıştır.
3. Olayların Sonuçları
Cizre, Silopi ve Nusaybin'de meydana gelen kitlesel nitelikteki olaylar, uygulamadaki güvenlik tedbirleri açısından olduğu kadar örgüt faaliyetlerinin
düzeyi, bölge halkının konumu ve diğer bir çok ilgili çevre açısından bir dönüm noktası olmuştur.
Olaylar örgüt açısından yeni ve etkili propaganda imkanları, baskı unsurları, kadro kaynakları meydana getirmenin yanısıra, çeşitli iç ve dış
destekler ile manevra ,imkanları sağlamıştır. O tarihe kadar, kırsal kesimde etkili ve kanlı eylemler geliştirebilen örgütün, kırsal kesimdeki yerleşim birimleriyle ve bunların şehirlerdeki uzantılarıyla: sınırlı olan göreceli kitle desteği bu olaylar ile yoğun nüfusun bulunduğu şehirlere taşmıştır.
Belirli bir tarihe kadar, sadece kırsal kesime dayalı üslenen ve hareket eden örgüt, artık kent merkezlerinde de üslenme ve hareket imkanlarını elde edebilmiştir.
Yine söz konusu olayların patlak verdiği tarihe kadar ağırlıklı olarak kırsal kesimde eleman ihtiyacını gidermeye çalışan şehir merkezlerinde münferit bir şekilde eleman temin edebilen örgüt, bu tarihten itibaren kitlesel olayların içerisine, sürdüğü gençliği "aranıyorsun " gerekçesiyle kolayca kırsal kesime aktarabilmiştir
Dış çevreler ve destekçileri nezdinde sadece kırsal kesim ile sınırlı olan bir örgüt olarak değerlendirilen PKK, bu olaylar sonucunda, bu gibi çevreler
nezdinde sözde itibar kazanmış, kitle desteğine sahip bir örgüt imajını elde etmiştir. Ya da bazı çevreler örgütü bu düzeye yükseltmek için özel bir gayret
göstermiştir. Akabinde de olayları izlemek amacıyla bölgeye geziler düzenlemişlerdir.
Bu gibi olayların söz konusu tarihten itibaren tırmanarak diğer bölge şehirlerine sıçraması, güvenlik güçlerinin hedeflerini genişlettiği gibi, bölgedeki esnaf, tüccar kesimlerini de olumsuz etkilemiştir. Bölge halkı psikolojik ve fiili baskı nedeniyle örgütün bir çok tehditkar yaptırımını kabullenmek ve yerine getirmek zorunda kalmıştır.
Nusaybin, Cizre ye Silopi'de meydana gelen olayların PKK açısından taşıdığı öneme ilişkin olarak örgüt elebaşı Abdullah ÖCALAN tarafından yapılan
değerlendirmede; "...Her 'geçen gün kitle muhalefeti artmaktadır, işte Türkiye'de şu anda binlerce işçi grevdedir. Ve bu daha da artacak, köylülük, gençlik gerçekten önemli bir hareketlilik içine girmiştir. Ve Kürdistan 'da bizim yürüttüğümüz mücadele son Cizre, Nusaybin kitle isyanı ile gerçekten yeni anlamlı ve tarihi bir aşamanın içine de girmiştir. Zincirleme etkisi bütün ülkeye dalga dalga yayılmaktadır.
Burada anlaşılması gereken; halk tarih sahnesine özgü iradesi, cesaretiyle ve de kendi öz çıkarlarıyla öyle geçmişte görüldüğü gibi fazla aşiret temeline
dayanmadan, ayağa kalkmıştır. Bir defa korku duvarı çoktan yıkıldığı gibi çok kararlı yürüme, yediden-yetmişe kadar herkese mal olmuştur. Bu önemli bir
gelişmedir. Mesela bir Nusaybin, Cizre, Silopi değil, çok iyi biliyoruz ki, sıradan PKK'nın mücadele ettiği her alanda bundan daha fazlası ortaya çıkarılabilir.
Yüzlerce yerde biz aynı hareket tarzını kısa bir örgüt çalışmasıyla ortaya çıkarabiliriz. Herkes bunu her yerde bekliyor. Sadece bizim fitili ateşlememize bağlı kalıyor.
