1 Şubat 2017 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN CERABLUS HAREKÂTI…“FIRAT KALKANI”


TÜRKİYE’NİN CERABLUS HAREKÂTI…“FIRAT KALKANI”



Türkiye’nin Cerablus Harekâtı…“Fırat Kalkanı”



Türkiye Cumhuriyeti devleti bugün ulaştığı ekonomik, siyasal, askeri, teknolojik, diplomasi ve uluslararası ilişki düzeyi ile uluslararası ilişkileri etkileyecek, yönlendirecek ve belirlenmesinde etkili rol oynayacak bir küresel aktör haline gelirken, çok güçlü ve dengeleri etkileyecek bir bölge devleti olarak ulusal çıkarlarını korumada, çiğnetmemekte ve üzerinde oynanmak istenen oyunlara, milli çıkarlarına aykırı diğer ülkelerin ve taşeron terör örgütleri gibi unsurların amaçlarını gerçekleştirmelerine izin vermeyecek köklü ve gelenekleri olan güçlü bir devlettir. Milli çıkarlarına karşı girişilen ve girişilecek her türlü hareketi anında engelleyecek imkân ve kabiliyete sahiptir. ABD Orta Doğu’da yeni bir yapılanma stratejisini uygularken kullandığı taşeron terör örgütleri PKK-PYD-YPG’nin hedefi, Cerablus’u da alarak Türkiye sınırı boyunca Kürt koridorunu tamamlamak suretiyle Akdeniz’e açılan bir Kürt bölgesi oluşturmaktır. Strateji uzmanlarının ortaya koyduğu gerçekçi değerlendirmelere göre bu hedef, bölücü terör örgütü PKK’nın kurmayı tasarladığı sözde “Kürdistan devletinin” ekonomik ve askeri açıdan ayakta kalmasını sağlayacak imkânlara kavuşması demektir. Uzmanlara göre “Kuzey Suriye projesi” hayalden öteye gidemeyecek olan sözde ‘Büyük Kürdistan Devleti’ projesinin bir parçasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti böyle bir hayalin gerçekleşmesine asla izin vermeyeceğini uluslararası düzeyde her fırsatta ve her platformda en yetkili ağızlardan yoruma yer vermeyecek şekilde açıklamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan Haziran 2015’de “Tüm dünyaya sesleniyorum: Bedeli ne olursa olsun, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güneyinde devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” sözleriyle net ve kesin uyarısını yapmış ve Türkiye’nin kararlılığını ortaya koymuştur. 

   Bu uyarıları dikkate almayan uluslararası aktörlerin destek verdikleri, lojistik imkânlar sağladıkları PYD gibi taşeron terör örgütleri, Türkiye’nin güvenliğine yönelik saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Bir çocuğu canlı bomba olarak kullanarak gerçekleştirilen Gaziantep katliamı ve DAİŞ’in sınır bölgelerimize füze saldırıları bardağı taşarmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK) Fırat Kalkanı Operasyonunu başlatmıştır. Cerablus’un DAEŞ’ten temizlenmesine yönelik başlatılan Fırat Kalkanı operasyonu kapsamında, terör örgütüne ait çok sayıda stratejik öneme sahip hedef vurularak yok edilmektedir. TSK Müşterek Özel Görev Kuvveti tarafından Suriye’nin Halep kentine bağlı Cerablus bölgesinin terör örgütü DAEŞ’ten temizlenmesi amacıyla 24 Ağustos’ta sabah 04:00’te başlatılan Fırat Kalkanı Operasyonu/
Harekâtı, askeri kaynaklardan elde edilen bilgilere göre operasyon kapsamında ilk aşamada geçit açma faaliyeti öngörüldüğü şekilde gerçekleştirilerek askeri harekât hızla gelişti ve ilk aşamada öngörülen hedeflere ulaşıldı. Halen genişleyerek gelişen harekât ile bölge DAEŞ’ten temizlenmekte, köyler ve diğer yerleşim yerleri Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kontrolüne geçmektedir. Türkiye, uyarılarının dikkate alınmaması, halkın güvenliğine yönelik terör saldırılarının artması sonucunda Türkiye meşru müdafaa hakkını kullanarak askeri operasyonu başlatmıştır Türkiye iki yıldan beri bölgede DAEŞ’i yaşatmayacağını, PYD yapılanmasına ve YPG güçlerinin kontrolü ele geçirmesine kesinlikle izin verilmeyeceğini açıklamaktadır. 

  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konu ile ilgili yaptığı açıklamalarda çok açık ve net mesajlar vermektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, engellilerin kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirilmelerine ilişkin Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki atama ve kura töreninde yaptığı konuşmada, Fırat Kalkanı operasyonuyla ilgili ilk açıklamasında Suriye’deki terör örgütlerine yönelik olarak 24 Ağustos 2016 tarihinde saat 04:00’te başlayan bir operasyon düzenlendiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’den Türkiye’ye yönelik saldırılar nedeniyle harekete geçildiğini ifade ederek “Türkiye’ye tehdit unsuru oluşturacak olan kim olursa olsun onlara karşı bu milletordusuyla, polisiyle, korucusuyla vardır, var olacaktır. Şu anda ne yazık ki Suriye’den ülkemize, Gaziantep, Kilis ve tüm bu bölgelere yapılan saldırılar artık işi bir yere kadar getirdi. Artık son, dedik ki ‘bu işin burada noktalanması lazım’ ve bu sabah 04.00 itibarıyla süreç başladı. Artık bu işi çözmemiz gerekiyor. Birileri meydan okuyorlar, ‘Suriye Türkiye için şöyle olacak, böyle olacak.’ diye. Onlara ben buradan sesleniyorum, siz ne olacağınızın hesabını yapın.”

Terörün Yarattığı Durumdan İnsanlık Sorumludur

Terör örgütü DAİŞ’in, İslam ile alakası bulunmadığını vurgulayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Alına kelime-i tevhit bandı asmakla Müslüman olunmaz. Sancakta kelime-i tevhit olmasıyla Müslüman olunmaz. Allah lafzının istismar edilmesiyle Müslüman olunmaz. Bunların İslam ile alakası yoktur. Bunlar tam aksine İslam’ın başına bela olmuşlardır bu yüzyılda. Teröre karşı birlikte hiçbir ayırım yapmadan mücadele etmek önemlidir. Eğer teröre karşı dünya uluslararası bir mutabakat sağlamazsa tüm insanlık bundan sorumludur. Onun için de birlikte bir mücadele şart. Bizim en başından beri güçlü tarihi bağlarımızın olduğu Suriyeli kardeşlerimize samimi yardım eli uzatmak dışında hiçbir niyetimiz, faaliyetimiz olmamıştır. Türkiye, Suriye’de oldubittiye rıza göstermeyecektir. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumakta kararlıdır. Şu kararlılığımızı tüm dünyaya bir kez daha ifade etmek istiyorum: Türkiye, Suriye’de sahneye konulmaya çalışılan oyuna, oldubittiye asla rıza göstermeyecektir. Gerekirse meseleye bilfiil el koymak da dâhil tüm imkânlarımızı kullanarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumakta, bu ülkenin kendi halkının iradesiyle yönetilmesini sağlamakta kararlıyız.”

