28 Aralık 2016 Çarşamba

Dışişleri Eski Bakanı Sayın Hikmet ÇETİN, Afganistan'daki NATO operasyonunun durumu



Dışişleri Eski Bakanı Sayın Hikmet ÇETİN, Afganistan'daki NATO Operasyonunun durumu



Dışişleri Eski Bakanı Sayın Hikmet ÇETİN, Afganistan'daki NATO operasyonunun durumu ORSAM'a değerlendirdi: 

ÇETİN: " EKONOMİK PAKET AÇILMAZSA, ASKER ARTIRIMI SONUÇ VERMEZ " 

Afganistan’da iki buçuk yıl süreyle NATO Yüksek Temsilciliği görevinde bulunan Dışişleri Eski Bakanı Hikmet Çetin, NATO harekatının sorunlarını ve geleceğini değerlendirdi. ORSAM Başkanı Hasan Kanbolat, Başdanışman Armağan Kuloğlu ve Editörümüz Burak Bilgehan Özpek’in sorularını yanıtlayan Çetin, Afganistan’ı öncelikli hedefi ilan eden yeni ABD Başkanı Obama’nın başarı şansından, Taliban’ı güçlendiren yerel etkenlere kadar bir dizi konuyu tahlil etti. Sanıldığının aksine Türkiye’nin Afganistan’daki katkısını artırmasının mümkün olduğuna işaret eden Çetin, risk alabilmenin büyük devlet olmanın önkoşulu olduğunu söyledi. 

ORSAM: Afganistan’ın uluslararası sistemdeki önemini daha çok hangi etkenlere bağlıyorsunuz? 

Hikmet ÇETİN: Birçok bakımdan önemli. Başlıca etkenlerden birincisi, Soğuk Savaş sonrasında, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından teröre karşı ciddi bir mücadele alanı olarak görülmesi. Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Afganistan’a yönelik tüm bu harekâtlara hiç tereddüt etmeden onay verdi. İkincisi; NATO, tarihinin en önemli girişim, karar ve eylemini Afganistan’da sergiliyor. 
İlk kez 5. maddeyi uygulamaya koydu. Amerika’ya yapılan saldırının dışarıdan kaynaklandığını ve bütün üyelere yapılmış olduğunu varsayarak kolektif savunma maddesine başvurdu. 

Dünyanın ilgiyle ve ibretle izlediği Taliban hareketi bugünkü noktaya nasıl geldi? Hangi şartlarda doğdu ve serpildi? 

Taliban bir Peştun hareketi. Radikal İslamcı bir örgüt. En katı kesim olan Vahabiliğin temsilcisi. Nereden nasıl çıktıklarını anlamak için Sovyet işgali dönemine gitmek gerekiyor. Pakistan’da Sovyet işgali döneminde dört milyona yakın Afgan göçmeni vardı. 2-2,5 milyon kadar da İran’da vardı. Taliban sözcüğü malumunuz talebe kelimesinin çoğulu. Çünkü bu kimseler Afgan göçmenlerin çocuklarıydı ve mesele öğrencilerin eğitimiyle başladı. Sovyetler çekildikten sonra Afganistan’da büyük olaylar, acılar, sıkıntılar yaşanıyordu. Sovyet işgali dönemine göre çok daha büyük acılardı bunlar. Bu noktada, işgalden sonra Afganistan’ı kaderine terk eden Batı’nın manevi sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Bana bir Alman general itirafta bulunup, “Bamyan’daki Buda heykellerine saldırılana kadar Afganistan’daki durum Almanya’da hiçbirimizin umrunda değildi. Ne zaman heykellere saldırdılar biz o zaman uyandık” dedi. Sovyet işgalinde yıkılmayan Kabil, iç savaş döneminde yakılıp yıkıldı. O dönem cumhurbaşkanlığı yapan Rabbani, her akşam Kabil’in bombalandığını anlatmıştı. İktidar mücadelesinde başkentte dahi asayiş sağlanamadı. İşte bu ortamda, Kandahar bölgesindeki bir köyde yaşayan Molla Ömer ve arkadaşları, ne zaman merkeze gidip gelseler yolda eşkıyalar tarafından soyuluyordu. Bu otorite boşluğunda çareyi yerleşim birimleri 
arasında kendi ağlarını kurup güvenliklerini sağlamakta buldular. Önlemler işe yarayınca ağı genişletip tüm Kandahar’ı ele geçirdiler. Ve daha sonrasında da başkente kadar geldiler. 

