19 Ağustos 2016 Cuma

Araştırmacı - yazar, Orhan Koloğlu ile Söyleşi Bölüm 2




Araştırmacı - yazar, Orhan Koloğlu ile Söyleşi,
 Bölüm 2


Mustafa Kemal, Enver Paşa’nın tam Zıddıdır



kologlu


Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a ilk gidişi aslında 1911’den öncedir. 1909 yılındadır. Trablusgarp’taki Belediye Başkanı Karamanlı, İtalyanlardan bol para almış, İtalya yanlısı olmuş. Türkler gitsin diye kampanya yapıyor.
Daha önce Şam’da görev yaptığı ve Arapları iyi taınıdığı için Mustafa Kemal’i gönderiyorlar, resmi görevli olarak. Yumuşak bir çözüm arama yöntemi olduğu çok açık. Savaşçı değil. Şaşırtıcı bir şey.




Mustafa Kemal çok özel bir vak’a
TÜRKSOLU: Mustafa Kemal’in de İttihatçı olduğu kısa bir dönem var. Tabii daha sonra kopuyor İttihatçılardan. Halbuki İslamcı tarihçiler O’na hep İttihatçı yakıştırması yaparlar. Bu ne kadar doğru?
ORHAN KOLOĞLU: Mustafa Kemal çok özel bir vaka. Enver’i aldığımız zaman, aynı sene doğmuşlar zaten. Enver, tesadüf olarak, çabuk eğitim gördüğü için, çünkü Atatürk’ün aile meseleleri olmuş, Atatürk, Enver’den iki sene sonra mezun olmuş.
Enver mezun olur olmaz Balkanlar’a tayin edilir, Manastır’a. Komitacılarla mücadele eder. Kendini gösterme fırsatı bulur. Atatürk ise iki sene sonra subay olur, Şam’a gönderilir. Şam’da ayaklanma yok ki. Ama Atatürk’ün de Arap ne yapıyor, tetkik etme şansı oluyor.
Enver, mücadelenin içine girer ve İstanbul’u da, yani iktidarı da paylaşmak için kavga edenlerin içine girer. Dolayısıyla Enver’in psikolojisinin çok farklılaşması normaldir. İçinde yaşadığı şey topyekün bir ayaklanma ve Osmanlı’yı parçalama hareketidir. Hâlbuki Şam’a gittiğin zaman ne var? Hiçbir şey yok.
Atatürk’ün çok ilginç bir örneği var. Araplara karşı davranışındaki farklılık. 1918’de Atatürk o cephenin kumandanı Halep’te. Tam yenilmişiz, Araplar yüzünden hem de. Mesela emrinde çalışan bir Arap subay var, 1918 artık, Halep’ten tamamen çekiliyor yukarıya. Atatürk başkumandan. Gelmiş hemen “Paşam” demiş “Ben Trablusşamlıyım. Orada ailem var. İngilizler, Fransızlar geliyorlar. Onlar memleketimi işgal edecekler. Ben ailemi de kurtarmak istiyorum. Bana izin verir misiniz?”
Bozguna uğramış bir ordu kaçarken başkumandana gelip de bunu söyleyen adamı idam ederler. Atatürk şöyle yanıt verir:
“Tabii, haklısın. Git orada aileni ve milletini kurtar. Ama sonra bizimle işbirliği yaparsın bağımsızlık için.”
Demek ki, ilk Şam’a gittiğinden beri bazı şeylere hazırlanmış.
kologlu1İttihatçılık demek olayların sürüklenmesine kapılmaktır
TÜRKSOLU: Mustafa Kemal’in 1904-1905 yıllarında yaptığı bir değerlendirme var. ‘Yapmamız gereken, Türk nüfusunun ekseriyette olduğu bölgelerin güvenliğini sağlamak. Çünkü Osmanlı er ya da geç yıkılacak.’ diyor. Bunu söylediği zamana baktığımızda Türk nüfusun ekseriyette olduğu alan bugünkü Makedonya, Kosova, Batı Trakya’dan Selanik’e kadar olan bölge, Bulgaristan’ın güneyi, bugünkü Halep’le Kerkük arasına bir çizgi çizin, kuzeyi Türk nüfusunun çoğunluk olduğu yerler. Bu alanı aslında Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı’nda savunuyor. Kudüs’ü savunmayalım, Halep’i savunalım diyor. Mustafa Kemal’in böyle bir stratejisi var. Bu strateji niye savunulmadı, savunulsaydı ne olurdu?