Türk Milleti Teröre Boyun Eğmeyecektir

Terör örgütlerinin, Türk milletini bölemeyeceğini kesin bir dil ve kararlılıkla ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tekraren ifade ediyorum, başaramayacaksınız. Milletimizi bölemeyeceksiniz, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, vatanımızı parçalayamayacaksınız, devletimizi yıkamayacaksınız, ezanlarımızı susturamayacaksınız, bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz, bu halka boyunduruk vuramayacaksınız. Her terör saldırısında biz daha güçleniyoruz. Bunlar sanıyorlar ki her saldırıda biz biraz daha zayıflıyoruz.
Hayır, tam aksine her saldırıda biz daha güçleniyoruz. Hani derici, debbağ ne yapar? Deriye vurdukça deri hem güzelleşir hem güçlenir. Bu da böyledir. Tam tersine biz bir oluyoruz, iri oluyoruz, diri oluyoruz, kardeş oluyoruz, hep birlikte Türkiye oluyoruz” sözleriyle Türkiye’nin terör karşısında kararlığını, güçlü inancını, Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti devletine güvenini belirtti. Türkiye ve Türk milletinin bağrından çıkan TSK, Fırat Kalkanı Operasyonu’nun başlatılmasıyla birlikte Suriye sınırından hem IŞİD hem PKK-PYD-YPG hedeflerini en ağır şekilde vurmakta ve hızlı ilerleyişini, girdiği bölgedeki hâkimiyetini sağlamaktadır. Böylece Suriye’nin Cerablus-Azez hattının karşısındaki askeri varlığını da her geçen zaman diliminde güçlendirmektedir. TSK yaptığı top ve
füze atışlarıyla PKK-PYD’ye bağlı YPG’nin Menbiç’ten Cerablus’a ilerlemesini önleyerek belirlediği stratejiyi başarıyla uygulamaktadır. Başarıyla sürdürülen Fırat Kalkanı Operasyonu ile PKK-PYDYPG’nin Cerablus’u da almak suretiyle Türkiye sınırı boyunca “terör koridorunu” tamamlama ve bu yolla Akdeniz’e açılan bir Kürt bölgesi oluşturma hedefini çökertmiş dolayısıyla PKK’nın kurmayı hayal ettiği Kürdistan devletinin oluşturulması düşlenen can damarlarını kesmiştir. ABD’nin ve diğer Emperyalist güçlerin kendi çıkarları açısından Orta Doğu’yu yeniden yapılandırma stratejilerinin ve politikalarının taşeronu olan PKK-PYD-YPG terör örgütünün “Kuzey Suriye projesi”, “Büyük Kürdistan Devleti” projesinin çok önemli bir parçasını teşkil etmektedir. Bu projenin ülkemizi tehdit eden ve milletimizin güvenliği açısından ağır bir risk taşıyan kritik parçası Güneydoğu’nun bu projenin en büyük parçasını oluşturma niteliğini taşımasıdır. Bu projeyi tamamlayan diğer önemli parçaları ise Kuzeybatı İran ve Kuzey Irak’tır. ABD ve AB başta olmak üzere diğer uluslararası aktörlerin hazırladıkları senaryoda dikkate alamadıkları ve hesaplayamadıklarıTürk milletinin gücü, inancı, vatan sevgisi ve vatanı, bağımsızlığı, özgürlüğü için her şeyini ortaya koyarak 15 Temmuz kanlı FETÖ darbe girişimine karşı gerçekleştirdiği direnç ile plan ve senaryoları çökertmiştir, bundan sonra da çökertecektir. Fırat Kalkanı operasyonunda sağlanan başarı bu gerçeğin en somut örneğidir. TSK’nın 24 Ağustos tarihinde başlayan Fırat Kalkanı operasyonundan beş gün sonra 29 Ağustos günü Cerablus’ta yürütülen Fırat Kalkanı operasyonuna ilişkin yaptığı açıklamada son 24 saat içinde Fırat Kalkanı operasyonu kapsamında Cerablus ve çevresinde 20 hedefin fırtına obüsleri ile 61 kez isabetle vurulduğu, bölgedeki sivil halkın zarar görmemesi için azami dikkatin gösterildiği belirtildi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar açıklamasında “Menfur girişimden sadece günler sonra, hudutlarımızın ve komşu ülke insanlarıyla birlikte milletimizin güvenlik ve huzuru için hayati önemi haiz ‘Fırat Kalkanı Harekâtı’nı icra eden, aynı anda gemilerimizle mavi vatanı savunan ve uçaklarımız ile gök kubbeye Cumhuriyetimizin imzasını atan Türk Silahlı Kuvvetleri, gücünden hiç mizlendikçe daha da güçlü olacağını göstermektedir” sözleriyle TSK’nın gücünü ve Fırat Kalkanı Harekâtı’nda kısa sürede sağlanan başarıyı vurgulamştır.

Fırat Kalkanı Harekâtı’nın Başlaması ve Gelişmesi

Fırat Kalkanı Harekâtı (Cerablus Harekâtı) Irak ve DEAŞ ile yürütülen mücadele sürecinde Türkiye tarafından eğitilmiş 1500 civarında bir güce sahip olan Özgür Suriye Ordusu ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan önce bir hazırlık faaliyeti yapmıştır. Hazırlık faaliyetlerinde dikkati çeken önemli bir husus 20 Ağustos 2016’da tarihinde ÖSO’ya mensup bir grubun askeri teçhizatla yüklü elli kadar askeri araç ile El-Rai’den yola çıkarak Türkiye sınırına gelmesidir. DAEŞ’in Gaziantep’te bir çocuğu canlı bomba olarak kullanmasıyla yaptığı katliama misilleme olarak TSK 22 Ağustos tarihinde YPG ve IŞİD mevzilerini topçu ateşine tuttu. Türk Kara Kuvvetleri 60 adet obüs ateşleyerek Cerablus ve Menbiç’i vurdu.DEAŞ’ın Karkamış merkeze füze atması nedeniyle ilçe boşaltıldı. Fırat Kalkanı Harekâtı başladıktan sonra TSK 25 Ağustos 2016 tarihinde “Topraklar ilhak edilmeyecek Özgür Suriye Ordusu’na teslim edilecektir” açıklamasıyla Türkiye’nin niyetini açıkça belirtmiştir. Karkamış’ta bulunan Fırtına obüsleriyle 25 Ağustos’ta Cerablus’a hareket ettiği belirlenen YPG’liler vuruldu. 26 Ağustos günü, saat 00:20’de TSK tarafından yapılan basın açıklamasında, “Fırat Kalkanı Harekatı’nın devam ettiği, bölgede yaşayan sivil halkın zarar görmemesi için her türlü tedbirin alındığı ve bu konuda azami hassasiyet gösterildiği” belirtildi. 27 Ağustos’ta YPG’li bir gurubun Türk tanklarına yaptığı roketli saldırı sonucu biri hafif diğeri ağır iki tank zarar gördü ve TSK’den 3 asker yaralandı, 1 askerimiz de şehit oldu. 29 Ağustos itibarı ile 400 km2’lik alanda bulunan 43 köy IŞİD ve YPG’nin elinden alındı ÖSO kontrolüne verildi. Cerablus’un batısında IŞİD’e karşı operasyonda 31 Ağustos’ta bir Türk tankı roketle vuruldu, 3 asker yaralandı. Tanka saldıran teröristler araçlarıyla birlikte imha edildi. Türk zırhlı araçları, 3 Eylül’de Çobaney ilçesine girdi. TSK Genelkurmay Başkanlığı tarafından 16 Eylül’de yapılan açıklamada, “Çobani-Azaz arasındaki bölgede icra edilen harekâta koalisyonkapsamında ABD Özel Kuvvetleri destek vermiştir” denildi.

Fırat Kalkanı Harekâtına Gelen Tepkiler

Fırat Kalkanı Harekâtına karşı Suriye Dışişleri’nden yapılan ilk açıklamada, “Türk tanklarının Suriye’ye girmesi egemenliğimizin ihlalidir” denirken ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, “Her iki tarafa da burada asıl düşmanın IŞİD olduğunu hatırlatmaya çalışıyoruz” ifadesini kullandı. Beyaz Saray tarafından ise yapılan açıklamada, “NATO Müttefikimiz Türkiye DAEŞ karşıtı çabalara değerli katkılarda bulundu” ifade edilirken bir gün sonra ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Cook yaptığı açıklamada, “Fırat Kalkanı Operasyonu DAEŞ’e büyük bir darbe vurdu” dedi. Rusya Dışişleri’nden yapılan açıklamada ise, Türkiye-Suriye sınırında yaşanan gelişmelerin Moskova’da derin bir endişeye neden olduğu bildirildi. Rusya’nın açıklamasında “Türkiye’nin Cerablus’taki operasyonlarında Şam ile işbirliği yapmalı” ifadesine yer verildi. İsrail Büyükelçiliği Ankara Maslahatgüzarı Amira Oron, “Türkiye, sınırlarında IŞİD’in olmasına izin veremez. Türkiye ile hemfikiriz ve destekliyoruz” dedi. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bahram Kasimi yaptığı açıklamada, “Suriye topraklarındaki terörist gruplarla mücadele, uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olan o ülkenin toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygı gösterilerek merkezi yönetimle koordineli şekilde yapılmalı” görüşünü ileri sürdü. Terör örgütü PYD lideri Salih Müslim, “Türkiye, Suriye batağında çok şey kaybedecektir” sözleriyle karşı çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Salih Müslim’inFırat Kalkanı Harekâtına karşı çıkışına verdiği sert yanıtta “Birileri meydan okuyor. Birileri ‘Suriye Türkiye için şöyle olacak böyle olacak’ diyor. Onlara diyorum ki siz ne olacağınızın hesabını yapın. Türkiye’ye tehdit unsuru oluşturacak kim olursa olsun onlara karşı bu millet ordusu polisi ve koruyucusuyla vardır ve var olacaktır” dedi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, TSK’nın Suriye’nin Cerablus şehrinde IŞİD’e yönelik başlatılan Fırat Kalkanı Operasyonu hakkında konuştu. Çavuşoğlu, PYD lideri Salih Müslim’in “Türkiye bozguna uğrayacak” şeklindeki tepkisine yanıt verdi. Bakan Çavuşoğlu yanıt olarak “Sen de bir terör örgütüsün. Bizim acımız bataklıktaki sivrisinekler değil bataklığı kurutmaktır. Türkiye’ye karşı oluşan tehditleri ortadan kaldırmaktır. Senin ajandan buysa sen de korkabilirsin. Senin ajandan farklıysa, terörizmi bırakacaksan, Suriye’nin bütünlüğünü savunuyorsan bu operasyondan rahatsız olmamalısın” şeklinde konuştu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da Salih Müslim’e sert yanıt verdi. Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, TSK’nın Suriye’nin Cerablus şehrinde IŞİD’e yönelik başlatılan Fırat Kalkanı operasyonu hakkında yaptığı açıklamada PYD lideri Salih Müslim’in “Türkiye bozguna uğrayacak” şeklindeki tepkisine verdiği yanıtta “Sen de bir terör örgütüsün. Bizim acımız bataklıktaki sivrisinekler değil bataklığı kurutmaktır. Türkiye’ye karşı oluşan tehditleri ortadan kaldırmaktır. Senin ajandan buysa sen de korkabilirsin. Senin ajandan farklıysa, terörizmi bırakacaksın, Suriye’nin bütünlüğünü savunuyorsan bu operasyondan rahatsız olmamalısın” dedi.

