2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 3
1.3.6. Karikatür
Karikatür kelimesi köken itibariyle; yüklemek, hücum etmek, doldurmak, abartmak, alaya almak gibi manalarda kullanılan caricare fiilinden türemiştir. Karikatür kelimesi yazılı olarak ilk kez 1646’ da Annibale Carracci’nin abartılı portrelerini tanıttığı “Arti di Bologna” adlı yapıtına yazdığı önsözde Giovanni Atanasio Mosini tarafından kullanıldı (Güderi 2008: 73).
Karikatür; mizahın görsel bir kimlik kazanmış hâlidir. Küçük anekdotları resmederek anlatan, içinde ince bir espri, nükte barındıran çizgi sanatıdır. Karikatür, bireysel ilişkilerden de dem vursa toplumsal bir bağlamda da şekillense, her çizilenin olumlu/olumsuz bir eleştirisi vardır.
Karikatür kendine has çizgi diliyle, en ağır söylemleri ifade edebilirken, öte yandan çizginin katmış olduğu görsellikle de sert eleştirilerin gülümsetmesine sebep olur.
Karikatürün Dünya’da ve Türk toplumunda nasıl geliştiğinden ziyade neden geliştiği üzerinde durmamız gereken noktadır. Karikatür bir ifade biçimi olduğundan ve görselliği onu cazibeli kıldığından varlığını tescilleten sanatlardan biri hâlindedir.
Tanımlama güdüsü, yeniden şekillendirme arzusuyla birleştiğinde insanda duygusal ve düşünsel dışavurum dediğimiz üretim süreci başlamakta ve kişi bu ürettiğinin tüketilme talebine doğru orantıyla hazza ulaşmaktadır. Bu haz, kişinin yek diğer üretimini motive edecek en büyük kaynaktır ve ürünler birbiri ardına sıralanır. Sanat ürünü dediğimiz nesne, ortaya çıktığında ise Dünya kopyalanır.
Bir sanat ürünü olan karikatür, toplumsal ve ideolojik işlevleri göz önünde alındığında evrensellik kazanır. Portre karikatürü ve politik karikatür diye genel olarak iki şekilde ayrım yaptığımız karikatür, sadece portre alanında kalsaydı, ne denli evrensel ya da popüler olabileceği tartışılabilinir. Üstelik, karikatür bireysel anlatımlardan uzaklaştıkça, halkın uyarı sinyali ve/veya cezalandırma mekanizmasına bürünür. Bu da tabii süreciyle karikatürün kullanımını ve pazarını yayarak /çeşitlendirerek, bu sanatın toplumsal ve siyasal olayları etkileme gücü üzerine çalışmalar yapmaya altyapı oluşturur.
“Her karikatür mizah olamaz” önermesinden hareketle iyi yapılamayan her iş, insan haklarından uzaklaşarak/saparak sömürüye dayanan her yönetim organı ve özgün olmayan her sanat eseri, karikatür dolayısıyla mizah malzemesi olur ve toplum/toplumlar nezdinde itibarı zarar görebilir.
Türk karikatür sanatının ilk ustası kabul edilen Cemil Cem1, karikatürün işlevi hakkında şöyle der:
1 Cemil Cem (1882-1950), çağdaş Türk karikatürünün en önemli ustalarından biridir. Karikatürlerinde genellikle Türkiye'nin siyasal yaşamını konu almıştır. Cem karikatürlerini mizahı yazıyla ileten bir anlayışla çizdi. Devlet adamlarını ve yönetimi hiç sakınmadan eleştirdi. Çizgilerindeki gerçekçilik ve ince mizah anlayışıyla daha sonra birçok karikatürcüyü etkiledi. Cem'in 1909'da yayımladığı adsız bir karikatür albümü vardır (http://karikaturculerdernegi.com/2010/12/cemil-cem/).
“Çizilen her karikatür aslına benzemelidir. Aslına benzemeyen karikatürler
yakışıksız iftiralar gibi redde layık olurlar. Gerek bir cümle gerek bir çizgi olsun
karikatürün ve mizahın görevi haddini bildirmektir, karikatür hiçbir zaman kötü
düşünmez tuhaf düşünür.” (Aktaran Coşkuner 2007: 17).