ORHAN KOLOĞLU: İttihatçılık maalesef olayların peşinde sürüklenmektir. Enver dağa çıkmış, bütün komitacılarla silahlı mücadele veriyor ve birçoğunu da yok ettiği için Osmanlıcı filan görülüyor. Bunu yaparken Meşrutiyet’in ilanını kendisi söylüyor. Bunun üzerine uluslararası bir olay olarak bütün Avrupa basını ve Türk basınında Enver’in resimleri çıkar hürriyet kahramanı diye. Tamamen palavra. Bir imparatorlukta Meşrutiyet’i getiren adam olarak bütün dünyaya ilan edilir. O Enver işte biraz sapıtır. Ondan sonra da zaten Hareket Ordusu da yok, herkes Enver’e bakar olur. Enver İttihatçılığın merkezi haline getirilir. Talat’ın bile önüne geçer.
Atatürk konusunda benim dikkatimi şu çekti. 1909’da Atatürk İttihat ve Terakki’ye giriyor. Mason olmadığı halde o locaya girip yemin ediyor. Eğitim-i Umumi üyesi falan. Önemli bir İttihatçı.
1909 İttihat ve Terakki kongresinde siyasetten orduyu çıkaralım, asker siyaset yapmasın konuşması var. Bu beyin, kafa meselesi. Enver asker olarak meşrutiyeti ilan etmiş, her şeyi yapmış, en öne fırlamış. Libya savaşı başlar. 1911’de İtalyanlar gelmiş. Subaylar gizlice katılıyorlar. Hem Atatürk hem de Enver var, hepsi geliyor. Birdenbire Enver Trablusgarp cephesinin başkomutanı ilan edilir. O dönem binbaşı olan bir adama başkumandanlık verilmesi de bir acayip.
Enver’i maalesef kabul edelim ki bütün dünya sürüklüyor. Balkanlar, Meşrutiyet’in ilanı, Trablusgarp’ta başkumandan, en sonunda da Osmanlı ordusunun başına getiriliyor.
Atatürk’ün yapısının çok acayip olduğunu kabul etmek lazım. Bütün çalışmaları, bilhassa okuduğu kitaplar incelenirse çıldırırsınız. Binlerce kitabı okuyunca ne anlar diyeceksiniz? Dünyadaki bütün tartışmaları takip ediyor ve dünyanın nereye gittiğinin farkında. Demin bahsettiğim Arap subaya söylediği lafa dikkat edin.
TÜRKSOLU: Atatürk, sizin daha önce söylediğiniz Osmanlı aydınından farklı sonuçta.
ORHAN KOLOĞLU: Müthiş. Kabul etmek gerekir ki, Allah vergisi bir şey bu.
TÜRKSOLU: Bir emperyalist ülkenin güdümüne girip ya da ondan maaş alıp, ona bağlanıp, onun sunduğu çerçeveden bakan biri değil de kendi çerçevesinden bakan biri.
ORHAN KOLOĞLU: Kesinlikle. Hatta başka bir şey diyeceğim, ben Trablusgarp’taki savaş üzerine çok çalıştım. Zaten, biliyorsunuz, babam Sadullah Koloğlu Libya’nın ilk başbakanıdır. Biz Türk’üz, ama Libya’da yaşayan Türklerden. Libya bağımsızlığını kazanınca, Türkiye’den rica ediyorlar, devletin de izni ve onayıyla babam Libya’ya gidip bir süre başbakanlık yapıyor. O yüzden Libya benim özel ilgil alanımdır. Trablusgarp Savaşı’nı da doğal olarak iyi bilirim.
Şimdi, orada sadece bahsi geçen adam Enver Paşa’dır. Öbürlerini adam yerine koymazlar. Atatürk, ama mesela, Trablusgarp’taki Alman subaylarına karşıdır.