Türkiye’nin Temel İsteği

Türkiye, Suriye krizinin başından itibaren ve iç savaş sürecinde sürekli ısrarla Cerablus-Azez arasında derinliği olan güvenli bir bölge önermektedir. Türkiye’nin bu önerisinin nedeni yukarıda belirtilen bölücü terör örgütü PKK’nın projesini engellemek, Türkiye’nin güvenliğine ve bütünlüğüne yönelik tehdit ve riskleri önlemektir. Bu bakımdan Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, Türkiye’nin toprak bütünlüğü açısından da önem taşımaktadır. Bu kapsamda, hudutlarımızda bir terör koridorunun oluşmaması için başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtı’nın öncelikli amaçlarından biri, sınır güvenliğinin sağlanması ve bölgede yaşayanların can ve mal güvenliğinin temin edilmesi̇; ikincisi̇ de buradaki̇ DEAŞ ile PYD-YPG terör unsurlarının bütünüyle temizlenmesi̇ ve ülkelerinin bütünlüğü için Özgür Suriye Ordusu’nun desteklenmesi̇ olduğu bir kez daha kaydedilmiştir. Fırat Kalkanı Harekâtı’nın, uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkımız çerçevesinde, Suriye’nin toprak bütünlüğü esas alınarak icra edildiği̇, sivillerin zarar görmemesi̇ için azami̇ hassasiyet gösterildiği̇ ifade edilmiştir. Bu harekât, kısa sürede çok ciddi̇ bir darbe vurulan DAEŞ ile mücadelenin, başka terör örgütlerine alan açmadan ve sivillere zarar vermeden etkin şekilde yürütülebileceğinin bir örneği̇ olarak değerlendi̇ri̇lmi̇şti̇r. Yapılan değerlendirmelerde, terör örgütleri̇ tarafından kullanılan ve hudut bölgesinde güvenlik riski doğuran, Suriye’nin kuzeyinde “terörden arındırılmış güvenli bölge” tesisiyle “uçuşa yasak bölge” uygulamasının gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Türkiye toprak bütünlüğü açısından Suriye’de oluşturulacak bir Kürt koridorunu tehdit unsuru olarak gördüğü için böyle bir oluşumu ‘beka’ sorunu olarak görmekte ve Kuzey Suriye oluşumuna kesin kesin izin vermeyeceğini ortaya koymaktadır.



DEMOKRASİYİ KRİZDEN KİM KURTARACAK?


DEMOKRASİYİ KRİZDEN KİM KURTARACAK?




DEMOKRASİYİ KRİZDEN KİM KURTARACAK?




Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar artık belirli bir bölgeye, gruba değil, bütün dünyaya ait ortak değerler haline geldi. Bugün artık demokrasi başta olmak üzere tüm bu kavramlar konusunda yeni bir muhasebeye ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz. İnsanlığın ortak değeri olan demokrasi bugün ne yazık ki Batının İslam ülkelerinde yaşanan gelişmeler karşısında sergilediği tutumlarla büyük bir kriz içindedir. Demokrasi ülkelerin çıkarlarına göre değerler ihtiva etmemektedir. Demokrasinin temel değerleri batıya göre başka doğuya göre başka oluyorsa o zaman “Demokrasinin Geleceği” üzerine oturup düşünmekte yarar var. Aynı durum bugün uluslararası bazı kurumların (BM vb) dünyada yaşanan insan hakları ihlalleri ve demokrasi karışıtı olaylara karşı aldıkları pozisyonlarda da bu çifte standardı açıkça görmekteyiz. Belkide ilk yapılması gerek şey; BM gibi uluslararası kurumlarda bir revizyona gitmek ve bu kurumların karar alma süreçlerini yeniden düzenlemek olmalıdır. Dünya artık 5 ülkenin karar verdiği bir dünyadeğildir. Dünyada katliamlar yaşanırken BM Güvenlik Konseyinin daimi 5 ülkesinden birinin karara katılmamsı durumunda uluslararası toplum müdahale edememektedir. Bakınız son 4 yıldır Suriye’de 600 binin üzerinde insan hayatını kaybetti ancak insanları öldüren rejime hala müdahale etmekte tereddüt yaşan ülkeler var. Bütün bunlar yaşandığı zaman insanlık âlemi BM’nin işlerliğine ve varlığa güven duymama noktasına gelir. Bu tür haksızlılıklar ve adaletsizlikler karşısında bugün dünya da sesini yükselten tek ülke ne yazık ki sadece Türkiye’dir. En son Mısır’da yaşanan askeri darbe karşısında demokratik dünya ne yazık ki ses çıkarmadı ve darbeyi destekledi. Bugün sınırların önemini anlamsız kılan yeni dünya düzenine, insanların demokrasiye sadece kendi sınırları içinde değil, uluslararası düzeyde de ihtiyaçları var. İşte bu süreçte dünyada gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere, büyük görevler düşüyor. Bu ülkelerin dünya ekonomisindeki artan payları, bölgesel düzeyde belirginleşen öncü konumlarına paralel şekilde küresel meselelerde de daha fazla sorumluluk almaları gerekiyor. Üzülerek ifade etmek durumundayım ki, BM insanlığın geleceğini tehdit eden, umutlarını körelten, korkuları ortadan kaldırabilecek bir liderlik sergileyemiyor. İnsanlığın küresel barışa özlemi sonucu ortaya çıkan BM’nin uluslararası meşruiyetin ve adaletin tesisinde daha etkin olması gerekiyor. Dünya 5 tane daimi üyenin iki dudağının arasına bırakılamaz. Eğer tüm dünyayı 5 daimi üyenin iki dudağı arasına bırakacak olursak, işte burada insanlık her geçen gün kan kaybeder. Sizlerle birkaç rakamı paylaşmak istiyorum, bakınız Suriye’de ölen insanların sayısı 600 bini geçti. Sadece bizim ülkemize sığınan insan sayısı 3 milyon, yüzbinlerce insan kendi ülkesinden, evlerinden ayrı yaşıyor. Bombalar ile ve son olarak da kimyasal silahlarla insanlar öldürülüyor, BM nerede? Uluslararası toplum nerde? Dün Bosna da AB’nin yanı başında aynı şeyler yaşandı bugün Suriye’de yaşanmamaktadır. Demokrasisin beşiği kabul ettiğimiz batı bugün demokrasiye sahip çıkmıyor. Yeni dünya da demokrasinin ve demokratik değerlerin savunulmaya ve korunmaya ihtiyacı var. Ülke olarak biz demokrasiye ve demokratik değerlere sahip çıkmasak ve buna öncülük etmesek ne olur? Bunu kendine dert edinen ve bu soruyu kendisine soran başka ülkeler var mıdır? Bundan şüpheliyiz. Eskiler görünen köy kılavuz istemez derlerdi. Biz de bütün bu ithamlarda ve iddialarda bulunurken elimizde deliller var. Bugün Batı dünyası, İslam coğrafyasında yaşanan insanlık dışı katliamlar ve demokrasi ihlallerini ekonomik ve siyasi çıkarlarına göre yorumlamakta ve tavır almaktadır. Burada bir diğer acı şey, bütün bu yaşananları ne yazık ki destekleyen İslam ülkeleri de var. Türkiye dünyaya barışı ve kardeşliği için bir şans ve öncü bir ülke. Umudumuz odur ki, diğer demokratik ülkelerde bir an önce demokrasinin asgari değerlerine bağlı kalarak dünyada yaşanan “Demokrasi Krizine” bir çare olurlar.

Abdülkadir AKSU

YENİ SURİYE VE KÜRTLER,



YENİ SURİYE VE KÜRTLER,




Abdulbaki ERDOĞMUŞ









06 Ağustos 2012 Pazartesi 00:58

21. yüzyılın henüz başlarında, meşrutiyet rüzgârlarının Batıdan Doğuya doğru estiği bir dönemde Bediüzzaman Said-i Nursi Osmanlı yönetimini şöyle uyarmıştı: 
Eski hal muhal, Ya yeni hal, Ya izmihlal!

Kibir ve gururunu yenemeyerek eskide direnen haşmetli iktidar, İttihat ve Terakki eliyle koca Osmanlı imparatorluğundan sadece T.C devletinin kurulduğu toprakları korumayı başardı. Kuşkusuz bu başarı da Kürtlere karşı uygulanan takiyye ve imha politikaları sonunda ancak sağlanabilmiştir. Ne yazık ki; Yüz yıl önce yaşadığımız coğrafyanın haritasını cetvel ile çizenler, bugün tekrar Ortadoğu’yu şekillendirmeye çalışmaktadırlar. İkiz kulelere yapılan saldırı sonrası Amerika’nın gözünü diktiği topraklarda rejimler ve çizilen sınırlar yeniden değişmeye başladı. Önce Afganistan’da, ardından Irak’ta iktidarlar el değiştirdi. Sonra halk ayaklanmaları ile Kuzey Afrika’da iktidarlar el değiştirdi. 

Halkın hak ve özgürlük talepleri yerinde ve kutsal taleplerdir, ancak önemli olan rejim değişiklikleri yapılırken gerçekten halkın iradesinin ne kadar iktidara yansıyacağı meselesidir. Bunun böyle olmasını arzu etmekle beraber olayların o istikamette geliştiğini iddia etmek saflık olur. Bugünlerde ise Amerika’nın Irak’tan sonra şer ekseni olarak değerlendirdiği Suriye’de rejim değişikliği gün saymaktadır. Ne acıdır ki bu süreç çok ciddi can kayıplarıyla gerçekleşmektedir. Yaşananların uluslararası boyutlarına ve Türkiye’nin tutumuna daha önce birkaç defa değinmeye çalıştım. Suriye’de yaşayan Kürtlerle ilgili olarak ise Türkiye’nin, Irak’a müdahale sırasında “Kürt” varlığına karşı tutumundan ve bugüne kadar yaşananlardan hiç ders çıkarmadığını ifade etmek isterim.

Hatırlanacağı üzere, ABD Irak’a karadan müdahaleyi Türkiye ve Kuzey Irak üzerinden yapmayı planlamaktaydı ve hazırlıkları tamamen o yöndeydi. Ancak tezkere R.T.Erdoğan’a rağmen TBMM’den geçmeyince işler değişti. Buna rağmen hava harekâtının merkezinin Türkiye olduğunu unutmamak gerekiyor. Türkiye’nin o dönemde, ABD ve müttefikleri ile iş birliği içinde olmasının en önemli gerekçesi olarak Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt Devleti ve Türkmen nüfusu olarak gösteriliyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin “Kürt devleti” fobisi geçen on yıldan fazla sürede henüz gerçekleşmedi ancak Kürtler Kuzey Irak’ta özerk Kürdistan yönetimini kurdular ve Türk iş adamları buradaki yatırımlardan aslan payını alanlar oldu. Üstelik bu ilişki öyle bir noktaya ulaştı ki Kuzey Irak yönetimi ile yapılan petrol anlaşması geçenlerde Irak devletinin kısa süreliğine bile olsa hava sahasını Türkiye devletine kapatmaya kadar vardı.

Bugün Türkiye yine aynı gerekçelerle Suriye’ye müdahale kozunu masada tutmaya çalışmaktadır. Bulgaristan’da, Uygur’da Türkler söz konusu olduğunda, iktidar ve muhalefetiyle en ciddi tepkiyi gösteren Türkiye, bölgede Kürt nüfusunun en yoğun yaşadığı ülke olarak kendi vatandaşlarının soydaşlarına ve akrabalarına karşı aynı hassasiyeti göstermemesi en basit ifadeyle siyasi ahlaksızlıktır. Böyle bir davranış ve tutumun Kürtleri rahatsız etmediğini kim iddia edebilir?

Ayrıca, Türkmenlerin haklarını korumak anlaşılır bir durumdur ancak Kürt fobisi ve Türkmenler üzerinden politikalar geliştirmek bir devlet siyaseti değil, daha çok bir dernek bakışını çağrıştırmaktadır. Suriye’nin toplumsal ve siyasi yapısı hakkında azıcık doğru bilgiye sahip herkes, Esed sonrası yapılanmada Kürtlerin yeni bir siyasi statü elde edeceklerini bilir.  Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de şekillenecek yeni yönetimde Kürtlerin etkin olacağı, Esed karşıtı olarak oluşturulan Suriye Ulusal Konseyi başkanlığına bir Kürt liderin getirilmiş olması geleceği göstermek bakımından yeterli değil midir? Ülkenin kuzeyindeki Kamışlı, Kobani, Afrin, Amude, Derika, Hemko gibi kentler zaten tamamıyla Kürtlerin yerleşim yerleridir. Suriye askerinin çekilmesinden sonra kontrolün Kürtlerin eline geçmesi ve Kürtlerin kendi bölgelerinde yerel yönetimlerini oluşturmalarından daha doğal ne olabilir ki? Bunun için Türkiye’den izin almaları mı gerekir?

Kürtlerin Statü taleplerinden vazgeçmeleri söz konusu olamayacağı gibi bunu talep etmek de, Kürtlere düşmanlıktan öte en azından körlüktür. Esip Gürleyerek, Tehdit ederek, kin ve düşmanlık kusarak Kürtleri korkutmanın dönemi çok gerilerde kaldı. Buna en güzel cevabı Mesud Barzani zaten verdi: 

“Halkımıza karşı tanklar, toplar ve başka silahlar kullanıldığını gördük. Halkımıza karşı büyük sayıda asker kullanıldığını gördük. Korkumuz bu değil. Korkumuz hâlâ uçaklar, toplar, tanklar kullanarak sorunların çözülebileceği mantığıdır. Biz bunun sorunu çözebileceğine inanmıyoruz. Bu yanlış bir yaklaşım ve Irak’ın bugün yaşadığı perişanlık ve belalar bu mantığın bir sonucu. Dolayısıyla aynı şeyin tekrar yaşanmasını istemiyoruz.”

Şayet Türkiye toprak bütünlüğünü koruyarak bu coğrafyada varlığını sürdürmek istiyorsa ciddi bir mantalite değişikliğine ihtiyacı vardır. Bugün Irak Kürtlerini kırmızı halılarla karşılayanlar yarın aynı muameleyi Suriye Kürtlerine de yapmak zorunda kalacaklardır. Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Türkiye’nin çıkarlarının garantisi yine Kürtler olacaktır. Bu nedenle kendi Kürt vatandaşlarıyla doğru bir iletişim kuramayacak bir Türkiye, bu durumdan zararlı çıkacak ülke olacaktır. Kürtlerin nüfuzunu bölgede artırırken, siyasi olarak en aktif ve organize Kürtlerin olduğu Türkiye’nin bundan uzak kalmasını beklemek dünyanın mevcut gidişatıyla çok uyuşmamaktadır.  Bu nedenle Bediüzzaman’ın yüz yıl önce yaptığı uyarıyı, Türkiye’yi yönetenlerin gaflet uykusundan uyanmalarını sağlamak amacıyla hatırlatmak istiyorum: 

Eski hal muhal, Ya yeni hal, Ya izmihlal!

ab_erdogmus@hotmail.com


***

YEREL SEÇİMLERDE KENT BÜYÜKLÜĞÜ İLE OY VERMENİN YÖNÜ ARASINDAKİ İLİŞKİ, BÖLÜM 3


YEREL SEÇİMLERDE KENT BÜYÜKLÜĞÜ İLE OY VERMENİN  YÖNÜ ARASINDAKİ İLİŞKİ,
BÖLÜM 3


7. VERİ VE ANALİZ 


Bir önceki bölümde ortaya konulan yerel seçimlere yönelik yöntem sorununa ilişkin görüşler çerçevesinde makalede sınanmış olan temel argüman 
yerel seçimlerde nüfus ölçütüne dayalı olarak mekansal ölçek değiştikçe, bir başka deyişle kır-kent farklılaşması arttıkça, kentsel oy verme davranışının 
yönünde de farklılaşmanın ortaya çıkıp çıkmadığıdır. Yani, yerel seçimlerde sağ ve sol eğilimli partilerin ve bağımsız adayların başarısının mekansal ölçeğin 
büyümesi ya da küçülmesine duyarlı olup olmadığıdır. Söz konusu sınamanın yapılabilmesi için yazının beşinci bölümünde ele alınan 1960’lı yıllardan bu 
yana yerel seçim tarihi çerçevesinde yerel seçimlere katılmış ve belediye başkanlığı kazanmış siyasi partilerin siyasal yelpazedeki konumları saptanarak, 
sağ ve sol şeklinde ayrımı yapılmıştır. Bu ayrım tablo biçiminde çalışmanın sonunda ek olarak da verilmiştir. 1960’lardan bu yana siyasal partilerin siyasal 
yelpazede konumlandırılmasında, 1960 ve 1970’li yıllarda dünyada ve Türkiye’de sağ-sol ayrımı daha net ve belirginken, özellikle 1980’li yıllardan itibaren bu ayrımın getirdiği sorunlar üzerine tartışmaların yoğunlaşmış olduğu da göz önünde tutulmuştur. Nitekim sağ ve sol arasındaki ayrımın bulanıklaşması özellikle 1990’lı yıllarda belirginleşmiş; 1994 yerel seçim sonuçları bu açıdan oldukça çarpıcı bir örnek olmuştur. Tüm bu zorluklara rağmen, Türk siyasal hayatının 1960’lı yıllardan bugüne oldukça çalkantılı bir süreç geçirmesini ve siyasal partilerin uzun soluklu olamayışını göz önünde tutarak, rakamlara dayalı sürekliliği yakalamak ve bazı genellemelere ulaşabilmek amacıyla böyle bir ayrımın yapılması gerekli olmuştur. Böylece, mekansal düzeyde farklılaşmaların siyasal davranışlar üzerinde etkisi olup olmadığının ortaya konmasında genel eğilimlerin saptanması olanaklı hale gelebilmiştir.4 