NATO harekâtının genel bir bilançosunu yaptığınızda başarı ve başarısızlıklar hanesinde neler görüyorsunuz? 

İlk 2-3 yıldaki gelişmeler gayet olumluydu. Taliban görevden uzaklaştırıldı. Artık terör odakları yönetimde değil. El Kaide ve Taliban’ın Afganistan içindeki bütün kampları ve donanımları yok edildi. Afganistan’da tarihi bir seçim süreci yaşandı. İlk defa seçimle bir devlet başkanı işbaşına geldi. Ardından, 36 yıl sonra ülkede ilk parlamento seçimi yapıldı. Ülkeye iyimser bir hava hâkim oldu. 

Taliban döneminde kızların, bayanların sokağa çıkması bile olanaksızken, bugün ilköğretimdeki 6 milyondan fazla öğrencinin 2 milyondan fazlasını kızlar oluşturuyor. Kadınlar yeniden sosyal yaşama döndü. Parlamentonun yüzde 27’si kadın. Bu noktada halkta iki beklenti hâkim oldu. Güvenliğin tesis edilmesi ve yaşam standartlarının artık hep iyi yönde seyretmesi. 

Bu beklentilere yanıt verilebildi mi? 

İki önemli sorunla karşılaşıldı. Evvelâ, 2005’in ikinci yarısından başlayarak özellikle terör eylemleri açısından durum değişti. Terör bir taraftan strateji değiştirdi bir taraftan da eylemlerini tırmandırdı. Bu trend her geçen gün hız kazandı ve halen ciddi bir sorun olarak varlığını koruyor. İkinci mesele, uyuşturucu sorunudur. Afganistan’da üretilen uyuşturucu Avrupa’daki tüketimin yüzde 90’ını karşılıyor. Bu fevkalade önemli. Bana göre Afganistan’da uyuşturucu üretimiyle mücadelede başarısız olundu. 

Afganistan’daki pek çok sorunun kaynağı uyuşturucu üretimi gösteriliyor. Herkes bu gerçeğin farkında olduğu halde neden kayda değer bir başarı sağlanamadı? 

Konuya sağlıklı bir teşhis konulamadı. Teşhis yanlış konunca önlemler de yanlış oldu. Haşhaşı üreten Afgan köylüsü. Yasadışı olsa da köylünün geçim kaynağı. Bağı bahçesi her şeyi harap olmuş ve kala kala elinde yalnızca haşhaş kalmış. Pazar sorunu yok. Avans alıyor ve bakması da kolay. Afgan çiftçisinin bir bölümü için haşhaş üretimi yaşam tarzı olmuş. Bu insanlara haşhaşı ikame edebilecek 
bir geçim kaynağı vermediğiniz sürece polisiye önlemlerde başarılı olamazsınız. Aynı zamanda da bu insanları zamanla terörün kucağına itersiniz. Aslında meselenin özü biraz da bu. Haşhaşın en fazla ekildiği yer güneydeki Helman bölgesi. Helman, Kolombiya’dan sonra en fazla üretim yapılan yer. 2006’da bir mücadele başlatıldı ve NATO birlikleri yoğun bir uğraş verdi. Tarlalar yok edilmeye çalışıldı. Fakat hem üretimin artışı önlenemedi, hem de oradaki insanların bir kısmı teröristlere yanaştı. Çünkü Taliban, köylülere onları koruma güvencesi verdi. Böylece onları yanına çekmiş oldu. 

Yeni dönemde halkın yaşamın her alanında yaşamın daha iyiye gittiğini görmesi ve ikna olması lazım. Çünkü beklenti çok yüksek. Bu ülke son 5-6 yılda 2-2.5 milyar dolar düzeyinde ekonomik yardım almış. Çok az. 


Afganistan’da Özbek ve Türkmenlerin siyasi sisteme katılımı açısından neler söylenebilir? 