Trablusgarp’ta Osmanlı ordusundaki Alman subaylar
Bingazi cephesinde Enver’in yanında Türk ismi taşıyan en az 5 Alman subayı bulunduğunu biliyoruz. İsim isim saptadım. Ömer Bey (V. Cumppenberg), Şükrü Efendi (Sch. Aus M. Teğmen), Kasım Efendi (Insterburg’lu Üsteğmen K.), Faik Bey (Coburg’luTeğmen B.). Ordunun ıslahı için 1883’te Osmanlı’ya gelen Von der Goltz döneminden subaylar. Atatürk ise bu Alman subaylara her daim karşıdır.
TÜRKSOLU: Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusundaki Alman subaylar bilinir ama Trablusgarp’taki direnişte de Osmanlı subayı gibi giyinmiş, kuşanmış, savaşan Alman subaylar var mıydı?
ORHAN KOLOĞLU: Tabii ki var. Hatta Teşkilat-ı Mahsusa oradan çıkar. Almanlarla bağlantılı, dikkat edin.
Bingazi cephesinde Enver’in yanında Türk ismi taşıyan en az 5 Alman subayı bulunduğunu biliyoruz. Bunları isim isim saptadım. Ömer Bey (V. Cumppenberg), Şükrü Efendi (Sch. Aus M. Teğmen), Kasım Efendi (Insterburg’lu Üsteğmen K.), Faik Bey (Coburg’luTeğmen B.).
TÜRKSOLU: Yıl 1911. Daha Birinci Dünya Savaşı yok, Osmanlı-Alman ittifakı kurulmamış. Ne işleri var Alman subayların Trablusgarp’ta?
ORHAN KOLOĞLU: Ordunun ıslahı için 1883’te Osmanlı’ya gelen Colman von der Goltz döneminden subaylar.
Atatürk bunları hiçbir şekilde sokmadı içine.
TÜRKSOLU: Yani, diyorsunuz ki, Mustafa Kemal Trablusgarp’ta bile Alman mevcudiyetine karşı çıkıyor.
ORHAN KOLOĞLU: Her şeyine karşı çıkıyor. Yabancıyla fazla ilişki içerisine girilmesini istemiyor. Bu bir Allah vergisidir. Bir kafa, düşünce meselesidir ama acaba Atatürk’ü Enver Paşa gibi Manastır’da veyahut da dağlarda vuruşmaya çıkarsalardı ne olurdu? Onu bilemiyoruz. Demek ki şartlar gereği önce gidip de Şam’da etrafı görür, gelip de İttihat ve Terakki’ye katılır ama İttihat ve Terakki’nin bütün kadroları belirlenmiştir. Yedek olarak katılıyor. Öne geçemiyor.
kologlu2TÜRKSOLU: Acaba Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki kongresinde ortaya koyduğu strateji izlenseydi ve ordu siyasetten ayrılsaydı, dolayısıyla ordu bölünmeseydi belki Balkan Savaşları’ndaki o büyük hezimeti de yaşamayacaktık.
ORHAN KOLOĞLU: Bu şekilde de yorumlanabilir ama İttihat ve Terakki 1909 yılında iktidara geldi. Aslında Osmanlı ordusunun hepsi İttihat ve Terakki’ye bağlı değil. Padişahın atadığı bütün paşalar İttihat ve Terakki gelince tasfiye edildi. Onların adamları da atıldı. O atılanların hepsi de muhalefet yaptı. Ordunun içinde bölünme var. Atatürk olsaydı o bölünme olmayacak mıydı? Belki olurdu, belki olmazdı tahmin etmek güç. Ama sonuçta ordunun içinde öyle bir tasfiye oluyor ki, padişaha bağlı olanlardan hiç paşa bırakmıyorlar. İşte o zaman ister istemez bir kavga çıkıyor.
Buradaki en akıllı adam Abdülhamid’dir. Hiçbirine onay vermemiştir. Çok şaşılacak bir durum. Hepsini paralarıyla besledi besledi ama sonra hiçbirini kabul etmedi. Başka çaresi yok çünkü. Herkesi oynatıyor, ondan sonra da bütün adamlar kaçarlar. Abdülhamid’den para alanların hepsi yurtdışına kaçtı.
Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a ilk gidişi 1911 değil 1909’dur
TÜRKSOLU: Kitaplarınızda da bahsediyorsunuz, Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a ilk gidişi aslında 1911’den öncedir.
