7 Ocak 2019 Pazartesi

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 2

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 2



BARIŞÇIL GÖSTERİ HAKKININ KEYFİ BİR ŞEKİLDE İHLAL EDİLMESİ 

Yetkililerin Gezi Parkı eylemleri kapsamındaki barışçıl toplantıların devam etmesi ya da engellenmesi konusunda aldıkları kararlar kendi içinde tutarlı olmadığı gibi barışçıl toplanma hakkı konusunda mevcut uluslararası standartlara da uymamaktadır. Kararların zamana ve yere göre değişiklik göstermesi ve ne tür bir gösteri olduğundan bağımsız alınması yetkililerin konuya keyfi yaklaşımını göstermektedir. 

Eylemlerin başladığı ilk hafta boyunca (31 Mayıs – 2 Haziran) İzmir’deki gösterileri engellemek amacıyla polis tarafından müdahale edilirken, bu tarihten sonraki eylemler Ağustos ayının sonu itibariyle müdahale olmadan düzenlendi. Polisin İstanbul’da Taksim Meydanındaki kitlesel gösterileri engellemeye çalıştığı iki günün ardından 1 Haziran günü geri çekilmesiyle, meydanda 11 Haziran’a kadar barışçıl gösteriler düzenlendi. 11 Haziran akşamı polis, binlerce kişinin kamp kurduğu Taksim Meydanı’na bitişik Gezi Parkı’na müdahale etti ve 15 Haziran günü park zor kullanılarak boşaltıldı. İstanbul’da 15 Haziran ve 
Ağustos sonu arasında düzenlenen gösterilerin bir kısmı müdahalesiz gerçekleşirken, bazıları polis müdahalesi ile karşılaştı. Eylemlere bu şekilde farklı tepkiler verilmesi konusunda ise herhangi bir açıklama yapılmadığı gibi gerekçe de gösterilmedi. Ankaranın Kızılay dahil birçok semtinde Haziran ayından Temmuz ayının ortasına kadar genellikle akşam 21.00’den sonra başlayan eylemlere polis ilk günden itibaren neredeyse her gün şiddet kullanarak müdahale etti. İstanbul ve İzmir’de ise gösteriler müdahale edilmeden 
ara ara devam etti. Ankaradaki eylemler daha sonra Dikmen gibi şehrin diğer semtlerine yayıldı.Bu eylemlerin de devam etmesine izin verilmedi ve eylemler zor kullanılarak dağıtıldı. 

Antakya’da Haziran ayından Temmuz ayının ortasına kadar neredeyse her gece sokak eylemleri düzenlendi. Eylemler Ağustos ayı boyunca daha seyrek bir şekilde devam etti. Antakyadaki gösterilerin çoğunun barışçıl bir şekilde geçtiği ancak kolluk görevlilerinin eylemlere son vermek için zor kullanmasının ardından eylemlerin polisle çatışmalara dönüştüğü bildirildi. 

Aynı şekilde, Eskişehir ve Tunceli/Dersim gibi Türkiye genelinde birçok şehirde düzenlenen barışçıl gösteriler herhangi bir açıklama yapılmadan ya da gerekçe sunulmadan defalarca dağıtıldı. 

TAKSİM MEYDANI VE GEZİ PARKI’NDA GÖSTERİ HAKKININ İHLAL EDİLMESİ 

Göstericilerin polisin Taksim Meydanı’ndan çekilmesinin ardından meydanı 11 gün boyunca barışçıl bir şekilde işgal etmelerinin ardından, meydan 11 Haziran sabahı zor kullanılarak boşaltıldı. İstanbul’un ve ülkenin diğer bölgelerinin aksine, Taksim Meydanı’ndaki barışçıl gösterilere müdahale konusunda yetkililer tarafından çeşitli gerekçeler sunuldu, ancak bu açıklamalar müdahaleden sonra yapıldı. İstanbul Valisi tarafından yapılan açıklamalarda polisin gösterilere müdahalesinin nedeninin meydandaki anıt heykele ve Atatürk Kültür 
Merkezi’nin ön duvarına asılan yasal olmayan örgütlere ait afişler olduğu belirtildi. Vali ayrıca göstericiler tarafından şiddet içeren eylemlerde bulunulduğuna dair açıklamalar yaptı.30 
Vali, Uluslararası Af Örgütü temsilcileriyle Gezi Eylemleri ile ilgili yaptığı görüşmede de herhangi bir kanıta dayandırmadan benzer referanslarda bulundu.31 Meydanın boşaltılmasının ardından, yetkililer Taksim Meydanı’nda hiçbir eyleme izin verilmeyeceği konusunda uyarıda bulundu.32 
Taksim Meydanı’nın boşaltılmasını takiben,15 Haziran günü, Gezi Parkı da, bir kısmı eylemlerin başından bu yana parkta kamp kuran ve 30 Mayıs’ta parkın boşaltılmasından sonra parka geri dönen göstericiler dağıtılarak boşaltıldı Bu müdahaleden sonra Gezi Parkı 8 Temmuz’a kadar halka kapalı kaldı. O zamandan raporun yazıldığı tarihe kadar yetkililer sık sık eylemlerin devam etmesine izin vermedi ve eylemleri zor kullanarak dağıttı. 

Uluslararası Af Örgütü, yetkililerin Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nı boşaltmak için gerçekleştirdiği müdahalenin gereksiz ve orantısız olduğunu ve barışçıl gösteri hakkının ihlal edildiğini düşünmektedir. 

Uluslararası Af Örgütü, Taksim Meydanı’nın 11 Haziran günü zor kullanarak boşaltılması ile ilgili, afişlerin tek başına ulusal güvenlik nedeniyle eyleme müdahale gerekçesi olarak kullanılamayacağını düşünmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi daha önce Türkiye yetkilileri tarafından hukuksuz olarak görülen benzer afişlerin açılmasının ifade özgürlüğü hakkı sınırları içinde olduğuna kanaat getirmişti.33 

Kamu düzenini sağlama gerekliliği iddiası ile ilgili, meydanı boşaltmak için güç kullanımının ardından az sayıdaki birkaç kişinin polis araçlarına molotof kokteyli atmak gibi şiddet içeren eylemlerde bulunduğu görülmüştür. Ancak, bu tür eylemleri gerçekleştiren kişilere yönelmek için herhangi bir çaba sarfedilmedi ve bunun yerine yetkililer tüm eylemi dağıtmaya ve meydanda herhangi bir eylem girişimini engellemeye devam etti.34 

Taksim Meydanı’ndaki gösterilerle ilgili olarak AGİT’in toplanma özgürlüğü konusundaki kılavuzunun şu maddesine referans verilebilir: "Ticari etkinlikler ya da araç ve yaya trafiği gibi toplumsal gösteriler de kamusal alanının meşru bir kullanımıdır."35 Bu ilke aynı zamanda Türkiye ile ilgili bir davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da dile getirildi.36 
Taksim Meydanı’nın coğrafi planı ve önemli bir geçiş alanı olduğu düşünüldüğünde, yetkililerin göstericilerin yolları kapatmaması, bağlı yollarda trafiğin akışının ya da meydandaki otobüs ya da metro duraklarına erişimin engellenmemesi gibi bazı makul koşulların yerine getirilmesini istemesi meşru olabilir, ancak Taksim Meydanı’nda gösterileri tamamen yasaklamaktansa, diğer alternatif önlemlerin alınması yetkilililerin amaçları ile daha orantılı olurdu. 

Uluslararası Af Örgütü, yetkililerin Gezi Parkı’nı boşaltma kararları ile ilgili, mahkemenin bu bölgedeki kentsel dönüşüm projesini durdurma kararını hatırlatmaktadır. Dolayısıyla yetkililerin boşaltma kararını, göstericilerin buradaki çalışmalara engel olduklarını söyleyerek meşrulaştırmaya çalışmaları mümkün değildir.37 Uluslararası Af Örgütü parkın işgali devam ettikçe, çöp atımı ve kirlilik gibi halk sağlığı sorunları konusunda meşru sorular olabileceğinin 
farkındadır ancak bu tür konular yetkililer ve göstericiler arasında diyalog kurularak çözülebilir. Uluslararası Af Örgütü 14 Haziran günü yetkililerin parktaki göstericilerle görüşecekleri yönündeki açıklamaları memnuniyetle karşıladı.38 Ancak, yetkililerin 15 Haziran günü herhangi bir gerekçe göstermeden ve barışçıl toplanma özgürlüğü hakkını ihlal ederek barışçıl gösteriye müdahale etmesi üzüntü vericidir. 

KOLLUK KUVVETLERİ TARAFINDAN HAK İHLALLERİNE YOL AÇAN GÜÇ KULLANIMI 

“Ben özellikle bu eylemlere bugün destek veren tüm vatandaşlarımızdan rica ediyorum. Lütfen evlerine dönsünler. Şu saatten sonra orada bulunan her kişiyi devlet maalesef terör örgütünün mensubu olarak değerlendirmek zorunda kalacaktır.” 

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, 15 Haziran 201339 

Yetkililerin Gezi Parkı eylemlerine tepkisi, eylemler boyunca kolluk kuvvetlerinin ihlallere yol açan ve keyfi güç kullanımı ile tanımlanabilir. Göstericilere yönelik polis şiddeti son bir nesil boyunca şu an olduğu kadar çok dile getirilmemişti. Türk Tabipler Birliği 10 Temmuz itibariyle eylemlerde 8,000’den fazla kişinin yaralandığını ve bunlardan 61’inin ağır yaralı olduğunu bildirdi. 11 kişi gözünü kaybederken, 104 kişi ağır kafa travması yaşadı.40 İçişleri Bakanlığı da eylemler boyunca 600’den fazla polisin yaralandığını belirtti.41 Eylemler sırasında biri polis olmak üzere beş kişi hayatını kaybetti ve üç göstericinin ölümüne polisin 
aşırı güç kullanımının neden olduğuna dair güçlü kanıtlar mevcut. Bir kişi polis tarafından sıkılan bir kurşunla hayatını kaybederken, bir başka gösterici dövülerek hayatını kaybetti. Bu kişilerin ölümü ile suçlananlar arasında polisler de bulunuyor. Üçüncü gösterici ise eylemde başına aldığı yara sonucu hayatını kaybetti. Görgü tanıkları, polis tarafından kısa mesafeden atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet ettiğini söylüyor. Görgü tanıklarının ifadelerine göre diğer iki ölüm ise eylemler sırasında yaşanan kazalar sonucu gerçekleşti.42 

Eylemlere katılan doktorlar, avukatlar ve aktivistler, Uluslararası Af Örgütü’ne eylemlere katıldıklarının ortaya çıkacağı ve keyfi gözaltı ve yargılamalara maruz kalacakları korkusuyla yaralanan birçok kişinin hastanelere başvurmadığını söyledi (bkz. Eylemlerle ilgili haber yapan, göstericilere yardım eden ya da haklarını savunanlara yönelik saldırılar bölümü, sayfa 46). Bu raporda belgelenen polis şiddeti vakaları arasında, gazeteciler gibi işini yapan ya da 
eylemlere katılmayan kişilerin maruz kaldığı çok sayıda şiddet vakası bulunuyor. Daha önce siyasi eylemlere katılmamış gençlerin de aralarında olduğu birçok gösterici, Uluslararası Af Örgütü’ne polis şiddetine maruz kaldıklarının raporda geçmesini istemediklerini ve kendilerine dava açılacağı korkusuyla şikayette bulunmadıklarını belirtti. 

Eylemlerin başladığı ilk günden itibaren polis, açıkça gereksiz ve orantısız bir şekilde ve bireysel ya da kolektif şiddet içeren fiillere karşı değil, barışçıl göstericileri dağıtmak amacıyla tazyikli su, biber gazı spreyi ve göz yaşartıcı gaz kullandı. Televizyonda, internette ve sosyal medya aracılığıyla sayısız kötü muamele görüntüsü paylaşıldı. 

Sivil giyimli polisler ve polisle birlikte hareket eden kişiler de dahil olmak üzere polisin göstericileri sokak aralarında dövdüğü görüntüler yayınlandı. Eylemler sırasında görevlerini yerine getiren gazeteciler, doktorlar ve avukatlar da polis tarafından şiddete maruz kalanlar arasındaydı. Polis tarafından gözaltına alınan kadınların çoğu Uluslararası Af Örgütü’ne kolluk kuvvetleri tarafından sözlü cinsel tacize maruz kaldıklarını söyledi. Hemen hemen hepsi cinsel hakarete, cinsel şiddet tehdidine (bkz. Eylem Karadağ ve Deniz Erşahin vakaları, sayfa 
25 ve 26) ve bazı vakalarda ise fiziksel cinsel tacize maruz kaldıklarını bildirdi. 

Mevcut video görüntülerinin ve aşağıda belgelenen vakaların birçoğu kolluk kuvvetlerinin sadece eylemi dağıtmak ya da münferit şiddet içeren fiilleri durdurmak için değil aynı zamanda cezalandırıcı bir şekilde eylem alanından kaçanlara karşı ya da eyleme katılmayan ancak o alanda sıkışıp kalmış küçük gruplara karşı da zor kullandığını gösteriyor. 

Polisin yaygın ve sistematik bir şekilde şiddet uygulamasına rağmen, yetkililer polisin müdahalesini övmeye devam etti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan uluslararası toplumun polis şiddetinin dizginlenmesi konusundaki çağrılarına kulak tıkadı. Aksine, daha cüretkar bir biçimde polisin daha fazla güç kullanacağını söyledi ve polisin gösterilere müdahalesini “destan yazmak” olarak niteledi.43 

Gezi Parkı eylemleri sürecinde polisin aşırı güç kullanması, yeterince eğitim almamış ve yeterince denetlenmeyen polis memurlarının güç kullanmaları yönünde talimat verildiğinde, ayrım yapmaksızın güç kullanmaya teşvik edildiklerinde ve tespit edilmeyeceklerini ya da yargılanmayacaklarını bilmeleri durumunda neler yaşanacağını gösterdi. Uluslararası Af Örgütü, yetkililere, tüm işkence ve kötü muamele ve kolluk kuvvetleri tarafından keyfi ya da hak ihlaline yol açan güç kullanıldığı iddialarının etkin bir şekilde soruşturulması ve  sorumluların adil yargılanma usullerine uygun bir şekilde adalet önüne çıkarılması çağrısında bulunmaktadır. Uluslararası Af Örgütü ayrıca yetkilileri, bundan sonra yapılacak müdahalelerde, polisin işkence ve kötü muamele konusunda mutlak yasağa uymasını ve ancak gerekli durumlarda, orantılı ve uluslararası standartlara uygun bir şekilde zor kullanmasını sağlamaya çağırmaktadır. 

