25 Şubat 2017 Cumartesi

KIBRIS'TA Lüksemburg’dan Helsinki’ye: Misilleme Politikaları;


KIBRIS'TA Lüksemburg’dan Helsinki’ye: Misilleme Politikaları;


Türkiye, Lüksemburg Zirvesi’nin ardından Başbakan Mesut Yılmaz’ın 14 Aralık 1997’de yaptığı açıklama ile “Bundan böyle AB ile Kıbrıs, Yunanistan, Güneydoğu gibi konuları konuşmayacağız. Avrupa Konferansı’na katılmayacağız” diyerek AB ile siyasi diyalogun askıya alındığını kamuoyuna duyurur. Aynı zamanda hükümetin, “KKTC ile bütünleşmesi öngören 20 Ocak 1997 tarihli deklarasyona kendini bağlı saydığını” ifade ederek, “Hükümetimiz AB'nin Türkiye'nin tüm uyarılarına rağmen, uluslararası anlaşmalara aykırı olarak Rum Kesimi ile Kıbrıs'ın tümünü temsilen tam üyelik müzakerelerine başlatma kararı alma karşısında, bu deklarasyonda belirtilen hususları ayniyle gerçekleştirmeyi kararlaştırmıştır. Nisan ayında müzakerelerin başlaması halinde Türkiye de buna paralel olarak bu süreci hızlandıracaktır" açıklamasını yapar177. 14 

Aralık’ta Dışişleri Bakanlığı da Lüksemburg kararı ile ilgili resmi bir açıklama yayınlar178. Açıklamada, “Güney Kıbrıs’taki yönetimin sadece Rum tarafının hükümeti” olduğu vurgulanarak “Lüksemburg’da alınan karar 1959/60 antlaşmalarının ihlalidir”, “1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları, Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları uluslararası kuruluşlara ve ittifaklara katılamayacağını öngörmektedir” ve “1960 Garanti Antlaşması, Kıbrıs’ın herhangi bir devletle tamamen veya kısmen siyasi ve ekonomik birliğe giremeyeceği hükmünü içermektedir” ifadelerine yer verilir. 

Açıklamanın son paragrafı, “Türkiye ve KKTC 20 Ocak 1997 tarihinde iki ülke Cumhurbaşkanlarınca kabul edilen ve 21 Ocak 1997 tarihinde TBMM’de onaylanan Ortak Bildiri ile Avrupa Birliği’nin Kıbrıs Rum Yönetimi’yle üyelik müzakereleri başlatması durumunda nasıl bir ortak tutum takınacaklarını açıklamışlardır” cümlesi ile Başbakan Yılmaz’ın sözlerini bir kez daha teyit etmektedir. Türkiye’den gelen bu tepkilere paralel olarak KKTC Meclisi de 
bir karar alır ve “AB’nin üyelik müzakerelere katılım konusundaki çağrısına olumsuz yanıt verdiğini”, “AB’nin son kararının toplumlararası görüşmeler sürecinde ortaya çıkan çözüm çerçevesini ortadan kaldırdığını”, “bundan sonraki temasların sadece iki devlet arasında gerçekleşebileceğini” kamuoyuna duyurur. Ayrıca, KKTC’nin “Türkiye ile birlikte 20 Ocak 1997 tarihli Ortak Deklarasyon çerçevesinde hareket edeceği” ve “her alanda gerekli gördüğü bütün adımları atacağı” vurgulanır179.


13 Ocak 1998’de TC ve KKTC arasında İşlevsel ve Yapısal İşbirliği Protokolü imzalanır180. KKTC ve TC Dışişleri Bakanlıkları arasında işbirliğinin geliştirilmesini öngören bu protokol, iki bakanlığın ortak hareket edebileceği alanlar, Türkiye’nin KKTC’nin uluslararası toplumda temsil edilmesine destek vermesi ve iki taraf arasında danışma komitelerinin oluşturulması gibi konuları karar bağlamıştır. 

AB’nin Kıbrıs ile Katılım Süreci’ni resmen başlattığı 30 Mart 1998 tarihinde Dışişleri Bakanı İsmail Cem, KKTC’ye bir günlük çalışma ziyareti düzenler. Cem, ziyareti sırasında son derece sert mesajlar içeren bir konuşma yapar181. Örneğin, “Yunanistan ile GKRY arasında hangi askeri anlaşma varsa, hangi "savunma doktrini" geçerliyse, kimse kuşku duymasın benzeri bizim aramızda da fiilen mevcuttur: Ege'den, Akdeniz'e, bize yönelik tahrik yahut saldırı, size yönelmiş demektir. Dost, düşman, bunu öyle bilsin ve ayağını denk alsın” diyerek Yunanistan’a açıkça göz dağı vermektedir. “Tankları ve tüfekleriyle, hava saldırı alanları, Rus askeri uzmanları ve S-300'leri ile, GKRY, sadece 
KKTC'yi değil, Türkiye'yi de tehdit etmeye kalkışmıştır”, “Avrupa Birliği'nin, Kıbrıs Rum Yönetimini Kıbrıs'ın tümü adına müzakere edebilir sayması, ona, bütün Kıbrıs'ın hükümeti gibi hayali bir sıfat yakıştırması, sadece uluslararası hukukun açık ihlali ve gerçeğin inkarı değildir, Doğu Akdeniz'de çok tehlikeli olabilecek bir tırmanışın ilk adımıdır. Vakit çok geç olmadan, Ada'da savaşın yolları Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nce döşenmeden, AB'yi, atacağı adımları büyük dikkatle değerlendirmeye bir kez daha çağırıyoruz” diyerek AB’ye 
uyarıda bulunmayı ihmal etmemiştir. Aynı zamanda Rum tarafının “federasyon ile ne kastettiğinin anlaşıldığını”, “Kıbrıs Türkünün azınlık durumuna düşürülmeye çalışıldığını” vurgulamıştır. Cem’in konuşmasının en dikkat çekici bölümü ise son sözleridir: “Eğer mecbur kalırsanız, baskı ve zulüm sizi mecbur ederse, bilin ki, Türkiye ile bütünleşme tercihi de sizin ellerinizdedir. Türkiye ile bütünleşmek kararı ve imkanı da her zaman ellerinizdedir. Bu, sizin en büyük güvencenizdir” diyerek, Kıbrıslı Türklere Türkiye ile bütünleşme konusunda bir mesaj vermiştir. 

Cem’in bu konuşmasından bir gün sonra, Kıbrıs’ın AB ile fiili müzakerelere başladığı 31 Mart tarihinde, 6 Ağustos 1997 tarihili anlaşma ile kurulan Türkiye-KKTC Ortaklık Konseyi ilk toplantısını düzenler. Toplantının sonunda Ortaklık Konseyi Bildirisi yayınlanır182. Bildiride, “GKRY ile Yunanistan arasında askeri ve ekonomik alanda oluşturulan bütünleşme sürecinin, AB ile GKRY arasında bugün başlatılan tam üyelik müzakereleriyle siyasi düzeyde de tamamlanmakta” olduğu, “AB’nin Kıbrıs ile ilgili 1959-1960 Anlaşmaları'na aykırı olarak GKRY ile başlattığı tam üyelik müzakerelerinin uluslararası hukukun ağır bir ihlali” olduğu, “AB’nin tarihi bir hata işlediği” ve “Türk- Yunan arasındaki dengeyi bozduğu” vurgulanmaktadır. Aynı zamanda “AB’nin, Yunanistan'ın girişimleriyle Kıbrıs meselesine yapmış olduğu müdahaleler, AB Lüksemburg Zirvesi'nde alınan kararla kabul edilemez bir aşamaya gelmiş ve GKRY ile tam üyelik müzakere lerinin başlatılması, Kıbrıs meselesinin mahiyetini bütünüyle değiştirmiştir. Neticede, daha önce öngörülen çözüm çerçevesi ve parametreler Rum/Yunan ikilisinin baskı ve tehditleri ve buna boyun eğen AB'nin müdahaleleriyle ortadan kalkmıştır”, “Ada'da iki ayrı ve eşit halk, demokrasi ve devletin mevcudiyeti kabul edilmedikçe Kıbrıs konusunda ortak çözüm doğrultusunda bir ilerleme kaydedilmesi mümkün görülmemektedir” denilmektedir. Son olarak da “Ortaklık Konseyi, iki ülke arasındaki özel ilişkilerin siyasi, güvenlik, ekonomik, eğitim ve kültür alanlarında derinleştirilmesi amacıyla” çeşitli adımların atılmasını kararlaştırmıştır. “Bu doğrultuda taraflar, iki ülke arasında imzalanmış bulunan Yatırımları Garanti Anlaşması, Yatırımlarda Devlet Yardımları Anlaşması ile Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması'nda183 öngörülen hedefleri gerçekleştirmek üzere gerekli hukuki ve teknik düzenlemelerin uygulamaya konulmasını hükümetlerine tavsiye edeceklerdir” denmektedir184. 23 Nisan 1998’de Cumhurbaşkanı Denktaş, Türkiye’ye resmi bir ziyaret düzenler ve 
iki Cumhurbaşkanı arasında bir Ortak Deklarasyon yayınlanır185. 


23 Nisan Metni Lüksemburg Zirvesi kararlarını ağır bir dille eleştirmektedir. “AB, Lüksemburg Zirvesi'nde GKRY ile tam üyelik müzakerelerini başlatma kararı alarak uluslararası hukuku ve 1959-60 Kıbrıs Anlaşmalarını kaale almamış ve çözüm çabalarına darbe vurmuştur”, “AB, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile tüm Kıbrıs adına üyelik müzakerelerini başlatarak Ada'daki iki halk ve Türkiye ile Yunanistan arasında 1959/-60 Anlaşmaları ile teminat altına alınan dengeleri yok saydığını göstermiş, Kıbrıs müzakere süreci içinde oluşan çözüm parametrelerini ortadan kaldırmıştır. AB, Kıbrıs Türk halkına bir azınlık statüsü biçmeye çalışan bu zihniyet ve yaklaşımını sürdürerek Lüksemburg Zirvesini tarihi 
bir hataya dönüştürmüştür” denmektedir. Bu doğrultuda “Türkiye ve KKTC arasındaki bağların 20 Ocak 1997 tarihli Ortak Deklarasyon ve 20 Temmuz 1997 tarihli Ortak Açıklamalar çerçevesinde güçlendirileceği ve tesis edilen özel ilişkilerin her alanda derinleştirileceği” bir kez daha vurgulanmaktadır186. 

Her iki metinde de dikkati çeken en önemli özelliklerden biri Kıbrıs-AB yakınlaşmasına itiraz gerekçesi olarak Kıbrıs’ın Türkiye’den önce AB’ye girmesinin antlaşmalara aykırı olacağı, yani “Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları uluslararası siyasi ve ekonomik bir birliğe üye olamayacağı” maddesinin değil, taksimi ve enosisi yasaklayan “Kıbrıs’ın herhangi bir devletle kısmen ya da tamamen birleşemeyeceği” maddesinin esas alınmış olmasıdır. Zira metinlerde Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi, Yunanistan ile fiili bir birleşme olarak algılanmakta ve bunun Türkiye ve Yunanistan arasında 1960 antlaşmalarıyla kurulan dengenin bozulmasına yol açacağı belirtilmektedir187. 


15-16 Haziran 1998’de toplanan Cardiff Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi’nde188 hem Kıbrıs hem de Türkiye ile ilgili paragraflara “Genişleme” başlığı altında yer verilir. Kıbrıs ile ilgili bölümlerde müzakerelerin resmi olarak başlamasından bu yana AB müktesebatının yedi faslında tarama sürecinin tamamlandığı bildirilmektedir. Türkiye’ye ayrılmış olan paragrafta ise Türkiye’yi üyeliğe hazırlayacak olan Avrupa Strateji Belgesi çalışmalarının ilerletilmesinden, aynı zamanda Türkiye’nin mevzuatını ve uygulamalarını müktesebat ile uyumlu hale getirme hedefiyle hareket edilmesi gerektiğinden söz edilmektedir. Ayrıca 1998’den itibaren adaylar için hazırlanacak olan İlerleme Raporlarının, resmi aday ülke konumunda olmamasına rağmen, Türkiye için de hazırlanacağı açıklanmaktadır. 

Bu zirve kararının ardından Ankara’dan birbirinden farklı açıklamalar gelir. Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, Türkiye ile ilgili ifadeleri “muğlak” olarak nitelendirirken, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, bu zirve ile “Türkiye’nin adaylığının doğal sürecine girdiğini” ifade eder189. Ancak Ankara’dan Kıbrıs’ın ilerleyen üyelik süreci ile ilgili herhangi bir açıklama yapılmadığı görülmektedir190. 

16 Ağustos 1998 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti arasında 20 Ocak 1997 ve 20 Temmuz 1997 tarihli TC-KKTC Ortak Açıklamalarına atfen “iki ülke arasında ekonomik ve mali bütünleşme, güvenlik, savunma ve dış politikada ortaklık esasında kısmi bütünleşmenin sağlanması hedefine” yönelik olarak TC-KKTC Ortaklık Konseyi Anlaşması imzalanır ve Konseyin altı ayda bir toplanmasına karar verilir191. Bu gelişmenin ardından 31 Ağustos 1998’de Türkiye ile KKTC’nin ortak açıklama sıyla, bundan sonra Kıbrıs’ta müzakere edilecek çözümün parametre lerinin konfederasyon temeline dayanması gerektiğini duyurulur 192. 

4 Aralık 1998’de AB Komisyonu aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu aday ülkeler ve Türkiye ile ilgili ilk İlerleme Raporlarını yayınlar. Komisyon, aynı tarihte, Karma Belge ya da Avrupa Strateji Belgesi adı verilen ve AB’ye üyelik sürecindeki ülkelerin durumlarını değerlendiren bir belgeyi daha kamuoyuyla paylaşır193. 

Türkiye için hazırlanan ilerleme raporunda194 ilk dikkati çeken, “Siyasi Kriterler” başlığı altında, Kıbrıs meselesinin de yer almasıdır. “Kıbrıs Konusu” başlıklı paragrafta, AB’nin KKTC ile bütünleşme yolunda adımlar atacağını söyleyen ve konuda çeşitli girişimlere başlamış olan Türkiye’ye cevap verdiği görülmektedir. 20 Ocak 1997 tarihli Deklarasyon’daki “AB’nin tarihi bir hata yaptığı” cümlesine de gönderme yapan Komisyon raporu, “Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyini işgal ettiğini” ve “KKTC’nin kurulmasının uluslararası antlaşmalara aykırı olduğunu” vurgulayarak Ankara’yı, Ankara’nın hukuki tezleriyle eleştirmiştir. Bu yorumların “Siyasi Kriterler” başlığı altında yer alması, hiç şüphesiz Türkiye’ye belli sorumluluklar yüklendiğinin göstergesidir. Hatırlanacağı üzere Türkiye’nin bu konudaki resmi söylemi, Kıbrıs’ın Türkiye’nin üyeliğinin önünde bir şart olmadığını, Birliğin bütün aday devletler için ortaya koyduğu siyasi kriterlerin arasında Kıbrıs meselesinin bulunmadığını öne sürmektir. Komisyon ise 
Kıbrıs meselesini “siyasi kriterler” başlığı altında ele alarak bu konudaki tavrının Türkiye’nin resmi tutumundan tamamen farklı olduğunu ortaya koymuştur. Aslında bunun yeni bir durum olduğu söylenemez. Yukarıda tartışıldığu üzere AB’nin Türkiye’nin 1987 yılında yaptığı tam üyelik başvurusunu 1989’da reddetme gerekçelerinden biri Kıbrıs meselesidir. Gümrük Birliği’nin imzalanmasının 1995 yılı Mart ayına ertelenmesinin sebebi yine Kıbrıs’ın üyelik süreci ve Yunanistan’ın bu koşulu öne sürerek Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni veto etmiş olmasıdır. Nitekim Türkiye, Gümrük Birliği karar metninin imzalanmasını sağlayabilmek için Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesini kabul etmek durumunda kalmıştır. Ayrıca AB zirve kararlarında zaman zaman Türkiye’ye çözüm için nüfuzunu kullanması çağrısı yapılmış, belli topluluk programlarından yararlanması bu koşula bağlanmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin AB süreci ile Kıbrıs meselesi arasında en baştan beri bir bağ kurulduğu bilinmektedir. 

Komisyon’un Kıbrıs için hazırlamış olduğu İlerleme Raporu’nda195 Güney Kıbrıs, “Kıbrıs Hükümeti”, KKTC ise “Kıbrıs Türk toplumu” olarak tanımlanmıştır. Kıbrıs 
Hükümeti ile 31 Mart 1998’de başlanan müzakere süreci çerçevesinde atılan adımlar ayrıntılı olarak açıklanmış, 27 Nisan 1998’de başlayan analitik inceleme (tarama) sonucunda 29 müzakere faslının 16 tanesinde tarama sürecinin tamamlandığı ve 10 Kasım 1998 itibarıyla özlü müzakerelere geçildiği ifade edilmiştir. İlerleme Raporu’nun başlıklarından biri “Kıbrıs Sorunu”dur. Bu başlık altında Türkiye’nin 1974’teki müdahalesi sonucu oluşan fiili bölünmenin hala devam ettiği ve “Ada’nın kuzeyinin” o tarihten bu yana “Türk işgali” altında olduğu belirtilmektedir. 

Aynı tarihte yayınlanan Karma Belge’de hem Türkiye hem de Kıbrıs ile ilgili bazı genel görüşlere yer verilmiştir. Türkiye’ye ayrılan bölümlerde Türkiye’nin gerek 
ekonomik gerekse siyasi kriterleri karşılamaktan uzak olduğu vurgulanmakta, özellikle insan hakları ihlalleri, ordunun siyasetteki yeri ve uluslararası ihtilafların halli konularında Türkiye’nin eksikliklerinin çok olduğu vurgulanmaktadır. Dolayısıyla “Tavsiyeler” bölümünde Türkiye’nin, üyelik kriterleri açısından Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle aynı düzeyde olmadığı ifade edilmekte, diğer bir deyişle “aday ülke” olmak için henüz yeterli olmadığı ima edilmektedir. Kıbrıs ile ilgili bölümlerde ise İlerleme Raporu’nda ayrıntılarıyla açıklanan müzakere süreci özetlenmektedir. 

Gerek Kıbrıs gerekse Türkiye için hazırlanan raporlarda, Ankara’nın “Rum Yönetimi” olarak tanımladığı Güney Kıbrıs, “Kıbrıs Hükümeti”, dolayısıyla Ada’nın tek temsilcisi olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca AB’nin Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen “Kıbrıs Hükümeti” ile bütünleşme adımlarını büyük bir kararlılıkla attığı görülmektedir. 

Üstelik her iki raporda da Türkiye için son derece ağır ifadeler kullanılmaktadır. AB’ye göre Ada’nın bölünmüşlüğünün sorumlusu Türkiye’dir; “kuzey kesim”, Türk ordusunun 
işgali altındadır. Üstüne üstlük AB, Kıbrıs sorununun çözümünü Türkiye’nin önüne şart olarak getirmektedir. İlerleme Raporları kadar kapsamlı bir analiz sunmamakla birlikte Karma Belge de Kıbrıs’ın kaydettiği ilerlemeyi ve Ankara’nın hala aday ülke statüsünden bile bir hayli uzak olduğu vurgulamaktadır. Ne var ki Ankara, yayınlanan İlerleme Raporları ve Karma Belge’nin ardından herhangi bir açıklama yapmaz ve Aralık 1997’den bu yana sürdürdüğü suskunluğunu korur. Zaten raporun yayınlandığı tarihlerde Ankara’nın gündeminde hükümet kurma çalışmaları nedeniyle farklı konular vardır196. 

11-12 Aralık 1998’de AB Viyana Zirvesi toplanır. Zirvenin ardından yayınlanan Sonuç Bildirgesi’nin197 “Genişleme” başlığı altında hem Kıbrıs hem de Türkiye ile ilgili ifadelere rastlanmaktadır. Aday ülkelere ilişkin yorumların yer aldığı paragrafta şimdiye kadar altı kez gerçekleşen Katılım Konferansları sayesinde Kıbrıs’la özlü müzakerelere geçilmiş olmasından dolayı duyulan memnuniyetten ve bu sürecin 1999’un ilk yarısında da aynı ivmeyle devam etmesi gerektiğinden söz edilmektedir. Türkiye ile ilgili paragrafta ise bu ülke ile ilişkilerin geliştirilmesine ve Türkiye’yi üyeliğe hazırlamak için Avrupa Stratejisi’nin ilerletilmesine önem verildiği vurgulanmaktadır. “Dış İlişkiler” başlığı 
altında Kıbrıs sorununa kalıcı ve adil bir çözümün bulunması için AB’nin verdiği destek teyit edilmektedir ancak bu bölümde Türkiye’nin çözüm sirecine ilişkin muhtemel rolü ile ilgili herhangi bir ibare yer almamaktadır. Başkanlık Bildirgesi’nin “Ekler” bölümünde ise Türkiye için hazırlanmış olan İlerleme Raporu ele alınmaktadır. Türkiye’nin “gelecekte gerçekleşebilecek üyelik” için müktesebata uyum konusunda atması gereken adımlardan, bunların uygulamaya geçirilmesinin öneminden ve azınlıklara gösterilen muameleden 
bahsedilmektedir.

AB Viyana Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nin Türkiye’de ses getirdiğini söylemek mümkün değildir. Ankara zirveye resmi bir tepki vermediği gibi kamuoyunda da AB’nin Türkiye’nin üyelik perspektifi ile ilgili yeni bir açılım getirmediği yorumları yapılmıştır198. 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesine kadar düzenlenen AB Zirveleri’nin sonunda yayınlanan bildirgelerde Türkiye ile ilgili ifadelere yer verilmediği dikkati çekmektedir199. 

Ancak TBMM, 15 Temmuz 1999’da Kıbrıs ile ilgili bir Deklarasyon daha yayınlar200. Deklarasyon, Kıbrıs sorunu ile yakından ilgilenen AB ve G-8 gibi “dış güçlere” bir cevap niteliğindedir201. Kıbrıs’ın AB üyeliği süreci, “Yunanistan’ın Güney Kıbrıs’a yerleşmesi” olarak tanımlanmakta, diğer bir deyişle enosis olarak nitelendirilmektedir. Ayrıca G-8’in Bileşmiş Milletler’e “adeta talimat niteliğindeki bildirisi” kınanmakta ve reddedilmektedir. 19 Temmuz 1999’da TC-KKTC Ortaklık Konseyi, üçüncü toplantısını 
gerçekleştirir202. Toplantının bir gün sonrasında, Barış Harekatı’nın 25. yıldönümü kutlamalarını sırasında, Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC, 20 Ocak 1997, 20 Temmuz 1997 ve 23 Nisan 1998 tarihli Ortak Deklarasyonlara ve Açıklamalara atfen bir Ortak Açıklama daha yayınlar203. 20 Temmuz tarihli bu belge, beş gün önce TBMM’de kabul edilen Deklarasyon ile karşılaştırıldığında, özellikle Kıbrıs-AB ilişkilerine ağırlık vermesiyle ön plana çıkmaktadır204. Öncelikle Güney’in Ada’nın tek temsilcisi olmadığı, “Kıbrıs'ta adanın iki eşit halkını temsil etmeye ve Kıbrıs'ın tümü için karar almaya ehil ve yetkili ortak bir devlet, parlamento, hükümet ve yönetim” bulunmadığı cümleleriyle 
açıklanmaktadır. “Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum tarafıyla üyelik müzakereleri başlatarak çok hatalı bir yola sapmıştır. Adanın iki halkı ve Türkiye ile Yunanistan arasında 1960 anlaşmaları ile kurulan ve güvence altına alınan dengelerin yok sayılması mümkün değildir ve uluslararası hukuk açısından geçersizdir” sözleriyle AB’ye dönük doğrudan eleştirirler devam ettirilmiş hatta AB’den başlattığı müzakereleri durdurması istenmiştir. Aynı zamanda “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ayrı egemen varlığının kabul edilmesi, 
adanın iki devleti arasında anlaşmaya dayalı bir uzlaşmanın anahtarı durumuna gelmiştir” sözleriyle son zamanlarda müzakere masasına “önşartsız oturulması” yönünde uluslararası kamuoyundan gelen baskılara yanıt verilmiştir205. 

13 Ekim 1999’da AB Komisyonu, aday ülkeler ve Türkiye ile ilgili ikinci İlerleme Raporları’nı Karma Belge ile birlikte yayınlar. Türkiye için hazırlanmış olan raporda206 “Kıbrıs meselesi” yine “Siyasi Kriterler” başlığı altında ele alınmıştır. AB Komisyonu, G- 8 Köln Zirvesi sonunda yayınlanan bildirgeye ve bu doğrultuda alınan 1250 sayılı BM kararına atıfta bulunarak “önkoşulsuz olarak görüşmelere başlama” çağrısını yinelemektedir. Aynı zamanda “Bay Denktaş ve Bay Ecevit tarafından yayınlanan 20 Temmuz 1999 tarihli Ortak Bildirge’ye” atfen Türkiye ve KKTC arasında gerçekleşmesi öngörülen bütünleşmeye dikkat çekilmiş, Türkiye’ye bir garantör ülke olarak çözüme ulaşılması için aktif ve yapıcı rol oynaması çağrısında bulunulmuştur. Son olarak da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Temmuz 1998 tarihli kararıyla Türkiye’yi tazminata 
ödemeye mahkum ettiği Loizidou davasına göndermede bulunulmakta ve Türkiye’den yükümlülüğünü yerine getirmesi istenmektedir. 

Kıbrıs için hazırlanmış olan İlerleme Raporu207 çeşitli açılardan Türkiye’nin raporuna benzemektedir. “Siyasi kriterler” başlığının altında, “Ada’nın Kuzeyindeki Durum” ve “Çözüm Çabaları” bölümleri yer almaktadır. İlk bakışta sorunun çözümü, Kıbrıs için de bir önşart olarak kabul ediliyor izlenimi verse de belge ayrıntılı olarak incelendiği zaman böyle olmadığı görülmektedir. Çünkü raporun Kıbrıs sorununa ayrılmış olan bölümlerinde tıpkı Türkiye İlerleme Raporu’nda olduğu gibi Türkiye’nin eksikliklerinden ve yapması gerekenlerden söz edilmektedir. G-8 Zirve kararı ve buna bağlı olarak kabul edilen 1250 no’lu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına atfen “önkoşulsuz müzakere” çağrısı yinelenmekte ve garantör ülke olarak Türkiye’nin çözüme katkıda bulunması gerektiği ifade edilmektedir. Bu itibarla 20 Temmuz tarihli Ortak Açıklama’nın doğru bir adım olmadığı vurgulanmaktadır. Aynı zamanda Türkiye’nin AIHM kararına uyması ve Loizidou’ya ödemeyi reddettiği cezayı ödemesi gerektiği belirtilmektedir. 

Bütün bu açıklamalardan sonra “Siyasi Kriterler” bölümünün en sonunda yer alan “Genel Değerlendirmeler” kısmında, Kıbrıs’ın Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiği ifade edilmiştir. “Kıbrıs ile AB arasındaki ilişkiler” başlığı altında ise katılım sürecinin başladığı 1998 yılından bu yana on fasılda müzakerelerin kapatıldığı, diğer fasıllarla ilgili müzakerelerin hızla devam ettiği bildirilmiştir. Kısacası Türkiye için Kıbrıs sorununun çözümü bir önşart iken “Kıbrıs hükümeti” için bu bir önşart değildir. 

Strateji Belgesi ya da Karma Belge, gerek Türkiye’nin gerekse Kıbrıs’ın AB ile ilişkilerindeki mevcut durumu özetleyen ve gelecekle ilgili öngörülerde bulunan bir belge olarak nitelendirilebilir208. Belgede, Türkiye’nin siyasi kriterleri henüz yerine getirmemiş olduğu, dolayısıyla müzakerelere henüz başlayamayacağı bir kez daha vurgulanmış ancak buna rağmen Türkiye’ye resmi adaylık statüsü verilmesi tavsiyesinde bulunulmuştur. Kıbrıs ise Malta ile birlikte hem siyasi hem de ekonomik kriterleri yerine getirme açısından en ileri düzeyde ülkeler olarak tanımlanmıştır. Müzakerelere başlayan ülkeler arasında en hızlı ilerleyen yine Kıbrıs’tır. 1998’den bu yana açılan 15 müzakere faslının 10’u kapatılmıştır. Kıbrıs’tan başka on faslı tamamlayabilmiş aday ülke olmadığı görülmektedir. Bu nedenle 1999’un sonuna dek sekiz faslın daha müzakereye açılması 
hedeflenmiştir. 

Dışişleri Bakanlığı, İlerleme Raporlarının ve Karma Belgenin yayınlanmasından sonra bir açıklama yapar. Açıklamada Türkiye’nin “bu defa tam üyeliğe resmen aday gösterildiği” vurgulanmakta, Türkiye ile AB’nin yakınlaşmasını sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesi gereğinden söz edilmektedir. Aynı zamanda “Kararın umut verici olduğu, Helsinki’de Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesi sonrasında Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacağı” söylenmekte dir 209. Kıbrıs’ın Ada’nın tek temsilcisi olarak AB ile bütünleşmesi son hızla devam etmesine ve Kıbrıs meselesinin “siyasi kriterler” başlığı altında önşart olarak konmasına rağmen Ankara’nın bu konulara hiç değinmediği, herhangi bir itirazda bulunmadığı dikkati çekmektedir. 

İkinci İlerleme Raporlarının ve Karma Belge’nin yayınlanmasından sonra yapılan Dışişleri Bakanlığının açıklamasının AB’ye yönelik herhangi bir eleştirel ifadeye yer vermemesi ilginçtir. Herşeyden önce “Kıbrıs hükümetinin” üyeliği konusunda AB’nin herhangi bir şekilde geri adım atması söz konusu değildir. Tam tersine Kıbrıs, AB’ye tam üyelik doğrultusunda en hızlı ilerleyen aday ülke konumundadır ve müzakereler büyük bir ivmeyle sürmektedir. Dolayısıyla AB, “aynı tarihi hatayı” işlemeye devam etmektedir. 

Türkiye’nin şiddetle karşı çıktığı “Kıbrıs’ın Türkiye’nin üyelik sürecinde bir önşart olmayacağı” tezinin AB açısından bir geçerliliği olmadığı, 1998 yılında hazırlanan ilk raporlardan sonra ikinci raporlarda da ortaya çıkmaktadır. Zira Kıbrıs, doğrudan “Siyasi Kriterler” başlığı altında ele alınmıştır. Dahası her iki rapor da, Türkiye’nin Temmuz ayında yayınladığı Deklarasyon ve Açıklamalarda şiddetle karşı çıktığı G-8 kararlarına ve 1250 sayılı Birleşmiş Milletler kararına atıfta bulunarak tarafları müzakereye çağırmaktadır; bu da KKTC’nin tanınması gibi önkoşullardan vazgeçilmesi anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra Ankara’nın 20 Temmuz tarihli Ortak Açıklamada dile getirilen “bütünleşme” adımlarını desteklemek yerine garantör ülke olarak çözümü desteklemesi gerektiği imasında bulunulmaktadır. Türkiye’den kendi tutumunu alaşağı edecek bu taleplere yönelik herhangi bir olumsuz açıklamanın gelmemesi dikkat çekicidir. 

Hatta belgelerin açıklanmasının hemen sonrasında Ankara’ya gelen ABD’nin Kıbrıs temsilcisi Moses’ın tarafların önkoşulsuz olarak dolaylı müzakerelere başlaması talebine Başbakan Bülent Ecevit olumlu yanıt vermiştir210. AB’nin Türkiye’ye adaylık kartını göstermesi, Ankara’nın tavrında ciddi bir değişime yol açmış gibi görünmektedir211. 

Ancak Dışişleri Bakanı İsmail Cem Helsinki Zirvesi öncesinde, 30 Kasım 1999’da Türkiye-AB ilişkileri konusunda yaptığı yazılı bir açıklamanın tonu biraz farklıdır. 
Açıklamada genel olarak AB’nin Helsinki’de Türkiye’ye adaylık statüsü vermesi beklentisi ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin kaydettiği ilerlemeden söz edilmektedir. 
Metnin dokuzuncu maddesi ise Kıbrıs konusuna ayrılmıştır. Burada, “Türkiye, Kıbrıs konusunu AB ile ilişkilerin dışında tutmuştur” denmekte ve Türkiye’nin aksi yöndeki tutumlara kesinlikle karşı olduğu vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek taraflı AB üyeli başvurusuna ilişkin hukuki ve siyasi itirazların geçerli olduğu” belirtilmiştir212. 

Ankara’nın İlerleme Raporu yayınlandıktan sonra yaptığı açıklamada, Kıbrıs’ın devam eden üyelik süreci ya da Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde siyasi kriter olduğu açık bir şekilde görülen Kıbrıs meselesi konusunda herhangi bir yorum yapulmamış olmasına rağmen 30 Kasım’da Cem’in AB’ye yumuşak tonda da olsa gecikmeli bir yanıt vermiş olması ilginçtir. Türkiye’nin itirazlarını genel ifadelerle hatırlatan Cem, Türkiye’nin KKTC ile bütünleşeceği tehdidini değil, “Genel Sekreterin New York’ta başlattığı görüşmeleri etkileyebilecek davranışlardan kaçınılması” temennisini ortaya koymuştur. Helsinki Zirvesi yaklaşırken, Ankara, AB ile ilişkileri tehlikeye sokacak sert bir üsluptan kaçınmış ancak kamuoyuna yönelik bazı mesajları vermeyi de ihmal etmemiştir213. 

10-11 Aralık 1999’da Helsinki Zirvesi gerçekleşir. Nihai Başkanlık Bildirgesi imzalanmadan önce, 10 Aralık’ta, Türkiye’ye adaylık statüsü vermesini de içeren taslak metin açıklanır. 11 Aralık’taki Başkanlık Bildirgesi’ne değişmeden girecek olan bu taslak metinde hem Kıbrıs hem de Türkiye, “Genişleme Süreci” başlığı altında değerlendirilmiştir. Diğer aday ülkelerle birlikte Kıbrıs’ta katılım müzakereleri ile ilgili olarak kaydedilen önemli mesafeden söz edilmekte, aynı zamanda 3 Aralık’ta Kofi Annan’ın girişimiyle New York’ta başlayan görüşmelerin desteklendiği ifade edilmektedir. Kıbrıs ile ilgili en önemli ifade, varılacak bir siyasi çözümün Kıbrıs’ın AB’ye katılımını “kolaylaştıracağı” ama herhangi bir çözüm olmadığı taktirde de AB Bakanlar Konseyi’nin bu, bir “önşart” olmaksızın “ilgili bütün etmenleri” dikkate alarak karar vereceğini ortaya koyan ifadedir. Türkiye ise “Diğer adaylarla aynı kriterler temelinde Birliğe tam üye olmaya yönelmiş bir aday ülke” olarak tanımlanmaktadır. Bu çerçevede Türkiye için bir katılım öncesi stratejisi hazırlanacak, Türkiye’nin Topluluk programlarına katılımı sağlanacak, siyasi ve ekonomik kriterleri yerine getirme konusunda kaydettiği ilerleme sürekli olarak izlenecektir. Türkiye’nin adaylığının resmen ilan edildiği paragrafta Kıbrıs’la ilgili doğrudan biri ifadeye yer verilmemekle birlikte, “Katılım Öncesi Stratejisi’nin, Türkiye’nin siyasi kriterleri yerine getirme konusunda insan hakları ve 4 ve 9(a) paragraflarında ifade edilen hususlar da dahil olmak üzere atacağı adımların özellikle altını çizen genişletilmiş siyasi diyalogu içerdiği” söylenmektedir. Uzun ve karmaşık bir cümle olmakla birlikte, genişletilmiş siyasi diyalogun siyasi kriterleri oluşturduğu, siyasi kriterlerin, insan hakları meselesinin yanı sıra 4 ve 9(a) paragraflarındaki konuları da kapsadığı anlaşılmaktadır. 4. paragraf, sınır ihtilafları ile ilgili bir maddedir. AB’ye aday 
ya da üye ülkelerin kendi aralarındaki sınır anlaşmazlıklarını 2004’e kadar çözmeleri, aksi taktirde Adalet Divanı’na başvurmaları tavsiyesinde bulunmaktadır. 

Bu madde doğrudan,

Türkiye ve Yunanistan arasında Ege adaları ve karasuları nedeniyle çıkan sorunlara gönderme yapmaktadır. 9(a) paragrafı ise, “3 Aralık’ta New York’ta başlamış olan müzakerelerden ötürü duyulan memnuniyet ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin çabalarının desteklendiği” yönündeki ifadelere yer veren paragraftır. Böylece AB, Kıbrıs’ta çözümü doğrudan bir önşart olarak Türkiye’nin önüne koyan sözcüklerden kaçınmış, ancak “siyasi kriterler” adı altında Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin olarak başlamış müzakerelere atıfta bulunarak, Kıbrıs meselesinin Türkiye’nin üyeliği için bir önşart haline gelmesini dolaylı bir ifadeyle sağlamıştır. 

Taslak karar metninin açıklanmasından sonra yaptığı konuşmada Türkiye’ye “önkoşulsuz olarak” aday ülke statüsü verilmiş olmasının olumlu bir gelişme olduğunu vurgulayan Başbakan Bülent Ecevit, Kıbrıs meselesine de değinir. Metinde “çözüm olmasa dahi GKRY’nin Kıbrıs adı altında AB’ye üye olabileceği izlenimi verildiğini” ve bunun “çok sakıncalı” olduğunu belirtir. Aynı zamanda Kıbrıs’ta iki devlet bulunduğu konusundaki politikanın değişmeyeceğinin, “Türkiye ve KKTC arasındaki özel ilişki ve bağların, AB’nin Kıbrıs konusunda izleyeceği tutuma paralel olarak gelişmeye devam edeceğinin” altını çizer214. 

Ecevit 11 Aralık’ta Helsinki’ye hareket etmeden önce benzer bir açıklama daha yapar. Ancak bu açıklamanın tonunun bir gün öncesine göre daha sert olduğu 
görülmektedir. Kıbrıs’ta iki devlet gerçeği bulunduğunu bir kez daha ifade eden Ecevit, uzlaşmanın buna dayanması gerektiğini, uzlaşma olmadan Güney Kıbrıs’ın, Kıbrıs’ın tamamını temsilen AB’ye üyeliğinin sakıncalı olduğu söylemektedir. 10 Aralık’taki açıklamasında böyle bir sonuç karşısında, Türkiye ile KKTC arasında “özel ve derin bağların gelişmeye devam edeceğini” ifade eden Ecevit, 11 Aralık’ta bu ilişkiyi “bütünleşme” olarak tanımlamıştır215. 

Ecevit’in her iki açıklamasında dikkati çeken en önemli unsurlardan biri Ankara’nın Kıbrıs’ın üyeliğine karşı çıkarken kullandığı hukuki gerekçelerin hiçbirine yer verilmemiş olması, bunun yerine üyeliğin “çözümden önce” gerçekleşmesine karşı çıkılmasıdır. Bunun da temel dayanağı, Güney Kıbrıs’ın Ada’nın tamamını temsil etmemesidir. AB’nin Lüksemburg Zirvesi’nden hatta 1990’ların ilk yıllarından bu yana Kıbrıs ve Türkiye konusunda geliştirdiği tavrın, Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesi dışında değiştiğini söylemek mümkün değildir. AB, ne Kıbrıs’ın tam üyeliğe doğru ilerleyen katılım sürecinde geri adım atmış ne de Türkiye’nin AB üyeliğini Kıbrıs ile ilişkilendirme anlayışından vaz geçmiştir. Hatta Türkiye’nin adaylığının açıklandığı paragrafta, katılım öncesi stratejinin siyasi kriterlerin yerine getirilmesine bağlanması ve kriterlerin arasında Kıbrıs’ta çözümün de bulunduğunun 9(a) maddesine atıfla “ima edilmesi”, Türkiye’nin üyeliği ile Kıbrıs sorunu arasında daha önce hiçbir Zirve bildirgesinde ifade edilmediği kadar somut ve resmi bir bağ kurmaktadır. AB’nin Helsinki Zirvesi bildirgesi de dahil olmak üzere yıllardır aldığı kararlarda diğer garantör ülkeler olan İngiltere ve özellikle Yunanistan’a Kıbrıs’ta çözümü destekleme konusunda herhangi bir çağrıda bulunmazken bunun yalnızca Türkiye’den beklemesi, Ankara her ne kadar inkar etse de Kıbrıs’ın 
Türkiye’nin AB üyeliği için bir önşart olduğunu açık bir biçimde gözler önüne sermektedir. Ancak Başbakan Ecevit açıklamalarında bu konuya açıklık getirmemektedir. 

Ecevit, Helsinki Zirvesi’nde yaptığı konuşma ve sonrasındaki basın toplantısında da Kıbrıs konusuna hiç değinmez216. Adaylık kartını cebine koyan Ankara, bu aşamadan sonra Kıbrıs’ın AB süreci ile ilgili söylemini ciddi biçimde değiştirecektir. 

DİPNOTLAR;

177 “Çıkarken Kapıyı Kapattık”, Milliyet, 15 Aralık 1997; “Avrupa’ya Rest: Yılmaz, AB kararına misilleme olarak Avrupa ile siyasi diyalogun durdurulduğunu açıkladı”, Sabah, 15 Aralık 1997. 
178 Dışişleri Bakanlığının konuyla ilgili açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/DisisleriBasinAciklamasi_14Aralik1997.htm 
179 “KKTC Köprüleri Attı”, Milliyet, 15 Aralık 1997. 
180 TC ve KKTC arasında imzalanan 13 Ocak 1997 tarihli İşlevsel ve Yapısal İşbirliği Protokolünün tam metni için, Sabahattin İsmail, 150 Soruda.... s 374. 
181 İsmail Cem’in konuşmasının tam metni için, 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/TC_BasinAciklamasi_30Mart1998.htm. 
182 Birinci TC-KKTC Ortaklık Konseyi toplantısı sonucunda kabul edilen bildirinin tam metni için, 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/TCKKTC_OrtaklikBildirisi_31Mart1998.htm. 
183 TC-KKTC arasında ekonomik işbirliğini artırmaya yönelik bu anlaşmalardan ilki Yatırımları Garanti Anlaşması, 30 Mart 1988’de Turgut Özal’ın girişimleriyle imzalanmıştır 
(http://www.cm.gov.nc.tr/index/meclisfaaliyet/onay/63-1988.HTM). Yatırımlarda Devlet Yardımları 
Anlaşması, 23 Ocak 1998’de (http://www.cm.gov.nc.tr/index/ meclisfaaliyet/onay/29-1998.htm); 
Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması ise 26 Şubat 1998’de imzalanmıştır. 
(http://www.cm.gov.nc.tr/index/meclisfaaliyet/onay/31-1998.htm). 
Ancak bu antlaşmalar Türkiye'deki mevzuatlarla uyumlaştırılmasında çeşitli sıkıntılar ve gecikmeler görülmesi nedeniyle şimdiye kadar etkin olarak uygulanamamıştır 
(http://www.tusiad.org.tr/turkish/rapor/kktc/html/sec4.html). 
184 İlk toplantısını 31 Mart 1998’de gerçekleşen TC-KKTC Ortaklık Konseyi, daha sonra 23 Temmuz 
1998’de (http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ayintarihi/1998/temmuz1998.htm); 19 Temmuz 
1999’da (http://www.tcberlinbe.de/tr/arsiv/1999/akt2007992.htm), 11 Ocak 2001’de 
(http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ayintarihi/2001/ocak2001.htm) ve 30 Eylül 2002’de 
(http://www.trncinfo.com/TANITMADAIRESI/ARSIV2002/TURKCEarsiv/EYLUL/300902.htm#3) 
toplanmıştır. Ortaklık Konseyi toplantıları AKP iktidarı döneminde de devam etmiştir. 
185http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/TCKKTC_
OrtakDeklarasyon_23Nisan1998.htm. Bu Deklarasyonun ayrıntıları için, bkz. Birinci bölüm, s.32. 
186 Gerek 31 Mart’ta Ortaklık Konseyi Bildirisi’ne gerekse 23 Nisan tarihli Ortak Deklarasyonun maddelerine bakıldığı zaman, bu metinlerin yalnızca Kıbrıs-AB 
yakınlaşmasına misilleme olarak okunamayacağı net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Her iki metin de “adanın silahlandırılmasından” , “S-300 
füzelerinin Güney Kıbrıs'a konuşlandırılmasından” ve “Ada’da inşa edilen askeri üslerden” söz etmektedir. 
Dolayısıyla 1996’dan başlamakla birlikte özellikle 1997-1998 yılları arasında Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB üyelik sürecine verdiği tepkileri Ege’de ve Doğu Akdeniz’de yaşanan 
askeri gelişmeleri göz önüne almadan değerlendirmek mümkün değildir.
187 Niyazi Kızılyürek, Türkiye’nin Kıbrıs Rum tarafının AB üyeliğine karşı çıkma gerekçesini, yalnızca Türk-Yunan dengesinin bozulması olarak değil, 
1974 yılında Türkiye’nin müdahalesi sonucunda oluşan statü ve kuvvetler dengesinin sarsılmasının istenmemesi olarak açıklamaktadır. Zira Yunanistan’dan sonra 
Kıbrıs’ın AB’ye üye olması, Türkiye’nin askeri üstünlüğünü büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır (2005: 287).
188 15-16 Haziran 1998 AB Cardiff Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/54315.pdf. 
189 “Cardiff Bildirisi Başbakan yardımcısı ve Bakanlar tarafından farklı yorumlandı: Hükümette çelişki”, Cumhuriyet, 18 Haziran 1998. 
190 Cardiff Zirvesinde Türkiye’yi memnun edebilecek bazı kararlar çıkmasına rağmen, Yunanistan’ın Türkiye’ye verilmesi öngörülen mali yardımları daha önce olduğu 
gibi veto etmesi hayal kırıklığına yol açmıştır. ABD’nin baskısına rağmen vetonun kalkmayacağı Yunanistan tarafından resmen ifade edilmiştir: 
“Yunanistan Başbakanı Türkiye’ye yardımlar konusundaki vetosunu kaldırmasını isteyen ABD Başkanını reddetti”, Cumhuriyet, 18 Haziran 1998. 
Bu dönemde yaşanan diğer gelişmeleri de göz ardı etmemek gerekir. Zirveden birkaç gün önce 12 Haziran 1998’de Kıbrıs Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Yannakis 
Kasulides’in Rusya'dan sipariş ettikleri S-300 füzelerinin adada konuşlandırılmasının ertelenmesi yönünde 
siyasi bir karar olmadığını açıklaması, Türkiye ve Yunanistan arasında ipleri geren gelişmelerden bir 
diğeridir. “S-300’lere karşılık Ruslar ihale istedi”, Cumhuriyet, 14 Haziran 1998. Bütün bunların yanı sıra 17 
Haziran’da Yunanistan, Güney Kıbrıs’taki inşaatı bir süre önce tamamlanan Baf askeri hava üssüne dört adet 
F-16 uçağı ile iniş yapar. Bunun üzerine Türkiye 18 Haziran’da Kuzey Kıbrıs’taki Geçitkale havaalanına altı 
adet F-16 gönderir. “Yunanistan’a misilleme”, Cumhuriyet, 19 Haziran 1998. Ancak bu gelişmelere rağmen, 
Ankara’nın Kıbrıs konusunda herhangi bir açıklama yapmamış olması, Türkiye’nin, Lüksemburg sonrasında 
aldığı AB ile Kıbrıs ve Ege gibi meseleleri konuşmama kararına bağlı kaldığı biçiminde yorumlanabilir. 
191 Hatırlanacağı üzere TC-KKTC Ortaklık Konseyi Anlaşmalarının ilki 6 Ağustos 1997’de imzalanmıştır. 
Bu, ikinci imzalanan anlaşmadır ve ilkine göre daha kapsamlıdır. Anlaşmanın tam metni için, 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/TCKKTC_OrtaklikKonseyiAnlasmasi_16Agustos 1998.htm. 
192 Türkiye’nin konfederasyon tezinin ayrıntıları için bkz. Birinci bölüm, s. 32-33. Temmuz ayı boyunca S- 
300 gerginliği karşılıklı yapılan açıklamalarla iyice tırmanır. Bu dönemde Türkiye açısından uzun vadeli 
sonuçları olacak bir diğer gelişme 28 Temmuz 1998’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Loizidou 
davasını sonuçlandırarak Türkiye’yi tazminata mahkum eden kararıdır. Kararın tam metni için, 
http://www.echr.coe.int/NR/rdonlyres/15E0E23D-8D4A-4B53-B483-9B443AB99AA3/0/Listechrono.pdf. 
Türkiye’nin KKTC ile Ortaklık Konseyi toplantısını gerçekleştirmesi ve konfederasyon önerisini ortaya atması, AB ile ilişkilerin durma noktasında olduğu, 
Haziran ayından bu yana Yunanistan ile yaşanan füze ve Baf askeri üssü gerginliklerinin doruğa çıktığı ve AIHM’in Loizidou davasında Türkiye aleyhine karar verdiği 
bir döneme denk gelmiştir. 
193 4 Aralık 1998 tarihli Karma Belge’nin (Strateji Belgesi) tam metni için, 
http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/1998/cyprus_en.pdf. 
194 4 Aralık 1998 tarihli Türkiye için İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_1998.pdf 
195 4 Aralık 1998 tarihli Kıbrıs için İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/1998/cyprus_en.pdf. 
196 Raporların ve Karma Belgenin yayınladığı tarihlerde Türkiye’de yeni hükümet kurma çalışmaları 
yürütülmektedir: “Demirel: Maç yeni başladı”, Cumhuriyet, 3 Aralık 1998. AB’nin girişimlerinin yanıtsız 
kalmış olmasının sebeplerinden biri iktidar boşluğu olarak gösterilebilir. Ancak bundan da önemlisi 
Ankara’nın Abdullah Öcalan’ın 12 Kasım 1998’de İtalya’ya girerken yakalanması nedeniyle son derece 
hareketli günler yaşıyor olmasıdır. Öcalan’ın İtalya’da yakalanmasının ardından Türkiye ile İtalya ve dolaylı 
olarak Avrupa Birliği arasında Öcalan’ın iadesi ile ilgili çetin pazarlıklar başlar. AB, Öcalan’ın uluslararası 
bir mahkemede yargılanmasını isterken Türkiye buna şiddetle karşı çıkar: “İsmail Cem: Kendin Pişir kendin 
ye Usulü Mahkeme Olmaz”, Hürriyet, 3 Aralık 1998. Böyle bir ortamda Komisyon’un bu belgeleri 
yayınlamasından bir gün önce, 3 Aralık 1998’de Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile ilgili olarak bir rapor 
yayınlar. AP’nin raporunda, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini karşılamaktan çok uzak olduğu, hala 
demokrasi, hukukun üstünlüğü ve azınlık hakları gibi konularda çok ciddi sıkıntılar yaşandığı vurgulandıktan 
sonra bir Kürt Konferansı toplanması çağrısında bulunulur. AP Raporunun tam metni için, 
http://europa.eu/bulletin/en/9812/p103075.htm. Dışişleri Bakanlığı raporun ardından yaptığı açıklamada, “Bu 
raporun Sevr’i yeniden hortlatma” girişimi olduğunu ifade eder: “Sevr Hortlatılıyor mu?”, Radikal, 4 Aralık 
1998; “AB, Düşmanların sözcüsü”, Cumhuriyet, 6 Aralık 1998. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise 
basına yaptığı açıklamada “Avrupa Parlamentosu'nun ‘‘Kürt Konferansı toplansın’’ kararının ‘‘Türkiye'nin 
iç işlerine müdahale anlamına geldiğini” söyler ve ‘‘Türkiye'yi masaya yatırın. Türkiye'nin bölünmesini 
tartışın. Sizi Avrupa Birliği'ne alalım diyorlarsa, Avrupa Birliği onların olsun’’ diyerek tavrını ortaya koyar: 
“Batı’ya terör mesajı”, Hürriyet, 5 Aralık 1998. Daha sonra benzer bir uyarı Genelkurmay Başkanlığı 
tarafından yapılır: “Genelkurmay: Türkiye hedefte”, Radikal, 5 Aralık 1998. Türkiye ve AB arasında 
Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve Kürt sorunu nedeniyle gerginliklerin yaşandığı bu dönemde 
Yunanistan’dan Kıbrıs’ta konuşlandırılması planlanan S-300 füzelerinin Suriye’de konuşlandırılabileceği 
açıklaması, Ankara’daki olumsuz havayı daha da körükler: “S-300’ler Suriye’ye gelebilir: Türkiye ön 
kapıdan kovduğunu arka kapıda bulacak”, Hürriyet, 7 Aralık 1998. Bu gelişmeler nedeniyle Ankara, AB’nin 
birbiri ardına yayınladığı bu belgelere resmi bir yanıt vermediği yorumu yapılabilir. 
197 11-12 Aralık 1998 AB Viyana Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00300-R1.EN8.htm. 
198 “AB’de değişen birşey olmadı”, Cumhuriyet, 13 Aralık 1998; “Viyana Kapısı kapalı: Türkiye, Viyana 
Zirvesi'nden eli boş döndü. 40 sayfalık sonuç bildirisinde Türkiye'ye bir paragraf ayrıldı ”, Milliyet, 13 
Aralık 1998; “Dört Satırlık Değer”, Zaman, 13 Aralık 1998. 
199 Viyana’dan 11-12 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’ne kadar geçen bir yıllık zaman zarfında 24-25 Mart 
Berlin, 3-4 Haziran Köln ve 15-16 Ekim 1999 Tampere Zirveleri gerçekleşir. Berlin Zirvesi’nin Başkanlık 
Bildirgesi için, http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/ACFB2.html; 
Tampere Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, http://europa.eu.int/council/off/conclu/oct99/oct99_en.htm. 
Köln Zirvesi’nde Türkiye ile ilgili önemli tartışmalar yapılır. Almanya, Türkiye’ye adaylık statüsünün 
önünün açılması için Başkanlık Bildirgesi’ne bazı maddelerin konması önerisini getirir ancak hazırlanan 
metin Yunanistan’ın vetosuna takıldığı için kararda Türkiye ile ilgili bir ifadeye yer verilmez. “Yunanistan 
yine AB’yi engelledi”, Cumhuriyet, 5 Haziran 1999. Başbakan Bülent Ecevit bu gelişme üzerine “AB’nin 
samimi olmadığı” açıklamasını yapar. “ Başbakan zirveyi değerlendirdi Ecevit’e göre AB samimi değil ”, 
Cumhuriyet, 7 Haziran 1999. Kıbrıs ise Köln Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde yer bulur. Metinde 1999 yılında 
başlayan ikinci tur müzakerelerin sonuçlarının memnuniyet yarattığı vurgulanmaktadır. Köln Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/kolnen.htm. Ankara’dan Kıbrıs’ın 
AB üyeliği konusunda bir açıklama yapılmaz. Ancak Temmuz ayı itibariyle Ankara, Kıbrıs konusundaki çıkışlarını yeniden sertleştirecektir. 
200 15 Temmuz 1999 tarihli TBMM Deklarasyonu ilk bölümde ayrıntılı olarak tartışıldığı için burada 
yalnızca AB sürecini ilgilendiren yönleriyle ele alınacaktır. Bkz. Birinci bölüm, s. 34. 
201 18 Haziran Köln’de gerçekleşen G-8 Zirvesi’nde Kıbrıs sorununun çözümü için taraflara “önkoşulsuz 
masaya oturulma” çağrısında bulunulmuştu. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi aldığı 29 
Haziran 1999 tarihli 1250 no’lu kararda G-8’in çağrısını yinelemişti; bkz. Birinci bölüm, s. 33-34, 70. dip notu. 
202 “Entegrasyona adım: Ortaklık Konseyi toplandı”, Radikal, 20 Temmuz 1999. 
203 20 Temmuz 1999 tarihli Ortak Açıklama’nın Kıbrıs-AB ilişkilerini ele alan maddeleri dışında kalan yönleri, birinci bölümde tartışılmıştır, bkz. s. 34-35. O nedenle bu bölümde yalnızca Kıbrıs-AB yakınlaşmasına ilişkin boyutuyla incelenecektir. 
204 Viyana Zirvesi Sonuç Bildirgesi kararları uyarınca 19 Temmuz 1999’da, 15 üye devlet, aday statüsündeki Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Kıbrıs, Malta ve İsviçre’nin dışişleri bakanlarının katılacağı bir toplantı 
düzenlenmiştir. Türkiye davetli olmasına rağmen katılmayı reddetmiştir. 20 Temmuz tarihli Ortak Açıklama, bir gün önce düzenlenen bu toplantıya tepki niteliğinde bir belge olarak yorumlanabilir. 
205 20 Temmuz Açıklaması’ndan önce artan uluslararası baskıları göstermesi bakımından ABD Savunma Bakanı William Cohen’in 15 Temmuz 1999 tarihli Türkiye ziyareti dikkat çekicidir. Kıbrıs konusunda önemli çıkışlar yapan Cohen, "Adada statüko devam edemez. Diyalog başlamalı" diyerekTürkiye’nin tutumunu eleştirmiştir. Cohen, ABD, BM ve önemli ülkelerin doğrudan diyalog çağrılarını desteklediğini anımsattıktan sonra "Kıbrıs Rumları ve Türkleri önkoşul olmadan masaya oturmalı. ABD, iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon istiyor, pozisyonumuz budur" diyerek ABD’nin Türkiye’nin ortaya koyduğu 
konfederasyon ya da KKTC’nin tanınması gibi önşartlarına yeşil ışık yakmayacağını göstermiştir. “ABD ile Kıbrıs restleşmesi”, Radikal, 16 Temmuz 1999. Dolayısıyla 20 Temmuz tarihli açıklama, ABD’nin tavrına 
bir yanıt olarak da algılanmıştır. “Türkiye Kıbrıs’a çıkıyor: Türkiye, Kıbrıs Barış Harekâtı'nın yıldönümünde adaya adeta 'çıkarma' yapacak. Ecevit-Denktaş deklarasyonuyla da ABD'nin, Rumlarla 'önkoşulsuz masaya 
oturun' çağrılarına yanıt verilecek”, Radikal, 19 Temmuz 1999; “Bütünleşmeye doğru”, Radikal, 21 Temmuz 1999. . 
206 13 Ekim 1999 tarihli Türkiye İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_1999.pdf 
 207 13 Ekim 1999 tarihli 1999 Kıbrıs İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/1999/cyprus_en.pdf. 
208 13 Ekim 1999 tarihli 1999 Karma Belge’nin tam metni için, http://www.belgenet.com/arsiv/ab/kb99.html. 
209 “Ankara rapordan memnun”, Radikal, 14 Ekim 1999; “Adaylığımız Tamam”, Sabah, 14 Ekim 1999; 
“Ankara: Umut verici”, Milliyet, 14 Ekim 1999; İlter Türkmen, “Dış politikanın dayanılmaz hafifliği”, Hürriyet, 14 Ekim 1999. 
210 “ABD Başkanı Bill Clinton'ın Kıbrıs Temsilcisi Moses Ankara'da temaslarda bulundu: Dolaylı 
görüşmeye yeşil ışık”, Cumhuriyet, 15 Ekim 1999. 
211 Ankara’nın İlerleme Raporu sonrasında AB’ye yönelik herhangi bir eleştiri getirmemiş olması, adaylık 
statüsü verilmesinin yanı sıra başka gelişmelerle de açıklanabilir. Ağustos ayında Türkiye’de meydana gelen 
deprem felaketi hem Kıbrıs’la ilgili tartışmaların bir süreliğine rafa kaldırılmasına hem de Yunanistan ile 
ilişkilerin yumuşama dönemine girmesine vesile olmuştur, bkz. Birinci bölüm, s. 35, 75. dip notu. Depremin 
etkisi yatıştıktan sonra ise özellikle ABD’nin Kıbrıs’ta çözüm için baskıları yeniden artırdığı görülmektedir. 
Türkiye’nin ekonomik desteğe ihtiyaç duyduğu bu dönemde Başbakan Ecevit, ABD’ye resmi bir ziyaret 
düzenler. 30 Eylül 1999’da Başbakan Ecevit’in deprem sonrası mali yardım gibi konuların konuşulacağı 
ABD ziyareti sırasında özellikle Kongre üyelerinden ciddi bir baskı gördüğü bilinmektedir. Senatör Biden, 
“Kıbrıs sorununu çözmezseniz, ben de bizden beklediğiniz beş milyon dolarlık iktisadi yardımı Senatodan 
geçirmem” diyerek Ecevit başkanlığındaki TBMM heyetini köşeye sıkıştırmıştır: “Kongrede Kıbrıs Şantajı”, Milliyet, 1 Ekim 1999. 
212 “Cem: Kıbrıs AB’nin işi değil”, Cumhuriyet, 1 Aralık 1999. Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in açıklamasının 
tam metni için, http://www.belgenet.com/arsiv/ab/cem_30111999.html. 
213 İlerleme Raporu’nun yayınladığı tarihten Cem’in açıklama yaptığı tarihe kadar Türk kamuoyunda Kıbrıs meselesi ile ilgili hükümetin atabileceği muhtemel adımlarla ilgili haberler çıkmaktadır. İsmail Cem’in yazılı 
açıklamasının başında üstü kapalı bir biçimde değindiği bu haberler, Helsinki’de adaylık statüsü elde edebilmek için Hükümetin Kıbrıs’ta bazı tavizler verebileceği yönündedir. 15 Kasım’da ABD Başkanı Clinton’ın Türkiye ziyareti sırasında, Denktaş’ın herhangi bir koşul öne sürmeksizin 4 Aralık’ta doğrudan 
görüşme masasına oturmayı zorlu pazarlıklardan sonra kabul etmesi, bu tür yorumları körükleyen gelişmelerden biridir. “Kıbrıs uyuşmazlığı: Clinton’dan İnciler”; “AB Ödünü: Kıbrıs’ta 12 saatlik diplomatik bunalım”, Cumhuriyet, 16 Kasım 1999. 19-21 Kasım tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşen AGİT Zirvesi sırasında benzer haberlerin daha da arttığı göze çarpmaktadır. Zira AGİT Zirvesi, ABD Başkanı Clinton’un yoğun baskıları nedeniyle adeta bir Kıbrıs zirvesine dönüşmüştür. “Denktaş AGİT’i Bekliyor”, Radikal, 19 Kasım 1999; Ferai Tınç, “İstanbul’da Kıbrıs muamması”, Hürriyet, 21 Kasım 1999. Denktaş ve İsmail Cem, AGİT Zirvesi sırasında Kofi Annan ile birkaç kez bir araya gelmiş ve ikili görüşmelerin Aralık başında önkoşulsuz olarak yeniden canlanması kararı bu dönemde Ankara tarafından resmi olarak teyit edilmiştir. 
Basında hükümetle ilgili çıkan olumsuz haberlerin tek sebebi ABD’nin baskıları sonucu başlaması kararı verilen müzakereler değildir. 1986’da Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Konferansı ve 1996’da Habitat’a nedeniyle Türkiye’ye gelen Kıbrıs Cumhuriyeti bakanlarından sonra bu kez de 1999 AGİT Zirvesi için Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides İstanbul’a resmi zirve katılımcısı olarak gelmiştir. Böyle bir dönemde Klerides’e vize verilmesi, Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıma yolunda adımlar attığı biçimde algılanmıştır. “Klerides’e AGİT vizesi”, Milliyet, 21 Ekim 1999; “Kaleyi içten 
fethetmeye geldi”, Sabah, 19 Kasım 1999. Bu gelişmelerin ardından 23 Kasım’da İsmail Cem, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın geleceğinin tartışıldığı Batı Avrupa Birliği toplantısına katılır. 
Toplantı’da oluşturulacak Avrupa ordusunun karar mekanizmalarında Türkiye’nin ne kadar yer alacağı konusu ciddi bir tartışma yaratır. “BAB toplantısında Avrupa güvenlik kimliği tartışıldı: Cem’den mesaj, katkıya karşılık karar”, Cumhuriyet, 24 Kasım 1999. Türkiye’nin BAB toplantısından beklediği mesajları 
alamamış olması, Ankara’nın Kıbrıs konusunda mesajlarını sertleştiren etmenlerden biri olarak görülebilir. 
Toplantının bir gün sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin KKTC’de düzenlediği Toros tatbikatı, Ankara’nın sertleşen tutumunun bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. “Türk savaş gemileri KKTC’de”, Cumhuriyet, 25 Kasım 1999. AGSP konusu ilerleyen sayfalarda ayrıntılı olarak tartışılacaktır. 
214 Bülent Ecevit’in taslak metnin ilan edilmesinden sonra yaptığı açıklama için, 
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/be_10121999.html. 
215 Bülent Ecevit’in Helsinki Zirvesi’nin hemen öncesinde yaptığı açıklama için, 
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/be_11121999.html. 
216 Bülent Ecevit’in Helsinki Zirve’sinde yaptığı konuşma için, 
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/helsinkizirve_01.html. 
Ecevit’in Zirve sonrasında düzenlediği basın toplantısındaki açıklamalarının tam metni için, 
http://www.belgenet.com/arsiv/ab/be1_11121999.html. 



***

KIBRISTA ÇÖZÜMSÜZLÜK ÜZERİNE, Ankara Sertleşiyor


 KIBRISTA  ÇÖZÜMSÜZLÜK ÜZERİNE, Ankara Sertleşiyor



KIBRIS KONUSUNDA, Ankara da Siyaset Sertleşiyor;

Şubat 1995 Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi süresince açıklamalarını sertleştirmeye başladığı bir dönem olarak görülebilir. 3 Şubat 1995’te Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, AB dönem başkanı Fransa’nın Dışişleri Bakanı Alain Juppe’ye bir mektup göndererek “Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi sonucu Türkiye’nin de buna karşı önlemler almak zorunda kalacağını” ifade eder (Terzi, 2004: 454)142. 6 Şubat 1995’te AB Dışişleri Bakanları’nın düzenlediği Kıbrıs konulu toplantının sonucunda, 
Yunanistan’ın Türkiye’nin Gümrük Birliği üyeliği üzerindeki vetosu kalkar ancak bunun karşılığında Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesi karara bağlanır. Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, kararının yayınlanmasından sonra düzenlediği basın toplantısında, Brüksel'de yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında Yunanistan'ın, Türkiye'nin gümrük birliğine geçişi üzerindeki vetosunu kaldırması, Kıbrıs Rum tarafına da AB'ye tam üyelik için müzakere takvimi verilmesi kararının çok önemli olduğunu belirterek, "Karar büyük başarı 
ve çok önemli. Ancak bu karar, Türkiye'nin AB ile gümrük birliğine girişi olarak yorumlanamaz. Gümrük Birliğine girişimiz ile ilgili karar 6 Mart'ta yapılacak Ortaklık Konseyi'nde alınacaktır" açıklamasını yapar. Karayalçın, Kıbrıs'ın bütünlüğü sağlanmadan, sadece Rum tarafının AB'ye alınmasının Türkiye'yi de bazı karşı önlemler almaya zorlayacağını ifade ederek, "Ancak Kıbrıs sorununun bu aşamaya gelmeden çözüme kavuşacağına inanıyoruz. Kıbrıs bizim için milli bir davadır"143 diyerek Türkiye’nin tutumunun sertleşmeye başladığının işaretlerini verir. “Karşı önlemler”in ne olduğu belirtilmemekle birlikte, Karayalçın’ın sözlerinin bundan önceki açıklamalara göre daha sert bir tonda olduğu bir gerçektir. 

8 Şubat’ta Karayalçın’ın yaptığı açıklama ise kafaları biraz karıştırır. Ziyaret amacıyla KKTC'ye giden Karayalçın, Ercan Havaalanı'nda bir gazetecinin "Bazı çevreler, Türkiye'nin AB ile daha sıcak ilişkiler kurma yönünde ilerleme sağlanması için Kıbrıs'ta çok büyük tavizler verdiği iddialarını öne sürüyor" şeklindeki sorusu üzerine, "Böyle bir iddia söz konusu olamaz. Kıbrıs sorununun çözümü sağlanmadan Kıbrıs'ın Güney kesiminin Gümrük Birliği'ne girmesi ya da Avrupa Birliği'ne girmesi, sorunun çözümü için çok ciddi engeller yaratır” uyarısında bulunur. Burada Ankara’nın üslubundaki yumuşama dikkat çekicidir. Zira Ankara, Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesine uluslararası antlaşmalara aykırı olduğu gerekçesiyle değil, çözümü güçleştireceği “endişesiyle” karşı çıkma siyasetine geri dönmüştür. 12 Şubat’ta Karayalçın bir açıklama daha yapar144. 
Açıklamasında, "Kıbrıs sorununun çözümünde nihai aşamaya gelmeden, her iki tarafın hakkaniyet kurallarına göre belli bir güvenlik anlayışı içinde bir karara varmadan Kıbrıs'ın girmesi demek ancak ve ancak, Kıbrıs'ın güney kesiminin girmesi demektir. Bu da Kıbrıs'ın AB'ye girmesi demek değildir. Türkiye bunu kabul etmez. Herşeye karşın eğer böyle bir gelişme olursa Kıbrıs'ın kuzeyi de Türkiye ile bütünleşir" diyen Karayalçın, önceki beyanlarına kıyasla çok daha net bir tavır ortaya koyar. 

Karayalçın’ın ifadeleri, Türkiye’nin resmi itirazları ve tutumu açısından önemli bazı noktaların altını çizmektedir. Örneğin Rum kesiminin Ada’nın tamamını temsil etmediği vurgulanmıştır. Ne var ki Karayalçın, Kıbrıs-AB bütünleşmesinin hukuk dışı ve uluslararası antlaşmalara aykırı olduğundan söz etmemektedir. Sadece bütünleşmenin sonucunun “Kıbrıs’ın kuzeyi ile Türkiye’nin bütünleşmesi” olacağını vurgulamaktadır. Karayalçın’ın sözlerinin daha önceki ifadelerine göre çok daha tehditkar olduğu ortadadır. Her ne kadar bu tehditler henüz AB nezdinde dile getirilmemiş, yalnızca Türk kamuoyuna yönelik açıklamalar olarak kalmışsa da Ankara’nın bu konuda yavaş yavaş Denktaş’ın çizgisine yaklaşmakta olduğu anlaşılmaktadır. 

Yunanistan’ın vetosunu kaldırması sayesinde 6 Mart 1995’te Türkiye ile Gümrük Birliği sürecinin tamamlanmasına 95/1 sayılı Ortaklık Konseyi kararı alınır. Aynı zamanda vetonun kalkması karşılığında Kıbrıs’a müzakere takvimi verilir. Böylece Türkiye, Rum Yönetiminin AB ile görüşmelere başlamasına açıkça olmasa da dolaylı olarak destek vermiş olur (Topur, 2002: 182). Ancak bu dolaylı tavizin yanı sıra Gümrük Birliği karar metninin imzalanmasıyla birlikte ilk başta göze çarpmayan çok daha önemli bir durum ortaya çıkar. İlgili Ortaklık Konseyi karar metninin on altıncı maddesinde “Türkiye, ticaret politikasını Topluluğun Ticaret Politikasına uyumlu hale getirmek amacıyla bu Kararın 
yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl içinde Topluluğun tercihli gümrük rejimine aşamalı olarak uyum sağlar. Bu uyum, hem otonom rejimleri hem de üçüncü ülkelerle tercihli anlaşmaları kapsar. Bu amaçla, Türkiye gerekli önlemleri alır ve ilgili ülkelerle karşılıklı yarar temeline dayanan anlaşmaları müzakere eder” denmektedir. Antlaşmanın sonunda yer alan Ekler bölümünde ise “16. Maddede Anılan Otonom Rejimler ve Tercihli Anlaşmalar (Ek 10)” başlığı altında, “Kıbrıs ile yapılan Ortaklık Antlaşmaları” da yer almaktadır145. Kısacası Türkiye Gümrük Birliği’ne girmek için Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesine göz yummakla kalmamış, aynı zamanda Ada’nın tamamını temsil etmediğini 
iddia ettiği Rum Kesimi’nin “Kıbrıs” olarak varlığını ve bu ülke ile ticaret rejimini, müzakere edeceği antlaşmalar yoluyla uyumlulaştıracağını tescil etmek durumunda kalmıştır. Ankara, Antlaşma’nın Kıbrıs’ı da içeren bu maddesine herhangi bir itirazda bulunmamış, yalnızca önceliğin diğer ülkelere verileceğini söylemekle yetinmiştir (Bıçak, 1997: 249). 

Gümrük Birliği’nin imzalanması sürecinde hükümete karşı giderek büyüyen bir muhalif cephe oluştuğu görülmektedir (Manisalı, 2007b: 121-2). Hükümetin “Kıbrıs’ı sattığı” eleştirileri özellikle meclisteki muhalefet partileri tarafından sıklıkla dile getirilen eleştirilerdir. Böyle bir havada Gümrük Birliği Antlaşması’nın imzalanacağı AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Türkiye’nin resmi tezlerini ortaya koyan ayrıntılı bir konuşma yapar146. Ancak bu konuşma dahi mecliste hükümete karşı giderek büyüyen muhalefetin eleştirilerini dindirmeye yetmez147. 

Karayalçın konuşmasında öncelikle “Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliği’ne başvurusunun tek taraflı” olduğunun altını çizmiş, bu başvurunun “Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’ın üyeliğinin toplumsal görüşmelerde ele alınması” görüşüne ve “iki toplumlu, iki kesimli federal çözüme” ters düştüğünü vurgulamıştır. Aynı zamanda “Güney Kıbrıs’ın tek taraflı başvurusunun çözümden önce veya sonra kabul edilmesinin 1959 ve 1960 antlaşmalarına aykırı” olduğu, “Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın (her ikisinin de) üye olmadığı uluslararası bir birliğe üyeliğini engelleyen maddelerin” bulunduğu ifade edilmiştir. “Üyelik görüşmelerinin Ada’da çözüme ulaşılmadan başlatılmasının, görüşmelerin Rum tarafıyla tek taraflı olarak sürdürülmesi anlamına geleceği” ve bunun sonucunda “Türkiye’nin KKTC ile entegre olmak üzere gerekli adımları atacağı” da ortaya 
konmuştur. 

Karayalçın’ın bu açıklaması Türkiye’nin temel itirazlarını yansıtan bir açıklama olarak nitelendirilebilir. Bu açıklama, aynı zamanda “entegrasyon” tezinin resmi olarak ilk kez uluslararası bir platformda ifade edilmesi bakımından bir dönüm noktasıdır148. Burada dikkati çeken unsurlardan biri, Kıbrıs’ın üyeliğinin “çözümden önce veya sonra” kabul edilemeyeceğinin altının çizilmiş olmasıdır. Bundan önce Ankara’nın yaptığı açıklamalarda Kıbrıs’ın AB yolunda attığı adımların “çözümü güçleştireceği” ve “AB üyeliğinin taraflar arasında müzakereler sırasında ele alınması gerektiği” vurgulanmış, diğer bir deyişle, “çözümden sonra Kıbrıs’ın AB üyeliğinin mümkün olabileceği” izlenimini doğuran yorumlar yapılmıştı. Oysa Karayalçın, konuşmasında bunu bir garantör ülke olarak Türkiye’nin üyeliği ile ilişkilendirerek “çözüm olsa dahi Türkiye’den önce 
üye olamaz” görüşünü ortaya koymuştur. Dikkati çeken bir diğer konu, Türkiye-KKTC bütünleşmesinin AB ile Güney Kıbrıs’ın bütünleşmesi sonucu değil, “üyelik 
görüşmelerinin başlatılması üzerine” gerçekleşeceğinin ifade edilmesidir. Demek ki 1996 yılındaki Hükümetler Arası Konferans’tan birkaç ay sonra Türkiye’nin KKTC ile bütünleşmenin kaçınılmaz hale gelecektir149. 

12 Haziran 1995’te Kıbrıs-AB Ortaklık Konseyi toplantısı gerçekleştirilir. Bu toplantıda AB’nin Rum hükümetini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdığı, “Türk Kıbrıs Toplumunun” bu süreçte “Kıbrıs Hükümeti” ile istişare etmesi gerektiği, zira “Kıbrıs Hükümeti’nin, yürütülecek yapılandırılmış diyalog çalışmaları sırasında AB’nin yegane muhatabı” olacağı kararı alınır150. Böylelikle AB, Kıbrıs ile tam üyelik yönünde adımlar atmaya devam edeceğini belirtmekle kalmamış, muhatabının kim olduğunu çok net ifadelerle tanımlamıştır. Bu karar, Ankara’nın Güney kesimin Ada’nın tümünü temsil etmediği tezine açıkça ters düşmektedir. Ne var ki Ankara’nın AB’ye herhangi bir resmi itirazda bulunmadığı görülmektedir. 

26 Haziran 1995’te toplanan Avrupa Birliği Cannes Zirvesi’nin sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nin “Giriş” bölümünde “Baltık Devletleri de dahil olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Kıbrıs ve Malta’nın Birliğe katılımı için yapılacak hazırlıklardan” ve “bu ülkelerin Birliğe katılmaya yönelmiş ülkeler olduğundan” söz edilmektedir. Türkiye ise Birliğin ilişkilerini geliştirmek istediği “Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu, Afrika, Karaip ve Pasifik ülkeleri, Latin Amerika ve Asya ülkeleri” ile aynı gurupta yer almaktadır. Bildirge’nin “Dış İlişkiler” başlığı altında Malta ve Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerinin “1996’daki Hükümetler Arası Konferans’tan altı ay sonra başlayacağı” duyurulmakta ve bu ülkelerin katılıma hazırlanması için katılım-öncesi stratejinin uygulama aşamaları açıklanmaktadır. Türkiye ise AB’nin çeşitli antlaşmalar imzaladığı ülkeler olan Tunus, Fas, İsrail, Mısır ve Ürdün ile aynı paragrafta ele alınmıştır. Türkiye’ye dair tek cümle, “AB ile Türkiye arasındaki bağların güçlenmesinin memnuniyetle karşılandığı” cümlesidir151. 

Cannes Zirvesi sonuç bildirgesinden de anlaşıldığı gibi, Kıbrıs tam üyelik yolunda hızla ilerlemektedir. Üyelik müzakerelerinin ne zaman başlayacağı somut olarak takvime bağlanmıştır. Bu aslında dolaylı olarak Türkiye-KKTC bütünleşmesinin takvimi anlamına gelmelidir; zira Ankara için Gümrük Birliği haricinde bir perspektif henüz öngörülmemektedir. Türkiye, Birliğin ilişkilerini geliştirdiği, ancak üyelik perspektifi olmayan ülkelerle birlikte anılmaktadır152. Bu durumda Karayalçın’ın konuşmasında ifade ettiği gibi Türkiye’nin KKTC ile bütünleşmesi an meselesi olmalıdır. Nitekim 26 Haziran 1995’te resmi bir ziyaret için KKTC’yi ziyaret eden Dışişleri Bakanı Erdal İnönü153, yaptığı konuşmada “AB'nin Güney Kıbrıs'ı tek başına Birliğe alma yolunu seçmesi durumunda Türkiye'nin de KKTC ile bütünleşeceğini” açıklar154. Yalnız buradaki ifadelerin Karayalçın’ın açıklamasından farklı olduğu gözden kaçmamalıdır. Hatırlanacağı üzere Karayalçın, konuşmasında AB “tek taraflı olarak üyelik görüşmelerine başlarsa” bu entegrasyonun gerçekleşeceğinden söz ederken, Erdal İnönü, bu koşulu “tek başına birliğe alma” olarak ortaya koymaktadır. Bu aslında ciddi bir tutum değişikliğidir. Kıbrıs’ın tam üyelik görüşmelerine ne zaman başlayacağının açıklandığı bir AB toplantısı sonrasında Ankara’nın üslubunu yumuşatması, daha doğru bir ifadeyle, entegrasyonu “ertelemesi” dikkat çekicidir. 

16 Aralık 1995 Madrid Zirvesi ve 29 Mart 1996 Turin’de gerçekleşen Hükümetler Arası Konferansı sonrasında yayınlanan sonuç bildirgelerinde ne Kıbrıs ne Türkiye ile ilgili ifadelere rastlanır155. Ancak bu iki zirve arasında 28 Aralık 1995’te T.C Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş arasında Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu yayınlanır156. 

Türkiye’de çok ses getirmeyen bu deklarasyon, Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi ile ilgili çeşitli maddeler içermektedir157. Metinde mevcut durumun nasıl olduğu değil, nasıl olması gerektiği tanımlanmıştır. AB’nin tek muhattap olarak “Kıbrıs hükümetini” yani Rum kesimini kabul ettiği yönünde art arda aldığı kararlara rağmen Deklarasyon’da buna karşı çıkan herhangi bir ibare bulunmaması dikkat çekicidir. Öncelikle antlaşmalar gereği Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları uluslararası birliklere katılamayacağı vurgusu ön plana çıkmaktadır. Ancak paradoksal bir biçimde AB’ye tam üyelik hedefinin “toplumlararası görüşmelerde” müzakere edileceği ve “nihai çözümden 
sonra tam üyelik görüşmelerinin yapılabileceği” ifade edilmektedir. 

Bu durumda Kıbrıs sorunu çözüldüğü ve taraflar üzerinde mutabık kaldığı taktirde Türkiye üye olmasa bile Kıbrıs’ın Birliğe tam üye olabileceği sonucu çıkmaktadır. 

Bir ihtimal de Kıbrıs sorununun yakın bir gelecekte çözümünün muhtemel görülmemesi olabilir. Türkiye, kendi üyeliği gerçekleşene kadar Kıbrıs sorununun çözülmesini erteleyerek çelişkili görünen bu iki koşulun eşzamanlı olarak yerine getirileceğini hesaplamış olabilir. 

Metinde, Türkiye’nin KKTC ile entegrasyona ya da bütünleşmeye gideceğine dair herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir. Sadece iki ülke arasında çeşitli alanlarda 
işbirliği yapılacağı vurgulanmıştır. 

21 Haziran 1996’da AB Floransa Zirvesi toplanır ve yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nde158 Kıbrıs, “Genişleme” başlığının, Türkiye ise “Dış İlişkiler” başlığının altında ele alınır. Kıbrıs ile ilgili paragrafta Komisyon’a genişleme ile ilgili raporlarını bir an önce tamamlaması çağrısı yapılmakta, buna bağlı olarak Hükümetler Arası Konferans’tan altı ay sonra Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerinin başlayacağıyinelenmektedir. Türkiye ile ilgili paragrafta ise Ortaklık Konseyi’nin toplanması için elverişli koşulların bir an önce oluşmasının beklendiği vurgulanmaktadır159. 

Türkiye’nin bu Zirve kararına ilk tepkisi, 15 Temmuz 1996’da KKTC’nin Türkiye Büyükelçisi Nazif Borman'ı Köşk’te ağırlayan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 
tarafından dile getirilir. Cumhurbaşkanı Demirel, kabulde yaptığı konuşmada, “KKTC'yi dikkate almadan, Güney Kıbrıs'ı, Kıbrıs'ın tümüymüş gibi varsayarak AB'ye almaya çalışmanın uluslararası anlaşmalara aykırı” olduğunu kaydederek, "Kıbrıs, Türkiye'den önce AB'ye giremez. Şimdi birtakım oyunlarla karşı karşıyayız. Geçmişte olduğu gibi bu oyunların hepsi aşılacaktır" açıklamasını yapar160. Ancak Türkiye zaten geç gelen bu tepkisini AB nezdinde ifade etmemiştir161.

16 Aralık 1996’da yayınlanan Dublin Zirvesi Başkanlık Bildirgesi’nde162 aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu “ortak üyeler” ile ilgili paragraf son derece kısadır. Paragrafta, “Devlet ve Hükümet başkanları ile Dışişleri Bakanları seviyesinde düzenlenen ve uyuşturucu ile organize suçlar konusunun tartışıldığı toplantıda kapsamlı görüş alışverişinde bulunulduğu” ifade edilmektedir. Türkiye ile ilgili bölüm ise bundan önceki Bildirgelere göre daha uzun ve ayrıntılıdır. Konsey’in Türkiye ile hem ekonomik hem de siyasi alanda ilişkileri geliştirmek istediği ancak insan hakları ihlalleri gibi ciddi sorunların varlığını hala koruduğu vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra Ege’de yaşanan sorunlara uluslararası normlar çerçevesinde bir çözüm bulunması gerektiğinden söz edilmektedir163. Ayrıca bu tarihte hala toplanmamış olan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’ne yapılan çağrı yinelenmektedir. Türkiye ile ilgili bölümün en dikkat çekici cümlesi son cümledir. AB, Türkiye’den “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda Kıbrıs’ta ulaşılacak bir çözüme katkıda bulunmak için nüfuzunu kullanmasını” istemektedir. Her ne kadar aksi iddia edilse de Türkiye’nin AB yolculuğu ile Kıbrıs meselesinin çözümünün birbiriyle ilintili olduğu bir sır değildir. 1989’da Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun reddedilmesinin gerekçelerinden birinin Kıbrıs sorunu olduğu unutulmamalıdır. Aynı 
şekilde, 6 Mart 1995 Gümrük Birliği karar metni, ancak Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesi koşuluyla imzalanabilmiştir. Dublin Zirvesi gerçekleştiği sırada Türkiye aday ülke bile değildir. Bu nedenle Başkanlık Bildirgesi, Türkiye-AB ilişkilerini doğrudan Kıbrıs’ta çözüm ile ilişkilendirmemiştir. Ancak Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiye’nin inisiyatif almasının beklendiği çok net bir şekilde ortaya konmuştur. 

Dublin Zirvesi’ne Türkiye’yi temsilen Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller katılmıştır. Tansu Çiller zirve sonrasında düzenlediği basın toplantısında, “Türkiye’ye aday ülkeler arasında gösterilmeyerek büyük haksızlık yapıldığını” ifade etmiş, Kıbrıs’ın üyelik süreci ile ilgili bir değerlendirmede bulunmaktan kaçınmıştır. 21 Aralık 1996’da Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs konulu bir toplantı düzenlenir. Toplantının ardından Başbakan Necmettin Erbakan, “Güney Kıbrıs'ın, Türkiye'nin izni olmadan AB'ye girmesi söz konusu olamaz. Böyle bir durumda KKTC'nin Türkiye ile entegrasyonu gerçekleştirilir. KKTC, Türkiye ile her zaman bir ve beraberdir” açıklamasını yapar164. 

1997 yılının ilk önemli gelişmesi 20 Ocak tarihinde T.C Cumhurbaşkanı Demirel ve KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş arasında imzalanan Ortak Deklarasyon ve bunun hemen bir gün sonrasında TBMM’de kabul edilen Kıbrıs Deklarasyonu’dur165. 20 Ocak tarihli Ortak Deklarasyon, Kıbrıs’ın AB üyeliği süreci konusunda son derece net ve sert ifadelerin yer aldığı bir metindir. 1963 yılından bu yana “Kıbrıs’taki iki eşit halkı temsil etmeye ve Ada’nın tümü için konuşmaya ehil ve yetkili bir devlet hükümet, parlamento, yargı ve idare” olmadığı, “Ada’nın güneyindeki Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1960 ortaklığının unvan ve sıfatlarına sahip çıkması iddiası ve devleti adına yaptığı bütün 
tasarrufların, uluslararası anlaşmalar tahtında gayri meşru” olduğu ve “Güney Kıbrıs’taki idarenin, sadece bir Kıbrıs Rum idaresi” olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler, Güney kesiminin Ada’nın tamamını temsil etmediği iddiasını Türkiye’de resmi ağızlar tarafından kayda geçiren o tarihe kadarki en açık ve kapsamlı açıklamalardır. Bunun yanı sıra “AB’nin Kıbrıs Rum Yönetimi’ne yeşil ışık yakarak tarihi bir hata yaptığı”, bunun tek anlamının “Yunanistan ile dolaylı bir bütünleşme olacağı” vurgulanmıştır. Ayrıca “Uluslararası antlaşmalar uyarınca, Kıbrıs’ın ancak Türkiye ile Yunanistan’ın birlikte üye bulundukları bir birliğe katılabileceği” ve üyeliğin “ancak çözümden sonra söz konusu olabileceği” ilan edilmektedir. Son olarak da “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, tek başına Avrupa Birliği üyeliği yolunda atacağı her adım, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 
Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracaktır” cümlesi ile 1995’ten beri aralıklarla gündeme getirilen entegrasyon tezinin geçerliliğini koruduğu resmen ortaya konmaktadır166. 

21 Ocak tarihli TBMM Kıbrıs Deklarasyonu ise 20 Ocak Ortak Deklarasyonu kadar kapsamlı bir belge değildir. Kıbrıs-AB ilişkilerine değinen dördüncü maddede, “Güney Kıbrıs Yönetimi’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik için yaptığı tek yanlı müracaatın 1960 Antlaşmaları’na aykırı olduğu”, “Bunun gerçekleşmesinin Kıbrıs’ın bölünmesine yol açacağı” ifade edilmektedir. Özü itibariyle 20 Ocak belgesiyle hemen hemen aynı vurguları taşımakla birlikte “bütünleşme” sözcüğünün TBMM kararında kullanılmadığı dikkati çekmektedir. Bunun yerine “Kıbrıs’ın bölünmesi” ifadesine yer verilmiştir. TBMM Deklarasyonu’nun diğer maddeleri Ada’daki güvenliği doğrudan ilgilendiren konulara ilişkindir. 

16 Haziran 1997’de yayınlanan AB Amsterdam Zirvesi sonuç bildirgesinde Kıbrıs ya da Türkiye ile ilgili herhangi bir açıklama yer almaz167. Yalnız aynı gün Kıbrıs’la ilgili bir başka önemli gelişme olur. Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeni Primakov, Kıbrıs Dışişleri Bakanı Yannis Kasulides ile Moskova'daki görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, yapılan anlaşma çerçevesinde Kıbrıs’a S-300 füzelerinin satışının gerçekleşeceğini açıklar. Kasulides de Kıbrıs’ın S-300 füzelerinin satın alımı konusunda geri adım atmaya niyeti olmadığını belirterek, "Hiç kimse Kıbrıs'ın bir savunma sistemine ihtiyacı olduğu gerçeğini reddedemez" ifadelerini kullanır168. 

Kıbrıs’ın bu girişimlerine 4 Temmuz Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu’yla cevap verildiği söylenebilir. 4 Temmuz tarihli bu belgede “1960 antlaşmaları gereği Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı uluslararası siyasi ve ekonomik birliklere katılamayacağı” ve “Güney Kıbrıs Rum kesiminin uluslararası hukuka aykırı tek yanlı müracaatına istinaden Avrupa Birliği üyeliği yolunda atacağı her adım, KKTC’nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracağı” belirtilir169.

16 Temmuz’da AB’nin bir sonraki genişleme dalgasında hangi ülkelerin yer alacağını açıklayan Gündem 2000 Raporu yayınlanır170. AB Komisyonu Sözcüsü Nikolaus Van Der Pas, Komisyon’un Avrupa Parlamentosu'na sunmak için hazırladığı tavsiye kararında, Kıbrıs ile birlikte Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovenya ve Estonya'nın üyeliğe kabul görüşmeleri için çağrılmasının öngörüldüğü bildirir. Gündem 2000 Raporu’nda Türkiye, AB genişlemesine dahil edilen ülkelerden biri değildir. Sadece topluluk programlarının bazılarından Türkiye’nin de yararlanabileceği belirtilmektedir. Oysa Kıbrıs’ın diğer beş ülke ile birlikte tam üyelik müzakerelerine Mart 1998’de başlayacağı resmen ilan edilmiştir. 

Gündem 2000’in ilan edildiği gün Dışişleri Bakanlığı'ndan bir açıklama yapılır. Açıklamada, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin” Kıbrıs adına tam üyelik müzakerelerine çağrılmasının hukuka aykırı olduğu vurgulanarak, "Kıbrıs Devleti'ni kuran anlaşmalar, Kıbrıs'ın, Türkiye'nin de dahil olmadığı bir uluslararası kuruluşa katılmasına imkan vermemektedir" ifadelerine yer verilir171. 

20 Temmuz 1997 tarihli T.C-KKTC Ortak Açıklaması böyle bir havada imzalanır. Doğrudan Gündem 2000 raporuna gönderme yapan belgede “Kıbrıs Rum yönetimi ile tam üyelik görüşmelerinin 1960 antlaşmalarına aykırı olarak başlatılacağı”, “Kıbrıslı liderler arasındaki müzakerelerden sonuç almanın artık çok zorlaştığı” ve “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile AB’nin girişecekleri tüm yapısal işbirliği ve uyum düzenlemelerinin benzerlerinin TC ile KKTC arasında gerçekleştirileceği” belirtilir. 20 Temmuz Açıklaması, AB’nin Gündem 2000 raporuna bir misilleme niteliğindedir. Açıklamada, Kıbrıs-AB Ortaklık Konseyi’ni hatırlatan bir biçimde TC-KKTC Ortaklık Konseyi kurulması kararı da alınması bunun bir sonucudur. TC-KKTC Ortaklık Konseyi’nin kurulmasına dair antlaşma ise 6 Ağustos 1997’de imzalanır172. 

Türkiye, Gündem 2000 Raporu’nun ardından ulularlararası boyutta bazı adımlar atar. Bu bölümün başında belirtildiği üzere Türk Dışişleri Bakanlığı İngiliz Hukukçu Maurice Mendelson’u Kıbrıs’ın AB’ye üyelik başvurusunun hukuki yönlerini inceleyen bir mütalaa hazırlakla görevlendirmiş, Mendelson, 6 Haziran 1997 tarihinde bu mütaalayı hazırlamıştır.173. Gündem 2000 raporunun yayınlanmasından sonra Türkiye bazı girişimlerde bulunarak raporunun 25 Temmuz 1997’de Birleşmiş Milletler belgesi olarak yayınlanması sağlar174. Yalnız Mendelson raporunun yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra, Kıbrıs Rum hükümeti, hukuk profesörleri olan James Crawford, Gerhard Hafner ve 
Alain Pellet’ten bir karşı mütaala hazırlamaları talebinde bulunur. Bu mütaala da 17 Ekim 1997 tarihinde Birleşmiş Milletler Belgesi olarak yayınlanır175. Türkiye, bu karşı mütaalaya bundan ancak dört yıl sonra, 12 Eylül 2001’de cevap verecektir. 12-13 Aralık 1997’de düzenlenen AB Lüksemburg Zirvesi, Türkiye-AB ilişkileri açısından bir dönüm noktasıdır. Lüksemburg Zirvesi’nın sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nde176 Kıbrıs ve Türkiye ile ilgili uzun ve ayrıntılı görüşlere yer verilmiştir. 

Bildirgede hem Kıbrıs hem de Türkiye, “Birliğin Genişlemesi” başlığı altında ele alınmaktadır. Kıbrıs ile ilgili paragraflarda “Kıbrıs ile katılım müzakerelerine 30 Mart 1998’de başlanacağı” bir kez daha duyurulmakta, Kıbrıs’ın üyelik sürecini kolaylaştırmak için “Genişletilmiş Katılım Öncesi Strateji” öngörülmektedir. Bu strateji kapsamında Kıbrıs’ın katılacağı Birlik programları ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır. Ayrıca “katılım sürecinin iki toplumlu, iki kesimli bir federasyon kurulmasına yönelik olarak Birleşmiş Milletler bünyesinde yürütülen görüşmelere olumlu katkıda bulunacağı” vurgulanmakta, “Kıbrıs Hükümeti”ne, “Kıbrıs Türk toplumunun temsilcilerini katılım müzakerelerini yürütecek heyete dahil etmesi” çağrısında bulunulmaktadır. Türkiye ile ilgili bölümün başlığı ise “Türkiye için Avrupa Stratejisi”dir. Türkiye, Lüksemburg Zirvesi’nde resmi adaylık statüsü elde edememiş, “AB’ye katılmaya ehil ülke” olarak tarif edilmiştir. 

Metinde, “Türkiye’nin henüz müzakerelere başlayacak siyasi ve ekonomik koşulları yerine getirmediği” ancak “AB ile yakınlaşmasını sağlayacak bazı hazırlıkların yapılmasına önem verildiği” ifade edilmektedir. Ayrıca Türkiye, Kıbrıs da dahil olmak üzere diğer aday ülkelerin katılacağı Avrupa Konferansı’na davet edilir. Ancak AB ile Türkiye arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi bir dizi koşula bağlanır. “Türkiye ve Yunanistan arasında olumlu ve istikrarlı ilişkilerin kurulması”, “Aradaki uyuşmazlıkların Avrupa Adalet Divanı gibi hukuki süreçlerle çözülmesi” ve “Kıbrıs sorunun BM Güvenlik Konseyi kararları temelinde çözülmesine yönelik müzakerelere destek verilmesi” bu koşullardan bazılarıdır. 


142 Murat Karayalçın’ın mektubunun tam metni için, 
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic_yazici?P4=618&P5=T&page1=23& page2=23. 
143 Murat Karayalçın’ın Dışişleri Bakanları toplantısının ardından yaptığı açıklamanın ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1995/subat1995.htm. 
144 Murat Karayalçın’ın Dışişleri 8 Şubat 1995’te ve 12 Şubat 1995’te yaptığı açıklamaların ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1995/subat1995.htm. 
145 95/1 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi kararının tam metni için, 
http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/AB/ABKurumsalDb/1-95.pdf. 
146 Murat Karayalçın’ın konuşmasının tam metni için, Sabahattin İsmail, 150 Soruda... s. 354. 
147 Gümrük Birliği kararı alındıktan sonra, 8 Mart’ta TBMM’de düzenlenen AB ve Kıbrıs konulu oturumda, hükümet Gümrük Birliği için Kıbrıs’ın feda edildiği yönünde çok ağır eleştirilerle karşı karşı kalır. Hatta Dışişler Bakanı Karayalçın’ın Gümrük Birliği sayesinde beş yılda 3 milyar doların Türkiye’nin kasasına gireceğini söylemesi üzerine Refah Partisi milletvekilleri “ Kıbrıs’ın çok ucuza gittiğini ” ifade ederek, hükümeti protesto eder. 8 Mart 1995’te TBMM’de düzenlenen oturumda yapılan konuşmaların tam metni için, 
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic?P4=618&P5=T&PAGE1=21&PAGE2=104 . 
148 Bkz. Birinci bölüm, s. 26-27. 
149 Her ne kadar Ankara, Güney Kıbrıs’ın Ada’yı Kıbrıs Hükümeti olarak temsil edemeyeceğine vurgu yapsa da hem Gümrük Birliği Antlaşmasının imzalanması, 
hem de ilerleyen günlerde yaşanan bazı gelişmeler, Türkiye’nin açıklamalarının ağırlığını bir hayli azaltmıştır. Dünya Hentbol Şampiyonası’nda Kıbrıs ile 
eşleşen Türkiye, 1 Nisan 1995’te Rum Hentbol takımıyla karşılaşmak üzere İsrail üzerinden Kıbrıs Rum kesimine uçmuştur. 1986 İstanbul Birleşmiş Milletler FAO 
Konferansı sonrasında olduğu gibi yine “Rum yönetimini tanıyor muyuz ” sesleri yükselmiş, 12 Nisan’da Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Erdem 
için Rum kesimi ile oynanan maçtan dolayı mecliste bir gensoru önergesi verilmiş, ancak önerge reddedilmiştir. Bu gelişmenin ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ayintarihi/1995/nisan1995.htm. 
150 Joseph S. Joseph, European Integration And The Search For Stability In the Eastern Mediterranean: The 
Triangle Of Cyprus, Greece, And Turkey: Paper prepared for presentation at the 42nd annual convention of 
the International Studies Association, Chicago, 20-24 February 2001. 
151 26 Haziran 1995 AB Cannes Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00211-C.EN5.htm. 
152 Cannes Zirvesi bildirgesi Kıbrıs’ın Birliğin bir sonraki genişleme dalgasında tam üye olacak ülkelerden biri olacağını yalnızca teyit etmektedir. 
Zira bu durum 1994 Korfu Zirvesi’nden bu yana zaten ortadır. Nitekim Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin 7 Mayıs 1995’te Cumhuriyet gazetesine verdiği bir röportajda, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelikte ilk çemberde olmadığını, “Kıbrıs ve Malta’nın Türkiye’nin önünde” olduğunu söylemiştir. “Çetin: Kıbrıs ve Malta Önümüzde”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 1995. 
153 Temmuz 1994-Haziran 1996 tarihleri arasındaki iki yıllık dönemde Türkiye’de sekiz ayrı dışişleri bakanı 
görev yapmıştır (Özcan, 2004: 877). Çok kısa aralıklarla yapılan bu açıklamaların farklı Dışişleri Bakanları tarafından yapılmasının nedeni bu makamdaki isimlerin sık sık değişmesidir. 
154 Erdal İnönü’nün açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ayintarihi/1995/haziran1995.htm. 
155 16 Mart 1995 Madrid Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0001.htm; 29 Mart 1996 Turin 
Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/ 
en/ec/032a0001.htm. 
156 Bu Ortak Deklarasyon birinci bölümde ayrıntılı olarak tartışıldığı için bu bölümde yalnızca Kıbrıs-AB yakınlaşmasını ilgilendiren yönleriyle ele alınacaktır. Bkz. Birinci bölüm, s. 27. 
157 Bu deklarasyonun içeriğine genel olarak bakıldığında, Kıbrıs-AB yakınlaşmasından çok 1993’ten beri Yunanistan ve Kıbrıs arasında uygulanmakta olan Ortak Savunma Doktrini’ne, buna bağlı olarak Ada’daki üslerin sayısını artırma ve Ada’yı silahlandırma girişimlerine karşı da imzalandığı görülmektedir. 
Deklarasyonun Kardak krizinin başladığı günlerde yayınlanması da bir diğer dikkat çekici unsurdur. Bkz. Birinci bölüm, s. 29, 58. dip notu. 
158 21 Haziran 1996 AB Floransa Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/ en/ec/032a0002.htm. 
159 Yukarıda da belirtildiği üzere Avrupa Parlamentosu 15 Aralık 1994’te insan hakları ihlalleri sürdüğü gerekçesiyle Türkiye-AB Ortaklık Konseyi çalışmalarının dondurulması tavsiyesinde bulunmuştu. Bu kararın ardından Ortaklık Konseyi önceden belirlenen takvim gereği iki kez toplanmıştır. Bu toplantılardan 
ilki 6 Mart 1995’te Gümrük Birliği Antlaşmasının imzalanması için, diğeri ise 30 Ekim 1995’te Türkiye’nin 1 Ocak 1996’dan itibaren yürürlüğe girecek olan Gümrük Birliği Antlaşması için gerekli koşulları yerine getirip getirmediğinin saptanması için yapılan toplantılardır. 30 Ekim’de gerçekleşen bu toplantı 37. 
Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısıdır. 38. toplantı ise ancak 29 Nisan 1997’de gerçekleşecektir. 
Türkiye-AB ilişkilerinin açıklamalı kronolojisi için, http://www.ikv.org.tr/pdfs/kronoloji5.pdf. 
160 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bu açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1996/temmuz1996.htm. 
161 3-14 Haziran 1996 tarihleri arasında Habitat-II İnsan Yerleşimleri Konferansı İstanbul’da düzenlenir. Zirveye katılan 171 ülkeden biri Türkiye’nin Ada’nın tamamını temsil etmediği iddiasıyla Güney Kıbrıs olarak isimlendirdiği Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Türkiye’nin KKTC ile resmi hiçbir spor müsabakasında karşı karşıya gelemediği, KKTC’yi kendi bünyesinde gerçekleşen Habitat gibi uluslararası etkinliklere bile davet edemediği unutulmamalıdır. Habitat Konferansı’ndan sonra açıklama yapan Kıbrıs Toplumcu Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Mustafa Akıncı, KKTC’nin katılamadığı bu konferans için Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcisine vize verilmesine istinaden 
“ Ne yazık ki Türkiye bile bizi doğru dürüst tanımıyor ” açıklamasını yapmıştır (Dodd, 1999: 141). 
162 16 Aralık 1996 tarihli AB Dublin Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0003.htm 
163 Hatırlanacağı üzere 31 Haziran 1995’te Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler Denizcilik Hukuku Sözleşmesini onaması ve karasularını 12 mile çıkarmasının ardından Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de yaşanan gerginlikler, 1995 yılı Aralık ayında patlak veren ve 1996 yılı Ocak ayında krize dönüşen Kardak sorunu ile iyice doruğa çıkmıştı. O tarihlerden itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında hem karasuları hem de Ege’de küçük adacıkların statüsüyle ilgili yaşanan sorunlar günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. 
164 Dublin Zirvesi sonrası Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan’ın yaptıkları açıklamaların ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1996/aralik1996.htm. 1996 yılı hem Türk-Yunan ilişkileri hem de Kıbrıslı iki toplum arasındaki ilişkiler bakımından pek çok gerginliğin yaşandığı bir yıl olmuştur. Kardak Krizi ve diğer Ege uyuşmazlıklarının yanı sıra, Ada’da da özellikle Dublin Zirvesi’nin toplandığı Aralık ayında şiddetle sonuçlanan çeşitli sınır olayları meydana gelmiştir. Aynı zamanda Ada’da giderek artan silahlanma ve Güney Kıbrıs’a Rusya’dan satın alınacak füzelerin yerleştirileceği söylentileri Türkiye’de ve KKTC’de çok ciddi hoşnutsuzluğa yol açmıştır. 1997’nin ilk aylarına bu olumsuz gelişmelerin gölgesinde girilir. Dolayısıyla bu tarihlerde Kıbrıs ile ilgili yapılan açıklamaları, yalnızca AB üyelik süreci bağlamında değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.. Bu konunun daha ayrıntılı incelemesi için bkz. Birinci bölüm, s. 29, 56. dip notu. 
165 Birinci Bölümde ayrıntılı olarak tartışıldığı için bu bölümde söz konusu belgelerin yalnızca Kıbrıs’ın AB üyelik süreciyle ilgili maddeleri değerlendirilecek tir, bkz. s. 28-29. 
166 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu’nun ilan edilmesinden önce, 3 Ocak 1997’de TC-KKTC Ekonomik İşbirliği Protokolü imzalanmıştır. Bu protokol ile Türkiye, KKTC ekonomisinin gerekli istikrara kavuşabilmesi için kaynak tahsis etmeyi taahhüt etmiştir, 
http://www.cm.gov.nc.tr/ftp/tutanak/D3Y5/B20.DOC. Bu toplantıyla aynı gün, Rusya ile Kıbrıs arasında 
Ada’da konuşlandırılacağı söylenen S-300 füzelerinin satışına ilişkin bir anlaşma imzalanmıştır, 
http://www.cyprus.mid.ru/en/ru_cy.htm. 
167 Amsterdam Zirvesi sonuç bildirgesinin tam metni için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0006.htm. 
168 Bakanı Yannis Kasulides’in açıklamalarının ayırıntısı için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1997/haziran1997.htm. 
169 4 Temmuz Açıklamasının diğer ayrıntıları için bkz. Birinci bölüm, s. 30. 
170 16 Temmuz 1997’de açıklanan Gündem 2000 Raporu’nun tam metni için, 
http://ec.europa.eu/agenda2000/public_en.pdf. 
171 16 Temmuz 1997 tarihli Dışişleri Bakanlığı açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1997/haziran1997.htm. 
172 TC-KKTC Ortaklık Konseyi kurulmasına dair 6 Ağustos 1997 tarihli anlaşmanın tam metni için, 
http://www.cm.gov.nc.tr/index/meclisfaaliyet/onay/9-1998.htm. 
173 Maurice Mendelson’un mütalaasının ayrıntıları için, 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Mendelssohn.htm. 
174 Birleşmiş Milletler 25 Temmuz 1997 tarihli karar no: UN A/51/951-S/1997/585. 
175 Birleşmiş Milletler 17 Ekim 1997 tarihli karar no: UN A/52/481-S/1997/805. 
176 12-13 Aralık 1997 AB Lüksemburg Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0008.htm. 



***