5 Aralık 2019 Perşembe

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 3

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 3





Mal bildirimi ne zaman verilir?

a- Zorunlu haller:

-Kamu görevlilerinin işe girişlerinde (işe giriş için gerekli belgeler arasında yer alır ve bu belge olmadan göreve başlatılmaz),

-Görevlerinin sona ermesi hallerinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

-Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde (ek bildirim)
bildirimde bulunulması zorunludur.

Birçok memur görevlerinden ayrılma halinde mal bildirimi zorunluluğuna uymamaktadır. Yine başka kurumlara atanma hallerinde de beyanname vermeyi unutuyorlar ve farkına vardıklarında da başımıza iş açarız endişesiyle genel beyan dönemine kadar seslerini çıkarmamayı tercih ediyorlar.

b - Ek bildirim:

Kamu görevlileri; kendilerinin, eşlerinin ve velayetleri altındaki çocuklarının şahsi mal varlıklarında önemli bir değişiklik olduğunda, değişikliği izleyen bir ay içinde yeni edindikleri mallara ilişkin ek bildirim vermek zorundadırlar. Bildirimde diğer malların yeniden belirtilmesine gerek yoktur.

Önemli değişikliğin anlamı ise; Kendilerine aylık ödenenler, net aylık tutarının beş katından; aylık ödenmeyenler ise Genel İdare Hizmetleri sınıfında birinci derecenin birinci kademesindeki şube müdürüne ödenen net aylığın beş katından fazla değer ve tutarındaki mal varlığındaki artışlar anlaşılmalıdır.

Belirli bir tutarın altında yer alan mal varlıklarındaki artışların beyan zorunluluğu da bulunmamaktadır. Çünkü, Yönetmelikle genel beyan döneminde gayri menkullerin tutarı dikkate alınmaksızın beyan zorunluluğu getirilmişken ek mal beyanında edinilen malın hem mahiyet hem de miktarının birlikte dikkate alınması gerektiğinden net aylık tutarının beş katından az tutardaki mal edinimlerinin beyan zorunluluğu bulunmamaktadır.

Yönetmelik hükmüne bakıldığı takdirde “8 inci maddede gösterilen mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesinde malın mahiyetinin ve miktarının birlikte aranması gerekmekte olduğu görülecektir. Cümledeki VE bağlacı açık bir şekilde bu durumu izah etmektedir. Şayet Yönetmelik maddesinde geçen “mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesi “mahiyet veya miktardaki malın iktisabı” şeklinde ifade edilmiş olsaydı, o zaman gayri menkullerle menkuller ayrı ayrı dikkate alınmalıydı. Ancak, böyle bir ayrıma gidilmediği açıkça görülecektir.

c- Bildirimin yenilenmesi:

Kamu görevlileri, görevlerine devam ettikleri sürelere rastlayan, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar mal bildirimini yenilemek zorundadır.

Mal bildirimleri eski bildirimlerle karşılaştırılıyor mu?

Mal bildirimlerinde yer alan bilgiler, kamu kurumları bilgisayarlarında mevcut bilgilerle bilgisayar ortamında ve gizliliği sağlanacak şekilde karşılaştırılır. Ancak, uygulamada beyannamelerin zarflarında müfettişleri veya muhakkikleri beklediği görülür.

Yapılan karşılaştırma sonucunda gerçeğe aykırı bildirimde bulundukları veya haksız mal edindikleri, kaçırdıkları veya gizledikleri anlaşılanlar hakkında yetkili mercilerce Cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulur.

Kamu Görevlileri Etik Kurulu mal bildirimlerini gerektiğinde inceleme yetkisine sahiptir. Mal bildirimlerindeki bilgilerin doğruluğunun kontrolü amacıyla ilgili kişi ve kuruluşlar talep edilen bilgileri en geç otuz gün içinde Kurula verirler.

Haksız mal edinme nedir?

Yönetmeliğe göre, mevzuata veya genel ahlaka uygun olarak sağlandığı ispat edilmeyen mallar veya ilgilinin sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olduğu kabul edilemeyecek harcamalar şeklinde ortaya çıkan artışlar, mal bildirimine ilişkin Kanun kapsamında haksız mal edinme sayılmaktadır.

Dikkat edin, gayrimenkul ediniminde ek beyan konusunda tartışma var

Bize göre genel beyan dönemi dışında gayrimenkul ediniminde de mal varlığındaki artış tutarı maaşın 5 katı kadar ise ek mal beyannamesi verilmemelidir. Ancak, bu konuyu farklı yorumlayan kurumlar çıkabilir ve ek mal beyanı verme döneminde olduğu gibi tutarı ne olursa olsun ek mal beyanı verilmeliydi denebilme riski olduğu için riske girmeden gayrimenkul ediniminde tutara bakmadan süresinde ek mal beyannamesi verilmesini öneririz.

Burada dikkate edilmesi ve bilinmesi gereken bir husus da birlikte oturulsa dahi velayet altında olmayan çocuklar için yani 18 yaşından büyük çocuklar için hem genel beyan, hem de ek beyan döneminde mal beyannamesi vermeye gerek olmadığıdır.

Kamuda yaşanan canlı bir örnek

Ben Temmuz/2012 de devlet memurluğuna atandım. Memuriyete başlarken istenen evraklarla birlikte Mal Bildirim Beyanında bulundum. Bu beyanımda Şubat/2012 de (memuriyete başlamadan önce) sözleşmesini yaptığım ve peyderpey taksitlerini ödediğim EMİNEVİM sözleşmesini bildirmedim. Çünkü bu bir borçlanma değil, tasarruf şekli olduğu için (çünkü ortada herhangi bir gayrimenkul, tapu vb. bir şey yok) mal bildirim beyanında bildirmedim. Daha sonra buraya ödediğim taksit miktarı maaşımın 5 katına ulaştığında ek mal bildirim beyanı ile Şubat/2013 bildirimde bulundum. Bunun üzerine, beyanlarımda uyumsuzluk olduğu gerekçesiyle, kademe durdurulması cezası verilmesi için hakkımda soruşturma açıldı ve devam ediyor.

Burada bir kaç sorum olacak:

1- Eminevim'le yaptığım sözleşme mal bildiriminde belirtilmesi gereken bir husus muydu? (sonuçta bir tasarruf şekli ve buradan istediğim zaman ödediğim taksit tutarlarını geri alarak ayrılabilirim.

2- Aday memurlar mal bildirimi ve Ek Mal Bildirimi Beyanından ne kadar sorumludurlar.

3- Aday memurların yukarıdaki disiplin cezasını alması durumunda uygulanabilirliği var mıdır? (aday memurların kademe ilerlemesi yapılmıyor.)

4- Ceza almam durumunda memuriyetim in sona erme ihtimali var mıdır. Bütün bunlara karşı ne yapmam gerekir.

Mal beyanı memurların en fazla sıkıntıya düştükleri konulardan birisidir. Kamu kurumunun iyi niyeti veya kötü niyetine göre uygulama değişmektedir. Özellikle de en fazla sıkıntı ek mal beyanında yaşanmaktadır. Birçok memurun Mal Bildiriminde Bulunulması Hakkında Yönetmelik 'te yer alan ince detayları bilmesini beklemek doğru bir yaklaşım değildir.

Bu Yönetmelik detaylı bir şekilde incelenirse belirli bir miktarın altındaki mal varlığındaki artışın ek mal beyanına konu olmayacağı görülecektir.

Yönetmelikteki yukarıda yer verilen hükümler gereğince belirli bir tutarın altında yer alan mal varlıklarının beyan zorunluluğu da bulunmamaktadır. Çünkü, Yönetmelikle genel beyan döneminde gayri menkullerin tutarı dikkate alınmaksızın beyan zorunluluğu getirilmişken ek mal beyanında edinilen malın hem mahiyet hem de miktarının birlikte dikkate alınması gerektiğinden net aylık tutarının beş katından az tutardaki mal edinimlerinin beyan zorunluluğu bulunmamaktadır.

Yönetmelik hükmüne bakıldığı takdirde “ 8 inci maddede gösterilen mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesinde malın mahiyetinin ve miktarının birlikte aranması gerekmekte olduğu görülecektir. Cümledeki VE bağlacı açık bir şekilde bu durumu izah etmektedir. Şayet Yönetmelik maddesinde geçen “mahiyet ve miktardaki malın iktisabı” ifadesi “mahiyet veya miktardaki malın iktisabı” şeklinde ifade edilmiş olsaydı, o zaman gayrimenkullerle menkuller ayrı ayrı dikkate alınmalıydı. Ancak, böyle bir ayrıma gidilmediği açıkça görülecektir.

Süresinde Mal bildiriminde bulunmamaktan ne anlaşılmalıdır?

Yönetmeliğin süresinde mal bildiriminde bulunmama başlıklı 17 maddesinde; “Bu Yönetmelikte belirtilen süreler içinde mal bildiriminde bulunmayanlara, bildirimin verileceği mercilerce yazılı olarak ihtarda bulunulur. Bu ihtar, ilgilisine Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ olunur. İhtarın kendisine tebliğinden itibaren bir ay içinde bildirimde bulunmayanlar hakkında gerekli işlem yapılmak üzere yetkili Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunulur. Müfettiş ve muhakkikler de, soruşturma ile ilgili olarak verdikleri süre zarfında mal bildiriminde bulunmayan hakkında yetkili Cumhuriyet başsavcısına suç duyurusunda bulunurlar.” hükmüne yer verilmiştir.

Görüleceği üzere, Devletin istihdam ettiği memurlarının peşine hafiye gibi düşmek ve işte seni şimdi yakaladım demek yerine unutma, mevzuatı bilememe veya tereddüt edilen konular gibi durumlarda kurumların veya soruşturmacının gerekli hatırlatmayı yapması ve belirlenen sürede de beyanda bulunulmaması halinde hem disiplin hem de adli yönden gerekli cezai işlemin yapılması gerekmektedir.

   Yönetmeliğin geneline bakıldığı takdirde beyanname verilme sürelerinin açıkça belirtilmiş olmasına rağmen ayrıca ihtarda bulunulma müessesi getirilerek süre verilmesi ve bu süre sonunda da beyanda bulunulmamasının cezalandırılması cihetine gidilmesi cezai işlem uygulamadan önce yapılması gereken önemli bir iyi niyet göstergesi ve durumudur. 

