2 Mart 2015 Pazartesi

Kürt Sorunu Neden ve Nasıl Yaratıldı?



  Kürt Sorunu Neden ve Nasıl Yaratıldı?


İnan Kahramanoğlu


Kürt sorunu Türkiye’nin toplumsal yapısından kaynaklanmıyor
Türkiye’de uluslaşma sürecinin tamamlanması Osmanlı’dan devralınan çok dinli ve çok kimlikli yapının yerine ulusal kimlik olarak Türk kimliğinin inşaasıdır. Türk kimliği etnik temelde değil ortak bir tarih ve uygarlık temelinde tarif edildiği için Türk milleti tanımı Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan çeşitli etnik grupların tek bir ulusal kimlik içinde kaynaşmasıdır.
Ulusal Kurtuluş mücadelesi ve mazlum millet milliyetçiliği çerçevesinde şekillenen Türk kimliği, farklı etnik unsurları doğal bir özümleme süreci içinde milletleştirmiştir. Farklı etnik kimlikler doğal bir süreç içinde kaynaştıkları için toplumsal yapıda meydana gelebilecek etnik çatışmalar önlenmiş ve toplumsal kaynaşma sağlanmıştır. Toplumsal kaynaşmanın sonucu olarak Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü gibi irili ufaklı etnik kimlikler aradan geçen dönem içinde Türk kimliğinin bir parçası haline gelmişlerdir.
Türkiye’de uluslaşma süreci Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte sona ermiştir. Lozan’da tarif edilen azınlıklar dışındaki bütün etnik unsurlar Türk kimliğinin bir parçası olarak kabul edilmiştir.
Buna rağmen Türkiye’de bugün bir Kürt sorunu tartışmasının günden güne daha da yoğun biçimde yürütüldüğünü görmekteyiz.
Türkiye’de Kürt sorunu tarihsel ve toplumsal dayanağı olmayan bir sorundur. Kürt sorunu bizzat emperyalist müdahaleyle oluşturulmuş yapay bir sorundur. Emperyalistler Türk kimliğinin dışında bir Kürt kimliği yaratarak bağımsız bir Kürt devleti kurmak için Kürt sorununu sürekli olarak gündemde tutmaktadırlar.
Türk kimliği doğal asimilasyonla oluştuğu için kapsayıcıdır
Türkiye’de hiç kimse Kürtçülük faaliyetinin ve bölücü terörün kaynağının etnik bir çatışmanın ürünü olduğunu söyleyemez.
Türkiye tarihinde hiçbir zaman Türk-Kürt çatışması gibi bir olay yaşanmadı. Ne devlet kurumları içinde ne de toplumsal yaşamda böyle bir ayrım yapılmadı. Bugün bile otuz bin insanını etnik-bölücü teröre kurban veren bir Türkiye gerçeği ortadayken bunun etnik bir çatışmaya dönüşmemiş olması dikkatle değerlendirilmelidir.
Bunda belki de en önemli pay Türk toplumsal yapısının tarihin hiçbir döneminde Batıda yaşandığı gibi ırkçı bir akıma yol açmamasıdır.
Türkiye’de bugün en düşük derecedeki devlet kadrolarından tutun Meclis’e kadar etnik kökene dayalı bir sınıflandırma yapılsa farklı etnik kökenlerden gelen yurttaşların buralarda hiçbir etnik ve dinsel ayrımcılığa tabi tutulmadan yeraldıkları görülebilir. Türk kimliğini benimseyen hiçbir etnik ve dinsel grup herhangi bir ayrımcılıkla karşıya kalmamıştır.
Bu sadece bugün için değil bütün bir Cumhuriyet tarihi için geçerlidir. Örneğin Kürt bölücülüğünün ortaya çıkışında etkin rol oynayan Bedirhan ailesi Cumhuriyet döneminde herhangi bir baskıyla karşılaşmadığı gibi Atatürk’ün Çınar soyadını verdiği Vasfi Çınar Milli Eğitim Bakanı olabilmiştir. Aynı süreç diğer bir ünlü Kürt ailesi Babanzadeler için de geçerlidir.
Türk ulusal kimliği içinde yeralmak isteyen bütün etnik ve dinsel kimlikler doğal bir asimilasyon süreci içinde Türklerle kaynaştılar ve Türk ulusu sadece bir ırk temelinin dışında ortak bir kültür ve uygarlık temelinde oluşan yeni bir kimlik olarak ortaya çıktı.
Bu nedenle farklı kimliklerin özümlenmesine dayalı ulusal kimlik oluşumu toplumu bütünleştirici bir projeydi. Bu doğal süreci tersine çevirmeye çalışan bütün etnik hareketlerse sonuçta ırkçı bir yaklaşımın ürünüdürler.