Dolayısıyla; 1990'dan itibaren içine girdiğimiz yeni dönem halkın devreye girmesi anlamında tarihidir. Ve sanıldığından daha fazla, büyük imkanlar ortaya
çıkarır. Bir defa gerillanın yükünü çok hafifletir. Muazzam örgütleme, eğitim imkanı verir. Gerillayı besler, gizlenmesini, takviyesini daha fazla mümkün kılar. Düşmanın gücünü parçalar. Ve gerçekten bitmez tükenmez bir güç kaynağı durumunu aktifleştiriyor. Bunu görmek gerekir..." . hususlarına değinilmiş tir 225.
Örgüt elebaşı Abdullah Öcalan tarafından yapılan değerlendirmenin son paragrafında yer alan açıklamalar ile Nusaybin-Cizre-Silopi olaylarının
muhtevası ve sonuçları net bir biçimde ortaya konmaktadır. Örgütün bu tür olaylar ile neleri hedeflediği de anlaşılmaktadır. Örgüt, bu gibi olaylar ile kırsal
kesim üzerindeki güvenlik kuvvetlerinin operasyonel baskısının hafifletilmesi, Kadro kaynaklarını çoğaltmayı, örgüt adına daha fazla kişiden yararlanmayı, dış
güçler nezdinde kitle desteğine sahip olduğu imajı ve, yeni manevra imkanları oluşturmayı hedeflemiştir, fakat bu hedeflerinde başarılı olamamıştır.
VII. KÖRFEZ KRİZİ SONRASI ÖRGÜT FAALİYETLERİ
1. Örgütün Krizden Sonra Elde Ettiği Avantajlar
PKK için 1990 yılı pek başarılı olmayınca Öcalan kurtarılmış bölgeler yaratmanın mümkün olamayacağını anlayıp yeni modeller aradı: "Kenlerde
yaşayan PKK sempatizanlarının devlet ile karşı karşıya getirilmesi için kışkırtılması bunlardan biriydi". Kürt kökenli bölge halkının her ne pahasına olursa olsun kazanılması bir başka noktaydı. Ancak bunlarda da ne kadar başarılı oldukları kısa zaman içerisinde görülecekti .
PKK'nın 1988 "Halepçe Katliamı" sonrasında Kuzey Irak'tan kaçan Kürtler arasında da propaganda faaliyeti bulunmakta idi. Onlara, "Saddam, KDP
ve YNK'dan hayır gelmeyeceği en akılcı yolun ilk önce Türkiye Kürdistan'ını kurtarmak" olduğu şeklinde propagandalar yapılıyordu.
Nitekim Öcalan adına kardeşi Ferhat kod adlı Osman Öcalan nezaretinde, 8 Haziran 1991 tarihinde PAK (Partiya Azadiya Kürdistan- Kürdistan Özgürlük
Partisi) adıyla bir parti kuruldu. Bu parti PKK güdümünde hareket ediyordu. Saddam, Kuzey Irak’dan çekilirken PKK’ya lojistik destek sağladı. Bağdat
Hükümeti şu amaçları hedeflemekteydi:
a. Körfez Krizi'nde Türkiye'nin düşmanca tutumunu cezalandırmak,
b. PKK'nın Kuzey Irak şeridini tutması durumunda, burada tampon bir bölge oluşabilir bu da Irak'a emniyet sağlar,
c. Kuzey Irak'taki Kürt potansiyeli Türkiye'ye yöneltilebilir,
ç. PKK'nın güçlenmesi peşmergelerin gücünü dizginleyeceğinden, Irak bundan faydalanabilecektir, düşünceleriyle PKK'ya mevzi ve ağır silahlar Kuzey
Irak'tan Irak ordusu çekilirken terkedilmiştir.
Bütün bu gelişmelerden sonra PKK, birer ordu birlikleri halinde sınır karakollarına saldırılar düzenleyerek, Karakolları imha etmek istemiştir.
Nitekim, 4 Ağustos 1991 günü saat 04.30 sıralarında Osman Öcalan, sınırın birkaç kilometre ötesindeki kamplara topladığı yüzlerce adamıyla sınırdaki Samanlı Karakoluna havan, uçaksavar, roketatar ve makineli tüfeklerle bir saldırı başlatmıştır. On Türk askeri şehit olmuş, 9 subay, astsubay ve er yaralanmış, 7 er de kaçırılmıştır. Saldırıyı yapan PKK'lılardan da ölenler olmuştur. Kalanlar ise yine sınırdan birkaç kilometre mesafedeki kamplarına çekilip gitmişlerdir. Buna
benzer sınır karakollarına saldırılar yaz boyu devam etmiştir226.