Kitlesel gösterilerde kolluk kuvvetlerinin toplumsal olaylara müdahale araçlarıyla işlediği yaygın insan hakları ihlallerinden dolayı, Uluslararası Af Örgütü, başta Türkiye’ye toplumsal olaylara müdahale teçhizatı sağlayan Brezilya, Belçika, Çin, Çek Cumhuriyeti, Hong Kong, Hindistan, İsrail, Güney Kore, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri (Detaylar için Ek 2’ye bakınız) olmak üzere bütün ülkeleri Türkiye’ye toplumsal olaylara müdahale için kullanılan her türlü kimyasal madde ve kinetik etkili fırlatıcıların satışını durdurmaya çağırmaktadır. Türkiye yetkilileri polisin hak ihlallerine yol açan ya da keyfi güç kullanımına yönelik derhal, bağımsız ve tarafsız soruşturma başlatıncaya ve toplumsal olaylara müdahale araçlarının uluslararası standartlara uygun bir şekilde kullanılmasını sağlayana kadar, bu yasak devam etmelidir. 

İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE KONUSUNDA ULUSLARARASI VE ULUSAL STANDARTLAR VE KOLLUK KUVVETLERİ TARAFINDAN GÜÇ KULLANIMI 

İşkence ve diğer kötü muamele uluslararası teamül hukuku tarafından yasaklanmıştır. Bu yasak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 7. Maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi, BM İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ve Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme ve İşkence ve İnsanlık Dışı ve Küçültücü Muamele ve Cezanın Önlenmesine ilişkin Avrupa Sözleşmesinde de dile getirilmiştir.44 

Birleşmiş Milletler Kolluk Kuvvetleri Tarafından Kuvvet ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’e göre kolluk kuvvetleri yaşam hakkı ya da işkence ve kötü muameleye uğramama hakkı gibi insan haklarını ihlal etmeyecek şekilde yasalara uygun bir şekilde zor kullanabilir. Bu ilkelere göre polis zor kullanmadan önce şiddet içermeyen yollara başvurmalı ve ancak diğer yolların etkisiz kaldığı ve istenen amaca ulaşılmasını sağlayamayacağı  durumlarda ve gereken en asgari düzeyde kullanılmasını gerektirmektedir. 

Temel İlkeler’in 13. ve 14. Maddesi şöyledir: 

 “Yasal olmayan ancak şiddet içermeyen gösterilerin dağıtılması sırasında, kolluk kuvvetleri güç kullanımından uzak durmalı ya da bunun yapılamadığı durumlarda ise güç kullanımını gerekli en asgari düzeye sınırlamalılar.” 

“Kolluk kuvvetleri, şiddet içeren gösterilerin dağıtılması sırasında, sadece daha az tehlikeli olan araçların kullanılmasının mümkün olmadığı durumlarda ve ancak gerekli en asgari düzeyde ateşli silah kullanmalı. Kolluk kuvvetleri 9. Madde’de belirtilen koşullar dışında ateşli silah kullanmamalı.” (Yani ancak hayati bir riske ya da hayati tehlike içeren bir yaralanmayı önlemek için kullanılmasının kaçınılmaz olduğu durumlarda). 

Eğer yasal sınırlar içerisinde zor kullanmak kaçınılmaz bir hale gelmişse, BM Temel İlkeleri polisin bunu sınırlı, hedeflenen amaca uygun, zararı ve yaralanmaları asgari düzeye indirecek şekilde kullanmasını ve yaralanan ya da etkilenen kişilere mümkün olan en kısa zamanda tıbbi yardım sunulmasını sağlamasını gerektirmektedir. Temel İlkeler’e göre ayrıca hükümetler, kolluk kuvvetlerinin keyfi ve aşırı bir şekilde güç ve ateşli silah kullanmasına 
ulusal yasalar uyarınca cezai yaptırımlar getirmelidir.45 

Türkiye Anayasası’nın 17. Maddesi işkenceyi yasaklamaktadır ve Türk Ceza Kanunu’nda da işkence suç sayılmaktadır. Polisin Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun 16. Maddesi ise kolluk kuvvetleri tarafından güç kullanılabilecek durumları tanımlamakta ve orantılı güç kullanılması gerektiğini belirtmektedir. 

“Öldürücülük Düzeyi daha az” silahların kullanımı 

Birleşmiş Milletler Kolluk Kuvvetleri Tarafından Kuvvet ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeleri “öldürücülük düzeyi daha az” olarak bilinen ve ağır yaralanmalara ya da ölüme neden olan silah, cephane ve plastik mermi, göz yaşartıcı gaz (sıkılan ya da fırlatılan kimyasal maddeler), ses ve ışık fişeği ve cop gibi toplumsal olaylara müdahale araçlarının yasal olarak kullanımını da düzenlemektedir. Zırhlı araçların kullanımını kolaylaştırdığı bu tür silahlar 
göstericilere yönelik kullanıldığında oldukça tehlikeli olabilir. Dolayısıyla, toplumsal bir gösteriyi dağıtmak için kullanılan araçların çok dikkatli bir şekilde gözden geçirilmesi ve sadece gerekli, orantılı, yasal ve hesap verilebilir bir şekilde kullanılması gerekmektedir. 

“Öldürücülük düzeyi daha az” olan araçları kullanan polislerin, bu tür bir gücün meşru kullanımı konusunda profesyonel standartlara uygun bir şekilde özel olarak eğitim görmüş ve emir komuta zinciri altında olması gerekmektedir. 

Kimyasal maddeler ve bunların kullanılacağı araçlar farklılık göstermektedir ve şiddet tehdidi oluşturan bir kalabalığı dağıtmak amacıyla hükümetler tarafından asgari düzeyde kullanılması için onaylanmaktadır. Bu tür kimyasal maddeler, sağlıklı yetişkinlerde bile, boğulma, yanma, kusma, gözde sulanmaya yol açabilmekte ve yüksek oranlarda, mevcut bir hastalığı olan kişilere yönelik kullanıldığı durumlarda ya da bir fırlatıcı ile yüksek hızda atılması sonucu 
kafaya isabet etmesi durumunda ağır yaralanma ve ölüme neden olabilir. Dolayısıyla, CS ya da biber gazı spreyi gibi kimyasal maddeler, insanlar bir alanda sıkıştıkları zaman ve göstericilerin ya da yoldan geçenlerin sağlığında kalıcı etki bırakacak şekilde (örneğin çok yakın mesafeden ya da göstericilerin doğrudan vücutlarını hedefleyecek şekilde) kullanılmamalı. 

Çoğunlukla lastik ya da plastikten yapılan ve fırlatıldığı hız nedeniyle etki eden cisimler kolluk kuvvetlerinin ölümcül güç kullanmadan kişileri hareket edemez hale getirebilmesini ve verilen acı ile kişinin riayet etmesini amaçlamaktadır. Tıbbi çalışmalar bu tür cisimlerin başa ya da vücudun üst bölgesine isabet etmesi durumunda ölüm ya da ağır yaralanma tehlikesi barındırdığını göstermektedir. Bazı çalışmalara göre kadınların, gençlerin ve çocukların 
plastik ya da lastik cisimlerden özellikle kafatası, göz, beyin, akciğer, karaciğer ya da dalak gibi bölgelerden zarar görme riskleri erkeklere göre daha yüksek. Bu tür cisimlerin yaralanmalara neden olma ihtimali piyasada olan silahların doğru ya da güvenilir olmaması nedeniyle daha yüksek.46 Kolluk kuvvetleri nefsi müdafa ya da diğerlerini savunma durumlarında sadece onaylanmış müdahale araçlarını kullanmalı.47 Yakın mesafede ölüm ya da yaralanma riskini azaltmak için, kolluk kuvvetleri bu araçları kılavuzlarda belirtilen asgari en güvenli mesafeden kullanmalı. Kılavuzlar, daha az tehlikeli diğer alternatiflerde 
önlenemeyecek doğrudan hayati bir tehlike olmadığı sürece, bu tür araçların bundan daha yakın bir mesafede kullanımını ya da belden yukarı sıkılmasını yasaklamalı. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 1

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 1


İÇİNDEKİLER 

Giriş ............................................................................................................................5 
Uluslararası Af Örgütü’nün Gezi Parkı eylemlerine tepkisi ..............................................7 
Barışçıl toplanma hakkının ihlali.....................................................................................9 
Uluslararası ve ulusal hukukta barışçıl toplanma hakkının korunması ..............................9 
Yetkililerin Gezi Parkı eylemlerine tepkisi ...................................................................12 
Barışçıl gösteri hakkının keyfi bir şekilde ihlal edilmesi................................................13 
Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nda gösteri hakkının ihlal edilmesi .................................13 
Kolluk kuvvetleri tarafından hak ihlallerine yol açan güç kullanımı ...................................15 
İşkence ve kötü muamele konusunda uluslararası ve ulusal standartlar ve kolluk kuvvetleri  tarafından güç kullanımı...........................................................................................17 
Tazyikli su .......................................................................................................18 
Göz yaşartıcı gaz ve biber gazı spreyi ..................................................19 
Plastik ve gerçek mermi .....................................................................23 
Resmi olmayan gözaltı.......................................................................24 
Cinsel taciz .....................................................................................25 
Dövülme ........................................................................................27 
Polisin ihlallerine karşı cezasızlık........................................................35 
Faillerin tespit edilmesinin önündeki engeller ......................................35 
Resmi gözaltı prosedürleri dışındaki gözaltı uygulamaları .....................36 
Etkin soruşturma ve kovuşturma eksikliği...........................................36 
Eylemlere katılan ya da eylemleri düzenleyen kişilere yönelik gözaltılar, soruşturmalar ve yargılamalar .........................................................40 
Eylem alanlarındaki gözaltılar...........................................................41 
Eylemleri düzenleyenlerin hedef alınması ......................................... 42 
Yargılamalar ............................................................................... 43 
Eylemlerle ilgili haber yapan, göstericilere yardım eden ya da haklarını savunanlara yönelik 
saldırılar...................................................................................... 46 
Sağlık personeli ........................................................................... 47 
Revirlere baskın yapılması ............................................................. 47 
Revirleri yasaya aykırı gösterme çabaları......................................... 48 
Avukatlar.................................................................................... 48 
Gazeteciler ................................................................................. 49 
Sosyal medya kullanıcıları.............................................................. 50 
Sonuçlar ve tavsiyeler .................................................................. 51 
Türkiye yetkililerine tavsiyeler........................................................ 51 
Türkiye’ye toplumsal olaylara müdahale ekipmanı sağlayan ülkelere tavsiyeler ............... 53 
Ekler ......................................................................................... 54 
Ek 1: Gezi Parkı eylemlerinin kronolojisi ........................................ 54 
Ek 2: Türkiye’ye gösterilere müdahale ve ilgili ekipmanı sağlayan ülkeler .. 59 
Dipnotlar .................................................................................... 61 


GİRİŞ 

“Ne yazık ki, toplumun en temel demokratik ve insan hakkı olan taleplerinin barışçıl ve demokratik şekilde ortaya konmasına karşın iktidar şiddet, baskı ve yasakçı politikalarına devam etmektedir. Tek bir yurttaşımızın burnunun kanamadığı, gerilimlerin ortadan kalkarak demokratik taleplerin dillendirilebildiği bir toplumsal iklime bir an önce kavuşmak için yoğun çaba harcadığımızın bilinmesini isteriz.” 

Taksim Dayanışma Platformu’nun Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile görüştükten sonra yaptığı açıklama, 5 Haziran 20131 

“Biz birkaç tane çapulcunun, o insana gelip meydana gelip halkımızı tahrik etmesine seyirci kalmayız. Çünkü bu millet bize reyini verirken tarihimize sahip çık diye verdi.” 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2 Haziran 2013 

30 Mayıs günü, polis, İstanbul’da birkaç yüz kişilik çevreci bir grubun düzenlediği küçük bir eyleme biber gazı olarak bilinen göz yaşartıcı gaz kullanarak, şiddet uygulayarak ve göstericilerin çadırlarını yakarak müdahale etti. Eylemin amacına karşın yetkililerin gösterdiği bu aşırı tepki ilk kıvılcımı yakan olay oldu. 
Birkaç gün içinde, Türkiye’nin başlıca şehirlerinde on binlerce kişi sokaklara çıktı. Haziran ayının ortası itibariyle neredeyse Türkiye’nin 81 ilinin her birine yayılan “Gezi Parkı eylemleri”ne yüz binlerce kişi katıldı.3 

Gezi Parkı eylemleri İstanbul’un merkezinde geriye kalan son yeşil alanlardan biri olan Gezi Parkı’nın, Taksim bölgesinde yapılması planlanan kentsel 
dönüşüm projesi kapsamında yıkılmasına karşı uzun süredir devam eden bir kampanyanın bir parçası olarak başladı. Proje kapsamında 19. yüzyıl Osmanlı 
Topçu Kışlası’nın bir replikası ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği kadarıyla bir alışveriş merkezi ve cami yapılması planlanıyordu. Tepkinin 
doğmasına neden olan sadece parkın yıkılacak olması değil aynı zamanda dönüşüm kararının şeffaf olmayan bir şekilde alınmış olması. Birçok kişiye göre 
bu sadece kentsel dönüşüm projelerinin değil aynı zamanda muhalif görüşleri dinlemek konusunda isteksiz ya da bunlara saygı duymayan bir hükümetin 
genel bir özelliğini yansıtıyor. 

Yetkililerin Gezi Parkı’nda ilk toplanan grubun bütünlüğüne yönelik sert müdahalesi ve barışçıl toplanma haklarını zor kullanarak tamamen engellemesi ile eylemler hızla ülke geneline yayıldı. Genel olarak barışçıl gösterilerde polisin yaygın bir şekilde göz yaşartıcı gaz, tazyikli su, plastik mermi kullanması ve 
göstericileri dövmesi tepkiyi artırdı. 

