Ankara Sertleşiyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ankara Sertleşiyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2017 Cumartesi

KIBRISTA ÇÖZÜMSÜZLÜK ÜZERİNE, Ankara Sertleşiyor


 KIBRISTA  ÇÖZÜMSÜZLÜK ÜZERİNE, Ankara Sertleşiyor



KIBRIS KONUSUNDA, Ankara da Siyaset Sertleşiyor;

Şubat 1995 Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi süresince açıklamalarını sertleştirmeye başladığı bir dönem olarak görülebilir. 3 Şubat 1995’te Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, AB dönem başkanı Fransa’nın Dışişleri Bakanı Alain Juppe’ye bir mektup göndererek “Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi sonucu Türkiye’nin de buna karşı önlemler almak zorunda kalacağını” ifade eder (Terzi, 2004: 454)142. 6 Şubat 1995’te AB Dışişleri Bakanları’nın düzenlediği Kıbrıs konulu toplantının sonucunda, 
Yunanistan’ın Türkiye’nin Gümrük Birliği üyeliği üzerindeki vetosu kalkar ancak bunun karşılığında Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesi karara bağlanır. Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, kararının yayınlanmasından sonra düzenlediği basın toplantısında, Brüksel'de yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında Yunanistan'ın, Türkiye'nin gümrük birliğine geçişi üzerindeki vetosunu kaldırması, Kıbrıs Rum tarafına da AB'ye tam üyelik için müzakere takvimi verilmesi kararının çok önemli olduğunu belirterek, "Karar büyük başarı 
ve çok önemli. Ancak bu karar, Türkiye'nin AB ile gümrük birliğine girişi olarak yorumlanamaz. Gümrük Birliğine girişimiz ile ilgili karar 6 Mart'ta yapılacak Ortaklık Konseyi'nde alınacaktır" açıklamasını yapar. Karayalçın, Kıbrıs'ın bütünlüğü sağlanmadan, sadece Rum tarafının AB'ye alınmasının Türkiye'yi de bazı karşı önlemler almaya zorlayacağını ifade ederek, "Ancak Kıbrıs sorununun bu aşamaya gelmeden çözüme kavuşacağına inanıyoruz. Kıbrıs bizim için milli bir davadır"143 diyerek Türkiye’nin tutumunun sertleşmeye başladığının işaretlerini verir. “Karşı önlemler”in ne olduğu belirtilmemekle birlikte, Karayalçın’ın sözlerinin bundan önceki açıklamalara göre daha sert bir tonda olduğu bir gerçektir. 

8 Şubat’ta Karayalçın’ın yaptığı açıklama ise kafaları biraz karıştırır. Ziyaret amacıyla KKTC'ye giden Karayalçın, Ercan Havaalanı'nda bir gazetecinin "Bazı çevreler, Türkiye'nin AB ile daha sıcak ilişkiler kurma yönünde ilerleme sağlanması için Kıbrıs'ta çok büyük tavizler verdiği iddialarını öne sürüyor" şeklindeki sorusu üzerine, "Böyle bir iddia söz konusu olamaz. Kıbrıs sorununun çözümü sağlanmadan Kıbrıs'ın Güney kesiminin Gümrük Birliği'ne girmesi ya da Avrupa Birliği'ne girmesi, sorunun çözümü için çok ciddi engeller yaratır” uyarısında bulunur. Burada Ankara’nın üslubundaki yumuşama dikkat çekicidir. Zira Ankara, Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesine uluslararası antlaşmalara aykırı olduğu gerekçesiyle değil, çözümü güçleştireceği “endişesiyle” karşı çıkma siyasetine geri dönmüştür. 12 Şubat’ta Karayalçın bir açıklama daha yapar144. 
Açıklamasında, "Kıbrıs sorununun çözümünde nihai aşamaya gelmeden, her iki tarafın hakkaniyet kurallarına göre belli bir güvenlik anlayışı içinde bir karara varmadan Kıbrıs'ın girmesi demek ancak ve ancak, Kıbrıs'ın güney kesiminin girmesi demektir. Bu da Kıbrıs'ın AB'ye girmesi demek değildir. Türkiye bunu kabul etmez. Herşeye karşın eğer böyle bir gelişme olursa Kıbrıs'ın kuzeyi de Türkiye ile bütünleşir" diyen Karayalçın, önceki beyanlarına kıyasla çok daha net bir tavır ortaya koyar. 

Karayalçın’ın ifadeleri, Türkiye’nin resmi itirazları ve tutumu açısından önemli bazı noktaların altını çizmektedir. Örneğin Rum kesiminin Ada’nın tamamını temsil etmediği vurgulanmıştır. Ne var ki Karayalçın, Kıbrıs-AB bütünleşmesinin hukuk dışı ve uluslararası antlaşmalara aykırı olduğundan söz etmemektedir. Sadece bütünleşmenin sonucunun “Kıbrıs’ın kuzeyi ile Türkiye’nin bütünleşmesi” olacağını vurgulamaktadır. Karayalçın’ın sözlerinin daha önceki ifadelerine göre çok daha tehditkar olduğu ortadadır. Her ne kadar bu tehditler henüz AB nezdinde dile getirilmemiş, yalnızca Türk kamuoyuna yönelik açıklamalar olarak kalmışsa da Ankara’nın bu konuda yavaş yavaş Denktaş’ın çizgisine yaklaşmakta olduğu anlaşılmaktadır. 