Yine aynı tarihlerde, Hakkari'den Elazığ'a, Van'dan Kahramanmaraş'a, Şırnak'tan Erzurum'a kadar çeşitli gruplar dağları, tepeleri tutmuş, yolları
kesiyor, insanları kurşuna diziyor, haraç topluyor, iş makinelerini yakıyor, okulları tahrip ediyorlardı227. Ülke içindeki PKK'lı gruplar, durmadan yurt
dışındaki kamplardan takviye ediliyor, yurt dışındaki (özellikle Suriye) kamplara ise Türkiye'den büyük şehirlerden inşaat işçisi, öğrenci ve işsiz (gençlere yapılan birkaç günlük propagandalarla) yüzlerce genç gönderiliyordu. Yine yurt dışına batı illerinden çok sayıda sempatizan yollanıyordu. PKK, Botan’ı yaşatabilmek için savaşı tüm Kürdistan’a yaymak istiyordu.
Kasım 1991'de Öcalan, " ...Botan'ı yaşatabilmek için savaşı tüm Kürdistan'a yaymak..." düşüncesiyle bölgedeki militanlarını 9 eyalete (Botan, Mardin, GAP,
Güney-Batı, Amed, Garzan, Dersim, Orta, Serhat) ayırmıştır.
2. Koruculara Yönelik Yapılan Faaliyetler
PKK, 1990 yılının sonunda toplanan IV. Kongre'de Abdullah Öcalan Koruculara "af çıkarmıştı. Affa çağrı bildirisinde; " l Ocak 1991 tarihinden, 31
Aralık 1991 tarihine kadar PKK'ya başvurup af dileyen korucular af edilecektir. Bu süre içinde PKK'dan af dilemeyenler ise ağır cezalara çarptırılacaklardır"
deniliyordu228. Öcalan, ilan ettiği bu affın propagandasını en geniş bir biçimde yapmıştır.
1991 yılının sonu geldiğinde Öcalan, koruculuğu yine çözemeyince bu affı 1992 Nevruzu'na kadar uzattı. Daha sert tehditler savurdu. Hatta Ankara'dan
Kürtçü milletvekilleri bölgeye gelerek köy köy dolaşarak "T.C.'nin silahlarını bırakarak Apo'nun silahlarını almalarını, Apo'nun emrine girmelerini" istemişlerse de korucular bu telkinlere itibar etmemişlerdir. Bunun üzerine Öcalan'ın talimatıyla, koruculara, çocuklarına, kadınlarına, hayvanlarına peş peşe katliamlar başlamıştır. Bu kez de bazı kişiler bu "Katliamları Kontr-gerillanın yaptığını" ileri sürmüşlerdir229.
3. 1991 Seçimlerinde PKK Siyaseti
PKK, 1989 yerel seçimlerinde bazı bölgelerde uyguladığı taktiği, genel seçimlerde de uyguladı. O dönem de birkaç sempatizan aday desteklenmiş ve
belediye başkanlığı (Cizre başta olmak üzere) kazandırılmıştı. 1987 genel seçimlerinde de "Marksist, Kürtçü" bir grup milletvekili SHP'den meclise
girmişlerdi. 1991 genel seçimlerinde ise kendi adaylarının TBMM'ye girmesi için çaba gösterdi. "Halkın Emek Partisi"ne mensup kişiler, "Sosyal Demokrat Halkçı
Parti" (lideri Erdal İnönü idi) ile anlaştılar. Bu adaylar SHP listesinden milletvekili seçilip 22 kişi olarak TBMM'ye girdiler. Daha ilk gün Meclis'te milletvekili yemin merasimini "Kürtçe olarak ve sarı-kırmızı-yeşil bandaj ve mendillerle (PKK'nın bayrağının rengi idi)" yapmak isteyince olaylar çıktı. Bir müddet sonra SHP'den bu milletvekilleri ayrılarak HEP'e döndüler. Konuşma ve faaliyetleri ile PKK'ya destek verince Ankara DGM tarafından bölücü milletvekilleri hakkında fezleke hazırlandı. Daha sonra Anayasa Mahkemesi'nce HEP "Bölücülük" suçuyla kapatıldı. Bu bölücü milletvekilleri DEP'i kurdular. HEP yerine kurulan DEP hakkında da DGM Başsavcılığı, ilk fezlekeye ilave olarak bazı DEP milletvekili ile ilgili soruşturmaları TBMM'ye göndermiştir. yapılan oylama sonucu bazı milletvekillerinin milletvekilliği düşürülmüştür. Nihayet Anayasa Mahkemesi HEP'teki gerekçelerle DEP'i de kapatmıştır. Ve bölücü milletvekilleri tutuklanmıştır. Bir kısmı da yurt dışına kaçmıştır. Daha sonra ise HADEP kurulmuştur 230.
4. Savaş Hükümeti Kurma Çabaları
1991 yılı faaliyetleri PKK'ya ümit verince 1992 yılı için Abdullah Öcalan üç büyük hedef ortaya atmıştır. Bu hedefler şunlar idi:
1) Botan-Behtinan Savaş Hükümeti'nin kurulması,
2) Kürdistan Ulusal Meclis Seçimi'nin yapılması ve meclisin oluşturulması,
3) Türkiye'nin batı illerinde yeni bir örgütlenme ile terörün batıda da tırmandırılması.
Abdullah Öcalan 17 Ocak 1992 tarihinde, "Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz" talimatını yazarak her alandaki örgüt üyelerine gönderdi.
5. Genel Ayaklanma Başlatma Girişimi ve 1992 Nevruz Olayları
1992 için belirlenen 3 ana hedefin gerçekleştirilmesi için Abdullah Öcalan ani bir çıkış yaptı. 1992 yılı 21 Martı’nda yani Nevruz'231da genel bir ayaklanma
başlatmak istedi. Bu ayaklanmanın hızla propagandasını yaptı. Türkiye de tüm hazırlıklarını buna göre yaptı. PKK’lılar, 21 Mart öncesi özellikle Cizre, Silopi,
Şırnak, Nusaybin gibi kentlere (ve köylerde) binlerce silahı sokarak işbirlikçilerinin ellerine tutuşturdular. 20-21 Mart gecesi çoğu askeri karakol ve
kışlaya, polis karakollarına ve lojmanlarına, devlet binalarına, devlet memurlarının evlerine saldırı başlatılarak yüz binlerce mermi sıkıldı. Bazı
bölgelerde ise havan topu ve roketatar ile havaya ateş açıldı. Çoğu yerde de "izli mermi" atışı yapıldı. Masum folklorik amaçlı Nevruz şenliklerinde PKK halkı
siper ederek genel bir saldırı başlattı. Özellikle Şırnak ve Cizre'de bu başarıyla uygulandı. Pek çok gösterici ölmüşse de bu provokasyon PKK'nın istediği düzeyde olmayıp başarısız kalmıştı. Abdullah Öcalan, "Botan-Behdinan savaş hükümetini" ön plana çıkararak bu eylemlere umutla sarılmıştı. Bu amaçla Türkiye'nin her bölgesinden kazanılan binlerce genç kırsala gönderildi. yeni gelenlerin pek çoğu da bu saldırılarda hayatlarını kaybettiler. Fakat gençlerin devamı geliyordu.
Hazırlıklar hızlandırılarak 18 Ağustos 1992 gecesi Şırnak'a gerek şehir dışından teröristler, gerekse şehir içindeki milislerce yoğun bir saldırı başlatıldı.
PKK, 2 gün süren Şırnak baskınında da başarılı olamayıp Kuzey Irak'a doğru geri çekildi. Şırnak'ta "devlete ait her şey tahrip edilecek, hatta şehir ele
geçirilecek, bir kurtarılmış bölge" oluşturulacaktı. Fakat güvenlik güçlerinin kararlı direnişi ile başarılı ulunamadı.
1992 sonbaharında PKK büyük kayıplar pahasına 26 Eylül 1992'de başta Derecik sınır karakolu (54 PKK'lı öldürüldü 27 asker şehit oldu) olmak üzere
birçok karakola saldırdı. Bölgede geniş bir alanda baskısını hissettirmek için köyler talan edildi. Küçük kasabalar ve hatta illerin etrafında çemberler
oluşturulmaya çalışıldı.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
217 Serxwebun; Sayı 97, Ocak 1990, s.5
218 Serxwebun; Sayı 99, Mart 1990, s.4
219 Serxwebun; Sayı 102, Haziran 1990, s.7
220 Legal çevrelerden kasıt, bölgedeki Demokratik kitle örgütleri içerisindeki PKK sempatizanlarıdır. Bunlar demokratik örgütler içerisinde amaçları dışında faaliyet göstererek, çeşitli rantlar elde ederler. Bu rantlardan kasıt zaman zaman maddî olmakla birlikte zaman zaman da mesleki rantlardır, makam rantlarıdır.
Mesela bu tür demokratik örgütler içerisinde yer alan PKK sempatizanı kişiler, Bölgede devlet imkanlarını kullanarak kendi meslekleri ile ilgili önemli rantlar
sağlamaktadırlar. Bu rantları sağlarken de mesleki anlamda ilişki içerisinde oldukları kişileri de devlete karşı kışkırtmaktadırlar.