Cem’in belirmiş olduğu tuhaflığı değerlendirmekte fayda var. Mizahın “kral çıplak” diye bağırışı günümüzde en çok da karikatür sahasından duyulmaktadır. Tabii, karikatür yazısında var olan hicvi ve espriyi de atlamamak gerek. Cem’in bahsetmiş olduğu “tuhaflık” tabiri yerindeyse “şeytanın gör dediği2”dir. Ortada ifşa edilmesi gereken bir durumum veya olayın varlığını hisseden karikatürist, kendine has bir üslup, iğneleme ve istihza ile bunu halka beyan etmektedir.
2 Bu tabir, köşe yazarı Çetin Altan’ın Milliyet gazetesindeki köşesinin adıdır.
Karikatürist, bakış açısı diğer insanlara göre farklılık kazanan sanatçıdır. “Elma manava ve bir ressama farklı görünür” der John Morreal. Bu bağlamda, elma’yı şekillendirecek, çizgisel bir görüntüyle bir olayı bezeyecek ve bir fikir oluşmasını sağlayacak olan karikatüristtir. Bir manav ile karikatüristtin elmadan beklentileri birbiriyle uyuşmayacaktır. Elmayı manavın başının üstünde hayal eden karikatürist, şaşırtıcıdır (Poroy 2007: 11).
Karikatür mizahının görsellik gibi bir nitelik taşıyor olması, toplumu da cezbetmektedir.
Görselliğin hafızada uzun süre kalmasından ve kültürel bellekteki yerini muhafaza edebilmesinden kaynaklı, günümüz mizahçıları arasında karikatür sıkça kullanılır.
1.4. MİZAHIN ALANLARI
1.4.1. Etnik Mizah
Graf’a göre “Etnik mizahın amacı genellikle eleştiri yani düzeltme değil; kişinin kendi kimliğini farklılaştırma yoluyla onaylamadır.” (Aktaran Öğüt-Eker 2009:125).
Bu analizden hareketle etnik mizahın üstünlük duygusu ve mizahta Üstünlük Kuramıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Bir grubu, bir topluluğu, diğerinden üstün vasıflı ilan etmek, etnik mizaha yol açar. Mizahın onarıcı niteliğini göz ardı eden bu tarz bir mizah anlayışında, birey yahut grup karşı grubun etnik özellikleriyle alay edebilir, onu küçümseyebilir. Bu bağlamda etnik mizah anlayışının enternasyonal ve hümanist bir tavır sergilediğini söylemek güçtür.
Karşı grubun kültürel kodlarından ileri gelen yaşam tarzları, yeme-içme alışkanlıkları, barınma şekilleri, üretim-tüketim dengesi, giyim-kuşam tarzları, gelenek-görenekleri ve dil özellikleri gibi pek çok unsur etnik mizaha malzeme olabilir.
İmparatorluk çatısı altında olup, sonra parçalanan pek çok devletin içinde “azınlık” denen farklı milletten halklar yaşayabilmektedir. Yahut sanayileşmiş ve işgücü yüksek ülkelere göç talebinin fazlalıyla o ülkede azınlık toplulukları oluşmuştur. Örneğin; Dağıstan Cumhuriyeti’nde yaşayan etnik unsurlardan Darginlerin paraya düşkünlükleri, üzerine Dağıstanlılar pek çok fıkra üretmişlerdir.
“Savaş alanında bir Avar, yaralı bir Dargin’i taşıyormuş. Dargin ikisi birden
ölmesin diye kendisini bırakması ve daha fazla acı çekmemesi için kendisini
vurmasını istemiş. Avar nihayet ikna olmuş. Silahını çıkarmış ama kurşununun
kalmadığını farketmiş. Dargin cebini karıştırıp bir mermi bulmuş ve sormuş:
“Mermiye ne kadar verirsin?” 3
3 (http://www.sabah.com.tr/NewYorkTimes/2010/03/01/daglarin_arasinda_yankilanan_etnik_bir_ mizah_anlayisi)
Bugün Türkiye’de Laz kimliği üzerinden üretilen ve tüketilen fıkralarda “Laz’ın biri bir gün…” yahut “Temel bir gün…” diye başlamaktadır. Bu tarz fıkralarda, Temel ve Dursun tipleri üzerinden yola çıkılarak Karadeniz yöre insanının kendine has pratik zekâsı göz önüne serilirken, öte yandan safdillikleri göze batar:
“ İdam mahkûmu olan Temel’e sormuşlar:
- Son arzun nedir?
