Adana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2017 Perşembe

SOSYO-EKONOMİK ALANDA ATILAN ADIMLAR


SOSYO-EKONOMİK ALANDA ATILAN ADIMLAR 



SOSYO-EKONOMİK ALANDA ATILAN ADIMLAR 

Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri, ekonomik ve sosyal gelişmişlik açısından bölgeler ve iller arasında dengeli bir kalkınmanın 
sağlanamamış olmasıdır. 1960’lı yıllardan itibaren uygulanmaya başlayan kalkınma planlarıyla iller ve bölgeler arasındaki ekonomik ve sosyal gelişmişlik 
farklarının azaltılmasına yönelik planlama çalışmaları yapılmışsa da bu alanlarda kayda değer gelişmeler elde edilememiştir. 2000’li yıllara kadar, tüm bölgelerin ve illerin dengeli kalkınması için temel şart olan ulaşım altyapısının geliştirilmesi ile kırsal alanda yaşayan vatandaşların yol ve içme suyu gibi temel ihtiyaçlarının giderilmesi noktasındaki görevlerin yerine getirilmesi ihmal edilmiştir. 


< Kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın yol, içme suyu gibi altyapı hizmetlerinden mahrum olması, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere sınırlı erişimve Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşanan terör sorunu nedeniyle kırsaldan bölge illerine doğru ortaya çıkan göç olgusu acilen ele alınması gerekensosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.  >

Ulaşım alyapısındaki yetersizliklerin yanında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki güvenlik kaygıları nedeniyle ekonomik gelişme bağlamında sanayi ve üretim tesisleri ülkenin belirli bölgelerine sıkışmıştır.

Başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri olmak üzere ekonomik olarak geri kalan bölgelerde ise devletin kısıtlı yatırımlarına ve teşvik mekanizmalarına 
rağmen yeterli bir sanayi ve üretim altyapısı oluşturulamamıştır. 

Ülkenin ekonomik azgelişmişlik sorunu ile karşı karşıya olan bölgelerinde buna paralel olarak sosyal azgelişmişlik sorunu ortaya çıkmıştır. 
Kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın yol, içme suyu gibi altyapı hizmetlerinden mahrum olması, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere sınırlı erişim ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşanan terör sorunu nedeniyle kırsaldan bölge illerine doğru ortaya çıkan göç olgusu acilen ele alınması gereken sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. 

Bu bağlamda, son on yıllık dönemdeki demokratikleşme süreçlerine paralel olarak başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri olmak üzere ekonomik yatırımlara hız verilmiş ve bölgesel gelişmişlik farkını azaltmak için ekonomiden sosyal hayata, eğitimden sağlığa, altyapıdan enerjiye kadar pek çok alanda yoğun yatırımlar gerçekleştirilmiştir. 

On yıllık süreçte, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri illerine yapılan kamu yatırımları toplamı, 37 milyar TL’yi geçmiştir. 
Belirtilen çerçevede; ekonomik kalkınma sağlanmıştır. Sağlık ve sosyal güvenlik alanında köklü reformlar gerçekleştirilmiştir. Havalimanları, havayolu trafiği ve yolcu sayısı artırılmıştır. Bölünmüş yollar artırılarak karayolu trafiği rahatlatılmıştır. Toplu konut projeleri yaygınlaştırılmıştır. Daha az gelişmiş bölgeleri sosyo-ekonomik açıdan canlandırmak için kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın yol ve içme suyu gibi temel hizmetlere erişimi amacıyla Köylerin Alt yapısını Destekleme (KÖYDES) ve Belediyelerin Altyapısının Desteklenmesi (BELDES) Projeleri uygulamaya konulmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin sosyal kalkınmasına yönelik olarak 
Sosyal Destek Programı (SODES) uygulanmaya başlanmıştır. Kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasında iş birliğini geliştirmek ve yerel potansiyeli harekete geçirmek amacıyla Kalkınma Ajansları faaliyete geçirilmiştir. Kapsayıcı, yenilikçi ve hane özelinde ihtiyaca yönelik sosyal yardım ve sosyal destek programları geliştirilmiş ve bilhassa yoksul, kimsesiz ve muhtaç vatandaşlarımız için kullanılan sosyal yardım kaynakları önemli oranda artırılmıştır. Engellilerin, şehit yakınlarının ve gazilerin hayatlarını kolaylaştırmaya yönelik sosyal politika uygulamaları hayata geçirilmiş, dezavantajlı gruplara yönelik uygulanan pozitif ayrımcılığın kapsamı genişletilmiştir. 

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Eylem Planı ile bölgedeki refah artırılmıştır. Çeşitli nedenlerle köylerinden ayrılan ailelerden geri dönmek isteyenlerin iskan 
edilmeleri amacıyla Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP) başlatılmıştır. Terör mağdurlarının zararları tazmin edilmeye başlanmıştır. 

Çalışmanın envanter bölümünde kronolojik olarak detaylı bir şekilde sıralanan bu adımlardan başlıcaları aşağıda açıklanmıştır: 

Makro Ekonomik Göstergeler ve Ekonomik Kalkınma 

Türkiye’nin demokratikleşme ve insan hakları alanında son on yılda gerçekleştirdiği reformlar, son derece olumlu makro-ekonomik göstergeler 
ve sosyal kalkınma ile birlikte gerçekleştirilmiştir. Dünyadaki krizlere ve bölgemizdeki olumsuz gelişmelere rağmen, ülkemizin yakaladığı ekonomik ve sosyal kalkınma göstergeleri, Türkiye’deki demokratikleşme ve insan hakları alanındaki reformları kolaylaştırıcı bir etki yapmıştır. 
Zira ekonomik göstergelerin olumlu olmadığı bir ortamda, köklü değişim ve dönüşüm reformlarını gerçekleş tirebilmek çok daha zor olacaktı. Bu bağlamda, aşağıda, bu değişim ve dönüşümü kolaylaştıran belli başlı makro-ekonomik gelişmelere değinilmektedir. 

2002 öncesi dönemde, Türkiye; yurt içi ve yurt dışı yatırımların neredeyse tamamen durduğu, sermayenin yurt dışına kaçtığı, işsizliğin had safhaya çıktığı, yakın tarihinin en büyük ekonomik daralmasını yaşayan, her gün onlarca şirketinin kapandığı bir ülkeydi. 

2002 sonrası dönemde ise Türkiye ekonomisi, büyük bir dönüşüm geçirmiş ve pek çok alanda yapısal reformlar hayata geçirilmiştir. 

Bu çerçevede kamu maliyesine disiplin getirilmiş, başta mali piyasalar olmak üzere tarım, sosyal güvenlik, enerji ve iletişim sektörlerinde önemli reformlar gerçekleştirilmiştir. Reformlar sayesinde ekonomik kurumların altyapısı güçlendirilmiş ve özerk kurumlar oluşturulması suretiyle uluslararası piyasalarda meydana gelebilecek dalgalanmalara karşı ekonomi daha dayanıklı hale getirilmiştir. Sermaye piyasaları modern çağın anlayışına uygun şekilde yeniden düzenlenmiş ve pek çok bürokratik engel ortadan kaldırılmıştır. 

2005 yılında Türk Lirası’ndan altı sıfır atılarak, bankaların işlemlerinde ve vatandaşların günlük harcamalarında hesaplama kolaylığı sağlanmış; 
ulusal para birimi daha itibarlı hale getirilmiştir. 

Ekonomi alanında kararlı bir şekilde gerçekleştirilen yapısal refomlar, güçlü ve istikrarlı bir ekonominin oluşmasını, özellikle makro-ekonomik göstergeler noktasında oldukça olumlu sonuçlar alınmasını sağlamıştır. 2001 yılında, yaşanan ekonomik krizin etkisiyle yüzde 5,7 oranında daralan ülke ekonomisi, 2002 yılından itibaren toparlanarak büyümeye başlamıştır. Türkiye ekonomisi nde, 20022012 yılları arasındaki dönemde, yıllık ortalama yüzde 5,2 büyüme oranı gerçekleşmiştir. 

Küresel mali kriz nedeniyle birçok dünya ekonomisinin daralma gösterdiği bir dönemde, Türkiye ekonomisi, 2008 yılındaki ekonomik yavaşlamanın ve 2009 yılındaki küçülmenin ardından, 2010 ve 2011 yıllarında sırasıyla yüzde 9,2 ve yüzde 8,8 oranında büyüme hızını yakalayarak, Çin’in ardından büyüme hızı en yüksek ikinci ülke, Avrupa’nın ise en hızlı büyüyen ekonomisi olmuştur. Türkiye 
ekonomisi, birçok Avrupa ülkesinin ağır bir ekonomik kriz ve daralma yaşadığı 2012 yılında da, yüzde 2,2’lik bir oranla büyümesini devam ettirmiştir. 

Ülke ekonomisinde sağlanan bu büyüme performansı, milli gelir miktarına da yansımıştır. 2002 sonunda 230 milyar dolar olan milli gelir, on yıllık zaman diliminde üç kattan fazla artırılarak 786 milyar dolara çıkarılmıştır. 2002 yılında 3.500 dolar olan kişi başına düşen milli gelir ise, 2012 sonunda 10.504 dolara yükselmiştir. 

2002 yılında yüzde 30’larda olan yıllık enflasyon oranı, 2012 itibariyle, TÜFE’de yüzde 6.16, ÜFE’de ise yüzde 2.45 olarak gerçekleşmiştir. 
Böylece TÜFE verilerine göre son 29 yılın, ÜFE verilerine göre de son 45 yılın en düşük enflasyon oranları yakalanmıştır. 

2002 yılında yüzde 44 seviyesinde olan Merkez Bankası gecelik borçlanma faiz oranı, 2012 yılında yüzde 5’lere kadar düşmüştür. Böylece on yıl önce, devletin topladığı her yüz liranın 86 lirası faiz borçlarını ödemek için kullanılırken, artık her yüz liranın sadece 16,6  lirası devlet borçlarını ödemek için kullanılmaktadır. 

<  2002 yılında yüzde 30’larda olan yıllık enflasyon oranı, 2012 itibariyle, TÜFE’de yüzde 6.16, ÜFE’de ise yüzde 2.45 olarak gerçekleşmiştir. Böylece TÜFE verilerine göre son 29 yılın, ÜFE verilerine göre de son 45 yılın en düşük enflasyon oranları yakalanmıştır. >

Ayrıca 2002 yılında 26.7 milyar dolar olan Merkez Bankası döviz rezervleri, yaklaşık dört katlık bir artışla, 2012 yılı sonunda 100.3 milyar dolara ulaşmıştır.
Böylece altın rezerviyle birlikte Merkez Bankası’nın toplam rezervi, 120.3 milyar dolar olmuştur.

Türkiye, 1961 yılında başlayan Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ilişkilerinde, tarihinin en büyük borçlanmasını 2000, 2001 ve 2002 yıllarında yani 2001 ekonomik krizinin hemen öncesinde ve sonrasında yapmıştır. Bu durum, Türkiye’nin IMF ile ilişkisi olan ülkeler içerisinde en fazla borç alan ülkeler arasına girmesine neden olmuştur.
2002 yılında 23.5 milyar doları bulan IMF’ye kredi borçları, son on yıldaki ekonomik istikrarın ve kamu maliyesindeki disiplinin bir sonucu olarak, 2012 yılı Aralık ayı itibariyle 900 milyon dolara kadar 120.3 milyar dolar olmuştur. 

Türkiye, 1961 yılında başlayan Uluslararası Para Fonu (IMF) ile  ilişkilerinde, tarihinin en büyük borçlanmasını 2000, 2001 ve 2002  yıllarında yani 2001 
ekonomik krizinin hemen öncesinde ve sonrasında yapmıştır. Bu durum, Türkiye’nin IMF ile ilişkisi olan ülkeler  içerisinde en fazla borç alan ülkeler arasına girmesine neden olmuştur. 
2002 yılında 23.5 milyar doları bulan IMF’ye kredi borçları, son on yıldaki ekonomik istikrarın ve kamu maliyesindeki disiplinin bir  sonucu olarak, 2012 yılı Aralık ayı itibariyle 900 milyon dolara kadar indirilmiştir. 

<  2013 yılı Mayıs ayı itibariyle IMF’ye olan kredi borcu sıfırlanmıştır. >

Türkiye son dönemde yaptığı vize anlaşmalarıyla dünyaya açılmaya devam etmektedir. 63 ülkeye vizesiz girişin, 11 Ülkeye ise sınır kapılarında vize alınmasının verdiği kolaylıkla, Türkiye, ekonomik coğrafyasını her geçen gün daha da genişletmektedir. Bunun sonucu olarak, 2002 yılında 36 milyar dolar olan ihracat, dört kattan fazla bir artış kaydederek, 2012 yılında 152 milyar dolara yükselmiştir. 

Müteahhitlik sektörümüz, yurt dışına yatırımlarda öncü bir rol oynamaktadır. 2012 yılı sonuna kadar müteahhitlik sektörü, Balkanlardan Orta Asya’ya, Rusya’dan Ortadoğu ve Afrika’ya kadar 5 kıtada, 100 ülkede toplam tutarı 242 milyar dolara ulaşan yaklaşık 7.000 proje üstlenmiştir. 2012 yılı itibariyle Türkiye, dünyanın en büyük 225 müteahhitlik şirketi içinde, 33 firmasıyla Çin’in ardından ikinci sırada bulunmaktadır. 