Mozaikçilik ve Türkiyelilik

Kürt kimliğinin yaratılması ve Kürt azınlık yaratma süreci içinde Türk kimliğinin yokedilmesine yönelik operasyonun bir ayağı da ulusal bir kimlik tarifi yerine mozaik kavramının yerleştirilmesi oldu. Bu aslında Osmanlı’yı parçalayan Wilsoncu tezlerin bir kez daha ortaya çıkmasından başka bir şey değildi.
Türkiye’de Türk kimliği dışındaki her tür etnik ve dinsel kimliğin kültürel bir zenginlik olarak tanıtıldığı mozaikçilik, Türkiye’de toplumsal uzlaşmayı engellediği iddia edilen Türk milliyetçiliğinin alternatifi olarak kondu.
Kültürel çeşitliliğin toplumsal yapıyı kaynaştırmak yerine ayrıştırdığı ezilen dünyadaki etnik bölünme örnekleri düşünüldüğünde rahatlıkla görülebilir.
Ancak Türkiye’de kimlik tartışmasının açılmasıyla birlikte ortaya çıkan mozaik toplum teorisi bölücü terörle birleştiğinde Türk kimliğinin bugün büyük ölçüde yıkıma uğratıldığını görüyoruz.
Tek bir Türk kimliği yerine farklı etnik kimliklerin tanınması yoluyla toplumsal uzlaşmanın sağlanacağı tezinin bugünkü uygulamasını ise Türkiyelilik kavramında görüyoruz. Türkiyelilik mozaik toplum teorisinin bir başka biçimde ifadesidir.
Gerek mozaikçilik gerekse de Türkiyelilik kavramları uluslaşma süreci içinde yokolan farklı etnik kimliklerin diriltilerek ulusal kültürün bir öğesi olarak tanımlanmasının demokratik bir toplumun ön koşulu olduğundan yola çıkarak ulusal kimliğin parçalanmasına hizmet etmektedirler.
Türkiye özellikle son yirmi yıllık dönemde Kürtlerin Türk ulusundan ayrıştırılması planıyla uğraşıyor. Türk ulusundan ayrı bir Kürt kimliği tarifi Türk uluslaşmasının gücü oranında zor bir olaydı. Emperyalizm bu ayrılığı yaratmak için klasik böl-yönet stratejisinin dışında bir yöntem uygulamak zorunda kaldı.
“Kürt realitesi” olarak başlayan ve aradan geçen zamanda adım adım Kürt sorununa dönüşen ve bugün bağımsız bir devlet talebiyle ortaya çıkan Kürtçülük faaliyetinin görünürdeki en büyük başarısı Kürt kimliğinin yoktan varedilmesidir. Türklükten bağımsız Kürt kimliği bizzat bölücü terör yoluyla yaratıldı.

Kürdolojinin Kürt Uydurması

Ancak emperyalist böl-yönet politikasının Kürt sorunu özelinde ortaya çıkan bir özgüllüğü bulunmaktadır. Klasik böl-yönet politikası uluslaşma öncesinde farklı bir etnik ırka, dinsel kimliğe ve kültüre sahip olan kimliklerin uluslaşma sürecinin tersine çevrimesiyle yeniden diriltilmesine dayanmaktadır.
Kürt sorununun özgüllüğü de buradan kaynaklanmaktadır. Emperyalizm olmayan bir Kürt ırkı, olmayan bir Kürt dili ve kültürü uydurup bir millet yaratmak istemektedir ki bu son derece cüretli ve bir o kadar da zorlu bir deneme olmuştur.
Kürtler açısından iddia edildiği gibi bir milletleşme süreci hiç bir zaman olmamıştır. Bu gerçek tarihsel süreç içinde Kürtlerin gelişimi incelendiğinde rahatlıkla görebilir. Batı tarihçiliğinin uydurmalarıyla Kürtler hiçbir tarihsel geçmişleri olmadan bir anda tarih sahnesine çıkartılmışlardır.
Batılı araştırmacıların Kürdoloji adı altında yaptıkları bilimselliği son derece tartışmalı çalışmalar sonucunda özellikle 1800’lerin ardından Ortadoğu’da ve Türkiye özelinde Kürt sorunu emperyalistler tarafından giderek artan bir biçimde gündeme getirilmiştir.
Bu tarih aslında emperyalistlerin Kürt politikasının oluşturulduğu tarihtir. Kürtlüğe neden bu denli yoğun ilgi gösterildiğini anlamak için bu tarihe dikkat etmek gerekir.
Örneğin; Ruslar geleneksel politikaları olan Boğazlar yoluyla sıcak denizlere inme umutlarını kaybettikleri 1856 Paris Antlaşması’nın ardından Akdeniz’e inmek için kendilerine yeni bir yol aramak zorunda kalmışlardır. Bulunan yol Kafkasya, Azerbaycan, Türkiye, İran, Irak yoluyla Basra körfezine uzanan bir hat oluşturmaktadır. Bu yol Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu bir bölge olduğu için de Kürtleri araştırmak üzere Minorsky, Nikitin, Jaba gibi daha sonra Kürdolojinin babaları olarak anılacak isimler görevlendirilmiştir.
Ancak bu Kürdologlar bilimadamı kimliklerinden ziyade siyasi kimlikleriyle ön plana çıkmışlardır. Kürdolojinin önde gelen isimleri olarak anılan bu kişiler aynı zamanda Rusya’nın Urmiye ve Erzurum konsoloslukları görevlerini yürütmüşlerdir.
Rusların Kürtlere olan bu ilgisi aynı şekilde Batılı devletler için de geçerlidir. Sömürgeci güçler arasındaki paylaşım mücadelesinin Ortadoğu’ya kaymasıyla birlikte Ortadoğu’nun etnik yapısını en küçük ayrıntısına kadar incelemeye alan Batılılar bölgede güçlü uygarlıklar yaratan Türk, Arap ve Fars toplumlarının dışında kendi denetimlerine tabi olabilecek yeni bir unsur arayışına girmişlerdir. Bu unsurları keşfedip yoktan varetmek için de araştırmacılar görevlendirmişlerdir.
Ancak yapılan bütün araştırmalar bilimsel niteliği son derece tartışmalı, gerçeklikten son derece uzak kasıtlı ve zorlama verilere ve sonuçlara dayanmaktadır.
Maurice Duverger, Kürtlerle ilgili olarak yapılan araştırmaların bilimdışılığını şu sözlerle ifade etmektedir: “Adı var kendi yok bir dille tanımlanan; bu adıvar kendi yok halk topluluğunu, birçok ‘sözde’ bilginler bir yere yerleştirmeye çalıştılar. Vardıkları sonuçların birbirini tutmazlığı, bunların saçmalığını daha da açıkça ortaya koymaktadır”