- Beni oğlumun yanına gömün.
- Ama, oğlun yaşıyor.
- Olsun, ben beklerim.”
Öğüt-Eker’ göre etnik mizahın konuları; “dildeki esneklik, cimrilik-pintilik ve
kurnazlık-uyanıklıktır” (2009: 125-126). Kurnazlık-uyanıklık konusunda Yahudiler üzerine fıkralar söylenmiştir:
“Bir Yahudi ile Yahudi olmayan birinin otomobilleri çarpışır. Polis gelmesini
beklerler. İkisi de yaralanmamış, ama kazanın şokuyla biraz sarsılmışlardır.
Yahudi bir şişe votka çıkarır, diğerine uzatır. Diğeri şişeyi alır ve votkadan bir
yudum içer; daha sonra şişeyi teşekkür ederek Yahudi’ye uzatır. Yahudi şöyle der:
“İçmeyeceğim, alkol muayenesi için polisi bekleyeceğim” (Aktaran Öğüt-Eker 2009: 126).
Pek çok egemen toplum, bünyesinde yaşayan azınlık halkalara bu “yafta”larla
yüklenmiş, esasında mizahın yıpratan ve saldıran işlevlerini kullanmıştır. İşte egemen toplumların bir diğerine yaşatacağı baskı ve yaşam hakkını sınırlama davranışlarına negatif mizah eşlik etmektedir. Bu nokta da mizahın etki alanını tekrar düşünmek gerebilir. Zira, bu etnik fıkralar sayesinde/yüzünden hiç âşina olmadığımız hatta tanımadığımız milletler hakkında gerekli/gereksiz önyargılara sahip olabilmekteyiz. Bir Yahudi ile karşılaştığımızda üzerindeki “cimri” yaftası bilinçaltımıza yerleşik duygu sebebiyle ona karşı temkinli davranmamızı gerektirebilir.
1.4.2. Cinsel Mizah
Cinsellik pek çok toplumda “sakıncalı” kavramlardan biridir. İngilizce utanmak
<impudent> kelimesi Latince pudere’den türemiştir ve pudenda kelimesi “cinsel
organlar” anlamına gelmektedir (Sanders 2001:312). Sanders’ın bu izahına göre, cinsellik utanılabilinecek bir kavram olarak, bugün bile çoğu gelişmiş/az
gelişmiş/gelişmemiş toplumlarda, yerini korumaktadır.
Cinsellik, utanılacak/utandıracak mahiyetinden sorumlu olarak, yasaklanma geleneğine maruz kalmıştır. Utanılanın ve yasaklananın“komik” olarak nitelenmesi de, cinsel mizahta varlık bulur. “Cinsel içerikli mizah, direkt ya da ima yoluyla cinselliğin kullanıldığı mizah türüdür, açıkça veya dolaylı olarak cinsel öğeleri içerir.” (Öğüt-Eker 2009: 122).
Mizahın eğlenme ve psikolojik fonksiyonlarıyla örtüşen bu mizah alanı, toplumların kendi mizah anlayışları ve cinselliği yaşama tarzlarına göre şekil kazanır. Eğlence anlayışının yanında, cinsel içerikli fıkraların otorite üzerine etkileri olduğu söylenebilinir. Ergüven’e göre, “Cinsellik içeren fıkralar, mahremiyetin kışkırtıcı gizliliğiyle birlikte, uluorta konuşulmasa da, iktidar gösterisinin deforme edilmesini sağlar” (2001: 174).
1.4.3. Siyasî Mizah
Mizah 16. Yüzyıl sonlarına kadar “bayağılığı, insanın fiziki kusurlarını, akli denge
bozukluğunu veya mizacı” anlatmak için kullanılırdı (Aktaran Öğüt-Eker 2009: 94).
Gülmenin sonraki süreçte ne gibi fonksiyonlarının ortaya çıktığını siyasi mizahta
bulabiliriz.