Dünyanın 17., Avrupa’nın 6. büyük ekonomisi olan ve en güçlü ekonomilerin temsil edildiği G-20 ülkeleri arasında yer alan Türkiye; Bürokratik engellerin büyük ölçüde kaldırılması, vergi sisteminde iyileştirmelerin sağlanması, kar transferlerinin desteklenmesi ve başarılı özelleştirme programları sayesinde dünyanın önde gelen yatırım merkezlerinden biri haline gelmiştir. Ticaret ve doğrudan yabancı yatırımlar bakımından Türkiye’yi benzersiz kılan özellik; Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’ya açılan bir kapı özelliği taşımasıdır. Nitekim İstanbul’dan dört saatlik uçuşla 50’den fazla ülkeye 
ve dünya ekonomisinin dörtte birini oluşturan geniş bir pazara erişim sağlanabilmektedir. 

Tablo: 1. Türkiye Ekonomisi (2002/2012) 



Sağlık Alanında Atılan Adımlar ;

    Türkiye’deki devlet hastaneleri ve SSK hastaneleri, Sağlık Bakanlığı çatısı altında birleştirilmiştir. Böylece daha önce Emekli Sandığı, SSK ve BAĞKUR’a bağlı olan vatandaşların farklı sağlık kurumlarından yararlanmalarından ve farklı standartlara tabi olmalarından kaynaklanan sıkıntılar ortadan kaldırılmıştır. 

Aile hekimliği uygulaması hayata geçirilerek, tüm vatandaşların ücretsiz şekilde sürekli doktor gözetiminde bulunmaları sağlanmıştır. 
Kamu hastanelerinde “Hasta Hakları Birimi” kurulmuştur. Halk sağlığını korumak amacıyla kapalı alanlarda sigara içilmesi yasaklanmıştır. 

Sağlık sistemindeki bürokrasi en aza indirilerek, kırtasiyecilik ortadan kaldırılmış; vatandaşların TC kimlik numaraları ile tüm sağlık kurumlarından yararlanabilmeleri sağlanmıştır. Ayrıca telefonla ve internet üzerinden sağlık kuruluşlarından randevu alma uygulaması başlatılmıştır. Emekli Sandığı, SSK ve BAĞKUR’a bağlı olmalarına bakılmaksızın, herkesin ilaçlarını istediği eczaneden alabilmesi sağlanmış ve ilaç fiyatlarında yüzde 80 seviyesinde bir azalma gerçekleştirilmiştir. 

Yatan hastaların ilaçlarının, bulundukları hastane tarafından karşılanması uygulaması hayata geçirilmiştir. 

2002-2012 arasındaki süreçte 611’i hastane, 1523’ü birinci kademe sağlık kurumu olmak üzere toplamda 2134 yeni sağlık tesisi inşa edilmiştir. 
2002 yılında, Türkiye’de, Sağlık Bakanlığı’nda 256.000 sağlık personeli bulunurken, 2012’de bu sayı yaklaşık iki kat artarak 507.000’e çıkmıştır. Uzman hekim başına düşen hasta nüfusun en çok olduğu il ile en az olduğu il arasındaki fark 2002’de 1/13 iken, bu oran, 2012 sonunda 1/3’e düşürülmüştür. 

< 2002 yılında Sağlık Bakanlığı’na bağlı 1., 2. ve 3. basamak sağlık kuruluşlarında her 5.000 kişiye bir poliklinik odası düşerken, 2012 itibariyle her 1.500 kişiye bir poliklinik odası düşmektedir.  >

Son on yıllık dönemde Tıp Fakülteleri öğrenci kontenjanı iki katına, Hemşirelik Yüksekokulları kontenjanı ise üç katına çıkarılmıştır.

2002’de, Türkiye’de, kişi başına düşen sağlık harcaması 330 dolar, bunun gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payı yüzde 3,8 olarak gerçekleşirken;
2012 yılında kişi başına harcama 789 dolara, gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payı ise yüzde 4,4’e çıkmıştır.

Acil ve yoğun bakım hizmetlerinin, devlet hastanelerinin yanı sıra özel hastanelerde de ücretsiz verilmesi sağlanmıştır. Hasta başına düşen 
ortalama muayene süresi iki kattan fazla bir artışla 4,5 dakikadan 9,5 dakikaya çıkarılmıştır. Hastanelerde koğuş tipi odalardan nitelikli oda sistemine geçilmiştir. 2002’de nitelikli yatak oranı yalnızca yüzde 6,6 iken, 2012 yılı sonunda bu oran yüzde 34’e çıkarılmıştır. 

Kırsal kesimde mobil hastane ve mobil eczane uygulamaları başlatılmıştır. 
Günde 126 bin vatandaşımız mobil sağlık hizmetlerinden, 20 bin vatandaşımız ise mobil eczane uygulamasından yararlanmaktadır. 

Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak, 2002 yılında Sağlık Bakanlığı’na bağlı 1., 2. ve 3. basamak sağlık kuruluşlarında her 5.000 kişiye bir poliklinik odası düşerken, 2012 itibariyle her 1.500 kişiye bir poliklinik odası düşmektedir. 

Emekli Sandığı, BAĞKUR veya SSK ayrımı yapılmaksızın tüm sigortalı vatandaşların özel sağlık kurumlarından yararlanabilmeleri sağlanmıştır. 2002 yılında Türkiye’de 271 özel hastane bulunurken, 2012 yılı sonu itibariyle bu sayı 541’e yükselmiştir. On yıllık süreçte özel hastanelerin yatak kapasitesi de üç katlık bir artışla 35.000 seviyelerine ulaşmıştır.

2002’de 618 olan ambulans sayısı 2012’de 3346’ya; 481 olan acil müdahale istasyon sayısı ise 1863’e çıkarılmıştır. 

< Son on yılda, anne ölüm oranı yüz binde 64’ten 15,6’ya; bebek ölüm hızı ise binde 31,5’dan binde 7,5’e düşürülmüştür. Türkiye ile aynıgelir grubunda bulunan ülkelerde beklenen yaşam süresi, 2000-2009 arasındaki süreçte iki yıl uzarken, Türkiye’de bu süre beş yıl olmuştur.  >


2012 yılı itibariyle, acil durumlara hızlı müdahale için 17 helikopter, 4 uçak ambulans, 4 deniz ambulansı ve 291 kar paletli ambulans ile hizmet verilmeye 
devam edilmektedir.Son on yılda, anne ölüm oranı yüz binde 64’ten 15,6’ya; bebek ölüm hızı ise binde 31,5’dan binde 7,5’e düşürülmüştür. Türkiye ile aynı gelir grubunda bulunan ülkelerde beklenen yaşam süresi, 2000-2009 arasındaki süreçte iki yıl uzarken, Türkiye’de bu süre beş yıl olmuştur

Sosyal Güvenlik Alanında Atılan Adımlar; 

Son on yıllık dönemde sosyal güvenlik alanında çok önemli adımlar atılmıştır. Bu kapsamda gerçekleştirilen en önemli reform, bütün sosyal güvenlik kurumlarını (Emekli Sandığı, SSK, BAĞKUR) tek bir çatı altında toplayan “Sosyal Güvenlik Kurumu”nun kurulmasıdır. 

Sağlıkta gelişmiş devletlerin uyguladıkları ve dünya nüfusunun %18’ini kapsayan “genel sağlık sigortası sistemi”ne geçilmiştir. Genel sağlık sigortası gelir testi işlemleri sonrası kişi başına hane geliri brüt asgari ücretin 1/3’ü altında olan 9 milyonu aşkın vatandaşımızın primi devlet tarafından ödenmiştir. 

< Dünyada hiçbir ülkede örneği bulunmayan bir şekilde, 18 yaşının altındaki herkese ebeveyninin sigortalı olup olmadığına bakılmaksızın,
ücretsiz sağlık hizmeti verilmeye başlanmıştır.  >

Bu alanda pek çok devletin önünde yer alan bir oranla, vatandaşların yüzde 98’i genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. Yine dünyada hiçbir ülkede örneği bulunmayan bir şekilde, 18 yaşının altındaki herkese ebeveyninin sigortalı olup olmadığına bakılmaksızın, ücretsiz sağlık hizmeti verilmeye başlanmıştır. Ayrıca yoksul kesimlerin sağlık hakları, sigortalılarla aynı seviyeye yükseltilmiştir

Çiftçilerin ve esnafın prim oranı, yüzde 40’tan yüzde 33,5’e indirilmiş; tıpkı işçiler gibi, iş kazası geçiren çiftçi ve esnafa hem aylık bağlanmış hem de geçici iş göremezlik ödeneği verilmiş, vefat eden çiftçi ve esnafın yetim kalan kızına yirmi dört aylık tutarında çeyiz yardımı yapılmaya başlanmış ve kredi borcu olan esnafı krediden mahrum etme yerine, verilen krediden prim borcunu mahsup etme uygulaması getirilmiştir. Ayrıca doğal afetlere karşı, çiftçileri korumak üzere, ilk defa “Tarım Sigortası” uygulaması başlatılmış; tarım sigortalıları ve emeklilerinin sahip oldukları sağlık imkanlarından anne ve babalarının da yararlanabilmeleri sağlanmıştır. 


Memurlara toplu görüşme yerine, toplu sözleşme imkanı getirilmiş; böylece ilk kez kamu görevlilerine “toplu sözleşme hakkı” tanınmıştır. 
Kamu sendikacılığını çağdaş normlara kavuşturan “Kamu Sendikaları Yasası” çıkarılmıştır. 

Aylık bağlama sistemleri açısından emeklilerin maaşları arasındaki adaletsizliği gidermek amacıyla 2012 yılında İntibak Yasası yürürlüğe konulmuştur. Bu yasadan, toplam 1.783.708 kişi faydalanmıştır. 

Havalimanlarının, Havayolu Trafiği ve Yolcu Sayısının Artması 

Türkiye’de aktif havaalanı sayısı 2003 yılında 26 iken, bu sayı 2012 yılında 49’a yükselmiştir. Mevcut havalimanları, yenilenerek daha modern bir hale getirilmiştir. 

< 2002’de iç hatlarda 8.5 milyon kişi havayolunu kullanırken, 2012 yılında bu sayı 64.7 milyonu bulmuştur. Dış hatlarda ise 24 milyon civarında olan 
yolcu sayısı, 65.6 milyona yükselmiştir. Böylece toplamda uçakla yolculuk yapan vatandaş sayısı 2002’de 32.5 milyon iken, 2012’de 130 milyonu geçmişti  >

2000’li yılların başında sadece THY tarafından 2 merkezden 26 noktaya yapılan tarifeli iç hat seferleri, özel sektör kuruluşlarının da iç hatlarda tarifeli seferlere
başlamasıyla birlikte, 2012 yılı sonu itibariyle 6 havayolu ile 7 merkezden 49 noktaya gerçekleşmektedir.
Türkiye ile hava ulaştırma anlaşması bulunan ülke sayısı, son on yılda 81’den 143’e yükselmiş; Türkiye’den yurtdışına gerçekleştirilen uçuş noktası sayısı 
da 60’dan 192’ye çıkmıştır.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın verilerine göre; Türkiye genelindeki uçak trafiği son on yılda yüzde 160 artarak, 2012 sonunda 
1 milyon 376 bin 486’ya ulaşmıştır.

2002’de iç hatlarda 8.5 milyon kişi havayolunu kullanırken, 2012  yılında bu sayı 64.7 milyonu bulmuştur. Dış hatlarda ise 24 milyon civarında olan yolcu sayısı, 65.6 milyona yükselmiştir. Böylece toplamda  uçakla yolculuk yapan vatandaş sayısı 2002’de 32.5 milyon iken, 2012’de 130 milyonu geçmiştir. Ayrıca son on yıllık dönemde,  10 milyondan fazla vatandaş ilk defa uçakla yolculuk yapmıştır. 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki artış özellikle dikkat  çekicidir. Bu bölgelerdeki iç ve dış hat uçak sefer sayısı toplamı 2002’de 16.724 iken, 2012 yılı itibariyle bu rakam 73.987’ye ulaşmıştır.  Sefer sayılarındaki bu artışa paralel olarak, 2002’de 883.675 olan bölge illerindeki iç hat gelen ve giden yolcu sayısı toplamı 2012 yılı  itibariyle 7.864.785’e, 2002’de 66.392 olan dış hat gelen ve giden yolcu sayısı toplamı ise 273.476’ya yükselmiştir. 

Bölünmüş Yolların Artırılması ve Karayolu Trafiğinin  Rahatlaması;

Ülkemiz karayollarındaki trafik kazalarının en aza indirilmesi ve özellikle de kapasite yetersizliği sebebiyle düşen hizmet seviyesinin yükseltilmesi amacıyla son on yılda yaklaşık 85 milyar TL’lik bir yatırımla  16 bin 152 kilometre bölünmüş yol yapılmıştır. 

<  Son on yılda, yüz milyon taşıt-kilometreye göre, trafik kazalarındaki ölüm oranında yüzde 41’lik bir azalma gerçekleşmiştir.  >

Böylece 2002  yılında 6.101 kilometre olan toplam bölünmüş yol uzunluğu, 2012  yılı itibariyle 22.253 km’ye çıkarılmıştır. Bölünmüş yolla birbirine bağlanan şehir sayısı  ise altıdan yetmiş dörde yükseltilmiştir.Yine bu dönemde, uluslararası taşımacılıkta bir köprü görevi gören Türkiye’nin, limanlarını sınır kapılarına bağlayan 11 bin 749 kilometre uzunluğundakikuzey güney akslarının da 8 bin 823 kilometresi tamamlanmıştır

Bölünmüş yollardaki bu artış; karayolu trafiğinin daha güvenli, hızlı,  sağlıklı ve doğayı koruyan bir hale gelmesini sağlamıştır. Son on yılda, yüz milyon taşıt-kilometreye göre, trafik kazalarındaki ölüm oranında  yüzde 41’lik bir azalma gerçekleşmiştir. Akaryakıt tüketimindeki ve yolda kaybedilen zamandaki azalmaya paralel olarak, yıllık yaklaşık 10,6  milyon TL civarında bir tasarruf sağlanmaktadır. Ayrıca doğaya karbondioksit salınımında yıllık 2,33 milyon tonluk azalma olmaktadır. 

Demiryolu Ağı Uzunluğunun Artırılması ve Hızlı Tren Projeleri 

Demiryollarında son on yıllık dönemde önemli atılımlar gerçekleştirilmiştir.  Bu sayede, Japonya’nın 1957’de, Avrupa’nın ise 1965’de kullanmaya başladığı yüksek hızlı trenle Türkiye, tarihinde ilk defa,  Ankara-Eskişehir etabının hizmete girmesiyle 13 Mart 2009’da tanışmıştır. 
2011 yılında ise Ankara-Konya yüksek hızlı tren hattı tamamlanarak  hizmete açılmıştır. Ankara-Sivas ve Ankara-İzmir yüksek  hızlı tren hatlarının inşaatları 
ise devam etmektedir. 2003 yılından günümüze toplam 888 kilometre yüksek hızlı tren hattı hizmete sokulmuştur. 
Böylece Türkiye, dünyanın 8., Avrupa’nın ise 6. Yüksek  Hızlı Tren (YHT) işletmecisi haline gelmiştir. 

2003 yılında 8845 km. olan ülkemizin demiryolu ağı ana hat uzunluğu,  9 bin 931 kilometreye çıkarılmıştır. Bu dönemde ayrıca Adana-Mersin, Eskişehir-Kütahya, Gaziantep-Karkamış-Nusaybin hatları  dahil toplam 7 bin 261 kilometrelik demiryolu hattı yenilenmiştir. 

Ülkemizde hızlı tren setleri ve modern metro araçlarının üretimine  de başlanmıştır. Sakarya, Konya, Afyon, Erzincan, Karabük, Sivas ve 
Çankırı’da kurulan tesislerle, hızlı tren ve hızlı trenle ilgili malzemeler  artık kendi ülkemizde üretilmektedir. 

Toplu Konut Projelerinin Yaygınlaştırılması Kurulduğu 1984 yılından 2002 yılının sonuna kadar geçen on dokuz  yıllık sürede, yaklaşık 1 milyon konuta kredi 
desteği verip, 43.145 konut inşa eden Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), son on yıllık dönemde bunun yaklaşık ondört katı kadar bir artışla toplam 
582.895 konut rakamına ulaşmıştır. Seksen bir il ve sekiz yüz ilçede üretilen bu konutların yüzde 85’inden fazlası sosyal konut niteliği taşımaktadır. TOKİ kapsamındaki bu projelerle doğrudan ve dolaylı olmak üzere 800 bin kişilik bir istihdam sağlanmıştır. 

Kentsel dönüşüm uygulaması kapsamında; 174 farklı bölgede 86.441 konutluk ihale çalışması yapılmış, ihalesi tamamlanan 151 projede 71.681 konut 
başlatılmış ve 89 bölgede 51.246 konutun inşaatı tamamlanarak hak sahiplerine teslim edilmiştir. Böylece buradaki gecekondu sahipleri modern konutlara 
kavuşturulmuştur. Ayrıca afete uğrayan vatandaşların konutlarının ortalama on-on iki aylık sürelerde inşa edilerek hak sahiplerine teslim edilmesi uygulaması 
başlatılmıştır. 
Sosyal donatı uygulamaları kapsamında; 20,329 derslikli 907 okul, 934 spor salonu, 46.828 kapasiteli 135 adet yurt ve pansiyon, 94 sağlık ocağı, 200 hastane, 41 kütüphane, 481 ticaret merkezi, 462 cami, 27 sevgi evi, 20 engelsiz yaşam merkezi, 84 kamu hizmet binası ve 9 stadyum inşa edilmiştir. Çevre düzenlemeleri kapsamında ise yaklaşık 42 milyon metrekare yeşil alan düzenlemesi, 15 milyon adet ağaç dikimi ve çalı peyzajı yapılmıştır. TOKİ kapsamında yapımına karar verilen 341 karakoldan 275’inin inşaatları başlatılmış olup, 66’sı ise ihale aşamasındadır. 

Ayrıca son on yılda; İller Bankası (İLBANK) tarafından Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin kanalizasyon projeleri için yaklaşık 650 Milyon TL, içme suyu tesisi yapımı için de yaklaşık 440 Milyon TL yatırım gerçekleştirilmiştir. 

Köylerin Altyapısını Destekleme Projesi (KÖYDES) 

Cumhuriyet tarihinin en büyük kırsal kalkınma projesi olarak tarihe geçen KÖYDES Projesi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri başta olmak üzere kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştıran önemli ve sonuç alıcı yatırımlar gerçekleştirilmiştir. KÖYDES Projesi; içme suyu ve yolu bulunmayan veya yetersiz olan köy ve bağlılarının, yeterli ve sağlıklı içme suyuna kavuşturulması ve köy yollarının standardının yükseltilmesi amacıyla 2005 yılında başlatılmıştır. 

KÖYDES Projesinin amacı; yıllardır ihmal edilen veya hak ettiği hizmeti tam olarak alamayan köylerimizin mağduriyetinin giderilmesi, köylerde hayat kalitesinin artırılması, köylerin ekonomik ve sosyal gelişmenin sağlanmasıdır. KÖYDES Projesi kapsamında, 2005-2013 yılları arasında tahsis edilen 8 milyar 428 milyon 49 bin TL ödenekle yapılan çalışmalar neticesinde, ülke genelinde sağlıklı içme suyu ve yolu olmayan köy kalmamıştır. 

KÖYDES Projesi kapsamında, 2013 itibarıyla, köy yollarında; 98.975,2 km asfalt yol (43.894 km birinci kat asfalt, 55.081,2 km ikinci kat asfalt), 2.478,7 km beton yol, 74.546,6 km stabilize yol, 1.721,5 km ham yol, 5.284,9 km tesviye, 32.953,5 km onarım, 10.831.629 m² parke taşı yapılmıştır. Sanat yapısı olarak; 34.242 adet menfez, 1.248 adet köprü tamamlanmıştır. İçme sularında; suyu bulunmayan 4.175 adet köy ve bağlısına şebekeli içme suyu tesisi yapılmış, içme suyu yetersiz 43.952 köy ve bağlısının içme suyu tesisleri yenilenmiştir. İçme suyu tesisi yapılan veya mevcut tesisleri iyileştirilen 48.127 köy ve bağlısında toplam 13.301.682 vatandaşımız yaşamaktadır. Küçük Ölçekli Sulama sektöründe ise; 13 adet gölet yapımı, 34 adet göletten sulama tesisi, 370 adet yerüstü sulama tesisi, 59 adet yeraltı sulama tesisi, 6 adet hayvan 
içmesuyu göleti tamamlanarak 54.592 hektar alana hizmet götürülmüş ve 58.042 çiftçi ailesinin yararlanması sağlanmıştır. 

Belediyelerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (BELDES) 

Nüfusu 10.000’nin altında bulunan belediyelerin içme suyu ve yol altyapısı yatırımlarına destek sağlamak amacıyla 2007 ve 2008 yıllarında uygulanan BELDES Projesi kapsamında 2507 belediyeye toplam 633.5 milyon TL kaynak aktarılmıştır. 

Aktarılan bu kaynakla, yol sektöründe; 24.120.181 m² kilit taşı, 2.880 km km asfalt yol, 2.652 km stabilize yol, 312 km beton yol, 61.252 m³ taş duvar, 133 adet köprü, 478 adet menfez yapılmıştır. İçme suyu sektöründe ise 775 yeni tesis, 399 tesis geliştirme, 165 bakım onarım olmak üzere toplam 1.339 belediyede içme suyu çalışması yapılmış olup, bu çalışmalarla toplam 3.267.932 vatandaşımıza hizmet götürülmüştür. 

Sosyal Destek Programı (SODES) 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki illerimizin beşeri sermayelerini güçlendirmek, bu bölgelerde yaşanan göç, yoksulluk ve işsizlik gibi sorunların ortaya çıkardığı sosyal ihtiyaçlara cevap vermek ve toplumsal bütünleşme sürecine destek olmak amacıyla 2008 yılında SODES Programı uygulamaya konulmuştur. 

2008-2012 yıllarında 30 ilde sürdürülen SODES Programı kapsamında bugüne kadar istihdam, sosyal içerme ve kültür-sanat-spor alanlarına yönelik olarak yaklaşık 674 milyon TL’lik proje hayata geçirilmiştir. 2013 yılında program kapsamınki il sayısı 34’e yükseltilmiştir. 

Kalkınma Ajansları 

Kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasında iş birliğini geliştirmek ve yerel potansiyeli harekete geçirmek amacıyla 2006 
yılından bu yana faaliyet gösteren ve 2009 yılı itibariyle kuruluş süreci tamamlanıp sayıları yirmi altıya ulaşan Kalkınma Ajansları sayesinde 
bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılmasına yönelik önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. 

Halihazırda 795’i nitelikli uzman olmak üzere 955 personelin görev yaptığı Kalkınma Ajansları; proje teklif çağrıları ile kamu kurum ve kuruluşları, mahalli idareler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve işletmelerden 2008-2013 döneminde 26.000 proje başvurusu almıştır. Yapılan bağımsız ve objektif değerlendirmeler sonucunda 4670 proje desteklenmiş ve bu projelere toplam 900 milyon TL’nin üzerinde kaynak kullandırılmıştır. Yararlanıcıların koyduğu eş finansman tutarıyla birlikte kalkınma projeleri için kullanılan kaynak tutarı 
yaklaşık 1,8 milyar TL’ye ulaşmaktadır. Kalkınma Ajansları, yerli ve yabancı yatırımcıları bölgeye çekme konusunda da oldukça olumlu sonuçlar doğurmuş tur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde kurulmuş olan toplam 7 kalkınma ajansına 2009-2012 döneminde 

338.677.000 TL kaynak aktarılmıştır. Yoksullukla Mücadele ve Kapsayıcı Sosyal Yardım/ Destek Uygulamaları 

Geçmiş dönemlerde uygulanan sosyal yardım ve destek programları gerek hedef kitlesinin darlığı gerekse yoksulluğu azaltıcı etkisinin yeterli düzeyde olmaması nedeniyle istenilen sonuçlara ulaşmaktan oldukça uzaktaydı. Ayrıca sosyal devletin bir gereği olarak özel önem verilmesi gereken toplumsal kesimlere (çocuklar, yaşlılar, engelliler vb.) yönelik sosyal yardım ve destek uyuygulama larıda yeterli düzeyde değildi.

<  2002 yılında günlük kişi başı 4,3 doların altında bir gelirle hayatını idame ettirmek durumunda olan toplum kesimi toplam nüfusun %30,3’ünü oluşturmakta iken, 2011 yılında bu oran %2,79’a kadar gerilemiştir.  >

Son on yıllık dönemde hayata geçirilen yoksullukla mücadele ve kapsayıcı sosyal yardım / destek uygulamaları ile sosyal adaletin sağlanması, gelir dağılımının 
iyileştirilmesi, yoksul/muhtaç durumda bulunan ve çoğunlukla istihdam piyasası dışında kalan vatandaşlarımızın sosyo-ekonomik durumlarının iyileştirilmesi 
ve yoksulluk eşiği altında kalmalarının önlenmesi noktasında oldukça önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Ayrıca sosyal devletin gereği olarak özel ihtimam 
gösterilmesi gereken çocuklar, yaşlılar, engelliler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için yeni programlar geliştirilerek sosyal 
adalet ve toplumsal dengenin sağlanması hususunda önemli adımlar atılmıştır.

Uygulanan istikrarlı ekonomik politikalar, yatırımlar ve sosyal yardım programları neticesinde; 2002 yılında günlük kişi başı 4,3 doların altında bir gelirle hayatını idame ettirmek durumunda olan toplum kesimi toplam nüfusun %30,3’ünü oluşturmakta iken, 2011 yılında bu oran %2,79’a kadar gerilemiştir. Ayrıca 2002 yılında sosyal yardım ve sosyal hizmet alanında kullanılan kaynak miktarı 1,3 milyar TL iken, 2012 yılı sonu itibariyle bu miktar yaklaşık 15 kat artarak 20 milyar TL’ye ulaşmıştır. Böylece sosyal yardım ve hizmet harcamalarının GSYH’ye oranı 2002 yılında % 0,5 iken, 2012 yılı sonu itibariyle %1,4’e yükseltilmiştir. 
Bütün bu gelişmelerin neticesinde, yoksulluk rakamlarında fark edilir düzeyde bir azalma gerçekleşmiş ve Türkiye’nin yoksullukla mücadele stratejisi, 
“mutlak yoksullukla mücadele”den, birçok OECD ülkesinde olduğu gibi, “insani gelişim ekseni”ne yönelmiştir. 

Hizmetin ve ihtiyacın gerekliliği ölçüsünde farklı, yeni ve kapsayıcı sosyal yardım ve sosyal destek programları uygulanmış ve bu hizmetlere 
ihtiyacı olan vatandaşlarımızın tamamına yakını bu programlar kapsamına alınmıştır. Bu somut programlar içerisinde; 

• Tüm ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerine ücretsiz ders kitabı verilmesi, 
• Yaklaşık 3 milyon çocuk için annelere “Şartlı Eğitim ve Şartlı Sağlık Yardımları Programı” ile düzenli nakit desteği verilmesi, 
• Taşımalı eğitimde yıllık ortalama 600 bin öğrencinin öğle yemeği giderlerinin karşılanması, 
• Yıllık ortalama 43 bin engelli öğrencinin okullarına ücretsiz taşınması, 
• TOKİ ile işbirliği içinde yoksul hanelere yönelik sosyal konutların yapılması, 
• 2 milyonu aşkın haneye her yıl düzenli olarak yakacak yardımı yapılması, 
• Eşi vefat eden yaklaşık 240 bin kadına düzenli nakdi yardım yapılması, 
• Yıllık ortalama 40 bin çocuk için ailelerine sosyal ve ekonomik destek sağlanması, 
• Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu aracılığı ile yükseköğrenimine devam eden yoksul aile çocuklarına burs verilmesi, 
• Sosyal yardım almak için başvuru yapan ve çalışabilecek durumdaki vatandaşlarımızın İŞKUR veri tabanına kaydedilerek iş edinmelerinin sağlanması 
   (Bu kapsamda 2012 yılı içerisinde 23 bin kişi işe yerleştirilmiş, 69 bin kişi kursa alınmış ve 39 bin kişi işsizlik sigortasından faydalanmıştır), 
• Yıllık ortalama 1,2 milyon engelli ve yaşlı vatandaşımıza, 125375 TL arasında değişen miktarlarda düzenli aylık nakdi yardım yapılması, 
• Yıllık ortalama 410 bin ağır engelli vatandaşımızın bakım hizmetlerinin karşılanması amacıyla aylık bir asgari ücret tutarında evde bakım aylığı uygulamasının 
   yürütülmesi, 
• Engelli vatandaşlarımıza yönelik özel eğitim giderlerinin karşılanması, 
• Kurum bakımında her yıl için yaklaşık 14 bin çocuk, 11 bin yaşlı, 5 bin engelli ve 2 bin kadına hizmet sunulması, 
• Muhtaç durumdaki asker ailelerine yönelik nakdi yardım programı başlatılması, 
• Gelir getirici ve sosyal amaçlı projeler ile vatandaşlarımızın sürdürülebilir gelire kavuşturulması, 
• Birçok Avrupa ülkesinde ve ABD’de hayata geçirilemeyen “Genel Sağlık Sigortası” uygulamasına geçilerek, sağlık güvencesi kapsamının genişletilmesi ve  ihtiyaç sahibi 9 milyonu aşkın vatandaşımızın genel sağlık sigortası primlerinin devlet tarafından ödenmesi gibi birçok sosyal yardım ve sosyal destek  programı son on yıllık dönem içerisinde hayata geçirilmiş ya da kapsamı genişletilmiştir. 

Bahse konu yardım programlarının yaklaşık %90’ı hak temelinde uygulanmaktadır. 

Bu uygulamaların yanı sıra, yoksul ve muhtaç durumdaki vatandaşlarımızın her türlü ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla her il ve ilçede kurulu bulunan “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları” aracılığıyla, vatandaşlarımızın sürdürülebilir gelire kavuşmalarının sağlanması amacıyla proje destekleri verilmektedir. Ülke genelindeki 973 Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı aracılığı ile yürütülen bu sosyal yardım programlarından 2012 yılı sonu itibariyle 2.101.611 hanedeki toplam 6.370.100 fayda sahibi yararlanmıştır. 

Ayrıca vatandaşlarımızın hizmetlere erişimini kolaylaştırmak ve sosyal yardım sistemini daha etkin kılmak adına; 

• Sosyal Yardım Bilgi Sistemi’nin (SOYBİS) hayata geçirilmesi, 
• Alo Sosyal Yardım Hattı’nın (144) kurulması, 
• Sosyal yardım yararlanıcılarının belirlenmesine yönelik puanlama formülünün geliştirilmesi, 
• Ülke genelindeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları’na nitelikli personel istihdamına gidilerek personel sayısının yaklaşık 9.000’e yükseltilmesi, 
• Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Bilgi Sistemi ile sosyal yardım alanında merkezi bir veritabanının (yoksulluk envanteri) oluşturulması gibi uygulama larla,  bu alanda kronik sorun olarak sıkça vurgulanan sosyal yardım sisteminde entegre bir veri tabanının bulunmaması, muhtaçlığın tespitinde objektif kriterlerin  kullanılmaması ve hizmetlere erişimin uzun ve yorucu bir süreç olması gibi hususlar aşılmıştır. 

Yapılan bu çalışmalar ve hayata geçirilen uygulamalar ile sosyal amaçlı kamu harcamalarının etkili, hesap verilebilir ve hedef kitleye en hızlı şekilde 
ulaştırılması sağlanmıştır. 

Şehit Yakınları, Gaziler ve Terör Mağdurlarına Yönelik Atılan Adımlar 

Şehit yakınları ve gazilerimizin hayatlarını onurluca idame ettirebilmeleri için kendilerine her türlü maddi ve manevi destek sağlanmıştır. 
Bu kapsamda; şehit yakınlarına tanınan istihdam hakkı birden ikiye çıkarılarak; bu hakkı kullanabilecekler içerisine şehitlerin eşi, çocuğu ve kardeşinin yanı sıra anne ve babası da eklenmiştir. Şehit olan erbaş ve erlerin anne ve babalarında aranan malullük ve muhtaçlık şartı kaldırılmıştır. Şehitlerimizin anne ve babasına ödenen maaşa bir alt taban (asgari ücretin net tutarı kadar) getirilmiş ve maaşlarında artış sağlanmıştır. 

Şehit yakınları ile gazilere ödenen maaşlarda emsal maaş uygulaması ile ilgili eksiklik, eşitsizlik ve aksaklıklar giderilmiştir. Terör nedeni ile şehit veya gazi 
olmuş erbaş ve erlerin kendilerine veya yakınlarına aylık bağlanırken eğitim durumuna bakılmaksızın maaşlarında iyileştirme yapılmıştır. Böylelikle terör nedeni ile şehit veya gazi olan erbaş ve erlerin aylık hesaplanmasında pozitif ayrımcılık ilkesi gözetilmiş ve aylıklarında artış sağlanmıştır.

<  Terör eylemlerinin ortaya çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinde etkin rolünden ötürü hayatını kaybettiği veya sakat kaldığı belirlenen sivil vatandaşlarımız da şehit yakınları ve gazilerle ilgili hakları düzenleyen ilgili kanun kapsamına alınmıştır. >

Terörden dolayı şehit olanların yakınları ve terör gazilerine yapılacak gayrimenkul hibelerine muafiyetler getirilmiş ve şehit yakınları ve gazilerin toplu taşıma araçlarından ücretsiz yararlanmaları ile ilgili aksaklıkları giderecek düzenlemeler yapılmıştır. 

Terör eylemlerinin ortaya çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinde etkin rolünden ötürü hayatını kaybettiği veya sakat kaldığı belirlenen sivil vatandaşlarımız da şehit yakınları ve gazilerle ilgili hakları düzenleyen ilgili kanun kapsamına alınmıştır. Terör eylemleri sebebiyle veya terörle mücadele esnasında malul olan sivillerin kendilerine, hayatını kaybeden sivillerin yakınlarına aylık bağlanmak suretiyle mağduriyetlerin giderilmesi hedeflenmiştir. Benzer şekilde, başkasının yardım ve desteği olmadan yaşayamayacak derecede ağır malul olan gazilerimize sağlanan bakım desteğinin, köy korucuları ile sivil vatandaşlara da verilmesi sağlanmış olup, 
bu destek asgari ücretin iki katına çıkarılmıştır. 

Terörle mücadele görevlerini ifa ederken yaralanan kamu çalışanı ve sivillerin malullükleri kesinleşinceye kadar her türlü sağlık ve tedavi hizmetinden herhangi bir katılım payı alınmaksızın yararlandırılmaları amaçlanmıştır. Terör gazilerimiz dışındaki ağır malul durumundaki gazilerimizin tedavileri sürecinde ihtiyaç duyduğu her türlü ortez/protez ve diğer iyileştirici ve rehabilite edici araç gereçlerin bedellerinin hiçbir katılım ücreti veya fark alınmadan Sosyal Güvenlik Kurumunca karşılanması düzenlenmiştir. 

Şehit ve gazi yakınlarına yönelik sosyal yardımların kapsamı genişletilmiş; sosyal güvence ve gelir şartına bakılmaksızın afetzedelere, şehit yakınları ve gazilere sosyal yardım yapılabilmesi imkanı getirilmiştir. 

Engellilerin Hayatlarını Kolaylaştırmaya Yönelik Atılan Adımlar 

Son on yıllık süreçte, engelli haklarının geliştirilmesi amacıyla önemli düzenleme ler yapılmış ve engellilere yönelik hizmetler için devletin ayırdığı kaynak miktarı önemli ölçüde artırılmıştır. 

2005 yılında, “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” kabul edilmiştir. 
Böylece, insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı temelinde, engellilerin ve engelliliğin her tür istismarına karşı sosyal politikalar geliştirilmesi, ayrımcılıkla mücadele edilmesi ve engellilerin karar mekanizmalarına katılımı amaçlanmış ve engellilerin hakları daha görünür kılınmıştır. 2008 yılında ise engelli kişilerin insan hak ve özgürlüklerinden tam ve eşit şekilde yararlanmasını öngören ve taraf devletlere, engellilere karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve onların yaşam standartlarını yükseltmek gibi yükümlülükler getiren “ BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ” onaylanmıştır. 

< 2002 yılı sonu itibariyle kontenjan kapsamında çalışan engelli memur sayısı 5.777 iken, bu sayı 2013 yılı Mart itibariyle 27.443’e ulaşmıştır.  >

Engelli istihdamını geliştirici tedbir ve teşvikler uygulamaya konulmuştur. Engellilerin devlet memurluğuna alınmalarına ilişkin sınavların kamu kurum ve 
kuruluşlarınca ayrı ayrı yapılması yerine, 2011 yılında yapılan yasal değişiklikle, engelliler için ayrı ve merkezi bir sınav yapılması öngörülmüştür. 

2012 sınav sonuçlarına göre, 2174 ortaöğretim mezunu, 1093 önlisans mezunu, 999 lisans mezunu uygun kadrolara yerleştirilmiştir. 2013 sınavında ise, 
3378 ortaöğretim mezunu, 1348 önlisans mezunu ve 614 lisans mezunu memuriyete girmeye hak kazanmıştır. Ayrıca 2012 yılında 988, 2013 yılında ise 591 
Engelli, memur kadrolarına kura ile yerleştirilmiştir. Böylece 2002 yılı sonu itibariyle kontenjan kapsamında çalışan engelli memur sayısı 5.777 iken, bu sayı 2013 yılı Mart itibariyle 27.443’e ulaşmıştır. Son iki yılda ise 11.000’i aşkın engelli, memur olarak istihdam edilmiştir. 
Bu sayı, sadece son iki yılda yapılan yerleştirmenin, toplam memur istihdamının %40’ını oluşturduğunu ortaya koymaktadır.

Çalışamayacak durumda olan ya da iş bulamayan engellilere bağlanan aylıklar yüzde 300’e varan miktarlarda artırılarak anlamlı bir tutara ulaşmış, aylık bağlananların kapsamı genişletilmiştir. Engelli memurlar gece nöbeti ve vardiyasından muaf tutulmuş, bu kişilerin mesai ve dinlenme sürelerinin farklı belirlenebilmesine imkan sağlanmıştır. 

Kendi namına çalışan engellilere isteğe bağlı erken emeklilik hakkı verilmiş, bakıma muhtaç engelli çocuğu olan annelere erken emeklilik imkanı tanınmıştır. 

Ayrıca muhtaç kişilerden; 65 yaşını doldurmuş yaşlılara, 18 yaşından büyük engellilere, kanunen bakmakla yükümlü olduğu 18 yaşını tamamlamamış 
engelli yakını bulunan kimselere (engelli yakınına fiilen bakmak şartı ile) ve sosyal güvenlik mevzuatına tabi olarak çalışmayanlara aylık bağlanması 
imkanı getirilmiştir. Bu çerçevede, 2012 yılı sonu itibariyle 1.228.355 kişiye aylık bağlanmış ve bahse konu yıl içinde yapılan ödeme toplamı 2.911.191.180 TL’ye ulaşmıştır. 

İlk defa, bakıma muhtaç tüm engelliler bakım hizmeti kapsamına alınmış, engellilere evde veya özel bakım merkezlerinde sunulan bakım hizmetinin ücretlerininödenmesi sağlanmıştır. 

Özel eğitim ihtiyacı olan tüm engelli bireylerin özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinden ücretsiz yararlanması temin edilmiştir. 

< 2002 yılında otuz engelliye bir bakım elemanı düşerken, şimdi altı engelliye bir bakım elemanı düşmektedir.  >

2006 yılında 83.000 engelli öğrenci bu hizmetten faydalanırken, bu sayı 2012 yılı sonu itibariyle 256.000’i bulmuştur. Bu hizmet için aktarılan kaynak, 2006 yılı için 263 milyon TL iken, 2012 yılı için 1 milyar 263 milyon TL olarak gerçekleş miştir.

Evde bakım hizmetinden yararlanan engelli sayısı 2012 yılı sonu itibari ile 398.335 kişi olup bu rakam 2013 yılı Şubat ayında 408.165’e yükselmiştir. 2012 yılı sonu itibariyle bu hizmet için 2 milyar 944 milyon TL tutarında ödeme yapılmıştır. 2012 yılı içerisinde engellilere bakım ve rehabilitasyon hizmeti sunan 97 resmi yatılı merkezde 5112, gündüzlü 7 merkezde 460 engelliye hizmet verilmiştir. 2012 yılı sonu itibariyle engellilere bakım ve rehabilitasyon hizmeti sunan 148 özel bakım merkezinde 9.328 engellinin bakım ücreti devlet tarafından karşılanmış olup, bu hizmet için 137 milyon TL tutarında ödeme yapılmıştır. 2002 yılında otuz engelliye bir bakım elemanı düşerken, şimdi altı engelliye bir bakım elemanı düşmektedir. 

2002 yılında engelli öğrencilerimize yönelik okul sayısı 308 iken, bu sayı 2012 yılı sonu itibariyle 814’e ulaşmıştır. Bu okullarda ders veren öğretmen sayısı ise 2.834’ten, 7.607’ye yükselmiştir. Engellilere yönelik özel eğitim kurumlarında, özel eğitim sınıflarında ve kaynaştırma eğitiminde öğrenim gören öğrenci sayısı toplamda 53 binden 220 bine yükselmiştir (bu okullar MEB’e bağlı kamu okullarıdır). Eğitim gören engelli çocukların ulaşımı için ücretsiz servisler tahsis edilmiştir. Taşımalı Eğitim Projesi kapsamında okullara taşınan engelli 
öğrencilerin sayısı, 2012-2013 eğitim-öğretim yılında 46.095’i bulmuştur. 


Engellilerin toplumsal hayata katılımı önündeki engelleri kaldırmak üzere; kamuya açık her türlü yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile binaların ve belediyelerin sundukları ya da denetledikleri şehir içi toplu taşıma hizmetlerinin, engellilerin kullanımına uygun hale getirilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Konutlarda engellilere yönelik fiziki düzenlemeler için kolaylıklar getirilmiştir. Engellilere karşı yapılan ayrımcı uygulamalar için cezai yaptırımlar getirilmiştir. 

Engelli vatandaşlarımıza yönelik tüm sosyal yardım ve destek uygulamalarına ilişkin olarak, 2012 yılı sonu itibariyle kullanılan kaynak miktarı 7,27 milyar TL’ye ulaşmış ve bu kapsamda kullanılan kamu kaynağının GSYH’ye oranı da %0,51’e yükselmiştir. 

Dezavantajlı Gruplara Yönelik Pozitif Ayrımcılık Uygulamasının Genişletilmesi 

Eşitlik ilkesinin uygulamada anlamlı olabilmesi için dezavantajlı kesimler için farklı uygulamada bulunulmasına ve kendilerine daha fazla destek verilmesine imkan sağlayan pozitif ayrımcılık, anayasal düzeyde ilk olarak 2004 yılında getirilmiştir: “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” Hükmü yer almaktadır. 

2010 yılında bu maddeye eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” hükmü ile kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık daha açık biçimde ifade edilmiştir. 2010 Anayasa değişikliği ile farklı kesimler için de benzer bir düzenleme öngörülmüştür: “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler 
eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” 

Böylece anayasal düzeyde kadınların yanısıra çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için de pozitif ayrımcılık yapılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda özellikle dezavantajlı kesimlerin eşitlik ilkesi açısından mağduriyetlerini giderecek düzenlemelerin anayasal dayanağının oluşturulması olumlu bir adım olarak görülebilir. Ancak asıl önemli 
olan, devletin bu kesimlere yönelik sosyal devlet ilkesinden hareketle etkili politika ve tedbirleri uygulamaya koymasıdır. 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine Yönelik Kamu Yatırımlarının Artması;

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine yönelik kamu yatırımlarında 2002-2012 döneminde büyük bir artış kaydedilmiştir. On yıllık bu süreçte söz konusu bölgelere yapılan yatırımlar toplamı, 37 milyar TL’yi geçmiştir. 

Kalkınma Bakanlığı’nın verilerine göre; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin toplam yatırım programından aldığı pay 2002 yılında yüzde 7 iken, bu rakam 2012 yılında yüzde 12’ye yükselmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine ayrılan toplam program ödeneği 2002 yılında 2.198.065,00 TL iken, 2012 yılında bu rakam, KÖYDES kapsamındaki yatırımlar dahil, toplam 6,5 milyar TL’ye 
ulaşmıştır. 2012 yılında, Doğu Anadolu Projesi (DAP) kapsamındaki illerin kamu
yatırımları içerisindeki payı yüzde 8,9, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamındaki illerin payı ise yüzde 14,6 olarak gerçekleşmiştir. 

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Eylem Planı İle Bölgedeki Refahın Artması ;

Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının gelir düzeyi ve hayat standardını yükselterek bu bölge ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmayı ve kırsal alandaki verimliliği ve istihdam imkanlarını artırmayı amaçlayan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP); çok sektörlü, entegre ve sürdürülebilir bir kalkınma anlayışı ile ele alınan bölgesel bir kalkınma projesidir. GAP kapsamında, arazi ve nüfus büyüklüğü itibariyle Türkiye’nin ortalama yüzde 10’una tekabül eden dokuz il (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, 
Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak) bulunmaktadır. 

1989 yılından itibaren uygulamada olan GAP kapsamında 2012 yılı sonuna kadar yaklaşık 48 milyar TL harcama yapılmıştır. Bu süreçte GAP’ın en önemli alt başlıklarından biri olan hidroelektrik santralleri konusunda oldukça başarılı sonuçlar alınmış ve on adet hidroelektrik santrali tamamlanarak işletmeye alınmıştır. 2012 yılı verilerine göre, ülke genelinde üretilen hidrolik enerjinin yaklaşık yarısı GAP kapsamındaki bu santrallerden karşılanmaktadır. 

Ülkemizi uluslararası alanda markalaştıran son derece önemli ve kapsamlı bir proje olan GAP kapsamında başta sulama olmak üzere temel altyapı ihtiyaçlarının karşılanması ve bölgede ekonomik kalkınmanın ve sosyal gelişmenin hızlandırılması amacıyla 2008 yılında “GAP Eylem Planı” uygulamaya konulmuştur. GAP Eylem Planında, “ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi”, “sosyal gelişmenin sağlanması”, “altyapının geliştirilmesi” ve “kurumsal kapasitenin geliştirilmesi” şeklinde dört ana başlıkta toplanan toplam yetmiş üç ana eylem yer almaktadır. Bu eylemlerin başında ise; istihdamın artırılması, işsizliğin azaltılması, iş gücünün kalitesinin yükseltilmesi ile sosyal entegrasyon sağlanması ve özellikle kadınların ve gençlerin istihdama katılması gelmektedir. Bu kapsamda ulaştırma, konut, eğitim, sağlık, kültür, turizm, organize sanayi bölgeleri gibi alanlarda da yatırımlar başlatılmıştır. 

2008-2012 döneminde GAP Eylem Planı kapsamında, 300’ün üzerinde proje ve faaliyet için ilgili kuruluşlara toplam 18 milyar TL’yi aşkın kaynak aktarılmış, bunun 15 milyar TL’si harcanmıştır. Böylece, GAP Bölgesi yatırımlarının merkezi bütçe içindeki payı ikiye katlanarak, yüzde 7’den yüzde 14’e yükseltilmiştir. Yatırımlardaki bu artışa paralel olarak, 2009 yılında yüzde 17,4 olan GAP Bölgesi’ndeki işsizlik oranı, 2011 yılında yüzde 11,7’ye düşmüştür. 

2002 yılında 600 milyon dolar olan GAP Bölgesi’nden yapılan ihracat, yaklaşık ondört kat artarak 2012 yılında 8,1 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye’nin toplam ihracatı 2007-2012 döneminde % 42,2 oranında artarken, GAP Bölgesi’nin ihracatı aynı dönemde yaklaşık bir buçuk misli artış sağlamıştır. 

Son on yılda, GAP Bölgesindeki okullaşma oranları; okul öncesi eğitimde yüzde 3’ten yüzde 55’e, ilköğretimde yüzde 94’ten yüzde 99’a ve orta öğretimde yüzde 27’den yüzde 50’ye yükselmiştir. Ayrıca bölgede 3 olan üniversite sayısı, 6 yeni üniversitenin kurulmasıyla 9’a çıkmıştır. 

Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, terör ve güvenlik kaygılarıyla yaşadıkları yerden göç etmek zorunda kalan vatandaşlarımızdan gönüllü olarak geri dönmek isteyenlerin geri dönüşlerinin kolaylaştırılması, dönülen köylerde ihtiyaç duyulan sosyal ve ekonomik altyapının tesisi ve sürdürülebilir hayat şartlarının oluşturulması, geri dönmek istemeyenlerin ise mevcut yaşadıkları yerlerde şehir hayatına uyumlarının geliştirilmesi ve ekonomik ve sosyal durumlarının iyileştirilmesi amacıyla başlatılan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP), ondört ilimizde (Adıyaman, Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Hakkâri, Mardin, Muş, Siirt, Şırnak, Tunceli, Van) 
uygulanmaktadır. Proje, geri dönülen köylerde hayatın yeniden başlatılması ve kalıcı hale getirilmesi için gerekli köy altyapısının oluşturulmasına yönelik çalışmalar ile tarım, hayvancılık ve el sanatları gibi faaliyetlerin geliştirilmesine yönelik çalışmaları, geri dönmek istemeyen ve şehirlerde yaşamayı tercih eden vatandaşlarımıza yönelik iş ve meslek edindirme kurslarını, istihdamı geliştirici projeleri ve özellikle kadın, genç ve çocukları hedefleyen sosyal içerikli proje ve çalışmaları içermektedir. 

Proje sayesinde 1990’lı yıllarda terör ve güvenlik gerekçesiyle göç eden toplam 62.448 haneden 386.360 vatandaşımızdan 28.384 haneden, 187.861’inin eskiden yaşadıkları köylerine geri dönüşleri sağlanmıştır. Proje kapsamında 2012 yılı sonuna kadar 146.015.000,00 TL kaynak kullanılarak; toplum, gençlik, spor, kadın ve çocuk eğitim merkezlerinin kurulmasına yönelik sosyal ve rehabilitasyon içerikli projeler; meslek edindirme ve istihdam projeleri; öğrenci yurdu; yol, su, elektrik, kanalizasyon ve vb. altyapı projeleri; tahrip olan okul, 
sağlık ocağı ve diğer tesislerin onarılarak kullanılır hale getirilmesine yönelik projeler; köylerine geri dönen vatandaşlarımıza kendi konutlarını yapabilmelerine ilişkin projeler ve tarım ve hayvancılık projeleri gerçekleştirilmiştir. 

Terör Mağdurlarının Zararlarının Tazmin Edilmesi 

Terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören vatandaşlarımızın bu zararlarının ulusal ve uluslararası yargı mercilerine gidilmesine gerek kalmaksızın hızlı, etkili ve adil bir şekilde sulhen karşılanması amacıyla 2004 yılında “Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun” yürürlüğe konulmuştur. Uygulamaya konulan söz konusu kanun çerçevesinde; ölüm, yaralanma ve sakatlanmadan kaynaklanan zararlar, taşınır ve taşınmazlarda oluşan zararlar, tarım ve hayvancılıkla ilgili zararlar ile terör nedeniyle göç etmek zorunda kalan vatandaşlarımızın malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararlar karşılanmaktadır. 

Daha önce köy boşaltma iddialarıyla ilgili yapılan başvuruları, iç hukuk yollarının tüketilmiş olması şartını aramaksızın kabul eden AİHM, terör mağdurlarının zararlarının tazmini amacıyla çıkarılan bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra aldığı kararda, düzenlemenin, etkili bir iç hukuk yolu olduğunu vurgulayarak, başvuruları kabul edilemez bulmuş ve Zarar Tespit Komisyonlarına yönlendirmiştir. 

Kanun kapsamındaki zararların karşılanması amacıyla illerde “Zarar Tespit Komisyonları” oluşturulmuştur. Bu komisyonlardan 66’sı çalışmalarını 
tamamlamış olup, değişik illerdeki 21 komisyon ise çalışmalarına devam etmektedir. 

Söz konusu Kanun kapsamında, 2013 yılı Nisan ayına kadar, Zarar Tespit Komisyonlarına toplam 361.322 başvuru yapılmıştır. Bu başvurulardan 
320.196 adedi sonuçlandırılmış olup; bunlardan 172.129 başvuru için tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Nisan 2013 itibariyle, komisyonlarca olumlu sonuçlandırılan ve sulhname imzalayan vatandaşlarımıza  ödenmek üzere talep edilen toplam zarar tutarı 2.967.760.380 TL olup, bunun tamamı ilgililere ödenmiştir. 


***

5 Eylül 2015 Cumartesi

Atatürk’ün Adana’daki Konuşmaları Üzerine


Atatürk’ün Adana’daki Konuşmaları Üzerine





Atatürk diyor ki:
Bu Memleket tarihte Türktü, 
O Halde Türktür ve Ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. 
1923 (Taha Toros, Atatürk'ün Adana Seyahatleri, S. 23)
Cezmi Eraslan


ÖZET
Atatürk gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı esnasında gerekse Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı sırasında Anadolu’nun pek çok şehrini ziyaret etmişti. Bu yurt gezilerinde o daima, ülkenin, halkın ve yeni rejimin problemleri ve kendi projeleri hakkında demeçler verdi. Adana seyahatleri sırasında Adana bölgesinin ekonomik kapasitesinin bütün ülke için önemini vurgulamıştı. O aynı zamanda yakın geçmiş olayları hakkında dini, sosyal ve kültürel hassasiyet gösterilmesi gibi sosyal ve kültürel önceliklerin  altını çizmişti. O’na göre en önemli şey Türk vatandaşlarının büyük çoğunluğunun bundan sonra milli hâkimiyeti sahiplenmesi idi.

Anahtar Kelimeler:
Atatürk, Adana, Milli Hâkimiyet, dini hassasiyet, kültürel öncelikler
ABOUT ATATÜRK’S SPEECHS IN ADANA

ABSTRACT
Kemal Atatürk had visited many cities of Anatolia either during his presidency of Grand National Assembly or during his Presidency of Turkish Republic. In these excursions he always declaimed on his main projects and main problems of the country, people and the new regime. During his Adana visits he emphasized the importance of economical capacity of Adana region for whole country. He also underlined the social and cultural priorities of the new era such as religious, social and cultural sensitiveness about newly past events frequently in Adana. According to him the most important thing was taking possession of national sovereignty by the majority of the Turkish citizens henceforth.
Key Words:
Atatürk, Adana, national sovereignty, religious sensitiveness, cultural priorities.
“Efendiler, bende bu vakayiin ilk teşebbüs hissi bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur.”1
Atatürk, milli mücadele ilhamını aldığı, “Bu memleket tarihte Türk’tü, o hâlde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” dediği Akdeniz bölgesinin en mühim şehri olan Adana’ya özel bir önem vermiş, bölgeye yönelik ziyaretlerinde mutlaka uğramış, halkın her kesimi ile temas etmeye özen göstermiştir. Daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce başlayan bu ziyaretler değişik vesilelerle daha sonraki yıllarda da devam edecektir.2 Atatürk bu gezilerinin bilhassa ikisinde etkileri ve geçerlilikleri bu günlere kadar uzanan temel uyarılarda bulunmuşlardır. Bunların ilki silahlı mücadelenin ardından başlayacak siyasi hayatın hemen öncesinde Türk halkının her kesimine fikirlerini aktarmak üzere yaptığı 15–17 Mart 1923 tarihleri arasındaki ziyaretidir. İkincisi ise istenilen hedefe ulaşamayan Serbest Fırka deneyiminden sonra ülke çapında yaşanacak siyasi ve sosyal politika değişmeleri hakkında halk ile istişarelerde bulunmak için 15–18 Şubat 1931 tarihleri arasında yapılmıştır. Gençlerle, halkla, çiftçilerle, esnaflarla, öğretmenlerle, kısaca toplumun her kesimi ile yaptığı konuşmalarında Atatürk, milli birlik ve beraberliğimizi koruyarak çağdaşlaşma hedefine ulaşma mücadelesinde geçerliliğini bugün de koruyan, önemli mesajlar vermişlerdir. Bu çalışmada Adana ziyaretlerinin güzergâhı hakkında bilgi vermek yerine yaptığı konuşmalarda üzerinde durduğu konuların ve verdiği mesajların altını çizmeyi tercih ediyoruz.
Millî Mücadele’nin bitmesini müteakip başlayacak siyasi hayatın düzenlenmesine yönelik fikirlerini halk ile paylaşmak istediğinde ilk ziyaretlerinden birisini Adana’ya yapan Atatürk, gençlerle, yaşlılarla, çiftçilerle, esnaf ve sanatkârlarla, kısaca toplumun her manada üretici kesimiyle fikir alışverişinde bulunmuştur.
Konuşmaların mekânı olarak bilhassa Türk Ocağı binasının seçildiği dikkat çekmektedir. Atatürk, şark milletlerinin en büyük eksikliklerinden biri olarak gördüğü sivil toplum örgütü eksikliğini bir nebze de olsa giderdiği için değer verdiği bu ocağı, aslî vazifesini ihmal etmeye başladığı zaman da uyarmaktan geri durmamıştır.
Atatürk’ün yakın geçmişte yapılan hataları değerlendirip, bunların ışığında geleceğe yönelik olarak çağdaşlaşma hedefini vurgulayan Adana konuşmaları bugün de dikkat edilmesi, ders alınması gereken temel ilkelerle doludur. Cumhuriyetin ilk günlerinde yapılmış uyarıların bugün için de geçerliliğini koruyor olması elbette üzüntü vericidir. İnsana ilk anda yapılan uyarıların dikkate alınmadığını, Atatürk’e hitaben yapılan konuşmalarda verilen sözlerin de maalesef kâğıt üzerinde kaldığını düşündürmektedir. Hâlbuki O, burada milletine verdiği sözleri yerine getirmişti.
İlk ve en kapsamlı ziyaretlerinde kısıtlı bir zaman zarfında Türk Ocağı, Belediye, Tümen Komutanlığı ve askerî mahfel, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Hastane, Ulu Cami, Sanayi Mektebi, Öğretmenler Derneği, Kız Öğretmen Okulu, başta olmak üzere yirmiden fazla ziyaret yaparak, konuşmalar yapan Atatürk’ü, Adana halkı uhrevî bir iştiyakla karşılamıştı. Karşılamaya gelenlerin yolun iki tarafını hıncahınç doldurması dolayısıyla Seyhan Nehri’nin görülemediği; edebiyatçılara Abdülhak Hamid’in “Akardı pâyine mahşer misal bir millet” mısraını hatırlatan 15 -17 Mart 1923 tarihleri arasındaki ziyaretinde geleceğe yönelik bir söz de vermişti. Yenice istasyonunda kendisini karşılayanlar arasında yer alan iki kız çocuğunun, Hatay’ın da kurtarılması isteklerine karşılık söylediği “Türkün asırlarca yaşadığı bir öz yurt yabancıların elinde kalamaz.”3 sözünü ömrünün son zamanlarında yaşadığı ağır sağlık problemlerini de hiçe sayarak yerine getirmiş, milletine verdiği sözü tutmuştur. Burada Atatürk’ün ziyaretleri sırasındaki uyarılarının zeminini göstermek üzere Adana’nın genel durumu hakkında da bilgi vermek ihtiyacı vardır.
1920’li Yıllarda Adana
Zamanın Adana Valisi Hilmi Uran, Atatürk’ün eşi Latife Hanım ve Fahrettin Paşa’nın da refakat ettiği; Seyhan nehri kıyısındaki Suphi Paşa konağında misafir edildiği bu gezi sırasındaki Adana’yı: “bir iki dokuma fabrikası bir tarafa bırakılırsa tamamıyla zirai karakterde” bir şehir olarak tarif etmektedir. Ancak o vakitler “henüz ziraata traktör ve nakil işlerine motor girmemişti. Toprak çifte koşulan öküzlerle hazırlanıyor, nakil işleri de ya mandalar koşulmuş iki tekerlekli arabalarla, ya hayvanlarla ve yahut ta sokaklardan sessiz sedasız geçen katar halindeki develerle yapılıyordu.”4 Şehrin insan yapısına gelince: “şehir işçi kılık ve kıyafetindekiler başta olmak üzere her gün her sınıf halkla dolar, taşardı. Bilhassa pamuk ziraatı işçiliği sebebiyle senenin bir kısım aylarında Adana’da her taraftan gelmiş yabancılar kaynaşır, dururdu”. Şehircilik hizmetleri açısından da durum parlak değildi: “Adana’da belediye eli o vakitler henüz iç mahallelere kadar girebilmiş değildi. Oralara, bazen dize kadar çamura batmayı göze almadan dalmak büyük bir ihtiyatsızlık olurdu. Şehirde muntazam elektrik tesisatı henüz yoktu… Adana şehrinde o vakitler su tesisatı da yoktu.”5 Bütün bu hallerine karşılık Adana vilayeti Mersin, Kozan, Cebelibereket (Osmaniye), livalarının merkezi ve en gelişmiş mevkii konumundaydı.
Atatürk’ün Adana konuşmalarında vurguladığı hususları şu başlıklar altında gruplandırabiliriz:
a- Birlik ve Beraberlik İçinde Çalışma İhtiyacı
15 Mart 1923 tarihinde Türk Ocağında Ferit Celal Güven’in gençler adına yaptığı konuşmaya cevap olarak, genci yaşlısıyla Adana insanına duyduğu sevgiyi dile getirdikten sonra mevcut durum hakkında uyarılarda bulunmuştur. Her şeyden önce çok kısa süre zarfında gerçekleştirilen inkılâpların yerleştiğini düşünmenin yanlış olacağını dile getirerek gençliği uyanık olmaya davet etmiş, hâlâ eskiyi savunan ve geri dönmek isteyeceklerin olabileceğine dikkat çekmiştir. Elde edilen kurtuluşun devamı için “daha çok seneler dikkat ve intibahla (uyanıklıkla) hemahenk olarak çalışmağa mecbur” olduğunu hatırlatmıştır.6 Milleti baştan sona kadar hazinelerle dolu bir memleketin üstünde aç kalmış insanlar olarak tanımlayarak memleketin her alanda sahip olduğu büyük zenginliklerin mutlaka kullanılması gereğine işaret etmiştir. Bunun yolunun ise nazariye ile değil, ancak sanat, ticaret ve ziraat gibi verimli sahalarda fiilen çalışmakta olduğunu belirtmiştir.
b-Başarı Milletindir
Muhataplarına daima etkili bir moral takviyesi yapmak Atatürk’ün bütün konuşmalarında dikkati çeken bir husustur. Uzun savaş yılları ve işgallerle harap olan ülke ve milletin yeniden harekete geçirilmesi, yeni atılımlar için desteklenmesi gerekiyordu. Nitekim aynı gün Lise binasında onuruna verilen ziyafette Belediye Başkanı Ali Münif Bey’in övücü konuşmalarına hitaben verdiği cevapta bu hususa dikkat çekerek; “Arkadaşlarımız ve milletin bütün efradı gibi, milli davamızda benim de mesaim sebketmiş ise de, bu mesaide kuvveti icraat ve muvaffakiyet varsa bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin şahsiyet-i maneviyesine atfediniz. Ben milletin bu âli, manevî şahsiyeti içinde bir ferdi naçiz olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet heyet-i umumiyesiyle mânevî bir şahıs halinde ve bir kitle-i vahdet şeklinde tecelli eyledi ve bu vahdeti ulviyeyi muhafaza ederek ona düşman olanları bertaraf eyledi” sözleriyle milletin bir bütün halinde başarılı olduğunu ve olacağını işaret etmiştir.7 Ertesi gün çiftçilere hitabında da aynı açıdan bakarak şunları ifade ediyordu; “Yalnız şunu bir hakikat olarak biliniz ki, şeref hiçbir vakit bir adamın değil, bütün milletindir. Eğer yapılan işler mühimse, gösterilen muzafferiyetler barizse, inkılâbat calibi dikkatse her fert kendini tebrik etmelidir. Çünkü böyle büyük şeyleri ancak çok kabiliyetli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her ferdi böyle en kabiliyetli ve büyük bir millete mensup olduğunu düşünerek kendini tebrik etsin.”8 Bu yaklaşım basit bir hamaset istismarı olarak görülmemelidir. Zira unutulmamalıdır ki, ancak milli tarih ve benlik şuuruna sahip olan milletler büyük atılımlar için kendilerinde güç bulabilirler.
c- Tarih Bilinci
Uluslararası ilişkilerde gerçekçi olmanın dünyada başarılı olmak ve milleti egemen bir şekilde refaha ulaştırmakta şart olduğunu bugünkü durumumuzla da görmekteyiz. Atatürk, yapılan iyi işlere karşın “düşmanların kalplerinde kafalarında ve zihniyetlerinde aleyhimizde olarak besledikleri olumsuz duygu ve düşüncelerin bağımsızlığımızı ilan etmekle ortadan kalkmadığının” altını çizmekteydi. Tarihin akıl, mantık ve muhakemeden çok hissiyat ile yapıldığına dikkat çeken Atatürk, çıkış yolunu da göstermişti. Bugün Türkiye’nin çağdaşlaşma yolunda maruz kaldığı küçük düşürücü çifte standart eseri muameleler onun gösterdiği yoldan gidilmediğinin, gösterdiği hedefi sadece laf ile takip etme iddiasında bulunulduğunun ispatı değil midir? Atatürk diyor ki; “Bugünkü terakkiyâtı kabul, bugünkü ilmin ve medeniyetin talep ettiği hususâtın kâffesine tevessül ve bütün medeni milletlerin seviyei irfanlarına bilfiil muvasalat etmekle yapacağız. Türk milletinin kabiliyeti ve çalışmağa olan aşkı bize bu ulvî merhaleyi suhuletle kat ettirmeğe kâfidir.”9 Atatürk’e bu güveni veren bir diğer önemli gelişme ise milletin “milli benliğini idrâk ve bunu bütün dünyaya ispat eylemiş” olmasıdır.
d- Milli Bilinç
Milletin artık uyandığına milli benliğini idrak etmesi sayesinde son zaferleri elde ettiğine dikkat çeken Atatürk, milletleri yükselten bu hislere dikkat çekici ve iyi anlaşılması gereken bir etken daha ilave etmeyi zaruri addetmektedir: intikam hissi. “Milletlerin kalbinde hissi intikam olmalı. Bu alelâde bir intikam değil, hayatına ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet aciz ve zaaftır. Bu insaniyet göstermek değil, insanlık hassasının zevalini ilan etmektir10. Ancak bu ifadeleri zihinlere diğer insanlara karşı düşmanlık fikirleri ekecek mahiyette görmemek gerekir. Zira o bu hislerin gelişmesini en çok milletin asli unsuru olan çiftçilerimizden temin etmeyi hedef olarak göstermiştir. Dolayısıyla milletin üretken kesiminin de diğer kesimler gibi bilinçli, dünya ve bölge gelişmelerinden haberdar, yaşadıklarından dersler alarak aynı yanlışlara bir daha düşmeyecek şekilde yetiştirilmesi gerekecektir. Atatürk’ün genel yaklaşımı da milletler ve devletlerarası ilişkilerde ortaya çıkan meseleleri barışçı yolla çözmek, silahlı çatışmayı, savaşı en son çare olarak kabullenmektir. Nitekim o, Lozan barış görüşmelerinin bir türlü beklenen neticeye ulaşmadığı o günlerde kendisine sorulan sorulara karşı temel hedefin barış olduğunun altını çizerken çok net ifadeler kullanmıştır: “Behemehal şu ve bu sebepler için milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zaruri ve hayatî olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azab duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı “ölmeyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lâkin hayat-ı millet tehlikeye maruz kalmayınca, harb bir cinayettir.”11 dolayısıyla temel esas barıştır. Nitekim uzun savaş yıllarından sonra kendine gelmek arzusunda olan milletin yolu “yurtta sulh cihanda sulh” düsturu ile çizilecek, ancak millet menfaatleri söz konusu olduğunda diplomasinin her türlü imkânı sonuna kadar seferber edilecektir ki bunun en güzel örneği de Hatay’ın anavatana katılışında bütün dünyaya gösterilmiştir.12 Atatürk’ün milletin varlığına kast edenlere karşı bilinçlendirilmesi için verdiği direktif de diğer pek çokları gibi lâyık olduğu şekilde değerlendirilmemiştir. Nitekim Ermeniler gerek Birinci Dünya Savaşı’nda gerekse sonrasında doğuda Ruslar ile Çukurova ve havalisinde Fransızlar gibi emperyalistler ile işbirliği yaparak milletin canına, malına, her şeyine kast etmişlerdi.13 Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eğitim kurumlarında bu süreçteki olaylar hakkında yetişen yeni nesillere gerekli eğitimi vermezken Ermeniler yaklaşık bir asır önceki ihanetlerini ‘haksız yere zulme uğramışlık’ olarak yeni nesillerinin kin ve intikam duygularına zemin yapmıştır. Bu zemin üzerinde bu gün aynı işbirlikçileriyle Türkiye aleyhine çalışmaktan geri durmamaktadır.
e- Çukurova’nın Tarım Potansiyeli
Adana’nın tarım kabiliyeti Atatürk’ün gündemindeki bir diğer önemli konu olmuştur. Türk toplumundaki esas unsurun çiftçiler olduğunu ifade eden Atatürk, fethin iki yolundan biri kılıç ise diğerinin saban olduğunu hatırlatmış, kalıcı olanın sabanla yapılanı yani yerleşik düzene geçebileni olduğunun altını çizmiştir. Türk Milletinin varlık sebebinin çiftçilerin aynı zamanda vatan savunmasında da varlıklarını ispat etmeleri olduğuna vurgu yapmıştır.
Adana’nın herhangi bir şehir ile değil dünya pamuk üretiminde ilk dörde giren bir ülke olan Mısır’la mukayesesini yapan Atatürk, sadece Adana’nın bir devleti idare edecek kadar servete sahip olduğuna dikkat çekmiştir. Seyhan ve Ceyhan nehirleri arasında kalan deltanın hacim itibarıyla Nil deltasından daha büyük olduğunu belirten Atatürk, Nil deltasının ancak modern teknik ve gübre desteğiyle bire on verdiğini, oysa yeterince işlenmediği için henüz genç ve dinç olan Adana topraklarının ilmî usullerle işlendiğinde bire yirmi, bire otuz vereceği gerçeğini dile getirmiştir. Ancak Adana’da hem nüfus çok azdır hem de makineleşme yetersizdir. İlmî ve fennî tesislerden yoksun olan Adana’nın verimli ovalarının taşkınlar vasıtasıyla denize taşındığını, bataklıkların her yere yayıldığını da dile getirerek ovaların sıtma yuvası haline gelmesinin insanların çalışma verimini de en aza indirdiğini ifade etmiştir. Oysa Adana, coğrafi özellikleri, ılıman iklimi ve ormanları ile daha çok imkâna sahipti.
Adana ilmin gereklerine göre sulama ve tarım yapıldığında Mısır’ın yıllık pamuk üretimini yakalayacak kadar verimli bir yerdir. Şehrin bu özelliğinin Osmanlı Devleti’ni yönetenlerden çok Fransızların dikkatini çekmiş olması bilhassa üzerinde durulması gereken bir konudur. Birinci Dünya Savaşı’nda Akdeniz bölgesini sömürmek isteyen Fransa, bilhassa Adana ve havalisini elinde tutmak için özel bir gayret sarf etmiştir.
Gerçekten de Fransa emperyalist yayılma çabaları arasında Çukurova bölgesini kontrol etmek için özel bir gayret sarf etmiştir. 1853–1856 Kırım Savaşı sırasında başlayan borç verme sürecinin sonunda Fransa, Osmanlı Devleti’ndeki yabancı sermaye ve yatırımların %50’den fazlasına tek başına sahip olmuştur. Mayıs 1916’da bölge, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında pay edilirken Suriye kıyılarına ilaveten Çukurova merkez olmak üzere Maraş, Gaziantep ve Mardin Fransızlara bırakılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonunda yeniden kurulmaya çalışılan siyasi ve idari dengelerin yanında yeni bir ekonomik düzen de hayata geçirilmek istenmiştir. Fransız dokuma sanayinin de savaştan en çok etkilenen sahalardan biri göz önüne alındığında savaş sonu düzenlemelerin bu durumu düzeltmeye yöneleceği açıktır. Dünyanın sayılı pamuk üreticileri olan Amerika Birleşik Devletleri, Mısır ve Hindistanda maliyetlerin yüksekliği dolayısıyla azalan üretiminin yarattığı sıkıntıların yanında üretici ülkelere daima bağımlı kalmak istememesi Fransa’yı emeğin ucuz olduğu yerlerde ve sömürgelerinde pamuk üretimini canlandırmaya yöneltmişti.14 Nitekim Çukurova topraklarının verimli kullanılması ve yeterli işgücünün sağlanmasıyla Fransız dokuma endüstrisinin ihtiyacını karşılayacak miktarda pamuk üretmenin mümkün olduğunu gören, Fransa’nın Lübnan ve Suriye Yüksek Komiseri General Gouraud, 26 Temmuz 1920 tarihinde Paris’teki Sömürgeler Bakanlığından Suriye ve Çukurova’da pamuk tarımının geliştirilmesi amacıyla sübvansiyon isteğinde bulunmuştur.15
Buna paralel olarak Türkiye’deki Fransız çıkarlarını korumak için Osmanlı Bankası, Paris Komitesi’nin gayretleri ile oluşturulan Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Fransız Çıkarları Topluluğu’nun 20 Ekim 1919 tarihinde Fransız Başbakanı Clemenceau’ya bir muhtıra göndermiştir. Burada Türkiye’nin politik durumunun netleşmemesinin Fransız şirketlerinin çıkarlarını zedelediği belirtilerek bir an evvel barış imzalanması için baskı yapması dikkat çekici bulunmuştur.16 Ekonomik çıkarların siyasi ve askeri gelişmeleri ne ölçüde etkilediğini gösteren önemli bir örnektir.
f- Demokratik Bilinç
Atatürk, gerçekleştirilecek barışın iyi ve şerefli olacağının altını çizerek asıl bundan sonrası için vatandaşları millet işlerine sahip çıkmaya demokratik hak ve görevlerini bilinçli bir şekilde yerine getirmeye çağırmıştır. Mücadele döneminde Meclis içinde ortaya çıkan farklı grupların çalışmaları sekteye uğrattığını gören Atatürk, kendisiyle aynı fikirde olan milletvekilleri ile bir parti kurmanın ve barış dönemini şekillendirmenin kaçınılmaz olduğunun bilincindeydi. Vatandaşların seçim olayını “çok mühim bir vatan meselesi olarak değerlendirmelerini” istiyordu. Zira meclisin memlekette yapmak mecburiyetinde olduğu işler çok ağır ve mühimdi. Vatandaşlar, içlerinde “memleketi ve milleti en çok seven, aklına ferasetine, vicdanına en çok güvendiği insanları seçmeliydiler,” çünkü ancak bu sayede meclis milletin arzularını yerine getirmeye, layık olduğu refahı gerçekleştirme kudretine sahip olacaktı.17 Bütün bunlar için vazifesini emniyetle yapabilmek için bir Halk fırkası kurmak istediğini, programını ilan ettiğinde vatandaşların beğenmedikleri hususları kendisine bildirmelerini istemiştir. Zira o yapacağı programın şahsi değil, bütün milletin malı olmasını istiyordu. Halk partisinin öncülüğünde yürütülen siyasi hayatın çok partilileştirilmesine yönelik gayretlerdeki hayal kırıklığından sonra 15–18 Şubat 1931 tarihleri arasındaki ziyaretinde yaptığı konuşmada Atatürk, “millet için en faydalı olacak programın kendi programları olduğu inancıyla memur ve öğretmenlerin mevcut tek partinin program esaslarıyla uyum içinde olmalarını beklediğini dinleyicilerine aktarmıştır. Böyle bir tercih sırasında öğretmen ve memurun “reyinde, vicdanının müsterih olması için” partinin izlediği programın isabetine düşünce açısından inanmış olmaları gerektiğini belirtmiştir. Bunun için ise “bütün vatandaşların programı iyi incelemeleri ve buna karşı çıkacak programlarla kıyaslamaları”nı demokratik bilincin en temel gereği olarak değerlendirmiştir.18
g- Sanat Bilinci
Atatürk’ün 16 Mart 1923’te Türk Ocaklarında Esnaf Cemiyetinin verdiği çayda yaptığı konuşma yine toplum ve sanat hayatımız bakımından, dini anlama bakımından önemli mesajlarla doludur. “Bir milleti yaşatan temellerin en mühimlerinden” biri olarak sanatı işaret eden ve “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur” diyerek sanatın önemini vurgulayan Atatürk, sanat erbabının cemiyetleşmesine ve birikimin gelecek nesillere aktarılmasına özel bir ehemmiyet atfetmiştir.19
Osmanlı döneminde sanatın ihmal edildiğini ve neredeyse tamamen gayrimüslimlerin eline bırakıldığını hatırlatan Atatürk, Adana üzerinde kimsenin hakkı olmadığını, “bu memleket tarihte Türktü, o halde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” sözleriyle ifade etmiştir. Atatürk gösterdiği hedefe ulaşmanın en önemli vasıtasını da aynı konuşmada ortaya koymuştur: Esnafların sofrasında olmaktan mesut olduğunu ifade ederken saadetinin “sanatkârların ufak dükkânları yerine muhteşem fabrikalar yapıldığını gördüğüm gün en hakiki ve en yüksek derecesini” bulacağını, kısaca sanayileşmiş, modernleşmiş çağdaş bir Türkiye hayalini dile getiriyordu.20
h- Din Bilinci
15–18 Mart 1923 ziyaretinde üzerinde durulan hassas konulardan birisi de din idi. Esnafların Cuma gününü tatil olarak kabulünün din dışı bir hareket olduğu iddiasıyla toplumun kafasını karıştırmak isteyenlere karşı ifade ettiği “Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyar ile hangi şeyin bu dine muvafık olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, menfaati âmmeye muvafıktır; biliniz ki, o bizim dinimize de muvafıktır. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam’ın menfaatine muvafıksa kimseye sormayın. O şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın tetabuk ettiği bir din olmasaydı ekmel olmazdı, âhir din olmazdı”21 ilkesi dinin her türlü çıkara alet edilmesini önleyecek temel bir ölçüdür. İnsanların din gibi ulvi bir müessesenin aynı zamanda süfli çıkarlara alet edilebilen bir mevzuda istismarcılara alet olmamalarını istemiştir. Türk insanının aile ocağında edindikleri bilgileri kullandıklarında bile doğru ve yanlışı ayırt edebileceklerini hatırlatan Atatürk, “her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil dimağladır” uyarısını yaparken şekilden ziyade öze bakmayı önermiş, “milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasıyla müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardır”22 sözleriyle gerçek durumu dile getirmiştir.
ı- Hak ve Hürriyetler Bilinci
Atatürk’ün ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan en önemli ziyareti olarak nitelenen23 16 Şubat 1931 tarihli gezisinde verdiği mesajlar ise iki temel noktada özetlenebilir. Gezi, Serbest Fırka deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına ilaveten Menemen’de ortaya çıkan irtica hareketinin yarattığı sıkıntıları yerinde tespit etme amacıyla yapılmıştı. Bir kısım büyük toprak sahipleri ile milletvekillerinin aktardığı malî sıkıntıların yerinde incelendiği gezide önemli mesajlar verilmiştir. Ekonomik kriz ve para darlığı dolayısıyla çiftçilerin devlete vergilerini, bankalara kredi borçlarını ödeyemedikleri şikâyetini dinleyen Atatürk, bazı sıkıntıların olduğunu kabul etmekle birlikte konunun kısa zamanda büyük servet yapmak için imkânlarının üstünde kredi alanların sıkıntılarını genele yansıtmalarından kaynaklandığını tespit etmişti. Vergilerin çokluğundan, dinin ortadan kaldırıldığından şikâyet eden bu gibi kimselerin devletin yıkılmasını istediklerini belirten Atatürk, verginin askerlik gibi kutsal bir vatan borcu olduğunu, vatandaşı devlete karşı tahrik etmenin ise vatana ihanet olduğunu ihtar etmiştir.24 Bu gibi muhaliflerin istismar ettikleri vasıta daima hürriyet kavramı oluyordu.
Atatürk, fikir ve vicdan hürriyetinin varlığı yanında, “fertlerin vücuda getirdiği toplumun kurduğu, dayandığı bir devlet, devletin de yönetimi ve hâkimiyeti” olduğunu hatırlatmıştır. Ferdin hürriyetini korurken devletin de irade ve hâkimiyetinin felce uğramamasına çok dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çeken Atatürk, “fertlerin hürriyetinin devletin hâkimiyeti ve iradesinin kuvvetli olmasına bağlı olduğunu, devlet iradesi felce uğrarsa fertlerin hürriyetini muhafaza edecek hiçbir kuvvet ve vasıtanın kalmayacağı” gerçeğini dile getirmiştir.25 Ferdi hürriyetlerin daima korunması için çalışılan kutsal haklar olduğuna değinen Atatürk, bu yapılırken devlet otoritesi hiçe sayılırsa buna sebep olanlar başka devletin otoritesi altına girmek zilletine düşecekleri uyarısında bulunmuştur.26 Cumhuriyet hükümetinin ve partinin izlediği yolun “milletin refahı ve mutluluğu ile vatandaş hürriyetinin sağlanmasına yönelik” kutsal bir amaç olduğunun ifade eden Atatürk, bu çerçevede devletin gücü otoritesini korumanın vatandaşlara, bilhassa hâkimlere düştüğünü hatırlatmıştır. Burada önemli olan: vatandaşların hürriyetini düşünürken devletin otoritesinin güçlü kalmasına dikkat etmektir.
i- Dil birliği ve Vatandaşlık Bilinci
Atatürk’ün 15–18 Şubat 1931 ziyaretinde üzerinde durduğu ve Türk Ocağı idarecilerine eleştiri getirdiği diğer önemli husus, şehir nüfusunun 1/3’ünün Türkçe konuşmaması ve bunun mahzurları üzerine olmuştur. Bir millete mensubiyetin en belirgin niteliğinin dil olduğunu, dolayısıyla “Türk Milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve behemehal Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz” diyerek konunun hassasiyetine dikkat çekmiştir. Eğer toplum, gençler, siyasi ve sosyal bütün kuruluşlar kayıtsız kalırsa neticesi ne olur? Sorusunu soran Atatürk, cevabı da vermiştir: “ Efendiler, herhangi bir felaketli gününüzde bu insanlar, başka dille konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilir. Türk Ocaklarımızın başlıca vazifesi bu gibi unsurları, bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktır. Bunlar Türk vatandaşlarıdır. Bu gün ve yarın talihimiz ve kaderimiz birdir.”27 sözleriyle yapılması gereken vazifeleri ifade etmişlerdi. Bu konuşmada da farklı kültürel özelliklere sahip vatandaşların hiçbir şekilde dışlanmaması gerektiğini bilakis sivil toplum örgütlerinin bunlarla daha fazla ve yakından ilgilenmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu sahada gösterilen ihmalkârlıklar hem Adana’da hem de memleketin doğu ve güneydoğusunda Atatürk’ün 1930’lu yıllarda işaret ettiği sakıncaların devam etmesine yol açmıştır.
1924 Anayasasının 88. maddesinde tasrih edilen “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur.”28 anlayışını dile getiren Atatürk, bir fert ayırt etmeden bütün vatandaşlarının Türkiye üzerinde emeli olan emperyalist devletlerin oyunlarına alet olmalarına kadar gidebilecek ihmallere karşı Türk milletini uyarmıştır.
Sonuç
Bütün hedeflerin gerçekleşmesi için temel şart ekonomik olarak tam bağımsızlığın sağlanmasıydı. Devletin yıkılmasına yol açan, ülkeyi baştanbaşa harabeye çeviren sebep devletin ekonomik bakımdan dışa bağımlılığıydı. Dolayısıyla askeri zaferlerden sonra derhal sanat, zanaat ve iktisadiyat sahasında hızlı adımlarla yürümek gerekiyordu. Atatürk bu yürüyüşün gerçekleşmemesi sebebini önceki siyasî-idarî sistemde buluyordu. Devletin halkı bilgisiz bıraktığını, milletin sadece asker ve vergi gerektiği zaman hatırlandığını, kuvvetinin gereksiz fetih girişimlerinde boşa harcandığını belirtmekteydi. Milli olmayan, millet menfaatine olmayan girişimlerle yok olmanın kenarına gelen Türk milletinin artık bir halk hükümetine sahip olduğunu dile getiren Atatürk, milli egemenliğe dayalı sistemin bütün gereklerini henüz yerine getiremediklerini açık yüreklilikle kabul ederken geçen sürenin yetersizliğine de değinmektedir. Bütün olumsuzluklara karşın yeni idarenin milli varlığı, şerefi ve haysiyeti kurtardığını, düşmanların ödetmeye çalıştığı asırların birikimi faturayı da bu millete ödetmediklerini dünyaya gösterdiklerini gururla ifade etmiştir.
Türk milletinin birlik ve beraberlik içinde her hedefine ulaşacağına olan imanını dile getiren Atatürk bunun için çok önemli bir şartı da Adanalıların şahsında Türk milletine bir daha hatırlatmaktadır: “Yeter ki birbirimize olan emniyet ve itimat münselib olmasın.”29 Millet fertlerinin birbirine şüphe ile yaklaştığı, güvenmediği bir ortamda halkın yöneticilerine de güvenemeyeceği tabidir. Karşılıklı güven olmazsa tarafların tabiî vazifelerini de yerine getirmeyecekleri açıktır. Bir milletin fertlerinde birbirlerine ve yöneticilerine olan güven sarsılırsa hiçbir şekilde gelişme kaydedemeyeceği açıktır. Atatürk’ün o günler için bahsettiği tehlikenin bu gün de ayniyle varit olduğunu ifade etmek durumundayız. Gerek iç gerekse dış mihrakların elbirliği ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının birbirlerine olan güveni zedelenmekte, vatandaşların bir kısmı diğerine düşman edilmeye çalışılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında gerek Doğu – Güneydoğu Anadolu, gerekse Kuzey Irak’ta emperyalist devletlerin kendi emellerini gerçekleştirmek üzere kışkırttıkları insanların kısa sürede düştükleri hatayı görüp TBMM etrafında kenetlendiği unutulmamalıdır. Tarih ancak ibret alınmadığı zaman tekerrür etmektedir. Yaklaşık bir asır sonra aynı çevreler benzer kışkırtmalarını yeniden uygulamaya koymuşlardır. Kendi askerleri yerine sömürgelerin insan gücünü kullanan, Anadolu’da ise Ermeni vatandaşları olmayacak vaatlerle kandıranlar bugün de sahnededirler.
Türk tarihinin yaklaşık son iki yüzyılında farklı vesilelerle fakat aynı emelle din ve ırk farklılıklarını kullanan emperyalizmin Türk milletini sürüklediği uçurum bütün fertlerine yönelik bir tehdit olmuştur. Bu gün de aynı hataya düşmemek birlik ve beraberliğimizi muhafaza ederek çağdaşlaşma yolunda ilerlemek zorundayız. Bunun için yeni, farklı rehberler aramaya ihtiyacımız yoktur. Fikirlerini, uygulamalarını ülke, millet ve tarih gerçeklerine dayandıran liderin gösterdiği yol, Türk milleti ve devletinin ilelebet var olmasının şifresidir.

1 Atatürk’ün 15 Mart 1923 tarihinde Adana Türk Ocağında gençlere hitaben yaptığı konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (ASD), II, Ankara 1997, s. 120.
2 15–17 Mart 1923, 13–17 Ocak 1925, 16 Mayıs 1926, 15–18 Şubat 1931, 28 Ocak 1933, 19 Kasım 1937 ve en son 24 Mayıs 1938 tarihlerinde Adana’da bulunan Atatürk’ün Adana gezileri hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, Adana 1981; Ayrıca, Mehmet Önder, Atatürk’ün Yurt Gezileri, Ankara 1985; Adem Düzgün, Sebepleri ve Neticeleri Açısından Atatürk’ün Yurt Gezileri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1988.
3 Atatürk’ün Hataylı çocuklara söylediği söz farklı kaynaklarda değişik şekillerde kaydedilmiştir. Mesela, gezide yanında yer alan dönemin kalem erbabı simalarından ve Bölge Maarif Emini olan İsmail Habip Sevük: “kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz” şeklinde aktarmaktadır Geziyle ilgili daha geniş izlenimleri için bkz. İsmail Habip Sevük, O Zamanlar (1920–1923), Ankara 2001, s. 243.
4 Hilmi Uran, Hatıralarım, Ankara 1959, s. 170–173.
5 Hilmi Uran, aynı eser, s. 171.
6 Atatürk’ün 15 Ocak 1923 tarihinde Adana Türk Ocağında yaptığı konuşma, ASD, II, Ankara 1997, s. 120.
7 15 Mart 1923’de Lise Binasında Halkla Konuşma, ASD II, s. 119.
8 16 Mart 1923’de Türk Ocağı binasında Adana Çiftçileriyle konuşma, ASD II, s. 127.
9 Aynı konuşma, ASD II, s. 120.
10 Adana Türk Ocağında Çiftçilerle 16 Mart 1923 tarihli konuşma, ASD II, s. 121.
11 Aynı konuşma, ASD II, s. 128.
12 Atatürk’ün Hatay meselesini hallederken uyguladığı yöntem için bkz. Cezmi Eraslan, “Understanding of Atatürk’s Foreign Policy, Peace at Home, Peace in the World, and Accession of Hatay to Turkey” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 49,Ankara 2001, s.345–359.
13 Fransa’nın işgal ettiği şehirlerimizde yaptıklarının bu gün Fransa’nın Ermeni tehciri meselesinde ülkemiz ile olan ilişkilerin rengini göstermesi bakımından da hatırlanması gereklidir. Mütareke hükümlerine aykırı olan, ancak güç kullanarak uygulayabilecekleri talepleri üzerine II. Ordu birliklerinin Adana’dan çekilmesinden sonra 11 Aralık 1918’de Fransız subayların idaresinde 400 Ermeni’den oluşan bir Fransız taburu Dörtyol’a girmiştir. Yarbay Romieu komutasında 17 Aralık’ta Mersin’den karaya çıkan Fransız birliklerinin müfrezeleri Tarsus, Adana ve Misis’i işgal etmişlerdi. 19 Aralık’ta ise Suriye işgal orduları komutanı General Hamlin Adana’ya geldi. Fransızlar beraberlerinde getirdikleri Ermeni Alayından başka yerli Ermenileri de silahlandırarak Türklere karşı kullanma yolunu tutmuşlardır. Ermeni lejyonlarının tedhiş hareketlerine karşı direniş hareketlerinin hız kazanması üzerine Fransız işgali altındaki yerlerin askeri kontrolü İngilizlere, mülki idaresi Fransızlara bırakıldı. Fransızların Mısır’da kurdukları Doğu Alayı (Legion D’Orient) dâhil olmak üzere Adana ve çevresinde Saimbeyli’de 1500, Adana ve Mersin’de 1000, Osmaniye Haruniye, Bahçe ve Islahiye’de 1000, Kozan’da 300 kişilik silahlı güçleri faaliyet gösteriyordu. Türkler mütareke koşullarına uymalarına karşın Fransızların gözetiminde Ermeni çeteleri Türk yerleşim birimlerine saldırmaktaydı.
20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’na kadar olan uygulamaları için Fransız resmî belgeleri dikkate şayan hususları dile getirmektedir. Bunlardan Binbaşı Labonne, 7 Kasım 1919 tarihinde Fransız Harp Bakanlığına gönderdiği raporda “Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Çukurova konusunda kendilerine kızgın olduklarını, zira belli şehir ve bölgelere Müslüman halka eziyet edebilecek sivil ve askeri yöneticiler atadıklarını, Seyhan kıyılarında belki biraz fazla Ermeni yanlısı bir politika izlediklerini” kabul etmekteydi. Müslüman halkın “gerek sivil gerek asker Ermenilerin kötü hareketlerini şikâyet etmekte tamamen haksız olmadıklarını” ifade etmekte “Antep’e şehri işgal etmek için bir Ermeni Lejyonu göndermekte hata ettiklerini” itiraf etmekteydi.
14 Aynı subayın 16 Kasım 1919’da gönderdiği raporda ise, Ermenilerin Çukurova’da işi zorlaştırdıklarından ve Fransız hâkimiyeti istediklerinden bahsederken, cezalandırılmayacaklarından emin olan Ermenilerin “Fransız işgal ordularının kanatları altında Türklerden intikam almaya çalıştıkları”nı dile getirir. İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri, Defrance’ın 12 Ekim 1919 tarihli bir gizli raporunda Çukurova’nın Suriye ve Araplara değil Türklere ait olduğunu belirtmekte ancak “himayeye muhtaç Ermenilerden dolayı özel bir rejime tabi tutulmasını istemektedir. Diğer taraftan Fransızların bağımsız bir Ermenistan oluşturmayı düşünmedikleri de belgelerine yansıyan bir husustur. Fransız Kara Kuvvetleri Arşivinde yer alan 1 Kasım 1919 tarihli bir raporda da Ermenilerin Çukurova’da Fransızların himayesinde huzur içinde yaşadıkları, fakat burada kurulacak bağımsız bir Ermenistan’ın uzun ömürlü olamayacağı kabul edilmektedir. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara 1983; Bige Yavuz, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileri, Fransız Arşiv Belgeleri Açısından 1919–1922, Ankara 1994.
15 Sadece Fransa’nın değil Almanya’nın da Çukurova’nın pamuk üretme potansiyeli ile yakından ilgilendiği, Prusya ve Saksonya’daki tekstil fabrikalarının ihtiyacını buradan karşılama planları yaptığı ve bölge için “Alman Hindistan’ı” tanımını kullandıkları hakkında bkz. Bige Yavuz, Türk-Fransız İlişkileri, s. 84.
16 Bige Yavuz, aynı eser, s. 85.
17 Bige Yavuz, aynı eser, s. 86.
18 Aynı konuşma, ASD II, s. 128.
19 Cumhuriyet Gazetesi, 19 Şubat 1931, sayı 2440, s.4; Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 60.
20 Adana Esnaflarıyla 16 Mart 1923 tarihli Konuşma, ASD II, s. 129.
21 Aynı konuşma, ASD II; s. 132.
22 Adana Türk Ocağında Esnaflarla 16 Mart 1923 tarihli konuşma, ASD II, s. 131.
23 Aynı konuşma, ASD II, s. 131.
24 Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, Adana 1981, s. 56.
25 Gazi Hazretlerinin Çok Mühim Nutku, Cumhuriyet Gazetesi 19 Şubat 1931, sayı 2440, s. 1 ve 4.
26 Toros, aynı eser, s. 59.
27 Toros, aynı eser, s. 60.
28 Atatürk, Türk Ocağının sağlık meselelerine yönelik faaliyetleri gerçekleştirirken asıl görevi olan sosyal meselelerde eksik kaldığı eleştirisini muhtemel sonuçlarıyla birlikte ortaya koymuştur. Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 61.

29 Adana Çiftçileriyle 16 Mart 1923 tarihli konuşma, ASD II, s. 127.