Polis şiddetine ve hükümetin tavrına yönelik düzenlenen gösterilerin yeniden polis şiddeti ve hükümet tarafından sert sözlerle karşılanması bu durumun 
birkaç hafta içinde ülke geneline yayılmasına neden oldu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de dahil olmak üzere birçok yetkilinin hükümeti şiddeti 
durdurmaya çağırmasına rağmen, Başbakan, eylemlerin devam etmesi durumunda daha sert müdahale edileceği tehdidinde bulundu.4 Haziran ayı boyunca ve Temmuz ayının başlarında ülke genelinde düzenlenen büyük ve kapsamlı gösteriler, Temmuz ayı ortasında ve Ağustos ayında daha seyrek ve daha az katılımla devam etti. 

Gezi Parkı eylemlerinin en yoğun olduğu günlerde, yetkililer pasif de olsa herhangi bir gösteriye hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini gösterdi. 
Taksim Meydanı’nda tek başına sessiz bir şekilde eylem yapan kişiler bile “duran adam” olarak bilinen eyleme katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alındı. 
Temmuz ayında Başbakan göstericilerle dayanışmak için tencere tava çalmanın da suç sayılacağını söyledi. Türkiye’de geleneksel bir eylem biçimi olan tencere tavalara vurarak ses çıkarma yöntemine başvuranlardan en az birine dava açıldığı biliniyor.5 

Göstericilere yönelik şiddet devam ederken, haber yapmak amacıyla orada bulunan gazeteciler, yaralıları tedavi eden doktorlar ve savunma haklarını üstlenen avukatlar da gözaltına alındı ve keyfi bir şekilde kötü muamaleye maruz kaldı.6 Yetkililer, polisin göstericilere yönelik keyfi kötü muamelesini eleştirmek yerine, polis şiddetinden kaçan göstericilere kapılarını açan iş yeri sahiplerine tepki göstererek bunun cevapsız kalmayacağını söyledi ve Twitter ve Facebook gibi sosyal medya sitelerinin göstericiler ve onları destekleyenler tarafından mesaj iletmek için kullanıldığını söyleyerek bu siteleri kınayan 
açıklamalar yaptı.7 

Anaakım ulusal medya ise gösterilerle ilgili çok az haber yaptı. Birçok durumda hiç haber yapılmazken, yapıldığı durumlarda ise göstericilerin taleplerine yer verilmedi. CNN Türk’ün Türkiye genelinde eylemlerin devam ettiği ilk hafta içinde yayınladığı penguenlerle ilgili iki saatlik belgesel, göstericilerin ve genel olarak kamunun gözünde ulusal medyanın kendini sansür edişinin sembolü haline geldi. 

Gezi Parkı eylemleri ardında ağır yaralar da bıraktı. Türk Tabipler Birliği 15 Temmuz günü yaptığı açıklamada 10 Temmuz itibariyle gösterilerde 8,000’den fazla kişinin yaralandığını bildirdi.8 Ağustos ayının sonu itibariyle beş kişi ise hayatını kaybetti. Bu ölümlerin üçünün polisin aşırı güç kullanması nedeniyle yaşandığını gösteren güçlü kanıtlar mevcut.9 

İçişleri Bakanlığı 23 Haziran günü yaptığı açıklamada yaklaşık 4,900 kişinin gözaltına alındığını bildirdi. Ağustos ayının sonu itibariyle, polis eylemlere katıldıkları ya da eylemleri düzenledikleri gerekçesiyle birçok kişiyi gözaltına almaya ve sorgulamaya devam ediyordu. 

Gösterileri düzenledikleri gerekçesiyle suçlanan diğer kişiler gibi, 100’den fazla sivil toplum kuruluşu ve meslek grubunun oluşturduğu Taksim Dayanışma’nın önde gelen üyeleri hakkında da terörle mücadele yasaları uyarınca soruşturmalar açıldı. Diğer taraftan, polisin ihlale yol açan güç kullanımı ile ilgili iddiaların soruşturulması konusunda ise çok az ilerleme kaydedildi. Yetkililer tarafından acil adımlar atılmadıkça, polisin gücünü kötüye kullanması 
ile ilgili iddiaların adalet önüne çıkarılması uzak bir ihtimal gibi görünüyor. 

Yetkililerin bugüne kadar Gezi Parkı eylemlerine verdiği tepki birçok anlamda Türkiye’de uzun süredir devam eden insan hakları ihlallerinin bir uzantısı gibi görülebilir. Polis şiddeti kontrol edilmezken, barışçıl toplanma hakkı ihlal ediliyor, polis aşırı güç kullanımına devam ediyor ve meşru muhalif fikirlerin yargılanmasına devam ediliyor. 

Gezi Parkı eylemlerinin farkı, büyüklüğü ve kapsamı. Bu eylemler, bugüne kadar katılan kişi sayısı, iki aydan fazla bir süre devam etmesi ve ülke geneline yayılmış olması anlamında ayrı bir yer tutuyor. Eylemlere katılanların çoğunluğu 20’li yaşlarında ve daha önce herhangi bir siyasi eyleme katılmamış kişilerden oluşuyor. Birçoğu toplumun görece daha zengin kesimlerinden geliyor. 

Bu durum daha önce Kürtlerin hakları gibi daha hassas konularda eylem yapan kişilerin maruz kaldıkları insan hakları ihlalleri konusunda Türkiye’de çok daha 
geniş bir kesim içinde farkındalık yarattı. 

Her şeyden önemlisi, Gezi Parkı eylemleri, yetkililerin barışçıl toplumsal gösteri hakkına radikal bir şekilde daha farklı bir yaklaşım benimsemesi ihtiyacını göstermekte. Mevcut hükümet sokak eylemleri yoluyla ifade edilen farklı fikirleri hoşgörü ile karşılamayı öğrenmeli ve polisin yeterli eğitim almasını ve bu tür eylemlerde hukuka uygun bir şekilde hareket etmesini sağlamalı. 

ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ’NÜN GEZİ PARKI EYLEMLERİNE TEPKİSİ 

Uluslararası Af Örgütü, eylemlerin başladığı ilk günler boyunca, İstanbul ofisini gönüllü doktorların yaralılara ilk yardım müdahalesinde bulunabilmeleri için kullanıma açtı. Örgüt, ayrıca polis tarafından kullanılan yöntemleri ve göstericiler tarafından şiddet kullanılıp kullanılmadığını incelemek için İstanbul ve Ankara’ daki eylemleri izledi. Uluslararası Af Örgütü eylemlerin başından itibaren yetkilileri hak ihlallerine son vermeye çağıran ve ayrıca göstericilere barışçıl bir şekilde devam etme çağrısında bulunan açıklamalarda bulundu. Bu rapor için yapılan araştırmalar kapsamında, eylemlere katılan aktivistlerle, sivil toplum 
kuruluşlarının ve meslek gruplarının temsilcileriyle ve doktor, avukat ve gazetecilerle görüşüldü. Alan araştırması, Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları boyunca Ankara, Antakya, İstanbul ve İzmir’de gerçekleştirildi ve diğer şehirlerden kişilerle telefon görüşmeleri yapıldı. Uluslararası Af Örgütü eylemler ve yetkililerin tepkisi ile ilgili İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile de görüştü. 

Uluslararası Af Örgütü bu raporda Türkiye yetkililerini barışçıl toplanma hakkına saygı duymaya ve göstericilere ve diğer kişilere yönelik gereksiz, aşırı, keyfi ya da hak ihlaline yol açan güç kullanılmamasını sağlamak konusunda yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırmaktadır. Örgüt, yetkilileri, polis tarafından her türlü kötü muamele iddiasını etkin bir şekilde soruşturmaya ve sorumluları adalet önüne getirmeye çağırmaktadır. 
Uluslararası Af Örgütü ayrıca, yetkililere, eylemlere barışçıl bir şekilde katılan, barışçıl gösteri düzenleyen veya göstericilerin haklarını savunmak ya da eylemlere destek vermek için meşru eylemlerde bulunan bireylerin yargılanmamaları çağrısında bulunmaktadır. Uluslararası Af Örgütü sadece  barışçıl bir şekilde haklarını kullandığı için cezaevine konan kişileri düşünce suçlusu olarak değerlendirecektir. 

Uluslararası Af Örgütü, Türkiye yetkilileri biber gazı spreyi, göz yaşartıcı gaz ve plastik mermilerin usulsüz kullanımları konusunda etkin soruşturmalar yürütünceye ve insan haklarını ihlal edecek şekilde kullanımlarını durdurmak için etkin önlemler alıncaya kadar, bütün ülkelerin Türkiye’ye bu teçhizatın satışını durdurması çağrısında bulunmaktadır. 

 BARIŞÇIL TOPLANMA HAKKININ İHLALİ 

“Orada üç gün, dört gün, beş gün bunlar kaldı. Yurt dışından döndüm, baktım ki hala onlar orada duruyor, artık tahammül sınırlarını aşmıştı. İçişleri Bakanıma şunu söyledim: 24 saat içerisinde Atatürk Kültür Merkezi’ni temizleyeceksiniz. Meydanı temizleyeceksiniz ve anıtı temizleyeceksiniz, arkasından da Gezi Parkı’nı temizleyeceksiniz dedim. Diyorlar ki, polise talimatı kim verdi? Ben verdim, ben verdim, evet. İşgal kuvvetlerini mi izleyecektik? Dünya zil takıp oynasın diye bunu mu seyredecektik?” 

Başbakan’ın 24 Haziran 2013 günü Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) destekçilerine yaptığı konuşma.10 

Gezi Parkı eylemleri boyunca yetkililer defalarca ve keyfi bir şekilde barışçıl toplanma hakkını ihlal etti. Çoğunda eylemlerin neden engellendiği konusunda 
bir açıklama yapılmadı; yapıldığında ise uluslararası insan hakları hukuku ile uyumlu olmayan açıklamalar yapıldı. Polisin hak ihlaline yol açan güç kullanımı ya da göstericiler hakkında haksız yargılamalar gibi bu raporda belgelenen insan hakları ihlallerinin çoğu yetkililerin barışçıl toplanma hakkını tanımamasından kaynaklanmaktadır. 

ULUSLARARASI VE ULUSAL HUKUKTA BARIŞÇIL TOPLANMA HAKKININ KORUNMASI 

Barışçıl toplanma hakkı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Türkiye’nin taraf olduğu 1966 Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (MSHİUS) ve 1950 Avrupa İnsan Hakları ve Temel Haklar Sözleşmesi (AİHS) gibi birçok sözleşmede tanınmaktadır. 

Bu hak aynı zamanda Türkiye Anayasası tarafından da korunmaktadır. 

Barışçıl toplanma hakkı demokratik toplumlarda temel -hatta böyle bir toplumun temeli olarak görülen11- bir hak olarak tanınmaktadır ve diğer insan haklarının kullanılabilmesi için oldukça önemli bir yere sahiptir.12 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından birçok vakada dile getirildiği gibi, barışçıl toplanma hakkı hem kapalı toplantıları hem kamusal gösterileri, hem durağan toplantılar hem de yürüyüşleri kapsamaktadır ve bu hak hem gösterilere katılan bireyler hem de gösterileri düzenleyenler tarafından kullanılabilir.13 

Uluslararası hukuk uyarınca, barışçıl toplanma hakkına olağanüstü durumlarda dahi dokunulamaz. Bu hak ancak belli koşullar altında, belli nedenlerle kısıtlanabilir.14 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi barışçıl toplanma hakkının “demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal gu¨venliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve 
özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabileceğini” belirtmektedir.15 

Barışçıl gösterilerin uluslararası standartlara uygun bir şekilde düzenlenmesi konusunda detaylı bilgiler BM Barışçıl Toplanma ve Gösteri Yapma Özgürlüğü Özel Raportörü’nün raporlarında bulunabilir. Ayrıca, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT) ve Avrupa Konseyi’nin Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) Türkiye gibi AGİT’e üye ülkeler için barışçıl toplanma özgürlüğü konusunda kapsamlı bir kılavuz yayımladı.16 

Yetkililer, genellikle, göstericilerin işlediği iddia edilen şiddet içeren fiillere dikkat çekti ve önceden bildirimde bulunulmamasını, eylemlerin dağıtılmasına bir neden olarak gösterdi. Ancak, uluslararası insan hakları hukuku uyarınca bu nedenlerin hiçbiri toplanma hakkının engellenmesi için yeterli değil. 

Özel Raportör’ün de vurguladığı gibi, “Devletlerin uluslararası insan hakları hukuku uyarınca sadece barışçıl gösterileri korumak değil aynı zamanda da bu hakkın kullanılabilmesini sağlamak konusunda pozitif yükümlülükleri vardır... Önceden planlanmamış şiddet içeren ve suç teşkil edebilecek diğer fiiller nedeniyle, barışçıl bir şekilde eylem yapan kişiler, barışçıl toplanma hakkından mahrum bırakılamaz.”17 

Bu gereklilik AGİT Kılavuzu’nda da belirtilmektedir. Buna göre “bir gösteride küçük bir grup tarafından şiddet kullanılması (kışkırtıcı bir dil kullanılması da dahil), diğer türlü barışçıl olan bir gösteriyi doğrudan barışçıl olmayan bir gösteriye dönüştürmez ve herhangi bir müdahale tüm eylemi dağıtmaktan ziyade şiddet eyleminde bulunan kişilere yönelmelidir […] 

Dolayısıyla küçük bir grup göstericinin şiddet eylemlerinde bulunması bütün eylemin dağıtılması ile sonuçlanamaz. Bu tür durumlarda, bu küçük gruba müdahale edilebilir. Aynı şekilde eğer ajan provakatörler barışçıl bir gösteriye sızarlarsa, yetkililer tüm eylemi dağıtmak ya da eylemin kanuna aykırı olduğunu ilan etmekten ziyade bu ajan provakatörleri alandan ayırmak için gerekli adımları atmalıdır.”18 Kılavuzda ayrıca şöyle denilmektedir: “Bir eyleme 
katılan ve şiddet içeren bir fiilde bulunmayan kişiler, diğerleri düzen bocuzu ya da şiddet içeren fiillerde bulunsa bile yargılanmamalı”.19 

Göstericilerin toplumsal bir gösteri düzenleme niyetleri konusunda yetkilileri 
bilgilendirmemesi ile ilgili olarak, bildirim gerekliliğinin, izin verme süreci ile karıştırılmaması gerektiği hatırlatılmalıdır. 

Türkiye Anayasası’nın 34. Maddesi’ne göre, herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü du¨zenleme hakkına sahiptir ve toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.20 Anayasa’nın 90. Maddesi temel hak ve özgürlükler konusunda uluslararası hükümlerin esas alınacağını belirtir. Bu barışçıl gösteri hakkı konusunda uluslararası hukukun doğrudan uygulanması gereklililiğini getirmektedir.21 

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gösterilerle ilgili hem yetkililerin hem de göstericilerin uyması gereken kuralları düzenlemektedir. 22 Bu yasanın kısıtlayıcı doğası ve keyfi ve temelsiz bir şekilde uygulanması (bkz. Eylemlere katılan ya da eylemleri düzenleyen kişilere yönelik gözaltılar, soruşturmalar ve yargılamalar bölümü, sayfa 40) Türkiye’de barışçıl toplanma hakkının sağlanmasının önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. 

Yasanın 3. Maddesi’nde, herkesin önceden izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olduğu belirtilmektedir.23 Ancak 10. Madde’ye göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyen kişilerin, gösterinin amacı, zamanı ve yeri konusunda yetkilileri bilgilendirmesi gerekmektedir.24 23. Madde, toplantı ya da gösterilerin kanuna aykırı görüleceği durumları listelemektedir ve önceden bildirimde bulunulmaması durumu bu liste içinde yer almaktadır.25 Kanuna aykırı toplantı ve gösteriler, topluluğa dağılmaları uyarısının yapılmasının ardından gerekirse zor kullanılarak dağıtılır (24. Madde). 32. Madde’ye göre 
kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Toplantı ve gösteriyi düzenleyenler için ise ceza yarı oranında artırılır. 

Uluslararası insan hakları hukuku, bildirim gerekliliklerine izin vermektedir ancak bu tür gereklilikler barışçıl gösteri hakkını fiilen sınırlayacak şekilde detaylı ve külfetli gereklilikler dayatmamalı. AGİT Barışçıl Toplanma Özgürlüğü Kılavuzu’nda da belirtildiği gibi, ulusal mevzuatta, önceden bildirimin mümkün olmadığı durumlar için, bu gerekliliğin şart koşulmadığı istisnai durumlar açık bir şekilde ifade edilmelidir. Önceden bildirimin yapılmamasıyla ilgili makul nedenler sunulmamış olsa bile yetkililer barışçıl olduğu sürece kendiliğinden gelişen toplumsal gösterileri korumalı ve kolaylaştırmalı.26 

AİHM Türkiye’de barışçıl gösterilerin dağıtılması konusunda açılan davalarda defalarca önceden bildirim yapılmamasının, barışçıl bir gösteriyi engellemek için yeterli olmadığına kanaat getirdi. Önceden bildirimin yapılmadığı bir eylem ile ilgili açılan Oya Ataman/Türkiye davasında, Mahkeme, “toplanma özgürlüğünün temelinin korunabilmesi için, göstericilerin şiddet içeren herhangi bir fiilde bulunmadığı eylemlerde, yetkililerin barışçıl gösterilere belli bir dereceye kadar hoşgörü göstermesi gerektiğini” ifade etti. Mahkeme, “polisin eyleme zor 
kullanarak müdahale etmesinin orantısız olduğuna ve “kamu düzeninin bozulmasını önlemek için gerekli olmadığına” karar verdi ve dolayısıyla yasaların gerektirdiği gibi önceden bildirimde bulunulmamış olmasına rağmen, eylemin dağıtılmasının toplanma özgürlüğünü ihlal ettiğine” kanaat getirdi.27 

YETKİLİLERİN GEZİ PARKI EYLEMLERİNE TEPKİSİ 

Gezi Parkı eylemlerinin başlamasından bu yana yetkililer - münferit ya da küçük istisnalar dışında - ulusal ve uluslararası hukuk uyarınca güvence altına alınan barışçıl toplanma hakkını açık bir şekilde ihlal etti. Hükümet sıklıkla göstericilerin saiklerini, bütünlüklerini ve davranışlarını gözden düşürme arayışına girdi. Kamu görevlileri göstericileri “çapulcu” olarak niteledi ve gösterilerin arkasında marjinal ve hatta terörist grupların olduğu iddiasında bulundu. Yetkililer ayrıca sıklıkla, ağırlıklı olarak barışçıl eylem yapan ve hatta polisin gösterileri dağıtmak için kullandığı şiddet derecesi düşünüldüğünde oldukça barışçıl olan göstericileri şiddet kullanmakla suçladı. 

Barışçıl toplanma hakkının uluslararası ve ulusal hukuk tarafından tanınan bir insan hakkı olmasına rağmen, yetkililer Gezi Parkı eylemlerini bir an önce durdurulması gereken ve demokrasiyi tehdit eden bir durum olarak gösterdi.28 Bu iddia ülke genelinde gösterilerin dağıtılması ve yasaklanması için bir mazeret olarak kullanıldı. Aşağıda tartışıldığı gibi, Taksim Meydanı’nda yapılan eylemler dışında, yetkililer Gezi Parkı’ndaki göstericilerin toplanma haklarının engellenmesini nadiren gerekçelendirdi; uluslararası hukukta toplanma 
özgürlüğünün kısıtlanabileceği durumlara ise hiç referans verilmedi (bkz. bir önceki bölüm). 

Bir açıklama yaptıklarında ise polis ve yerel yetkililer genellikle eylemlere “izinsiz” oldukları gerekçesiyle müdahale edildiğini belirtti. Ancak, yukarıda aktarıldığı gibi Türkiye yasalarına göre toplumsal bir gösteri düzenlemek için bildirim zorunluluğu olmakla birlikte, bir onay süreci de bulunmamakadır. Bu gereklilik spontane bir şekilde düzenlenen gösterilerin tamamını “izinsiz” ve dolayısıyla yasa dışı gösterecek şekilde (en azından Türkiye’nin uluslararası hukuk uyarınca sahip olduğu yükümlülükleri doğrultusunda) uygulanamaz. 

Gösterilerin büyük çoğunluğu barışçıl olmakla birlikte, gösterici olup olmadığı belli olmayan, ya da provokatör olması muhtemel çok küçük bir azınlık polise taş, şişe ve farklı cisimler atmak ve kamu malına zarar vermek gibi şiddet içeren eylemlerde bulundu. Bu tür eylemler toplanma özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez ve polis, kamu güvenliğini sağlamak ve kamu malına zarar verilmesini önlemek için bu tür eylemlere müdahale edebilir. Ancak bu 
barışçıl çoğunluğun toplanma hakkına engel olmayacak şekilde yapılmalıdır. Gezi Parkı eylemleri boyunca, yetkililer münferit şiddet vakalarını kullanarak eylemlerin (zor kullanılarak) dağıtılmasını meşrulaştırmaya çalıştı. 

Ayrıca, Uluslararası Af Örgütü hem kendi gözlemlerine hem de gösterileri takip eden farklı kişilerden aldığı bildirimlere dayanarak, şiddet içeren eylemlerin, polisin barışçıl gösterileri engellemek amacıyla müdahale etmesinin ardından yaşanan çatışmalar sonucunda yaşandığına şahit olmuştur; yani şiddetin kronolojisi polis tarafından iddia edilenin tam tersiydi; polisin barışçıl gösterileri şiddet kullanarak dağıtması münferit şiddet vakalarının yaşanmasına neden oldu. Polisin gösterilerin herhangi bir engelle karşılaşmadan devam etmesine izin verdiği az sayıda durumda ise eylemler herhangi bir şiddet olayı yaşanmadan ya da kamu malına zarar verilmeden devam etti. Bu durum da göstericilerin şiddet kullandığı ve etrafa zarar verdikleri iddialarını geçersiz kılmaktadır. 

Küçük ya da kitlesel gösterileri şiddet kullanarak dağıtmaya çalışmalarının yanı sıra, yetkililer insanların en pasif eylem biçimlerinde yer alma hakkına bile engel olmaya çalıştı. Bunlar arasında “duran adam” eylemi, tencere ve tavalara vurmak ya da futbol maçlarında slogan atmak gibi eylemler bulunmakta.29 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

5 Ocak 2019 Cumartesi

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi, BÖLÜM 4

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi,  BÖLÜM 4 


            Şimdi bugün barış derken açık açık PKK ile müzakereler ile elde 
edilecek “kirli barış” karşılığında Türkiye’nin AKP eli ile vereceklerimizi 
sıralayalım.

            1) Öcalan kısa bir süre sonra  serbest kalarak BDP’nin genel 
başkanlığını üstlenecek ve muhtemelen adına eyalet denilecek olan federal 
bölgenin valisi olacak.           

           2) Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan vs bütün PKK liderleri 
Kandil’den Diyarbakır’da zafer kazanmış komutanlar gibi girecek ve kısa bir süre 
sonra Ankara sokaklarında görülecekler.

            3) Adına demokratik özerklik denmeden Büyükşehir belediyeleri 
yasasında valinin seçimle geleceğine dair bir değişiklik yapılacak, kaynakların 
kullanımı üzerinde Ankara’nın denetimini düzenleyen madde kaldırılacak, Türkiye Avrupa Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldıracak, federasyon adı 
konulmadan federal sisteme geçilecektir. Bu kısa süre devam edecek süreci eyalet sistemine geçiş izleyecek.

           4) Kürtçe eğitim yasalar ile düzenlenecek.

           5) Anayasada Türk Milleti kavramının yer almaması çok büyük bir 
ihtimaldir. 
Alsa bile anlamını yitirmiş, içi boşaltılmış ve ilk fırsatta değiştirilebilir olacaktır. Türkiye’de iki milletin varlığı fiilen kabul edilmiştir, büyük bir ihtimal ile hukuken de kabul edilecektir. 

           6) Türk bayrağı, Türkiye bayrağına, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye 
Silahlı Kuvvetlerine, Türk Milli takımı, Türkiye milli takımına dönüştürülecektir.

               Bütün bu adımlar Türkiye’nin ilk sarsıntıda parçalanmasının temellerini atacaktır. Ülkemizin doğusu ve batısı arasında büyük bir gerginlik doğacak, karşılıklı şüpheler gelişecektir. Henüz durumun tam anlamı ile farkında 
olmayan Türk Milleti “acının sonradan çıktığını” görecektir.

Bu düşünce ve duyguların iç muhalefet duygusundan kaynaklanmadığının, başka yerlerden de böyle göründüğünün en açık göstergelerinden birisi Taşnak Partisi Erivan temsilcisi KiroManoyan’ın kısa bir süre önce yaptığı şu açıklamadır: “Ermenistan’ın iade edilmesini istediği topraklar şu anda Türklerin egemenliği altında. Yarın bizim iade edilmesini talep ettiğimiz topraklar Kürtlerin eline geçerse onlardan geri vermelerini talep ederiz. Bölgemizde gerçekleşebilecek köklü değişimleri seyirci olarak izleyebileceğimiz gibi, gidişatı yönlendirmek elimizde. Gelişmeleri yakından takip ederek hareket etmeliyiz.”

             Bu çerçevede Kültür Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’den ayrılan 
Ermenilere yapmış olduğu geri dönün çağrısı bir başka anlam mı kazanmaktadır? Bu meşru bir sorudur. Ömer Çelik Agos gazetesine verdiği demeçte şöyle demektedir: 
“Çağrı yaptıklarımıza şöyle dedik: Unutmayın ki, sizin yaşadığınız acıların 
yakın zamanda benzerini yaşamış bir kadro yönetiyor Türkiye’yi.”[20]

              Üstelik PKK ortadan kalkacak mı?Aysel Tuğluk bu soruya şu cevabı 
verdi: “En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde 
PKKda çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı. İran’da yakın 
gelecekte tekrar silahlı.” Bu açıklamadan çıkaracağımız sonuç şudur. Kandil, 
cephe gerisi Türkiye’ye taşınacak ve Suriye ve İran yeni cepheler olacak. PKK 
Türkiye’nin başını belaya sokmaya devam edecektir. 

       BÖYLE OLMAK ZORUNDA MI? 

      AKP iktidarı 2002 sonu/ 2003 başında terörün bitme noktasına geldiği bir 
Türkiye devralmıştır. Öcalan, İmralı’nın derinliklerinde unutulmuştu. PKK, Kuzey 
Irak’ta Türkiye tarafından desteklenen KYB ile çatışma içinde idi.  Bugün, 2013 
başında Türkiye’yi yendiğini düşünen, Kuzey Irak’taki gücüne Kuzey Suriye’yi 
eklemiş bir PKK, AKP’yi 10 yıldan bu yana iktidarda tuttuğunu düşünen bir 
Öcalan, morali bozulmuş, çatışma isteği kırılmış, yargılanan ve sorgulanan bir 
Türk Ordusu ve PKK’yı yenme inancına ve iradesine sahip olmayan bir AKP Hükümeti vardır. 10 yılın sonucu budur.  

         PKK ile müzakere Türkiye’yi etnik bir cehenneme, bölünmeye götürecek 
tek yoldur. Çünkü Öcalan ve PKK insan hakları ve demokrasi mücadelesi değil, 
toprak ve egemenlik mücadelesi vermektedir.  Türkiye müzakereler ile bu yola 
girmiş ve düşünüldüğünden daha hızlı ilerlemektedir.

         Oysa PKK ile müzakere tek yol değildir. Türkiye, PKK ile müzakere 
etmeden de PKK’yı aşabilir. Türkiye’nin PKK ile yapacağı tek görüşme örgütün 
teslim görüşmeleri olmalıdır. Bu noktaya ulaşılması kolay değildir ancak bu 
hedef uğrunda verilecek mücadeleye değer. 

          Terör örgütleri ile müzakere eden devletler müzakerelerden bir hayır 
görmemişlerdir. IRA ile masaya oturan İngiltere, birliğini korumak konusunda 
nasıl zaaf içinde olduğunu göstermiştir. Bu zaaf bugün İskoçya’nın İngiltere’den 
300 sene birlikten sonra ayrılması sürecini tetiklemiştir. Gelecek 10 yıl içinde 
Kuzey İrlanda’da İngiltere’den kopacak ve İrlanda Cumhuriyeti ile birleşecektir. 
ETA ile görüşmelerde Bask’ın İspanya’dan ayrılma sürecini durdurmamıştır. Bugün Katalanlar da güçlü bir şekilde İspanya’dan ayrılmak istemektedirler. Özetle, terörle müzakere terör örgütüne teslim olmak demektir. AKP bugün terör örgütüne teslim olmuştur.

         Türkiye PKK terörünü aşabilecek güçte bir ülkedir. Bunun için gereken 
iktidarda PKK’yi yenme ve aşma konusunda kararlı ve bilgili kadronun olmasıdır. 
Terörle mücadele bir irade savaşıdır. Terör örgütü Türkiye’yi yenemeyeceğini 
bilir. Ancak Türkiye’yi yöneten kadroların iradesi zayıf olur ise örgüt istediği 
sonucu alır.

          Terörle mücadelede sert güç unsurları ile yumuşak güç unsurları 
birlikte kullanılmalıdır. Sert güç, asker, polis, istihbarat ve yasaların etkili 
bir şekilde kullanmasının oluşturduğu güçtür. Yumuşak güç ise sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik olmak üzere diğer güç unsurlarıdır.  Bu iki güç unsurunun birlikte kullanılmasına “akıllı güç” kullanımı denilir. PKK akıllı güç ile 
aşılabilir.  PKK ile mücadele sürecinde devletin üç hedefi olmalıdır. İlk iki 
senede,

1) PKK terör örgütünün çatışma iradesini kırmak,

2) Halkı terör örgütünün baskısından kurtarmak ve

3) Bu iki seneyi, bölgesel ve milli rehabilitasyon dönemi izlemelidir. Çünkü 
terör örgütü, hem Güneydoğu Anadolu bölgesinde insanlarımıza hem de bütün 
yurdumuza çok ağır zararlar vermiştir. Bunların aşılması için bir zamana ihtiyaç 
olacaktır. Bu noktada çok boyutlu, entegre ve milli bütünlüğümüzü tekrar 
sağlayacak bir proje gerçekleştirilmelidir.

          “PKK’yi son bir adam kalıncaya kadar mı öldüreceksiniz?” şeklinde 
sorular ortaya atılıyor. İnsanlık tarihinde hiç son adamın öldürülmesi ile biten 
savaş yoktur. Yenilgi direnme iradesinin ortadan kaldırılmasıdır. Bir terör 
örgütünü yenmek için,

1) Terör örgütünün hareket alanı ve eylemleri minimuma indirgenir.

2) Çatışmanın ekonomik kaynaklarının ortadan kaldırılır veya etkili bir şekilde 
azaltılır.

3) Çatışmayı sürdüren lider kadroları yok edilir.

4) Çatışmada kendisini destekleyen ülkelerin veya çevrelerin desteğinin kesilir.

5) Ve en önemlisi, devleti yenemeyeceğini, verdiği mücadelenin umutsuz olduğunu görmesi ile yenilir.

               PKK bu şekilde yenilir. Şimdi bu beş ilkeyi aşağıda daha geniş 
bir şekilde açıklayalım.

              1) PKK’nın bütün eylemleri Kuzey Irak’tan, Türkiye-Irak sınırının 
Irak tarafındaki 5-25 kilometrelik bir bölgeden kaynaklanıyor.Batıdan doğuya 
Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk bölgeleri Türk Ordusu 
tarafından işgal edilmelidir. Türk Ordusu bu bölgede bir tampon bölge yaratarak 
yerleşmelidir. Sınırın Türkiye tarafında ise Şırnak-Hakkari-Van illerinde sınıra 
25 kilometre olan bütün yerleşim yerleri boşaltılmalı ve insansızlaştırılmalı dır. 
Böylece PKK ile Türkiye arasında 50 kilometrelik bir alan oluşacaktır. 
Türkiye içine sızmalar ortadan kalkacak. Bu süreçte, mücadelenin şiddetini yükseltip, profili düşürülecektir. Terörle mücadelede yoğun ileri askeri teknolojiler kullanacaktır. Terörle mücadelede TSK’yı mümkün olduğunca geri plana çekip, Jandarmanın terörle mücadelede uzmanlaşmış kadrolarını daha da etkili bir şekilde takviye ederek, alan hakimiyeti tekrar kurulmalıdır. Kandil Dağı ile  Türk Özel Kuvvetleri’nin ve Türk Hava Kuvvetleri’nin tatbikat alanı haline getirilmelidir.

             2) Terör finanse edilebildiği sürece devam eder. Terörle mücadelede 
özel kuvvetler kadar önemli olan bir güç de terörle mücadelede uzmanlaşmış 
finans uzmanları ile gümrük uzmanlarıdır. Hakkari-Van ekseninden başlayarak, 
PKK’nın bütün ekonomik kaynakları kesilmelidir.

             3) Türkiye PKK’nın dağdaki elemanlarını değil,  dünyanın değişik 
yerlerindeki lider kadrolarını hedeflemelidir. Öcalan’ı yakalayan, Sakık’ı 
yakalayan Türkiye, isterse Karayılan’ı, Kalkan’ı, Bayık’ı da yakalayabilir veya 
öldürebilir. Türkiye şimdiye değin bunu neden yapmamıştır? Çünkü, uzun yıllardan bu yana Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, PKK liderlerinin öldürülmesi durumunda PKK’nın da kendilerini hedef alacağını düşünerek, korkmuş ve Türk devletinin elini ayağını bağlamışlardır.

         4) PKK’ya dolaylı ve dolaysız destek veren ülkeler yıldırılmalıdır.

         5) Sonuçta PKK, Türkiye’yi yenemeyeceğini anlayacaktır. Lider 
kadrolardan yakalanmayanlar veya canlı kalanlar, Türkiye’nin şartlarını sormak 
için Ankara’ya müracaat edeceklerdir.

          Sonuç

           İçinden geçtiğimiz günler de MHP’li, CHP’li, AKP’li ve diğer 
partilerden bütün yurttaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti devletine sahip çıkma 
zamanıdır.

          Böyle bir zamanda yapılabilecek en kötü şey “elimden ne gelir?” diye 
hiçbir şey yapmadan oturmaktır. Türk Milleti Sakarya Savaşı öncesinde elindeki 
avucundaki her şeyi ayni ve nakdi, Eskişehir-Kütahya muharebelerinde yenilerek geri çekilen Türk Ordusu’nu yeniden inşa etmek için Ankara Hükümetine vermektedir.

           Bundan sonrasını Turgut Özakman’ın “Çılgın Türkler” kitabından 
okuyalım: “EMİRDAĞ KAYMAKAMI vakit geçirmeden İlçe Vergi Kuru­lunu kurdu.Kurul kaymakamın odasında toplandı.Kurul üyeleri bu hayati sorumluluğun altında ve halktan iste­nen özverinin büyüklüğü karşısında sersemlemişlerdi. Üyelerin çoğu ümitsizdi. Kaymakam halkın nasıl davranacağını kestiremediği için yalpalıyordu. 

Emirde, "Kurullara her şey makbuz karşılığı teslim edi­lecek, ne teslim 
edilmişse bedeli ilerde ödenecek" deniyordu ama acaba halk inanır mıydı 
buna?Anadolu, Osmanlı tarihçilerinin 'büyük kaçgun' adını verdikle­ri on yedinci 
yüzyıl sonundaki kargaşa döneminden beri devlete gü­venmez olmuştu. Can ve mal güvenliğini sağlayamayan devlet, eşkı­yanın yağmaladığı köyleri bir de vergi 
almak için kendi zorlayıp inletmişti. Bu yüzden birçok büyük, bayındır, zengin 
köy parçalanmış, köylüler kel tepelere, kuytu vadilere, orman içlerine göçmüş, 
böyle­ce devletin ve eşkıyanın gözünün önünden, elinin altından, yolunun 
üzerinden kaçmıştı. Kaçamadığını anlaması uzun sürmeyecekti. Eski devlet bugüne kadar, bir şey vermeden, mal ve can vergisi isteye gelmişti. Şimdi yeni devlet de istiyordu.

 Bunları konuşurlarken birden odanın kapısı küt diye ardına ka­dar açıldı. 
Kapının çerçevesi içinde Emirdağ'ın delisi Battal belirdi. Bağırdı:

" Selamünaleyküm!"

 Kaymakam öfkelendi:

" Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık dışarı!"

" Kızma beyim, biliyorum, onun için geldim. Duydum ki Kemal'in askeri çıplakmış. 
Allah şahidimdir üzerimdekinden başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir."

 Yaklaşıp masanın üzerine bir çift ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp 
odanın ortasında bıraktı:

" Aha bunlar da çarıklarım. Haydi kolay gelsin!"

 Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı.

 Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki. Kaymakam, "Halktan kuşku­landığımız için 
tövbe edelim beyler.." dedi, "..Deli Battal gibi bir ga­ribin bile yüreği 
köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak demektir. Hız­lanalım.”

Evet, içinden geçtiğimiz dönem Türk Milletine söylenen “PKK’ya taviz vermedik” 
yalanı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin federalleştirilerek Güneydoğu 
Anadolu’da federe bir PKK Kürdistan’ı kurmasürecinin hızla ilerlediği bir 
dönemdir. Bu projenin destekleyicileri arasında dışarıda ABD vardır, AB vardır, 
içeride bütün ekonomik, politik, medyatik gücü ile AKP iktidarı vardır.

        Böyle bir güç ittifakı karşında tek başına MHP’nin mitinglerinin, 300 
aydının imzasının ve toplantılarının, CHP’nin karşı çıkışlarının, Türk Ocakları 
şubelerinin konferanslarının sonuç alma şansı yoktur. Böyle bir güç ittifakını 
yenecek kuvvet ancak Türk Milletinin anayasasını korumak, milli birlik ve 
beraberliğini savunmak için ayağa kalktığı zaman ortaya çıkacak güçtür. Her 
yurttaş, partilerden, derneklerden, hiç kimseden bir şey beklemeden bir şeyler 
yapma arayışı ve çabası içinde olmalıdır. Herhangi bir örgüt, parti, önderlik 
yapacak birisini beklemeden herkesin tek başına yapabileceği demokratik 
muhalefet girişimleri vardır.

Nasıl mı?

        1) Süreci mümkün olduğunda yakından ve değişik kaynaklardan izleyin ve 
bilgilenin. Sanal ortamda veya gerçek yaşamda süreci birlikte izleyeceğiniz bir 
grup oluşturun. Böylece daha fazla bilgi akışı, gözden fazla bir şeyin kaçmaması 
gibi bir fayda ortaya çıkacaktır. Üstelik bu tür temaslar sağlıklı gerekçeler 
üretmenize yardımcı olacaktır.

        2) Kafası karışık bir arkadaşınıza gerçeği anlatın. Unutmayın, siz ona 
gerçeği bir kez anlatacaksınız ancak ona değişik kaynaklardan yalan yüzlerce kez anlatılacak. Hemen anlamasını, kabul etmesini beklemeyin. Size karşı çıkar iken ileri sürdüğü gerekçeleri teker teker sabırla çürütün. Kavga eder gibi, onu 
yenmek amacı ile değil, onu kazanmak adına yapın bunu. Olmuyor demeyin ısrar edin. Kazandığınız herkes müzakere ve teslimiyet cephesinden alınmış Türk Milleti adına kazanılmış bir kişidir.

        3) Kafası karışık bir komşunuzun evine akşam ziyaretine gidin ve 
doğruları ikna oluncaya kadar gidip gelerek izah edin. Unutmayın sizinle benzer 
düşünenler ile bu meseleyi tartışmanızın bir faydası yok mesele kararsız, kafası 
karışık veya kafası çelinmiş olanları ikna etmek, gerçeği göstermektir.

       4) Televizyon kanallarının tek yanlı yayınlarını protesto edin ve telefon 
ederek protestonuzu bildirin. Her evden bir telefon gitse telefonlar kilitlenir. 
Başka kim yapar ki demeyin. 300 aydın imza attı yer yerinden oynadı. Bazen küçük bir telefon çevirme hareketi önemli sonuçlar doğurabilir.

        5) Köşe yazarlarına e posta atın, mektup yollayın, telefon edin. 
Görüşlerinizi soğukkanlı ancak ısrarlı ve kararlı şekilde anlatın.

        6) İlinizin milletvekillerini özellikle de AKP milletvekillerini arayın 
ve endişelerinizi anlatın.

       7) Twitter ve facebook çok etkili bir şekilde kullanılabilecek iki sosyal 
medya aracıdır. Bu araçlarda düzenlenecek ve bir süre sonra tekrar 
canlandırılacak kampanyalar ile kamuoyu uyanık tutulur. Twitterda T.C. 
kampanyası hükümeti geri adım atmaya zorlamıştır.

        8) Milli sivil toplum örgütleri tarafından düzenlenen konferans ve 
panellere muhakkak gidilmeli ve giderken  yanınızdakonuya uzak bir arkadaşınızı muhakkak götürmelisiniz.

        9) Yaşananları anlatırken, çelişkileri gözler önüne serin. Örneğin, 
Başbakan Erdoğan Suriye’de Esad’ın bebek katili olduğunu ve Allah’ın 
intikamından kaçamayacağını söylüyor. Öte yandan kendisi Türkiye’de akil adamlar aracılığı ile Öcalan’a “bebek katili” demeyin telkininde bulunurken, Öcalan ve PKK ile helalleşmeden bahsediyor.

      10) Yaşananları anlatırken, sorular sorun. “Pazarlık yok deniliyor peki PKK 
neden çekiliyor? Öcalan serbest kalmadan terörü neden bitirsin?” veya 
Erdoğan, Balıkesir’de genel af yok ancak devlet kendisine karşı işlenen suçları affedebilir diyerek neyi kastetti? Öcalan devlete karşı suçlardan içerde değil mi?” sorulabilecek bir başka soru, “Başbakan neden eyaletlerin kurulması gerektiğinden bahsetti ve Osmanlı’da da Kürdistan diye eyalet vardı açıklamasını yaptı? Acaba yine Kürdistan diye bir eyalet mi kurulması hedefleniyor?” Bu ve benzeri soruları çoğaltarak sorun. Bırakın karşınızdakiler cevaplasın.

      Gün Milli Demokratik direniş ve mücadele günüdür.

[1] İsmail Hakkı Danişmend, Tarihi Hakikatler, Tercüman tarih ve Kültür yayınları, I, Birinci Cilt, İstanbul 2002, s.201

[2] Sadi Somuncuoğlu, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Hangi Milletin Devleti, Milli Düşünce Merkezi yayınları, Ankara 2012, s.14

[3] Suna Kili-Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985, s.96’dan nakleden, S. Somuncuoğlu, age, s.18

[4] İHA, 5 Mayıs 2013

[5] Sadi Somuncuoğlu, Devletlerimiz ve Anayasalarımız, Milli Düşünce Merkezi, Ankara 2013, s.13

[6] Taraf, 3 Mayıs 2013s

[7] Taraf Gazetesi, 11  Mart 2013

[8] Sözcü, 28 Nisan 2013, Necati Doğru, “Dün kan akıtıcı, bugün yeni devlet adamı”

[9] Sözcü, 30 Nisan 2013, Emin Çölaşan, “Terörist konuştu”

[10] Vatan, 30 Nisan 2013, “Ankara’yı gerecek 3 şart”

[11] Taraf, 23 Nisan 2013

[12] Star, 1 Mart 2013

[13] Hürriyet, 4 mayıs 2013, “PKK ne zaman silah bırakır bilmiyorum”

[14] Sözcü, 12 Mart 2013

[15] Hürriyet, 4 Mart 2013, “Öcalan özgür olacak”

[16] Taraf, 11 Mart 2013, “Neşe Düzel ile söyleşi:Sansür sürerse çözüm olmaz”

[17] Cumhuriyet, 4 Mart 2013, “Af gündemde mi?”

[18] Taraf, 11 Mart 2013

[19] Sözcü gazetesi 19 Nisan 2013

[20] nakleden Yeniçağ, 26 Nisan 2013, “Kürt-İslamcı Bakan, Türklüğü hedef aldı”

Turan / Turan / 16 Mayıs 2013 - 12:21
Çok Teşekkur ve tebrik ederiz sayın Özdağ. Allah razı olsun kalemine yüreğine sağlık.

  Vatan için birlik olalım , oyunlara gelmeyelim. / Bayram EKİNCİ / 14 Mayıs 
  2013 - 13:17

  Türkiye üzerinde son yıllarda oynanmak istenen ve gerek yönetimi , gerekse 
  halkın birlik ve beraberliğini karamsarlığa sevk eden oyunlar ve düşünceler 
  ,bu tür gerçek düşünce ve belgeler sayesinde gün yüzüne çıkmıştır. 

Artık İKTİDAR ' a kimse inanmaz

 MHP ne yapıyor / nebi dinç / 10 Mayıs 2013 - 14:04

  Allah aşkına sizler boş durmuyorsunuz da şu MHP ne yapıyor sadece mitingle 
  olmaz, her TV çıkışlarında mutlaka bunları ekranlardan sormalı

Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 
  Jandarma Genel Komutanlığı Türkiye'ye Lazım 
  Tunceli’de Ne ve Neden Oldu? 
  Politikleşmiş İstihbarat ve Milli Güvenliğe Etkisi 
  Mustafa Kemal Atatürk ve Aleykümselam- Rahmetle Anıyoruz... 
  Türkiye’nin Önünde Başka Seçenek Yok mu? 
  Türkiye’nin Önündeki Seçenekler: PKK’nın Ezilmesi, İç Savaş, Bölünme, Askeri Müdahale 
  PKK Konusunda Meselenin Özünü Konuşmak 
  PKK Neden Sivil Kıyafetli Askerlerimizi Şehit Ediyor? 
  AKP, PKK İle Değil Jandarma İle Mücadele Ediyor 
  ABD-PKK Askeri İşbirliği Ne Anlama Geliyor? 


Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
 Tel: +90 312 489 18 01 | 
Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | 
Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: Mahmut ÖZDEMİR


***

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi, BÖLÜM 3

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi,  BÖLÜM 3 



        KİRLİ BARIŞA DOĞRU İLERLERKEN PKK,

        Kandil kadrolarının da Öcalan’ın önerdiği sürecin içeriğinden çok 
zamanlaması ile sorunları var. Çünkü, PKK 1980’lerden bu yana Ortadoğu 
savaşlarından hep kazançlı çıkmıştır. 1980-88 İran-Irak savaşı olmasa PKK Kuzey Irak’a yerleşemezdi. 1991’de ABD, Kuveyt savaşı sonrasında Kuzey Irak’ta Bağdat’ın egemenliğini kısıtlamasa, PKK 1990’lı yılların başındaki güçlenmesini yaşayamazdı. Ve 2003’de ABD Irak’ı işgal etmese idi PKK bugünlere gelemezdi. Halen Suriye’de bir iç savaş yaşanmaktadır. Ve Suriye’nin Kuzeyinde Kamışlı ve çevresinde bir devletçik oluşturan PKK bu savaştan şimdiye değin en karlı çıkan taraftır.

          Suriye’de iç savaş uzadıkça uzuyor. Esad rejimi hala düşme noktasından 
uzak. Esad güçlerinin kontrol ettiği alanda küçülme var ancak bu küçülmenin 
henüz sonuç doğurucu olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak bir tek parti rejimi isyan uzadıkça tekrar rejimi ayaklar üzerinde durdurma imkanını yitirmektedir. 
Bundan dolayı iç savaş uzadıkça rejimin şansı azalmakta ve isyancıların güçleri 
artmaktadır. Suriye’de de beklenmedik bir gelişme olmaz ise Esad sonunda Şam’dan ayrılacak ve Lazkiye’ye yerleşecektir.

         Lazkiye etrafında kurmayı hedeflediği Nusayristan’ın alt yapısı büyük 
ölçüde oluşmuş durumda. Suriye’nin değişik yerlerindeki Nusayriler Esad’ı 
desteklemeyenler de dahil, bu bölgede toplandılar. Çünkü Esad’ın Şam’dan 
ayrılmasından sonra kendilerine yönelik intikam eylemlerinden korkuyorlar. 
Esad’ın bu bölgeyi askeri anlamda da güçlendirdiği anlaşılıyor. Esad’ın bu 
bölgede Nusayriler ve Hıristiyanları toplayan bir devlet oluşturması durumunda 
Rusya’nın Akdeniz’den desteği de sıkıntısız devam edecek

       Esad’ın Şam’dan ayrılmasında sonra Suriye’de mezhep ve etnik grup 
çatışmalarının önü açılacaktır. Mezhep ve etnik grup çatışmalarının yanında El 
Kaide ve selefi gruplarda iç savaşın diğer unsurları olacak. Müslüman Kardeşler 
Suriye’nin tamamında iktidarı ele geçiremeyecekler. PKK denetimindeki Suriye’nin Kuzeyinde “Kuzey Suriye” doğacak hatta doğdu bile.

        16 Mart 2013’de BDP genel merkezinde gazetecilere S. Demirtaş şu 
açıklamayı yapmış:”Bunun ötesinde stratejik bir değişiklik dönemine girmemiz 
gerekiyor. Ateşkesten çok daha öte bir çağrı olabilir o nedenle. Devlete artık 
Kürt-Türk ilişkilerinde stratejik bir değişiklik olması gerektiği düşünüyor. 
Suriye’de de facto bir devlet var. Türkiye’nin burayla, Güney Kürdistan’la 
ilişkisi çok önemlidir” demiştir.

         PKK önümüzdeki dönemde gelişmelerin PKK lehine olacağını öngörmektedir. Kuzey  Suriye’de ele geçirdiği bölgelerde konumunu sağlamlaştırarak müzakerelere oturan bir PKK’nın daha güçlü bir konumdan pazarlık edeceğini ve daha fazla şey elde edeceğine inanıyor.BDP’ninbir çok kadrosunun da Kandil’in bu yaklaşımına katıldığı anlaşılıyor.

        İktidarında PKK’nın terörü durdurmak gibi bir niyetinin olmadığını 
bildiği görülmektedir. Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan “Daha önce söylediğim gibi; Kandil böyle bir zamanda çözüme ulaşılmasını peşinde koştuğu hayallere aykırı görüyor. 2014’den itibaren yaşanacak üç seçimin silahların gölgesinde geçmesini isteyen ve Suriye’de bir oldu-bitti yapmaya çalışan PKK, makul bir zeminde sorunun aşılmasından rahatsızlık duyuyor” 
demektedir.[12]Aradan bir aydan fazla bir süre geçtikten sonra Başbakan 
yardımcısı Bülent Arınç’ta televizyonda PKK’nın ne zaman silah bırakacağına dair hükümet takvimi nedir sorusuna “ Bunu bende bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. 
Bu ne zaman olacak gibi madde madde sorulara cevap verecek kimse yok bu ülkede” diyerek, AKP Hükümeti’nin sürece hakim olmadığını göstermiştir.[13]

         Bu noktada Yalçın Akdoğan’a şu soruların sorulması gerekiyor: Madem 
Kandil’in Suriye’deki gelişmeleri beklediğini ve seçimler sürecinde AKP’ye baskı 
yapmak istediğini öngördünüz o zaman neden bu müzakere-mütareke sürecini 
başlatarak PKK’nın moralini yükselttiniz, Güneydoğu Anadolu’da manevi 
ağırlığının artmasına neden oldunuz? Neden Türkiye’yi sonuç almayacak bir 
sürecin içine soktunuz? Neden hala propagandistler televizyonlarda her şey 
yolunda mesajları vermeye devam ediyorlar? 

        Kandil’in müzakereleri geciktirmenin kendisine yarayacağı görüşünü 
güçlendiren bir başka husus ise önümüzdeki üç yılda Türkiye’de gerçekleşecek 
yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bu üç seçim AKP iktidarını PKK’nın 
baskılarına daha açık hale getirecektir. PKK, AKP Hükümetini askeri ifade ile 
“mahkum konumda” yakaladığının farkındadır ve AKP’nin müzakere talebini, PKK’nın zaferi olarak sunmaktadır.

         Bundan dolayı, Öcalan bir an özgür kalma endişesi ile Kandil’i hızla 
hareket etmeye zorlamaktadır. Kandil’de Murat Karayılan, Öcalan ile aynı 
çizgide, Öcalan’a tam bir itaat içindedir.Cemil Bayık’ın başını çektiği diğer 
lider kadronun ise sürecin zamanlaması konusunda itirazları vardır. Ancak, 
Öcalan’a açık bir itiraz geliştiremedikleri için süreci daha çok provake edecek 
bir gelişmeyi düşünmektedirler. Böyle bir provokasyonun yapılıp yapılamayacağı 
sadece PKK içindeki Bayık muhalefetine değil, Irak-Suriye-İran ittifakının  da 
bu muhalefete vereceği desteğe bağlıdır.

Ancak PKK “ateşkesi” bozmadan önce kendisini uluslar arası hukuk süjesi yapacak bir stratejiyi izleyecektir. Kandil, AKP Hükümetinin Öcalan ile anlaşarak 
önerdiği mütareke sürecini teoride kabul eder gibi görünse de pratikte sabote 
edecek adımlar atacaktır. Ancak bu süreci kendisini Cenevre Sözleşmesi’nin 
tarafı haline getirmek için kullandıktan sonra 2013 yazında çatışmaların 
başlaması üzerine Suriye’nin kuzeyinde Hakkari’yi de kapsayacak şekilde 
devletleşme sürecini  başlatacaktır.

Daha birinci aşamanın ilk adımları atılırken, Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP bir 
zafer sarhoşluğu döneminden geçiyorlar. Türkiye Cumhuriyetine şartlarını kabul 
ettirdiklerini düşünüyorlar. 15 Ağustos 1984’de Eruh ve Şemdinli’de gerçekleşen 
terörist saldırılar ile başlayan “mücadelelerinin” büyük ölçüde zafere 
ulaştığını düşünüyorlar. Yaptıkları açıklamalarda zafer kazanmışların ruh halini 
yansıtıyor. Bütün bunlar PKK için zafer, Türkiye Cumhuriyeti için ise bir 
mağlubiyettir.

          Nitekim, PKK yandaşları basında zafer çığlıkları atmaktadırlar. İki 
yazar Taraf gazetesinde 24 Ocak 2013’de şöyle yazmaktadırlar: “Evet, bu bir 
yenilgi. Kutlu bir yenilgi. Kof bir devletin ve içi çürümüş hamasetin burnunun 
sürtüldüğü yenilgi, vatandaşların, bireylerin  (Siz PKK diye okuyun 
Ü.Ö.)zaferidir çünkü, hayırlı olsun.” 

          Bu zaferi tarafların psikolojilerinden okumakta mümkündür. Abdullah 
Öcalan, İmralı’ya kendisini aylık olarak gelen doktorun muayenesinden çok memnun olarak, doktora “Seni sağlık bakanı yapacağım” diye takılırken, geleceğe güvenle bakan bir psikolojiye sahip olduğunu göstermektedir.[14] Öcalan daha İmralı’dan bakan atamaya başlayacak bir ruh hali içine girmiş görünüyor. 

          BDP siyasetinin eş başkanı Gülten Kışanak İmralı tutanaklarının ortaya 
çıkmasından sonra zafer duygularını şöyle açıklıyor: “Bugün sayın Öcalan resmi 
olarak muhatap alınmış, görüşme ve diyalog başlamıştır. Kürdistan’da eşit ve 
özgür olmak istiyoruz. Özerk bir yönetim istiyoruz. Biz yaparsak doğru yaparız. 
Kazanırsak büyük kazanırız. Sayın Öcalan özgür olacak.Hep beraber kazanıp 
özgürleşeceğiz.”[15]

          Kandil’den gelen açıklamalar bir başka zeminde zafer çığlıkları 
içeriyor. Karayılan, “TSK’yı bitirdik, AKP savaşı kazanamayacağı için Önderlik 
ile görüşmeleri yapmak için yanına gitti” diyor. Duran Kalkan, “Biz değil, TSK 
Kürdistan’dan çekilmeli” diyor. PKK, TBMM üyelerini Kandil’de inlerinde Öcalan 
resmi altında kabul ediyor, görüşmeler yapıyor.

          PKK zafer çığlıkları atarken, Başbakan Erdoğan ise “baldıran zehiri” 
içmekten bahsediyor. Hükümetin önde gelen üyelerinden Hayati Yazıcı “hazmetmesi zor” diyor.

         Bu zafer çığlıkları ve AKP Hükümetinin belirsiz tutumu hükümeti genel 
olarak  destekleyen ancak milli nitelikleri tartışılmayacak olan çevreleri 
kızdırıyor. Hürriyet’te Taha Akyol, “Saçmalamayın, Türkiyeli diye bir şey 
yoktur, ‘Türk Milleti’ vardır” diyor. Sabah’ta Hasan Celal Güzel, “Şu kepazeliğe 
bakın. Türkiye’nin Anayasa’sından “Türk” ve “Türk Milleti” kelimeleri çıkarılmak 
isteniyor” çıkışını yapıyor. Star’da Yağmur Atsız, “Türk’üm demek cesaret 
meselesi haline gelmeye başladı” diye yakınıyor.

         Öte yandan Türk insanının zihin haritasında PKK’nın terör örgütünden 
yasa dışı örgüte dönüştürüleceği bir süreç yaşanacaktır. İktidarı destekleyen 
gazeteler ve merkez gazetelerde PKK’nın terörist örgüt olmadığını vaaz 
etmektedirler. Öcalan’ın ise terörist başından örgüt lideri konumuna taşınma 
çalışmalarının basında başladığını görüyoruz.  Cengiz Çandar, PKK’lı 
teröristlere “PKK askeri” çete reislerine ise “komutanlar” demektedir.[16] 
Anadolu Ajansı, Öcalan’a artık “İmralı’daki mahkum” demektedir. Akil adamlar, 
Erdoğan’dan PKK’dan terörist diye bahsetmemesini istemişlerdir.

           PKK ise kendisini hızla Kürtlerin meşru ve tek temsilcisi olarak 
Güneydoğu Anadolu’da empoze etmektedir. Güneydoğu Anadolu’da bir çok ilde fiili yönetim PKK/KCK tarafından yapılmaktadır. Devlete elektrik parası ödenemez iken, belediyelerin topladığı paralar eksiksiz ödenmektedir. İhaleler alan işadamları işe alacakları işçiler için PKK ve Hizbullah’a kontenjan vermek zorundadırlar. Askerler kaçakçıların karşısında geri adım atmakta ve kaçakçılara yol vermektedir.

Hakkari’de bir gümrük binasını basan PKK’lılar üç gün süre ile binaya PKK 
paçavrası çekmişlerdir. Beytülşebap’da askeri binadan gösterici PKK’lıları 
tahrik etmemek amacı ile Türk bayrağı indirilmiştir. Terör durdu derken, 
Cizre’de PKK’lılar iki polisi linç etmek için saldırıyorlar. Canlarını kurtarmak 
için havaya ateş eden iki polis gözaltına alınıyor. Sınırdan giren kaçakçıları 
durduran askeri birliklerin kaçakçıların direnmesi üzerine geri çekildiği bir 
ülkede buna şaşırmamak lazım.

         Öte yandan bir kısım saf barış çığlıkları atarken, sözde barışın diğer 
tarafı olarak gördükleri BDP, TBMM’de savaş tazminatı istiyor. Sözde Ermeni 
soykırımı açıklaması yapıyor.

         Evet, devlet intikamcı davranamaz. Cezalandırma hakkını 
kullanmayabilir. Bağışlamayı daha yararlı görebilir. Fakat acz gösteremez, 
çaresizliğe düşmez, düşürülemez. İçinden geçtiğimiz süreçte devlet acze düşmüş, çaresizlik sergilemektedir.

          ÖCALAN’IN ÜÇÜNCÜ AŞAMASI: NORMALLEŞME SÜRECİ 

       Abdullah Öcalan’ın öngördüğü üçüncü aşama ise normalleşme aşamasıdır. Bu aşamada artık PKK silah bırakmadan yurt dışına çıkmış olacaktır. Anayasada 
Öcalan’ın talep ettiği değişiklikler yapılmış olacaktır. Artık Türkiye 
Cumhuriyeti federal bir devlet olacaktır. Başkanlık sistemine geçilecektir. 
Tabii devletin adının Türkiye Cumhuriyeti kalıp kalmayacağı belirsizdir. 
İstanbul federal devletin başkenti olurken, Ankara ve Diyarbakır, Türkiye ve 
Kürdistan federe devletlerinin/eyaletlerinin başkentleri haline geleceklerdir.

        Mahmur Kampı’nın tasfiye edilmesiyle “suça karışmayan” (Bu garip bir 
ifadedir. Dünyanın bir başka ucunda iken İstanbul’da yapılan bir toplantıda 2003 yılında 2007’de üretilen bir Microsoft yazılım ile ismi bir listeye yazılan 
subaylar darbeye teşebbüsten 16 sene hapse mahkum edilirken, suça karışmayan PKK’lı ne demektir.)PKK mensuplarının Türkiye’ye dönmesinin önü açılacaktır. Bu aşamada Öcalan ve PKK üst düzey kadroları serbest kalacaklardır.

        Erdoğan, 3 Mart 2013’de yaptığı açıklamada şöyle demektedir: “Biz bir 
genel affın olmayacağını, olmayacağını defaatle ifade ettik. Hele hele bir 
insanı öldürenin, bakın dikkat edin öldüreni af yetkisini ‘ben kendimde bulamam’ dedim…Devlet kendisine karşı işlenen suçlarda bu tür af yetkisini kullanabilir. Ama maktul başkası, affeden başkası. Hayır. O af yetkisi maktülündür, onun varislerinindir.”[17]

       Öcalan TCK’nın vatana ihaneti düzenleyen 125. Maddesinde mahkum olmuştur. Yani cinayetten değil, devlete karşı işlenen suçtan. PKK üst düzey kadroları da cinayet suçlanması ile yargılanamaz. En fazla tahammüt suçlaması ile yargılanabilir ki bunu da ispat etmek içine girilen süreçte zor olacaktır. Sonuç 
olarak Erdoğan’ın açıklaması üstü örtülü genel affın mekanizmasını 
göstermektedir.

        Bu konuda Başbakan Erdoğan gibi kamuoyunun hassasiyetlerini dikkate 
almak zorunda olmayan ancak süreci alkışlayan Cengiz Çandar ise daha dürüst 
davranarak şöyle demektedir: “12 Eylül yasakları kalkınca  CHP’liler SHP’ye 
geldi. Deniz Baykal SHP’lileri temizledi ve genel başkan oldu. PKK siyasete 
girdiğinde böyle olacak. Öcalan ve Kandil kadrosu BDP hareketini yönetecek. O 
yüzden adam ‘bırakın ev hapsini filan…Hepimiz özgür olacağız’ diyor.”[18]

        Öcalan’ın serbest kalacağı konusunda hiç şüpheye yer yoktur. Öcalan ile 
birinci ve ikinci aşamalar geçildikten sonra muhtemelen 2015’de gerçekleşecek 
seçimlerden sonra serbest kalacaktır. Sadece Öcalan değil, Kandil’deki bütün 
lider kadroda serbest kalacaktır.

   ERDOĞAN: BANA GÜVENİN 

           Erdoğan, Öcalan ile müzakerelerin devam ettiğini kendisinin 
açıkladığı bir süreçten geçerken, Türk Milletine veya kendi ifadesi ile “Türk, 
Kürt, Laz, Çerkes, Arap’a” “bana güvenin” diye sesleniyor. Ve ekliyor: “PKK’ya 
veya Öcalan’a hiçbir taviz vermeyeceğiz.” Başbakan Erdoğan, PKK ile müzakere 
yapılmadığını, taviz verilmediği her hafta tekrar ediyor.

Başbakan Erdoğan’ın “bana güvenin” derken, geçmişte yaptığı açıklamalar böyle bir güven duyulmasını güçleştirmektedir. Erdoğan, önce PKK ile müzakere 
yapılmadığını bunu iddia edenin şerefsiz olduğunu söylemiştir. Sonra hükümet 
değil, devlet görüşüyor demiştir. Sonra eski hükümetler de görüştü demiştir. En 
son olarak helalleşiyoruz noktasına gelmiştir. Bu tür bir değişim geçiren siyasi 
liderin “bana güvenin” isteği kolay kabul edilebilir bir istek değildir.

            Müzakere propagandistleri, Öcalan’ın şartsız barış istediğini, 
ağzına savaş kelimesi almadığı yalanını halka söylüyorlar. Oysa Öcalan İmralı 
Tutanaklarında PKK’nın geri çekilmesinin 21 Mart’ta başlayacağını, eğer 
kendisinin istediği anayasal ve yasal değişiklikler yapılır ise devam edeceğini, 
yapılmaz ise duracağını ve 50 bin kişinin katılacağı bir halk savaşının 
başlayacağını söylüyor. Öcalan daha sonra etnik reformların geri çekilme 
sonrasında yapılmasını kabul ediyor.

         Erdoğan’a ve televizyondaki temsilcilerine güvenip rahat uyumalı mıyız? 
Gerçekten PKK’ya hiç taviz verilmeden PKK terörü sona erdirecek mi? Türk Milleti gereksiz yere mi endişeleniyor? Öcalan, “Ülkeye barış gelsin gerisi önemli 
değil” mi diyor? Karayılan, “TRT Şeş yayına başladı artık Kandil’de tam da 
romatizmalarımızın azmaya başladığı bir dönemde daha fazla kalmayalım” mı diyor?

        Erdoğan ve propagandistlerinin anlattıklarından farklı şeyler 
anlatanlarda var. Cengiz Çandar, Kandil’dekiler Türkiye’ye gelip, BDP yönetimini 
oluşturacaklar ve TBMM’ne girecekler diyor. Enver Sezgin, “2015 seçimlerinden 
sonra Abdullah Öcalan hapishaneden çıkar” diyor. Öcalan eğer herhangi bir 
pazarlık yapılmadı ise neden İmralı Tutanaklarında BDP’lilere, “hepimiz serbest 
kalacağız” diyor.  Bu gelişmeleri izleyen ABD’de yayınlanan dünyanın en çok 
basan haftalık dergisi olan TIME dergisi de Erdoğan’ın başkanlığına destek 
karşılığında, Öcalan’ın serbest kalacağını yazdı.

        Erdoğan, bir şey vaat etmedik diyor ancak Öcalan, bu süreçte terör 
örgütü liderinden siyasi lider konumuna yükseltilmiştir. Hükümetin onayı ile 
(şimdilik) yolladığı yazı ile Diyarbakır’da halka hitap etmiştir.

        Akil adamlar önerisi Öcalan ve Karayılan’ın önerisidir. TBMM çekilmeye 
el atmalı talebi üzerine AKP ve BDP’lilerden oluşan bir TBMM Komisyonu 
kurulmuştur.      

         Öcalan’ın ve PKK’nın istekleri teker teker yerine getiriliyor. 
KCK’lılar küçük gruplar halinde salınmaya başlandı. Bir KCK tutuklusu 
hapishaneden çıkarken tutuklu bir paşaya “Siz daha çok yatarsınız. Bizim 
arkamızda siyasi güç var. Ya sizin?” diye soruyor.[19]

25 Nisan’da Kandil’de Murat Karayılan 8 Mayıs’tan itibaren PKK’lıların Türkiye 
dışına çekileceğini açıklamıştır. Karayılan konuşmasına “Türkiye ve 
Kürdistan’daki gelişmelere ilişkin” diyerek, hangi çerçevede geleceğe baktığını 
ortaya koymuştur. Ancak şartsız bir geri çekilme olmadığını da açıklamıştır. 
Karayılan yeni anayasada Kürtlerin inkarının sona ermesini ve üçüncü aşamada 
Öcalan dahil bütün PKK’lıların serbest kalmasını şart koşmuştur. Yoksa, terör 
başlayacaktır.

           Karayılan başka şartlarda ileri sürmektedir. Özel harekat timleri, 
Jandarma özel timleri tasfiye edilmeli imiş. Koruculuk sistemi kaldırılmalı 
imiş. Sevr Anlaşması’nda da ordumuzun hangi şekli alacağına dair maddeleri 
hatırlamak lazım. PKK çekilirken, TSK’nın da bölgede sayısının azaldığını 
görüyoruz. 170 bin olan asker sayısı 130 bine düşüyor. 800 PKK’lı Türkiye dışına çıkarken 40 askerde Güneydoğu’dan Batı illerine sevk ediliyor.

        Bütün bunları gören muhalefet liderlerinin “Öcalan’a ne vaat ettin?” 
sorusuna Erdoğan, “Muhalefet barış gelecek diye kuduruyor. Öcalan’a hiçbir 
vaadimiz yok” cevabını veriyor. Bu soruyu muhalefet sorunca, AKP Hükümeti ve 
açılım destekçileri şöyle bir söyleme başlıyorlar: “Siz barış istemiyor musunuz? 
Neden barışın önüne geçiyorsunuz? Siz fitne mi çıkarmak istiyorsunuz?”

Oysa, Öcalan’a verilen vaatler yerine getirilmeye başlanmıştır. Kürtçe savunma 
hakkı, KCK’lıların serbest bırakılmaya başlanması, PKK’lıların çekilmesi için 
yasal düzenleme, PKK’lıların çekilmesi konusunda çalışacak TBMM Komisyonunun kurulması Öcalan’ın şimdiye değin yerine getirilen talepleridir. 

         Nihayet, Erdoğan’ın Türkiye’nin 2023’de eyaletlere bölüneceği 
açıklaması, Öcalan’a verilen bir sözdür.

ÖCALAN’A VERİLEN NİHAİ TAVİZ: TÜRKİYE’NİN (Eyaletlere) BÖLÜNMESİ

           Büyükşehir yasasının Türkiye’yi idari federasyona sürükleyen bir adım 
olduğu yasanın çıkması aşamasında ve sonrasında gerçekleşen sert tartışmalar 
sırasında bir çok kez gündeme gelmiştir. Tasarının yasalaşmasından hemen sonra Başbakan Erdoğan, “Aslında bugün gündemimizde olmamasına rağmen, valiler de seçimle gelebilir” diyerek, gizli gündemini açıklamıştır.

          Valilerin seçimle gelmesi ile büyükşehirlerin Türkiye içinde 
devletçiklere dönüşeceği görünen bir gerçektir. Böylece mevcut idari 
federasyondan adı konulmamış bir siyasi federasyona geçilecektir. 

           Erdoğan, Öcalan ile müzakereler sırasında “PKK’ya hangi tavizlerin 
verildiği” sorusuna “sadece televizyon verdik” şeklinde önceden çalışılmış bir 
psikolojik operasyon cevabı verse de Öcalan’a hangi tavizin verildiğini, 
Türkiye’nin 2023’de  yani on sene sonra eyaletlere ayrılacağını söyleyerek 
açıklamıştır. Erdoğan “Güçlü ülkeler eyalet olmaktan korkmaz” demektedir. 
Erdoğan’ın “On sene sonra eyalete geçeceğiz” diyerek hem şimdiden daha yakın bir tarihte eyalet sistemine geçişin hazırlığını gerçekleştirmekte hem PKK ile 
pazarlığın sonucunu açıklamaktadır. Böylece Türk Milleti, psikolojik operasyon 
ile zihinlerde federasyona hazırlanmaktadır.

            Erdoğan’ın en son olarak Öcalan gibi 1921 anayasasına atıfta 
bulunarak, “Yeni Türkiyesine 1921 anayasası üzerinden referans göstermesi çok 
önemlidir. Çünkü Öcalan bir çok kez sorunun çözülmesi için 1921 Anayasasını 
referans göstermiştir. Murat Karayılan, 20 Mayıs 2011’de Akşam gazetesinde 
yayınlanan söyleşisinde 1921 Anayasası esas alınırsa sorun çözülür demiştir. 
AKP’li akademisyenler ve PKK, 1921 anayasasını Türklerin ve Kürtlerin kurucu 
halk olarak yer aldıkları anayasa olarak yorumlamaktadırlar.  

           Türkiye, hazırlanan mastır plan gereği 2023’e kadar 
federalleştirilmek için beklenmeyecektir. “Artık güçlü ülke olduk, 2023’e kadar 
beklemeye gerek” yok denilerek, 2015 sonrasında atılacak birkaç şok adım ile 
“Yeni Türkiye’nin kuruluşu ilan edilecektir. Bu çerçevede Öcalan serbest 
kalacaktır. Kandil’deki PKK’lılar Türkiye’ye dönecek ve siyasete gireceklerdir. 
Türkiye’de başkanlık sistemi ve eyalet modeli aynı yasal düzenleme ile 
oluşturulacaktır. Daha şimdiden “eyaletler etnik esasa göre değil, coğrafi esasa 
göre olacak” şeklinde bir yalan söylenerek Türk Milletinin direnci kırılmaya ve 
Türk Milleti bölünmeye alıştırılmaya çalışılmaktadır. Aynı yalanın Irak’ta 
“etnik değil coğrafi federasyon olacak” diye Iraklılara da söylendiğini 
unutmamak gerekmektedir.

        Erdoğan, “güçlü ülkelerin federasyondan/eyaletlerden korkmaması 
gerektiğini” söylemektedir. Oysa bir ülkenin siyasi yapısını tarihin belirli bir 
döneminde o ülkenin mevcut gücü değil, tarihi, siyasi, coğrafi, etnik, kültürel 
yapıları belirler. Osmanlı İmparatorluğu’nu eyalet modeli için gerekçe göstermek insan aklı ile alay etmektir. 16. Yüzyılda 19 Milyon kilometrekarelik bir alana yayınlan dev bir coğrafyayı yönetmek için bulunan formül ile 780 bin 
kilometrekarelik son hatta çekilmiş Türkiye Cumhuriyetini yönetmek için 
uygulanması gereken formül aynı olamaz. Üstelik, Osmanlı padişahları egemenliği paylaşmamışlardır. Oysa, 21. Yüzyılın eyalet modeli egemenliğin paylaşılmasını beraberinde getirecektir.

EYALETİ TÜRK MİLLETİNE SATABİLMEK İÇİN SÖYLENEN YALAN:BÜYÜYECEĞİZ

          PKK ile yeni bir devlet kurmak ve milli-üniter devlet, federal çok 
milletli devlet lehine tasfiye edilmek istenirken, bu  projeyi Türk Milletine 
satabilmek için bazı kaynaklar Anadolu’da derinden bir kampanya 
sürdürülmektedir. “Türkiye, federasyon ile büyüyecek, Kuzey Irak, Suriye’nin 
kuzeyi Türkiye ile birleşecek. Kosova bile Türkiye’ye katılacak” propagandası 
yapılmaktadır. “Türk Milliyetçileri Türkiye’nin büyümesine, Misak-ı Milli’nin 
gerçekleşmesine karşı mı?” diye soruluyor. Bu soruya Türk milliyetçileri nasıl 
bir cevap vermelidirler?

        Öncelikle kabul etmek gerekir ki, Türk Milletine federasyonu kabul 
ettirmek için “büyüyeceğiz” söylemi iyi bir psikolojik savaş malzemesidir. Ancak 
Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri ile şimdi sunulan büyüme arasında üç 
önemli fark olduğu ortadadır. Aşağıda kısaca bu farklara değineceğiz.

        Birinci fark, Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri Türk Milletinin 
kendi projelerinin bir sonucu olmuştur. Baş aktörü Türk Milletidir. Oysa, şimdi 
sunulan proje Türk Milletinin projesi değildir. Yukarıda tarihsel arka planı 
anlatılan büyük bir dış dinamiğin planının sonucudur. Planı yapan rolleri 
vermektedir. Türk Milleti, baş aktör değil, figüranlardan birisidir. Tarihte 
bazen başkalarının yaptığı planlardan da Türk Milleti kendi lehine istifade 
ederek, büyük atılımlar yapmıştır. Ancak bu sefer böyle bir atılım mümkün 
görünmemektedir. Çünkü, aşağıda sayacağımız diğer iki fark böyle bir gelişmeyi 
engellemektedir.

       İkinci fark, Türk Milletinin tarihte gerçekleştirdiği büyümeler, var olan 
devletine ortak alarak, egemenliği paylaşarak gerçekleşmemiştir. Oysa, şimdi 
büyüme adı altında sunulan proje için Türkiye’nin mevcut sınırları için Öcalan, 
Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani ve Kuzey Suriye’de PYD/PKK Türkiye 
Cumhuriyetinin ya da yeni ad ile kurulan devletin ortağı olacaklardır. Öcalan ve 
Barzani/Talabani ile egemenlik paylaşmanın adına büyümek denemez.  Bu projedeki büyüme, sahte bir büyümedir. Büyümeden çok öldüren bir obezleşmedir. Çünkü amaç önce büyüme sağlayıp, Irak ve Suriye’nin bölünmesinden dolayı Arap Dünyasında, Irak ve Suriye’de ortaya çıkan düşmanlığı Türkiye’nin omuzlamasını sağlamak, Barzani, Talabani ve PYD/PKK’ya karşı Araplardan gelecek düşmanlıklara karşı Türkiye’nin kaynakları ve gücü ile bir koruma vermektir. Böylece, Batı Dünyası, İki Arap ülkesinin bölünmesinin manevi yükünü taşımayacak, bu yükü ve kurulan “şimdilik federal” “Kürdistan’ın” yükünü Türkiye’ye devredecektir. Bu arada Türk Milleti petrol gelirlerinin sağladığı kaynaklar ile “ucuz benzin” rahatlığı içinde gelişmelere çok olumlu bakabilir. Ancak acısı sonra çıkacaktır.   

          Üçüncü fark ise Türkiye ile federal bir devlet çatısı altında 20-30 
senelik bir süreç içinde demografik, sosyolojik, kültürel, ekonomik 
bütünleşmesini sağlayacak büyük Kürdistan’ın Türkiye’den ayrılması olacaktır. Bu adım, Molla Barzani’nin 1960’da açıkladığı “Asıl hedefimiz Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sudur” şeklindeki stratejik hedefine ulaşmasının alt yapısının Türkiye tarafından sağlanmasıdır. Sözde büyümeden sonra bu 30 sene içinde gerçekleşecek bir diğer gelişme, Erbil, Telafer, Kerkük, Halep, Lazkiye Türkmenlerinin federe Kürdistan’dan Türkiye’nin Türk bölgelerine göçe zorlanmaları olacaktır. Bu hat Türksüzleştirilecektir.

          Son olarak sorulması gereken soru şudur: 2002’den buyana Kıbrıs 
adasında kurulmuş bir Türk devleti olan KKTC ile birleşmek yerine Rumlarla 
birleşmeye zorlayan, egemenliğinden vazgeçmesi için Annan Planını kabul etmesi için baskı yapan, KKTC’ye Belçika modelini öneren AKP Hükümetinin söz konusu Kuzey Irak olunca Osmanlı modelinden bahsetmesi, bu modelin ne ölçüde milli ve ne ölçüde güvenilir olduğunun sorgulanmasını beraberinde getirmektedir. 

         Özetle, Türk Milliyetçileri Türkiye’nin ekonomik, kültürel, politik ve 
askeri olarak büyümesini, güçlenmesini, insanlarımızın refahının artmasını, Türk 
Dünyası başta olmak üzere komşu ülkeler ile ekonomik, sosyal ve kültürel 
ilişkilerini geliştirmesi için mücadele etmektedir ve etmelidir. Ancak, Türk 
Milliyetçileri, Türk Milletini aldatacak, büyür gibi gösterip, küçülmenin 
temellerini atacak emperyalist projelerin tuzağına düşmeyecektir. Misak-ı Milli 
veya diğer projelerin ne zaman, nasıl, hangi şartlar altında 
gerçekleştirileceğine Türk Milleti kendi senaryolarında karar vermelidir.

        Tarihin en zorlu coğrafyası olan ve devletleri, halkları yutan bir 
şeytan üçgeni olan Anadolu’da bu şekilde örgütlenmiş bir devlet modelinin 
parçalanmadan yaşama imkanı yoktur.

           Üstelik, eğer bu federasyonu Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın kuzeyini 
içine alacak şekilde bir genişletme ile kurmak ve böylece Türk Milletine kabul 
ettirmek gibi bir zihin haritası mevcut ise ki, öyle olduğu görülmektedir, bu 
proje ile Türkiye kısa bir süre içinde Kerkük’e kadar büyür. Öcalan da bundan 
dolayı Nevruz açıklamasında Misak-ı Milli’den bahsetmiştir. Demirtaş, bundan 
dolayı bu süreç “bütün Kürtleri ilgilendiriyor” demiştir. Sonra Türkiye 
Cumhuriyeti federal devletinin parçalanması ile Iğdır-Mersin hattına kadar 
küçülür.

         Özetle, bir devlet en güçlü zamanı  dikkate alınarak değil, en zayıf 
zamanı dikkate alınarak kurulur ise tarihin en çetin sınavlarını aşarak yaşar.

          NE PAHASINA OLUR İSE OLSUN BARIŞ KİRLİ BARIŞTIR

         Son günlerde bir barış histerisi başlamıştır. Bu barış histerisi 
kendisini “ne pahasına olur ise olsun barış olsun” sloganı ile ortaya 
koymaktadır.

         Tabii ki, çocuklarımızın dağlarda çatışırken, pusuya düşürülerek, 
uzaktan kumandalı bombalar ile bombalanarak katledilmesini istemiyoruz. Tabii 
ki, dershaneden dönen çocuklarımızın dershane kapısında bombalanarak, 
kızlarımızın otobüsün içinde yakılarak öldürülmesini istemiyoruz. Evden ekmek 
almak için köşedeki bakkala kadar giden oğlumuzun bir bomba ile havaya 
uçurulmasını istemiyoruz. Okullarımızın yakılmasını, evimizin önünde duran 
araçlarımızın bombalanmasını istemiyoruz. Askerlik çağı yaklaşan oğullarımızın 
bir iç çatışmada şehit olmasını istemiyoruz.

            Çocukluk hariç yaşamının üçte biri 1911’den 1922’ye kadar bir 
cepheden öbür cepheye, Kuzey Afrika’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den Kafkas 
cephesine, sonra Suriye cephesine ve nihayet İstiklal Harbine muharebelerde 
geçmiş Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” özlemini paylaşıyoruz.

           Adı Barış olan bir dine mensubuz Allah’a şükürler olsun.

           Terörün durmasını istiyoruz, ülkemize barış ve huzur gelmesini 
istiyoruz, ancak ne pahasına olur ise olsun değil. Ne pahasına olur ise olsun 
barış istemek önce onursuzluktur, sonra ahmaklık. Ortaya çıkan ise barış değil 
kirli barıştır. Onursuzluktur, çünkü ancak kendisine saygısı olmayan bir insan 
ne pahasına olursa olsun barış diyebilir. Ahmaklıktır, çünkü böyle bir barış 
ancak kısa bir süre sonra gerçekleşecek daha sert, daha keskin bir savaşın 
habercisidir. Tarih bunu birçok kez göstermiştir.

            Bugün barış histerisi içinde olan bir küçük fakat etkili grup Öcalan 
ile yapılan müzakerelere “ne pahasına olur ise olsun barış” mantığı ile alkış 
tutuyor ve propagandasını yapıyor. Öcalan ile müzakere sürecini bizim gibi 
reddedenlere değil,  çekinceleri olanlara, “Ya acaba şunları da dikkate alsak ne 
olur?” diyenlere yönelik olarak çok ağır bir üslupla saldırıyorlar. Bu bir 
yıldırma, bastırma, psikolojik savaş eylemidir. “Ne pahasına olur ise olsun 
barış” zihniyetini temsil edenlere inansa idik, İstiklal Harbi’ni 
gerçekleştiremez, Türkiye Cumhuriyetini kuramazdık.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***