“Siyasi mizah şakanın ve şakacılığın, anekdotların, satirin, dramatik komedinin, çizgi filmin ve karikatürün bir formunu alır. Belki de siyasî mizahın vücut bulduğu başlıca form, politik saldırıdır” (Schutz 1977: 24). Toplumda “yöneten güç” ün yahut “egemen” olanın makûs bir talihi vardır. Güç, ne yaparsa yapsın halkının nazarında hep “öteki” dir. Bir tür dışlanmaya maruz kalan egemen güç, bu durumu içselleştirmiş olacak ki, elindeki imkân ve çoğaltılmış hak ve özgürlüklerinin yanında bu manevi dışlanmayı kabullenmiştir. Tıpkı, etnik mizahta bahsettiğimiz gibi “ötekinin komiği” bizi siyasi mizahta da karşılar. Ancak siyasi mizahta hedef alınan, bu kez hem üniter yapıyı temsil eden devlet, hem de toplumu yasayan, yürüten ve yargılayan sınıflardır. Bu bağlamda
siyasî mizah, mizahın en işlevsel türü olarak değerlendirildiğinde hata edilmiş olunmaz, zira siyasî mizahın amacı ifşa ederek, onarmaya çalışır. Bu bağlamda “Siyasi saldırı bazen kaba ve acımasız olabilir. Fakat eğer bu saldırılar komikse, etkisi hem tolere edilebilir, hem de zevkli olabilir” (Schutz 1977: 25).
Bugün toplumsal ve bireysel bir savunma kalkanı hatta yeri geldiğinde makineli bir tüfek gibi kullandığımız siyasi mizah, mizahçı gücünü yitirmediği sürece bireyleri egemen güç’ün karşısında hem motive edecek, hem “kıs kıs” güldürecek hem de yeni eylem planları hakkında ipuçları verecektir.
Siyasî mizah, toplumsal bir eleştiri ve sorgulama mekanizması haline dönüşürken, temel aldığı kişi yahut kurum üzerinde her türlü işkence yöntemini uygulayabilir. Öç alma, değer kaybettirme, statü endişesi yaratma gibi amaçlar doğrultusunda çoğu zaman acımasızlaşan bu mizah türünün hayatta kalma şansı tabii hem mizahçının yetisine ve kabiliyetine hem de otoritenin daima hayatımızda olmasına bağlıdır.
Öğüt-Eker’e göre, siyasî mizahın iki çeşidi vardır: İlki, kişi, grup, fikir ya da toplumu; ikincisi, siyasi bir rejimi bütün olarak değerlendirip bu rejim tarafından yapılan baskıları konu alır. Her iki öge de birbiriyle iç içe gülmeyi oluşturur (2009: 128).
Danuse Sedlackova adlı Çek sanatçının karikatürü olan aşağıdaki resim, kapitalizmi hedef almış karikatürlerden birisidir. Siyah takım elbiseli, yaşlı ve zengin adam almış eline kırbacı, tarlada çalışan işçilere vuruyor. Ağızlarından burunlarından kan gelinceye kadar çalıştırıyor onları ki, bir yandan da altın liralar çuvala dolsun… Karikatürün altında Çek dilinde yazılmış bir yazı var: “Kapitalismus Ma Jeden Cil”. Türkçe’de, “kapitalizmin yalnızca tek bir amacı vardır” anlamına geliyor.4
4 (https://zulalkalkandelen.wordpress.com/category/yoksulluk/)
https://zulalkalkandelen.files.wordpress.com/2008/08/tara0002.jpg?w=300
Eker’in iki türde incelediği siyasi mizahın sistem eleştirisi olanı için yukarıdaki örnekte mevcuttur. Aşağıdaki anekdot ise, direkt bir şahıs üzerine yöneltilmiş olan diğer siyasi mizah türü için örnektir:
“Führer, bir hahama savaşın niye kötü gittiğini sorar. 'Yahudi generaller
yüzünden' der haham. Hitler, 'Bende yok ki' diye gürler. Haham: Ama ötekilerde var.”