ORHAN KOLOĞLU: Evet, 1909 yılında. Arapların daha Osmanlı’dan ayrılışının başında Trablusgarp’taki Belediye Başkanı Karamanlı, düşünün ismi de Karamanlı, İtalya yanlısı. İtalyanlardan bol para almış, İtalya yanlısı olmuş. Türkler gitsin diye kampanya yapıyor. Böyle bir şey görülmemiştir. Atatürk gidiyor, pazarlık yapıyor, yumuşatıyor, 1909 yılında. Oradan hatta yukarıya da çıkıyor. Yukarıdaki şehirlere de çıkıyor. Ama dikkat edin, müthiş bir şey var. Resmi görevli olarak gidiyor.
TÜRKSOLU: Kim gönderiyor? Hangi iktidar zamanında?
ORHAN KOLOĞLU: 31 Mart’tan sonra gelen iktidar. Dolayısıyla gayet enteresan. Burada bir şey var. Atatürk’ün yumuşak bir çözüm arama yöntemi olduğu çok açık. Savaşçı değil. Şaşırtıcı bir şey. İstiklal Savaşı yaptı diye eleştiriliyor ama aslında Atatürk savaşçı değildir. Enver Paşa ise tam savaşçıdır. Ama belki kader bu. Adamı tutup da illa ki, Balkan dağlarında savaşa gönderirsen savaşçı olur. Sürüklenmiş yani. Bütün dünya birden dünyanın en büyük özgürlükçü adamı diye ilan ederse böyle olur. Atatürk hep düşünür. Ordunun içindeki ayrılışın çözümlenmesi, nasıl çözülecek? Ne demiştir bilmiyoruz ama İttihatçıdır kendisi de. İttihatçılığa dayalı bir çözüm üretmeye çalışmıştır.
Buna şöyle de bakabilirsiniz, İstiklal Savaşı’nı başlattığı dönemdeki taktiği düşününce, adamda taktik var. Karşıtlarını nasıl bertaraf ediyor. Hakikaten adım adım öyle bir götürüyor ki, benim en çok şaşırdığım odur, tam Fransa’yla anlaşma yapar, İnönü, Sakarya, ilk zaferler sonrası, Meclis”te “Köylü efendimizdir” lafını eder. O işte insanı aptala çeviriyor. Köylüden efendi olur mu? Osmanlı’nın tamamen reddettiği bir kesim. Demek ki toplumun tabanıyla bir harekete girişeceği fikri hâkim. Nitekim bütün devrimiyle getirdiği şeyler hep orayla ilgili. Toplumun tabanı gelişsin. Enver’in yaptığının tam zıddı. Meclis falan kuruyor.
Enver’i de şartlar itmiştir. Şartlar dâhilinde değerlendirmek gerekir. Libya’ya gidiyorsun, İtalyanları tamamen durduruyorsun. Başkumandan olmuşsun.
Mustafa Kemal daha başlangıcından itibaren arka planda tutulan bir adam. Ama kendi de giriyor. Şam’dan kendisi gidip İttihat ve Terakki’ye giriyor. Demek ki, kafasında İttihatçılığa bir bağlılık var. Onun bir çözüm olacağını düşünüyor.
Atatürk’ün en büyük farkı yabancılarla hiçbir zaman işbirliğine girmemesidir
TÜRKSOLU: Günümüzde artık İttihatçılık dendiği zaman akla gelen şey, aslında 1913 sonrası İttihatçılık. Ama o dönemde zaten Atatürk çoktan kopmuş onlardan.
ORHAN KOLOĞLU: Doğru. 1913 öncesinde Türkçülük de yok. Ondan sonra da mecburen Türkçülüğe gidiyorlar. Bir de Almanlar kısa bir süre içerisinde Orta Asya’da Ruslara karşı bunları kullanıyorlar. Dikkat edin, Atatürk hiçbir yabancıyla işbirliğine girmiyor. Ne İngiliz, ne Fransız hiçbiriyle. Fransızı yendiği halde ihtiyatlı, uzak duruyor.
Çok yanlış olarak komünist filan derler, ben bunu hem de Azerbaycan’da ve Gürcistan’da katıldığım konferanslarda öğrendim. Orada aldığım bilgilere göre İstiklal Savaşı sırasında bizim ordunun hiçbir silahı yok. Bolşeviklerden silah almak istiyorlar. Bolşevikler şart koşuyorlar bizim gibi olun diye, kabul etmiyor.