Birinci uydurma: Kürt Irkı

Kürdolojinin ilk başarısı olmayan bir Kürt ırkı yaratmak olmuştur. Bu süreçte Kürtlerin kökenine ilişkin yapılan çalışmalar herhangi bir kanıta dayanmaktan çok varsayımlara dayandırılmıştır.
“Kürtler” isimli kitabın yazarı Nikitin Kürtlerin kökenini kanıtlamaya giriştiği çalışmasında “Demek ki Kürtlerin kökeni çok tartışmalı bir sorundur ve yukarıda özetlediklerimize oranla daha doyurucu sonuçlara varmak için bu konuda daha yoğun çaba gereklidir” sözleriyle yapılan araştırmaların yetersiz ve dayanaksız verilerle yürütüldüğünü itiraf etmektedir.
“Kürtlerin Kökeni” isimli kitabın yazarı İhsan Nuri ise Kürtlerin atası olarak anılan Med’lerle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunmaktadır: “Bu büyük milletin nasıl olup da tarih sahnesinden kaybolduğu, adının unutulmaya terkedildiği Şeyhname’de bile adının geçmeyişi ilginçtir. Bugün Med diye bir aşiret de yoktur. Acaba tüm Medlerin adlarını yitirmeleri ve özellikle Medistan’ın merkezinde Kürt milletinin ortaya çıkması nasıl olmuştur”
İhsan Nuri bütün kitap boyunca kanıtlamaya çalıştığı Kürtlerin kökeni konusunda hiç bir nesnel veri bulamamasına rağmen yine de ısrarla Kürtlerin atalarının Medler olduğunda ısrar etmektedir.
Ancak Medlerin Kürtlerin atası olmadıkları gerçeğinin bugün kanıtlanmış olması bir yana kendisinin de itiraf etmek zorunda kaldığı gibi ilk Kürt tarihi olarak bilinen Şerefname’de Medlerin adı bile geçmemektedir.
Buna rağmen bir Kürt milleti yaratmak ve tarihte bu milletin köklerini bulmak adına olmadık zorlamalara girişmekten çekinmemektedir. Tarihte böyle bir Kürt milleti olmadığı gerçeğini düşünmekse hiç aklına gelmemiştir.
Benzer tespitler Minorsky’nin İslam Ansiklopedisi’nin Kürtler maddesine yazdıklarında da görülebilir. Minorsky’ye göre “Sistemli tetkikler Kürt adı ile örtülen bir tabaka altında bir çok kavimlerin mevcudiyetini ortaya çıkarmaktadır”. Demek ki saf bir Kürt ırkından bahsetmekten çok bir çok irili ufaklı kavimin oluşturduğu bir topluluktan sözetmek çok daha mantıklıdır.
Buna rağmen Kürtlerin M.Ö 5000 yılından bu yana tarih sahnesinde olduklarını ve her türlü işgal ve saldırı karşısında dağlara çekilerek saflıklarını korumuş bir ırk olduklarını iddia eden araştırmacılar bulunmaktadır.
Bu sözde araştırmacılar bugün Kürt coğrafyası olarak adlandırılan bölgelerde ortaya çıkan bütün kavimleri Kürtlerin ataları olarak göstermektedirler. Örneğin Guti, Mitanni, Mannai, Subaru, Kardu, Nayri, Med, Lulu, Hurri, Kassitler bu kavimlerden bazılarıdır.
Daha da ileri giderek Hatti, Hitit ve Asurları da bu kavimler içine katan ve Gut ve Sümerleri akraba olarak göstererek Kürtlerin kökenini Sümerlilere kadar götürmeye çalışan araştırmacılar da bulunmaktadır.
Ancak bu kavimler içinde Hitit, Asur ve Hurrilerin Kürt olmadıkları kesin olarak kanıtlanmıştır. Diğer kavimler ise günümüze hiç bir kanıt bırakmadan yok olup gitmişlerdir. Bu kavimlerin ne dilleri, ne tarihleri, ne de kültürleri hakkında bir bilgi elde etmek mümkün olmamıştır. Dolayısıyla bunları Kürtlerin ataları olarak adlandırmak için yeterli hiç bir veri bulunmamaktadır.
Kürtlere ilişkin antropolojik çalışmalar da bir Kürt ırkından sözedilemeyeceğini ortaya çıkarmaktadır. Nikitin, “Kürtler” isimli kitabının “Antropolojik kanıtlar” bölümünün girişinde şu tespiti yapmaktadır: “Tarih ve dilbilim alanında yaptığımız bu gezi henüz pek çok noktayı karanlıkta bırakıyor ve Kürtlerin kökenleri üzerinde ancak bazı varsayımlar öne sürmemize imkan veriyorsa da antropoloji de bize bu konuda fazla yardımcı olmayacaktır”
Nikitin’in aktarmalarına göre Stalze’nin fotoğrafladığı Doğu Kürtlerinin hepsi bölgede yaşayan İranlılarla büyük benzerlikler taşıyan esmer ve brakisefal tiplerdir.

Van Luschan ise Nemrut ve Zemcenli yöresinde incelediği Batı Kürtlerini sarışın ve dolikosefal olarak tarif eder.

Millingen, Türkiye ve İran’ın kuzey sınırlarında Kürt tiplerinin çeşitlilik gösterdiğini söylerek “Her ne kadar kara gözlü, kara saçlı tipler hakimse de sarı ve kestane rengi saçlar, mavi gözlü tiplere de rastlanır” der.
E. Soane, Kürtlerle Anglo Saksonların aynı kökenden geldiğini iddia etmektedir. Nikitin ise Kürtleri Sami olarak gösterecek bazı bilgilere değinir.
Yalçın Küçük de “Kürtler üzerine tezler” isimli kitabında “Bir Kürt tipinden söz etmek mümkün görünmüyor; yaşadıkları yöreye ve kaynaştıkları ırka göre Kürt tipleri birbirinden ayrılıyor” tespitini yapmaktadır.
Görüldüğü gibi Kürtlerle ilgili antropolojik araştırmaların gösterdiği gibi Kürtlerin ırk özellikleri olarak brakisefal mi dolikosefal mi sarışın ya da esmer mi oldukları yolunda tam bir karışıklık sözkonusudur.

Nikitin bu karmaşık sonuçları değerlendirirken “Saptayabileceğimiz tek şey Kürt etnik tipinin çok karışık bir karakterde oluşudur” diyerek saf bir Kürt ırkından bahseden tezlerin yetersizliğini itiraf etmek zorunda kalmaktadır.

İkinci uydurma: Kürdistan

Kürtlerin kökenine ilişkin çarpıtmalar Kürtlerin yaşadığı coğrafya konusunda da sürmektedir. Kürtlerin bir millet olarak Kürdistan adı verilen coğrafyada yaşadığı tezi bugün Kürdistan’ı dirilterek bağımsız bir Kürt devleti kurma planlarına dayanak olarak gösterilmektedir. Oysa tarihsel gerçekler Kürdistan adı verilen bölgede bir Kürt egemenliğini reddetmektedir.
Kürdistan terimi ilk defa 12. yüzyılda Büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Sancar döneminde kullanılmıştır. Ancak coğrafi bir terim olmanın ötesinde bir anlam yüklenmemiştir.

Kürdistan olarak adlandırılan bölge Kürt nüfusun değil Türk ve Arap nüfusun egemenliğinde bulunan bir alandır. Bu alan MÖ 2000 yılından beri Türkleşme süreci yaşamaktadır. 11. yüzyıldan itibaren de Anadolu, Oğuz boylarının yeni bir göç dalgası ile yeniden adım adım Türkleşmeye başlamıştır.
Bundan önce ise bölge Arap-Bizans çatışmalarının yaşandığı bir coğrafi alan konumundadır.