2.BÖLÜM: SİYASET VE MİZAH
2.1. SİYASET NEDİR?
Siyaset kelimesi Arapça kökenli bir sözcük ve “at eğitimi” anlamına gelmektedir. Aynı anlamda kullanılan “politika” sözcüğü ise Yunan kökenli olup, “devlete ait işler” anlamına gelmektedir. Ahmet Taner Kışlalı ve Bülent Daver siyaseti “ülke, devlet, insan yönetimi” olarak tanımlar (Kışlalı 1992: 2).
Aristo “insanın tabiatı gereği siyasi bir hayvan “zoon politikan” olduğunu söyler. Bu sözle, insanın ancak siyasî bir topluluk içinde “iyi bir hayat” yaşanabileceğini anlatır.
Bu açıdan siyaset ahlakî bir faaliyettir ve âdil bir toplum yaratmayı amaçlar (Türköne 2007: 8).
Siyaset bilimi üzerine ilk konuşulanlarda “devlet” ana konu olarak alınıyordu. Devletin kuruluşu, fonksiyonları, amaçları, devlet – birey ilişkisi gibi sorunları kapsayan geleneksel siyaset bilimi esas itibariyle “devlet bilimi” olarak kabul edilmekteydi.
Ancak zamanla siyaset biliminin sadece devlet ile sınırlandırılması görüşünü
benimseyenler azalmıştır. Zira, siyaset devleti aşan bir kavramdır (Kapani 2009: 17). Siyaset, yönetilme ihtiyacını taşıyan topluluğun sistematik olarak /yönetmeye aday olunması/ yönetilmesi sürecinde belli aşamalar ve kaideler üzerine şekillenmiş bir sistemdir. Siyaset yapmak, ilkel toplumlarda dahi kabile reisinin topluluk üzerinde almış/uygulamış olduğu kararlarda mevcuttur. Siyasete iştirak eden hiyerarşik yapıda aktörler ve figüranlar vardır ve bunlar seçilmiş yahut atanmış olarak sınıflandırılırlar.
Siyaseti salt devlet bazında değerlendirmek kapsamsız ve yanlış bir ifade olacaktır. Zira, belli bir halk üzerine karar verme/ikna etme/ yönlendirme yeti ve hakkına sahip her birey ya da oluşum siyasî kimlik taşıyor demektir.
Ahmet Taner Kışlalı siyaset biliminin doğuşunu şu şekilde özetler:
“Eflatun başta olmak üzere Aristo gibi düşünürler, “nasıl”ın değil, “nasıl olması
gerektiği”nin üzerinde durmuşlardır. Aristo’dan uzun yılar sonra, siyaset biliminin ikinci öncüsü görünümüyle Tunuslu bir İslam düşünürü İbni Haldun, devlet ve ikitidar kavramlarını bilimsel bir yaklaşımla incelemiştiler. Hatta Marx’dan önce toplumları “üretim biçimleri” ne göre ayıran İbni Haldun’dur. Siyaset biliminin doğuşuna giden yolda üçüncü isim İtalyan düşünür Makyavel’dir. Makyavel iyi bir gözlemci olarak, siyasal iktidarın ele geçirilişini, korunmasını, büyümesini ve yitirilmesini inceledi.
Fransız düşünür Montesquieu, “Yasaların Ruhu” adlı yapıtında, bir toplumda
geçerli kuralların, o toplumun içinde bulunduğu coğrafi ve toplumsal koşullarla
olan bağlantısını araştırdı. Sosyolojinin kurucusu sayılan Auguste Comte, aynı
zamanda siyaset biliminin doğmasına da katkı yaptı. Siyaset biliminin doğuşu
konusuna, bu bilimin yönteminin bilimselleşmesi aşamasındaki isim Karl Marx’dır. Marx, toplumsal değişmenin temeline ekonomik “altyapı”yı koyarak ve siyaset de dâhil, tüm toplumsal kurumların oluşmasında da önceliği somut etmenlere tanıyarak, toplumsal bilimlerde “öznel”liğin yerine “nesnel”liği koydu. Fransız Alexis de Tocqueville, “Amerika’da Demokrasi” adlı kitabıyla toplumsal-ekonomik gelişmenin siyasal sistem üzerindeki etkisini ortaya koydu. Alman Max Weber ise, bürokrasinin çağdaş siyasal rejimler içindeki ağırlığını vurguladı” (1991: 6-9).
“Siyasetin iki yüzü vardır: Bir yüzünde çatışma, öbür yüzünde uzlaşma bulunur. Bir tarafta çatışan fikirler, farklı istekler, birbirine zıt çıkarlar galip gelmek için kıyasıya yarışır. Diğer tarafta insanlar ortak kurallar etrafında barış içinde yaşamaya, işbirliği yapmaya ve uzlaşmaya çaba harcar.
Bu yüzden siyasetin özü ‘çatışmaların çözüme kavuşturulma süreci’ olarak tarif edilir” (Türköne 2007: 6).
Çatışma ve uzlaşma dinamikleri üzerine temellenmiş siyaset için teorik pek çok
varsayımlar oluşturabilinir. Esas olan ise, siyasetin hayatın özünü kaplaya bilecek kapasitede bir uğraşı sistemi olduğudur. Bir yaşam tarzı, bir bakış açısı, bir Dünya görüşü gibi, hayatın pek çok alanına nüfuz edebilmektedir.
Ancak kimilerine göre de “siyaset kirli bir iştir”. Siyaseti, halkın nazarında
bayağılaştırmak, esasında hayatın en önemli atar damarından vazgeçmektir. Zira, siyaset devlet, millet hatta ülke olabilmek için izlenen yoldur. Erol Güngör’ün şu ifadeleri bu anlamda güncel bir değerlendirmedir:
“Politika herkesin girebileceği veya üç günde öğrenilebilecek bir meslek değildir;
orada da en az diğer mesleklerdeki kadar geniş bir tecrübe ve yetiştirmeye ihtiyaç vardır. Bu tecrübe ve bilgiden mahrum olanlardır ki, Türkiye’de politikanın iğrenç bir iş, politikacıların da bilgisiz birer madrabaz oldukları kanaatini yerleştirmiş bulunuyor. Sık sık yalan söyleyenlere, münakaşalarda safsata yapanlara, havaya göre kanaat değiştirenlere politikaya girmesini tavsiye ediyor yahut orada muvaffak olabileceğini düşünüyoruz. Birisi söylediği sözlerde hile bulunmadığını anlatmak için “Ben politika bilmem” diyor (2003: 322).
Siyasette yani ortak payda arama sürecinde toplum nezdinde gerginlikler yaşanması muhtemel hatta yaygındır. Siyasîlerin, birbirleri arasındaki çatışmaların uzantısı olarak, toplumda da ideolojik ayrışmalar görülür. İdeoloji çatısı altında toplanan insanların kitle sayısı, siyasî yapılanmayı iktidara taşır ya da muhalefette tutar.5 Bir toplumda, siyasete bulaşmamak imkânsızdır. Zira, seçim sisteminin var olduğu yönetim şekillerinde, oy kullanma eylemi, istemli istemsiz siyasete iştiraki ispatlar. Bu açıdan bakıldığında, söylememiz gerekir ki, günümüz tabiriyle apolitiklik toplum istikbali açısından bir hayli tehlikeli bir durumdur. Kime, neden oy verdiğini muhakeme edemeyen, bir başkasının görüşünü benimseyen ya da benimsemek zorunda kalan seçmenlerin artması, toplumun entelektüel kimliğine zarar vereceği gibi, siyaset
açısından da karmaşık bir düzeni getirir.
5 İdeoloji üzerine yapılan tanımlar çeşitlidir: Toplumsal yaşamdaki anlam, gösterge ve değerlerin üretilme süreci. Belirli bir toplumsal grup veya sınıfa ait fikirler kümesi. Toplumsal çıkarlar tarafından güdülenen düşünme biçimleri. Söylem ve iktidarın çatışması…(Türk 2007: 106)
Toplumun siyaseti sadece siyasi arenada emek sarf edenlere yüklemesi, toplumsal bir paradoksu getirir. Siyaset, en genel anlamda ülke ve Dünya istikbali üzerine, nihaî sonuçlar doğuracağından ve belki de geri dönüşü mümkün olmayan durumlara sebep olabileceğinden, vatandaş kimliğini taşıyan her bireyin bu alanda, donanması gerekmektedir.
Yine toplumun değişik katmanlarında yaşanan sosyo-ekonomik sıkıntılar, ön planda tutulan geçim kaygısı kişileri başka bir alanla ilgilenme şansından uzak tutabilmektedir.
Bu anlamda, kişinin tek seçeneği, ekonomik gelişme için vaatlerde bulunan
teşkilatlanma olur. Bir toplumda diğerinin söylemleriyle çok da ilgilenmeyen seçmen sayısının artması, istemli istemsiz ideolojilerin de sarsılmaya başladığına işaret eder.
Siyaseti genel anlamda değerlendirdiğimizde şu sonuçla karşılaşabiliriz: siyasetin özünde yatan yönetme/yönetime ortak olma/fikir benimsetme gibi amaçlar yatar ve bu amaçlar her rekabet ortamında olduğu gibi burada da çatışmalara yol açar. Çatışan teşkilatlanmaların ortak bir paydada buluşamamaları toplum üzerinde bir gerilime sebebiyet verir ve ülke üzerinde sosyo-ekonomik sıkıntılar oluşabilir. Bu bağlamda, yine tarafların cazibe merkezi, kamuoyunun ihtiyaç listesi olur.
2.2. SİYASAL İLETİŞİM NEDİR?
Türkiye’de mizah ile siyasetin bir nevi işbirliği söz konusudur. İkinci Dünya Savası sonrasında demokrasilerin yeniden inşasına yönelik çabalar, halkın düşünme ve inanma biçimlerini, etkilenme tarzlarını, karşı koyma tutumlarını açığa çıkarabilmeyi amaçlamaktadır. “Tüm bu çabalar, yani kamuoyunun yeniden ve bu defa bilimsel olarak tanımlanma süreci ‘siyasal iletişim’ diye adlandırılmış ve politika bilimi ile iletişim bilimi arasındaki köprünün kurulmasına olanak sağlamıştır. Politika bilimi ve iletişim biliminden, bilimsel araştırma teknik ve yöntemleri devşiren bir alt akademik bilgi alanı olarak siyasal iletişim inşa edilmiştir” (Köker 1998: 21).
Siyasetin temel dayanağı “yönetmek”, “idare etmek”, “arz-talep dengesi oluşturmak” olduğundan dini bir lider, bir işletme müdürü, bir şirket yöneticisi yahut bir aile reisi de siyaset yapar. Lakin en kapsamlı ve özüne uygun anlamıyla siyasetin belli usullerle ve meşruiyet esaslarına göre yapıldığı alan seçilmiş yerel yönetimler, mülki idare makamları ve parlamentodur.6
6 Siyasi iktidarın varlık sebebinin yönetilenler için makul bir anlama kavuşturulması, halkın rızasına ve onayına dayandırılmasıdır. İktidarın, yasa, emir ve tasarruflarının toplumca kabul edilmesi ve uyulmasının tek dayanağıdır (Türköne 2007: 42).
İletişim; sözcüğün kökeninde hareketle Latince commun-halk-topluluk kökünden türetilmiş bir kavram olan communication; yani bilgi ve düşüncelerin değiş tokuşunu ifade eder (Aktaran Taşyürek 2009: 18).
İletişim kavramının bir alt türü olan siyasal iletişim bir tanıma göre; bir siyasal görüş ya da organın, iktidar olabilmek için zaman ve konjonktürün gereklerine göre çeşitli tekniklerden yararlanarak sürekli bir biçimde gerçekleştirdiği tek ve/veya çift yönlü iletişim çabalarıdır (Aktaran: Özer 2000: 118).
Aysel Aziz’e (2003:3) göre siyasal iletişim, “Belli ideolojik amaçlarını, toplumda belli gruplara, kitlelere, ülkelere ya da bloklara kabul ettirmek ve gerektiğinde eyleme dönüştürmek, uygulamaya koymak üzere siyasal aktörler tarafından çeşitli iletişim tür ve tekniklerinin kullanılması ile yapılan iletişim” dir.
“Siyasal iletişim, bir siyasal görüş ya da organın etkinlikte bulunduğu siyasal sistem içerisinde kamuoyunun güvenini ve desteğini sağlamak amacıyla dönemin gereklerine göre reklam, propaganda ve halkla ilişkiler tekniklerinden yararlanarak sürekli bir biçimde gerçekleştirdiği tek veya çift yönlü iletişim çabasıdır” (Uslu 1996: 790).
Siyasal iletişimde esas mesele, mesaj iletimi ve alımıdır. Siyasîlerin, yönetmeye talip oldukları kesim ile ilgili plan, proje, vaatlerini en hızlı ve en kolay iletmek için çeşitli alanlardan faydalanması ve sunumlarının geri dönüşümünü bu kanallar vasıtasıyla görmeleri önemlidir. Örneğin, bir siyasal partinin yaklaşan seçimlere yönelik sayıca belli bir topluluk üzerine yaptırtmış olduğu bir anket, o siyasî partinin ilettiği mesajın geri dönütü olarak görülebilir.
Siyasal iletişimde bulunan kurum, kuruluş, grup ve kurumsallaşmış kimliği bulunan kişiler, örgüt liderleri, önderleri ve yöneticileri siyasal aktörler olarak ele almak mümkündür. Bu aktörler bulundukları, ait oldukları küme veya örgütün amaçları, ilke ve kuralları çerçevesinde hareket etmek ve iletişimde bulunmakla yükümlüdürler. Bu rolleri en iyi biçimde oynamaları gerektiği için de kendilerine “aktör” denilmektedir.
Devlet başkanı, hükûmet, siyasal partiler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, baskı grupları, sivil itaatsizlik, lobicilik faaliyeti ve terör gruplarını bu aktörler arasında saymak mümkündür (Aziz 2003: 17).
D. Wolton’a (1991: 52) göre siyasal iletişim; “siyaset üzerine kamu önünde fikir
belirtmeleri meşru olan üç aktörün, yani politikacıların, gazetecilerin ve nabız
yoklamaları aracılığıyla kamuoyunun çelişkili söylemlerinin mübadele edildiği alan” olarak tanımlar.
D. Wolton’un görüşü, siyasal iletişimi “siyasetçi” bazında ele almayışı, çalışma mız açısından aydınlatıcı olmuştur. Zira, siyasal iletişimi haberleşme, kamuoyu oluşturma, koalisyon oluşturabilme gibi pek çok alt nesneyle birlikte düşündüğümüzden, bu üç aktörün de siyasal iletişim açısından belli yöntem, tutum ve yaklaşımları olacaktır.
Bir tiyatrocunu, tiyatrodan çok siyaset konuşabiliyor olması yahut bir ticari taksi
şoförünün ülke gündemine dair söyleyecek ne çok sözünün olması, siyasal iletişime atıfta buluna bilinecek durumlardır.
Siyasal iletişimin bu üç aktörünün birbirinden bağımsız kaygıları vardır. Politikacıların mesaj kaygısının altında yatan esas olan, oy kaygısıdır. Gazetecilerin haber, kamuoyunun ise vaatlerin gerçekleştirilmesi yönünde hem kısa vadede hem de uzun vadede gerçekleşebilecek kaygıları ve beklentileri vardır. Elbette, bu çok normatif ve olası bir durumdur. Ancak, her üç tarafın da bu anlamda siyasal iletişim yöntemlerine ihtiyaç duyarlar. Özellikle politikacının seçmiş olduğu yöntem, onu iktidara taşıyabilir yahut muhalefette tutar.
Bu bağlamda, politikacının tüm vaatlerini iletebilmek hatta yeri geldiğinde rakiplerini saf dışı edebilmek için seçeceği yöntem veya yöntemler çok
önemlidir.
Bu bağlamda siyasetçinin geliştirilmiş tüm siyasal iletişim teknik ve yöntemlerine ek olarak, içerik ve üslup açısından da değişime/devinime ihtiyacı vardır. Bu sebeple, siyasi söylemlerde mizahın ön plana çıkarılabilmesi, siyasetçi için avantaj taşıyan bir durumdur. Mizahın gerek negatif gerek pozitif işlevleri, siyasetçi için çok fazla malzemeye sahiptir. Bu anlamda siyasî iletişim dilinde mizahın yaygın olarak tercih edilmesi, her ne kadar bir beceri istese de, gerginliklerin giderilmesi, kucaklayışı bir tavrın öne çıkarılmasında etkin olabileceği gibi, nüktedanlığın ve hazır cevaplılığın statüye artı puan getirecektir.
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***