221 PKK tarafından Şam’da basılan broşür.
222 İnsan Hakları Derneği ve Doğu Perinçek ile ilgili olarak Şemdin Sakak'ın iddiaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. 29.04.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesi
223 28.04.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, Ayrıca Bkz 27.04 1998 tarihli Hürriyet.
224 PKK'nın çeşitli dönemlerde bölge insanını göçe zorladığı bir gerçektir. Bkz.22.02.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesi.
225 Serxwebun; Sayı 102, Haziran 1992, s.7.
226 Ümit Özdağ;Türkiye Kuzey Irak ve PKK,s.75
227 Ahmet Cem Ersever; Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan, Ankara 1993, s.106,108.
228 Bu sırada IV. kongrede Öcalan silahlı mücadelenin temel rolünün değişmediğini, Kürdistan'da ancak şiddete ve zora dayalı ve yine ancak uzun vadeli bir savaşla sonuca gidileceğini açıklıyordu( Nihat Ali Özcan; PKK Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, s128)
229 Ahmet Cem Ersever; Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan, Ankara 1993, s. 74.
230 Ahmet Cem Ersever; Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan, Ankara 1993, s. 153- 181. Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz.Abdullah Öcalan, Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği,
İstanbul ,2001, Mem Yay,s.45-47. Ayrıca bkz 18.03.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ve 18.03.1998 tarihli Hürriyet Gazetesi
231 Nevruz=yılbaşı=yenigün=bahar anlamıyla Türkiye, İran, Ortadoğu ve Asya’da çağrışım yaparken, Azerbaycan’da, Özbekistan’da, Kırgızistan’ da, Türkmenistan’da, Tataristan’da ve Kazakistan’da, Nevruz bayramı 1926 yılında tekrar yasaklanmıştır. Buna rağmen Türk toplumları bu bayramı unutmamış, günümüze kadar koruyup saklamışlar ve bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra resmi bayram olarak coşkulu bir şekilde kutlamalarına devam etmişlerdir. Nevruzun tarih boyunca Çin’den Avrupa içlerine kadar, değişik isimler altında kutlandığını görmekteyiz. Bu kutlamalarda göze çarpan önemli bir tesbit "Nevruz Bayramının" kuzey yarım kürenin insanlarının müşterek bir bayramı olmasıdır. Nevruz kavram olarak bazı ağız farklılıklarıyla; Azerbaycan Türkçesinde (novruz-noruz), Kazakistan Türkçesinde (navruz-novrız), Kırgızistan Türkçesinde (nooruz), Özbekistan Türkçesinde (növroz), Farçada ise (Nevruz-yenigün), şeklinde telaffuz edilmiştir. Türk Dünyasında, Sovyet Rusya’nın İslamiyeti yasakladığı gibi, kaynaştıran, birlik ve beraberliği sağlayan önemli günler ve geleneklerin yaşanmasına da müsaade edilmemiş ve asimile edilmeye çalışılmıştır. Bunlardan birisi de “ nevruz” günü olmuştur. Sonunda Rusya bu kutlamaya izin çıkarmak zorunda kalmış ancak, bayramın muhtevasını değiştirmek suretiyle “ İlkbahar ve Köylü Bayramı ” olarak nitelendirmiş ve kutlamalara müsaade edilmiştir.
Bir görüşe göre Türklerin, bir Bozkurtun yol göstermesi ve demirden dağların eritilip yol bulunması ve ortaya çıkmasının sonucu vardıkları yerlerde akarsular,
türlü otlar ve av hayvanları ile karşılaşmaları, böylece yeni bir güne kavuşma sevinci olarak Tanrıya şükretmeleri şeklinde izah edilmiştir.
Bir başka görüşe göre; 21 Mart günü gece ile gündüzün eşit olduğu, dünyanın ve Hz. Adem’in aynı gün yaratıldığı, Hz Adem ile Havva’nın buluşma ve tövbelerinin yapıldığı gün, Bir diğer görüşe göre ise, Iğdır'da hatta Nahcıvan ve Tebriz'de olduğu gibi Hz. Adem'in yaratıldığı, Yunus Peygamberin balığın karnından çıktığı, gün olarak kabul edildiği düşüncesi kabül görmüştür.: (Ergünöz Akçora " Tarihi ve Kültürel Boyutlarıyla Nevruz",Prof.Dr. Abdulhalûk Çay Armağanı Ankara, 1988, s.12-32
13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;
************