Hatta komünist partisi lideri Mustafa Suphi biliyorsunuz Trabzon’da öldürüldü filan. Hiç karıştırma filan yok ama İstiklal Savaşı’mıza gelen para yardımının %82’si Bolşeviklerdendir.
Aslında Bolşeviklerin parası değil, Orta Asya’daki Türkler gönderiyor ama Lenin izin vermezse gelmezdi. Atatürk onun karşılığında kendi komünist partisini kurduruyor. Fevzi Çakmak gibi bir iki güvendiği adamını da başkan yapıyor. Böylelikle kontrol altında tutuyor. Demek ki, çok güzel politik oluşum yeteneği var.
Enver hızla sürüklenmiş. Arkasından o kadar bağrışma var ki. Almanlara fazla bel bağlamış. Atatürk hiçbirine güvenmiyor. Ne Bolşevik’e ne Almana ne İngilize.
TÜRKSOLU: Çünkü hepsinin Osmanlı’yı parçalamak istediğini görüyor. Bir ünlü sözü var ya Birinci Dünya Savaşı’nda “Ya İngiltere bizi parçalayacaktı ya da Almanya bizi sömürecekti” diye.
ORHAN KOLOĞLU: Çok güzel saptıyor. Ondan sonra yaptığı şey, ben ona hayran kaldım, çünkü Arap kaynaklarında çok çalıştım, Şerif Hüseyin’in yaptığı şeyler, Lawrence üzerine. Arap subaya söylediğini düşünün. Bütün Şerif Hüseyin’in ve oğullarının ayaklanmalarını bilen, Faysal tarafından Suriye’den kovulan Atatürk. Ama ne diyor Arap subaya “git aileni kurtar sonra beraber olalım” diyor. Faysal’ın yaptığını da pekala biliyor. Kendisi Cumhurbaşkanı olduktan sonra hem Faysal’ı hem de Ürdün Kralı Abdullah’ı, ikisini birden Ankara’ya çağırıyor. Bu ne muazzam bir politika. Akıl hayal almıyor. Venizelos’a da aynısını yapıyor. Venizelos Nobel’e aday ilan ediyor. Demek ki, bir Allah vergisi zeka.
TÜRKSOLU: Bakıyor ki batıdan İtalyan tehdidi var, Venizelos muzdarip. Güneyden İngiliz tehdidi var. İki kral da bundan muzdarip. Esas büyük tehlikelere karşı onlarla birleşiyor.
ORHAN KOLOĞLU: İttihatçıların içinden çıkan o Ahrar Fırkası’na geçen albaydan bahsedeyim. İttihatçı adam, biliyorsunuz tam karşı düşünceye geçer, sonra da yurtdışına kaçar. Kürt Şerif Paşa, Aziz Ali var mesela. Libya’da savaşıyor mesela, sonrasına bakarsan aklın şaşar.
Önce İttihatçı sonra Arap milliyetçisi olan Aziz Ali
TÜRKSOLU: Aziz Ali’nin öyküsü Osmanlı aydınının yaşadığı bunalımın çarpıcı bir örneği. Biraz anlatır mısınız?
ORHAN KOLOĞLU: Aziz Ali, Memluk denilen, yıllarca Mısır’ı idare eden Orta Asya, Türk, Çerkez kökenlilerden. Çünkü Mısır’ın halkının büyük kısmı biliyorsunuz Hıristiyan. Bunlar hep üstte kalma mücadelesi veriyorlar. Bunun sebebi okuryazar kesimin çok az olması.
Libya Savaşına katılıyor. Verilen paraları İngiliz’e teslim ediyor, askerlerle beraber. Bu bir İttihatçı subay. Enver’ler falan Balkan Savaşı nedeniyle Libya’dan ayrılınca her şeyi buna teslim ediyorlar. O da tutup İngilizlerin safına geçiyor. Aziz Ali İstanbul’a çağırılıyor ve idama mahkum ediliyor. İngiliz Büyükelçiliğinin araya girmesiyle affediliyor. Gemiye bindirilip Mısır’a gönderiliyor.
Mısır’da büyük törenle Arap milliyetçisi olarak karşılanıyor. İngilizler gene de şüphe ediyorlar, İttihatçılıktan geldiği için milliyetçi bir tarafı var. Arap milliyetçiliği yapar diye. Bunu İspanya’ya sürüyorlar. Oradayken, çok da önemli adam, İran’dan çağırıyorlar bunu, ordumuzu kur diye.