Oğuzlar Anadolu’ya geldiklerinde Anadolu’da homojen bir etnik yapı söz konusu değildir. Romalıların bölgeye hakim olduğu Selevkuslar döneminde Anadolu’da Kapadokya, Bitina, Bergama, Rum, Pontos ve Kommagame isimli altı krallık mevcuttur. Bu krallıklar İran kökenli olup daha sonra Rumlaşmış unsurlardan oluşmaktadır. Bunların dışında Süryani ve Ermeni nüfusun olduğu da bilinmektedir.
Doğu Anadolu bölgesindeki yerli halk bu gibi bir çok etnik unsurdan oluşmaktadır. Ancak bu bölgenin yerli halkı Kürt olarak tanımlanmamaktadır. Buralarda Kürt varlığına ilişkin tarihsel hiçbir veri de bulunmamaktadır.
Ortadoğu’da bugün Kürtlerin yaşadığı bölge 300 yılı aşkın bir süre Sasanilerin egemenliğinde kalmış, ardından 637 itibariyle Arap hakimiyetine girmiş, 11. yüzyıldan sonra Selçuklular bölgede hakimiyet kurmuşlardır. 1299’da Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu ile bölgede Osmanlı hakimiyeti kurulmuş, bölgedeki Akkoyunlu ve Karakoyunlu gibi Türk devletlerinin egemenliği ise 16 yy’a kadar devam etmiştir.
Sasanilerle başlayan, Araplar, Selçuklular, Akkoyunlu ve Karakoyunlu hakimiyeti ile devam eden 1300 yıllık süreçte Kürtlerin adı bile anılmamaktadır.
15. yy’dan itibarense Doğu Anadolu ve çevresinde yoğun bir Ermeni nufüs bulunmaktadır. Ermeniler ve Kürtler arasında o dönemden beri yaşayan çatışmalara bakıldığında da bölgede Kürt egemenliğinin olmadığını görebiliriz. Kürt-Ermeni çatışmasının temelinde Ermenilerle Kürtlerin yaşadıkları coğrafyanın tarihsel olarak kendilerine ait olduklarını iddia etmeleri ve bu alanda kendi egemenliklerini yeniden diriltme istekleri yatmaktadır. O dönemlerde bölgede gerçekten de yoğun bir Ermeni nüfus bulunmakla birlikte yoğun bir Kürt nüfusundan bahsetmek mümkün değildir. Bölgedeki asli unsur ise her zaman Türkler olmuştur.
Evliya Çelebi Doğu Anadolu ile ilgili olarak buralardaki Türkmen aşiretlerinin sayılamayacak kadar çok olduğunu yazmaktadır.
Bugün Kürdistan’ın başkenti olarak ilan edilen Diyarbakır’ın bile büyük Türkmen yerleşim merekezlerinden birisi olduğunu düşünürsek Kürtçü tezlerin Kürdistan iddialarının ne kadar uydurma olduklarını daha iyi görebiliriz.
Buraya kadar yazılanlar ışığında bakarsak 12. yüzyıldan önce Kürtlük bırakın tarihsel bir gerçek olmayı bir kavram olarak bile varolmamıştır.