    İlgili Kanun ve Yönetmeliğin birlikte değerlendirilmesi halinde; beyannameler arasında karşılaştırma yapılması zorunluluğu bulunması ve mal varlığındaki artışların izah edilememesi halinde de yaptırım uygulanması önemli bir husustur. Aksi takdirde en tepedeki yöneticiden tutun da en alt unvandaki personele kadar bu yaptırımla karşılaşmayacak personel yoktur.

Uygulamada beyanname vermeyi unutan birçok personelin acaba bize ceza verilir mi diye beyannameyi vermeme yolunu tuttuğu görülmektedir. Bu şekilde beyannameyi zamanında vermeyi unutan personel arasında en yüksek unvandan en aşağı unvana kadar personel bulunmaktadır. İdarelerin personele tuzak kurması düşünülemeyeceğinden unutma ve benzeri nedenlerle zamanında beyanda bulunamayan personele kademe ilerlemesi cezası verilmesi doğru değildir. Nitekim bu konuyla ilgili olarak aşağıda yer verilen 2010 tarihli ve 3 sayılı Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının hazırlamış olduğu bir inceleme ve araştırma raporunda bizim görüşlerimizi birebir destekleyen ifadelere yer verilmiştir.

Diğer yandan örnekteki sözleşme gereğince oluşan borç alacak ilişkisinin belirli bir tutarın altında kalması halinde beyan edilmesine gerek yoktur. Bu durumu şöyle de örneklendirebiliriz:

Aylık net maaşı 4000 TL olan bir memur her ay maaşından tasarruf ettiği tutarı herhangi bir finans kurumuna yatırıyor. Bir müddet sonra meblağ çoğalırsa bu tutarı ek beyanla beyan etmek zorunda mıdır? Elbette hayır. Çünkü, bu tutar ani bir artış olmadığı için mal varlığında önemli bir değişiklik değildir ve ek beyana gerek da yoktur.

Ayrıca, idare bunun da beyan edilmesini istiyorsa ilgili memuru uyarır ve beyan edilmesini talep eder. Şayet bir ay içerisinde beyanda bulunulmazsa o zaman adli ve idari süreci başlatır.

    Çarpıcı başka bir örnek

Seçimler Nedeniyle bir genel müdür görevinden istifa etti ve aday adayı oldu. Daha sonra da milletvekili adayı oldu. Ancak, seçilemediği için tekrar görevine 
dönmek istedi. İlgililer baktılar ki göreve tekrar dönmek isteyen genel müdür seçim nedeniyle görevinden ayrıldığı halde bir ay içerisinde beyanname vermemiş. 

    Bu durumda ilgili genel müdür hakkında disiplin işlemleri yapılarak süresinde mal beyanında bulunmadığı için kademe ilerlemesinin durdurulması cezası 
verilerek genel müdür olarak atanması engellenecek mi?

İşte bu örnek dahi konunun nasıl bir boyutunun olduğunu göstermektedir. 

İşte idarelerin masum memurların üzerlerine gitme yerine mevzuatın tanıdığı hakkı yerine getirerek süresinde mal beyanında bulunmayan memura bir aylık süre verilmeli ve sonucuna göre işlem yapılmalıdır. Yazımızın başında yer verilen masum memura ceza verilerek aday memur olduğu için görevine son mu verilmeli yoksa Yönetmelikte yer verilen hüküm işletilerek bir aylık süre mi verilmelidir?

Süresinde mal bildiriminde bulunmama ile İlgili teftiş raporu

Bu konuyla ilgili olarak Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanarak Gümrük Müsteşarına sunulan 03.05.2010 tarihli raporda önemli hususlara yer verilerek konu bütün detaylarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.

Hazırlanan raporda şu tespitler yer almıştır:

“657 sayılı Yasanın yukarıda belirtilen 125/D-j maddesinde bahsedilen mal bildiriminde bulunulmasını gerektiren durum ve süreler belirlenmiştir.

Durum böyle iken, örneğin mal varlığında 3628 sayılı Yasanın 5. Maddesinde tarif edildiği şekilde önemli bir değişiklik olan memur, buna ilişkin mal bildirimini 
değişiklik olduğu tarihten itibaren bir ay içerisinde vermez veya unutur ya da bu bildirimi süresini geçirdikten sonra verir ise hakkında hangi disiplin cezası 
uygulanmalıdır?

Bu gibi durumlarda gecikmeli olarak mal bildirimi verilse dahi, belirlenen durum ve sürelerde bildiriminde bulunulmadığı gerekçesiyle 657 sayılı Yasanın 125/D- j Maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, birçok idarece tereddütsüz olarak uygulanmaktadır. 

Bu nedenle memur, mal varlığında değişiklik olduğundan bir ay içerisinde mal bildirimi vermeyi unutmuş ise telaşa kapılmakta, bir ayı geçirdikten sonra iyi 
niyetli olarak mal bildirimi verse dahi ceza alacağını bildiği için bundan sonra da mal bildirimi verememektedir. Hatta çoğu zaman mal bildirini vermeyi 
unuttuğu amirlerince de bilindiği halde, uygulanacak olan cezanın ağırlığı nedeniyle olay bilmezden gelinmekte, devamlı suçluluk psikolojisi içerisinde olan memurun, disiplin cezası zamanaşımı olan 2 yıl içerisinde idarenin durumu öğrenmek zorunda kalmamasını umut etmekten başka çaresi kalmamaktadır.

Sadece basit bir dikkatsizlik ve ihmalden kaynaklaman bu fiile uygulanan kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, kanımızca ağır bir ceza olup, 
fiil ile orantılı değildir ve mal bildirimine ilişkin daha önceki uygulamalar ve yasal düzenlemeler ile uyum göstermemektedir.

2871 sayılı Yasada; olağan olarak mal bildirimi verilmesi gereken durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunulmaz ise hangi idari yolun izleneceği ve 
ilgiliye hangi disiplin cezasının verileceği konusunda 5440 sayılı Yasadan farklı olarak açık bir düzenlemeye ver verilmemiştir. 

  Bu nedenle, 657 sayılı Yasanın 125/D-j maddesinde tanımlanan ve esasen bir inceleme ve soruşturma nedeniyle kendisinden mal bildirimi istendiği halde 
bu bildirim vermeyen veya eksik veren memur hakkında, “belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmadığı”gerekçesiyle uygulanacak olan kademe 
ilerlemesinin durdurulması cezasının, olağan durumlarda mal bildiriminde bulunmadığı anlaşılan memurlara da uygulanıp uygulanmayacağı hususu tartışmalı hale gelmiştir.

Ancak konu ile ilgili olarak mülga 4237 ve 5440 sayılı Yasalar ile halen yürürlükte olan 657 sayılı Yasanın özüne bakıldığında; söz konusu cezaya sadece, 2871 sayılı Yasanın 9 uncu maddesi uyarınca hakkında yapılacak inceleme ve soruşturmaya istinaden kendisinden mal bildiriminde bulunması istenmesine karşın, zorunlu sebepler olmaksızın bu bildirimde bulunmayanların muhatap olacağı anlaşılacaktır. Zira aksi takdirde, basit bir dikkatsizlik nedeniyle mal varlığındaki değişiklikten itibaren bir ay içinde bildirimde bulunmayan ile kendisinden bildirimde bulunması istenmesine rağmen bu süre içerisinde kasten 
bildirimde bulunmayan veya eksik bildirimde bulunana aynı disiplin cezasının uygulanması söz konusu olacaktır. Bu durum, ceza hukukunun temel ilkeleri 
ile de çelişmektedir.

Söz konusu tartışmalı durum, 2871 sayılı Yasayı yürürlükten kaldıran 3628 sayılı Yasada kanaatimizce açıklığa kavuşturulmuştur.

1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 10. maddesinin birinci fıkrasında; aynı Yasanın 6. maddesinde belirtilen sürelerde, yani inceleme ve 
soruşturmadan kaynaklanmayan olağan durumlarda mal bildiriminde bulunmayana, bildirimlerin verileceği mercilerce ihtarda bulunulacağını, ihtarın kendisine tebliğinden itibaren otuz gün içinde mazeretsiz olarak bildirimde bulunmayana ise üç aya kadar hapis cezası verileceğini belirtmektedir.

10. Maddesinin ikinci fıkrasında, soruşturma ile ilgili olarak verilen süre zarfında mal bildiriminde bulunmayana da üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verileceği 
ayrıca düzenlenmiştir. Soruşturma nedeniyle mal bildiriminde bulunması istenenin, bu bildirimi yedi gün içinde vermesi zorunludur.

Buradan da anlaşılacağı üzere; bir ihbar, inceleme veya soruşturmadan kaynaklanmamakla birlikte 6 ncı madde uyarınca mal bildiriminde bulunma yükümlülüğünü yerine getirmediği anlaşılan memur, öncelikle ihtar edilmekte ve 30 günlük ek süre içerisinde bildirimde bulunması istenmektedir. Belirtilen otuz günlük ek süre içerisinde bildirimde bulunan memur hakkında, daha önceden süresi içerisinde mal bildiriminde bulunmadığı gerekçesiyle yapılması gereken başkaca bir işleme ihtiyaç yoktur. Ancak memurun, davranışlarında daha dikkatli olması, ödev ve sorumluluklarını zamanında yerine getirmesi bakımından uyarılmasının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.

Eğer memur belirtilen otuz günlük ek süre içerisinde kasten bildirimde bulunmaz ise, bu durumda açıkça bir disiplin suçunun işlendiğini ve buna karşılık olarak 
uygulanması gereken disiplin cezasının da 657 sayılı Yasanın 125/D-j maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası olacağını kabul etmek gerekecektir.

Soruşturma nedeniyle istenen mal bildiriminin verilen yedi günlük süre içerisinde kasten verilmemesi halinin de yine aynı şekilde kademe ilerlemesinin  durdurulması cezası ile cezalandırılması uygun olacaktır.

Dikkat edileceği üzere 3628 sayılı Yasa'da, olağan durumlarda verilmesi gereken bildirimin verilmediğinin idarece anlaşılması hali bakımından bir zaman sınırı 
getirilmemiştir. Yani idare bu durumun farkına vardığı andan itibaren memuru ihtar etme ve 30 günlük ek süre içerisinde mal bildiriminde bulunmasını isteme 
hakkına sahiptir. Dolayısıyla kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilebilmesi nin zaman aşımı olan iki yıllık süre, örneğin mal varlığındaki önemli değişikliğin meydana geldiği tarihten değil, eğer ihtaren verilen 30 günlük sürenin sonunda bildirimde bulunulmamış ise bu tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

Belirtilen dönemlerde yenileme yapılmamasının; idarece yapılacak karşılaştırmalar sırasında daha önceden verilmiş olan mal bildirimlerinin bir arada görülmesini zorlaştırmak dışında bir sakıncası olamayacağından, örneğin 2010 yılı Şubat ayı sonuna kadar mal bildirimini yenilemeyen memura kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının verilebilmesi de kanaatimizce mümkün görünmemektedir.

Düşüncemize göre hiçbir ayrım yapılmaksızın yenileme dahil günümüzde mal bildirimi verilmeyen her durum için idarece 657 sayılı Yasanın 125/D-j 
maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının uygulanması; öncelikle buna ilişkin, 1965 tarihli Devlet Memurları Kanununda yer alan 
düzenlemede atıfta bulunulan Yasanın, 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasa değil 1942 tarihli ve 4237 sayılı Yasa olmasından kaynaklanmaktadır. 

Anılan disiplin cezası 3628 sayılı Yasa değil, 4237 sayılı Yasa hükümlerinin ihlali halinde uygulanmak üzere düzenlenmiştir. Ancak 4237 sayılı Yasanın 1983 
yılında yürürlükten kalkması ve yerine gelen diğer yasalarda durumu açıklayan düzenlemelere yer verilmemiş olması, bahsedilen yanlış uygulamanın günümüze kadar gelmesinde en etkili faktör olmuştur.

Sonuç olarak; mal bildirimi verilmemesi halinde uygulanacak disiplin cezalarının, açıklamaya çalıştığımız kriterler dikkate alınarak belirlenmesi durumunda, 
hem 1942 yılından itibaren ortaya konulmuş olan yasa koyucunun iradesine uygun olarak aynı ve benzer fiillerin aynı ve benzer cezalar ile cezalandırılması 
sağlanmış hem de kanımızca yanlış olan günümüzdeki uygulamanın memurlar üzerindeki olumsuz etkileri giderilmiş olacaktır.”

Görüleceği üzere, mezkur rapor konuyu detaylı bir şekilde özetlemiştir. 
Aksi takdirde kamuda ceza almayacak memur kalmayacaktır. 

Basit ihmaller veya farklı yorumlar nedeniyle memurlara disiplin cezası vermenin mümkün olmadığını düşünüyoruz. Şayet memur mal varlığındaki artışı izah edemeyecek durumda ise kimsenin söyleyecek bir sözü olamaz. Sonuç olarak memurların geleceğini karartmanın doğru olmadığını ve kimseye bir yararı olmayacağını ifade etmek isteriz. 

Bu konunun sıkıntılarını giderecek kurum ise Devlet Personel Başkanlığıdır. Çıkaracağı bir tebliğle mal beyanıyla ilgili sıkıntılı konuları açıklığa kavuşturarak 
kurumların memur avcılığının önüne geçebilir.

Memurlar.Net - Özel



***


MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 2

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. MAL VARLIĞI BEYANI, BÖLÜM 2


ATATÜRK' ün Sivas kongresi Öncesi, Sonrası gelişmelerden alıntılar..


Kongre, 4 Eylül 1919 günü davet sahibi olması sebebiyle Mustafa Kemal Paşa’nın açış konuşmasıyla başladı. Bu konuşma Mustafa Kemal Paşa’nın mevcut siyasi duruma hakimiyetini ortaya koymaktadır. Başkanlığın sırayla üstlenilmesi talebi yapılan oylama sonucunda reddedildi. Divan teşekkülünde Mustafa Kemal Paşa oy birliğiyle başkanlığa Bekir Sami ve Rauf Beyler Başkan yardımcılıklarına seçilirler. 

Daha önce oluşturulan Hazırlık Encümenin (Komisyon) kaleme aldığı ve ittihatçılık suçlamasının önüne geçmek için kongre delegelerinin okumaları teklifiyle bir yemin metni hazırlanmıştı. 

Bu Metinde : 

“Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, islamiyete, devlete, millete ve memlekete 
manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye takip etmeyerek her türlü ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azm-ü iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağı ma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah” ifadeleri vardı.

 Bu yemin Metnine evvela Mustafa Kemal Paşa karşı çıkar. Metin münakaşa edilerek aşağıdaki şekli alır : 

“Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına  çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah” 

Bu günki,  YEMİN METNİ.,,

Milletvekillerinin Yemin Metninde ne yazıyor?

   ...Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; 
Hukukun üstünlüğüne, Demokratik ve Lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; 
Toplumun huzur ve refahı, Millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin İnsan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması Ülküsünden ve Anayasa'ya Sadakatten ayrılmayacağıma; Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.

..... İli Milletvekili...

****

MAL BEYANI..


Mal Beyanına dair tüm detaylar...

Memurların bilmesi gereken bazı konular vardır ki iş işten geçtikten sonra bunları öğrenmenin maliyeti oldukça fazla olabilmektedir. Birçok memurun disiplin cezasına maruz kaldığı konulardan birisi de süresinde verilmeyen mal beyanıdır.

Kamu görevlileri belirli zamanlarda mal bildiriminde bulunmak zorunda olup, bildiriminde bulunulması gereken süreler, hangi malların beyana tabi olduğu ve hangi tutardaki mal varlığındaki artış ve azalışların bildirime konu edileceği hususlarında tereddütler yaşanmakta ve birçok memurun geleceği basit hatalardan dolayı kararabilmekte dir. Genel beyan döneminde kurumlar memurlara bazı hatırlatmalarda bulunmakla birlikte, ek mal beyanıyla ilgili olarak memurların ne zaman ve hangi durumlarda ek mal beyanı vereceğini bilememesi ve gözden kaçırması halinde de alacağı disiplin cezası nedeniyle geleceği kararabilmekte dir. Yaklaşık 3 milyonluk bir kitleyi ilgilendiren bu konuyu biraz daha derinleştirecek ve memurların sıkıntı yaşamaması için bazı önerilerde bulunacağız.

Mal beyanında bulunmanın hukuki dayanağı

Mal Beyanında bulunmanın hukuki dayanağı, 3628 sayılı “Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu” ile bu Kanuna dayanılarak çıkarılan Mal Bildiriminde Bulunulması Hakkında Yönetmeliktir.

Bu çerçevede, Rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele amacıyla hazırlanan Kanun; kapsamında yer alan kişilerin mal bildiriminde bulunmasını, bildirimlerin yenilenmesini, mal edinmelerin denetimiyle, haksız mal edinme veya gerçeğe aykırı bildirimde bulunma hallerinde uygulanacak yaptırımları düzenlemiştir. Kanunun uygulanmasını göstermek amacıyla yürürlüğe konulan Yönetmelik ise mal beyanıyla ilgili detay bilgileri içermektedir.

Kanun, mal bildiriminde bulunması gerekenleri tek tek saymış ve kamu kurum ve kuruluşlarında işçi sayılmayan kamu çalışanlarının da mal bildiriminde bulunacağını hüküm altına almıştır.

Kimler mal bildiriminde bulunmak zorundadır?

Aşağıda sayılanlar mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar:

a) Her türlü seçimle iş başına gelen kamu görevlileri ve dışarıdan atanan Bakanlar Kurulu üyeleri (Muhtarlar ve İhtiyar heyeti üyeleri hariç).

b) Noterler.

c) Türk Hava Kurumunun genel yönetim ve merkez denetleme kurulu üyeleri ile genel merkez teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin merkez kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların şube başkanları.

d) Genel ve katma bütçeli daireler, il özel idareleri, belediyeler ve bunlara bağlı kuruluş veya alt kuruluşlarda, kamu iktisadi teşebbüsleri (iktisadi devlet teşekkülleri ve kamu iktisadi kuruluşları) ile bunlara bağlı müessese, bağlı ortaklık ve işletmelerde, özel kanunlarla veya özel kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan ve kamu hizmeti gören kurum ve kuruluşlar ile bunların alt kuruluşlarında veya komisyonlarında aylık, ücret ve ödenek almak suretiyle kamu hizmeti gören memurları, işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri ile yönetim ve denetim kurulu üyeleri.

e) Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarında görevli olanlar ile bunların yönetim ve denetim kurulu üyeleri (5590 sayılı Kanuna göre kurulan oda ve borsaların oda ve borsa meclisi ile yönetim kurulu üyeleri dahil).

f) Siyasi parti genel başkanları, vakıfların idare organlarında görev alanlar, kooperatiflerin ve birliklerinin başkanları, yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürleri, yeminli mali müşavirler, kamuya yararlı dernek yönetici ve deneticileri.

g) Gazete sahibi gerçek kişiler ile gazete sahibi şirketlerin yönetim ve denetim kurulu üyeleri, sorumlu müdürleri, başyazarları ve fıkra yazarları.

h) Özel kanunlarına göre mal bildiriminde bulunmak zorunda olanlar (konfederasyon, sendika ve sendika şubesi başkan ve yöneticileri dahil).


Mal bildirimleri nereye verilir?

Mal Bildiriminin verileceği merciler şunlardır:

a) Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu üyeleri için, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı.

b) Kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personel için, özlük işleri ile ilgili birimler.

c) Kurum, teşebbüs, teşekkül ve kuruluşların genel müdürleri ile yönetim ve denetim kurulu üyeleri için, ilgili bakanlıklar.

d) Yüksek mahkemelerin daire başkan ve üyeleri için, ilgili mahkemenin başkanı.

e) Noterler için Adalet Bakanlığı.

f) Diğer kurum ve kuruluşların memur ve hizmetlileri için, atamaya yetkili makamları.

g) Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için, kurum ve dernek genel başkanlığı.

h) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında görevli olanlar için, kurum başkanlığı; bunların yönetim ve denetim kurulu üyeleri için, ilgili bulundukları bakanlıklar.

i) Görevlerinden ayrılanlar için, bu görevlerinde iken bildirimlerini vermeleri gereken makam veya merci.

j) Siyasi parti genel başkanları için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı.

k) Kooperatifler ve birliklerinin başkanları, yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürleri için, kooperatiflerin ve birliklerinin denetimlerinin yapıldığı kuruluşlar.

l) Yeminli mali müşavirler için, Maliye ve Gümrük Bakanlığı.

m) Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve kamu yararına sayılan derneklerin genel yönetim ve merkez denetleme kurulu üyeleri için, İçişleri Bakanlığı; bunların şube başkanları için, bulundukları il valilikleri.

n) İl genel meclisi üyeleri için, ilgili valilikler, belediye meclisi üyeleri için, ilgili belediye başkanlıkları, belediye başkanları için, İçişleri Bakanlığı.

o) Mal bildirimi verecek son merciler için, kendi kuruluşlarının özlük işleri ile ilgili makam veya merci.

p) Gazete sahibi gerçek kişiler ile gazete sahibi şirketlerin yönetim ve denetim kurulu üyeleri, sorumlu müdürleri, başyazarları ve fıkra yazarları için, bulundukları yer en büyük mülki amirliği.

r) Vakıfların idare organlarında görev alanlar için, Vakıflar Genel Müdürlüğü.

Hediye ve Hibeleri beyan etmek zorunlu mudur?

Beyanname vermek zorunda olan kamu görevlileri, milletler arası protokol, mücamele veya nezaket kaideleri uyarınca veya diğer herhangi bir sebeple yabancı devletlerden, milletler arası kuruluşlardan, sair milletler arası hukuk tüzel kişiliklerinden, Türk uyruğunda olmayan herhangi bir gerçek veya tüzel kişi veya kuruluştan, aldıkları tarihteki değeri on aylık net asgari ücret toplamını aşan her hediye veya hibe niteliğindeki eşyayı, aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde kendi kurumlarına teslim etmek zorundadırlar.

Ancak, yabancı devlet adamları ve milletler arası kuruluş temsilcileri tarafından verilen imzalı hatıra fotoğraflarının çerçeveleri bu madde hükümlerine dahil değildir.

Mal varlığındaki hangi tutardaki artışlarda mal bildirimi verilir?

Kamu görevlilerinin; eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait taşınmaz malları ile kendisine yapılan aylık net ödemenin 5(beş) katından fazla tutarlardaki malları (her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri), mal bildiriminin konusunu teşkil eder. Genel beyan döneminde gayrimenkuller için tutar önemli değildir. 

Bu husus çoğu zaman gözden kaçabilmekte dir.

Beş kat uygulaması kafa karıştırabilmektedir. Bu durumu bir örnekle açıklamak gerekirse; VHKİ kadrosunda görev yapan bir personel net olarak 1.800 TL maaş alıyorsa, 1.800 x 5 = 9.000 TL den fazla mal elde edinmesi ya da borçlanması halinde genel beyan döneminde beyan edilmeli veya genel beyan döneminden sonra da ek mal beyannamesi verme zorunluluğu vardır. Buradan şu ifadeyi rahatlıkla söyleyebiliriz. Memurun net olarak aldığı aylık, ek beyanname verip vermeyeceğini belirleyecektir. Kimi memur 10.000 TL tutarında mal elde ettiği için ek beyanname vermek zorunda olacak kimi memur ise 50.000 TL mal elde ettiği için ek beyanname verecektir. Bütün kamu görevlilerinin bu duruma dikkat etmeleri gerekmektedir.

Kendilerine aylık ödeme yapılmayanlar için ise, genel idare hizmetleri sınıfında birinci derecenin birinci kademesindeki şube müdürüne ödenen her türlü zam ve tazminatlar dahil net aylık tutar, 5 kat hesaplamasında esas alınır. (Maliye Bakanlığı tarafından 2013 yılı için belirlenen aylık tutar 3.058,06 TL'dir.)

Eşlerin kamu görevlisi olması halinde, kim beyanda bulunacak?

Eşlerin her ikisinin de mal bildiriminde bulunması gereken kişiler olmaları halinde, her eş ayrı ayrı mal bildiriminde bulunur ve bildirimlerde eşleri ile velayetleri altındaki çocuklarının mallarını da belirtirler.

Görevleri sebebiyle birden fazla mal bildiriminde bulunması gerekenler ise, sadece asli görevlerinden dolayı bir tek mal bildiriminde bulunurlar.

Hangi mallar beyannamede bildirilir?

Kamu görevlileri kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait mallardan aşağıda belirtilenleri bildirmek zorundadırlar. Memurla birlikte yaşayan ve velayet hakkı sona eren çocukların mal varlıklarını bildirmeye gerek yoktur.

Buna göre;

a-Taşınmaz mallar (Arsa ve Yapı Kooperatif hisseleri dahil),

b-Aylık net gelirlerinin 5 katından (aylık almayanlar ise 2013 yılı Ocak ayı belirlemelerine göre, 3.058,06.-TL'nin 5 katından) fazla değer ve tutardaki (her biri ayrı ayrı 5 kat);

1) Para ve para hükmündeki kıymetli kağıtlar,

2) Hisse senedi ve tahviller,

3) Altın ve mücevherat,

4) Her türlü kara, deniz ve hava taşıt araçları, traktör, biçer-döver, harman makinası ve diğer ziraat makinaları, inşaat ve iş makinaları, hayvanlar, koleksiyon ve ev eşyaları ile diğer taşınır mallar,

5) Haklar,

6) Alacaklar,

7) Borçlar,

8) Gelirler.

Bildirimlerde, Malların bildirim tarihindeki değerleri esas alınır.

Dikkat edileceği üzere, genel beyan döneminde taşınmaz mallar (arsa ve yapı kooperatif hisseleri dahil) için beyan edilecek tutarın önemi yoktur.

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. BÖLÜM 1

MİLLET VEKİLİ YEMİNİ.. ÖNCESİ ve SONRASI.. BÖLÜM 1


1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında Milletvekili Yemini


    Milletvekili yemin törenleri, 20 Ekim 1991 seçimlerine SHP çatısı altında...

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yarın yemin töreni yapılacak.

Milletvekili yemin törenleri, 20 Ekim 1991 seçimlerine SHP çatısı altında giren Leyla Zana'nın, 6 Kasım 1991'de yapılan yemin törenindeki sözlerinden beri "kazasız belasız" atlatılmaya çalışılan TBMM faaliyetleri arasına girmiş bulunuyor. 18 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi'nden İstanbul Milletvekili seçilen Merve Kavakçı 'nın başörtüsüyle milletvekili yemini etme girişimi üzerine yaşananlar da malum. 

Son olarak, BDP'nin desteklediği bağımsız milletvekilleri Anayasa'daki yemin metninin “şoven” bir anlayışı yansıttığını, bu metne sadık kalmayacaklarını açıkladılar. Bu açıklamalar, beklendiği üzere tartışma yarattı. Örneğin MHP'li Özcan Yeniçeri, 1980 darbesi öncesinde CHP hükümetinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yapan Şerafettin Elçi'ye "Daha önce de etmediniz mi bu yemini" diye çıkıştı. Elçi, belli ki 1961 Anayasası'ndaki yemin metninin 1982 metni ile aynı olduğunu varsayan Yeniçeri'ye "O zaman halkın mutluluğu için yemin ediyorduk" dedi ve kayda değer bir yanıt alamadı.

Burada, Leyla Zana'nın 6 Kasım 1991'deki yemin törenindeki konuşmasına ilişkin olarak yaygın düşülen bir yanlışa işaret edelim. Zana'nın, ilk kez milletvekili seçildiği 1991 seçimlerinden sonra TBMM'de ettiği yemin Kürtçe değildi. Zana, yemin metnini Türkçe okuduktan sonra Kürtçe "Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum" dedi ve kıyamet ve kıyamet bu bölüm üzerine toptu. Zana’nın bu sözlerinden sonra ne dendiğini anlamamalarına rağmen milletvekillerinin önemli bir bölümü adeta çıldırmış, Leyla Zana ve arkadaşlarının 10 yıl sürecek cezaevi çilesi için geriye sayım başlamıştı...
Neyse, konumuz bu değil, konumuz milletvekili yemininin, cumhuriyetin kuruluşunun ardından bugüne kadar geçirdiği evrim.

1921 Anayasasında yemin yoktu

Toplam 23 maddeden oluşan 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasasıdır. Zira cumhuriyetin ilanı yeni bir anayasa ile yapılmamış, 29 Ekim 1923'te, 1921 Anayasası'nın 1. maddesine "Türkiye Devletinin şekli Hükümeti Cumhuriyettir" ilavesinin yapılmasıyla yetinilmiştir. Kurtuluş Savaşı'nı yönetmek üzere toplanan Meclis'te kabul edilen 1921 Anayasası, olağanüstü gündem nedeniyle klasik metinlerdeki ayrımlara sahip olmayan, bu arada "milletvekili yemini" veya "andı" da içermeyen bir metindi.

'Vallahi sadakatten ayrılmayacağım'

Cumhuriyet döneminde yapılan ilk anayasa 20 Temmuz 1924 tarihini taşıyor. Milletvekili andı, ilk kez 1924'te anayasa metinlerine dahil oldu. Yemin metni, yine “ Teşkilâtı Esasiye Kanunu ” adını taşıyan 1924 Anayasası'nın " Vazifei Teşriiye", yani "Yasama Görevi" başlığını taşıyan ikinci faslında düzenleniyor, özel bir başlık taşımıyordu. 1924 Anayasası'nın milletvekili andını düzenleyen 16. maddesi şöyleydi:

MADDE 16 - Mebuslar Meclise iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif olunurlar:
"Vatan ve Milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydü şart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakattan ayrılmıyacağıma vallahi."

Arapça "tahlif" kelimesinin " and içirme, yemin ettirme " anlamına geldiğini not ederek devam edelim.

36 yıl yürürlükte kalarak Cumhuriyet tarihinin en uzun ömürlü anayasası olan 1924 Anayasası'ndaki bu yemin metni, 10 Nisan 1928’de bir kelimeden ibaret büyük bir değişiklik geçirdi. İçinden "vallahi" kelimesi çıkarılan metin, bu tarihte şöyle düzenlendi:

MADDE 16 -  Mebuslar Meclise iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif olunurlar:
"Vatan ve milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydüşart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve cumhuriyet esaslarına sadakattan ayrılmıyacağıma namusum üzerine söz veririm."
Aynı tarihte, "Türkiye Devletinin dini, dini İslamdır" ifadesi ile din işlerini TBMM'nin görevleri arasında sayan hükmün de anayasadan çıkarıldığını not edelim. 

1961: Halkın mutluluğu için…

1924 Anayasası 27 Mayıs 1960 darbesiyle tarihe gömüldü. 1961 Anayasası'nda milletvekili yemini 77. Maddede düzenlendi. "And içme" başlığını taşıyan bu maddede de kısa bir metinle yetinildi. Birlikte okuyalım:

MADDE 77 - Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri görevlerine başlarken şöyle and içerler:

"Devletin Bağımsızlığını, Vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma ve halkın mutluluğu için çalışacağıma namusum üzerine söz veririm."

1982'de Anayasası'nın tartışılan metni

Özgürlüklere karşı ideolojisi, " tekçi " saplantısı, bir anayasada bulunması asla gerekmeyen ayrıntılarla bunaltan uzunluğu ve berbat Türkçesiyle cumhuriyet tarihinin en kötü anayasası olan 1982 Anayasası'nın bu özellikleri yemin metninde de gözlenir.
Yürürlükteki anayasamızın "And içme" başlığını taşıyan 81. Maddesi, milletvekili yeminini şöyle belirliyor:

MADDE 81. – Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde and içerler:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

Danışma Meclisi: 1961'e bir şeyler ekledik

Görüldüğü üzere, 1924 ile 1961 anayasalarında özetle " Vatana, Millete, Cumhuriyete ve millet egemenliğine Sadakat " sözü ile yetinilen 
milletvekili yeminleri 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar tarafından yeterli bulunmadı. 
1982 Anayasasının "Andiçme" başlığını taşıyan 81. Maddesinin gerekçesine ilişkin olarak iki resmi metin bulunuyor. 
Birincisi, anayasa taslağını hazırlayan Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu'na, ikincisi darbeci generallerin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi'ne bağlı Anayasa Komisyonu'na ait olan bu gerekçeleri peş peşe okuyalım. Danışma Meclisi komisyonunun gerekçesi aşağıdaki ifadeleri taşıyor. 

Metni, Türkçe hatalarıyla birlikte aynen aktarıyorum:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyelerinin göreve başlarken yapacakları and 1961 Anayasasının 77'inci maddesindeki esaslar göz önünde tutularak bazı kavramlarla genişletilmiştir. Milletvekillerinin and içmede bunlara da bağlı kalmalarının göreve başlarken uygun olacağı düşünülmüş ve bu nedenle bölünmez bütünlük, toplum huzuru, milli dayanışma, sosyal adalet, insan haklarına ve temel özgürlüklerden yararlanması ülküsü, hukukun üstünlüğü prensibi and metnine dahil edilmiştir."

MGK: Atatürk İlkelerini ekledik

Şimdi de, madde metnine son şeklini veren generallere bağlı Anayasa Komisyonunun gerekçesini okuyalım:

" Danışma Meclisince kabul edilen andiçme kenar başlıklı 89'uncu maddede yer alan 'Atatürk inkılaplarına' sözcükleri Atatürk'ün benimsediği ve uyguladığı ilkelere de yer verilmek ve bu ilkelere bağlı kılınmayı sağlamak amacıyla 'Atatürk ilke ve inkılaplarına' şeklinde değiştirilmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin göreve başlarken yapacakları andiçmeye daha etkin bir anlam verilmiştir."

59 kelime, 11 bağlaç!

1924  ve 1961 metinlerinden hemen her alanda radikal bir şekilde ayrılan 1982 Anayasası’nda, milletvekili yemininde de “aşırı” bir üslup benimsendi. 
Temeli “söz vermek” gibi bir gönüllü eyleme dayanan and içmede bile toplumu ayrıştıran bir metin karşısındayız. 

Birbirine 11 adet “ve” bağlacı ve 7 virgül ile bağlanmış tam 59 kelimenin doldurulduğu tek cümlelik bu yemin, parlamentoya giren milletin kimi temsilcilerine “zorla” söz verdiren bir metin olarak yarın bir kez daha okunacak. 
O müstesna Türkçesiyle…

İhtimal çok sayıda Milletvekilini tek ayağı üzerine dikerek!.. 

4 Aralık 2019 Çarşamba

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 6

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 6





NATO’nun tarihindeki en büyük zirvelerinden biri olan 2-4 Nisan 2008 Bükreş Zirvesi’nde 24 devlet başkanı, 26 hükümet başkanı ile 87 bakan yer almış, 26 “üye”, 23 “ortak” toplam 60 ülke katılmıştır. Genel olarak NATO’nun Rusya ile olan ilişkileri ve bunun yanında NATO’nun genişlemesiyle ilgili konular tartışılmıştır. 
Bu zirve, katılım sayısından da anlaşıldığı üzere dünya şartlarının değişimi ile birlikte NATO’nun kendisine yeni bir vizyon aramasıyla ortaya çıkan durumda, NATO’nun geleceğinin nasıl şekilleneceği yönünde genel bir hat çizmiştir. Zirve, Hırvatistan ve Arnavutluk’un ittifak üyeliğine resmen davet edilmesiyle sonuçlanmıştır.48 Fakat anayasal ismine yıllardan beri itiraz eden Yunanistan’ın tutumu yüzünden Makedonya, İttifak’ın üyeliğine davet edilememiştir. Makedonya konusunda başarısız olmakla birlikte, NATO’nun son genişlemesinin, Avrupa’daki demokrasi ve istikrarın, Balkanlar’a yayılması konusunda olumlu etki yapacağı söylenebilir. Ayrıca, NATO üyeliğinin, AB üyeliğinin bir ön adımı olarak algılanmasından dolayı, Bükreş’teki NATO zirvesinde üyeliğe davet edilen Hırvatistan ve Arnavutluk’un, AB’ye üye olma ihtimallerinin daha da kuvvetlendiğine inanılmaktadır.49 Bunun yanında, 
Arnavutluk ve Hırvatistan’ın NATO üyeliğine davet edilmiş olması, Bosna-Hersek’i de NATO üyeliği için reformların hızlandırması yönünde cesaretlendirebilir, zaten “Üyelik Eylem Planı”ndan bir önceki aşama olan “Yoğunlaştırılmış Diyalog Kararı” çıkmıştır. Daha sonra Kosova da aynı şekilde gündeme gelebilir. Bu durumda bir tek Sırbistan endişe kaynağı olarak kalmaya devam etmektedir. 

Bükreş Zirvesi’ni takiben 2-3 Aralık 2008’de NATO Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesiyle Brüksel’de gerçekleştirilen zirveye RusyaBatı ilişkileri damgasını vurmuştur. Kritik zirve sonrası, Ukrayna ve Gürcistan hayal kırıklığına uğramışlardır (üyeliklerine karşı çıkanlar: Almanya, Fransa, Hollanda). Toplantı öncesindeki ABD başkanlık seçimlerinin belirsizliği, dünyada yaşanan ekonomik kriz ve Rusya’nın Gürcistan’a yapmış olduğu müdahale, toplantıdan çıkan kararlar üstünde etkili olmuştur. Bu gerçekler altında toplantıdan, Ukrayna’daki siyasi belirsizliğin artması ve Gürcistan’da yaz aylarında meydana gelen çatışmalardan dolayı, bu ülkelerin üyeliğe giden yolda önemli bir aşama olan “Üyelik Eylem Planı”na dâhil edilmemesi kararı çıkmıştır.50 Bu noktada bir ülkenin NATO’ya üyelik sürecinin uzun bir zamana yayıldığını, yaklaşık 5 yıl sürdüğünü ve bu süreç içinde aday ülkenin, kendi ordusunu NATO standartlarına göre ayarlaması ve üyelik için diğer bazı şartları yerine getirmesinin beklendiğini belirtmek gerekmektedir. 

Ukrayna ve Gürcistan üzerinden yürütülen rekabetin yarardan çok zarar getirdiğini de yaşanan olaylar göstermiştir. Genişleme zora girmiş, Rusya ile diyalog kesilmiş, Kafkasya ve Karadeniz güvenliği alanında etkisiz kalınmıştır. Rusya-Batı arasındaki ilişki sonucu Ukrayna ve Gürcistan’ın üyelikleri ileri bir tarihe ertelenmiştir. Rusya bu olası üyelikleri kendini kuşatma ve enerji yollarını kontrol altına alma planları olarak yorumlamaktadır. 

60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri 

NATO-Rusya ilişkileri kapsamında, Gürcistan savaşının NATO tarafından kabul edilemez olması sonucunda, ilişkiler kesilme noktasına kadar gelmiştir. Bükreş Zirvesi ile kesilme noktasına gelen NATO-Rusya ilişkileri yeniden başlamıştır. 

Bu noktada NATO içindeki ayrılan blokları da görmek mümkündür. Almanya ve Fransa’nın başını çektiği grup ile ABD arasında, Rusya ile olan ilişkilerin arttırılması konusunda farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılığın temelini ise Avrupa’nın enerji ihtiyacı oluşturmaktadır. Avrupa’nın gaz ihtiyacının büyük bir bölümü halen Rusya’dan karşılanmakta ve bu konu Rusya ile olan ilişkilerde etkili olmaktadır. Öte yandan, Rusya’nın 2007 yılında AKKA’dan 51 çekilmesi NATO içinde sıkıntı yaratmıştır. Özellikle Doğu Avrupa devletleri için güvenlik kaygıları oluşmaya başlamıştır. 

Bunlara ek olarak alınan önemli kararlardan biri de NATO’nun, Doğu Avrupa’da ABD tarafından kurulması planlanan füze kalkanı projesine destek vermesi olmuştur. Hâlihazırda ABD ve Polonya ile Çek Cumhuriyeti arasında füze kalkanı kurulması konusunda mutabakat anlaşmaları imzalanmıştır. NATO, bu sistemi Avrupa-Atlantik güvenliğinin bir parçası olarak tanımlamaya başlamış ve “Füze Kalkanı” konusunun 2009’da Krakow’da düzenlenecek Savunma Bakanları toplantısında kapsamlı bir şekilde ele alınacağını belirtmiştir. 2009’daki 
NATO Savunma Bakanları Toplantısı, 19-20 Şubat tarihlerinde, Polonya’nın Krakow şehrinde yapılmıştır. Toplantıda Afganistan, Ukrayna ve Gürcistan konuları görülmüş, ayrıca NATO Acil Mukabele Gücü’nün uygulamaları ve bu konudaki reformlar ele alınmıştır. Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın savunma ve güvenlik konularındaki reformları ve ulusal güvenlik stratejileri gözden geçirilmiştir. Afganistan konusu yine özel önemini korumuştur. Alınan ve resmi nitelik taşımayan kararlar, 3-4 Nisan 2009’da yapılacak zirveye zemin oluşturmuştur.52 

NATO, Gürcistan krizi sonrası hem füze kalkanı projesi, hem de Rusya karşısındaki tavrı konusunda konumunu iyi tanımlamış görünmektedir. 
Görünen o ki, NATO, Rusya ile ilişkilerin iyileştirilmesi ve diyalogun başlatılmasına, doğuya doğru genişlemesi ve Karadeniz güvenliği gibi kritik konulara kıyasla daha kritik bir önem atfetmiştir. NATO, Rusya ile ilişkilerin, diğer birçok konuda sağlanacak ilerlemenin temelindeki faktör olduğunun farkındadır. Ayrıca, küresel ekonomik krizin de etkisiyle ABD Başkanlık seçimleri sonrası Avrupa-Atlantik ittifakı üyeleri arasında, daha fazla çatışma ve gerginliğe yol açabilecek politikalardan vazgeçilmesi konusunda görüş birliğine varılmıştır. 
Son toplantıda Fransa’nın NATO’nun Askeri kanadına tekrar katılacağı hususu da netlik kazanmış ve bilahare Fransa tarafından bu konunun 3-4 Nisan 2009’daki NATO toplantısında resmiyet kazanacağı da ifade edilmiştir. 

Obama’nın gelişi ile diyalog konusuna verilen önem çerçevesinde, Füze Kalkanı Projesinde bir kısım yumuşatıcı yaklaşımlara karşılık, Rusya’nın Orta Asya’da terörle mücadelede ABD ve NATO’ya destek vereceğine ilişkin açıklamaları NATO-Rusya arasındaki diyalogun yeniden tesis edileceğini belirten gelişmeler olarak dikkat çekmektedir. Ancak Rusya’nın Orta Asya’da etkinliğini yeniden sağlaması ve sürdürmesi için Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan ile yaptığı ve askeri güç oluşturmasının ön plana 
çıktığı antlaşma da göz ardı edilmemelidir. 

5 Mart 2009’da Brüksel’de yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında da genelde aynı konular üzerinde durulmuş, NATO-Rusya ilişkileri yeniden başlamış, Afganistan için geniş kapsamlı bir toplantı yapılması ve bu toplantıya İran’ın da davet edilmesi kararlaştırılmıştır.53 

14. NATO’nun Geleceğine İlişkin Öngörüler ve Türkiye

NATO kolektif savunma örgütü işlevini genişleterek, kolektif güvenlik örgütü haline dönüşmüştür. Bugün NATO, savunma konusunda sadece üye ülkelerin topraklarıyla sınırlı kalmamaktadır. Karmaşık durum ve tehditlere karşı koyma konusunda birincil rol oynamaktadır. 
NATO operasyonları artık Washington Antlaşması’nın 6. maddesinde tarif edilen Avrupa’dan ibaret savunma harekât alanıyla sınırlı değildir.54 NATO’nun Kuruluş Antlaşması’nda sorumluluk alanının kuzey Atlantik bölgesi ile sınırlandırılmış olması ve NATO’nun sadece kendi topraklarını savunma ile görevli olması nedeniyle, NATO’nun alan dışında yapacağı faaliyetler uluslararası hukuk 
açısından sakınca yaratmaktadır. Bu nedenle NATO’nun yeni açılımları doğrultusunda NATO Antlaşması’nın yeni durumlara uyumlu 
hale getirilme ihtiyacı bulunmaktadır. 55 

    ABD’nin, küresel ortaklara duyduğu ihtiyaç nedeniyle önümüzdeki dönemde diplomasiye, hukuka, ikili ilişkilere, uluslararası kuruluşlara, Transatlantik ilişkilerin geliştirilmesine ve NATO’ya daha fazla önem vermesi beklenmektedir. Güvenlik öncelikleri farklılık arz eden Avrupa’nın kendi güvenlik sistemi “Avrupa Savunma ve Güvenlik Politikası-AGSP”yi oluşturma çabalarını sürdüreceği, ancak yeterli kaynak ve ortak siyasi iradeyi sağlayamadığı için ABD ve NATO’ya olan ihtiyacının devam edeceği anlaşılmaktadır. 

    Günümüzde savunmanın uluslararası boyutu ele alınarak, Türkiye’nin, NATO ve AGSP ile ilişkilerini, kazanımları ve sahip olduğu ortak değerlere uygun bir içerik ve yapıda sürdürmesi akılcı olacaktır. Türkiye’nin Batı Avrupa Birliği’nden (BAB) kaynaklanan haklarını AGSP’de kullanamaması bir eksiklik ve aynı zamanda bir haksızlıktır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) haksız bir şekilde AB’ye alınmasının sonucunda AGSP’de diğer NATO üyesi olan AB ülkeleri gibi haklar istemesi, problem yaratmaktadır. NATO ve AB Türkiye’ye GKRY ile ilgili konularda baskılarda bulunmaktadır. Türkiye’nin NATO üyesi olarak elinde bulundurduğu yetkileri, ulusal çıkarları istikametinde kullanmaya devam etmesi kadar doğal bir durum olmaz. Yakın gelecekte Transatlantik ilişkilerin tamiri yoluna gidilmesi, enerji güvenliğinde Türkiye’nin artan rolü, Ortadoğu’daki gelişmeler ve TSK barış gücü unsurlarının özellikle Afganistan ve 
diğer görev yerlerindeki başarıları Türkiye’nin jeopolitik önem ve işlevinin daha iyi algılanmasına ve Türkiye’ye yeni açılımlar yapmasına olanak sağlayacak gelişmeler olarak görülmektedir. 

Ancak uluslararası güvenlik anlaşmaları, Türkiye’nin egemen bir ülke olarak gerektiğinde bağımsız kararlar almasını da engellemeyecektir. 

    2006 Riga Zirvesi, imzalanan “Çerçeve Dokümanı ve Kapsamlı Politik Rehber” ile NATO’nun ABD önderliğinde, etkin ve nitelikli askeri kuvvetlere sahip, küresel siyasi güvenlik örgütü haline getirilme çabalarına sahne olmakla birlikte, önemli bazı Avrupa ülkelerinin ABD’ye istediği desteği tam olarak vermedikleri görülmektedir. Riga’yı takip eden yıllardaki toplantı ve zirvelerde de önemli bir değişiklik olmadığı görülmüştür. 

    NATO’nun küresel dönüşümü konusunda ittifak üyeleri arasında yoğun tartışmaların devam edeceği anlaşılmaktadır. Tek kutuplu dünya düzeninin bir müddet daha; fakat azalan bir etkinlikle devam edeceği, bu kapsamda ABD’nin gelecek 20–25 yılda tek kutuplu düzenin önderliğini sürdüreceği beklenmektedir. Ancak ABD, başarılı olabilmek için Atlantik ötesi desteğe ihtiyaç duyacaktır. Atlantik ötesi ilişkilerdeki gelişmenin, dünyadaki gelecek barış ve güvenlik ortamına şekil verebileceği değerlendirilmektedir.56 Geleceğin uluslararası güvenlik ortamının şekillendirilmesinde NATO’nun etkinliğini biraz arttıracağı ve küresel sorunlarla ilgili bir örgüt haline dönüşeceği yönündeki öngörüler ağırlık kazanmaktadır.57 Ancak, 11 Eylül sonrası küresel ölçekte bir güvenlik politikası takip eden ABD’nin, yine kendi politikaları çerçevesinde NATO’yu yönlendirme gayretleri içinde bulunması bir kısım ittifak üyelerinde rahatsızlık yaratmaktadır. 

Riga’da imzalanan “Çerçeve Dokumanı ve Kapsamlı Politik Rehber” ile NATO’nun, etkin ve nitelikli askeri kuvvetlere ve küresel sorumluluklara sahip, siyasi güvenlik örgütü olmaya yöneldiği anlaşılmaktadır. ABD’nin bu sürecin önderliğini yapıp yapamayacağını zaman gösterecektir. NATO’nun geleceği ile Afganistan’daki harekât ve buradaki başarı arasında bir bağlantı kurulmuş durumdadır. 

Afganistan’da yaşanabilecek olası bir başarısızlık durumunda; NATO’nun ileride küresel bir örgüte dönüşmesi ihtimalinin olmadığı, alan dışı kullanımların NATO’ya yük getirdiği ve NATO’nun yeni görevleri ışığında yeniden yapılanmaya gitmesi gerektiği 58 gibi hususlar ön plana çıkabilecektir. 

Avrupa’ya baktığımızda, yakın gelecekte Avrupa ülkelerinin ABD ve NATO’nun katkısı ve desteği olmadan savunma ve güvenliklerini arzu edilen düzeyde sağlayamayacaklarını bildikleri halde, uyguladıkları ABD politikalarından dolayı 
olumsuz davranışlarını sürdürdükleri de görülmektedir. 

2007 ve 2008 Zirvelerinden çıkan sonuçlara ve eylem planlarına baktığımızda yakın gelecek içinde NATO’da, Füze Kalkanı Projesinin gerçekleştirilmesi, Rusya ile olan ilişkilerin geliştirilmesi, küresel terörizmle mücadele, Ukrayna, Gürcistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Kosova ile genişleme, Deniz Haydutluğunu Önleme, Akdeniz Diyalogu gibi İttifak dışı ülkelerle ortaklık ve işbirliğinin geliştirilmesi 
faaliyetleri gibi hem siyasi hem de askeri konularda yeni kararların alınacağı ve yeni stratejilerin oluşturulacağını söylemek mümkündür. 

Günümüzde ortak bir tehdit olmadığı için 5. madde’nin uygulanmasında sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Afganistan buna bir örnek teşkil etmektedir. Birçok ülke, halkına Afganistan’a neden çarpışmaya gidildiğini izahta güçlük çekmektedir. Bu nedenle NATO, operasyonların gerekliliği konusunda ülke kamuoylarını ikna edebilecek “insanlığın, demokrasinin, barışın, istikrarın sağlanması ve korunmasının, düzensizliğin ortadan kaldırılmasının önemi, düzensizlik ve istikrarsızlığın kendi ülkelerine de yansıyabileceği ve tedbir alınması gerektiğinin izahı gibi” argümanlar ve formüller üzerinde çalışmalıdır.59 

3-4 Nisan 2009 tarihlerinde Fransa’nın Strasbourg ve Almanya’nın Kehl komşu kentlerinde NATO’nun 60. Yılının da kutlanacağı bir zirve gerçekleştirilecektir. Zirvenin Fransa ve Almanya’da ortaklaşa yapılıyor oluşu, Fransa-Almanya dayanışması şeklinde de al-gılanabilmektedir. Bu zirve ile NATO’lu müttefiklerin devlet ve hükümet başkanları bir araya geleceklerdir. ABD Başkanı Obama’nın 
da ilk defa katılacağı zirvede Arnavutluk ve Hırvatistan’ın üyelikleri onaylanacak tır. Böylece 26 olan üye sayısı 28’e ulaşmış olacaktır.60 
Fransa’nın askeri kanada dönmesi konusu da bu zirvede önemli bir konu olarak ele alınacaktır. 

Geleceğe yönelik yeni bir konu da “Çoklu Gelecek Projesi”dir. Çoklu Gelecek Projesinin amacı, güvenlik boyutunda geleceği anlamak, tartışmak, NATO üyesi ülkeler arasında işbirliğini geliştirmek, savunma planlamaları yapmak olarak belirtilmiştir. Projenin şekillendiricileri ise uluslararası ihtilaf, ekonomik entegrasyon, asimetri, devlet kapasitesi, kaynak paylaşımı, ideolojik mücadele, iklim değişikliği, teknoloji kullanımı ve demografik gelişmelerdir.61 

Geleceğe yönelik bir başka strateji ise NATO’nun yayılmacılığı esas alacak yeniplanlamalarıdır. Amaç, açıkça ifade edilmese de ABD jeostratejik girişimlerine Avrupa’nın katkısını genişletmek, enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altına almak, yükselen güçler Rusya ve Çin’i çevrelemektir. Bu amaçlara ulaşabilmek için de ABD, NATO ve AB ara-sındaki işbirliğinin güçlendirileceği ve rekabetin ortadan kaldırılmasına ilişkin adımlar atılacağı anlaşılmaktadır. Proaktif stratejinin benimsenmesi öngörülürken, nükleer önleyici darbe konsepti de bu stratejiye dâhil edilmektedir. 

Geleceğe ilişkin NATO’nun taahhütleri gittikçe artmakta, hatta birçok konu BM’nin sorumluluk sahasına girmektedir. NATO artık alan dışına çıkmıştır. 
Bu durum akıllara NATO’nun BM’nin yerine geçmekte olduğuna dair şüpheler yaratmaktadır. Adının Kuzey “Atlantik Paktı” mı, yoksa “Ortak Güvenlik 
Paktı” mı, olduğu, hâlihazırdaki isminin bile artık mevcut durumu yansıtmadığına ilişkin değerlendirmeler de yapılmaktadır.62 

ABD’nin güvenlik stratejisi bağlamında NATO’nun merkezi bir rol oynamaya devam etmesini arzu ettiği, ancak bunun AB’nin güvenlik ve savunma alanındaki hamlelerini engelleme anlamına gelmeyeceği düşünülmektedir. Atlantik’in iki yakasına egemen olan “ekonomik, politik ve sosyo-kültürel çok boyutlu etkileşim ve analiz yeteneğinin” Transatlantik ilişkilerin geliştirilmesine olumlu katkıları olacağı değerlendirilmektedir.63 

Türkiye’nin, 21. yüzyılda büyük devletlerin çıkar çatışmalarının yaşandığı bölgesel krizlerin merkezinde yer alan bir devlet olarak, bu krizlerden etkilenmemesi, güvenliğini sağlayabilmesi ve bölgede etkili olabilmesi için NATO ve AGSP açılımlarında politik ve askeri olarak etkili bir şekilde yer alması önem arz etmektedir. Ancak bu hususun kendi insiyatifi ile oluşturabileceği bölgesel ve küresel ilişkilere engel teşkil etmemesi de en az bunun kadar önemlidir. 

Uluslararası ortamın önümüzdeki 25-30 yıl içinde tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru bir değişim süreci yaşayacağı, bu kapsamda Rusya, Çin, Hindistan ve bir ölçüde de Japonya’nın bu kutupları oluşturabileceği, AB’nin bir kutup olabilme niteliğinin zayıf bir ihtimal olduğu düşünülmektedir. NATO’nun da AB gibi genişlemesini sürekli tutması halinde ve ABD etkisi de azaldıkça 
karar alma sürecinde karşılaşacağı sıkıntılar nedeniyle önceki gücünü muhafaza edebileceği konusunda tereddütler bulunmaktadır. 

Özellikle NATO’nun barış adına alan dışına çıkması, BM kontrolünde olmadığı takdirde önemli sıkıntılar yaratabilecektir. 

Bu nedenle Türkiye’nin NATO ile olan ilişkilerinin yanında diğer faktörleri de gözetmesinde yarar görülmektedir. Ancak yine de Atlantik ötesi ilişkilerin ve bu çerçevede NATO’nun temel güvenlik platformu olarak güçlendirilmesinin Türkiye’nin çıkarlarına uygun düştüğü varsayılmaktadır. 

     NATO içerisinde karar alma süreçlerini incelediğimizde üye 26 ülkenin de eşit oy hakkı olduğu ve kararların oybirliği ile alındığı bilinmektedir, Türkiye’nin de bu karar alma mekanizması içerisinde kendi ulusal çıkarlarına ters düşen bir kararın çıkmasını tek başına engelleme gücüne sahip olduğu da bilinen bir gerçektir. Karar alma sürecinde 25 ülkenin diğer ülkeden daha güçlü, daha yetkili 
olduğu söylenemez. Oy birliği mekanizmasının böyle bir avantajı vardır. 

Asıl önemli olan husus Türkiye’nin ne istediğini ve ne istemediğini tam olarak ortaya koymasıdır. Bunun özünde dış politika konularında karar alma mekanizması içerisinde görevli olan makamların mutabakat içinde olması yatmaktadır. 

     Eğer bu sağlanırsa, NATO içerisinde Türkiye, kendini daha iyi bir şekilde ifade edebilme olanağını bulabilecek ve NATO platformuna getirmek istediği konuları, ittifak ülkeleriyle müzakere edebilme ortamı yakalayabilecektir. Bu konuda Türkiye’nin Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşünde takınacağı tavır bir örnek olarak verilebilir. Fransa, Türkiye’nin AB müzakere sürecini tıkayan, 
Parlamentosunda Ermeni soykırımını kabul eden, İkinci Körfez Savaşında Patriot füzelerinin Türkiye’ye gelmesini önlemeye çalışan ve diğer çeşitli konularda da Türkiye aleyhine hareket eden bir ülke konumundadır. Fransa, askeri kanada dönmesinin yanında Virginia ve Madrid’deki komutanlıkların da kendisine verilmesi istemektedir. Türkiye bu hassasiyetleri, Fransa’nın askeri kanada dönmesinde doğrudan veya dolaylı bir şekilde gündeme getirilebilir ve tavrını gelişecek ortama göre ulusal çıkarlarımız yönünde gösterebilir. 

Diğer taraftan, ulusal çıkarları göz ardı etmeksizin NATO’nun etkisizleştirilmesi yerine güçlendirilmesi, aynı ortak değerleri taşıyan üye ülkelerin güvenlik ihtiyaçlarına katkı sağlayan bir siyasi-askeri güvenlik örgütü olarak geliştirilmesinde yarar görülmektedir. 

Atlantik ötesi ilişkilerin tamir edilmesi, Türkiye’nin jeopolitik önem ve işlevinin daha iyi algılanmasına ve uluslararası güvenliğe katkısının daha iyi değerlendirilmesine yardımcı olacaktır. Türkiye, NATO’yu Transatlantik ilişkilerin temel politik askeri yapısı olarak görmektedir.64 

Bu nedenle henüz bu ittifakın yerini doldurabilecek köklü bir yapı bulunmadığın dan, NATO İttifakı’na önem vermeye devam etmektedir. Ancak diğer taraftan NATO’nun ve dünyadaki tehdit algılamalarının, Türkiye’nin bu ittifaka girdiği ortamda olmadığı, Soğuk Savaşı müteakip ittifakın daha çok ABD amaçlarına uygun hareket ettiği, Türkiye’nin bu ittifaka eskisi gibi ihtiyacı bulunmadığı, bu nedenle NATO’ya sadakat derecesinde bir bağlılığın ve bağımlılığın olmasına gerek olmadığı, NATO konusunun denge politikaları çerçevesinde yürütülmesinin Türkiye’nin menfaatlerine daha uygun olacağı da değerlendirilmektedir. 

     Türkiye’nin NATO’ya fazla güvenmeden, ancak NATO’nun içinde kalarak ulusal çıkarlarına uygun hareket etmesi, NATO’yu ülkelerle çeşitli konuları müzakere edebilecek, istikrarlı ve geniş bir platform olarak görmesi, çıkarlarına uygun olmayan konularda “veto” hakkını kullanması veya bunun karşılığında başka bir çıkar sağlaması uygun bir yaklaşım tarzı olacaktır. Türkiye’nin bundan sonra kendisini merkeze alan, çevre ülkeleri, Rusya Federasyonu, Kafkasya, Orta Asya ve hatta Şangay İşbirliği Örgütü ile diyalog içinde olan çok taraflı bir dış politika uygulamasının yararlı olacağı kıymetlendirilmektedir. 

Güvenlik politikalarının da NATO’yu dışlamadan ancak yukarıdaki çerçevede ele almasının ve yürütülmesinin gerekli olduğuna inanılmaktadır. 

DİPNOTLAR;

1 Yılmaz Tezkan, Siyaset, Strateji ve Milli Güvenlik, Ülke Kitapları, İstanbul, 2000, s. 36-39. 
2 Turan Moralı’nın “NATO Stratejisindeki Değişim ve Gelişmeler” konulu, 11 Mayıs 2004 tarihli, ASAM 24. Jeopolitik Tartışma Toplantısı’nda yaptığı 
   konuşmasından, s. 10. 
3 Ali Karaosmanoğlu’nun “NATO Stratejisindeki Değişim ve Gelişimler” konulu, 11 Mayıs 2004 tarihli, ASAM 24. Jeopolitik Tartışma Toplantısı’nda 
   yaptığı konuşmasından, s. 10. 
4 Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “ Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Cilt 4, No.48, Nisan 2004, s. 25. 
5 Ibid, s. 23. 
6 Serhat Erkmen, “ABD, Büyük Orta Doğu ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Cilt 5, sayı 52, Ağustos 2004, s.25. 
7 Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi …” , s. 27. 
8 Serhat Erkmen, “ABD, Büyük Ortadoğu …” , s. 26. 
9 Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi …” , s. 28. 
10 Armağan Kuloğlu, “NATO’nun Doğu’ya Doğru Genişlemesi, Değişen NATO ve Bu Değişimde Enerjinin Rolü” , Stratejik Analiz, Cilt 5, No. 54, Ekim 2004, s. 49-54. 
11 Tom Barry, “Long Live NATO” , 2 Nisan 2004, 
http://www.lewrockwell.corvorig4/barry-tom4.html, (Son Erişim Tarihi) 25 Nisan 2004. 
12 Richard Haass, “The New Middle East”, Kasım/Aralık 2006, 
http://www.foreignaffairs.org/20061101faessay85601/ richard-n-haass/the-new-middle-east.html, (Son Erişim Tarihi) 25 Şubat 2009. 
13 George Friedman, “Obama Enters the Great Game”, 19 Ocak 2009, 
http://www.stratfor.com/weekly/20090119_ obama_enters_great_game, (Son Erişim Tarihi) 5 Şubat 2009. 
14 Ibid. 
15 Reuters, “US send more troops to flagging Afghan War”, 19 Şubat 2009, 
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=11033563, (Son Erişim Tarihi) 19 Şubat 2009. 
16 George Friedman, “Obama Enters the Great …”, 19 Ocak 2009. 
17 Nerdun Hacıoğlu, “Rus işi NATO”, 6 Şubat 2009, 
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10939845&tarih=2009-02-06 , (Son Erişim Tarihi) 7 Şubat 2009. 
18 NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jean François Bureau’nun 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası 
    Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. 
19 Armağan Kuloğlu, “Obama Yönetiminin Afganistan’da Başarı Şansı”, 30 Aralık 2008, 
http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1691, (Son Erişim Tarihi) 5 Ocak 2009. 
20 UN Security Council Resolution 1559, 2 Eylül 2004, http://www.mideastweb.org/1559.htm., (Son Erişim Tarihi) 15 Şubat 2009. 
21 Presidents Meets with EU leaders, 22 Şubat 2005, 
http://www.euractiv.com/en/security/bush-visit-meetscautious-expectations/article-13574, (Son Erişim Tarihi) 25 Şubat 2005. 
22 Prof. Dr. Erol Manisalı, “Avrupa-Amerika Yakınlaşması ve Sistem”, Cumhuriyet, 11 Mart 2005. 
23 Bahadır Kaleağası, “Bush’tan sembolik ziyaret”, 11 Mart 2005, 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=143242 , (Son Erişim Tarihi) 26 Şubat 2009. 
24 Merkez bölgesi olarak adlandırılan alan batıda Volga, doğuda Sibirya, güneyde Himayalar, kuzeyde Kuzey Buz Denizi arasında kalan alandır. 
    Ayrıntılı bilgi için bkz. Hüsmen Akdeniz, “ Jeopolitik ve Jeostratejik Teoriler Kapsamında 
    Küreselleşmenin Geleceği ve Türkiye”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 1, No. 2, Eylül 2003. 
25 Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi …”, s. 25. 
26 Nejdet Demiral, “Büyük Ortadoğu Projesinde Kafkasya”, 18 Mayıs 2004’te Boğaziçi Üniversitesinde sunulan tebliğden. 
27 Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi …” , s. 25-26. 
28 TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Aydın’nın 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik 
    ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. 
29 “Armağan Kuloğlu ile yapılan röportaj”, Cumhuriyet Gazetesi, 4 Temmuz 2004 
30 Ivan Scott, “Pentagon Report”, 24 Ağustos 2004, 
http://www.federalnewsradio.convindex.php?nid=90 , (Son Erişim Tarihi) 28 Ağustos 2004. 
31 Hasret Çomak, “Güvenliğin Yeni Boyutları, NATO ve Türkiye” konulu konferanstan, TASAM konferans salonu, 13 Mayıs 2006. 
32 Ibid. 
33 “NATO Savunma Bakanları Toplantısında, Afganistan konusunda uzlaşma sağlandı”10 Ekim 2008, 
http://www.netgazete.com/newsdetail.aspx?nID=534649. (Son Erişim Tarihi) 27 Şubat 2009. 
34 “NATO toplantısı Brüksel’de başladı”, 14.05.2008, 
http://www.guncel.net/gundem/dunya/2008/05/14/, (Son Erişim Tarihi) 27 Şubat 2009. 
35 NATO Genel Sekreteri Lord Robertson’dan Milliyet’e açıklamalar “Terör hiçbir zaman başarıya ulaşamayacak”,Milliyet, 13 Mayıs 2006. 
36 Gnkur. Bşk. Org. Hilmi Özkök’ün Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Açış Konuşmasından, Ankara, 28 Haziran 2005. 
37 NATO Gen. Sek. Colston’un Ankara Bilkent Otel’deki “Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği” başlıklı sempozyumundaki konuşmasından, 24 Mart 2006 . 
38 BBC Turkish.com “Sofya’daki NATO zirvesi sona erdi” , 28 Nisan 2006, 
http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2006/04/060428_nato.shtml, (Son Erişim tarihi) 24 Şubat 2009. 
39 Fatih Karaosmanoğlu, “İttifak vizyonunu yeniledi”, 7 Temmuz 2004, 
www.radikal.com.tr/haber.php? haberno 121483, (Son Erişim Tarihi) 20 Şubat 2009. 
40 Gnkur. Bşk. Org. Hilmi Özkök’ün “ Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Açış Konuşması”, 28 Haziran 2005 ve “Küresel Terörizm ve Uluslararası 
    İşbirliği Sempozyumu Açış Konuşması”ndan, 23 Mart 2006. 
41 Gökçen Oğan ve Ergun Mengi, “NATO’nun Afganistan Görevi ve Türkiye’nin Katkılarına Dair Bir Değerlendirme”, Stratejik Analiz, Sayı 98, Haziran 2008, s. 65-66. 
42 T.C. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. 
43 Armağan Kuloğlu, “ABD Montrö’yü Yine Zorluyor”, 21 Ağustos 2008, 
http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1573, (Son Erişim Tarihi) 18 Şubat 2009. 
44 Ibid. 
45 E. Büyükelçi CHP Milletvekili Dr. Onur Öymen’in 31 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. 
46 Yılmaz Aklar, “Yeni Bush Yönetiminin Atlantik Ötesi (Trans Atlantik) İlişkilerinin Değerlendirilmesi”, Stratejik Analiz, Cilt 6, Sayı 61, Mayıs 2005, s. 57. 
47 Yılmaz Aklar, “NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz, cilt 7, sayı 81, Ocak 2007, s. 62. 
48 Erhan Türbeder, “NATO Bükreş Zirvesi ve Balkanlar”, Stratejik Analiz, cilt 9, sayı 91, Mayıs 2008, s. 6-7. 
49 Erhan Türbedar, “NATO Bükreş Zirvesi ve Balkanlar”, Stratejik Analiz, cilt 9, sayı 91, Mayıs 2008, s. 6-7. 
50 Habibe Kader, “NATO Toplantısı Sonrası Notlar”, 8 Aralık 2008,www.usakgundem.com. , (Son Erişim Tarihi) 24 Ocak 2009. 
51 Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması 
52 “NATO Savunma Bakanları Polonya’nın Krakow şehrindeki toplantısında bugün NATO-Gürcistan komisyonu toplantısı yapıldı.”, 20 Şubat 2009, 
http://www.iha.com.tr/haber/Dunya/57661-H-4/Nato-gurcistan-toplantisibasladi,   (Son Erişim Tarihi) 22 Şubat 2009. 
53 “NATO’da Afgan Rüzgârı”, 6 Mart 2009, 
http://www.milliyet.com.tr/Dunya/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetayArsiv&ArticleID=1067705&Kategori=dunya&b=&ver=44, (Son Erişim Tarihi) 7 Mart 2009. 
54 Kurt Volker, ABD Dışişleri Bakanı Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Yardımcısı, “Atlantik Ötesi Güvenlik: NATO’nun Bugünkü Önemi Trans atlantic security:7
    The Importance of NATO Today” 23 Şubat 2006, 
http://www.state.gov/p/eur/rls/rm/2006/62073.htm.. (Son Erişim Tarihi) 25 Şubat 2006, s. 4. 
55 Yılmaz Aklar, “ NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz, cilt 7, sayı 81, Ocak 2007, s. 66. 
56 Zbigniew Brzeinski, Tercih, Çev. Cem Küçük, Ankara, İnkılâp kitapevi, 2005, Orijinal baskı, C2004,s. 269. 
57 Çağrı Erhan, “NATO Niçin Bir Küresel Örgüt Haline Gelmelidir”,Ocak 2004, 
http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=188, (Son Erişim Tarihi) 10 Şubat 2004. 
58 Nüzhet Kandemir, “Stratejik Öngörü 2023: Cumhuriyetin 100. yılında Dünya ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Kasım 2006, sayı 79, s. 17-16. 
59 Milliyet Gazetesi Köşe Yazarı Semih İdiz’in 31 Ocak 2009 tarihinde yapılan 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği konferansındaki konuşmasından.. 
60 “NATO’nun 60. Yılı kutlamaları”, 9 Ocak 2008, www.aa.com.tr. , Anadolu Ajansı, (Son Erişim Tarihi) 10 Ocak 2008. 
61 Sinem Kaya, 28 Kasım 2008, Genelkurmay SAREM Bşk.lığı bünyesinde Çoklu Gelecek Projesi hakkında kurum için bilgi notu. 
62 Emekli Subaylar Derneği Bşk. E. Tümg.Rıza Küçükoğlu’nun 31 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki 
    konuşmasından . 
63 Yılmaz Aklar, “NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz, cilt7, sayı 81, Ocak 2007, s. 66. 
64 Ibid, s. 67. 

www.orsam.org.tr 


***