Afganistan çok uluslu bir ülke. Orada herkes azınlık. Hiç kimse yüzde 50’nin üzerinde değil. İşin güzel tarafı, hiçbiri Afganistan dışında bir ülke düşünmüyor. En kötü dönemde bile bir Özbek Özbekistan’la ya da bir Türkmen Türkmenistan’la birleşmeyi düşünmedi. Afgan olmanın gururunu yaşıyorlar. Nüfusun yüzde 10-15 arası Özbek ve Türkmen’dir. Nüfus sayımı olmasa da General Dostum’un geçen cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı yüzde 10’u aşan oy oranı bunun bir göstergeydi. Hükümette iki Özbek bir Türkmen bakan var. Afganistan’daki bir olumsuzluk da, herhangi bir kurul oluşturulduğunda insanların bu birimin başarılı mı başarısız mı olacağına değil, kendisinden kaç kişi olduğun bakmasıdır. İşte Karzai bu şartlarda en iyisini yapmaya çalışıyor. Giyiminde bile o mesajı vermeye çalışıyor. Çaparının Özbekleri, şapkasının Tacikleri temsil etmesi, kendisinin ise Peştun olması tabii ki bir mesaj. Bazıları neden öyle giyindiğini soruyor. Yapmak istediği, bir bütünleşmenin 
mesajını verebilmek. 

Afganistan’da güvenlik açısından istenen noktaya gelinememesinde ne tür eksiklikler dikkat çekiyor? 

Milli ordu, milli polis oluşturuldu ama askerin ve polisin eğitimi yetersiz. Hem polisin hem milli ordunun araç gereç sorunu var. Afganistan gibi bir yerde özellikle yüksek hareket kabiliyetine sahip olunması çok önemli. Dağlık bir bölge. Askeri birliği sevk etmek için mutlaka hava imkanlarını kullanmak zorundasınız. O da helikopterle ya da C 130 ve C 160 gibi nakliye uçakları kullanarak 
yapılıyor. Batı bu konuda gerekli araç gereç desteğini vermedi. Hatta fazlalık olarak görülenler Irak’a kaydırıldı. Neticede Afganistan’a gerekli destek sağlanamadı. Zaten Afganistan dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Gıda, işsizlik, sağlık, eğitim sorunları çok büyük boyutlarda devam ediyor. Hem uluslararası kurumların hem de NATO’nun Afganistan’daki geçmiş deneyimlere bakarak yeni bir strateji geliştirmeye ihtiyacı var. 

Irak’taki savaşın Afganistan’daki güvenlik sorunlarına etkileri oldu mu? 

Pek tabii. En önemli örnek intihar saldırılarıdır. Aslında oradaki dünyanın kültüründe intihar saldırısı diye bir şey yok. 28 yıllık Sovyet işgali ve iç savaş sırasında hiçbir intihar saldırısı yok. Bu iş 2005’te başladı. Irak’ta bu yöntemin başarılı olduğunu ya da ses getirdiğini görünce derhal buraya getirdiler. Şimdi hükümetin otorite boşluğundan da yararlanarak özellikle güneyde ve doğuda halkın ekonomik sıkıntılarını da dikkate alarak eylemlerini arttırdılar. Taliban ve El Kaide bir kere yöntem olarak şunu gördü. NATO ordusuyla ya da düzenli bir orduyla savaşmaları mantıklı değil. Bunun yerine, ses getirecek ama maliyeti ve düzenlenmesi kolay eylemlere yöneldiler. Gerçekten de bu yöntemlerle mücadele etmek zor. Bir insan en önemli varlığı olan hayatını yok etmeyi göze aldığı zaman yapılabilecek çok bir şey yok. Tek yolu çok iyi istihbarat almak. Afganistan’a gitmeden önce bir toplantı için İsrail’e gittiğimde, o zaman Başbakan Yardımcısı olan Olmert, intihar saldırısı konusunda bana, belirli bir grubun intihar saldırısı gerçekleştireceği yönünde istihbarat alabildiklerini yani bir grubun intihar saldırısı gerçekleştirmek amacıyla hangi kente geldiğini öğrendiklerini ancak eylemi saat kaçta hangi mevkide gerçekleştireceklerini bilmediklerini söylemişti. 

Afganistan’da sorunlar ağırlaştıkça Pakistan üzerindeki baskı yoğunlaşıyor. ABD yönetimi Pakistan’a karşı oldukça sert bir tavır aldı. Afganistan’daki sorunun Pakistan’la olan ilişkisi ne denli belirleyici? 

Pakistan’daki medreseler bu şekilde devam ettiği sürece ne yapılırsa yapılsın, ne kadar asker gönderilirse gönderilsin Taliban devam edecektir. Çünkü o medreselerde Fas’tan Endonezya’ya kadar dünyanın her tarafındaki radikal gruplardan insanlar toplanıyor. Oralarda matematik ve kimya öğretilmiyor; cihat ve terör öğretiliyor. Pakistan ve Afganistan arasında çok yakın bir işbirliğine 
ihtiyaç var. Aksi takdirde Taliban Pakistan içinde de büyük bir sorun olacaktır. Bir çok gözlemci Pakistan’ın kuzeyi için Taliban bölgesi demeye başladı. Çünkü herkes Taliban’ın oradan gelip eylem yaptığını biliyor. Elbette güneyde de desteği var ama büyük ölçüde Afganistan’ın dışındaki imkanları kullanıyor. 2 bin 500 kilometrelik sınırdan girip çıkıyorlar. Bölgede 5 bin metreyi aşan dağlar var. 
Sınırın Afgan tarafında 10 milyon; Pakistan tarafında da 20 milyon Peştun var. Pek çoğu aynı kabilelere mensup. 

Afganistan ve Pakistan arasında daha yakın bir işbirliği sağlanması için Türkiye de aktif bir rol üstlendi. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’de ikinci zirve yapıldı… 

Sayın Karzai bana, Kabil-İslamabad arasındaki güven bunalımının aşılması ve sağlam bağlar kurulması için en etkili çabayı Türkiye’nin gösterebileceğini söylemişti. Her iki halkın da Türkiye’ye sıcak bakacağını, hiçbir art niyet aramayacağını anlatmıştı ve bizden Afganistan ile Pakistan’ı bir araya getirmesini istemişti. Bir süre sonra iki ülke Türkiye’de ilk zirvesini yaptı. Pakistan ve Afganistan arasındaki işbirliği gerek bölge gerek iki ülkenin iç dinamikler açısından oldukça önemlidir. 

ABD’de başkanlık koltuğunu devralmaya hazırlanan Barack Obama, dış politikadaki önceliğini Afganistan’a vereceğini bildirdi. İlk etapta asker artırımından bahsediyor. En azından seçim kampanyası sırasındaki ifadeleri dikkate alınarak Obama’nın yaklaşımı nasıl değerlendirilebilir? 

Bence son derece doğru değerlendirmeler yaptı. Bir kere Afganistan’daki operasyona gerekli desteğin verilmediğini dile getirdi. Daha önemlisi bunun bölgesel boyutta ele alınması gerektiğinin altını çizdi. 

Pakistan’ın rolüne özellikle dikkat çekti. Asker sayısının arttırılacağını söyledi. Ama konunun sadece askerle çözülemeyeceğini görmek lazım. Daha fazla ekonomik yardım olmadan sonuç alamazsınız. 

İkisi bir arada olmalı. Irak’tan çekilme sürecinin başlaması ise Afganistan halkı için olumlu bir gelişmedir. Bu durum Afganistan’a daha fazla ekonomik ve askeri yardımın önünü açmış olabilir. 

Obama’nın kadrosuna baktığım zaman, özellikle benim de yakından tanıdığım ve birlikte çalıştığımız Emekli Orgeneral James Jones’un ulusal güvenlik danışmanı olması bir şanstır. Afganistan’ı, bölgeyi, Türkiye’yi çok iyi tanıyan bir komutandır. Çok gerçekçi ve çok yetenekli bir kişidir. Böyle bir göreve atanması Afganistan için de bölge için de bir şans. Bunları dikkate alarak Obama döneminin daha olumlu bir süreç olacağını düşünüyorum. Bush döneminin en ciddi sorunu, 11 Eylül’den sonra hiçbir müttefikine danışma gereği duymaması ve “ya bendensin ya bana karşısın” politikasıyla hareket etmesiydi. Bunun yanlışlığı çok kısa zamanda görüldü. 
Büyük bir başarısızlıktır bu. 
Şimdi Obama’nın öncelikle kadro bakımından avantajı var. İkicisi, müttefiklerle birlikte hareket edeceğini söylüyor. 

Üçüncüsü, diyaloğu ön plana çıkarıyor. Aslında bunlar genel anlamda Türkiye’nin durumuna da uyuyor. Bana kalırsa yeni bir dönem açılıyor. 2009’un hem Afganistan, hem bölge, hem de Türkiye açısından iyi olmasını diliyorum. 

Obama döneminden umutlu olduğunuzu söylediniz fakat Obama’nın ilk adımı askeri tedbirleri artırmak olacak. Oysa siz ekonomik ve sosyal önlemlere vurgu yaptınız. Ortada bir çelişki yok mu? 

Yanlış anlaşılma olmasın. Askeri bakımdan Taliban’ın mağlup edilmesi lazım. Bu manada oradaki komutanın ihtiyaç duyacağı her şey karşılanmalıdır. Diyelim ki Kandahar bölgesinde tam olarak güvenliği sağladınız. Hemen arkasından ekonomik paket açmazsanız operasyonunuz çöker ve başa dönersiniz. Çok önemli bir husus da, ekonomik sosyal yardımlar da bulunurken işin içine halkın da dâhil edilmesidir. Eğer bir okulu yaparken köylüye ya da aşirete danışıp konuşup yaparsanız o zaman onu Taliban’a karşı savunuyor. Ona danışmadan oraya isterseniz dünyanın en güzel okulunu yapın, Taliban gelip yıktığında dönüp de bakmıyor. Ortak etmek gerekiyor halkı kararlara. Bunu bir ölçüde sağlayabildik. Orası bir kabile ülkesi bunları kullanacaksınız. 

Afganistan harekâtı NATO’nun dönüşüm süreciyle aynı döneme denk düştü. Harekat sırasında NATO bünyesinde de birtakım sorunlar yaşandı. Örgüte bazı eleştiriler yönetildi. 

Afganistan’daki tabloya NATO açısından nasıl bakıyorsunuz? 

NATO’nun kendi içindeki değişimi devam ediyor. Fakat NATO ülkelerinin, NATO’nun Soğuk Savaş döneminin NATO’su olmadığını görmeleri gerekir. Soğuk Savaş dönemindeki NATO bir tek kurşun atmadan çok önemli görevler yaptı. Ama eski Yugoslavya’daki hava harekatıyla beraber yeni bir döneme girdi ve ilk kez kara harekatı yapıyor şimdi. NATO’nun Afganistan’a girmesi siyasi bir 
karardı. Oybirliğiyle alındı. Siyasi bir karar alındıktan sonra askeri boyuta bir esneklik tanınması gerekirdi. Yani NATO’nun hazırlayacağı plan ve stratejinin gerektirdiği araç, gereç ve askerin sağlanması lazım. Her seferinde bunun tekrar NATO’nun Konsey’ine gitmesi orada müzakere yapılması, hatta bazı ülkelerin parlamentolarında, hükümetler nezdinde aylarca tartışılması, neticede 
taleplerin yerine gelmemesi teröristler ve Afgan halkı üzerinde sakıncalı etkiler yapıyor. Yani dünyanın en gelişmiş ülkelerinin bulunduğu bu kuruluş, “kusura bakmayın ben gerekli askeri malzemeyi zamanında sağlayamam” derse tabii ki olumsuz sonuçlar doğar. NATO’nun önümüzdeki dönem oradaki komutanın ihtiyaç duyacağı unsurları sağlaması gerekiyor. 

Afganistan-Türkiye ilişkilerini özel kılan şey nedir? 

Gerçekten de bu ilişki çok özel. Hiçbir ülke halkının Afgan halkı kadar Türkiye ve Türk halkına sıcak baktığını görmedim. Bu da Atatürk döneminde yani 1920’ler de ve 30’larda atılan adımların iz bırakmasından ve bunların devam etmesinden kaynaklanıyor. O dönemlerde iki ülke arasında birçok “ilk” var. Örneğin Genelkurmayını, savunma bakanlığını ve tıp fakültesini 1930’larda Türkiye tesis etmiş. Afganistan Milli Savunma Bakanlığı oluşturulurken ilk müsteşarı bir Türk general olmuş. Türkiye’den çok beklenti var. Sayın Karzai her seferinde “Bu silahlı kuvvetlerimizi eğitmesi gereken sizsiniz. Biz bütün deyimleri sizden öğrendik. ‘Karavana’, ‘kışla’ gibi deyimleri halen kullanıyoruz. Bunlar hep Türk ordusunun, Türkiye’nin eğitim döneminden kalma deyimler. Siz bizim geleneğimizi de her şeyimizi de çok iyi bilirsiniz” derdi. Tabii Türkiye sıcak çatışma bölgesine başından beri asker, silahlı kuvvetlerini göndermeyeceğini söyledi. O sınırlamalar dışında gereken de yapılmakta. Kabil bölgesini merkez komutanlığını Fransa ve İtalya ile dönüşümlü olarak paylaşmakta. Bir imar takımımız var. Eğitim konusunda NATO harekatıyla birlikte Türrkiye’nin katkısı artmakta. 
Vaktiyle bu konuyu Sayın Büyükanıt ile görüştüğümde bir düşüncesi vardı. Türkiye’de iki tane Afgan taburunu eğiterek tüm araç gereçleriyle birlikte ülkelerine göndermeyi tasarlıyordu. 

Obama dönemiyle birlikte, NATO kapsamında Türkiye’nin daha fazla katkı sağlaması için Ankara üzerinde baskı oluşabilir mi? 

Bu durum yanlış anlaşılıyor. Asker talebi geldiği zaman NATO, diğer üyelerinden yaptığı gibi Türkiye’den de benzer talepte bulunuyor. Bu doğal bir durum. NATO içinde Amerika’dan sonra en güçlü ordusu olan ülke durumundaki Türkiye’den bunun istenmesi normal. Meseleyi Türkiye’ye özel bir baskı şeklinde algılamak yanlış, Madem NATO’nun önemli bir üyesisiniz o zaman örgütün sizden 
talepte bulunması olağan bir şey. Burada kimse kimseyi zorlayamaz. Yani elbetteki talep edilecek ama Türkiye bu durumu NATO merkezinde, Brüksel’de, askeri ve sivil kanadıyla konuşup değerlendirerek kararını verir. Ve pek tabii söz konusu istek yine gelecektir. 

Afganistan gibi bölgelerde NATO veya BM operasyonlarına asker göndermekle büyük devlet olmak arasında ilişki kuruluyor. Siz bu ilişkiye nasıl yaklaşıyorsunuz? 

Neyle büyük devlet olunur? Oturduğunuz yerden “biz büyük devletiz” demekle bu iş olmaz. Büyük devletin alması gereken risk vardır. Risk olmadan da başarı olmaz. Onun için de Lübnan’a gitmeyi ve hatta gerektiğinde Irak’a gitmeyi hep savundum. Ve Afganistan’a çok daha fazla katkı yapmanın önemine inanıyorum. Bu bir deneyimdir aslında. Türk Silahlı Kuvvetleri Afganistan’da, sevinerek 
söylüyorum, çok büyük saygı görmektedir. Bugüne kadar kimsenin burnu kanamamışsa bir şanstır. Ama her zaman böyle olmayabilir de. Her yerde risk vardır. Ben öyle olaylar gördüm ki… Kabil’de bir üsteğmen arkadaşımız vardı. Sekiz ayın sonunda görevi bitti; vedaya geldi. Türkiye’ye dönmeye hazırlanırken “Bir yıllık çocuğumu göreceğim” dedi. Döndü ve Şırnak’ta şehit oldu. Mesela dün üç şehit verdik. Türkiye terörle mücadeleyi en iyi anlayan ve bu konuda en deneyimli ülkelerden biri. Terör 21. yüzyılda ciddi bir uluslararası tehdit. Tüm dünya samimi bir işbirliği yürütmek zorunda. Ama daha Birleşmiş Milletler terörün tanımı konusunda uzlaşabilmiş değil. Kiminin terör dediğine kimi kurtuluş savaşı diyor. 

Türkiye’nin risk almasından bahsettiniz… Türk askerlerinin Taliban’la doğrudan çatışmasının bu grubun El Kaide ile de olan yakın ilişkisinden dolayı, Türkiye’yi ikinci bir terör odağının hedefi haline getireceğinden endişe edilmişti. Buna sizde katılıyor musunuz? 

Türkiye zaten bir terörle mücadele içerisinde. İkinci bir cephe açılması pek tabii doğru değil. Daha fazla asker göndermek derken mutlaka çatışma bölgesine gitmesini kast etmiyorum. Diğer hizmetlerde çok daha etkili olabiliriz. Örneğin Afgan silahlı kuvvetlerinin eğitiminde Türkiye çok büyük bir rol alabilir. İkincisi; terör olmayan bölgelere daha fazla asker gönderilebilir. Üçüncüsü il imar 
takımlarında daha geniş rol alınabilir; Afgan halkının eğitimine ağırlık verilebilir. Çatışma bölgeleri dışında birçok alan var. Ayrıca, kendi açımızdan ikinci bir cephe açmanın sakıncalarını NATO’ya da anlatmak gerekir. 

Değerlendirmeleriniz için teşekkür ederiz. 

Ben de ORSAM’a çalışmalarında başarılar diliyorum. 

Önemli Not: Bu röportaj mevcut haliyle ilk olarak, Ortadoğu Analizdergisinin (Cilt 1, Sayı 1, ss.55-62) Ocak 2009 Sayısında yayınlanmıştır. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder