2 Mart 2017 Perşembe

IRAKTAN IRAGA, Türkiye’de Yasal Olarak İkamet Edenler



IRAKTAN IRAGA,  Türkiye’de Yasal Olarak İkamet Edenler 

Bu gruptaki Iraklıların çoğunluğu Türkmenlerden oluşmaktadır. Bir kısmı uzun süreli ikamet sahibidir, bir kısmı da Türk vatandaşlığına geçmiştir. “Türk asıllı ve Türk kültüründen” kişilere Türkiye’ye yerleşme hakkı tanıyan 1934 İskân Kanunu sayesindeki 2006’da revize edilen yasada bu maddeler değiştirilmeden korunmuştur Türk kökenli olmak Türkiye’de ikamet izni alınabilmesi için önemli bir etkendir. 

Musul’un 1926 yılında kaybı sonrası Irak topraklarında kalan Türkmenler için Türk devleti çeşitli adımlar atmıştır (Şimşir, 2004: 47-68). Türkiye ve Irak arasında imzalanan 9 Ocak 1932 tarihli Türk-Irak İkamet Sözleşmesi ve 29 Mart 1946 tarihli Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması’nın 3. Maddesi altında imzalanan Eğitim ve Kültürel İşbirliği Protokolü bu tutumu somutlaştırmıştır. 1932’de imzalanan İkamet Sözleşmesi, Irak’taki ve Türkiye’deki kişilerin diğer ülkede yaşama, çalışma ve mülk sahibi olmalarına olanak sağlamıştır. Sözleşme 
sonrasında geliş gidişler artarken Irak Türkleri Türkiye’de Irak vatandaşlıklarını kaybetmeden yerleşme, çalışma ve okuma hakkı kazanmıştır. Bu kanun ayrıca Irak-Türkiye sınırının iki ya-kasındaki akrabaların sosyal bağlarını yeniden 
kurmasını da beraberinde getirmiştir (Şimşir, 2004: 89-90). Eğitim ve Kültürel İşbirliği Anlaşması ise Irak Türklerinin eğitim amacıyla Türkiye’ye gelişlerini sağlamıştır. 

Bu protokol sayesinde iki ülke arasında diplomaların denkliği sağlanmış, Türkiye Iraklı öğrencilere devlet yatılı okullarında okuma hakkı tanımış ve bazı harcamaları üstlenmiştir. Böylece 1950’lerde pek çok Türkmen öğrenci Türkiye’de okuma ve yerleşme hakkı kazanmıştır. Bu hak özellikle Kerkük Katliamı gibi etnik saldırılardan sonra çok daha önem kazanmıştır (Hürmüzlü, 2006). 

1980 öncesi Türkiye’ye eğitim amacıyla gelen Türkmenlerin bir kısmı, başta böyle bir niyetleri olmasa da, Baas rejiminin artan baskısından dolayı Türkiye’de yerleşmeye karar vermiştir. Türk vatandaşlığına kolay ve hızlı geçiş bu kararı 
desteklemiştir. Ayrıca, bu kişilerin yüksek eğitimli, meslek sahibi, toplumda saygıdeğer kişiler olarak tanınması ve geride kalan ailelerinin gerektiği zaman maddi destek sağlayabilecek güçte olması kolaylaştırıcı faktörler olmuştur. 1991’deki büyük iltica hareketinden önce Irak’tan göç etmiş Türkmenler Türkiye’ye başarıyla uyum sağlamışlardır21. 

Türkiye’de göçmenlerle ilgili istatistiklere ulaşmak mümkün olmadığı için, vatandaşlığa geçmiş veya ikamet izniyle oturan Iraklıların sayısına dair de net bir bilgi sahibi değiliz. Türkiye’de etnik bağ sayesinde en yerleşik Iraklı grup olan Türkmenlerin sayısına dair de farklı kaynaklar farklı tahminlerde bulunmakta dır. Bu duruma en çarpıcı örnek, Ocak 2005’te yapılan Irak 
seçimlerinin ülke dışı oylaması sırasında gerçekleşmiştir. Irak dışında da gerçekleştirilen seçimler için 14 ülkede 280 binden fazla Iraklı göçmen ve mülteci kaydolmuştur.22 Türkiye’de ise bu seçimler için sadece 4 bin 178 Iraklının kayıt yaptırması tartışma konusu olmuştur. Gazeteler, Türkmenlerin Türkiye’de 40 bin kişilik bir nüfusu olduğunu iddia etmiş ve Türkmenlerin seçimlere ilgisizliğini eleştirmiştir. Oysa pek çok Iraklı, Amerikan işgalini protesto etmek için seçimlere katılmamış, Türkiye’de de Türkmenlerin bir kısmı oylamanın ülkedeki Amerikan işgalini haklı çıkaracağı gerekçesiyle oy vermek istememiştir. 2005 seçimlerinde düşük katılım gösteren sadece Türkmenler olmamış, dünya çapındaki göçmen Iraklıların ancak dörtte biri oy vermek için kaydolmuştur. Buna rağmen, bazı Türk gazeteleri Türkmenleri, aynı dönemde parlamento seçimlerinde başarılı sonuçlar alan Bulgar Türkleri kadar iyi örgütlenemedikleri için eleştirmiştir.23 Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de yaptığı bir açıklamada Türkiye’deki 40 bin Irak vatandaşından 30 binin Türkmen olduğunu söyleyerek, “[b]öyle bir günde gelip ülkesinin kaderiyle ilgili bir konuda biraz eziyet çekip oyunu kullanmayanların, yarın Türkmen davasıyla ilgili söyleyecek hiçbir şeyleri de olmaz” demiştir. Oysa o dönemde görüştüğümüz ITKYD başkanı, Türkmen nüfusuna dair 40 bin tahminin abartılı olduğunu, gerçek sayının 7 ila 10 bin arası olması gerektiğini dile getirmiştir (Danış, Pérouse, Taraghi 2009; 508-510). 

Nüfusu ne olursa olsun İstanbul’daki Türkmen topluluğunda iki grup ayırt edilebilir: Eskiler ve yeni gelenler. ITKYD eski başkanı Kemal Beyatlı’ya göre Irak’tan Türkiye’ye göç 1991 öncesi ve sonrası şeklinde ayrılmalıdır. 
Türkiye’deki Türkmen nüfusun yüzde 6070’inin 1991 sonrası geldiğini belirten Beyatlı, 17 bin Türkmen’in Türkiye’ye 1991’da giriş yaptığını ve yaklaşık 12 bin kişinin geri döndüğünü söylemiştir. 1991’de ve öncesinde gelen Türkmenler 
Türk makamları tarafından misafirperver bir tutumla karşılanmış ve çoğu kolayca ikamet izni almış, kamu veya özel sektörde iş bulabilmiş Irak’tan göç 1991’le sonlanmamış, daha sonra da devam eden Türkmenlere yönelik 
baskı ve şiddet olayları pek çok Türkmen’in Türkiye’ye kaçışını tetiklemiştir (Saatçi, 2004; Duman, 2010). Ancak, 2006 yılında yenilenen İskân Kanunu’nda Türk soylulara ikamet ve vatandaşlık kolaylığı sağlanmış olmasına rağmen, 
uygulamada Türkmenlerin Türkiye’de yasal oturma izni almaları gün geçtikçe zorlaşmıştır. Bunda, Türkiye’nin Irak’a yönelik dış politikasındaki değişim etkili olmuştur. Kuzey Irak’taki Türk azınlığın karşılaştığı baskılar konusunda 
endişelerini dile getiren Türk makamları için Irak Türkmen varlığı önemli bir siyasi araç olmuştur. Türk devletinin Irak’taki Türk nüfusun mevcudiyetini korumaya öncelik vermesinden dolayı, Türkiye’ye göç eden Türkmenlere 
vatandaşlık vermek konusunda isteksiz davranmaya başlamıştır. Sonuç olarak Türkmenler 1990 ortalarına kadar kolayca Türkiye’de vatandaşlık edinebilirken son yıllarda ikamet izni bile almakta zorluk çekmektedirler. Ancak Türk makamlarının bu tutum değişikliği sadece Türkmenlere yönelik olmamış, Bulgaristan gibi başka ülkelerden gelen Türk soylu kişiler de son yıllarda benzer zorluklarla karşılaşmışlardır. Görünen o ki, Türk soylu göçmenlerin ikamet ve vatandaşlık işlemlerinde, soydaşlık bağı eskisi kadar kolaylaştırıcı bir rol oynamamaktadır (Danış ve Parla, 2009). 


2.3. Neden İstanbul? 


Türkiye’deki Iraklılar arasında en önemli grup olan Türkmenler hem dil sorunları olmaması hem de Türklük bağından dolayı Türkiye’yi tercih etmektedirler. Bu kişiler için, daha önceden İstanbul’a yerleşmiş akraba ve tanıdıkları kadar, çeşitli Türkmen derneklerinin varlığı da entegrasyon süreçlerini kolaylaştırmaktadır (Bayraktar, 2008). 

Ancak Türkmenler dışındaki diğer Iraklılar arasında çok az kişi İstanbul’u tercih etmektedir. Peki ama Türkmen olmayan, Türk topraklarına uzak olan Bağdat ve güney bölgelerinden gelenler için İstanbul’a ulaşım Şam ve Amman’a gitmekten daha pahalıyken, Türkiye’de kültür ve dil açısından yabancı bir ortam varken, neden bazı Iraklılar bunca masrafı göze alarak İstanbul’a gelmeyi tercih etmektedir? 

İstanbul tercihinin altında, kısmen coğrafi faktörlerden, yani Türkiye’nin Ortadoğu-Avrupa güzergâhı üzerinde göç stratejileri açısından kritik bir yerde buluyor olmasından bahsedilebilir. Ancak bu durumu açıklarken sadece coğrafi nedenleri öne sürmek yeterli olmayacaktır. 
Eğer sadece bu belirleyici olmuş olsaydı, 2003’ten beri Kürt göçmen sayısındaki düşüş ve Bağdat’tan gelenlerin sayısındaki artış açıklanamazdı. Coğrafi faktörlerin dışında siyasi ve sosyal fırsat yapıları da göç yollarının oluşturulması açısından belirleyici bir rol oynamaktadır (Faist, 2003). Mesela, Irak’ta Kürtlere ait siyasi bir yapının ortaya çıkması ve Avrupa’da Kürt mültecilere yönelik kabul oranlarının düşmesi Kürtlerin ülkelerinde kalmayı tercih etmesine neden olmuştur. 

Türkiye’nin tercih edilmesine neden olan faktörlerden biri de, Türkiye’den yapılan iltica ve aile birleşimi başvurularının daha yüksek oranda ve daha hızlı kabul aldığına dair yaygın kanıdır. İstanbul’a kadar ulaşabilen kişilerin, bir 
BMMYK yetkilisinin sözleriyle, “bir nevi doğal elemeyi geçmiş gibi” görülmesi, buradaki kabul oranlarının özellikle 2007 sonrası yüzde 100’e yaklaşmasını da beraberinde getirmiştir. Türkiye’ye 2007 sonrasında gelen Iraklıların 
“ekonomik anlamda eleğin üstünde kalan” ve “belli garantileri karşılayabilecek kişiler olması” da Türkiye’den başvuran kişilerin Suriye ve Ürdün’den başvuranlara kıyasla Batılı ülkelerce daha kolaylıkla mülteci olarak kabul edilmelerini sağlamaktadır. Yaptığımız görüşmelerde de, Türkiye’ye ve özellikle İstanbul’a ulaşabilen kişilerin sosyoekonomik olarak belli bir seviyenin üzerinde olduğunu gördük.24 Bu açıdan bakıldığında, İstanbul ekonomik ve sosyal açıdan mülteci olmaya layık kişilerin Batılı ülkelerce seçilebilmesi için bir “elek” işlevi görmektedir. 

Avustralya ve Kanada gibi ülkelerin Iraklılar için aile birleşimi (sponsorluk) programları düzenlemeleri ve bu sayede ailelerin tekrar birleşmelerine 
destek vermeleri de 2007 öncesi dönemde Türkiye’nin popülerliğini arttıran bir 
etken olmuştur. Irak’tan göç edenler arasında özellikle Hıristiyanlar tarafından kullanılan bu yöntem 2003-2006 arasında, Iraklıların Batı’ya yasal yollarla yerleşebilmesinin neredeyse tek yolu olmuştur. 

İstanbul’un seçilmesinde bir diğer önemli etken de sosyal ağlardır. On yıllardır süren göç sayesinde akrabalar ve tanıdıklar aracılığıyla geniş bir dayanışma ağı kurulmuş, böylece sığınmacı ve göçmenler İstanbul’da geçici bir süre kalmış 
olsalar da, burada yaşamanın incelikleri konusunda daha sonra geleceklerin yaşamını kolay-

laştıracak bilgi aktarımını sağlamışlardır. Bu sosyal ağların işleyişinde etnik ve dini ayrımların gruplar arası sınırları belirlediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bir anlamda Irak’ta başlayan ayrışma, göç sürecinde de sürmektedir. 

İstanbul’daki Iraklıların yerleşim yerlerine bakıldığında sosyal dayanışma ağlarının göç sürecindeki etkileri gözlenebilir. Göçmenlerin etnik veya dini kimlikleri, işgücüne katılım yolları ve bu gibi nedenlere bağlı olarak belli semtler 
ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki Fatih-Aksaray hattıdır. Bu bölgede özellikle Iraklı Türkmen nüfusun yoğunlaştığı görülmektedir. Büyük bir kısmı Türk vatandaşlığı almış Türkmenler tarafından kurulan 5 derneğin bu bölgede 
bulunuyor olması da, Türkmen nüfusun burada yoğun olarak olmasıyla ilintilidir. İkinci yoğun Iraklı yerleşim yeri Kurtuluş-Harbiye bölgesidir. Şehrin merkezinde ve genellikle yoksul kişilerin yerleşim bölgesi olan bu bölgede Irak’tan gelen Hıristiyanlar hem kendi cemaatlerinden, hem İstanbullu gayrimüslim  topluluklar dan, hem de Caritas’tan hukuki danışmanlık hizmeti ve sosyal yardım açısından 
destek görmektedir. Bu bölge şehrin merkezinde olmasının getirdiği kozmopolit nüfus içinde görünmez ve böylece kısmen güvende olma imkânı sağlarken, binaların köhnemiş olmasından dolayı da ucuz barınma olanağı sunmaktadır. Ayrıca komşuların önemli bir kısmının, 1990’lı yıllarda zorunlu göçle Güneydoğu 
Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş Kürt aileler olması, Iraklılar için aşina oldukları bir sosyal çevre yaratmaktadır. Iraklı nüfusun bir diğer önemli yerleşim yeriyse, gelirlerinin önemli bir kısmı dış ticaretten gelen tekstil mağazalarının bulunduğu Osmanbey’dir. Bu mağazalarda çalışan Türkmen gençler, Arap müşteriler için 
satış elemanlığı ve tercümanlık yapmakta ve civardaki Feriköy, Şişli gibi semtlerde oturmak-tadırlar. 



***


IRAKTAN IRAGA TÜRKİYE’YE IRAKLI GÖÇÜ



IRAKTAN IRAGA TÜRKİYE’YE IRAKLI GÖÇÜ 



BÖLÜM 2: 

2.1. Yeni Göçlerin Kavşağında Türkiye;


Son yirmi beş yılda, Türkiye’ye gelen ve Türkiye’den geçen göç dalgalarının hacmindeki artış ve içeriğindeki çeşitlenme, Türkiye’nin göç sistemlerindeki yerinin dönüşmesine neden oldu (İçduygu, 2003; Erder, 2000). Bunun çok çeşitli sebepleri arasında Soğuk Savaş’ın bitmesiyle yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal istikrarsızlıklar; Türkiye’nin Asya, Ortadoğu ve Avrupa’nın kavşak noktasında yer alan coğrafi konumu ve Avrupa’nın katı göç ve vize politikaları etkili olmaktadır. Bu faktörlerin etkisi sonucunda, son dönemde Türkiye’ye gelen yabancıların köken ülkeleri ve göç tipleri açısından farklılaştığı görülür: Eski Sovyet Bloğu ülkelerinden çalışma amaçlı gelenler, Ortadoğu ve Afrika’dan gelen sığınmacılar, mevsimlik göçmenler, transit göçmenler, Batılı ülkelerden 
gelen meslek sahibi yüksek gelirli kişiler, öğrenciler, vb. 

Tüm bu kozmopolit tablo içinde, siyasi açıdan çalkantılı ve ekonomik açıdan istikrarsız Asya ve Afrika ülkelerinden gelen göçmenler Türkiye’deki toplam gelişlerin oldukça büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. 
Türkiye’nin 1951’de imzalamış olduğu Cenevre Sözleşmesi’ndeki coğrafi kısıtlamayı hâlâ kaldırmamış olmasından dolayı Avrupa dışı ülkelerden 
gelen sığınmacılar Türkiye’de mülteci statüsü edinememektedir (Kirişçi, 1996). Bu kişilerin çoğu, ikamet ve çalışma izni alamadıkları için yasal göçmen olma hakkından da mahrum kalmaktadır. Bir yanda, “kâğıtsız”, yani düzensiz konumdaki göçmenlerin yasallaştırılması önündeki bürokratik engeller, diğer yanda mülteci statüsü edinemeyen sığınmacılar ve son olarak AB ülkelerinin gün geçtikçe sertleşen göçmen karşıtı politikaları, Türkiye’nin giderek daha fazla sayıda göçmenin biriktiği bir bekleme odasına dönüşmesine neden olmaktadır. 

Bu genel tablo Iraklılar için de geçerlidir. 1990’lar boyunca Türk topraklarından geçen düzensiz göç hareketi artış gösterirken, Iraklılar da Türkiye’deki düzensiz konumdaki göçmenler içinde en kalabalık gruplardan biri olmuştur. Yukarıda detaylı bir şekilde anlatılan siyasi ve ekonomik nedenler sonucu 1990’larda pek çok Iraklı Avrupa’ya gitmek için Türkiye’yi bir atlama tahtası olarak görmüştür. Bu kişilerin çok azı bu göçü seyahat ve ikamet yasalarına uygun bir şekilde gerçekleştirirken, büyük bir kesim Türkiye’ye giriş veya kalışlarını gerekli 
evraklar olmadan gerçekleştirmiştir. 

2003 yılında Saddam Hüseyin’in düşüşüyle birlikte Irak kaynaklı göç, içerik ve hacim açısından değişikliğe uğramıştır. 2003’e kadar Irak’tan gelen göçmenler arasında en kalabalık grup, Kürtler olmuş, onlar dışında Türkmenler ve Asuri-Keldani Hıristiyanlar da önemli bir yer edinmişlerdir. 2003’ten sonra, Amerikan 
işgal güçlerinin gözetimi altında ekonomik ve siyasi açıdan gelişen Kürt Bölgesel Yönetimi topraklarında yeni bir hayat kurmayı uman Irak Kürtlerinin göçü yavaşlamış ve Kürtler kendi ülkelerinde kalmayı seçmişlerdir. Bu arada, diğer Iraklı gruplar, özellikle de Türkmenler ve Hıristiyanlar artan şiddet ve baskı ortamı yüzünden Irak’tan kaçmaya devam etmiştir. 2007’ye kadar Türkiye’ye gelen Iraklıların ortak özelliği, ülkenin kuzey bölgesi kökenli olmalarıydı. 
Ancak 2006 sonunda ABD’nin Iraklıları mülteci olarak kabul edeceğini açıklamasından beri, Türkiye’ye gelen Iraklılar arasında Bağdat ve daha güneyinden gelen Araplara da rastlanmaya başlanmıştır. 

2.2. Türkiye’deki Kabul Durumu 

1990’lu yıllardan bu yana Irak’tan Türkiye’ye göç, Suriye veya Lübnan gibi diğer komşu ülkelere yönelik göçle karşılaştırıldığında oldukça kısıtlı kalmıştır. BMMYK tarafından 2007 yılında yayınlanan bir rapora göre Türkiye’de sadece 10 bin Iraklı bulunuyordu. Diğer komşu ülkelere oranla daha az sayıda Iraklının  Türkiye’yi tercih etmesinin sebepleri arasında, coğrafi uzaklık, dil farkı (çoğu Iraklının Türkçe bilmemesi), Türkiye’nin daha pahalı olması ve Türkiye’de mültecilere yardım eden sivil toplum kuruluşlarının az olması gibi faktörler sayılabilir. Ancak daha da önemlisi, Türkmenler dışındaki Iraklılar için Türkiye’de ikamet izni almanın zorluğundan dolayı, Türkiye transit ülke yapısını korumaktadır. 

1991 yılında yarım milyon Iraklının Türk sınırlarına gelmesini tetikleyen mülteci krizinden beri daha az ama sürekli bir Iraklı göçü devam etmiştir. Komşu Arap ülkelerindeki durumdan farklı olarak, Iraklıların çoğu Türkiye’de geçici bir süre kaldıktan sonra başka ülkelere göç etmiştir. Bu durumun başlıca nedeni ulusal 
ve uluslararası metinlerde Iraklıların, diğer Avrupalı olmayanlar gibi mülteci statüsü alma hakkından mahrum bırakılmış olmasıydı. 1951 Cenevre Sözleşmesi’ndeki coğrafi sınırlama maddesinin hâlâ korunuyor olması ve İskân 
Kanunu’nun sadece Türk kökenli yabancıların vatandaşlık alabilmesini mümkün kılması, Iraklıların Türkiye’de mülteci statüsü kazanmalarının 
önünde bir engel teşkil etti. 

Bu engelleyici faktörlerden dolayı Türkiye Iraklıların önemli bir kesimi için, geçici süre kalınacak bir atlama taşı olarak görüldü. Türkiye’nin “transit ülke” imajı, daha önceden Batı’ya göç etmiş aile üyeleriyle kurulan sosyal ağlarla da 
güçlendirildi. Sonuç olarak, soydaşlık bağı sayesinde İskân Kanunu’ndan faydalanabilen Türkmenler dışında, Iraklıların Türkiye’de sürekli olarak kalmak gibi bir beklentileri bulunmamaktadır. 


Türkiye’deki Iraklı mevcudiyeti 4 kategori altında toplanabilir: 
Düzensiz göçmenler, 
Sığınmacılar, 
Mevsimlik göçmenler (bavul ticareti yapanlar), 
İkamet izniyle oturan yasal göçmenler. 

Iraklıların büyük çoğunluğu düzensiz  göçmenler den oluşur, yani ülkeye pasaportsuz girmiş veya ülkeye yasal olarak girip vizelerinin geçerlilik süresini aştıktan sonra düzensiz hale gelmişlerdir (İçduygu, 2003). Ancak Türkiye’deki Iraklılar için tek statü bu değildir. Bir zamanlar göçmen olup daha sonra Türk vatandaşlığına geçmiş kişiler de bulunmaktadır. Bu kişilere dair kesin sayılara ulaşılamasa da, bu grup çoğunlukla 1934 İskân Kanunu dolayısıyla Türk vatandaşlığı alabilmiş Türkmenlerden oluşmaktadır. Ayrıca, Irak ve Türkiye arasında özellikle ticari amaçlarla mekik dokuyan Iraklılar da bulunmaktadır. 

2.2.1. Düzensiz Göçmenler 

1995-2004 arasında Türkiye’de güvenlik güçleri tarafından yakalanan yabancılar arasında en kalabalık grup, yaklaşık 100 bin kişiyle Iraklılar olmuştur. Bu sayı, yakalanan diğer Ortadoğu ve Asyalı göçmen vakalarının yarısına ve aynı 
dönemde Türkiye’de yakalanan toplam göçmen sayısının beşte birine denk gelmektedir (Apap, Carrera ve Kirişçi, 2005: 34). Yabancılar Bürosu’ndan edinilen bilgiye göre, Türk güvenlik güçleri tarafından 1995-2000 arasında 
yakalanan Iraklıların yüzde 96’sı “Türkiye’de yasadışı giriş, çıkış veya bulunma” dolayısıyla tutuklanmıştı (EGM, 2001: 33). 


Tablo-4: 1995-2004 Yılları Arasında Türk Güvenlik Güçlerince Yakalanan Göçmenlerin Milliyetlerine Göre Dağılımı 
Kaynak: İçişleri Bakanlığı, Yabancılar Şubesi verilerinden derleyen 
Apap, Carrera & Kirişçi (2005, 34). 

* Eski Sovyet Cumhuriyetleri: Rusya, Ukrayna, Moldova, 
Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Beyaz Rusya, Litvanya, 
Letonya, Estonya. 
** Orta Asya ülkeleri: Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, 
Özbekistan, Tacikistan 



Güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınan Iraklıların sayısı 1990’ların ikinci yarısında 5 kat artarak 1995’te 2 bin 218 kişiden 1999’da 11 bin 546 kişiye yükselmiştir.15 Bu sayı 2001 yılında 2 kattan fazla arttı ve 23 bin 444 kişiye yükseldi. 1999 ve 2002 arasında İtalyan sahillerine yanaşan teknelerdeki Kürt göçmenler hakkında, özellikle Kürt medyasında pek çok haber yapılmıştı.
16 2000’lerin başında Iraklı göçmen nüfusundaki bu muazzam artıştan sonra 2003’te ani bir düşüş yaşandı. O yıl Türk güvenlik güçleri tarafından sadece 3 bin 757 Iraklı göçmen yakalandı. Saddam Hüseyin rejiminin düşüşü ve 
Kürtler başta olmak üzere Iraklıların ülkelerine dair daha iyi bir gelecek umut etmeleri, Irak’tan dışarıya yönelik göçlerde bir azalmaya neden oldu. Bunun sonucu olarak, 2003 yılında Iraklılar ilk kez Türkiye’de yakalanan düzensiz göçmenler sıralamasındaki birincilik konumunu kaybederek Moldovalılar ve Pakistanlılardan sonra üçüncü sıraya yerleşti. 

Irak’ta devam etmekte olan şiddet olaylarına rağmen, Türkiye’de yakalanan Iraklı düzensiz göçmen sayısında son yıllarda ciddi bir düşüş gözlenmektedir. Ancak güvenlik güçleri tarafından hazırlanan bu istatistiklerin anlamı üzerine 
düşünmek gerekir: Bu düşüş Türkiye’de düzensiz konumdaki Iraklı sayısında bir azalmayı mı göstermektedir, yoksa politikalardaki başka değişimlere mi işaret etmektedir? Saha araştırması sonuçları, Türkiye’de yetkili makamlar tarafından görmezden gelinen çok sayıda kayıt dışı göçmen olduğunu göstermektedir. 

2.2.2. Sığınmacılar 

1990’lardan beri Türkiye’de yapılan sığınma başvuruları sıralamasında Iraklılar, İranlılarla beraber ilk 2 sırayı paylaşmışlardır. Ancak en çok başvuru yapan gruplardan biri olmalarına rağmen, Iraklıların Türkiye’de yaptığı iltica başvuruları hiçbir zaman çok yüksek sayıda olma-mıştır. Irak’ta uzun yıllardır yaşam koşullarının çok zorlu olması, can güvenliğinin bulunmaması ve özellikle etnik ve dini azınlıklara karşı saldırılar göz önüne alındığında bu sayının düşüklüğü  daha iyi anlaşılır. Iraklılar tarafından Türkiye’de yapılan başvurular 2002’ye kadar yılda sadece 3 bin ve 4 bin dosya civarında olmuştur (İçduygu, 2003: 23). Irak’ın toplam dış göç büyüklüğü göz önüne alındığında, bu çok 
düşük bir sayıdır. Bu sınırlı istatistiklere etki eden faktörlerden biri de şüphesiz Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde koruduğu coğrafi sınırlamadır (Kirişçi, 2000). 

Türkiye’de iltica prosedürünü düzenleyen yönetmelik, Türkiye tarafından coğrafi sınırlama ile onaylanmış olan 1951 Cenevre Sözleşmesi’dir. Türkiye iltica hakkını sadece “Avrupa’da olan olaylar” sonucu ülkesinden kaçan kişilere tanır.17 Buna göre, Türk devletinin mültecilere dair yasal yükümlülükleri sadece Avrupa’daki olaylardan kaçarak ilticaya başvuran kişiler için geçerlidir. Kısacası, Avrupalı olmayan kişiler Türkiye’de mülteci olamaz.18 

1994 yılında, Türkiye’ye sığınan Afrika ve Asyalıların sayısının artması üzerine sığınmacılarla ilgili yeni bir düzenleme uygulamaya kondu.19 1994 yönetmeliğinde, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ndeki mülteci tanımı tekrar edildi 
ve coğrafi sınırlama korundu (Kirişçi, 2001: 11). Bugün, Avrupa Birliği’nin talebine rağmen Türkiye Avrupa dışından gelen sığınmacılara mülteci statüsü tanımamaya devam etmektedir. 


Iraklılar Türkiye’de iltica başvurusu yapan ikinci büyük grubu oluşturmaktadır. 1997 ve 2001 arasında yaklaşık 13 bin Iraklı sığınma başvurusu yapmıştır. Ancak güvenlik güçleri tarafından yakalanan Iraklı göçmenlerin sayısı resmi olarak sığınma başvurusu yapan Iraklılara oranla çok daha yüksektir (resmi kaynaklara göre 1995 ve 2001 arasında yaklaşık 80 bin Iraklı düzensiz 
göçmen konumunda yakalanmıştır). Sığınma başvuruları ve düzensiz göç arasındaki bu uçurum Iraklıların büyük bir kısmının başvuru durumunda olumsuz yanıt alacağını düşünmesinden kaynaklanmaktadır. 

Iraklı sığınmacıların sayılarını sınırlayan bir diğer faktör de BMMYK ofislerinde 2003-2006 arasında Iraklı dosyalarının askıya alınması oldu. 2003 Amerikan işgalinden bu yana pek çok Batılı ülke Iraklıların iltica başvurularını 
ülkedeki siyasi dengelere dair bir karar oluşuncaya kadar erteledi. BMMYK internet sitesine göre 2006 başlarında 2 bin 200 Iraklı sığınmacı Türkiye’de bulunmaktaydı. Bu kişiler başvurularının 2007’ye kadar dondurulması dolayısıyla Irak’ta devam eden düzensizlikle yerleştirilmeyi bekledikleri son ülkeye dair umutları arasında sıkışıp kaldı.20 2003 yılından sonraki iltica başvurularında bekletilen vakalar büyük bir hızla artarken 2007 yılında Amerikalı yetkililerin Iraklılara mülteci statüsü tanıyacağını açıklamasıyla durum bir anda değişti. ABD’nin bu açıklaması, Iraklıların dosyalarıyla ilgilenen diğer ülkelerde de olumlu bir etki yarattı. 


Tablo-5: Nisan 2009 BM Mülteciler Yüksek Komiserliği 
Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, 
http://www.unhcr.org.tr/MEP/index.aspx?pageId=242 

Özetlemek gerekirse, 2006 yılında Irak’ın orta ve güney kesimlerinden gelen kişilerle ilgili BMMYK tarafından alınan kararla birlikte Iraklılar mülteci olarak kabul edilmeye başlandı. Karar 2009 yılında revize edildi ve Bağdat, Kerkük, Selahaddin’i de kapsayan 5 şehir “merkezi yönetim” içerisinde tanımlandı. Bu da BMMYK Türkiye ofisine sığınmacı başvurusunda bulunan Iraklıların sayısında ciddi bir artışa neden oldu; Nisan 2009 tarihinde 8 bin 315 Iraklı kayıt altındaydı. Iraklıların ABD’ye kabul edilmeye başlamasıyla, Türkiye’deki 
Iraklı grupların profili değişmeye başladı. İlk kez Türkiye’de Sünni ve Şii Arapların sayısında önemli bir artış kaydedildi, Hıristiyan Keldanilerse 
yüzde 60’lık bir oranla hâlâ birinci sırada yer almakta. Yeni gelenlerin çok daha kısa süre kalıyor olmasıysa, Türkiye’nin transit ülke konumunu 
güçlendiren bir etki yaratmaktadır. 

2.2.3. Mevsimlik Göçmenler / Bavul Tüccarları 


2003 sonrasında Türkiye’ye resmi yollarla giren kişilerin sayısında ani ve etkileyici bir artış gözlenmiştir. Bu durum, Irak’ta pasaport rejiminin 
serbestleşmesi ve Türkiye ile Irak arasında gelişen ekonomik ilişkilerin bir sonucu olmuştur. 1991 Körfez Savaşı sonrası Irak’ta kötüleşen ekonomik koşullar yüzünden ülke dışına kaçışları engellemek isteyen Baas liderlerinin 
dış göçü engellemek için bulduğu yöntemlerden biri de başta doktor ve mühendisler olmak üzere beyaz yakalılara yurtdışına çıkarken zorunlu bin dolarlık depozito uygulamasıydı (Hiro, 2003: 15). Turistik amaçlarla ülke 
dışına çıkacağını söyleyen Iraklıların dönüşünü garantilemek için uygulanan bu turist vizesi depozitosu, ülkedeki ekonomik istikrarsızlık ve devalüasyon ortamı göz önüne alındığında, pek çok Iraklı için ciddi bir engel oluşturmuştur. 2003’te pasaport edinme kolaylaştırılmış, depozito benzeri uygulamalar kaldırılmıştır. 
Böylece 2003 öncesinde Türkiye’ye giriş yapan Iraklıların sayısı 15-20 bin civarındayken, bu sayı 2004 yılında beş kat artarak 111 bine çıkmış, 2008 yılında ise 250 bine ulaşmıştır. 

Turist vizesiyle girişlerdeki artışın bir diğer nedeni de iki ülke arasında gelişmekte olan ticarettir. Irak’taki ekonomik istikrarsızlık sonucu 
boş kalan pazar, başta Türk işadamları olmak üzere yabancı firmalar tarafından bir anda önemli bir hedef haline gelmiştir. Aynı dönemde, Türk işadamları Irak’ta faaliyet gösterirken, Iraklı tüccarlar da Türkiye’den mal almaya başlamıştır. 

Bu noktada “ Bavul Ticareti ” önemli bir işkolu haline gelmiştir. 


Tablo-6: 1990-2008 Yılları Arasında Türkiye’ye Giriş Yapan Iraklı Sayısı 
Kaynak: Turizm ve Kültür Bakanlığı Verileri 


1990’larda Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle başlayan bavul ticareti komünist rejim ile bastırılmış ülkelerdeki tüketim ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamıştır. Alıcıların sık sık ve düzenli olarak iki ülke arasında mekik dokumasından dolayı 
“döngüsel göçmen” olarak adlandırılan bu kişiler eski Sovyet Ülkeleri’nin yanı sıra Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden gelmekte ve Laleli, Osmanbey, Merter gibi semtlerden toptan alışveriş yapmaktadır (Aslan ve Perouse, 2003). 
Bugün bavul ticareti şekil ve içerik değiştirmiş, kayıtlı olarak yapılan bir dış ticaret faaliyetine dönüşmüştür. 

Türkmenler dil ve etnik yakınlıkları sayesinde bu sektörde Arap ülkelerinden gelen müşteriler ve Türk işadamları arasında bir aracılık rolü üstlenmiştir. 2003 sonrasında Laleli ve Osmanbey’deki ihracat-odaklı dükkanlar ve kargo şirketleri için yeni gözde müşterilerden biri Iraklılar olmuştur. Saha araştırması sırasında 
ziyaret edilen Türkmen firmalarından biri, Irak’la 1996-1997’de başlayan ticaretin ambargo döneminde sınırlı kaldığını ancak 2003 sonrasında hızla geliştiğini ifade etmiştir. Resmi istatistiklerle doğrulama olanağımız olmasa da, 
Laleli’deki Türkmen işadamları da 2003 itibariyle Irakla olan ticaret hacminin yıllık 2-5 milyon olduğunu belirtmiştir. 

Kısacası, Türkiye ve Irak arasındaki ticaret geliştikçe, Iraklıların yasal girişleri de artmaktadır. Bu ticari faaliyetin ivme kazanmasında ise, çoğunluğunu Türkmenler in oluşturduğu Iraklıların aracı rolü etkili olmuştur. 


***


IRAK’TAN IRAĞA, 2007 Sonrası GÖÇ HAREKETLERİ:



IRAK’TAN IRAĞA, 2007 Sonrası GÖÇ HAREKETLERİ: 


Geç Gelişen Uluslararası Koruma Ve Değişen Politikalar Şubat 2008’e gelindiğinde, 2003’ten beri Irak’ta bir milyonu aşkın kişi hayatını kaybetmiş4, 
ölen sivillerin sayısı da 100 bine yaklaşmıştı.5 İstanbul’da görüşme yaptığımız kişiler tarafından, Irak’taki güvensizlik ortamının belli bir topluluğa has olmadığı, meselenin “genel bir düzensizlik sorunu” olduğunu ortaya koymaktadır. 
Şiddetin nedeni, yeri ve zamanı konusundaki muğlâklık, toplumda genel bir çözümsüzlük hissine yol açmaktadır. “Psikolojik kırılma” olarak adlandırılabilecek bu durum yüzünden, Irak’tan dışarı kaçışların son yıllarda daha da artması kaçınılmaz hale gelmiştir. 2009 yılında İstanbul’da görüştüğümüz Iraklı sığınmacıların sözlerinden de anlaşılacağı üzere, bu “psikolojik kırılma”yı kendilerinden daha önce ülkeden ayrılmış hemşerilerine kıyasla daha geç ama 
daha sert ve şiddetli bir şekilde yaşamışlardır: 

"Artık Irak’ta bir sürü grup var, kim kimdir bilmiyoruz. Doğrudan kafana silah dayıyorlar. Baasçılar da olabilir, mafya da, el Kaide de… 
Benim için kim olduğu değil, bu tehdidi almış olmam önemli. O silahı kafama dayadıkları andan itibaren her şey değişti, bütün hayatım ellerimin arasından kaydı gitti. (...) Pasaportumu aldım, kâğıtlarımı hazırladım ve 15 gün içinde ayrıldım ülkeden. O arada karımı, annemi ve çocuğumu tanıdığım güvenilir bir ailenin yanına yerleştirdim. Evi, eşyaları da olduğu gibi bıraktık... İki haftada bütün hayatımı geride bıraktım ve çıktım. "(40 yaşında, Iraklı Hıristiyan 
erkek, İstanbul’da görüşme 9.5.2009) 

"[Irak’tan Türkiye’ye göç kararını] bir haftadan daha kısa zamanda aldık. Yanımıza bir şey almadan geldik. Orada daha fazla kalamazdık. Kaldığımız takdirde öldürüleceğimizi biliyorduk.” ( 43 yaşında, Iraklı Sünni Arap kadın, 
İstanbul’da görüşme 12.11.2009) 

"Berber dükkânımın camını kırdılar. Ardından tehdit mektubu aldım. Mektupta burada kalmamam yönünde tehditler vardı. Ben de kızlarım adına korktuğum için ayrıldım. […] Benden sonra teyzem, annem ve kardeşim geldi." (40 yaşında, Iraklı Sünni Arap erkek, İstanbul’da görüşme 9.11.2009) 

Iraklıları göç etmek zorunda bırakan bu güvensizlik ve çatışma ortamı, işgalin başlamasından üç yıl sonra, yani 2006 yılında BMMYK’nın ortaya koyduğu çeşitli raporlar sonucu uluslararası kamuoyu tarafından da kabul edildi. 
Aralık 2006’da yayınlanan BMMYK’nın “Irak Dışındaki Iraklıların Uluslararası Koruma İhtiyaçları Hakkında Durum ve Dönüşleriyle ilgili Tavsiye Kararı”, Irak’ın özellikle güney ve orta bölgelerinde şiddet olaylarının yoğun olarak yaşandığını belirtiyor ve bu bölgelerden göç eden kişilerin sığınılan ülkeler tarafından geri 
çevrilmemesi gerektiğinin altını çiziyordu. 

BMMYK, diğer faktörlerin yanı sıra, merkezi Irak’taki aşırı şiddet ve güneydeki ciddi istikrarsızlık ortamını göz önüne alarak, “Güney ve merkezi Irak’tan gelen Iraklıların güvenlik ve insan hakları koşullarında bir iyileşme sağlanmadığı sürece zorla geri gönderilmemesi” yönünde tavsiye bulunuyordu.6 

BMMYK’nın, Irak’ın kuzeyindeki Kürt Bölgesel Yönetimi’nin denetimindeki üç eyaletten gelenler dışında, Irak’tan kaçan, geri dönemeyen veya geri dönmek istemeyen kişileri uluslararası korumaya alması ve prima facie mülteci 
statüsü7 vermesi de bu kararlar doğrultusunda gerçekleşti. BMMYK’nın bu kararı, Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması sonrası Irak’taki 

Amerika’nın Iraklı mültecileri kabul etmeye başladığı dönemde BMMYK Sekreteri Antonio Guterres’in yaptığı açıklama savaşın başlamasından 2007’ye kadar geçen sürede 2 milyon Iraklının ülkesini terk ettiğini ve bu sayıya ilaveten 
1,7 milyon kişinin de mezhep çatışmalarından ötürü yer değiştirdiğini ortaya koyuyordu. Buna karşılık ABD 2003-2007 yılları arası sadece 466 Iraklıyı mülteci olarak kabul etmişti.

2007 itibariyle Irak’taki güvensizlik ortamının uluslararası topluluk tarafından tanıması ve bu ortamın istikrara kavuşmasına dair beklentinin ortadan kalktığının gecikmeli de olsa kabul edilmesi anlamına geliyordu. 


Tablo-1: 1997-2007 Yılları Arasında Avrupalı Olmayan Mültecilerin Türkiye’de Kabul İstatistikleri 

http://www.unhcr.org.tr/MEP/FTPRoot/HTMLEditor/File/avrupal%20olmayan%20multeci%20kabul%20oranlar-97-07.doc 


BMMYK’nın bu kararının ardından, Amerikan hükümeti 2006 sonunda aldığı bir kararla Iraklı mülteciler için yıllık yedi bin kişilik bir kota açacağını duyurdu. Bu durum tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de başta BMMYK olmak üzere uluslararası ve ulusal sivil toplum kuruluşlarında Iraklı dosyalarının artışına ve yeni bir hareketliliğe yol açtı. En önemlisi de 20032006 arasında dondurulan iltica başvuru dosyalarının tümü kabul edilerek, ilk defa Iraklılar için yüzde 100 kabul oranı gerçekleşmiş oldu. 

durumun BM raporlarına yansıması ile birlikte, Bush yönetimi bir karar alarak her yıl dünya çapında kabul edilen yetmiş bin mülteci arasında yedi bin Iraklının kabul edileceğini belirtti. ABD Göçmenlik ve Vatandaşlık Bürosu’nun Şubat 2009’daki durum raporuna göre ise 2008 mali yılında ABD’ye 13 bin 800’den fazla Iraklı mülteci kabul edilmiş, 2007’den Şubat 2009’a kadar toplamda 19 bin 910 Iraklı mülteci gelmişti.

1.3.1. Göç Sırasında Cemaatleşme 


2003’ü izleyen dönemdeki bir diğer önemli unsur da devletin sunamadığı güvenliği sağlamak için Iraklıların cemaatçi dayanışma ilişkilerini güçlendirmek zorunda kalmasıydı (Danış, 2008). Burada cemaatçi derken kastımız, sadece 
dini gruplaşmalara dayalı ilişkiler değildir. 
Aksine, çok daha geniş bir sosyal ağı içeren, akrabalık, hemşerilik, etnik veya mezhepsel aidiyetler çevresinde kurulan ilişkiler kastedilmektedir. Bu tür dayanışma ağları işgal sonrası gelişen şiddet ortamında hayati önem taşıyan bir emniyet supabına dönüşmüştür. Iraklılar tarafından “taifecilik” olarak adlandırılan bu yeni cemaatçi yapının ilk ortaya çıkışı 2003’den çok önce gerçekleşmiştir. 1991’den itibaren uluslararası ambargoların zayıflattığı Baas yönetimi Irak vatandaşlarına eşit bir şekilde güvenlik sağlayamaz hale geldikçe, hayatını idame ettirmeye, temel gündelik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan Irak halkı da kişisel ve sosyal çevresine yönelmek zorunda kalmıştır. Irak’ın ulusal bütünlüğünün sosyal anlamda parçalanması anlamına gelen bu cemaatçilik 1991-2003 arası Saddam Hüseyin yönetimince teşvik edilmiştir. Iraklı aileler, 2003 sonrası dönemde daha da zorlaşan hayat koşullarına karşı geçimlerini sağlamak için de aşiret ve akrabalık ağları, hemşerilik ilişkileri, etnik veya dini grup aidiyetlerine başvurmak zorunda kalmışlardır. Ancak var olan düzensizlik ortamında cemaatleşme ve adam kayırma güçlenerek “öteki”leştirme, birbirine 
güvensizlik ve düşmanlığa dönüşmüştür. İstanbul’a sığınmış bir Iraklının ifade ettiği gibi, cemaatçi ağların faydası kadar zararı da vardır: 

Bütün partiler taifeci. Orada siyaset konuşursan, birilerine biraz yaklaşırsan bir anda diğerlerinin düşmanı oluyorsun. […] Akrabalar yüzünden çevremde Amerikan vatandaşı biriyle evleneceğim duyulunca ölüm tehditleri aldım; Irak’ta bu gibi durumlar olur. İnsanlar sizi Amerikalı, Amerikalı casus veya Hıristiyan 
diye suçlarlar. (Iraklı erkek sığınmacı, 38 yaşında, İstanbul’da görüşme 17.11.2009) 

Şubat 2006’daki büyük patlamadan sonra zirve yapan göç, 2008’de durulmaya başlamıştır. Araştırmacılar, bu yavaşlamayı ve Irak’taki görece “huzur” ortamını çeşitli silahlı grupların kışkırttığı ve tırmandırdığı mezhep çatışmasının amaçlanan ayrışmayı tamamlamasına bağlıyorlar. Eskiden “karma” olan pek çok mahalle, bugün sadece tek bir grubun oturduğu homojen bölgelere dönüşürken, Irak’ın pek çok yerinde şimdiden de facto bir bölünmenin gerçekleştiği ifade ediliyor (Al-Tikriti, 2008). 

Cemaatçi ilişkiler, sadece Irak’ta kalanlar için değil, Irak dışında kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışan Iraklı göçmenler için de önemli birer dayanak haline gelmiştir. Irak’tan kaçanlar göç süreçlerinde başta ailevi olmak üzere, etnik, dini, hemşerilik bağlarına göre göç stratejilerini belirlemektedir. Görüştüğümüz 
pek çok Iraklı gibi, çeşitli derneklerin başkanları da, Irak kökenli farklı etnik ve dini grupların farklı göç stratejileri olduğunu belirtmiştir. 

1.4. Irak Göçünün Hacmi, Sayısal Boyutları ve Güzergâhları 


1991’deki kitlesel iltica hareketinden bu yana, Iraklılar dünya çapındaki mülteci istatistiklerinde ilk sıralarda yer almıştır. 1991-2003 arası dönemde Iraklıların iltica başvuruları açısından 1 milyon 320 binden fazla başvuruyla 1992 yılı 
doruk noktası olurken (Chatelard, 2002), ABD Mülteci Komitesi’nin (United States Committee for Refugees) tahminlerine göre 1996’da Irak diasporası 4 milyon kişi civarına ulaşmıştır. BMMYK’nın 2000 yılında yayınlanan istatistiklerine göre ise bu kişiler arasında yaklaşık yarım milyon kişi mülteci olarak tanınmıştır (UNHCR, 2000). 


Tablo-2: Iraklı Mülteciler ve Sığınmacılar (Kümülatif) 
Kaynak: Brookings Iraq Index 

2001’de, Iraklılar dünyada en kalabalık mülteci grupları arasında üçüncü sıradaydılar. Bu nüfusun büyük çoğunluğuna kucak açan İran, uzun yıllar Iraklı mülteciler konusunda en misafirperver ülke oldu. 2005 yılı BMMYK verilerine 
göre, Iraklılar 1,8 milyon kişiyle, dünya mültecileri arasında, Afgan ve Kolombiyalılardan sonra en önemli üçüncü grubu temsil ediyordu (UNHCR, 2006). 2006’da bu sayı İran’dan gönüllü geri dönüşlerle 1,5 milyona düşmüş olmasına rağmen, Iraklılar genel sıralamada ikinci sıraya yükselmişti. 


Tablo-3: Nisan 2003’ten İtibaren Irak İçinde Yerinden 
Edilenler* 
*Sayılar kümülatiftir ancak Mart 2003 öncesinde yerinden edilmiş olan yaklaşık bir milyon kişi dâhil değildir. Kaynak: Brookings Iraq Index 

1991’den beri ülkeden ayrılmak zorunda kalan nüfusun büyüklüğü göz önüne alındığında, bunlar arasında Batı ülkelerinde resmi mülteci statüsü kazanmış olanların sayısının azlığı göze çarpar. 1992-2002 arasında Irak’tan kaçan 1,5 
milyondan fazla kişi olmasına rağmen, 2002’de resmi mülteci statüsü almış Iraklıların sayısı yaklaşık 550 bindir ve bunların çoğu İran’a sığınmıştır  ( Chatelard, 2005: 124). Aynı yıl, 450 bin kadar kişinin de “mülteci durumunda” olduğu (yani hem kendi devletlerinin korumasından, hem de resmi mülteci statüsünden mahrum kaldığı) tespit edilmiştir. 

Bu karmaşık sayıların ardında, Irak’tan kaçışın çelişkili yapısı bulunmaktadır: Iraklılar ülkelerini mecburiyetten terk etmek zorunda kalmalarına rağmen, aralarında çok az kişi 1951 Cenevre Anlaşması’yla tanınan mülteci statüsü 
edinebilmektedir. Örneğin, 2003-2006 arasında sadece bin 500 kişi BMMYK tarafından mülteci olarak yerleştirilebilmiştir10. Kuşkusuz bu sayı, de facto mülteci nüfusun çok küçük bir kısmını oluşturur. 2005’te örneğin, BMMYK’ya 
başvuruda bulunmuş Iraklılar arasında kabul oranı yüzde 7,3’te kalmıştır; diğer tür kabuller11 de eklendiğinde bu ancak yüzde 30,3’e çıkabilmiştir (UNHCR, 2006: 52). 

Mültecilerin statüsünü düzenleyen 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre, mülteci “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek
istemeyen kişi” olarak tanımlanmaktadır. Bugün ekonomik ve siyasi sebeplerin iç içe geçtiği, çevre felaketleri gibi yeni sebeplerin ortaya çıktığı bir dünyada, BM’nin bu tanımı yetersiz bulunmakta ve güncel sorunlar ışığında yeniden gözden geçirilmesi gerektiği ileri sürülmektedir. Sözleşme tanımına göre mülteci statüsü almakta zorluk çeken Iraklıların durumu bu eleştirileri haklı çıkarmaktadır. 

1.4.1. Başlıca Sığınak Komşu Ülkeler 

Irak’tan kaçanların 1991-2003 arasında sığındığı birinci ülke olan İran, 2003 sonrasında konumunu diğer iki komşu ülke olan Suriye ve Ürdün’e bırakmıştır. Ancak milyonlarca Iraklının yerinden yurdundan kopmasına ve komşu Arap ülkelerine sığınmasına yol açan son mülteci krizi, Arap dayanışması fikrine en bağlı gözüken Suriye’de bile bu idealin hükümsüz kalmakta olduğunu göstermiş tir. Suriye’ye işgalden sonraki 4 yıl içinde sığınan Iraklıların en az 1 milyon kişi olduğu söylenmekteydi.12 Ekonomik altyapı ve toplumsal açıdan ağır bir yük anlamına gelen bu tablo, Ürdün için de geçerliydi. 2007’de Iraklı mülteci krizi karşısında uluslararası topluluğu sorumluluk almaya ve çözüm bulmaya çağıran Suriyeli yetkililere göre, o sırada ülkede 1,5 milyon Iraklı bulunmaktaydı 
ve her ay 40 bin kişi buna ekleniyordu.13 Bu sayılar abartılı gibi görünse de Temmuz 2007’de BMMYK yetkilileri de, toplam nüfusu 20 milyon olan Suriye’de 1,4 milyon; 6 milyon nüfusu olan Ürdün’de ise 750 bin Iraklı bulunduğunu belirtirken, bu “sessiz ve görünmez insani kriz” için yardım çağrısında bulunuyor du.14 


Resim-1: 2007 Sonunda Ortadoğu’da Yerinden Edilmiş Iraklıların Sayısına Dair Bir Tahmin Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Haritaları Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Haritaları 


2003 sonrasında Irak’tan kaçanlara kapılarını açan Suriye, gelenlerin sayısı aşırı şekilde artıp, ekonomide ağır hasar yaratınca, kendi çıkarlarına öncelik veren bir tavır değişikliğine giderek Iraklıların vize muafiyetini feshetti. Ürdün,  sığınmacı lara gelen yardımları kendi halkına yönlendirerek bu maliyetli yükü bir kazanç fırsatına çevirdi. Bir diğer komşu olan Lübnan ise, uzun süreli ve kanunsuz gözaltılarla mültecileri sınırdışı olmaya zorlayan “gönüllü sınırdışı” politikasıyla yeni gelecekleri caydırmaya çalıştı. 

Bu ülkelerin tavrında Ortadoğu’da yaşanan bir önceki büyük iltica krizinin, yani Filistin deneyiminin de etkisi olduğu söylenebilir. Bir zamanlar, tüm bedellerine rağmen içeri buyur edilen Filistinli mülteciler kadar önemli bir siyasi anlam taşımadıklarından olsa gerek, Iraklılar, komşu Arap ülkelerinde bir “yük”, “güvenlik riski” ve “sorun kaynağı” olarak algılandı (Danış, 2009b). 

1.4.2. Irak’a Dönüş Mümkün mü? 


Batı’nın mülteci-sevmez politikası ve komşu ülkelerdeki koşulların zorluğu karşısında, Suriye ve Ürdün’deki Iraklı sığınmacıların bir kısmı evlerine dönmek isteseler de, bu pek de kolay gerçekleşeceğe benzememektedir. Öncelikle, bu kişilerin yurtlarını terk ederek gurbet yollarına düşmelerine neden olan faktörlerin ortadan kalkması gerekir. Irak’ta güvenlik ve şiddet sorunu, etnik gerginlik, mezhep çatışmaları, ekonomik istikrarsızlık ve işsizlik sorunları çözülmedikçe Iraklıların geri dönmesi bir hayal olmaktan ileri gidemeyecektir. 

2007 başında Suriye’den bir grup Iraklının yurda dönüşü bu alandaki ilk örneklerden biriydi. ABD ve yeni Irak hükümeti tarafından büyük bir heyecanla karşılanan bu dönüş, Irak’taki operasyonun başarıya ulaştığının işareti olarak 
lanse edildi. Iraklı ve ABD’li yöneticilerin gözünde bu olay, sorunların bittiğini, barışın tesis edildiğini, Irak’ın yaşanası bir yer haline geldiğini gösteriyordu. Oysa bu geri dönüş çekici değil, itici faktörler nedeniyle yaşanmıştı. Yani geri dönenler, Irak’ı tercih ettiklerinden değil, artık Suriye’de barınmaları mümkün olmadığı için Irak’a gelmişlerdi. Irak’a dönüşün önemli bir nedeni, Suriyeli yetkililerin giderek artan sayılarda gelen Iraklıları caydırmak için 2007 
başında ikamet izinlerini zorlaştırması idi (Logan, 2008). Irak’a geri dönenlerin karşılaştıkları görece sakin ortam ise, eski mahallelerine gittiklerinde  karşılaştık ları, mezhep ayrışmasının konsolidasyonu pahasına gelmişti. Zira bazı 
bölgelerde şiddet olaylarının yavaşlaması etnik ve dini ayrışmanın tamamına erdiğinin bir göstergesi idi ve geri dönenlerin çoğunun eski evlerine yerleşmesi mümkün değildi. 

Eylül 2007’de, Lübnan’da da bir “gönüllü” dönüş operasyonu gerçekleştirildi. BMMYK’nın Iraklıların dönüşü için gerekli koşulların hazır olmadığını belirten raporuna rağmen, Irak büyükelçiliği, Lübnan hükümeti ve Uluslararası Göç Örgütü tarafından yürütülen operasyon 2008’de de devam ettirildi. Böylece, Iraklı sığınmacılar Lübnan’da geçici olarak kalma hakkından bile mahrum edildiler. 

Iraklıların geri dönüş ihtimallerine dair yapılan araştırmalar, pek çok Iraklının artık geri dönüş beklentisi kalmadığı göstermektedir. Bunda ülkede hâlâ istikrarın sağlanamaması kadar yirmi yıldır süren göç dalgaları sonucunda bazı toplulukların neredeyse tümüyle Irak’tan ayrılmış olmaları etkilidir. Irak’ta ailesi ve yakınları kalmayanlar için ülke dışına göç kaçınılmaz bir son olmaktadır. Bu tür kişiler için geri dönüş alternatifi de geçersizleşmektedir. İstanbul’da  BMMYK’ dan bir yetkiliyle yaptığımız görüşme de Irak’tan kaçanların geride bıraktığı kişilerin gün geçtikçe azaldığına işaret etmektedir: 

Kayıt sırasında akrabaların nerede olduğu soruyoruz. Eskiden[Irak’ta kalmış] pek çok akraba sayarlardı, biz sadece birinci dereceden yakınları yazardık. Şimdi aynı soruyu sorduğumuzda Irak’ta ya hiç akrabaları kalmadığını veya tek tük kaldığını görüyoruz. 

Geri dönüş açısından tetikleyici bir faktör olan birinci dereceden yakınların artık ülkede bulunmuyor olması, göçmenlerin akrabalarının daha önceden göç ettiği ülkelere göç etme niyetlerini de beslemektedir. Irak’ta özellikle azınlık topluluklarının alıntıda anlatıldığı gibi dağılıyor olması, ülkedeki güvenlik ve şiddete dair kaygıların son bulmadığını bir kez daha ortaya koymaktadır. 


***