AĞRI İSYANI (1926-1930) BÖLÜM 1
Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler, Ağrı İsyanı,Mehmet KÖÇER, AĞRI , Mehmet KÖÇER ,Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi ,Ağrı,Türkiye Cumhuriyeti,
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
Fırat University Journal of Social Science
Cilt: 14, Sayı: 2, Sayfa: 379-388, ELAZIĞ-2004
AĞRI İSYANI (1926-1930)
The Ağrı Rebellion (1926-1930)
Mehmet KÖÇER
Fırat Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü. ELAZIĞ
mehmet_kocer2000@yahoo.com
Özet
Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda Türkiye’de çeşitli ayaklanmalar meydana gelmiştir. Devlet Doğu illerinin sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlarına çareler
aramaya çalışmışsa da bu illerde yaşayan şeyh ve ağalar, dış unsurların kışkırtmalarıyla devlete karşı ayaklanmışlardır. Ağrı isyanı bunlardan dış desteğin yoğunluğu ve Kürtçülük yönüyle ön plana çıkmıştır.
Ağrı İsyanı’nı ve bölgedeki yakın geçmişte yaşanmış, güncel olarak da yaşanmakta olan ya da yaşatılmaya çalışılan karmaşaları doğru analiz edebilmek için Doğu Anadolu’daki siyasî hakimiyet mücadeleleri ve sömürgecilik yarışını dikkate almak gerekir. Geniş bir çerçeve olarak Ortadoğu ve Türkiye’nin siyasî ve coğrafi bütünlüğü yönünden de Doğu Anadolu, bu mücadelelerin en yoğun yaşandığı ve yaşanmakta olduğu bölgelerden biridir. Sömürgeci Avrupa’nın Osmanlı Devleti’ni parçalama ve paylaşma projesi içinde söz konusu bölgelerin siyasî ve ekonomik değerleri yanında stratejik konumu da önemli bir yer tutarken, sömürgeciler, bölgenin etnik unsurlarından faydalanmayı ihmal etmemişler, hatta bölgedeki gayrı müslim unsurlarla elde edemedikleri başarıları Müslüman unsurların millîyetçilik duygularını ve feodal unsurların ihtiraslarını tahrik ederek elde etmişlerdir. Bu çerçevede Doğu Anadolu bölgesi, XIX. yüzyılın başlarından itibaren İngiltere, Rusya ve Fransa’nın nüfuz kurmak istediği bir alan olmuştur. Bu devletler içerisinde özellikle İngiltere, bölgedeki Kürt aşiretlerini kullanarak Orta ve Uzakdoğu’ya yönelik yeni stratejiler geliştirmeye çalışmış, 1800’lü yıllardan itibaren bölgeye misyoner ve şarkiyatçılar göndermiş, bölgedeki Kürtlere yönelmiştir.1 Aynı dönemlerde Osmanlı Devleti de
siyasî ve kültürel ıslahatlar yapmaya zorlanmıştı. Batı baskısından kurtulmak ve bir Avrupalı olmak, birlik ve bütünlüğünü korumak amacıyla bir hayli gayretkeş davranan Osmanlı Devleti bu konuda da hüsran yaşamıştı.2
Osmanlı Devleti’nde Kürt millîyetçiliği, kısmen Ermeni millîyetçiğinin kısmen de Jöntürk hareketinin taklit edilmesiyle doğmuştu. Osmanlı Devleti’ne karşı, oluşan bu hareket hem İngilizler hem de Ruslar tarafından körüklenmişti. Burada işlenen sadece Kürtlerin millî şuuru değil, bölgenin sosyal yapısı içinde aşiret reisleri, toprak ağaları, kısaca feodal liderlerin ihtiraslarıydı. Yapılan propaganda sonucu, her feodal lider kendisini, kurulacak Kürdistan’ın lideri, yöneticisi, hakimi olarak görmekteydi. Ancak zamanla Kürt toplumu bir millî şuur ile hürriyet hareketine girişmek yerine kendilerini tâbi gördükleri liderlerine bağlılık ve sadakat göstermeye başlamıştı. Bu ortam içerisinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak için ilk ciddi girişim, 1880’de, Van Gölü’nün güneydoğusunda etkili olan Ubeydullah’ın İran ve Azerbaycan’da başlattığı hareketti.3
Osmanlı Devleti’ndeki siyasî Kürtçülük hareketi ise, XIX. yüzyılda İmparatorluğun karşılaştığı her sıkıntılı dönemde kendini göstermiş, 1828-1829 Rus harbi ile 1834 Bulgar bağımsızlık savaşından sonra da var olmakla birlikte, I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra daha ciddi boyutlara ulaşmıştır.4
Osmanlı Devleti’nin yıkılış devrinde fazla öne çıkamayan Kürtçüler, dış güçlerin de tahriki ile Millî Mücadele sırasında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra faaliyetlerini artırmışlardır. Bu hareketlenme, büyük devletlerin Ankara Hükümeti’ni uluslararası alanda köşeye sıkıştırmak için önemli hamlelerinden birisi olmuştur.
Millî Mücadele esnasında çıkan Koçgiri ve Millî aşireti isyanlarında, Kürt Teali Cemiyeti TBMM Hükümeti’ne karşı faaliyetleri yürütmüştü. Bu isyanlar bastırılmakla birlikte Millî Mücadele’nin gidişatına olumsuz etkileri olmuş, en azından ulaşılacak başarı geciktirilmiştir. 5 Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ise, İngilizlerin desteği ile çıkan Şeyh Said isyanı yüzünden, TBMM Hükümeti Musul meselesinde geri adım atmak zorunda kalmış,6 Misak-ı Millî’ye dahil olan bu bölgeyi İngiliz kontrolüne bırakmıştır.7
Aynı şekilde 16 Şubat 1926’da patlak veren Hakkari Beytüşşebap isyanı sırasında ise, Livinli İsmail ve Nordüzlü Lezki önderliğindeki asiler kontrol altına alınmakla birlikte, isyancılar ve aşiretleri Irak’a sığınmak zorunda kalmış, binlerce insan, sırf ağalarının yanlış kararı yüzünden topraklarını terk etmek zorunda kalmıştı.8
XX. yüzyıl başlarında Batılı devletlerle ittifak yaparak Osmanlı Devleti ve TBMM Hükümeti aleyhine faaliyetlere girişen Ermeniler ve bazı Kürt aşiretleri, daha Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir araya getirilerek ortak hareket etmeleri istenmiş, ancak bu mümkün olmamıştı.9 Hatta Batılı devletlerin yönlendirmesi ile Büyük Ermenistan’ı kurma projesinde Kürtlerle Ermeniler arasında işbirliği kurulmasına çalışılmıştı.10 Bu faaliyetler başlangıçta sonuca ulaşmasa bile, İngiltere’nin önderliğinde, Rusya, Fransa ve İran’ın desteği ile 1927’de Hoybun cemiyeti kurulmuş, Ermeniler ve Kürtçüler faaliyetlerini birlikte yürütmeye başlamıştır.11
Şeyh Said isyanının ardından Türkiye’den kaçarak Suriye, İran, Irak’a sığınan asilerin ileri gelenleri, Kürt Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti, Kürt Ulusal Birliği ve Kürt Millet Fırkası mensupları ile Ermeni Taşnak komitesi üyelerinin katılımıyla kurulan Hoybun cemiyeti, ilk toplantısını, 1927 Şubat’ında, İngilizlerin denetimi altındaki Irak’ın Revandüz şehrinde, kumandan Edmons’un nezaretinde yapmıştır. Bu toplantıda Türkiye’ye karşı yapılacak isyanın planları hazırlanmış ve Şemdinli Yüksekova’dan başlamak üzere Van’a kadar olan bölgenin ele geçirilmesi, Van’ın alınmasından sonra ise İngilizlerin vaad ettiği para ve silah yardımının gerçekleşeceği kararı çıkmıştır.12 Irak’ta yapılan toplantıdan sonra, İngilizlerin desteğini alan Hoybun cemiyeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takip eden dönemde Türklere yönelik soykırım faaliyetlerine katılan gruplar içerisinde en önde gelenlerden birisi olmuştur.13
Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinde, Doğu Anadolu bölgesindeki Kürt aşiretlerinin devlete bakışı belirli sebeplerle şekillenmiştir. Bunlar içerisinde, devletin yaptığı reformlar sebebi ile ağa, aşiret reisi gibi statüye sahip insanların yeni vatandaşlık düzenlemeleri ile bu konumlarını kaybetmesinin büyük etkisi vardır. Öyle ki yeni düzene tepki gösteren bu grup mensupları, dış güçlerin de propagandası ile şeriat devleti istemek ve Kürt ahalinin haklarını savunmak gibi taleplerle devlete isyan etmeye başlamışlardır.14 Bu karışıklık döneminde hükümet, özellikle aşiret reisleri ve şeyhlerin gücünü kırarak bölgedeki denetimlerini artırmıştır.15
Şeyh Said isyanından sonra olması muhtemel menfî hareketleri önlemek amacıyla pek çok şeyh ve ağa başka bölgelere nakledilmiştir. Bununla birlikte, hükümetin birleştirici eğitim politikalarını bölgede yeterince uygulayamaması, bölgedeki karışıklıkları önleme yolundaki faaliyetlerin yarım kalmasına sebep olmuştur.16
Bugün bile azımsanmayacak önemli gelişmelere rağmen, devlet bu bölücü yapıyı ve etkisini kırabilmiş değildir.
İttihad ve Terakki döneminde Hamidiye alaylarının tasfiye edilmeye başlanması, Doğu Anadolu Bölgesi’nde istikrarsızlığa sebep olmuştu.17 Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ise, bölgedeki Kürt aşiretleri, 1915-1930 arasında, yörede oluşan otorite boşluğundan faydalanarak eşkiyalık faaliyetlerine girişmişti. Devlet de bu durumun önüne geçebilmek için zaman zaman bölgedeki aşiret reislerine yetki vererek onları yanına çekmeye çalışmış, ancak başarılı olamamıştır.18
Ankara Hükümeti’nin aldığı tedbirlere rağmen, Doğu Anadolu’daki isyan girişimleri Cumhuriyet yönetiminin ilk yıllarına damgasını vurmuştur. Öyle ki Şeyh Sait isyanı bastırılıp sükunetin sağlandığı dönemden, hemen sonra İhsan Nuri’nin önderliğinde 16 Mayıs 1926’da Ağrı’da patlak veren ve dört yıl boyunca devam eden ayaklanma, bölgedeki huzuru tamamen bozduğu gibi Cumhuriyet devrinin en uzun süreli isyanlarından birisi olmuştur.19 İsyanın Ağrı ile sınırlı kalmayıp Dersim gibi çevre vilayetlere de sıçraması ise, bütün Doğu Anadolu’nun güvenliğini tehlikeye düşürdüğü gibi Ankara Hükümeti’ni de oldukça zora sokmuştur.20
Ağrı isyanının çıkmasında ve bu derece uzun sürmesinde çeşitli iç ve dış faktörler önemli olmuştur. Daha önce bahsedildiği üzere İngiltere’nin ve Hoybun Cemiyeti’nin bu isyanın çıkmasındaki rolü çok büyüktür. Asilerin kısa sürede kontrol altına alınamama sebebi ise, devlet güçleri üzerlerine geldiğinde Ağrı Dağı’nın sarp bölgelerinden İran tarafına geçebilmeleridir. Bu durumun önüne geçmeye çalışan Ankara Hükümeti, Tahran yönetimine baskı yaparak her ne şekilde olursa olsun isyancılara yardım etmemelerini talep etmiştir. İki ülke arasında gerginliğe sebep olan bu mesele, 22 Nisan 1926’da imzalanan “ Türkiye-İran Dostluk ve Güvenlik Antlaşması ” ile aşılmaya
çalışılmıştır.
Bu antlaşma ile taraflar, kamu güvenliğini ve düzenini bozmak ya da hükümet devirmek amacı güden kuruluş ve örgütlerin oluşmasına ve çalışmalarına müsaade etmeyeceklerini kabul etmişlerdir. Ayrıca sınır aşiretlerinin bu anlamda faaliyetlerinin kontrolü öngörülmüştür.21
1926 Antlaşması Ağrı isyanının kontrol altına alınması bakımından büyük anlam taşımasına rağmen, antlaşma hükümlerinin tam olarak uygulanamaması, İran’la yeni bir gerginlik ortaya çıkarmıştır. İsyancıların Türkiye sınırlarında meydana getirdikleri huzursuzluklar Türkiye’yi ciddi anlamda rahatsız etmeye başlamış,
Türk Hükümeti İran’a nota vererek 1926 Dostluk ve Güvenlik Antlaşmasına uymasını istemiştir. Yapılan çalışmalar neticesinde 1926 Antlaşmasına ilave olarak 15 Haziran 1928 tarihinde yeni bir protokol imzalanmış, İran, Türkiye’nin hassasiyetini anlayışla karşıladığını ifade ederek ilişkileri geliştirmeyi arzu ettiğini, eski antlaşma hükümlerine kesin bir şekilde uyacağını taahhüt etmiştir.22
Türkiye ile İran arasında imzalanan Dostluk ve Güvenlik Antlaşması ile 1928 protokolü, Ağrı isyanının gidişatını önemli ölçüde etkilemiştir.
Zira, geriye doğru gidildiğinde, isyanın başlangıç günlerinde Türk ordusunun karşılaştığı en büyük sıkıntının asilerin İran’a kaçmaları sonucu güvenliği sağlayamamaları olduğu görülür.
16 Mayıs 1926’da, İngilizlerin silah ve mühimmat desteği ile 23 Doğubeyazıt’ın Kalecik köyünde başlayan isyan sırasında, 28. Jandarma Alayı’na bağlı kuvvetlerin Demirkapı’da isyancılara yenilmesi üzerine, 3. Ordu Müfettişliği bir tedip hareketi planlamıştı. Bu plan gereğince 16 Haziran’da Küçük Ağrı Dağı eteklerine ulaşan birlikler, bazı küçük gruplarla karşılaşıp onları kontrol altına alsa da, bir türlü ana gruba ulaşamamıştı. Bunun sebebi, ordunun üzerlerine geldiğini öğrenen isyancıların Ağrı Dağı’nın arkasından İran’a kaçmalarıydı.24
25 Ağustos 1927’de 3. Ordu Müfettişliği’nin hazırladığı raporda bu duruma atıf yapılarak, halen Ağrı’da bulunan ve 800 kişi kadar oldukları tespit edilen asilerin
İran’a kaçabilecekleri, İran Hükümeti ile gerekli irtibatın kurulmasının şart olduğu vurgulanmaktaydı. Aynı raporda yeni bir tedip harekatına girişilmesi de teklif edilmişti ki, bu teklifi yerinde bulan Genelkurmay Başkanlığı, en kısa sürede bölgeye asker gönderilmesine karar vermiştir.
10 Eylül’de başlayan operasyonda 9. Kolordu birlikleri Ağrı Dağı’na doğru ilerlemeye başlamıştır. Harekatın beşinci gününe kadar önemli bir çatışma meydana gelmezken, 15 Eylül’de alınan bir istihbarata göre, isyana katılan bazı aşiretlerin İran’a geçebileceği öğrenilmiştir. Bunun üzerine ordu sınıra kaydırılmış, burada asilerle karşılaşan birlikler,kayıplar vermesine rağmen isyancıların çoğunu ortadan kaldırmıştır. Bununla birlikte, operasyon belirli bir aşamaya gelmiş iken, coğrafi şartların elvermemesi sebebi ile 9. Tümenin geri dönmesi, bazı isyancı grupların varlığını devam ettirmesine sebep olmuştur. Bölgenin tamamen kontrol altına alınamaması neticesinde, devlet karşıtı gruplar kısa süre sonra toparlanmış ve faaliyetlerine tekrar başlamıştır. Özellikle İran’da eğitim gören grupların 1930 yılında tekrar geri dönmesi ile bu faaliyetler hız kazanmıştır. Aynı dönemde Ağrı’nın Bağımsız Kürdistan’ın bir vilayeti olarak ilan edilmesi ve Celali Aşireti Reisi İbrahim Heski’nin Hoybun Cemiyeti tarafından Ağrı valisi olarak atanması, isyan teşebbüslerini hızlandırmıştır.25
Ağrı’daki bu gelişmeler yaşanırken, Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk başkanlığında 28 Aralık 1929 tarihinde bir toplantı yapmıştır. Bakanlar Kurulu üyeleriyle birlikte Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, I. Genel Müfettiş İbrahim Tali (Öngören) Bey’in de hazır bulunduğu toplantıda, 1930 yılı Haziran ayında, Ağrı’da bir tenkil harekatına girişilmesi kararlaştırılmıştır. Bu karar üzerine Genelkurmay Başkanlığı gerekli hazırlıkları yaparak harekat stratejisini belirlemiş, 1930 yılı haziranı sonunda başlayacak ve ertesi yıl da devam edecek operasyonda bölgenin eşkıyadan temizlenmesi için bütün tedbirler alınmıştır. 26
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***