Yunanistan’ın vetosunu kaldırması sayesinde 6 Mart 1995’te Türkiye ile Gümrük Birliği sürecinin tamamlanmasına 95/1 sayılı Ortaklık Konseyi kararı alınır. Aynı zamanda vetonun kalkması karşılığında Kıbrıs’a müzakere takvimi verilir. Böylece Türkiye, Rum Yönetiminin AB ile görüşmelere başlamasına açıkça olmasa da dolaylı olarak destek vermiş olur (Topur, 2002: 182). Ancak bu dolaylı tavizin yanı sıra Gümrük Birliği karar metninin imzalanmasıyla birlikte ilk başta göze çarpmayan çok daha önemli bir durum ortaya çıkar. İlgili Ortaklık Konseyi karar metninin on altıncı maddesinde “Türkiye, ticaret politikasını Topluluğun Ticaret Politikasına uyumlu hale getirmek amacıyla bu Kararın 
yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl içinde Topluluğun tercihli gümrük rejimine aşamalı olarak uyum sağlar. Bu uyum, hem otonom rejimleri hem de üçüncü ülkelerle tercihli anlaşmaları kapsar. Bu amaçla, Türkiye gerekli önlemleri alır ve ilgili ülkelerle karşılıklı yarar temeline dayanan anlaşmaları müzakere eder” denmektedir. Antlaşmanın sonunda yer alan Ekler bölümünde ise “16. Maddede Anılan Otonom Rejimler ve Tercihli Anlaşmalar (Ek 10)” başlığı altında, “Kıbrıs ile yapılan Ortaklık Antlaşmaları” da yer almaktadır145. Kısacası Türkiye Gümrük Birliği’ne girmek için Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesine göz yummakla kalmamış, aynı zamanda Ada’nın tamamını temsil etmediğini 
iddia ettiği Rum Kesimi’nin “Kıbrıs” olarak varlığını ve bu ülke ile ticaret rejimini, müzakere edeceği antlaşmalar yoluyla uyumlulaştıracağını tescil etmek durumunda kalmıştır. Ankara, Antlaşma’nın Kıbrıs’ı da içeren bu maddesine herhangi bir itirazda bulunmamış, yalnızca önceliğin diğer ülkelere verileceğini söylemekle yetinmiştir (Bıçak, 1997: 249). 

Gümrük Birliği’nin imzalanması sürecinde hükümete karşı giderek büyüyen bir muhalif cephe oluştuğu görülmektedir (Manisalı, 2007b: 121-2). Hükümetin “Kıbrıs’ı sattığı” eleştirileri özellikle meclisteki muhalefet partileri tarafından sıklıkla dile getirilen eleştirilerdir. Böyle bir havada Gümrük Birliği Antlaşması’nın imzalanacağı AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Türkiye’nin resmi tezlerini ortaya koyan ayrıntılı bir konuşma yapar146. Ancak bu konuşma dahi mecliste hükümete karşı giderek büyüyen muhalefetin eleştirilerini dindirmeye yetmez147. 

Karayalçın konuşmasında öncelikle “Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliği’ne başvurusunun tek taraflı” olduğunun altını çizmiş, bu başvurunun “Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’ın üyeliğinin toplumsal görüşmelerde ele alınması” görüşüne ve “iki toplumlu, iki kesimli federal çözüme” ters düştüğünü vurgulamıştır. Aynı zamanda “Güney Kıbrıs’ın tek taraflı başvurusunun çözümden önce veya sonra kabul edilmesinin 1959 ve 1960 antlaşmalarına aykırı” olduğu, “Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın (her ikisinin de) üye olmadığı uluslararası bir birliğe üyeliğini engelleyen maddelerin” bulunduğu ifade edilmiştir. “Üyelik görüşmelerinin Ada’da çözüme ulaşılmadan başlatılmasının, görüşmelerin Rum tarafıyla tek taraflı olarak sürdürülmesi anlamına geleceği” ve bunun sonucunda “Türkiye’nin KKTC ile entegre olmak üzere gerekli adımları atacağı” da ortaya 
konmuştur. 

Karayalçın’ın bu açıklaması Türkiye’nin temel itirazlarını yansıtan bir açıklama olarak nitelendirilebilir. Bu açıklama, aynı zamanda “entegrasyon” tezinin resmi olarak ilk kez uluslararası bir platformda ifade edilmesi bakımından bir dönüm noktasıdır148. Burada dikkati çeken unsurlardan biri, Kıbrıs’ın üyeliğinin “çözümden önce veya sonra” kabul edilemeyeceğinin altının çizilmiş olmasıdır. Bundan önce Ankara’nın yaptığı açıklamalarda Kıbrıs’ın AB yolunda attığı adımların “çözümü güçleştireceği” ve “AB üyeliğinin taraflar arasında müzakereler sırasında ele alınması gerektiği” vurgulanmış, diğer bir deyişle, “çözümden sonra Kıbrıs’ın AB üyeliğinin mümkün olabileceği” izlenimini doğuran yorumlar yapılmıştı. Oysa Karayalçın, konuşmasında bunu bir garantör ülke olarak Türkiye’nin üyeliği ile ilişkilendirerek “çözüm olsa dahi Türkiye’den önce 
üye olamaz” görüşünü ortaya koymuştur. Dikkati çeken bir diğer konu, Türkiye-KKTC bütünleşmesinin AB ile Güney Kıbrıs’ın bütünleşmesi sonucu değil, “üyelik 
görüşmelerinin başlatılması üzerine” gerçekleşeceğinin ifade edilmesidir. Demek ki 1996 yılındaki Hükümetler Arası Konferans’tan birkaç ay sonra Türkiye’nin KKTC ile bütünleşmenin kaçınılmaz hale gelecektir149. 

12 Haziran 1995’te Kıbrıs-AB Ortaklık Konseyi toplantısı gerçekleştirilir. Bu toplantıda AB’nin Rum hükümetini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdığı, “Türk Kıbrıs Toplumunun” bu süreçte “Kıbrıs Hükümeti” ile istişare etmesi gerektiği, zira “Kıbrıs Hükümeti’nin, yürütülecek yapılandırılmış diyalog çalışmaları sırasında AB’nin yegane muhatabı” olacağı kararı alınır150. Böylelikle AB, Kıbrıs ile tam üyelik yönünde adımlar atmaya devam edeceğini belirtmekle kalmamış, muhatabının kim olduğunu çok net ifadelerle tanımlamıştır. Bu karar, Ankara’nın Güney kesimin Ada’nın tümünü temsil etmediği tezine açıkça ters düşmektedir. Ne var ki Ankara’nın AB’ye herhangi bir resmi itirazda bulunmadığı görülmektedir. 

26 Haziran 1995’te toplanan Avrupa Birliği Cannes Zirvesi’nin sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nin “Giriş” bölümünde “Baltık Devletleri de dahil olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Kıbrıs ve Malta’nın Birliğe katılımı için yapılacak hazırlıklardan” ve “bu ülkelerin Birliğe katılmaya yönelmiş ülkeler olduğundan” söz edilmektedir. Türkiye ise Birliğin ilişkilerini geliştirmek istediği “Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu, Afrika, Karaip ve Pasifik ülkeleri, Latin Amerika ve Asya ülkeleri” ile aynı gurupta yer almaktadır. Bildirge’nin “Dış İlişkiler” başlığı altında Malta ve Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerinin “1996’daki Hükümetler Arası Konferans’tan altı ay sonra başlayacağı” duyurulmakta ve bu ülkelerin katılıma hazırlanması için katılım-öncesi stratejinin uygulama aşamaları açıklanmaktadır. Türkiye ise AB’nin çeşitli antlaşmalar imzaladığı ülkeler olan Tunus, Fas, İsrail, Mısır ve Ürdün ile aynı paragrafta ele alınmıştır. Türkiye’ye dair tek cümle, “AB ile Türkiye arasındaki bağların güçlenmesinin memnuniyetle karşılandığı” cümlesidir151. 

Cannes Zirvesi sonuç bildirgesinden de anlaşıldığı gibi, Kıbrıs tam üyelik yolunda hızla ilerlemektedir. Üyelik müzakerelerinin ne zaman başlayacağı somut olarak takvime bağlanmıştır. Bu aslında dolaylı olarak Türkiye-KKTC bütünleşmesinin takvimi anlamına gelmelidir; zira Ankara için Gümrük Birliği haricinde bir perspektif henüz öngörülmemektedir. Türkiye, Birliğin ilişkilerini geliştirdiği, ancak üyelik perspektifi olmayan ülkelerle birlikte anılmaktadır152. Bu durumda Karayalçın’ın konuşmasında ifade ettiği gibi Türkiye’nin KKTC ile bütünleşmesi an meselesi olmalıdır. Nitekim 26 Haziran 1995’te resmi bir ziyaret için KKTC’yi ziyaret eden Dışişleri Bakanı Erdal İnönü153, yaptığı konuşmada “AB'nin Güney Kıbrıs'ı tek başına Birliğe alma yolunu seçmesi durumunda Türkiye'nin de KKTC ile bütünleşeceğini” açıklar154. Yalnız buradaki ifadelerin Karayalçın’ın açıklamasından farklı olduğu gözden kaçmamalıdır. Hatırlanacağı üzere Karayalçın, konuşmasında AB “tek taraflı olarak üyelik görüşmelerine başlarsa” bu entegrasyonun gerçekleşeceğinden söz ederken, Erdal İnönü, bu koşulu “tek başına birliğe alma” olarak ortaya koymaktadır. Bu aslında ciddi bir tutum değişikliğidir. Kıbrıs’ın tam üyelik görüşmelerine ne zaman başlayacağının açıklandığı bir AB toplantısı sonrasında Ankara’nın üslubunu yumuşatması, daha doğru bir ifadeyle, entegrasyonu “ertelemesi” dikkat çekicidir. 

16 Aralık 1995 Madrid Zirvesi ve 29 Mart 1996 Turin’de gerçekleşen Hükümetler Arası Konferansı sonrasında yayınlanan sonuç bildirgelerinde ne Kıbrıs ne Türkiye ile ilgili ifadelere rastlanır155. Ancak bu iki zirve arasında 28 Aralık 1995’te T.C Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş arasında Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu yayınlanır156. 

Türkiye’de çok ses getirmeyen bu deklarasyon, Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi ile ilgili çeşitli maddeler içermektedir157. Metinde mevcut durumun nasıl olduğu değil, nasıl olması gerektiği tanımlanmıştır. AB’nin tek muhattap olarak “Kıbrıs hükümetini” yani Rum kesimini kabul ettiği yönünde art arda aldığı kararlara rağmen Deklarasyon’da buna karşı çıkan herhangi bir ibare bulunmaması dikkat çekicidir. Öncelikle antlaşmalar gereği Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları uluslararası birliklere katılamayacağı vurgusu ön plana çıkmaktadır. Ancak paradoksal bir biçimde AB’ye tam üyelik hedefinin “toplumlararası görüşmelerde” müzakere edileceği ve “nihai çözümden 
sonra tam üyelik görüşmelerinin yapılabileceği” ifade edilmektedir. 

Bu durumda Kıbrıs sorunu çözüldüğü ve taraflar üzerinde mutabık kaldığı taktirde Türkiye üye olmasa bile Kıbrıs’ın Birliğe tam üye olabileceği sonucu çıkmaktadır. 

Bir ihtimal de Kıbrıs sorununun yakın bir gelecekte çözümünün muhtemel görülmemesi olabilir. Türkiye, kendi üyeliği gerçekleşene kadar Kıbrıs sorununun çözülmesini erteleyerek çelişkili görünen bu iki koşulun eşzamanlı olarak yerine getirileceğini hesaplamış olabilir. 

Metinde, Türkiye’nin KKTC ile entegrasyona ya da bütünleşmeye gideceğine dair herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir. Sadece iki ülke arasında çeşitli alanlarda 
işbirliği yapılacağı vurgulanmıştır. 

21 Haziran 1996’da AB Floransa Zirvesi toplanır ve yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nde158 Kıbrıs, “Genişleme” başlığının, Türkiye ise “Dış İlişkiler” başlığının altında ele alınır. Kıbrıs ile ilgili paragrafta Komisyon’a genişleme ile ilgili raporlarını bir an önce tamamlaması çağrısı yapılmakta, buna bağlı olarak Hükümetler Arası Konferans’tan altı ay sonra Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerinin başlayacağıyinelenmektedir. Türkiye ile ilgili paragrafta ise Ortaklık Konseyi’nin toplanması için elverişli koşulların bir an önce oluşmasının beklendiği vurgulanmaktadır159. 

Türkiye’nin bu Zirve kararına ilk tepkisi, 15 Temmuz 1996’da KKTC’nin Türkiye Büyükelçisi Nazif Borman'ı Köşk’te ağırlayan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 
tarafından dile getirilir. Cumhurbaşkanı Demirel, kabulde yaptığı konuşmada, “KKTC'yi dikkate almadan, Güney Kıbrıs'ı, Kıbrıs'ın tümüymüş gibi varsayarak AB'ye almaya çalışmanın uluslararası anlaşmalara aykırı” olduğunu kaydederek, "Kıbrıs, Türkiye'den önce AB'ye giremez. Şimdi birtakım oyunlarla karşı karşıyayız. Geçmişte olduğu gibi bu oyunların hepsi aşılacaktır" açıklamasını yapar160. Ancak Türkiye zaten geç gelen bu tepkisini AB nezdinde ifade etmemiştir161.

16 Aralık 1996’da yayınlanan Dublin Zirvesi Başkanlık Bildirgesi’nde162 aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu “ortak üyeler” ile ilgili paragraf son derece kısadır. Paragrafta, “Devlet ve Hükümet başkanları ile Dışişleri Bakanları seviyesinde düzenlenen ve uyuşturucu ile organize suçlar konusunun tartışıldığı toplantıda kapsamlı görüş alışverişinde bulunulduğu” ifade edilmektedir. Türkiye ile ilgili bölüm ise bundan önceki Bildirgelere göre daha uzun ve ayrıntılıdır. Konsey’in Türkiye ile hem ekonomik hem de siyasi alanda ilişkileri geliştirmek istediği ancak insan hakları ihlalleri gibi ciddi sorunların varlığını hala koruduğu vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra Ege’de yaşanan sorunlara uluslararası normlar çerçevesinde bir çözüm bulunması gerektiğinden söz edilmektedir163. Ayrıca bu tarihte hala toplanmamış olan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’ne yapılan çağrı yinelenmektedir. Türkiye ile ilgili bölümün en dikkat çekici cümlesi son cümledir. AB, Türkiye’den “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda Kıbrıs’ta ulaşılacak bir çözüme katkıda bulunmak için nüfuzunu kullanmasını” istemektedir. Her ne kadar aksi iddia edilse de Türkiye’nin AB yolculuğu ile Kıbrıs meselesinin çözümünün birbiriyle ilintili olduğu bir sır değildir. 1989’da Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun reddedilmesinin gerekçelerinden birinin Kıbrıs sorunu olduğu unutulmamalıdır. Aynı 
şekilde, 6 Mart 1995 Gümrük Birliği karar metni, ancak Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesi koşuluyla imzalanabilmiştir. Dublin Zirvesi gerçekleştiği sırada Türkiye aday ülke bile değildir. Bu nedenle Başkanlık Bildirgesi, Türkiye-AB ilişkilerini doğrudan Kıbrıs’ta çözüm ile ilişkilendirmemiştir. Ancak Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiye’nin inisiyatif almasının beklendiği çok net bir şekilde ortaya konmuştur. 

Dublin Zirvesi’ne Türkiye’yi temsilen Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller katılmıştır. Tansu Çiller zirve sonrasında düzenlediği basın toplantısında, “Türkiye’ye aday ülkeler arasında gösterilmeyerek büyük haksızlık yapıldığını” ifade etmiş, Kıbrıs’ın üyelik süreci ile ilgili bir değerlendirmede bulunmaktan kaçınmıştır. 21 Aralık 1996’da Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs konulu bir toplantı düzenlenir. Toplantının ardından Başbakan Necmettin Erbakan, “Güney Kıbrıs'ın, Türkiye'nin izni olmadan AB'ye girmesi söz konusu olamaz. Böyle bir durumda KKTC'nin Türkiye ile entegrasyonu gerçekleştirilir. KKTC, Türkiye ile her zaman bir ve beraberdir” açıklamasını yapar164. 

1997 yılının ilk önemli gelişmesi 20 Ocak tarihinde T.C Cumhurbaşkanı Demirel ve KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş arasında imzalanan Ortak Deklarasyon ve bunun hemen bir gün sonrasında TBMM’de kabul edilen Kıbrıs Deklarasyonu’dur165. 20 Ocak tarihli Ortak Deklarasyon, Kıbrıs’ın AB üyeliği süreci konusunda son derece net ve sert ifadelerin yer aldığı bir metindir. 1963 yılından bu yana “Kıbrıs’taki iki eşit halkı temsil etmeye ve Ada’nın tümü için konuşmaya ehil ve yetkili bir devlet hükümet, parlamento, yargı ve idare” olmadığı, “Ada’nın güneyindeki Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1960 ortaklığının unvan ve sıfatlarına sahip çıkması iddiası ve devleti adına yaptığı bütün 
tasarrufların, uluslararası anlaşmalar tahtında gayri meşru” olduğu ve “Güney Kıbrıs’taki idarenin, sadece bir Kıbrıs Rum idaresi” olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler, Güney kesiminin Ada’nın tamamını temsil etmediği iddiasını Türkiye’de resmi ağızlar tarafından kayda geçiren o tarihe kadarki en açık ve kapsamlı açıklamalardır. Bunun yanı sıra “AB’nin Kıbrıs Rum Yönetimi’ne yeşil ışık yakarak tarihi bir hata yaptığı”, bunun tek anlamının “Yunanistan ile dolaylı bir bütünleşme olacağı” vurgulanmıştır. Ayrıca “Uluslararası antlaşmalar uyarınca, Kıbrıs’ın ancak Türkiye ile Yunanistan’ın birlikte üye bulundukları bir birliğe katılabileceği” ve üyeliğin “ancak çözümden sonra söz konusu olabileceği” ilan edilmektedir. Son olarak da “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, tek başına Avrupa Birliği üyeliği yolunda atacağı her adım, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 
Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracaktır” cümlesi ile 1995’ten beri aralıklarla gündeme getirilen entegrasyon tezinin geçerliliğini koruduğu resmen ortaya konmaktadır166. 

21 Ocak tarihli TBMM Kıbrıs Deklarasyonu ise 20 Ocak Ortak Deklarasyonu kadar kapsamlı bir belge değildir. Kıbrıs-AB ilişkilerine değinen dördüncü maddede, “Güney Kıbrıs Yönetimi’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik için yaptığı tek yanlı müracaatın 1960 Antlaşmaları’na aykırı olduğu”, “Bunun gerçekleşmesinin Kıbrıs’ın bölünmesine yol açacağı” ifade edilmektedir. Özü itibariyle 20 Ocak belgesiyle hemen hemen aynı vurguları taşımakla birlikte “bütünleşme” sözcüğünün TBMM kararında kullanılmadığı dikkati çekmektedir. Bunun yerine “Kıbrıs’ın bölünmesi” ifadesine yer verilmiştir. TBMM Deklarasyonu’nun diğer maddeleri Ada’daki güvenliği doğrudan ilgilendiren konulara ilişkindir. 

16 Haziran 1997’de yayınlanan AB Amsterdam Zirvesi sonuç bildirgesinde Kıbrıs ya da Türkiye ile ilgili herhangi bir açıklama yer almaz167. Yalnız aynı gün Kıbrıs’la ilgili bir başka önemli gelişme olur. Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeni Primakov, Kıbrıs Dışişleri Bakanı Yannis Kasulides ile Moskova'daki görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, yapılan anlaşma çerçevesinde Kıbrıs’a S-300 füzelerinin satışının gerçekleşeceğini açıklar. Kasulides de Kıbrıs’ın S-300 füzelerinin satın alımı konusunda geri adım atmaya niyeti olmadığını belirterek, "Hiç kimse Kıbrıs'ın bir savunma sistemine ihtiyacı olduğu gerçeğini reddedemez" ifadelerini kullanır168. 

Kıbrıs’ın bu girişimlerine 4 Temmuz Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu’yla cevap verildiği söylenebilir. 4 Temmuz tarihli bu belgede “1960 antlaşmaları gereği Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı uluslararası siyasi ve ekonomik birliklere katılamayacağı” ve “Güney Kıbrıs Rum kesiminin uluslararası hukuka aykırı tek yanlı müracaatına istinaden Avrupa Birliği üyeliği yolunda atacağı her adım, KKTC’nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracağı” belirtilir169.

16 Temmuz’da AB’nin bir sonraki genişleme dalgasında hangi ülkelerin yer alacağını açıklayan Gündem 2000 Raporu yayınlanır170. AB Komisyonu Sözcüsü Nikolaus Van Der Pas, Komisyon’un Avrupa Parlamentosu'na sunmak için hazırladığı tavsiye kararında, Kıbrıs ile birlikte Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovenya ve Estonya'nın üyeliğe kabul görüşmeleri için çağrılmasının öngörüldüğü bildirir. Gündem 2000 Raporu’nda Türkiye, AB genişlemesine dahil edilen ülkelerden biri değildir. Sadece topluluk programlarının bazılarından Türkiye’nin de yararlanabileceği belirtilmektedir. Oysa Kıbrıs’ın diğer beş ülke ile birlikte tam üyelik müzakerelerine Mart 1998’de başlayacağı resmen ilan edilmiştir. 

Gündem 2000’in ilan edildiği gün Dışişleri Bakanlığı'ndan bir açıklama yapılır. Açıklamada, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin” Kıbrıs adına tam üyelik müzakerelerine çağrılmasının hukuka aykırı olduğu vurgulanarak, "Kıbrıs Devleti'ni kuran anlaşmalar, Kıbrıs'ın, Türkiye'nin de dahil olmadığı bir uluslararası kuruluşa katılmasına imkan vermemektedir" ifadelerine yer verilir171. 

20 Temmuz 1997 tarihli T.C-KKTC Ortak Açıklaması böyle bir havada imzalanır. Doğrudan Gündem 2000 raporuna gönderme yapan belgede “Kıbrıs Rum yönetimi ile tam üyelik görüşmelerinin 1960 antlaşmalarına aykırı olarak başlatılacağı”, “Kıbrıslı liderler arasındaki müzakerelerden sonuç almanın artık çok zorlaştığı” ve “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile AB’nin girişecekleri tüm yapısal işbirliği ve uyum düzenlemelerinin benzerlerinin TC ile KKTC arasında gerçekleştirileceği” belirtilir. 20 Temmuz Açıklaması, AB’nin Gündem 2000 raporuna bir misilleme niteliğindedir. Açıklamada, Kıbrıs-AB Ortaklık Konseyi’ni hatırlatan bir biçimde TC-KKTC Ortaklık Konseyi kurulması kararı da alınması bunun bir sonucudur. TC-KKTC Ortaklık Konseyi’nin kurulmasına dair antlaşma ise 6 Ağustos 1997’de imzalanır172. 

Türkiye, Gündem 2000 Raporu’nun ardından ulularlararası boyutta bazı adımlar atar. Bu bölümün başında belirtildiği üzere Türk Dışişleri Bakanlığı İngiliz Hukukçu Maurice Mendelson’u Kıbrıs’ın AB’ye üyelik başvurusunun hukuki yönlerini inceleyen bir mütalaa hazırlakla görevlendirmiş, Mendelson, 6 Haziran 1997 tarihinde bu mütaalayı hazırlamıştır.173. Gündem 2000 raporunun yayınlanmasından sonra Türkiye bazı girişimlerde bulunarak raporunun 25 Temmuz 1997’de Birleşmiş Milletler belgesi olarak yayınlanması sağlar174. Yalnız Mendelson raporunun yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra, Kıbrıs Rum hükümeti, hukuk profesörleri olan James Crawford, Gerhard Hafner ve 
Alain Pellet’ten bir karşı mütaala hazırlamaları talebinde bulunur. Bu mütaala da 17 Ekim 1997 tarihinde Birleşmiş Milletler Belgesi olarak yayınlanır175. Türkiye, bu karşı mütaalaya bundan ancak dört yıl sonra, 12 Eylül 2001’de cevap verecektir. 12-13 Aralık 1997’de düzenlenen AB Lüksemburg Zirvesi, Türkiye-AB ilişkileri açısından bir dönüm noktasıdır. Lüksemburg Zirvesi’nın sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nde176 Kıbrıs ve Türkiye ile ilgili uzun ve ayrıntılı görüşlere yer verilmiştir. 

Bildirgede hem Kıbrıs hem de Türkiye, “Birliğin Genişlemesi” başlığı altında ele alınmaktadır. Kıbrıs ile ilgili paragraflarda “Kıbrıs ile katılım müzakerelerine 30 Mart 1998’de başlanacağı” bir kez daha duyurulmakta, Kıbrıs’ın üyelik sürecini kolaylaştırmak için “Genişletilmiş Katılım Öncesi Strateji” öngörülmektedir. Bu strateji kapsamında Kıbrıs’ın katılacağı Birlik programları ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır. Ayrıca “katılım sürecinin iki toplumlu, iki kesimli bir federasyon kurulmasına yönelik olarak Birleşmiş Milletler bünyesinde yürütülen görüşmelere olumlu katkıda bulunacağı” vurgulanmakta, “Kıbrıs Hükümeti”ne, “Kıbrıs Türk toplumunun temsilcilerini katılım müzakerelerini yürütecek heyete dahil etmesi” çağrısında bulunulmaktadır. Türkiye ile ilgili bölümün başlığı ise “Türkiye için Avrupa Stratejisi”dir. Türkiye, Lüksemburg Zirvesi’nde resmi adaylık statüsü elde edememiş, “AB’ye katılmaya ehil ülke” olarak tarif edilmiştir. 

Metinde, “Türkiye’nin henüz müzakerelere başlayacak siyasi ve ekonomik koşulları yerine getirmediği” ancak “AB ile yakınlaşmasını sağlayacak bazı hazırlıkların yapılmasına önem verildiği” ifade edilmektedir. Ayrıca Türkiye, Kıbrıs da dahil olmak üzere diğer aday ülkelerin katılacağı Avrupa Konferansı’na davet edilir. Ancak AB ile Türkiye arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi bir dizi koşula bağlanır. “Türkiye ve Yunanistan arasında olumlu ve istikrarlı ilişkilerin kurulması”, “Aradaki uyuşmazlıkların Avrupa Adalet Divanı gibi hukuki süreçlerle çözülmesi” ve “Kıbrıs sorunun BM Güvenlik Konseyi kararları temelinde çözülmesine yönelik müzakerelere destek verilmesi” bu koşullardan bazılarıdır. 


142 Murat Karayalçın’ın mektubunun tam metni için, 
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic_yazici?P4=618&P5=T&page1=23& page2=23. 
143 Murat Karayalçın’ın Dışişleri Bakanları toplantısının ardından yaptığı açıklamanın ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1995/subat1995.htm. 
144 Murat Karayalçın’ın Dışişleri 8 Şubat 1995’te ve 12 Şubat 1995’te yaptığı açıklamaların ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1995/subat1995.htm. 
145 95/1 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi kararının tam metni için, 
http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/AB/ABKurumsalDb/1-95.pdf. 
146 Murat Karayalçın’ın konuşmasının tam metni için, Sabahattin İsmail, 150 Soruda... s. 354. 
147 Gümrük Birliği kararı alındıktan sonra, 8 Mart’ta TBMM’de düzenlenen AB ve Kıbrıs konulu oturumda, hükümet Gümrük Birliği için Kıbrıs’ın feda edildiği yönünde çok ağır eleştirilerle karşı karşı kalır. Hatta Dışişler Bakanı Karayalçın’ın Gümrük Birliği sayesinde beş yılda 3 milyar doların Türkiye’nin kasasına gireceğini söylemesi üzerine Refah Partisi milletvekilleri “ Kıbrıs’ın çok ucuza gittiğini ” ifade ederek, hükümeti protesto eder. 8 Mart 1995’te TBMM’de düzenlenen oturumda yapılan konuşmaların tam metni için, 
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic?P4=618&P5=T&PAGE1=21&PAGE2=104 . 
148 Bkz. Birinci bölüm, s. 26-27. 
149 Her ne kadar Ankara, Güney Kıbrıs’ın Ada’yı Kıbrıs Hükümeti olarak temsil edemeyeceğine vurgu yapsa da hem Gümrük Birliği Antlaşmasının imzalanması, 
hem de ilerleyen günlerde yaşanan bazı gelişmeler, Türkiye’nin açıklamalarının ağırlığını bir hayli azaltmıştır. Dünya Hentbol Şampiyonası’nda Kıbrıs ile 
eşleşen Türkiye, 1 Nisan 1995’te Rum Hentbol takımıyla karşılaşmak üzere İsrail üzerinden Kıbrıs Rum kesimine uçmuştur. 1986 İstanbul Birleşmiş Milletler FAO 
Konferansı sonrasında olduğu gibi yine “Rum yönetimini tanıyor muyuz ” sesleri yükselmiş, 12 Nisan’da Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Erdem 
için Rum kesimi ile oynanan maçtan dolayı mecliste bir gensoru önergesi verilmiş, ancak önerge reddedilmiştir. Bu gelişmenin ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ayintarihi/1995/nisan1995.htm. 
150 Joseph S. Joseph, European Integration And The Search For Stability In the Eastern Mediterranean: The 
Triangle Of Cyprus, Greece, And Turkey: Paper prepared for presentation at the 42nd annual convention of 
the International Studies Association, Chicago, 20-24 February 2001. 
151 26 Haziran 1995 AB Cannes Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00211-C.EN5.htm. 
152 Cannes Zirvesi bildirgesi Kıbrıs’ın Birliğin bir sonraki genişleme dalgasında tam üye olacak ülkelerden biri olacağını yalnızca teyit etmektedir. 
Zira bu durum 1994 Korfu Zirvesi’nden bu yana zaten ortadır. Nitekim Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin 7 Mayıs 1995’te Cumhuriyet gazetesine verdiği bir röportajda, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelikte ilk çemberde olmadığını, “Kıbrıs ve Malta’nın Türkiye’nin önünde” olduğunu söylemiştir. “Çetin: Kıbrıs ve Malta Önümüzde”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 1995. 
153 Temmuz 1994-Haziran 1996 tarihleri arasındaki iki yıllık dönemde Türkiye’de sekiz ayrı dışişleri bakanı 
görev yapmıştır (Özcan, 2004: 877). Çok kısa aralıklarla yapılan bu açıklamaların farklı Dışişleri Bakanları tarafından yapılmasının nedeni bu makamdaki isimlerin sık sık değişmesidir. 
154 Erdal İnönü’nün açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ayintarihi/1995/haziran1995.htm. 
155 16 Mart 1995 Madrid Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0001.htm; 29 Mart 1996 Turin 
Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/ 
en/ec/032a0001.htm. 
156 Bu Ortak Deklarasyon birinci bölümde ayrıntılı olarak tartışıldığı için bu bölümde yalnızca Kıbrıs-AB yakınlaşmasını ilgilendiren yönleriyle ele alınacaktır. Bkz. Birinci bölüm, s. 27. 
157 Bu deklarasyonun içeriğine genel olarak bakıldığında, Kıbrıs-AB yakınlaşmasından çok 1993’ten beri Yunanistan ve Kıbrıs arasında uygulanmakta olan Ortak Savunma Doktrini’ne, buna bağlı olarak Ada’daki üslerin sayısını artırma ve Ada’yı silahlandırma girişimlerine karşı da imzalandığı görülmektedir. 
Deklarasyonun Kardak krizinin başladığı günlerde yayınlanması da bir diğer dikkat çekici unsurdur. Bkz. Birinci bölüm, s. 29, 58. dip notu. 
158 21 Haziran 1996 AB Floransa Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/ en/ec/032a0002.htm. 
159 Yukarıda da belirtildiği üzere Avrupa Parlamentosu 15 Aralık 1994’te insan hakları ihlalleri sürdüğü gerekçesiyle Türkiye-AB Ortaklık Konseyi çalışmalarının dondurulması tavsiyesinde bulunmuştu. Bu kararın ardından Ortaklık Konseyi önceden belirlenen takvim gereği iki kez toplanmıştır. Bu toplantılardan 
ilki 6 Mart 1995’te Gümrük Birliği Antlaşmasının imzalanması için, diğeri ise 30 Ekim 1995’te Türkiye’nin 1 Ocak 1996’dan itibaren yürürlüğe girecek olan Gümrük Birliği Antlaşması için gerekli koşulları yerine getirip getirmediğinin saptanması için yapılan toplantılardır. 30 Ekim’de gerçekleşen bu toplantı 37. 
Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısıdır. 38. toplantı ise ancak 29 Nisan 1997’de gerçekleşecektir. 
Türkiye-AB ilişkilerinin açıklamalı kronolojisi için, http://www.ikv.org.tr/pdfs/kronoloji5.pdf. 
160 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bu açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1996/temmuz1996.htm. 
161 3-14 Haziran 1996 tarihleri arasında Habitat-II İnsan Yerleşimleri Konferansı İstanbul’da düzenlenir. Zirveye katılan 171 ülkeden biri Türkiye’nin Ada’nın tamamını temsil etmediği iddiasıyla Güney Kıbrıs olarak isimlendirdiği Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Türkiye’nin KKTC ile resmi hiçbir spor müsabakasında karşı karşıya gelemediği, KKTC’yi kendi bünyesinde gerçekleşen Habitat gibi uluslararası etkinliklere bile davet edemediği unutulmamalıdır. Habitat Konferansı’ndan sonra açıklama yapan Kıbrıs Toplumcu Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Mustafa Akıncı, KKTC’nin katılamadığı bu konferans için Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcisine vize verilmesine istinaden 
“ Ne yazık ki Türkiye bile bizi doğru dürüst tanımıyor ” açıklamasını yapmıştır (Dodd, 1999: 141). 
162 16 Aralık 1996 tarihli AB Dublin Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0003.htm 
163 Hatırlanacağı üzere 31 Haziran 1995’te Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler Denizcilik Hukuku Sözleşmesini onaması ve karasularını 12 mile çıkarmasının ardından Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de yaşanan gerginlikler, 1995 yılı Aralık ayında patlak veren ve 1996 yılı Ocak ayında krize dönüşen Kardak sorunu ile iyice doruğa çıkmıştı. O tarihlerden itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında hem karasuları hem de Ege’de küçük adacıkların statüsüyle ilgili yaşanan sorunlar günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. 
164 Dublin Zirvesi sonrası Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan’ın yaptıkları açıklamaların ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1996/aralik1996.htm. 1996 yılı hem Türk-Yunan ilişkileri hem de Kıbrıslı iki toplum arasındaki ilişkiler bakımından pek çok gerginliğin yaşandığı bir yıl olmuştur. Kardak Krizi ve diğer Ege uyuşmazlıklarının yanı sıra, Ada’da da özellikle Dublin Zirvesi’nin toplandığı Aralık ayında şiddetle sonuçlanan çeşitli sınır olayları meydana gelmiştir. Aynı zamanda Ada’da giderek artan silahlanma ve Güney Kıbrıs’a Rusya’dan satın alınacak füzelerin yerleştirileceği söylentileri Türkiye’de ve KKTC’de çok ciddi hoşnutsuzluğa yol açmıştır. 1997’nin ilk aylarına bu olumsuz gelişmelerin gölgesinde girilir. Dolayısıyla bu tarihlerde Kıbrıs ile ilgili yapılan açıklamaları, yalnızca AB üyelik süreci bağlamında değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.. Bu konunun daha ayrıntılı incelemesi için bkz. Birinci bölüm, s. 29, 56. dip notu. 
165 Birinci Bölümde ayrıntılı olarak tartışıldığı için bu bölümde söz konusu belgelerin yalnızca Kıbrıs’ın AB üyelik süreciyle ilgili maddeleri değerlendirilecek tir, bkz. s. 28-29. 
166 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu’nun ilan edilmesinden önce, 3 Ocak 1997’de TC-KKTC Ekonomik İşbirliği Protokolü imzalanmıştır. Bu protokol ile Türkiye, KKTC ekonomisinin gerekli istikrara kavuşabilmesi için kaynak tahsis etmeyi taahhüt etmiştir, 
http://www.cm.gov.nc.tr/ftp/tutanak/D3Y5/B20.DOC. Bu toplantıyla aynı gün, Rusya ile Kıbrıs arasında 
Ada’da konuşlandırılacağı söylenen S-300 füzelerinin satışına ilişkin bir anlaşma imzalanmıştır, 
http://www.cyprus.mid.ru/en/ru_cy.htm. 
167 Amsterdam Zirvesi sonuç bildirgesinin tam metni için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0006.htm. 
168 Bakanı Yannis Kasulides’in açıklamalarının ayırıntısı için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1997/haziran1997.htm. 
169 4 Temmuz Açıklamasının diğer ayrıntıları için bkz. Birinci bölüm, s. 30. 
170 16 Temmuz 1997’de açıklanan Gündem 2000 Raporu’nun tam metni için, 
http://ec.europa.eu/agenda2000/public_en.pdf. 
171 16 Temmuz 1997 tarihli Dışişleri Bakanlığı açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1997/haziran1997.htm. 
172 TC-KKTC Ortaklık Konseyi kurulmasına dair 6 Ağustos 1997 tarihli anlaşmanın tam metni için, 
http://www.cm.gov.nc.tr/index/meclisfaaliyet/onay/9-1998.htm. 
173 Maurice Mendelson’un mütalaasının ayrıntıları için, 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Mendelssohn.htm. 
174 Birleşmiş Milletler 25 Temmuz 1997 tarihli karar no: UN A/51/951-S/1997/585. 
175 Birleşmiş Milletler 17 Ekim 1997 tarihli karar no: UN A/52/481-S/1997/805. 
176 12-13 Aralık 1997 AB Lüksemburg Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/032a0008.htm. 



***