Ondan sonra geri dönüyor ve Arap milliyetçiliğine destek oluyor. İttihatçı diye bahsedilenlerin ne olduklarına şaşırmamak mümkün değil.
Kürt Şerif Paşa bile bir zamanlar İttihatçıydı
TÜRKSOLU: Ünlü Kürtçülerden Kürt Şerif Paşa’nın da İttihatçı bir dönemi var. Kitaplarınızda bahsediyorsunuz.
ORHAN KOLOĞLU: Şerif Paşa İttihatçı subay diye bilinir ama subay değil. Babası Abdülhamidçi bir paşadır. İstanbul’da doğmuş. Ermeni Bogos Nubar Paşa ile birlikte Paris Barış Anlaşması’na Kürtler adına tezkere veren kişidir.
Kürtçü hareketten bahsedilir. Ben kitabımda bir şey belirtmeye çalıştım. Türk dediğiniz zaman Osmanlı’da ne anlaşılır? Aşiretler. Dağlarda çöllerde yaşayan insanlar. Kürtler de budur. Zaten Kürtler tarih boyunca ne devlet olmuşlardır ne de bir şey. Samimi olmak lazım. Çünkü coğrafyaları müsait değildir.
Sadece Abdülhamid değil, bütün ondan evvelki padişahlar da eski bölgenin ileri gelenlerini satın alıp “devletlü” yaparlardı. Ama artık şehirli olmuş. Kürdün hepsi dağlık aşiretidir.
Kürt Şerif Paşa dediğimiz adam ise İstanbul’da doğmuş. Babası Sadrazam olmuş, padişahın en önemli adamıdır. Fransa’ya gidip tahsil yapmış. Ailesinin doğduğu şehri, kasabayı bilmiyor. Zaten oralarda doğmamış, memleketini bilmiyor. Kürtlüğü nedir bunun? Kürtlüğün o zaman yazısı da yok.
Derken Abdülhamid’in tavladığı aile. Bunu alıp Paris’e askeri ataşe yapıyor. Abdülhamid’in bir adamı ataşe yapması ajanlaştırması demektir. Oradan da İsveç’e elçi olarak gönderiliyor. Demek ki ne kadar padişah gözdesi. Orada elçi olarak 12 yıl kalıyor.
Elçilik yaparken İttihatçı Ahmet Rıza’yla temas kuruyor, ona para yardımı yapıyor. Sonradan jurnalleri çıkıyor ki, onları padişaha haber veriyormuş. İttihatçılar iktidara gelince bu sefer de onlardan mebus olmak istiyor. Bu sefer İttihatçılar karşı çıkıyorlar.
O zamanlar İstanbul’da kurulan Kürt Teali Cemiyeti’ne katılmıyor. Paris’e gidiyor, İttihatçı karşıtlığı yapıyor. Paris’te çıkardığı derginin tamamını taradım. Oradan İttihatçılara saldırınca bu sefer Kürtler onu lider gibi göstermeye başlıyorlar. İttihat Terakki ve Enver adam yolluyor dursun diye. Suikast düzenliyorlar. Paris’te evinde öldürmeye kalkıyorlar. Yaverini vuruyorlar. Ondan sonra tamamen İttihat ve Terakki aleyhtarı oluyor ve Kürtçülüğe asıl o zaman başlıyor.
Bütün o yayımladığı dergide, İttihatçı düşmanı olmasına karşın, 1915 Ermeni Tehcirinden hiç bahis yok. Çünkü o tehcirden önce Ermeniler Van’ı basıp bütün Kürtleri de öldürmüş.
Ermeniler ve Ruslar geliyor, Doğu Anadolu’ya girerlerse kimi öldürürler? Kürtleri öldürürler. Hem bir Kürtçü olarak orada sadece Kürt var diyorsun hem de öldürülenlerden bahsetmiyorsun.
Demek istemiyorum ki, Kürdün de çok iyisi var. Onlarla işbirliği yapanı da olabilir ama adamlar önce Kürt dahil temizlemek istiyorlar. Şerif Paşa’nın dergilerinde Ermeni olayından tek satır yok. Onları söylesene. 1918-19’da bu sefer onlarla beraber bağımsızlık harekâtına başlıyor ama Ermeni’nin aşağıya indiğinin farkında değil.
İttihatçılar Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırdı
TÜRKSOLU: İttihatçıların bir duruşları yok mu?
ORHAN KOLOĞLU: Hayır yok. İttihatçı dediğin ismi çok güzel, kuruluşu çok güzel. Ben Talat Paşa’ya çok da saygı duyarım ama kurdukları yapı her tarafından çözülen Osmanlı’yı yaratmıştır. Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırmışlardır. Atatürk’ün bütün karşıtlığı orada. Dikkat ederseniz Kurtuluş Savaşı’na  İttihatçıların hiçbirini sokmuyor. Haklı. Çünkü hâlâ kafalar eskide. Nereye yanaşacakları belli değil.
TÜRKSOLU: Enver Paşa yıllarca Almanlarla birlikte Ruslara karşı savaşıyor, sonra Bolşevik yanlısı oluyor. Bakü’de kurultaya katılıyor. Daha sonra da Bolşeviklere karşı Basmacı isyanına katılıyor.
ORHAN KOLOĞLU: Kafa karışıklığı onlarda çok fazla. Bunda aslında İttihatçı kesimi veya İttihatçı grubu, Osmanlı’nın kafa karışıklığının belirme örneğidir. Namık Kemal’ler de İttihatçılıktan padişahçılığa geçiyorlar. İttihatçılıktan çıkıp Kürt milliyetçisi olan, Arap milliyetçisi olanlar var. Demek ki, bir çözüm olarak çok milliyetçi 1830 bildirgesiyle milliyet-i hakime, milliyet-i Rum bir kere bu başlayınca bölünme durdurulamıyor. Bunu toplarım diye Osmanlı mantığı içinde İttihatçı birleştirici yöne bakmak lazım. Çok güzel fikir. İtiraz etmiyorum. Milletleri toplayalım. Osmanlı zaten 30-40 milleti toplamış. Toplamak için bir İttihat lafı çok güzel. Ama Osmanlı’nın artık sonunu getirecek gücü yok. Tam tersine işler daha da kötü oluyor.
Enver Paşa iyi bir kumandan değildi
TÜRKSOLU: Atatürk-Enver karşılaştırmasında ilginç bir durum da Sarıkamış ve Çanakkale farklılığı. Aşağı yukarı aynı dönemde. Birinde Enver komutan, hezimet var. Diğerinde Mustafa Kemal’in büyük bir zaferi.
ORHAN KOLOĞLU: Enver’in bir savaş ustası, cephe kumandanı olmadığı ortada. Enver siyasetin içine bunalıp girmiş. Bütün hayatına dikkat ediniz, nerede savaştı dedik, bir savaşı Libya. Hareket Ordusu’nda yok mesela. Bütün işi siyaset.
Arkasından Libya’da savaşıyor. Libya’daki de kesin bir savaş değil. Çöldesin, İtalyanlara karşı Sunusiler yardım etmiş ve İtalyan sahilde tıkanmış kalmış. Savaşmamış bir adam Trablusgarp direnişinin başkumandanı yapılıyor. Halbuki Enver sadece Derne bölgesinde. Asıl savaş ise Bingazi’de, Tobruk’ta. Savaşla alakası yok. Savaşan adam değil.
Arkasından ne var? Balkan Savaşı için Libya’dan gidiyor. Edirne’yi kurtardı diyorlar. Edirne’yi o kurtarmış değil. Yunanlılarla Bulgarlar birbirine giriyor, Bulgarlar Edirne’den çekiliyor, o gidip alıyor, Edirne’yi kurtardı diyorlar. O kurtarmayla başkumandan oluyor. Kaldı ki kurtarma harekâtını yürüten de o değil. Enver cephelerde hiç yok ama başkumandan ilan edilmiş.
Buna mukabil Mustafa Kemal, cephede askerle beraber yürüyen adam. Çanakkale’de askerin önüne geçiyor. En önde giden adam, vuruluyor. Atatürk’ü Allah kurtardı diyorum.
TÜRKSOLU: Bu ilginç söyleşi ve verdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ediyoruz.
ORHAN KOLOĞLU: Ben teşekkür ederim. Başyazarınız Gökçe Fırat’a da hakkındaki davalar için geçmiş olsun diliyorum. Çıldırdılar resmen, eli kalem tutan herkesi Silivri’ye tıkmak istiyorlar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder