AKP’nin Uzan’ı susturma operasyonu:
İnan Kahramanoğlu
23.02.2004/Sayı:
Cem Uzan AKP’nin Uzan’ı susturma operasyonu:
“Bürokratik diktatörlük” iş başında
AKP hükümetinin Uzanlara yönelik yoketme operasyonu 15 Şubat’ta Uzanlara ait 380 şirkete el konulmasıyla büyük ölçüde tamamlanmış oluyor.
Uzanlara kim neden saldırıyor? Uzan konusunda nasıl bir tavır almak gerek? Herkes tarafından merak edilen ve cevaplandırılması beklenen sorular bunlar.
AB lobisinden Uzanlara ölümcül darbe
Aslında Operasyonun gerekçesi ve kimler tarafından tezgahlandığı gün gibi ortada. Operasyona yönelik tepkilere baktığımızda Uzanlara karşı oluşan ortak cepheyi kolaylıkla görebiliyoruz. AKP, AKP yandaşı şeriatçı basın yayın kuruluşları, TÜSİAD ve Aydın Doğan, Uzanlar’a yönelik linç kampanyasının baş aktörleri.
Şeriatçı basın olayın ardından AKP’yi yolsuzlukla mücadele konusundaki başarılarından ötürü kutluyor. Vakit AKP’yi alkışlıyor ve devamının gelmesi dileğinde bulunuyor.
Tayyip’in bir yılı aşkın iktidarı boyunca Kıbrıs’tan Kuzey Irak’a dış politikada gösterdiği verkurtulcu tavır, Büyük şeytan ABD ile işbirliği, Yahudi lobisinden aldığı ödüller ve canciğer kuzu sarması pozları düşünüldüğünde, şeriatçıların zar zor buldukları bu kozu ellerinden geldiğince iyi kullanmaya çalışmaları doğal. Şaşırmıyoruz.
Uzanların baş düşmanı Doğan Medya gazeteleri de olayı sevinçle karşılıyorlar. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Uzan operasyonunu değerlendiren yazısında Uzanların yolsuzluklarından hortumculuklarına, bu ailenin Türkiye açısından nasıl bir talihsizlik olduğunu anlatıyor, Uzanların devletin ve halkın sırtına bindirdiği milyarlarca dolardan bahsederek operasyondan duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Elbette Türk basınındaki bu “kara leke”nin temizlenmesiyle ortalık “basın ilkeleri” doğrultusunda çalışan, pür-i pak Doğan Medya’ya kalıyor. Özkök, patronu Aydın Doğan’a yönelik yolsuzluk iddialarını, Doğan’ın AKP ile seçim öncesinde yaptığı pazarlıkları ve işbirliği karşılığı verilen teşvik ve borç ertelemelerini bir çırpıda unutturuveriyor.
Banka hortumcusu işadamlarına kelepçe takıldığında ortalığı ayağa kaldıran Özkök, Cem Uzan’ın yokedilmesini büyük bir memnuniyetle seyrediyor. Doğan Medya’nın “ilkeli” yayıncılığını ibretle seyrediyoruz.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek ise baştan sona hukuksuzluk örneği olan ve hiçbir maddi dayanağı olmayan bu yoketme girişiminin kişisel bir yanının bulunmadığını söylüyor. Çiçek’in açıklamasına sadece gülüyoruz.
Uzan operasyonu TÜSİAD çevresinde de benzer tepkilere yolaçıyor. Büyük sermaye hem önemli rakiplerinden birisinin yok edilmesiyle seviniyor hem de hükümetle olan yakın ilişkilerini operasyona verdiği destekle pekiştiriyor. Sermayenin işbirlikçiliğine verip normal karşılıyoruz.
Peki ama bütün yaşananlardan sonra Uzan olayını nasıl değerlendirmek gerekli?
AKP siyasi rakiplerini ortadan kaldırıyor
AKP, TÜSİAD ve Doğan Medya’nın başını çektiği AB lobisi bu son operasyonla birlikte Uzanlara açtıkları savaşı öldürücü bir darbeyle noktalamış oluyor.
AB lobisi tarafından basit bir yolsuzluk operasyonu olarak gösterilmeye çalışılsa da olayın tamamen siyasi gerekçelerle yapıldığı ortada.
AKP 3 Kasım seçimlerinin ardından tek başına iktidara gelirken Cem Uzan’ın Genç Parti’si üç ay gibi kısa bir sürede %7.5 gibi önemli bir oy oranına ulaşarak AKP karşıtı muhalefetin başına geçmişti. Genç Parti, AB ve IMF karşıtı söylemleriyle her geçen gün oy oranını biraz daha arttırmaktaydı.
AKP’nin yarattığı rejim tehlikesine karşı en büyük tepki Uzan’ın Genç Parti’sinden ve Uzan’a ait Star televizyonu ve Star gazetesinden geldi. Tayyip’in Berlusconi ile görüşmesinden Hikmetyar’ın dizlerinin dibinde çekilmiş fotoğraflarına kadar pek çok konuda olay yaratan ve AKP’yi zor durumda bırakan yayınlar Star medyası aracılığıyla yapıldı. Star Grubu’na şimdi bu yayınlarının bedeli ödettirilmek isteniyor.
Dünya basın tarihinde görülmemiş bir olay olsa gerek, Star ana haber sunucusu Can Ataklı RTÜK tarafından televizyona çıkmama cezasına çarptırılıyor. Fikir özgürlüğünden bahsetmek istiyoruz ama bu olaydan sonra abes kaçacağını düşünüyoruz.
Star gazetesine ve televizyonuna el konuluyor. Bir gün öncesine kadar iktidara karşı en sert muhalefeti yürüten bir gazete bir gece içinde devletin resmi yayın organına dönüştürülüyor. Gazetenin yeni çizgisini kabul etmeyen gazetecilerin yazı ve haberleri sansürleniyor. Antikomünizm deyince mangalda kül bırakmayan AKP böylece Stalin Rusyası’nda bile rastlanmayacak komik uygulamaları yürürlüğe sokmuş oluyor.
AKP 21. yüzyıl Türkiyesinde, şeriatçı şeyhliklerde bile görülmeyen bir sansür uygulamasına girişirken Türkiye’nin sürüklendiği bataklık için ister istemez endişeleniyoruz.
Uzan AKP’nin %50 oy hedefine kurban ediliyor
Uzan operasyonunun bu derece hızlı ilerletilmesinin arkasındaysa yaklaşan yerel seçimlere yönelik AKP planı var. Tayyip 3 Kasım’dan sonra en büyük rakiplerinin Genç Parti olduğunu söyleyerek AKP’nin Cem Uzan’ın bu büyük yükselişinden duyduğu korkuyu itiraf etmek zorunda kalmıştı.
Uzanlarla AKP arasındaki çatışma da 3 Kasım seçimlerinin hemen ardından başlamıştı. Aradan geçen bir yıllık süreç içinde adım adım yürüyen Uzan darbesi Uzanların bütün mal varlığına el konulmasıyla AKP’nin istediği biçimde sonuçlanmış oluyor.
AKP bu atağıyla siyasi alandaki bütün rakiplerinin neredeyse tamamen silindiği bir tabloda yerel seçimlerde %50’yi aşan bir oy oranı yakalayarak yaşadığı meşruluk bunalımını atlatmaya çalışıyor.
Türban ve YÖK tartışmalarından Kıbrıs ve Kuzey Irak’a kadar her alanda Türkiye’nin devlet politikasına tamamen aykırı uygulamalara girişen ve bu nedenle de Cumhurbaşkanlığı’ndan Genelkurmay’a kadar bütün devlet kurumlarıyla çatışma noktasına gelen AKP’nin sadece arkasına aldığı AB ve ABD desteği ile Türk devletinin direnişini kırması mümkün değil.
Yerel seçimlerde alınacak %50’lik bir oy oranı AKP politikalarının halk tarafından desteklendiği şeklinde sunulacak ve böylelikle de devletten gelen direniş kırılabilecek. Yerel seçimlerde istenilen başarı yakalanırsa arkasından erken bir genel seçim de gündeme alınarak AKP’nin Türk siyasetinin tek hakimi konumuna getirilmesi de sözkonusu olacak.
Uzan operasyonu da işte bu noktada anlam kazanıyor. Genç Parti 3 Kasım seçimlerinde özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerde büyük bir oy patlaması yapmıştı. Örneğin İzmir’de Genç Parti’nin oy oranı %15’i bulmuştu. Dolayısıyla AKP’nin hedeflediği %50’lik oy oranını gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engel Genç Parti. Uzanların tasfiyesiyle seçimler AKP için dikensiz gül bahçesine çevrilmek isteniyor. AKP en büyük siyasi rakibini elindeki iktidar gücünü kullanarak yokediyor.
AKP demokrasisi: Bürokratik diktatörlük
Uzan operasyonunun Türkiye tarihinde şu ana kadar eşi benzeri görülmemiş bir hukuksuzluk örneği olduğunu söylemek gerek. 12 Eylül’ün sıkıyönetim koşullarında bile taraflı da olsa bir yargılama süreci işletiliyordu. Oysa Uzanların karşı karşıya kaldığı durum 12 Eylül’ü mumla aratır nitelikte. Uzanlara ait şirketler polis tarafından basılıyor, çevik kuvvet ekipleri Cem Uzan’ın kendisine ait şirketine girmesine engel oluyor. Dahası Star TV ve Star gazetesine girmesi yasaklanan isimlerden oluşan bir liste oluşturuluyor ve gazete çalışanları ve hatta sahibi Cem Uzan kendisine ait bir kuruma sokulmuyor. Peki ama bu insanlar hangi gerekçelerle bir gazete binasına sokulmuyorlar, hangi kanuna dayanarak içeri alınmıyorlar. Bu soruların mantıklı bir cevabı elbette yok. Çünkü ortada tamamen keyfi bir uygulama sözkonusu. Olay bütün Türkiye’nin gözü önünde cereyan ediyor ancak olaya müdahale edecek tek bir yetkili bulunamıyor. Bu AKP’nin yarattığı diktatörlüğün boyutlarını da ortaya koyuyor.
Olayın basına yansıma şekli bile ortada bugüne kadar alışık olmadığımız bir durumun varlığını gösteriyor.
Operasyona ilişkin haberleri aktaran gazetelerin neredeyse tümünde benzer başlıklar göze çarpıyor: “Uzanların 380 şirketine el konuldu”, “TMSF, Uzan Grubu’na bağlı 219 şirkete el koydu”
Uzan operasyonu ile birlikte TMSF, BDDK, EPDK gibi bir çok kuruluşun adı ön plana çıktı. Önce EPDK (Enerji piyasası düzenleme kurulu) tarfından Uzanlara ait ÇEAŞ ve KEPEZ Elektrik’e el konuldu. Ardından yine Uzanlara ait İmar Bankası BDDK(Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) tarafından devralındı. Son operasyonla birlikte TMSF gibi, bırakın sıradan bir vatandaşı konuyla ilgili bir çok insanın bile ne işe yaradığını bilmediği bir kurul tarafından Türkiye’nin en güçlü sermaye gruplarından biri ve yine en büyük siyasi partilerinden biri bir çırpıda yok edilebiliyor. İnsan doğal olarak 380 şirkete birden el koyan TMSF’nin ne olduğunu , bu gücü nereden aldığını merak ediyor.
Burada AKP’nin Türk yargısını ve Meclisi devre dışı bırakarak istediği her türlü kararı alabileceği bir mekanizma yaratarak tam anlamıyla bir diktatörlük kurduğunu görmemek mümkün değil.
TMSF, bilmeyenler için açılımını yazalım, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, iki ay önce AKP’nin Meclis’ten geçirdiği kimi kanun değişiklikleriyle birlikte yeni bir statüye kavuştuktan sonra ilk iş olarak Uzanlara ait şirketlere el koydu.
AKP’nin Uzan’lara ait ÇEAŞ ve KEPEZ elektrikten sonra İmar Bankası’na el koymak için geçen aralık ayında çıkardığı 5020 sayılı yasanın da Anayasa’ya aykırı olduğu söyleniyor.
AKP yasal dayanağı tartışmalı kurullar ve anayasaya aykırı yasalarla yargıyı hiçe sayarak adım adım bir diktatörlük rejimine doğru gidiyor.
AKP’nin muhafazakar demokrasisinin aslında antidemokratik ve hukuku ortadan kaldıran bir bürokrasi diktatörlüğü olduğunu görüyoruz. Şeriatçıların ilkel baskı dürtüsüyle örtüştüğü için yadırgamıyoruz. Ancak hala ne idüğü belirsiz bir demokrasi aşkı adına AKP iktidarını savunanlar için üzülüyoruz.
12 Eylül’ü mumla aratan AKP faşizmi
AKP’nin Türkiye için öngördüğü rejimin 12 Eylül türü baskı rejimlerini bile aratacığını görmek açısından Uzan olayı önemli bir gösterge. Her fırsatta Kemalizmi baskıcı ve otoriter bir rejim olarak gösteren, Türkiye’de Ordu’nun müdahalelerini antidemokratik olarak nitelendiren ve demokrasi havarisi kesilen AKP’nin özlediği rejimin ne olduğu ortaya çıkmış oluyor. AKP her türlü yargı sürecini bir kenara atarak kurduğu sözde özerk kurullar aracılığıyla iktidarın bütün isteklerini tek bir emirle yerine getiren bir mekanizma kurmuş durumda. Doğrudan iktidarın emrine tabi bu mekanizma ile Uzanlara ait yüzlerce şirkete bir gecede el konulabiliyor ve bunun yasal bir dayanağının olup olmadığı kimseyi ilgilendirmiyor.
Oysa bugün özerk kurullara devredilerek doğrudan siyasal iktidarın tasarrufuna bırakılan karar alma süreçlerinin gerçekte yargı tarafından işletilmesi şart.
Ancak AKP yargıyı devre dışı bırakma ve hukuku çigneme konusunda zoldukça tecrübe kazanmış durumda. Bizzat Tayyip’in kendisi halkı kin ve düşmanlığı tahrik etmekten yargılanıp hapse düşmüş ve milletvekilliği yolu kapanmışken bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olabildiyse bu hukukun ayaklar altına alınması pahasına gerçekleşmiştir. Şimdi AKP Tayyip’in izinden gitmektedir.
AKP böylelikle bir taşla iki kuş vurmuş oluyor. Bir yandan en büyük siyasi rakibi Uzanları ortadan kaldırırken bir yandan da yargının devre dışı kalması ve dokunulmazlık zırhı sayesinde kendi hükümetindeki yolsuzluk sanıklarını korumaya almış oluyor.
Uzanlara saldıranlar Tayyip’i savunuyor
Bütün yaşananlardan sonra aslında son derece hukuksuz, kasıtlı ve yoketmeye yönelik bir siyasi operasyonla karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Ancak bu kadar açık gerçeklere rağmen konuya ilişkin değerlendirmeler içinde özellikle ön plana çıkan yanlış bir bakış açısı, Uzan olayında doğru tavır alınmasını da engelliyor. AKP’nin yaptığı bütün hak ve hukuk ihlallerini kabul eden ancak buna rağmen “Uzan da sütten çıkmış ak kaşık değil” diyerek Uzanlara cephe almayı öneren bakış açısı ister istemez Uzanlara karşı Tayyip’in safına düşmüş oluyor.
Madem Uzan devletin ve milletin parasını dolandıran bir hortumcu o halde bu hortumcuya gereken cezayı veren iktidarı desteklemeyip de ne yapmalı?
Burada temel yanlış Uzan’ın serveti ya da bu serveti nasıl edindiğini tartışmak. Kimse boşuna temiz sermaye, dürüst sermayedar aramasın, bulamaz. Sorun Uzan’ı savunmak ya da savunmamak gibi dar bir çerçeve de de ele alınamaz.
Uzan olayı Türkiye’de Batıya bağımlı bir ılımlı hilafet rejimi kurmak isteyen Türkiye’yi AB ve ABD çıkarları doğrultusunda parçalamaya çalışan, Cumhuriyet adına ne varsa ortadan kaldırmaya yeminli bir gerici iktidarla Türkiye’nin bağımsızlığını savunan güçler arasında yaşanan mücadele içinde yerli yerine oturtulabilirse ancak doğru değerlendirilmiş olur.
Uzanlar zaten tam da bu nedenle yok edilmek isteniyor. Uzan’ın Genç Parti’si Atatürkçülerin Atatürkçülük, milliyetçilerin milliyetçilik, solcuların solculuk yapmadığı bir ortamda ortaya çıktı ve itiraf etmek gerek, bunların hepsini de olabildiğince yaptı. Zaten Genç Parti’nin üç ay gibi kısa bir süre içinde bu kadar büyük bir oy oranına ulaşmasının arkasında da bu yatıyor.
Dolayısıyla bugün Atatürkçülük, solculuk ya da milliyetçilik adına Uzan’ı eleştirenler önce kendilerini sorgulamalıdır. Onların üzerlerine düşen görevleri yapmadıkları bir ortamda bu görev bir sermayedara kaldıysa herkesin dönüp önce kendisini eleştirmesi gerekmez mi?
Türkiye’nin geldiği kritik noktada asıl ihtiyaç bir an önce AKP’den kurtulmaktır. O nedenle AKP’nin nasıl bir rejim hedeflediği, hangi güçlerin taşeronluğunu yaptığı halka anlatılmalıdır.
Uzanların tasfiyesi bu mücadelede önemli bir gedik açmıştır. Ancak Star TV ekranlarına yansıyan direnişin sloganına hala ihtiyaç var: “Cumhuriyet için”!
http://www.turksolu.com.tr/50/turkiye50.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder