1 Mart 2017 Çarşamba

TÜRKİYE NİN TERÖRLE MÜCADELE BAĞLAMINDA PKK TERÖRÜNÜN İNCELENMESİ BÖLÜM 1




 TÜRKİYE NİN TERÖRLE MÜCADELE KONSEPTİ  BAĞLAMINDA PKK TERÖRÜNÜN İNCELENMESİ, BÖLÜM 1 



Fatih AKTAŞ* 
Kütahya-2006 
T.C DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ 
*Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı 
(Yüksek Lisans Tezi) 
Danışman Yrd. Doç. Dr. Hasan DURAN *
Hazırlayan; Fatih Aktaş 
0391030103 
Kütahya – 2006 



KABUL VE ONAY 
Fatih AKTAS’ın Hazırladıgı “ Türkiye’nin Terörle Mücadele Konsepti Baglamında PKK Terörünün İncelenmesi  "Başlıklı Yüksek Lisans tez çalısması, Jüri tarafından lisansüstü yönetmeligin İlgili maddelerine göre degerlendirilip kabul edilmistir. 27/06/2006 

Tez Jürisi 
Yrd. Doç. Dr. Hasan DURAN (Danışman) 
Yrd. Doç. Dr. Fatih DEMİRCİ 
Yrd. Doç. Dr. Hüsamettin İNAÇ
Ahmet KARAASLAN 
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 


YEMİN METNİ ;
Yüksek Lisans/Doktora tezi olarak sundugum “ Türkiye’nin Terörle Mücadele Konsepti Baglamında PKK Terörü’nün " İncelenmesi adlı çalısmamın, tarafımdan 
bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düsecek bir yardıma basvurmaksızın yazıldıgını ve yararlandıgım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden olustugunu, bunlara atıf yapılar yararlanılmıs oldugunu belirtir ve bunu onurumla dogrularım. 

…./…../2006 

 Fatih AKTAŞ 
ÖZGEÇMİŞ 


8 Mayıs 1980 yılında Tokat’ın Turhal ilçesinde dünyaya geldi. Sırasıyla Atatürk İlk Okulu, Yeni Mahalle İlkögretim Okulu, Anadolu Otelcilik Ve Turizm Meslek Lisesini bitirdi. 1998 Yılında basladıgı Üniversite Lisans egitimini; Dumlupınar Üniversitesi, İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünde 2002 yılında tamamladı. 
2002 – 2003 Yılı Güz Döneminde Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans Egitimine basladı. 
2004 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlıgı’nın açmış oldugu Subaylık Nosyonu Ve Temel Askerlik Anlayısı Kazandırma Kursunu bitirerek Subay olarak nasp edildi. 
Ardından Piyade Okul Komutanlığı Subay Temel Kursunu bitirerek 1. Mekanize Piyade Tugay Komutanlıgı 2. Mekanize Piyade Taburu 5. Mekanize Piyade Bölügüne Takım Komutanı olarak atandı. Halen 5. Mekanize Piyade Bölügünde Takım Komutanlıgı görevini sürdürmektedir. 


ÖZET 


Terörizm, belli siyasal amaçlar gerçeklestirmek maksadıyla siddet kullanılmasını mesru gören bir anlayısın aracıdır. Kullanılan bu siddet, korkutma, yıldırma ve 
tedhiş hareketleri ile terörizm, bir amacı, bir düsünce sistemini, bir siyaset anlayısını veya bir yasam tarzını insanlara zorla, hayatları pahasına kabul ettirmeye çalısmaktadır. Terörizmdeki siddet bilinçli, sistematik ve belirli amaçlara yönelik olarak kullanılan siddettir. Bu siddet ve tedhiş hareketleri ile kamuoyuna bir takım mesajlar verilmeye çalısılmaktadır. Önemli olan gerçeklestirilen eylem degil, eylemin ne kadar ses getirecegi kamuoyunda ne kadar ses getirecegidir. 

Türkiye Cumhuriyeti, jeopolitik ve jeostratejik önemi, kıtalar arası geçiş noktasında olması, kriz bölgelerine olan yakınlıgı, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri ile dünyanın en önemli cografyalarından birisine sahiptir. Geçmiste bu cografyada, birçok uygarlık yasamıstır. Ama hiçbir uygarlık ve onu yaratan ulus, bu cografyada ebedi olarak baki kalamamıs, bekasını koruyamamıstır. Büyük uygarlıklar yaratmış birçok ulus, yeterli dinamikler yakalayamadıgı için Anadolu cografyasındaki tarih mezarlıgında yerini almıstır. Bu cografyanın tamamına oldukça uzun bir süredir sahip olabilen tek bir millet vardır. O da yüz yıllardır bu cografyada yasayan Türk Milletidir. 

Gerek dış tehdit unsurlarının ve gerekse iç tehdit unsurlarının önüne çıkardıgı tüm engelleri yıkmış ve bu güne kadar ayakta durmayı basarmıstır. 
Bunu da öncelikle iç istikrarını koruyarak ve dısarıya karsı da gerekli beka tedbirlerini alarak saglamıstır. 

Yaklasık yirmi yıllık bir süredir Türkiye’nin basına bir terör belası çıkmış ya da çıkartılmıs, Ülke kaos ortamına sürüklenmeye çalısılmıstır. Türkiye Cumhuriyeti 
Devleti, üzerinde yasadıgı bu önemli cografyanın bedeli olan bu terör belasını da büyük ölçüde yenmistir. Ancak mücadele halen sürmektedir ve uzun yıllar da 
siyasi, sosyal, kültürel ve askeri anlamda da sürecege benzemektedir. Çünkü daha öne de belirtildigi gibi bu önemli cografyada yasamanın bir bedeli vardır ve bu bedel her zaman, çesitli şekillerde ödettirilmeye çalısılacaktır. 

TEZ HAKKINDA 

Terör ve terörizmle ilgili literatürdeki tanımlamalar nelerdir? Türkiye’de terörün tarihsel gelisimi nasıldır? Bu baglamda Türkiye’deki terör hareketleri nasıl bir
gelisim süreci göstermistir? Bu sorular ısıgında Türkiye terörle mücadelede nasıl bir konsept uygulamalıdır?

ARASTIRMANIN AMACI

Bu arastırmanın amacı; Türkiye’deki mevcut etnik problemin kaynagının ve sebeplerinin ortaya konulması, sorunun bizi etkilemeyecek hale getirilmesi ve çözümüiçin neler yapılabilir ve ne gibi tedbirler gelistirilebilir sorularına cevap bulmaya çalısmaktır. Ayrıca Türkiye’nin terörle mücadelede sonuca ulasması için uygulamasıgereken esasları ortaya koymaktır.

ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ

Türkiye gibi, kendi iç dinamikleriyle, tarihi geçmisi ve çevre cografyalarda zengin kültür ve toplum bakiyesine sahip, potansiyel gelisme gücü fazla olan bir ülkenin
önünü kesmek maksadıyla, iç ve dıs mihraklar tarafından, çesitli senaryolar üretilmektedir. Bu senaryolarla ülke zayıflatılmaya çalısılmakta ve gelisimi
engellenmektedir.

Bu nedenle etnik grupların tahrikler sonucunda olusan yersiz talepleri bilim ısıgında analiz edilmeli, gerçekler ortaya koyulmalı ve Türkiye üzerine yazılan bölücüsenaryolar bosa çıkarılmalıdır. Bunun için gelismis ülkelerdeki çözümlemeler incelenmeli ve bu çözümlemeler Türkiye’ye uyarlanmalıdır.
Ülkemizin bölünmesi üzerine yazılan bütün senaryoların gerçek dısılıgını bilimsel olarak ortaya koymak esastır. Böylelikle terörle mücadelede belirli bir noktaya
gelinecek, Türkiye üzerine yazılan senaryolar bosa çıkartılacak ve etnik ayrımcılık son bulacaktır.

ARAŞTIRMADA HİPOTEZ 

Terörizm; belli siyasal amaçlara ulasmak için sistematik ve planlı olarak uygulanan tedhis, yıldırma ve siddet olaylarıdır. 

Türkiye bu baglamda son çeyrek yüzyılda PKK terörüne maruz kalmıstır. Terör; sosyo-ekonomik ve siyasi nedenlerin yanı sıra etnik, kültürel ve demografik 
problemlerden kaynaklanmaktadır. Bu problemin çözümü; kapsamlı ve etkin güvenlik tedbirlerine eslik eden demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlügü prensipleri çerçevesinde kucaklayıcı ve müsfik sosyal politikaların hayata geçirilmesiyle ancak mümkündür. 

ARAŞTIRMADA VARSAYIM 

1. Günümüzde terörizm, asimetrik bir mücadele alanı haline getirilerek güncel siyasetin bir aracı olarak kullanılmaktadır. 

2. Terör bir ülkenin iç dinamiklerinden kaynaklanabildigi gibi, dış siyasi konjonktür ve aktörlerin de etkilerinden de meydana gelmektedir. 

3. Günümüzde degisen “güvenlik” nasyonu dikkate alınarak terörün çözümünün askeri ve polisiye tedbirlere indirgenmemesi ve sosyo-politik ve psikolojik 
faktörlerin de analiz çerçevesine dahil edilmesi gerekmektedir. 

4. Makro anlamda terörün engellenebilmesi için, öncelikle uluslararası platformlarda terörün tanımı konusunda ortak bir uzlası noktası 
bulunmaktadır. 

ARAŞTIRMANIN SINIRLILIKLARI 

Arastırmada terör ve terörizmin kavramsal bir açıklaması yapılıp, konuyla ilgili tanımlamalar yapıldıktan sonra Türkiye’deki tüm terörist faaliyetler degil de 
daha çok PKK terör örgütünün faaliyetleri incelenmistir. Yani tüm bölücü terörist faaliyet gösteren örgütlerin tamamına deginilmemis, bunlardan kısaca 
bahsedilmis, PKK ve PKK terörü üzerinde yogunlasılmıstır. 

Arastırmadaki bir diger sınırlılıkta 1984 sonrası faaliyetlere önem verilmesidir. Türkiye cografyasındaki etnik ayrımcılıgı körükleme çabaları 1800’lü yıllara 
dayanmasına ragmen arastırmanın konusu bakımından tarihsel süreç 1984 ve sonrası ile sınırlandırılmıs, bu tarihten önceki dönem yüzeysel olarak ele alınmıstır. 

ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Arastırmada önce konuyla ilgili kavramlar okuyucuya aktarılmaya çalısılmıs özellikle birinci bölümde tanımlama yöntemi kullanılmıstır. Konu kavramsal olarakincelendikten sonra konunun tarihsel süreci incelenmis, bu bölümde açıklayıcı yöntem kullanılmıstır. Terörle mücadele konsepti ve çözüm önerileri bölümünde ise terörlemücadele metotları aktarılmaya çalısılmıs ve bu bölümde de açıklayıcı yöntem kullanılmıstır.
Arastırmada genel olarak konu özelden genele dogru incelenmistir. Terörün tanımından yola çıkılmıs ve Türkiye’de terör konusu incelenmistir. Bu nedenle
arastırmanın geneli için tüme varım yöntemi kullanılmıstır diyebiliriz.


TEZ METNİ. 
GİRİŞ


Türkiye cografyasında varlıgın sürekli kılınması istikrar saglamakla dogru orantılıdır. Süphesiz ki iç ve dıs mihraklar, bu cografyada istikrar istemeyecek ve onubozmak için her türlü çaba içinde olacaklardır. Anadolu topraklarında kalıcı olmanın basarılması için öncelikle içeride istikrarı saglanmalı, birlik bozulmamalı ve sonra dabirligin bozdurulmaması bilincinde olunmalı dır.Türkiye ile çıkar çatısmaları bulunan birçok ülke Türkiye karsıtıpolitikalara bir sekilde destek vermektedir. 
Bu ülkelerin bir çogu ile de uluslar arasıalanda ortaklıklar da mevcuttur. Buna ragmen bu ülkeler Türkiye’deki her türlü yıkıcıbölücümihrakı desteklemekten rahatsızlık duymamaktadırlar. Bu ülkelerin bundan böyle de aynı politikaları uygulayacakları ortadadır.
Türkiye’de gelinen noktada görülmektedir ki; 1984 yılında özellikle güney doguda baslatılan etnik kıskırtıcılık terör hareketlerine zemin hazırlamıstır.
Milyonlarca insan bu terör hareketlerinden etkilenmis, kimi canından, kimi malından, kimileri de topraklarından olmustur. 
Türk halkının gelinen bu noktada artık tahammülükalmamıstır. Ne var ki; Terörün tarihi gelisimi süzgecinde terör örgütleri artık, destekaldıkları devletler 
olmadan da faaliyet gösterebilecek duruma gelmislerdir.
PKK terör örgütü de bu örgütlerden bir tanesidir ve alınan tüm önlemlere ragmen kanlı faaliyetlerine devam etmektedir. Gerek PKK terör örgütünden ve gereksediger terör örgütlerinden Türkiye ve Türk halkı çok çekmistir.Anlasılan o dur ki gelinen bu noktada örgütün dag kadrosu büyük ölçüde yok edilmistir. Ancak mücadele artık sehirlere inmistir. Bu baglamda örgütün siyasallasma çabaları halen devam etmektedir.

Türkiye bir taraftan demokrasinin gereklerini yerine getirirken bir taraftanda terörizmle mücadelesini sürdürmektedir. Terörle mücadelede sonuca ulasmak
maksadıyla çok yönlü bir konsept gelistirilmesi gerekmektedir. Bu konsept bir taraftan demokrasiden taviz vermezken bir taraftan da terörle mücadele açısından her türlü önlemi alabilecek yetenege sahip olmalıdır.


BİRİNCİ BÖLÜM TERÖR KAVRAMI 


1.1. TERÖR VE TERÖRİZM 
1.1.1. Terörün Tanımı


Ülkeler teknolojik açıdan gelistikçe ve birbirlerine karsı tehdit unsurları arttıkça “psikolojik savas strateji”leri de gelismis çok karmasık bir hale gelmistir. Bu
baglamda artık günümüzde sıcak savaslar yerini artık soguk savaslara bırakmıstır. Soguk savasın en önemli unsurlarından bir tanesi de terördür. Literatürdebirçok terör tanımlaması olmasına ragmen üzerinde uzlasılmıs bir terör tanımı yoktur. Bununla birlikte uluslararası alanda da henüz üzerinde anlasılmıs bir terör tanımıyoktur. Bu nedenle uluslararası alanda da bu kavram için consensus saglanamamıstır.Terör kavramının Türkçe’deki karsılıgı “dehset”tir. Tabi terör kavramı beraberinde; “korkutma yıldırma” ve “tedhis”i de beraberinde getirmektedir. Terör sözcügü kelimenin etimolojik kökeninden de anlasılacagı gibi korkutma esaslı bir fiildir.Lâtince kökenli “terrere” sözcügü, korkudan titretmek, dehsete düsürmek anlamına gelmektedir.1

Terör tanım olarak; insanları yıldırmak, sindirmek yoluyla onlara belli düsünce ve davranısları benimsetmek için zor kullanma ya da tehdit etme eylemidir.2
12.04.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ise terörü siddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni degistirmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlügünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyeti’nin varlıgını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa ugratmak veya yıkmak veya ele geçirmek temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç veya dıs güvenligini, kamu düzeni veya genel saglıgı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kisiveya kisiler tarafından girisilecek her türlü eylemler olarak tanımlanmış tır.

Ülkemizi gerek maddi gerekse manevi yönden etkileyen, yasa dısı örgütlerin gerçeklestirdigi terör faaliyetlerini, kanun tanımından da anlasıldıgı gibi oldukça genis sekilde ele almıstır.
Ancak burada yapılan tanımlama terör olusumunu vurgulasa da, vurgulamak istenen aslında terörizmdir. Çünkü asagıda da açıklamaya çalısacagımız terörizm
kavramı, dehset ve siddet olgularının birlesiminden olusan, otoriteyi yıkmaya yönelik olan içerisinde siyasal unsurlar bulunduran eylemlerin bütünüdür.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisinde terör; Bir gücü bir iktidarızorla kabul ettirmek amacıyla sistemli bir biçimde siddet kullanma, yıldırma, tehdit
olarak tanımlanmaktadır.3

Görüldügü gibi terör olgusu çok degisik sekillerde tanımlanmasına karsın,hiçbir tanım terör olgusunu tam olarak açıklayamamaktadır. Bunun temelinde de terör
örgütlerinin amaçları açısından benzerlikler olmasına ragmen yapıları açısından farklılıklar olması yatmaktadır. Yani sonuç olarak ortak bir terör tanımı yapmak zordur. Terör, kelime olarak birçok anlam içerse de belirli unsurlar üzerinde anlamı yogunlasmıstır. Schmid ve Jorgman adlı yazarlar da 190 adet terör tanımı yayınlamıslardır. 

Bu tanımlarda geçen önemli vurgular sunlardır4: 

Olay ve Güç % 83.5, 
Siyasi "çerik % 65, 
Endise ve Sindirme % 51, 
Psikolojik Etki % 41.5.

Terörün tanımının zorlugu daha ziyade terör ve terörizm kelimelerinin siyasî amaçlarla kullanılmasından ileri gelmektedir. Terör konusunda ülkeden ülkeye degisen tanımlamalar oldugu gibi aynı ülkenin içinde, hatta devletin degisik kurumları içinde de anlayıs farkları bulunmaktadır. Onun için terörü tanımlamak gerçekten zordur.

Terörle mücadelede terörizmin tanımlanmasının hayatî önem teskil etmektedir. Disiplindeki genel kanı da budur. Terörün tanımı yapılmadan terörle
mücadelede herhangi bir adım atılamayacagı ortadadır. Disiplinde ve uluslararası örgütler düzeyinde devletler arasında da bu konuda herhangi bir uzlasma yoktur. Dolayısıyla teorideki bu farklılık aynı zamanda pratige de yansımaktadır.

1.1.2. Terörizm

Terörizm kelimesi ilk defa Fransız "htilali sırasında Jakobenler tarafından siyasal ve sosyal eylemlerini tanımlamak üzere olumlu anlamda kullanılmıstır. Daha
sonra bugün algıladıgımız olumsuz eylemleri kapsayan anlamı yüklenmistir.5 Bu terim Fransız devriminin baslangıç yıllarında Fransız devrimci devlet adamı Maximilen Robespierre’nin 1785 -1794 Terör Devrinde ortaya çıkmıstır.6 “Terörizm“ kaçırmadan cinayete kadar uzanan ve amacı sindirme olan
siddet eylemlerine verilen addır.7 Ancak terörizm kavramı da sosyal bilimler literatüründe ve uluslararası alanda ortak tanıma ulasılamamıs bir kavramdır.8

Terörizm kavramı, daha çok terör durumunun ortaya çıkarılmasını amaçlayan stratejiyi ifade eder. Terörizm; Siyasal nitelikli amaçlara ulasmak için
kullanılan ve psikolojik yani agır basan bir savas biçimi; siyasal süreci etkilemeyi amaçlayan siddet eylemleri, olarak tanımlanabilir.9
“Terörizm Siyasal sonuçlara ulasmak için hükümetlere karsı korku yaratarak, hükümetlerin davranıs ve tutumlarını degistirmek düsüncesiyle siddetin
sistematik olarak kullanılmasıdır.”10seklinde tanımlanan terörizm, bir toplumun degerlerine, normlarına, menfaatlerine, beklentilerine, varlıgına, bütünlügüne ve
bütünlügün devamına ters düsen, masum insanların öldürülmesine varıncaya kadar, topluma zarar veren çesitli faaliyetleri içine alan; ilgili toplumda devletin güç ve otoritesini zaafa ugratarak o toplumu içten içe çökertme hedefine yönelik sosyal sapma davranıslarıdır.11

Literatürdeki terörizm tanımlarının bazıları asagıdaki gibidir; 12Bir organize grup ya da partinin amaçlarını, siddetin sistematik kullanımı yoluyla elde ettigi yöntem ya da teoriye iliskin bir terimdir.

Siyasi amaçlara yönelik olarak, siddetin kullanım tehdidi ya da kullanımıdır.

Siddet tehdidi ya da kullanımını kapsayan, normal olmayan araçlarla siyasi davranısı etkilemeye yönelik sembolik bir eylemdir.
Siyasal amaçlar için korkunun sistematik kullanımıdır. Baskalarının varlıgına yönelik siddettir.

Siyasal amaçlar için güdülenmis Şiddettir.

Hollandalı siyaset bilimci Alex P. Schmid, terörizmin 140 ayrı tanımını saptamıstır. Bu tanımlamalar içerisinde, 22 ortak nitelikli ve 20 ortak amaç veya islevinbulundugunu belirtmektedir. Tanımlamalarda en çok karsılasılan bes unsuru su sekilde belirtebiliriz;13 Siddet veya zor kullanımı, bir siyasal amaç güdülmesi, dehset veyakorku salma, tehdit ve son olarak toplumda uyandırılan psikolojik etki veya üçüncü kisilerden beklenen yaygın tepki (teröristler ve kurbanlar dısında). En çok sözü edilen amaç ve iliskiler ise söyledir;14 

a) Halkı veya hedef bir toplulugu korkutmak, dehsete düsürmek ve yerlesik otoriteyi tahrip etmek. 

b) Devlet otoritesinin terörist ile masum kitle arasında ayrım yapmadan baskı yöntemlerine basvurmasını saglamak. 

c) Otoriteye veya düzene karsı olan güçleri harekete geçirmek. Yerlesik otoritenin güçlerini ve kurumlarını etkisizlestirmek, islevsiz kılmak. 

d) Kamuoyunu olumlu (kendi lehine) veya olumsuz (düzene karsı) yönde etkilemek, yönlendirmek. 

e) Siyasal güç odaklarını ele geçirmek ve/veya var olan yönetimi devirmek.


Yonah ALEXANDER ise çagdas terörizmin bes temel karakteristigi olarak sunları saymaktadır15 : 

a) Yeni teknoloji, tehdit ve tepki anlamında yeni bir siddet birimidir. 

b) Uluslararası arenada kargasa ve düzensizlik yaratmak için çesitli vasıtalarla eylem gerçeklestirme, politik, ideolojik, sosyal, ekonomik, stratejik spektrumda
mücadele etmek gereklidir. 

c) Terörizm toplum için bir dizi tehdit olusturur.  En ciddi tehlike belki de            bireylerin güvenligi ve esenligi ile ilgilidir. 

d) Çagdas teröristler terörizme destek veren ülkelerle ilgilidirler. Küçük gruplar, devletlerin dogrudan ve dolaylı destegi ile siyasal siddet ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde yönlendirilebilirler. Sonuçta uluslararası güç dengesini etkileyebilir ve degistirebilirler. 

e) Özgür dünyanın hükümetleri ve insanları modern terörizmin dogasını, sahasını ve yogunlugunu degerlendirememe hatasına düsmüslerdir.

İşte yapılan bu ortak tanımlamalar, unsurlar ve islevlerden de anlasılacagı gibi terörizm; baskıya, tedhise, yıldırmaya, korkuya veya korkutmaya yada bu
eylemlerin tamamına maruz kalan bir halk kitlesine yada topyekün bir devlete karsı yapılan, bir grubun veya yine bir devletin “yasadısı stratejik” amaçlarını
gerçeklestirmek üzere yaptıgı eylemlere verilen addır. Daha genel bir sekilde ifade edecek olursak “Terörizm, siyasi amaçlara varmak için sivillere karsı planlı olarak kullanılan siddettir.”16

Terörizm siyasal siddetin bir türüdür. Bunu belirleyen bazı karakteristik unsurlar da mevcuttur. Bunları ortaya koymaya çalısacak olursak; Terörizm sözcügünü
de terörden ayırmak gerekmektedir, onun için daha önce de belirtildigi gibi terörden baslamak gereklidir. Terör, çok degisik sekillere sahip bir siddet biçimidir. Sadece siyasal nitelikte olan terör ile ilgilenilecek olursa, bu çerçevede terörist, yani teröre basvuran kimse siyasal bir saik ile harekete geçen ve siddeti araç olarak kullanan, siddete basvuran (meselâ birisini öldüren) kimsedir. Ama yapmak istedigi sey aslında gerçekten öldürdügü ya da üzerinde siddet uygula dıgı kisiyi öldürmek degildir. Onun ötesinde masum olan kurbanını öldürerek etki yaratmak, propaganda yapmaktır. Bu baglamda terörizm kavramı, terör yöntemlerinin siyasi bir amaçla örgütlü, sistemli ve sürekli bir sekilde kullanılmasını benimseyen bir strateji olarak terör kavramından da ayrılmaktadır.17

Siyasal terörde, terör fiiline basvuran kisi, siyasal bir saik ile siyasal bir dürtü ile harekete geçer, araç olarak siddeti kullanır ve suçun ilk plânda ortaya çıkan
neticelerinin ötesinde etki yaratmak ister. Bu çerçeve terörizmin bir sembolik fiil olarak tanımlanmasına imkan vermektedir. Terörizm dogrudan dogruya fiilin dogurdugu sonuçlar itibarıyla degil ama fiilin yarattıgı etki itibarıyla karakteristik bir nitelik kazanmaktadır. Bu özellik terörizmi diger siyasal siddet biçimlerinden de ayırmaktadır.
Örnegin, savas ve terörizm konusu birlikte degerlendirildiginde, savasın düsmanı imha etmeye ya da en azından kontrol etmeye yönelik bir siddet biçimi oldugu söylenebilir.
Buna karsılık terörizmde dogrudan dogruya düsmanı imha etmek, hedefi ortadan kaldırmak amaç degildir. "lk plânda elde edilecek neticenin ötesinde bir etki yaratmak ön plâna çıkmaktadır. Yani terörizm de savas ve diplomasi ile kazanılamayan sonuçları elde etmek, korkutmak, yıldırmak ve itaat ettirmek maksadıyla bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye dayanılarak terör ve siddetin sistemli ve hesaplı olarak kullanılması mevcuttur18

Bu çerçevede terörizmi ahlâk dısı yapan, hukukun dısına iten çok önemli bir nokta bulunmaktadır. Ona da isaret etmek gerekmektedir. Kurban tamamıyla
masumdur. Degisik terör stratejileri içinde kurbanın niteliginin de önem tasıdıgı durumlar vardır ancak prensip olarak esas itibarıyla kurban tamamıyla masumdur.19

Televizyonlarda kadınların, yaslıların, çocukların öldürüldügünü görüyoruz ve aklımıza hemen su soru geliyor: Bunlardan, bu masum kisilerden ne istediler? Gerçekte onlardan istenen herhangi bir sey yoktur. Terörist, çogu zaman kurbanını da tanımamaktadır.

Yapmak istedigi, etki yaratmaktır. Bu sebeple de suçunu olabildigince herkesin görebilecegi sekilde islemeye çalısmaktadır. Eger mümkünse basın yayın organlarının önünde, medyanın önünde bunu yaparak suçu olabildigince fazla kisinin önünde ortaya koymaya çalısmaktır. Çünkü asıl yapılmak istenen sey onları korkutarak bir etki yaratmaktır.

Kurban ile fail arasında iliskinin olmaması, kurbanın her zaman masum olması terörizm ile mücadelede önemli bir sorun ortaya çıkarmaktadır. "kisi arasında
iliski olmadıgı için herkes her yerde kurban olabilmektedir. Kimin nerede, ne zaman öldürülecegi konusu bilinemeyecegi için devletin bu konudaki mücadelesi de oldukça zor bir hâl almaktadır. Öte yandan terörizm kitlelere yönelik hedef gözetmeyen siddet eylemleriyle, toplumun güven duygusunu da ortadan kaldırmaya çalısmaktadır.20

Daha önce de belirtildigi gibi; Bir siyasî fikri iktidara getirmek, onu hâkim kılmak veyahut da iktidardaki varlıgını sürdürmek için terörün bir strateji olarak
kullanılmasına da terörizm denilmektedir. Bu strateji hemen hemen her zaman ulusal sınırları asmakta, ulusal sınırların dısına çıkmaktadır. Failin kimligi, kurbanın  kimligi ve bunu plânlayanların kimlikleri nedeniyle ya da fiilin islendigi yer sebebiyle, her zaman bir boyutuyla terörizm ulusal sınırların dısına tasmakta ve  uluslararası bir boyut kazanmaktadır. Uluslararası ortamda terörizmin yer alması terörizmle mücadeleyi daha da zor hâle getirmektedir. Çünkü o meshur ikilem burada da karsımıza çıkmaktadır. 

Bir taraf için terörist olan, diger taraf için özgürlük savasçısıdır. Bu her zaman böyle olmustur. Bütün dünya devletleri tarafından terörizmin ortak bir tanımının
yapılamaması, bu sorunu yasatmaktadır. Bu ise çözüm bulabilmek bir ortak tanıma ulasabilmek kolay görünmemektedir. Bu kaçınılmaz çeliskiyi hafifletebilmek objektif, tutarlı bir tanımlama ve anlamlandırma yapılmadan mümkün gözükmemektedir.21

Terörizme karsı verilen mücadele, soguk savasın bir devamıdır seklinde ifade edebilir. Söyle ki; baska bir ülkeyle sorunu olan X ülkesi, sorununu daha ucuz bir
sekilde terörizmle çözmeye veya diger ülkeyi baskı altında tutmaya çalısabilir. Bunu masayla tutmaya da benzetmek mümkündür. Yani X ülkesi, diger ülkeyle savası göze alamadıgı için, diger ülkedeki terör örgütlerini destekleyerek büyük zararlar vermesine katkıda bulunabilmektedir. Bu baglamda terör örgütleri bir yandan devlet otoritelerini yönlendirme ve bazı davranıslara sevk etme amacıyla gelistirilen bir silah olarak kullanılırken, diger yandan da aslında bagımsız aktörler olarak uluslar arası siyaset sahnesine girmektedirler.22

Terör örgütleri, kitleleri korku içerisinde baskı altına alarak, amaçları dogrultusunda siyasi sonuçlar elde etmek üzere, terörizmi mücadelelerinin bir aracı olarak kullanmaktadırlar.

Yukarıdaki tanımlamalara bire bir uyusan eylemleri Türkiye’de gerçeklestiren PKK terör örgütü, gerilla olarak yaptıkları eylemleri bir bagımsızlık
mücadelesi olarak tanımlamaktadır. Örgütün Türkiye’de gerçeklestirdigi eylemler zaten bir kurtulus mücadelesi olamayacagından hemen burada terörist 
gerilla ayrımını da yapmanın, terörizm kavramının açıklanmasında katkısı olacaktır.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***



Mısır Baharı’nın Sonu ve Türk Dış Politikasına Tehditleri



Mısır Baharı’nın Sonu ve Türk Dış Politikasına Tehditleri 

Alper Y. DEDE 

Özet 

Arap Baharı’ndan önce Ortadoğu’da demokratikleşme istisnai bir durum olarak görülmekteydi (Arap İstisnailiği). Fakat Arap Baharı’yla bölgede demokratik leşmeyle ilgili bir umut ışığı doğdu. Bununla beraber, Arap Baharı’nın başlamasından yaklaşık ikibuçuk yıl sonra, Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı siyasiiyimserlik yerini kötümserliğe bırakmaya başladı. Arap ülkelerindeki siyasi değişimlerin hızı, demokratik taleplerin önüne çıkan engeller yüzünden yavaşlamaya başladı. 



Bu engeller yüzünden başlangıçtaki iyimser hava yerini şüpheciliğe, zamanla da kötümserliğe terketti. Mısır’da meydana gelen darbe ve darbe yönetiminin 
sokaklarda halkı katletmesi de bu kötümser havaya ciddi katkıda bulundu. Bu çalışma birbirini tamamlayan iki ayrı kısımdan meydana gelmektedir. Birinci kısım Arap Baharı perspektifinden Mursi’yiiktidardan düşüren askeri darbeyi, Mısır’da demokrasinin geleceğinin nasıl bir çizgi izleyeceğini ve askeriye 
ile İhvan’ın bu süreçte kendilerini nasıl konumlandıracağını inceleyecektir. İkinci kısım ise Türk modeli tartışmaları ekseninde darbenin Türk dış politikasını nasıl etkilediğini ve darbenin Türk medyası ve Türk dış politika aktörleri tarafından nasıl algılandığını inceleyecektir. Sonuç bölümü her kısmı birbirine bağlayarak konu hakkında genel bir değerlendirme yapacaktır. 

Yaşanan gergin günler ve alınan kararlar sonucu Türkiye Mısır ilişkisinde ne gibi gelişmeler olacak. Mısır üzerine çalışmalar yapan sosyal bilimciler Arap Baharına kadar Mısır’da sosyal ve siyasi değişimin kademeli olarak gerçekleşeceğini öngörmüşlerdi.

Yani, Mısır kademeli olarak uzun vadede ekonomik gelişme ve demokratikleşme alanlarında kazanımlar elde edecek, uzun vadede kronik problemlerini çözme yoluna gidebilecekti. Zirve Üniversitesi Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alper Y. Dede, bu tür görüşlerin geçerli olmadığını yaşanan Arap Baharının göstermiş olduğunu ifade etti. Mısır ordusu yönetimi geçtiğimiz haftalarda ele geçirdi. Mısır’ın demokratik seçimlerle iş başına gelen ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mürsi ordu tarafından makamından indirilerek ev hapsine konuldu. Mürsi’nin taraftarları da Rabiatül Adeviyye meydanı ve çevresinde toplanarak Mürsi’nin salıverilmesi için gösteri yapıyorlar.

Çıkan olaylarda elliden fazla Mürsi taraftarı askerlerin açtığı ateşle öldürüldü. Bütün bu gelişmeler aklımıza Mısır ordusunun gücünün nereden geldiği sorusunu getiriyor. Zirve Üniversitesi Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alper Y. Dede, yaşanan bu gergin günler sonucunda Türkiye Mısır ilişkisinin nereye gittiğini yorumladı. “Demokrasiyle iş başına gelen rejimlerin yerine yine demokrasi ile iş başına gelen yönetimler geçmelidir” Hiçbir darbe eğer hangi sebeple yapılmış olursa olsun mazur gösterilebilecek bir iş değildir diyen Yrd. Doç. Dr. Alper Y. Dede, “Demokrasiyle iş başına gelen rejimlerin yerine yine demokrasi ile iş başına gelen yönetimler geçmelidir. Diğer bir deyişle, sandığın getirdiğini sandık götürmelidir.

Başta Amerika olmak üzere bölge üzerinde etkin rol oynayan dış aktörler Mısır darbesini eleştirmek bir yana, darbeye darbe bile diyememektedirler.”dedi. Sanılanın aksine Amerika’nın prensiplere dayanan değil, pragmatik bir dış politikası olduğunu ve Amerikan yönetimi, herhangi bir ülkede yönetimin demokratik olup olmamasından ziyade, o yönetimin Amerika ile uyum içinde çalışıp çalışamayacağına bakacağını belirten Dede, bu noktada Amerikan dış siyaseti hayli pragmatisttir; prensipler veya ilkeler noktasında hareket eden bir yaklaşımdan ziyade Amerikan çıkarlarını destekleyen bir çizgi izlemekte olduğunu belirten Dede şunları dile getirdi; “ Bu noktada Amerikan yönetiminin Mürsi’nin gitmesine ses çıkarmaması ve darbeyi destekleyici bir dil kullanmasının altında bu sebep yatmaktadır.

Kısa vadede soğuk ve mesafeli bir ilişki Krizin başından bu yana Türk Dışişleri Bakanlığı ve Sayın Başbakan Mısır’daki darbeye karşı beyanatlar vermişlerdir. Batı’nın tutarsızlığına da vurgu yapan Sayın Başbakan Mısır’da yaşanan olayları tasvip etmenin mümkün olmadığını, ülkeyi yönetme hakkının demokrasi ile seçilen Mürsi’ye ait olduğunu defalarca vurgulamıştır. Yrd. Doç. Dr. Alper Y. Dede, bu noktada Mısır’ın yeni yönetimi ile Türkiye’nin ilişkilerinin kısa vadede soğuk ve mesafeli olacağını ifade etti. Dede, “Uluslararası camianın bu noktada yeterli tepkiyi göstermemesi ve Mısır’da demokrasi ile iş başına gelin Mürsi yönetiminin gidişi karşısında sessiz kalması Türk hükümetini ve halkını hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu cihetle de yaşanan mevcut hayal kırıklığı kısa vadede Türk-Mısır ilişkilerine de yansıyacaktır.”dedi.


**

Barış Süreci ve Kürt Meselesi’nde Kimlik ve Dış Politika




Barış Süreci ve Kürt Meselesi’nde Kimlik ve Dış Politika,





Barış Süreci ve Kürt Meselesi’nde Kimlik ve Dış Politika: Riskler ve Fırsatlar 
Murat SOMER 




Barış Süreci ile Türkiye, çatışmaların çözümünde kritik önem taşıyan, terörle özdeşleşmiş olan “karşı tarafla” konuşmanın psikolojik engelini en azından şu anda aşmış gözükmektedir. 

Devletler sınırlarını ve iç barışlarını bir yandan kimlik ve vatandaşlık alanında bir yandan da dış politikada doğru politikalarla koruyabilirler. 
Türkiye’nin de Kürt meselesine bu şekilde bakması gerekiyor. Önümüzdeki dönem bu konuda Türkiye için hem fırsatlar hem de büyük riskler içeriyor. Türkiye’nin içeride Barış Süreci’ni başarıyla sonuçlandırması ve gerçek bir demokratikleşmeyle1 yani devletin toplumdan ve bireyden üstün olmadığı ve devleti temsil edenlerin vatandaşlarına ve insan hayatına her durumda azami saygı gösterdiği bir rejimin oluşmasıyla- Kürt meselesinin kısa dönemde çözülemeyecek yönlerinin normal demokratik siyaset yöntemleriyle tartışıldığı bir noktaya gelmesi gerekiyor. Bu kolay bir iş değil tabii ve ben bu denemede sadece meselenin milli kimlikle ilgili olan, yeterince vurgulanmadığını düşündüğüm bazı yönlerini ve dış politikayla bağlantısını tartışacağım. 

Dış politikada da, son yıllardaki kazanımları pekiştirerek, bölgede güçlenmekte olan Kürtlerin potansiyel tehdit değil güvenilir ve kalıcı müttefik olduğu bir noktaya gelinmesi gerekiyor. Bunu yaparken ise Türkiye’nin Kürtler için özel bir statü savunmaması, yani Irak ve Suriye’nin iç siyasetine müdahil olma konumuna düşmemesi ve Araplar’ı dışlamaması gerekiyor. İç ve dış politikada bu iki hedefe ulaşılırsa Kürtler bölgede ve Türkiye’de bir demokratikleşme, istikrar ve kalkınma unsuru olabilirler. Ama bu iki hedeften birinde veya her ikisinde başarısız olunursa o zaman Türkiye’nin bütünlüğünü ve iç barışını da tehdit eden gelişmeler olabilir. 

Kimlikler ve Krizler 




BARIŞ GETİRMEYEN BARIŞ GRUPLARI

Göreceli olarak “başarılı” ve istikrarlı devletler, vatandaşlarının gönüllü katılımı ve aidiyet duygusu sayesinde bu özelliklerini sürdürürler. 

Bir ülkenin insanları neden kendilerini aynı milletin üyeleri olarak görürler? Bu durum ne zaman bozulabilir? Bu soruların tek ve kolay bir yanıtı yoktur. Ulus kavramı üzerine klasikleşmiş argümanlardan birini üreten Ernest Renan’a göre, milli kimlikler her gün tekrarlanan plebisitlerle, yani referandumlarla yeniden üretilirler. Yani, milli kimliğimizi onaylayan her davranışımız hatta hissiyatımız ile o kimliğin devamı için bir oy vermiş ve yeniden üretimine katkıda bulunmuş oluruz. Hem kendimiz için hem de duygu ve düşüncelerimizin ulaştığı başka insanlar için. Bu “oylar” olumlu ve dostane olduğu gibi (örneğin milli bir maçta destekleyici tezahürat yapmak veya ülke üzerindeki yeni bir eserden gurur 
duymak) olumsuz yani dışlayıcı ve hasmane de (örneğin karşı takım aleyhine ırkçı tezahürat yapmak veya bir başka milletin varlıklarını yok saymak ve zarar vermek) olabilir.2 Bu oylar azaldıkça milli kimlikler de zayıflar. 

Renan’ın argümanı milli kimliklerin dışa vurum ve onaylanma süreçleriyle ilgili önemli ipuçları verir. Ama bu kimliklerin nasıl oluştuğunu ve içeriklerinin ne zaman radikal değişimlerden geçtiğini açıklayamaz. 

Doğrusu, milli kimlikler günlük referandumlarla değil, toplumların çıkarlarında ve dünyayı algılayış biçimlerinde derin krizlere yol açan tarihsel dönemeçlerdeki “olaylar” sonucu biçimlenirler.3 

Hepimizin hayatında kimlik duygumuzu etkileyen, kim olduğumuzu şekillendiren olaylar vardır. Bazen öyle bir şey yaşarız ki o “andan” sonra artık bir şeyler değişmiştir. İstesek de aynı kişi olamayız ve geriye dönemeyiz. Kim olduğumuza dair algımızda ve aidiyet duygumuzda kalıcı bir kayma gerçekleşmiştir. Milli kimlikler açısından da böyle zamanlar vardır. Bazen yeni bir kimlik ortaya çıkar, bazen mevcut bir kimliğin önemi ve içeriği temelden değişir. Soğuk Savaş sonrası Doğu Avrupa ülkeleri bu tür krizlerden geçti ve milyonlarca insanın milli kimlik algısı kısa zamanda temelden değişti. “Yugoslavlık” gibi bazı milli kimlikler ise tamamen tarihe karıştı. Bu kimlik kaymalarının dünya düzenini etkileyen 
kalıcı sonuçları oldu. 

Barış süreci başarısız olursa ve dış ilişkilerde kriz ve çatışma içeren gerilimler olursa, Türkiye’nin böyle bir dönemden geçmesi ve hem Türkler hem de Kürtler arasında benzer kimlik kaymalarının olması riski var mı? 

David Laitin, Mark Beissinger ve Timur Kuran gibi birçok önemli sosyal bilimci farklı perspektiflerden bu tür kaymalara dikkat çekmiştir ve açıklamaya çalışmıştır.4 Bu tür kaymalar siyasette ve toplumsal hayatta makbul olanın dönüşüm içinde olduğu, sosyal, siyasal ve ekonomik çıkarlardaki değişimlerin belli bir eşik noktasına yaklaştığı dönemlerde beklenir. Böyle zamanlarda, toplumsal krizler ve iç ve dış konjonktürdeki değişimler, kişilerin kendi kimlik ve bağlılıklarını algılayış biçimlerinde, deneyimli gözlemcileri bile şaşırtacak kadar ani ve radikal kaymalara yol açabilir. 

Zorluk, hangi sosyal ve siyasal şartların ve kimlik tanımlarının bu tür kaymaları daha olası hale getirdiğini anlamakta yatıyor. Bu da hem teorik hem ampirik çalışma gerektirmektedir. 

Ben kendi geçmiş çalışmalarımda, ülkeleri toplum içindeki, istikrarlarını tehdit edebilecek kimlik ve aidiyet kaymalarına karşı koruyacak iki önemli etken olduğunu öne sürmüştüm. Birincisi bölgesel kimlikler ile ülke genelinde geçerli ortak kimliklerin eşit ve uyumlu bir ilişki içinde olduğu “uyumlu imajın” toplumda ve siyasette yaygın olması. İkincisiyse siyasal aktörlerin çıkarlarının da bu uyumlu imajı desteklemeye uygun olması-ki bu da çıkarları bu yönde şekillendirecek siyasal hakların ve dış politikaların uygulanmasını gerektirir. Siyasal aktörlerin uyumlu imajın karşıtı olarak tanımlanabilecek “rakip imajı” desteklediği durumlarda ise toplum kutuplaşmaya ve ortak aidiyetlerin hızla aşınacağı krizlere açık hale gelir.5 

Bahsettiğimiz türden kaymaları ise iki risk faktörünün olası hale getirdiğini savunmuştum. (I) Eğer kamusal alanda ifade edilmesi uzun süre bastırılmış olan bir kimlik söz konusuysa. (II) Bu kimlik, toplumdaki benzer kimliklerin rakibi olarak görüldüğü (“rakip imaj”) oranda; yani toplumsal algı nezdinde aynı insan tarafından bu kimliklerle beraber benimsenemeyeceği düşünüldüğü oranda.6 

2004 yılında yayınlanan bir makalemde bu konuyu Kürt meselesi bağlamında analiz etmiştim ve gerek iç siyasette gerek de dış ilişkilerde olumlu ve olumsuz senaryoları tartışmış ve politika önerilerinde bulunmuştum.7 Türkiye’de, yukarıda bahsettiğim birinci risk faktörünün geçerli olduğunu ve olumsuz senaryoların önünü kesmek için, Kürt kimliğinin rakip imajı yerine “uyumlu imajının” güçlendirilmesinin önemini vurgulamıştım. 

Yani bu kimliğin kişilerin kendi tercihlerine bağlı olarak Türklük, Türkiyelilik veya Türkiye vatandaşlığı gibi ortak kimliklerle aynı anda benimsenebilecek bir kimlik olmasının. 

Bu imajın güçlenmesi için yapılması gerekenler vardı. Her şeyden önce özellikle devletin ve medyanın kullandığı dilde Kürt kimliğinin ortak kimliklerle birbirinin karşıtı yani “rakip” değil uyumlu olan imajının hakim kılınması önemliydi. Uyumlu imaja uygun bir söylemin üretilmesi, hukukta ve siyasette kullanılması gerekiyordu.8 

Bunun yanında Türkiye’nin -PKK ile çatışmaların 1999’da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra göreceli durmuş olduğu o dönemde-acilen bazı reformları ve politikaları uygulamaya koyması gerekiyordu. Bu politikalar siyasal haklar, dış politika ve kimlik üzerineydi. 

Aksi halde orta vadede ve iç ve dış konjonktüre bağlı olarak, Kürt ve Türk kimliklerinin algılanış biçimi bölgesel istikrarsızlığa yol açabilecek hızlı 
ve radikal kaymalara açık hale gelebilirdi. 

İç politikada o zamanki görece barış ortamından yararlanarak özellikle dil ve kültür alanındaki reformlarla ve seçim barajının düşürülmesi gibi demokratik leşme adımlarıyla Kürt siyasetinin normalleşmesini sağlamak gerekiyordu. Dış politikada ise Türkiye’nin Iraklı Kürtler’i ve onların kazanımlarını bir tehdit olarak görmekten vazgeçmesi ve bir Kürt yönetiminin oluşumu olarak tanımlanan kırmızı çizgisini değiştirmesi gerekiyordu. Bunun yerine kırmızı çizgisini Türkiye’ye düşman bir yönetimin ortaya çıkması olarak belirlemeliydi. Dost bir yönetimin kurulması için de enerji ve benzeri alanlardaki yatırımlarla karşılıklı bağımlılığa dayalı ve güven yaratıcı ilişkiler geliştirmeliydi. 

O makalede incelediğim kimlikle ilgili temel ikilem Kürt meselesinin temel düğümü olmaya devam ediyor. 

Türkiye’deki Kürt meselesinin dış güvenlik ve siyasal ve ekonomik kaynakların paylaşımı gibi dünyadaki başka etnik meselelerde ve Irak, İran ve Suriye’deki Kürt meselelerinde de mevcut olan birçok boyutu var. Ancak Türkiye’deki meselenin benzer örneklerde çok daha az görülen en ayırt edici özelliği kimlik ikilemi. 

2004’ten beri Türkiye’nin bu bahsettiğim koşulların bazılarında olumlu gelişmeler sağladığını bazılarında ise durumun daha karışık olduğunu görüyoruz. Bunlara bakarak hem bugünkü açılımın nasıl mümkün olduğunu hem de önümüzdeki riskleri daha iyi anlayabiliriz. 

Her şeyden önce artık Kürt kimliğinin kamusal alanda bastırılması yani yukarıdaki I’inci koşul geçerli değil. Ama II’nci koşul hala geçerli. Bu 
koşulu ortadan kaldırmak için iki ikilemi aynı anda çözmek gerekiyor. 

Kürt Meselesi’ndeki İkiz Kimlik İkilemi 

Kürt meselesinin kimlik boyutu genelde ya sadece Kürt kimliğinin tanınması ya da üst kimlik olarak tanımlanan Türk kimliğinin korunması bağlamında tartışılıyor. Bu eksik ve yanıltıcı bir tartışma. Türkiye’nin iki toplumsal ihtiyacı ve beklentiyi aynı zamanda gözetmesi gerekiyor. 

Birincisi Kürt kimliği meselesi: Kürtlerin kendi kimliklerinin toplumsal ve siyasal yaşamda özgürce yaşanabildiğini, makbul ve eşit bir kimlik olarak kabul gördüğünü ve güvencede olduğunu hissetmek ihtiyacı. İkincisiyse ortak kimlik9 ve Türk kimliği meselesi: Kürt kimliği tanınırken Türkiye’deki ortak kimliklerin zayıflamaması ve Türklerin de kendi kimliklerinin aşınmasından endişe duymamaları. Bu iki ihtiyaç ve toplumsal talep arasında biri diğerinden daha öncelikli şeklinde bir hiyerarşi ilişkisi kurmamak gerekiyor. Aynı anda her ikisine aynı derecede değer vermek gerekiyor. Yani kazan-kaybet şeklinde algılanan bir durumu kazan-kazan durumuna dönüştürmek gerekiyor. 

Bunu yapmak neden kolay değil? Türklerin önemli bir kısmı kendi kimliklerini etnisite-üstü ve devletin de kimliğini oluşturan milli bir kimlik olarak görüyor. Kürtler ise “alt kimlik” olarak tanınmak istemiyor çünkü bu onlar için eşit olmamak anlamına geliyor. Türklerin birçoğu, anayasada ve devletin diğer temel belge ve sembollerinde Türk kavramının geçmesini kazanılmış bir hak ve kendi milli kimliklerinin bir güvencesi olarak görüyor. Ama Kürtlerin önemli bir kısmı da, Türkiye’nin bir parçası olmak isteseler bile, sosyolojik ve kültürel anlamda Türkler kadar millet olarak tanınmak istiyor. 

Bu iki hedefi birden gözetmenin tek yolunun, meseleyi bir üst kimlik-alt kimlik meselesi olmaktan çıkarıp, ortak kimlikleri farklı kesimlerin farklı adlarla benimseyebilmelerine imkan sağlamak olduğunu düşünüyorum. 

Özellikle barış sürecinde ve yeni anayasa yazım sürecinde siyasi aktörlerin ve politika yapıcıların her iki kesimi de güvencede hissettirecek esnek bir formülasyon bulmaları gerekiyor. Yani bu iki kimlik iddiasını birbiriyle çatışmadığı bir formülasyon. 

Örneğin anayasadaki vatandaşlıkla ilgili mevcut madde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” diyor ve Kürtler tarafından 
dışlayıcı bulunuyor. Bu madde 1924 Anayasası’ndaki ifade biraz değiştirilerek, “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk veya Türkiye vatandaşı denir” şeklinde değiştirilebilir.10 Böylece ortak kimliği isteyen Türk, isteyen Türkiye vatandaşı şeklinde benimseyebilir. Önemli olan ortak bir kimliğin varlığıdır. Bu kimliği Kürtler Türkiye vatandaşlığı Türkler ise Türk olmak şeklinde içselleştirebilir. 

Aynı anda devlet açısından Türk olmanın etnik değil vatandaşlıkla ilgili bir kimlik olduğu yeniden vurgulanmış olur. Bunun yanında anayasanın başlangıç ve diğer bölümlerinde ülkedeki kültürel-milli çeşitliliğin varlığı ve devletin bu çeşitliliği koruyacağı vurgulanabilir. 

Ancak nasıl bir formülasyon bulunursa bulunsun eğer gerçek anlamda demokratikleşme ve dış politikada doğru seçimlerle desteklenmezse başarılı olmaz. Bizdekine az ya da çok benzer kimlik ikilemleri eski Irak ve Suriye’de de vardı ve örneğin 1958 Irak Anayasası, Arap Ligi’nin bir üyesi olan Irak’ta, “Arap Birliği içinde Arapların ve Kürtlerin ortak olduğunu” belirtiyordu.11 Ama Irak’ta demokrasi olmadığı için bu formülasyon ne birliği ne de barışı sağlayabildi. 

Eğer Türkiye kimlik ikilemlerini çözer ve inandırıcı politikalarla desteklerse barış sürecinin başarılı olabileceğini ve Kürt meselesinin uzun vadede çözülebileceğini düşünüyorum. 

Aksi takdirdeyse barış süreci tökezleyebilir ve kimlik kaymasına dair riskler ortaya çıkabilir. 

Barış sürecinin yükselttiği beklentilerin karşılanamaması ve Suriye ve Irak’ta gerçekleşebilecek gelişmeler bu tür krizlere yol açabilir. 

Barış Süreci ve Dış Politika 

Barış Süreci’yle Türkiye, bu tür çatışmaların çözümünde kritik önem taşıyan, terörle özdeşleşmiş olan “karşı tarafla” konuşmanın psikolojik engelini en azından şu anda aşmış gözükmektedir. Elbette bu açılımın yapılmasının nedeni her şeyden önce bu sorunu siyasal ve kültürelreformlarla çözmeden iç barışın ve demokratikleşmenin sağlanamayacağının bilinmesidir. Ama 2005’te de bir açılım denemesi yapılmış ve sonra rafa kaldırılmıştı. Zaten 2004’ten itibaren de PKK ile savaş yeniden başlamıştı. Son yıllara kadar TRT 6 gibi önemli yasal ve kültürel reformlar yapılmasına rağmen -eğer Kürt meselesinin ciddiyetini ve derinliğini göz önüne alırsak- siyasal anlamda önemli bir adım atılamamıştı. Hükümet 
için 2007 yılındaki seçim başarısının ardından 2009 yılında doğu illerinde kaybettiği oylar önemli bir uyarı oldu. 2009’da yeni bir “demokratik açılım” denemesi yapıldı. Askeri vesayetin gerilemesi önemli bir etkendi. Ancak, tüm bu gelişmelere rağmen, daha geçen yıla kadar PKK ile çatışmalar ve çatışmacı siyaset bütün hızıyla sürüyordu. 

Dolayısıyla mevcut barış sürecinin başlatılmasında zamanlama açısından dış konjonktürün ve ekonomik çıkarların önemli rol oynadığını düşünüyorum. 

Özellikle 2008’den itibaren Türkiye, ABD ile düzelen ilişkilere paralel olarak Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle (KBY) gittikçe gelişen karşılıklı bağımlılığa dayalı dostane ilişkiler kurdu ve 2009’da Erbil’de bir konsolosluk açtı. Bu sayede, ‘dış Kürtler potansiyel bir güvenlik tehdidi oluşturduğu ve böyle algılandığı sürece onların etnik-kültürel akrabası olan iç Kürtler’le barış ve entegrasyon sağlamanın zorluğu’ engelini aşmakta büyük aşama kaydetti. 

  <   Zamanlama açısından Barış Süreci Türkiye’nin kendi güvenliğini ve Türkiye-KBY işbirliğini tehdit eden bu gidişatı frenlemek 
için rasyonel bir çabası olarak görülebilir. >

2011 yılı itibarıyla Türkiye’yle KBY arasındaki “resmi” ticaret 5,5 milyar dolara, Türk yatırımları 3,5 milyar dolara ulaştı. Karşılıklı fayda ve bağımlılığı 
artırarak güven sağlayan bu ekonomik ilişkiler yanında KBY’nin Irak merkezi hükümetiyle olan ihtilafı da kendi açısından kuzey komşusu Türkiye’yle iyi ilişkiler geliştirmesini zorunlu kılıyor. Öte yandan hızla büyüyen ve enerjide dışa bağımlı Türkiye ekonomisi için Kuzey Irak’taki petrol ve doğal gaz rezervleri en ucuz ve rasyonel kaynak. Bu etkenler ve gelişmeler sonucu 2013’e gelindiğinde Türkiye ve KBY artık güvenilmez rakipten çok ortak olarak görülmeye başlandı. 

Ancak Suriye’deki gelişmeler bu gidişatı değiştirebilecek bir durum yarattı. Türkiye, Esat rejiminin kısa sürede düşeceği şeklindeki yanlış değerlendirmesinin ve uluslararası dengelerin yeterince gözetilmemesinin sonucu olarak bütün gücüyle ve nüanstan yoksun bir söylemle muhalefeti destekledi. Ama uluslararası kamuoyu özellikle de büyük devletler bu siyaseti yeterince desteklemedi. 1990’larda uzun süre PKK’yı desteklemiş olan Esat hükümeti PKK’yı ve türevi olan PYD’yi kendi tarafına çekmeye çalıştı ve Suriyeli Kürtlerin muhalefete desteği şartlı ve muğlak kaldı. 

Suriye’deki durum gittikçe daha çok uzayan bir iç savaşa dönüştü ve kuzeyinin PKK veya türevi PYD tarafından kontrol edilen bir bölge haline gelmesi hatta bölünmesi olasılığı doğdu. Bu durum PKK için hem Türkiye’ye hem de bölgedeki Kürt milliyetçiliğinin liderliği için rekabet ettiği KBY lideri Barzani’ye karşı stratejik bir fırsat yarattı. Zamanlama açısından Barış Süreci Türkiye’nin kendi güvenliğini ve Türkiye-KBY işbirliğini tehdit eden bu gidişatı frenlemek için rasyonel bir çabası olarak görülebilir. PKK açısından da, askeri açıdan Türkiye’de zorlandığı, ama Suriye’deki boşluktan dolayı uluslararası boyutta elinin güçlendiği bu konjonktürde Barış Süreci’ne dahil olmak, siyasal taleplerini ortaya koymak ve Suriye’de Türkiye’nin alabileceği askeri önlemlerin önünü kesmek mantıklıydı. 

Ancak PKK’nın çıkarları hızla yeniden değişebilir. Suriye’deki boşluk büyüdükçe ve El-Kaide bağlantılı radikal İslamcı grupların yayılmasını engellemek için uluslararası dünyanın (ve Türkiye’nin! Bu gruplar Türkiye’nin güvenliğine yönelik büyük bir tehdit teşkil ediyorlar) Kürtler’e ve PYD’ye olan ihtiyacı arttıkça, siyaseten ve askeri olarak PKK güçlenmektedir. Dolayısıyla bir noktada yeniden silahlı ve çatışmacı yöntemden daha çok kazanımı olacağı tespitini yapabilir. 

Son dönemdeki olaylar bu yöndeki endişelerimizi destekliyor. Beklenebileceği üzere henüz önemli bir siyasal reform yapılmadan PKK güçleri Türkiye’den tamamen çekilmemiştir.12 PKK türevi grupların Suriye’nin kuzeyindeki bazı bölgelerde özerklik ilan etmesi de bu yönde eğilimleri doğrulamaktadır. Bu tür gelişmeler KBY’yi de Türkiye’den uzaklaşmaya, İran ve Bağdat’a yakınlaşmaya zorlayabilir. Çünkü KBY ve PKK da bölgede bir rekabet içerisindedir. 

Öte yandan PKK dahil bölgedeki bütün Kürt milliyetçisi aktörler kendilerini maksimalist ve minimalist stratejiler arasında bir seçim yapmak durumunda gördükleri bir dönemden geçiyorlar. Öte yandan da bu stratejileri kendi başlarına veya diğer bölgesel Kürt aktörlerle beraber takip etmek arasında bir seçim yapmaları gerekmektedir. 

Abdullah Öcalan’ın isteğiyle Haziran ayında Diyarbakır’da düzenlenen “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı’nda “Kürdistan halklarının kendi kaderini tayin hakkının sadece Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması konferansımızda ortaklaşılan bir ilkedir” denilerek bu hakkı kendi tercihleriyle özerklik, federasyon veya bağımsızlık yönünde kullanabilecekleri ifade edildi.13 

Buradaki, Kürtlerin kendi kararlarıyla selfdeterminasyon hakkına sahip oldukları ve bu hakkı sadece “kendi iç kaderini tayin etme hakkı” (yani ayrı devlet ilan etmeden, internal self-determination) biçiminde değil “kendi dış kaderini tayin etme hakkı” (external selfdetermination) olarak da kullanabileceklerinin açıklanması çok önemlidir. Ucu açık olarak hem PKK’nın çıtayı yükseltebileceğinin hem de Barış Süreci’nin kendi açısından gidişatına göre, daha önceki “demokratik özerklik” talepleri sınırları içinde kalabileceğinin işaretini veriyor. Geçmişte BDP’nin demokratik özerklik planlarında “kendi dış kaderini tayin etme hakkı”na bilinçli olarak hiç yer verilmemiştir.14 Öte yandan bu konferansların düzenlenmesi, bölgesel Kürt aktörlerin ortak strateji üretme arayışlarını sergilemektedir. 

Türkiye Barış Süreci’yle Kürt meselesini uzlaşma yoluyla çözme yoluna girerek ve gerçek anlamda demokratikleşmesini sağlayarak bütün bu gelişmeler 
karşısında en sağlam konumda olacaktır. Kürt aktörlerin kendi kimlikleriyle katıldıkları ve katkı yaptıkları gerçek anlamda demokratikleşen Türkiye, Türkiyeli Kürtlerin de en sağlam biçimde aidiyet duyacakları seçenek olacaktır. 

Kürt kimliği artık bir tabu değil ama geçmişte “bilinmeyen ama hakkında olumsuz da düşünülmeyen” Kürtler hakkında artık toplumun önemli bir kesimi arasında olumsuz bir imaj oluştu. Bunun yanında “birlik içinde çeşitlilik ve herkes için özgürlük” arayan insanlar arttı ve artmaya devam ediyor. Barış Süreci hızla yükselen beklentilere yanıt veremezse iç barışı geçmişten de fazla tehdit eden bölünmeler yaşanabilir ve yukarıda bahsettiğim türden tercih kaymaları yaşanabilir. Ben Türkiye için olumlu senaryoların daha olası olduğunu düşünüyorum. Ama olumlu senaryoların gerçekleşmesinin yolunun olumsuz senaryoları iyi anlayıp riskleri doğru yönetmekten geçtiğini unutmamak gerekiyor. 


DİPNOTLAR 

1 Bu konuda son dönemde Türkiye’de demokrasinin salt hükümetin seçimlerle iş başına gelmesi olarak tartışılması son derece kaygı verici. Seçimler elbette demokrasinin bel kemiğidir ve hükümetlerin ‘adil ve özgür seçimlerle’ 
iş başına gelmesi ve Nazi Almanya’sı gibi istisnai durumlar dışında seçimle değişmesi tartışılmaz. Ama sonuçta seçimler demokrasinin nihai amacı değil bir aracıdır. Hükümetlerin adil ve rekabetçi seçimlerle değiştiği yani seçilenlerin 
halkın oyuna muhtaç olduğu ülkelerde elitler halkın oyu için rekabet edecekleri için, zamanla demokratikleşmenin olacağı yani toplumun devlete karşı güçleneceği, devletin ve devleti yönetenlerin bireye karşı daha saygılı olmaya ve topluma hesap vermeye başlayacağı düşünülür. Yani seçimlerin, demokrasinin özü olan devlet toplum ilişkisiyle bağlantılı bir dizi amaca ulaşmanın bir aracı olduğunu söyleyebiliriz. Bu amaçların bir formulasyonu için bkz Charles Tilly, Democracy (Cambridge: Cambridge University Press, 2007). Tarihsel olarak da hakların ve özgürlüklerin birçok yerde bu şekilde gelişmiş olduğu düşünülür. Bkz. Daron Acemoglu and James Robinson. Economic Origins of Dictatorship and Democracy. (Cambridge: Cambridge University Press, 2006). Ama seçimlere rağmen devlet ve hükümetler hala topluma ve bireye tepeden bakıyor zorbaca davranabiliyorsa o zaman bir şeylerin yanlış gittiğini düşünmek gerekir. 

2 Demokrasi ve toplumsal barış açısından “olumsuz oyların” çok zararlı olduğu açıktır. Konumuz dışında olduğu için bu meseleye burada girmiyoruz. Bunun yanında, ilk bakışta olumlu gibi görünmeyen, yani başka bir grubu 
dışlayıcı olmak niyeti taşımayan banal “oyların” da niyetlenmemiş olan olumsuz sonuçları tartışılabilir. Bu konudaki açıcı bir kaynak için bkz. Michael Billig Banal Nationalism. (London: Sage, 1995). 

3 “Events.” Mark Beissinger, Nationalist Mobilization and the Collapse of the Soviet State. (Cambridge: Cambridge University Press, 2002) 

4 Mark Beissinger, Nationalist Mobilization and the Collapse of the Soviet State; David D. Laitin, Identity in Formation: the Russian-speaking Populations in the Near Abroad. (Ithaca: Cornell University Press, 1998); Timur Kuran, ”Now 
Out of Never: The Element of Surprise in the East European Revolution of 1989”World Politics, 44 (October 1991): 7-48. 

5 Murat Somer, “Cascades of Ethnic Polarization: Lessons from Yugoslavia.” Annals of the American Academy of Political and Social Science 573, pp. 127-151 (January 2001), “Turkey’s Kurdish Conflict: Changing Context and 
Domestic and Regional Implications,” Middle East Journal 58 (2), pp. 235-253 (Spring 2004) ve “Resurgence and Remaking of Identity: Civil Beliefs, Domestic and External Dynamics, and the Turkish Mainstream Discourse on 
Kurds,” Comparative Political Studies 38 (6), pp. 591-622 (August 2005). 

6 Daha doğru bir şekilde belirmemiz gerekirse, rakip imajı savunan siyasal aktörler toplumun belli bir kritik kitlesini ikna edebildiği oranda. 

7 “Turkey’s Kurdish Conflict: Changing Context and Domestic and Regional Implications.” Kimlik değişiminin daha kapsamlı bir analizi ve Irak’taki gelişmelerle bağlantısı için bkz. Murat Somer “Failures of the Discourse of Ethnicity: 
Turkey, Kurds, and the Emerging Iraq,” Security Dialogue 36 (1), pp. 109-128 (March 2005). 

8 Hemen vurgulamakta fayda var ki, burada tanımlanan kişilerin kimlikleri yani Türk veya Kürt olmaları değil, bu kimliklerinin diğer kimlikler ve özellikle ortak kimliklerle olan ilişkisini nasıl gördükleri. 

9 Daha doğru tanımıyla “ortak taşınabilen kimlikler” yani kişinin kendi iradesiyle edinebileceği kimlikler. Ortak kimlikler kişiler tarafından gönüllü olarak benimsenmek yerine yukarıdan empoze edilen kimlikler haline geldiği 
oranda üst kimliklerden farkları kalmaz ve benzer sorunlarla karşılaşabilirler. 

10 Bkz. “Vatandaşlık Tanımı İçin Atatürk Referans Alınmalı,” Söyleşi, Akşam, 11 Şubat, 2013. 
http://www.aksam.com.tr/roportaj/vatandaslik-tanimi-icin-ataturk-referans-alinmali/haber-168960 

11 1958 Anayasası, 2. ve 3. Maddeler. 

12 Müzakerelerde ne söz verilmiş olursa olsun henüz hükümet önemli bir somut adım atmamışken, özellikle de uluslararası konjonktürün bu kadar kaygan olduğu bir sırada, PKK’nın elindeki en önemli “caydırıcı”kozu elinden 
çıkarmayacağı beklenebilir. 

13 Helin Alp, “Kürt Konferasından, ‘Kürt halkı kaderini kendi belirler’ sonucu çıktı,” T24, 17 Haziran 2013. 
http://t24.com.tr/haber/kurt-konferasindan-kurt-halki-kaderini-kendi-belirler-sonucu-cikti/232155 . 

14 Büşra Ersanlı ve Halil Bayhan,”Demokratik Özerklik: Statü Talebi ve Demokratikleşme Arzusu,” Türkiye Siyasetinde Kürtler: Direniş, Hak Arayışı, Katılım, (Der) 
Büşra Ersanlı, Günay Göksı Özdoğan ve Nesrin Uçarlar içinde sf. 203-250 (İstanbul: İletişim, 2012). 

**