Çalışmada mekansal ölçek farklılaşmasının ortaya konulabilmesi için başvurulan temel ölçüt belediyeli nüfus olmuştur. Şimdiye değin kente yönelik 
çalışmalarda kır-kent farklılaşmasının değerlendirilmesinin önemli ölçütlerinden biri nüfustur. Ekonomik etkinliklerdeki değişime dayalı olarak 
nüfus birikimleri, kır ve kent arasındaki farklılaşmanın önemli ayırıcı niteliklerinden biridir. Buna göre, nüfus büyüklüklerine bağlı olarak siyasal 
davranışlarda ortaya çıkan farklılaşmanın aynı zamanda mekansal ölçek farklılaşması bağlamında da anlamlı olduğu varsayılmıştır. Türkiye’de uzun 
yıllar kırsal ve kentsel yerleşim birimleri arasındaki nüfus eşiği 2.000 olarak idari belgelerde yürürlükte kalmakla birlikte5, 5.000 veya 10.000 gibi ölçekler 
yerli ve yabancı uzmanlar tarafından önerilmiştir. Son 20 yıl içerisinde Devlet Planlama Teşkilatı’nın hazırladığı beş yıllık kalkınma planlarında ve bu 
teşkilatın öteki yayınlarında genellikle nüfusu 10.000’den fazla olan yerleşmelere kent dendiği görülmektedir (Keleş, 2002: 106; Çezik, 1982: 22). 
Bu doğrultuda çalışmada başta DPT ve DİE olmak üzere kente yönelik istatistiksel çalışma yapan kurum ve kuruluşların kır ve kent farklılaşmasına 
ilişkin verdiği rakamlar ölçüt olarak alınmıştır. Belediye başkanlığı seçiminde nüfusu 10.000’den küçük yerler henüz “kırsal” yerleşime dayalı belediyeler, 
nüfusu 10.000 ile 50.000 arasında değişen yerlerdeki belediyeler “geçiş” belediyeleri olarak saptanmış; kentleşme dinamiği açısından nüfusu 50.000’den 
büyük yerleşimlerin gerçek anlamda kentler olduğu varsayılmıştır. Bu varsayımlar ışığında mekansal ölçek ve nüfus ölçütüne dayalı olarak siyasal 
davranışlarda farklılaşma olduğu tezi sınanmıştır. 

Yerel seçim yazınında yerel birimin yürütme organının seçimiyle, yerel meclis seçimi arasında adayların kişisel özellikleri nedeniyle farklılık oluşacağı 
yönünde savunulan görüş bulunmaktadır. Bu görüşe göre, belediye başkanlıklarının seçiminin daha “aday merkezli” bir seçim olduğu 
belirtilmektedir. Bazı durumlarda belediye başkanlığı seçiminin siyasal partilerin ortaya koyduğu eğilimleri bile belirsizleştirdiği öne sürülmektedir 
(Freire, 2004: 61; Altan, 2005: 176). Bu durum göz önünde tutularak çalışmada belediye başkanlığı seçimlerine göre “aday merkezliliğin” ortadan kalktığı 
belediye meclisi seçimleri de, belediye başkanlığı seçimlerinin yanı sıra değerlendirilmiştir. Böylece veri analizi hem belediye başkanlığı toplu seçim 
sonuçları, hem de belediye meclis üyelikleri toplu seçim sonuçlarına göre ayrı ayrı değerlendirilerek; her iki düzeyin de bir arada görülmesi olanağı söz 
konusu olmuştur. Literatürde “aday merkezliliğin” en aza ineceği ileri sürülen il genel meclisi sonuçlarının çalışmada kullanılmamasının nedeni ise daha önce 
de vurgulandığı üzere, il genel meclisi sonuçlarının çalışmanın hipotezinin kritik noktasını oluşturan ölçek farklılaşmasına yönelik gerekli ayrıma ilişkin 
verileri sağlamıyor olmasındandır. 


8. BULGULAR 


Devlet İstatistik Enstitüsü’nün Türkiye’de gerçekleştirilen yerel seçimlere ilişkin yayımladığı “Mahalli İdareler Seçimi Sonuçları”ndan 
yararlanarak belediye başkanlığı toplu seçim sonuçlarının tek tabloda birleştirilmesi yapılmıştır. Buna göre, nüfus ölçütü olarak 10 binden küçük, 10 
bin-50 bin arası ve 50 binden büyük belediyelerdeki başkanlık seçim sonuçları ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Ölçekler arası oy verme davranışındaki farklılığı 
görebilmek için her ölçek kendi içinde bir bütün olarak ele alınmış, nüfusa göre yüzdeler hesaplanmıştır. Daha somut olarak söylemek gerekirse, örneğin 1963 
yılında nüfusu 10 binden az olan yerlerde belediye başkanlığı seçimlerinde belediye başkanlığını sağ-sol ya da bağımsız hangi eğilim kazandıysa, o 
eğilimin hanesine kazanılan yerin belediyeli nüfusu eklenerek bütün içerisinde yüzdesi elde edilmiştir. Bu işlem doğrultusunda 1963 yılında nüfusu 
10.000’den az olan belediyelerde kazanılan belediye başkanlıklarının %51’lik nüfusa sahip bölümünde sağ partiler, %34’lük nüfusa sahip bölümünde sol 
partiler ve %15’lik nüfusa sahip bölümünde bağımsız adayların kazandığı ortaya çıkmıştır. Aynı işlemler diğer nüfus sütunları ve yatay düzeyde diğer 
seçim dönemleri için yapıldığında farklı seçim dönemleri, siyasal eğilimler ve ölçekler için karşılaştırmalı analiz yapılabileceğini düşündüğümüz Tablo 1 
ortaya çıkmıştır. 

Çalışmada sınanmış temel hipotez, mekansal ölçek değişmesi ile siyasal eğilimler arasında anlamlı bir ilişki bulunup bulunmadığına yöneliktir. Belediye 
yasasına göre kent olarak kabul edilmesine rağmen, kentleşme yazınında genellikle kırsal yerleşim yerleri olarak kabul edilen nüfusu 10 binden düşük 
yerlerdeki belediye başkanlığı seçimlerinde sağ partilerin daha başarılı olmuş olması beklenirken, sol partiler için aksi yönde bir öngörü bulunmaktadır. Bu 
öngörü doğrultusunda hipotezin geçerli olup olmadığını anlamak için Tablo 1’in değerlendirilmesinin yapılması gereklidir. 





TABLO 1: Nüfus Ölçütüne Göre Belediye Başkanlığı Seçim Sonuçları, Yüzde, 1963-19996 



Tablo 1’e göre 1963 yılında sağ partilerin nüfusu 10 binden küçük yerlerde kazandığı belediye başkanlıklarının 10 binden küçük belediyelerin 
toplam nüfusu içinde %51,3 iken, bu oran 10 bin-50 bin arası yerlerde %69.6’ya çıkmış, nüfusu 50 binden yüksek olan yerlerde bu oran %71.4’e 
ulaşmıştır. Sol eğilim açısından 1963 yılına bakıldığında 10 binden küçük yerlerde %34 olan oran, 10 bin-50 bin arasında %22’ye düşmekte, 50 binden 
büyük yerlerde yaklaşık %29 olmaktadır. Bağımsız adaylar için 10 binden küçük belediyelerde yaklaşık %15’lik oran, ölçek büyüdükçe düşmekte, 
sırasıyla %8 ve %0 olarak gerçekleşmektedir. 1963 yılı yerel seçimlerine ilişkin söz konusu sonuçlar değerlendirildiğinde, beklentinin aksine olarak, sağ 
eğilimin nüfus ölçeği büyüdükçe düzenli olarak sol eğilim karşısında göreceli başarısı yükselmekte; sol eğilim içinse tam bir düzenlilikten bahsedilememektedir. 

Bağımsız adayların, beklentiler doğrultusunda ölçek küçüldükçe başarılı olma olasılığının arttığı görülmektedir. Bu karşılaştırmalı yüzdeler 1963 
yılı için yukarıda dile getirilen hipotezin siyasal eğilimler için aksinin gerçekleştiğini ortaya koymakta; sol partiler için beklenilen sonucun sağ 
partiler için gerçekleştiği görülmektedir. Bağımsızların ise beklentiler yönünde özellikle küçük ölçeklerde başarılı iken, nüfus ölçeği arttıkça başarı 
şanslarının çok azaldığı ortaya çıkmaktadır. 

Tabloda 1968 yılı rakamlarına bakıldığında, nüfusu 10.000’den küçük yerlerde sağ partilerin kazandığı belediye başkanlıklarına ilişkin oran %57.6 
iken, bu oran nüfusu 10 bin-50 bin arasında ve 50 binden büyük olan yerlerde %62.5 olarak gerçekleşmiştir. Sol için 10 binden küçük ve 10 bin-50 bin arası 
belediyelerde yaklaşık %23 olan oran, 50 binden büyük yerler için %31’e çıkmıştır. Bağımsızlar içinse bu oranlar, küçük yerleşim yerlerinden büyüklere 
sırasıyla yaklaşık %20, %15 ve %6 olarak gerçekleşmiştir. Bu yüzdeler 1968 yılı için çalışmada ortaya konulan hipotezi doğrular bir sonucu göstermektedir. 
Nitekim ölçek küçüldükçe sağ eğilim sol karşısında daha başarılı olmaktadır. Bağımsızların da 1963 seçimlerine benzer bir düzenlilikte ölçek küçüldükçe 
başarılı olma şansları artmıştır. 1963’ten farklı olarak nüfusu 50 binin üzerindeki belediyelerde de belli bir başarı göstermişlerdir. Bunun konjonktürel 
olarak çeşitli nedenlerinden biri 1968 yerel seçimlerinde özellikle AP’de merkez yoklaması sonucu genel merkezle bağlarını koparan il örgütlerinin 
belediye başkan adaylarını bağımsız adaylar olarak göstermeleri ve bu sorunları yaşayan yerlerde genelde seçimi bu adayların kazanmış olması gösterilebilir 
(Akbulut, 2004: 48). 

Ancak bu yorum nüfusu 10 binden küçük beldelerde bağımsız adayların başarılarını artırmalarının gerekçesini ortaya koymamaktadır. 1968 yerel 
yönetim seçimleri genel olarak ele alındığında kazanılan belediye başkanlıkları açısından en büyük kaybı kendini “ortanın solu” olarak tanımlamış bulunan 
CHP’nin yaşamış olduğu görülmektedir. Buna göre, çözülme sürecine giren CHP seçmenlerinin bir bölümünün, bir başka partiye yönelmek yerine sandık 
başına gitmemeyi yeğlediği söylenebilir. Bu durum bağımsız adayların göreceli başarı şansını artırmış olmaktadır. Sonuç olarak, bağımsız adayların 
başarısındaki yükselme söz konusu seçim döneminde parti bağlılıklarında bir çözülmenin varlığına da işaret etmektedir (Çitçi, 2005: 92-124). 

Çalışmada sınanan hipotezin asıl geçerlilik kazandığı dönem 1973 yerel seçimleriyle birlikte başlamaktadır. 1973 yılında sağ eğilimin ölçek büyüdükçe 
başarısı görece azalmıştır, oranlar ise sırasıyla yaklaşık %50, %44 ve %24 olarak gerçekleşmiştir. Sol eğilimin ise aksi yönde olarak ölçek büyüdükçe 
başarı şansı artmıştır. Buna göre, 10 binden küçük belediyelerde %31 olan oran, ölçek büyüdükçe %38 ve %69 olmuştur. Bağımsızların da, 1968 yılı belediye 
başkanlığı seçimlerine benzer olarak küçük, orta ve büyük ölçekli belediyelerde sırasıyla %18.4, %17.8 ve %6.4’lük oranı korumaları hipotezin geçerliliğini 
ortaya koymaktadır. 

1977 yılı belediye başkanlığı seçimlerinde sağ, sol ve bağımsızlar açısından oranlarda 1973 yılına benzer özellikler gözlemlenmektedir. Sağ 
eğilim için küçükten büyüğe sırasıyla %50, %41 ve %21 olan yüzdeler, sol eğilim için %37, %53 ve %74 olarak gerçekleşmiştir. Bağımsızların ise yine 
küçük yerleşim yerlerinden büyüklere doğru sırasıyla %13, %6 ve %5 olarak elde ettikleri oranlar sınadığımız hipotezi doğrular niteliktedir. 

1984 belediye başkanlığı seçimleri ise olağanüstü koşulların etkisi nedeniyle sol ve sağ eğilimler için ortaya konulan hipotezin yanlışlandığı bir 
seçimdir. Buna göre, sağ için kent ölçeği büyüdükçe oranlar sırasıyla %70, %76 ve %91 olarak gerçekleşmiştir. Sol içinse ters yönde eğilim geçerlidir, ölçek 
büyüdükçe yüzdeler, sırasıyla 23, 19 ve 8’dir. Hipotezin yanlışlanması ve beklentinin tersi yönde gerçekleşmesine karşın, yine de eğilimlerdeki düzenlilik 
dikkat çekicidir. Bu durum hipotezin yanlışlanmasına rağmen oy vermenin yönünün ölçeğe duyarlı oluğunu göstermektedir. Bağımsızlar içinse büyükten 
küçüğe %7, %6 ve %1 olarak gerçekleşen oranlar, önceki seçimlere göre düşmüşse de, hipotezi doğrulamaya devam etmektedir. 

1989 belediye başkanlığı seçimi ise solun sağ karşısında özellikle büyük kentlerde ve orta ölçekli kentlerde 1984 seçimlerinin rövanşı niteliğinde 
görünmektedir. Sınanan hipotez kapsamında değerlendirilirse, sol küçük kentlerde %30, orta ölçekli kentlerde %46 ve büyük kentlerde %70’lik oranlar 
sergilemiştir. Sağ, bu oranların aksine, büyük kentlerde %30, orta ölçekli kentlerde %53 ve küçük kentlerde %66’lık oranlardadır. Bu oranlar, ölçek 
büyüdükçe solun başarısının istikrarlı bir biçimde artarken sağın azaldığını göstermektedir. Bağımsızların ölçeğe karşı gösterdikleri düzenlilikleri devam 
ediyor olsa da, başarılı oldukları nüfus yüzdeleri 1970’li yılların çok altına gerilemiştir. Bağımsızlar küçük kentlerde %4, orta ölçeklilerde %2’ye 
gerilemişler ve büyük kentlerde etkinlikleri kalmamıştır. 1989 yılındaki bu yüzdeler değerlendirildiğinde oyların yönündeki asıl kaymanın büyük kentlerde 
gerçekleştiği görülmektedir. 

Oyların yönündeki değişme 1994 seçimlerinde de bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. 1994 seçimleri sekiz yerel seçim sonucu içinde siyasal eğilimlerin 
ölçeğe göre istikrar göstermediği bir seçim niteliğindedir. Bu yerel seçimlerde ölçek değişikliğine yönelik hipotez kapsamındaki beklentiler gerçekleşmediği 
gibi, düzenlilikler de ortadan kalkmıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında, 1989 yerel seçimlerinde büyük kentlerde tepki oylarının sol eğilime kaymasına 
rağmen, 1994 seçimlerinde bu oyların büyük ölçüde yeniden sağa kayması önemli bir rol oynamıştır. Sonuç olarak, hem sağ hemde sol eğilimler için 
mekansal ölçek değişikliği karşısında düzenlilik görülmemektedir. 

Çalışma kapsamında ele alınan son seçim dönemi genel seçimlerle aynı tarihte yapılan 1999 yerel seçimleridir. Bu seçimlerde hem sol hem de sağ 
açıdan mekansal ölçek değişikliğine karşı düzenlilikler yeniden ortaya çıkmıştır. Sağın mekansal ölçek büyüdükçe sol karşısında göreceli başarısı 
azalırken, tersi yönde solun mekansal ölçek büyüdükçe sağ karşısında göreceli başarısında artış görülmüştür. Bağımsızların önceki seçim dönemlerine benzer 
şekilde ölçek değişmesine karşı düzenliliği devam ederken, siyasal partiler karşısında başarılı olduğu nüfus yüzdeleri çok küçülmüştür. 

Belediye Başkanlığı seçimlerinde siyasal parti yerine adaya oy verme eğiliminin daha ön plana geçtiği sıklıkla öne sürülür. Bu nedenle, bu çalışmada 
yukarıda ortaya konulan görüşlerin sağlamasının yapılabilmesi için, aday yerine siyasal eğilimlere oy verme eğiliminin daha ön planda bulunduğu belediye 
meclisi seçim sonuçlarına ilişkin bir tablo oluşturulmuştur. Bu tablonun en önemli özelliği bağımsız aday etkisini büyük ölçüde ortadan kaldırıyor 
olmasıdır. Çünkü bağımsız adayların, belediye meclisi üyeliklerinin çoğunluğunu kazanma olasılığı çok düşüktür. Bu durum ancak olağanüstü 
koşulların varlığında ortaya çıkabilmektedir. Nitekim, tabloya bakıldığında 1984 yılında bağımsız adayların başarısının 50 binden büyük belediyelerde 
%2.8’lik bir yüzde orana çıktığı görülmektedir. Önceki ve sonraki seçimlerde %1’i hiç geçmemiş olan bu oranın bu seçim döneminde yaklaşık %3’e 
erişmesinin temel nedenlerinden biri, bu seçimde Diyarbakır gibi bazı Güneydoğu illerinde bazı partilerin seçime katılamamasından dolayı, bağımsız 
adayların belediye meclisinin çoğunluk üyeliklerini kazanmış olmalarıdır. 

Belediye Meclisi seçim sonuçlarına dayalı olarak hazırlanmış Tablo 2 hipotezimizin sınanması açısından olanak vermektedir. Buna göre, sağ-sol 
arasındaki ölçek değişikliğine dayalı farklılaşma belli bir eğilim ortaya koymaktadır. 






TABLO 2: Nüfus Ölçütüne Göre Belediye Meclisi Seçimleri Sonuçları, Yüzde, 1963-19997 

Tabloda görüldüğü üzere belediye meclisi seçimlerinde bağımsızların etkisi azalmaktadır. Bunun nedeni belediye meclisi seçimlerinde birinci gelen 
partinin eğiliminin yüzde hesaba katılmış olmasındandır. Buna göre, eğer bağımsız adaylar meclis aritmetiğinde birinci sıradaysa belediye meclisi 
seçimlerini bağımsızların kazandığı varsayılmıştır. Böylece bağımsızların tablo üzerindeki etkisi en aza indirilmiş; sağ ya da sol eğilimlerin ölçek farklılaşmasına göre gösterdiği eğilimler daha belirgin bir şekilde ortaya konulabilmiştir. 

Bağımsızların etkisi ortadan kaldırılarak tablo ele alındığında belediye meclisi üyeliklerinin siyasal eğilimler arasında dağılımının ölçek farklılaşmasına duyarlı olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. 1968 ve 1994 yerel seçimleri bu durumun istisnalarını oluşturmaktadır. Özellikle 1994 yerel seçimlerinde sağ ya da sol arasında belediye 
meclis üyeliklerinin dağılımında herhangi bir düzenlilik saptanamamaktadır. 

9. SONUÇ YERİNE 


Bu makale birkaç yüz kişiyle yapılan anket çalışması sonuçlarının değerlendiril mesi yerine, karşılaştırmalı düzeyde sekiz yerel yönetim seçiminin toplu sonuçlarına dayalı olarak hazırlanmıştır. Bu tercihin avantajları olduğu gibi, dezavantajları da bulunmaktadır. Sınırlı örnekleme dayalı anket 
çalışmalarının en önemli avantajlarından biri seçimlere yönelik kişisel bakış açılarını yorumlayabilme şansı vermesi, sorun odaklılık ve etnik farklılık, 
cinsiyet, sınıf ve benzeri farklı düzeylerde etki analizlerinin yapılabilmesini sağlamasıdır. Ancak Türkiye’de anket ve eğilim belirleme çalışmaları Batılı 
ülkelerde olduğu gibi seçim öncesi ve sonrası sistematik olarak yapılmamaktadır. Bu nedenle Türkiye’de yerel seçim sonuçlarını anket çalışmasına dayalı olarak karşılaştırmalı düzeyde ele alma olanağı yoktur. Buna karşın, daha önceleri yapılmış bilimsel çalışmalarda pek başvurulmamış olsa da, yerel seçimlerin toplu sonuçlarına dayalı olarak çeşitli yönlerden karşılaştırmalı düzeyde analiz yapabilme olanağı bulunmaktadır. 


Bu doğrultuda çalışmanın amacı yerel yönetim seçimleri sonuçlarını betimleyici olarak hangi partinin ne kadar oy aldığı ya da hangi il ya da 
beldelerde başarı sağladığını ortaya koymak olarak belirlenmemiş, bunun yerine belli bir soru etrafında araştırma yapılmıştır. Çalışmanın temel sorusu, 
Türkiye’de yerel seçimlerde kent büyüklüğünün oy verme üzerinde etkisinin olup olmadığıdır. Bu temel soru etrafında diğer ek sorular da araştırılmıştır. 
Bunlar arasında en önemlisi partizanlık etkisinin mekansal ölçekle ilişkisinin bulunup bulunmadığıdır. Söz konusu hipotezler, belediye başkanlığı ve meclis 
seçim sonuçlarına ilişkin DİE’nin toplu verileri kullanılarak zaman serisine dayalı hazırlanmış tablolar aracılığıyla sınanmıştır. Buna göre, sağ-sol 
eğilimlerin ve bağımsızların küçük kentlerle büyük kentler arasında elde ettikleri başarıda düzenlilikler görülmekte, ancak düzenliliğin yönü seçim 
dönemlerine göre değişiklikler göstermektedir. Aynı zamanda bu değişiklikler ülkenin içinde bulunduğu genel siyasal konjonktürden de etkilenmekte; önemli 
siyasi kırılganlık yaratan toplumsal olaylara kent ölçeği büyüdükçe büyüyen tepkiler ortaya çıkmaktadır. Özellikle askeri darbe ve müdahalelerin ardından 
gerçekleştirilen yerel seçimlerde bu durum daha da belirginleşmektedir. Askeri darbeler ve müdahalelerden sonra, büyük kentlerde tepki oylarının küçük 
kentlere göre daha üst düzeye çıktığı ve bu açıdan büyük kentlerin muhalefetin ya da tepkinin daha kolay yaşama geçtiği mekanlar olduğu görülmektedir. 

Çalışma kapsamında erişilen bir başka sonuç, belediye başkanlığına ilişkin yerel seçimlerde bağımsız adayların durumuna ilişkindir. Bağımsız 
adaylar küçük belediyelerdeki seçim yarışında daha başarılı olurlarken, belediyenin ölçeği büyüdükçe başarılarının düştüğü ortaya çıkmıştır. Yerel 
seçimlerde genel seçimlere oranla kişilerin daha ön planda bulunduğu savı çerçevesinde Türkiye’de yerel seçimlerde bağımsızların konumlarına bakarak 
sorgulama yapılabilir. Bu doğrultuda, 1963 ile 1977 arasında gerçekleştirilen dört yerel seçim bağımsız adayların adeta üçüncü bir parti olduğu dönemi 
temsil etmektedir. Ancak bunun konjonktürel olarak çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunlardan ilki 1968 yerel seçimlerinde özellikle AP’de merkez 
yoklaması sonucu genel merkezle bağlarını koparan il örgütlerinin belediye başkan adaylarını bağımsız adaylar olarak göstermeleri, bu sorunları yaşayan 
yerlerde genelde seçimi bu adayların kazanmış olmasıdır. Belde belediyelerinde yörenin önde gelen eşrafının seçimlere girip başarı kazanması da, böyle bir 
sonucun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bunun yanı sıra, parti bağlılıklarındaki çözülme bağımsız adayların belediye başkanlıklarını 
kazanmadaki başarılarını yükseltmekte belli bir rol oynamıştır. 

Bu süreçte CHP’nin 1968 yılındaki nüfusu 10 binden küçük olan beldelerdeki oylarındaki çözülme de dikkat çekicidir. Orta’nın solu söylemi nüfusu 10.000’den küçük beldelerde CHP’nin başarısını belli düzeyde olumsuz etkilemiş görünmektedir. 

Bu konudaki bir başka saptama, zaman serisine göre bakıldığında yerel seçimlerde bağımsız adayların oynadığı rolün 1960’lardan günümüze giderek 
azalması, hatta ortadan kalkma eğilimine girmiş olmasıdır. Ayrıca zaman süreci içinde yerel seçimlerde partileşmenin ön plana çıkmış olduğu çok açık bir 
şekilde saptanabilmektedir. Belediye başkanlığının kentsel siyasette ve rant dağıtımında öneminin giderek artıyor olması ve yerel seçimlerde artık başarı 
kazanmak için daha çok profesyonelliğin ve para gücünün ön plana geçmesi partileşmenin artık bağımsız adayların önünü kapatmasına neden olmuş 
görünmektedir. Bu durum yerel seçimlerde aday merkezliliğin öneminin de giderek azaldığını ortaya koymaktadır. Parti etkisinin ön plana geçmeye başlamasıyla birlikte, parti programları çerçevesinde ulusal sorunların yerel sorunların önüne daha çok geçtiği bir süreç de yaşanmaktadır. 

Son söz olarak, çalışma göstermiştir ki, Türkiye’de yerel seçimler üzerinde mekansal büyüklüklerdeki değişmelerin etkisi bulunmaktadır. Hatta 
bu etkinin kent büyümesi ya da küçülmesine dayalı belli bir düzenlilik gösterdiği söylenebilir. Bunun da ötesinde, büyük kentlerle daha küçük kentler 
arasında oy verme davranışında belli siyasal eğilimleri tercihte ve bir siyasal eğilimden diğerine kaymada da önemli farklılıklar bulunmaktadır. Daha küçük 
kentler “oyun yönü” bakımından büyük kentlere göre daha “tutucu” özellikler göstermektedir. Büyük kentlerde ise “oyun yönü”nde konjonktüre göre önemli 
kaymalar görülmüştür. Ancak sağ ya da sol eğilimlerde mekansal ölçeğin büyümesi ya da küçülmesine dayalı olarak düzenlilikler saptanmasına rağmen, 
ölçek değiştikçe hangi eğilimin başarılı olacağını büyük ölçüde belirleyen seçim döneminin konjonktürü olmuştur. Bu açıdan ele alındığında, büyük 
kentlerin “oy yönü”nü belirlemede “sorun odaklılığın” küçük kentlere göre daha ön planda olduğu ileri sürülebilir. Yine büyük kentlerde “iletişim etkisi” 
ve benzeri etkilere bağlı olarak “oyun yönü”nün manipülasyonu küçük kentlere göre daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada ele alınmamış 
olsa da, genel seçimlerin yerel seçimler üzerindeki etkisi de ayrıca araştırılmayı hak eden bir nitelik göstermektedir. “Oyun yönü”nün belirlenmesindeki 
konjonktürün büyük ölçüde genel seçimlerle de ilişkili olduğu düşünülebilir. Bu doğrultuda iktidardaki partilere destek vermeye devam etme ya da iktidar 
partisinin politikalarına tepki, yerel seçim sonuçlarının konjonktürünü belirleyici rol oynayabilir. Ancak burada çarpıcı olan nokta, söz konusu destek 
ya da tepkilerin mekansal farklılaşmaya dayalı olarak düzenlilikler gösterme eğiliminde olmasıdır. Bu çalışmanın da en önemli bulgusu budur. Bu durum, 
seçim çalışmalarında mekansal etkiye en az ekonomik ve toplumsal etmenler kadar yer vermenin önemli olduğunu kanımızca göstermektedir. 


DİPNOTLAR ;

1 Araştırma raporlarına www.yerelnet.org.tr adresinden ulaşılabilir. 
2 1963 yerel seçimlerine 6, 1968 ve 1973 yerel seçimlerine 8 ve 1977 yerel seçimlerine 10 siyasal parti katılmıştır. 
3 2004 yerel seçiminin sonuçları ayrı bir makale konusu olarak yazar tarafından hazırlanmakta olduğundan bu çalışma kapsamında değerlendirmeye alınmamıştır. 
4 1963-1999 arasında yapılmış yerel seçimlerde belediye başkanlığı kazanmış partiler ve bunların sağ-sol parti olarak ayrıldığı liste ekte yer almaktadır. 
5 2005 yılında kaldırılan 1580 Sayılı 1930 tarihli Belediye Kanunu’nda belediye olma ölçütü 2.000 olarak belirlenmiştir. Yeni Belediye Kanunu ile birlikte bu rakam 5.000’e çıkarılmıştır. 
6 Tablo yazar tarafından DİE verilerine dayalı olarak hesaplanarak seçim dönemleri itibariyle karşılaştırabilmek amacıyla tablolaştırılmıştır. 
7 Tablo yazar tarafından DİE verilerine dayalı olarak hesaplanarak seçim dönemleri itibariyle karşılaştırabilmek amacıyla tablolaştırılmıştır. 


Kaynakça; 

AÇIKEL, Fethi (2003), “Mapping the Turkish Political Landscape Through November 2002 Elections,” Journal of Southern Europe and the Balkans, 5/2: 185-203. 

ADAMANY, David (1964), “The Size-of-Place Analysis Reconsidered,” Western Political Quarterly, 17: 477-487. 

AKBULUT, Ö. Örsan (2004 “Yerel Seçimlerin Yerelliği,” Kamu Yönetimi Dünyası, 17-18: 43-48. 

AKBULUT, Ö. Örsan (2001), “Ulusal Siyaset-Yerel Siyaset İlişkisi Bağlamında 1963 Yerel Seçimleri,” Çağdaş Yerel Yönetimler, 10/4: 36-60. 

ALTAN, Cemal (2005), “Genel Seçimler-Yerel Seçimler İlişkisi 1983-2004,” Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 3/12: 174-190. 

BONJEAN, Charles M. / LINEBERRY, Robert L. (1971), “Size-of-Place Analysis: Another Reconsideration,” Western Political Quarterly, 24/4: 713-718. 

BEALEY, Frank / DYER, Michael (1971), “Size of Place and the Labour Vote in Britain, 1918-1966,” Western Political Quarterly, 24/1: 84-113. 

ÇARKOĞLU, Ali (2000), “The Geography of the April 1999 Turkish Elections,” Turkish Studies, 1/1: 149-171. 

ÇEZİK, Asuman (1982), Kent Eşiği Araştırması: Türkiye İçin Kent Tanımı (Ankara: DPT). 

ÇİTÇİ, Oya (2005), Yerel Seçimler Coğrafyası 1963-1999 (Ankara: TODAİE, YYAEM). 

ÇİTÇİ, Oya (Ed.) (2001), Yerel Seçimler Panoraması: 1963-1999 (Ankara: TODAİE, YYAEM). 

ÇİTÇİ, Oya (1989) Yerel Yönetimlerde Temsil- Belediye Örneği (Ankara: TODAİE). 

COX, Kevin R. (1971) “The Spatial Components of Urban Voting Response Surfaces”, Economic Geography, 47/1: 27-35. 

DANIELSON, Micheal N. / KELEŞ, Ruşen (1985), The Politics of Rapid Urbanization: Government and Growth in Modern Turkey (New York and London: 
Holmes and Meier Publishers). 

Devlet İstatistik Enstitüsü (1965), Mahalli Seçimler Sonuçları, 17 Kasım 1963 (Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları). 

Devlet İstatistik Enstitüsü (1969), Mahalli Seçimler Sonuçları, 2 Haziran 1968 (Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları). 

Devlet İstatistik Enstitüsü (1974) Mahalli Seçimler Sonuçları, 9 Aralık 1973, İl Genel Meclisi Üyeleri, Belediye Başkanı, Belediye Meclisi Üyeleri Seçimleri 
(Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları). 

Devlet İstatistik Enstitüsü (1979) Yerel Seçim Sonuçları, 11 Aralık 1977, İl Genel Meclisi Üyeleri, Belediye Başkanı, Belediye Meclisi Üyeleri, 
Muhtar ve İhtiyar Heyeti Seçimleri (Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları). 

Devlet İstatistik Enstitüsü (1984), Mahalli İdareler Seçimi Sonuçları, 25 Mart 1984, İl Genel Meclisi Üyeleri, Muhtar ve İhtiyar Heyeti Seçimleri 
(Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları). 

Devlet İstatistik Enstitüsü (1990), Mahalli İdareler Seçimi Sonuçları, 26 Mart 1989 (Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları). 

Devlet İstatistik Enstitüsü (1995), Mahalli İdareler Seçimi Sonuçları, 27 Mart 1994 (Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları). 

Devlet İstatistik Enstitüsü (2000), Mahalli İdareler Seçimi Sonuçları, 18 Nisan 1999 (Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları). 

EPSTEIN, Leon D. (1956), “Size of Place and the Division of the Two-Party Vote in Wisconsin,” 

Western Political Quarterly, 9: 138-150. 

FENTON, John (1966), Midwest Politics (New York: Holt, Rinehart and Winston). 

FREIRE, André (2004), “Second-Order Elections and Electoral Cycles in Democratic Portugal,” 

South European Society and Politics, 9/3: 54-79. 

JEROME, Bruno / LEWIS-BECK, Michael S. (1999), “Is Local Politics Local? French Evidence”, European Journal of Political Research, 35: 181-197. 

JOHNSON, M. / SHIVELY, W. Phillips / STEIN, R. M. (2002), “Contextual Data and the Study of Elections and Voting Behavior: Connecting Individuals to Environments”, 
Electoral Studies, 21: 219-233. 

HAZAMA, Yasushi (2003), “Social Cleavages and Electoral Support in Turkey: Toward Convergence?,” The Developing Economies, XLI-3: 362-387. 

KALAYCIOĞLU, Ersin (1994), “Elections and Party Preferences in Turkey: Changes and Continuities in the 1990s,” Comparative Political Studies, 27/3: 402-424. 

KELEŞ, Ruşen (2002), Kentleşme Politikası (Ankara: İmge). 
LIESKE, Joel (1989), “The Political Dynamics of Urban Voting Behavior,” American Journal of Political Science, 33/1: 150-174. 

LIPSET, Seymour Martin (1960), Political Man (New York: Doubleday, Gardencity). 

MC ALLISTER, Ian / STUDLAR, Donley T. (1992), “Region and Voting in Britain, 1979-87: Territorial Polarization or Artifact,” American Journal of Political Science, 
36/1: 168-199. 

MASTERS, Nicholas / WRIGHT, Deil (1958), “Trends and Variations in the Two Party Vote: The Case of Michigan,” American Political Science Review, 52/4: 1078-1090. 

OLIVER, J. Eric (2000), “City Size and Civic Involvement in Metropolitan America,” American Political Science Review, 94/2: 361-373. 

ÖZBUDUN, Ergun / TACHAU, E. (1975), “Social Change and Electoral Behaviour in Turkey: Toward a Critical Realignment,” International Journal of Middle East Studies, 
6: 460-480. ÖZBUDUN, Ergun (1976), Social Change and Political Participation in Turkey (Princeton and New Jersey: Princeton University Press). 

ÖZBUDUN, Ergun (1980), “Turkey” LANDAU, J.M. / ÖZBUDUN, E. / TACHAU, E. (eds.), Electoral Politics in the Middle East: Issues, Votes and Elites 
(London: Croom Helm): 107-143. SAYARİ, Sabri (1978), “The Turkish Party System in Transition,” Government and Opposition, 13: 617-635. 

TACHAU, Frank (2000), “Turkish Political Parties and Elections: Half a Century of Multiparty Democracy,” Turkish Studies, 1/1: 128-148. 

TÜRKCAN, Ergun (Ed.) (1981), Yeni Bir Belediyeciliğe Doğru (Ankara: Türk İdareciler Derneği). 

Araştırma Raporları 


AKBULUT, Ö. Örsan (2000a), 1963 Yerel Seçimleri, yeryön/temsil-1.4, YYAEM. 
AKBULUT, Ö. Örsan (2000b), 1968 Yerel Seçimleri, yeryön/temsil-1.5, YYAEM. 
BAYRAMOĞLU, Sonay (2000a), 1994 Yerel Seçimleri, yeryön / temsil-1.10, YYAEM. 
BAYRAMOĞLU, Sonay (2000b), 1999 Yerel Seçimleri, yeryön / temsil-1.11, YYAEM. 
ŞENER, Mustafa (2000a), 1984 Yerel Seçimleri, yeryön / temsil-1.8, YYAEM. 
ŞENER, Mustafa (2000b), 1989 Yerel Seçimleri, yeryön / temsil-1.9, YYAEM. 
YAYMAN, Hüseyin (2000a), 1973 Yerel Seçimleri, yeryön / temsil-1.6, YYAEM. 
YAYMAN, Hüseyin (2000b), 1977 Yerel Seçimleri, yeryön / temsil-1.7, YYAEM. 


EK: Siyasal Eğilimlere Göre Partilerin Ayrıştırılması ve Yerel Seçim Sonuçlarına Göre Belediye Başkanlıklarının Siyasal Partilere Dağılımı (19631999) 



****