Üçüncü Uydurma: Kürt Dili ve Uygarlığı

Kürtlerden bir azınlık yaratma hatta daha ileri giderek bir Kürt milleti yaratma niyetlerinin temel hedeflerinden biri Kürt dilinin varlığını kanıtlamaktır. Kürt dili Kürt etnik varlığının kanıtlanması için olmazsa olmazlardan birisi olduğu için de Kürdoloji araştırmalarının üzerinde en çok yoğunlaştığı konuların başında Kürt dili gelmektedir.
Ancak Kürtçe yapısal olarak incelendiğinde ağırlıklı olarak Farsça ve biraz da Türkçeden esinlenerek oluşmuş bir dildir. Gerek gramer açısından gerek kullanılan sözcüklerin kökeni açısından bakıldığında Kürtçenin özgün bir dil olduğunu söylemek mümkün değildir.
St. Petersburg Akademisi’nin yayınladığı 8528 kelimelik Kürtçe-Rusça-Almanca sözlük’te Kürtçede 3000 Halis Türkçe, 2000 Türkçeleşmiş, 1240 Zint, 1030 eski Pehlevice, 108 Gildani ve 60 Kafkas Türkçesi kelime yeraldığı belirtilirken Kürtçenin sadece 300 kelimesi mahalli Kürtçe olarak adlandırılmaktadır.
Ancak Kürtçeden bahsettiğimizde bugün Kürtçe adı altında birbirinden oldukça farklı ve kendi içinde bile anlaşamayan çeşitli lehçeler olduğunu görmekteyiz. Kırmanç, Sorani ve Zazaca lehçelerinin her biri farklı yapısal özelliklere sahiptir.
Kaldı ki Zazaca’nın Kürtçe ile ilgisinin bulunmadığı birçok dilbilimcinin hemfikir olduğu bir görüştür. Bu farklı lehçelerin kullanıldığı Türkiye, İran, Irak gibi bölgelerde ortak bir iletişim dilinden sözetmek mümkün değildir.
Kürtçü tezler bu konuda egemen devletlerin Kürt dilinin gelişimini engellediğini söyleyerek tartışmayı geçiştirmeye çalışmaktadırlar ancak ortada sadece dilin gelişimi açısından bir sorun yoktur. Daha çok birbiriyle hiçbir yapısal benzerlik taşımayan farklı lehçeler sözkonusudur.
Buna rağmen ortak bir Kürt dili yaratmak maksadıyla bu farklı lehçeler bir dilin parçaları olarak tarif edilmekte ve olmayan bir dil uydurulmak istenmektedir.
Ancak Kürtçenin gerçek bir dil olmadığı yine tarihsel seyri göz önüne alanarak görülebilir. Köklü bir dil herşeyden önce yazılı birtakım eserler, edebi metinler, destan ve söylenceler bırakmak zorundadır. Dil bir süre sonra ortadan kalksa bile bu ürünler ışığında onun tarihsel gelişimini ve varlığını kanıtlamak mümkündür.
Kürtçe açısından böyle bir durum sözkonusu değildir. Yazılı bir tek Kürtçe tablet ya da günümüze ulaşan tek bir kanıt bulunmamaktadır. Kürt destanları olarak anılan Zerdüşt vb. birkaç destanının da yine Kürtlükle alakalı olduğuna dair inandırıcı hiçbir kanıt yoktur.
Oysa aynı değerlendirmeyi Türkçe için yaptığımızda Orhun kitabelerinden tutun da Türklere ait sayısız yazılı ve sözlü destan ve belgeye kadar günümüze ulaşan ve sayısız kanıt bulmak mümkündür. Kürt dili sözkonusu olduğunda ise bu tür kanıtlara rastlanamamaktadır.
Dolayısıyla bugün Kürt dili olarak yutturulmaya çalışılan lehçeleri toparlayarak özgün bir dil yaratma girişimi Kürdolojinin zorlamalarından başka birşey değildir.
Weber ve Friç’in Kürtçe ile ilgili görüşlerini hatırlatmak bu noktada faydalı olacaktır: “Kürt dili bir dil hamuru değil, bir söz yığınıdır ve herhangi bir milletin belli başlı varlığını göstermemektedir”
Olmayan bir dilin bir kültür ve uygarlık birikimi sağlaması da mümkün olmamıştır. Kürdistan olarak anılan bölgede bugün ayakta kalan uygarlıklara ve uygarlık miraslarına bakıldığında da Arap, Fars ve Türk uygarlıklarının bu bölgeye damgalarını vurduklarını görürüz.
Kürt uygarlığı olarak gösterilmek istenen buluntularsa tarih sahnesinden silinmiş ve Kürtlükle alakası bulunmayan toplulukların ve çoğu zaman da Arap, Fars ve Türk uygarlıklarının mirasından başka bir şey değildir.
Emperyalizm Kürtleri kullanmaya başlıyor
Emperyalist ülkelerin Kürtlere olan bu ilgisinin temelindeyse elli yıllı aşan bir süredir uygulamada olan kukla Kürt devleti kurma projesi vardır.
Bugün ise Türkiye AB ve ABD tarafından uygulamaya konulan iki farklı Kürt devleti planıyla karşı karşıya.
ABD Irak’ı işgal ederek elli yıldır kurmaya çalıştığı Kürt devletini fiilen ilan etmiş durumda. ABD stratejisi Kuzey Irak merkezli bir Kürt devleti kurmak ve ardından da bu devletin sınırlarını Türkiye’nin Güneydoğusuna kadar genişletmeye dayanıyor. ABD askeri gücünü devreye sokarak Irak’ı işgal etti ve bu işgal sonucunda Kürt devleti için fiili durum yarattı.
AB’nin Kürt devleti kurma stratejisi ise Güneydoğu merkezli bir Kürt devleti kurmak ve mümkünse bunu diğer bölge ülkelerine doğru genişletmek üzerine kurulu.
Ancak AB, ABD gibi işgal yeteneğine sahip bir silahlı güce dayanmadığı için daha çok Türkiye içinde kendisiyle işbirliği içindeki güçlere dayanarak bu planını uygulamaya çalışıyor. AB özellikle PKK terörünü destekleyerek hedefine ulaşmaya çalışıyor. PKK’nın silah bırakmasının ardından girdiği siyasallaşma faaliyeti Türkiye’nin AB’ye giriş sürecine denk getirilerek özellikle demokratikleşme adı altında PKK’nın siyasallaşması ve Türk devleti tarafından muhatap olarak tanınmasına yönelik önemli adımlar atıldı.
Bu sürecin en önemli ayaklarından birisini Türk Ordusu’nun tasfiyesine yönelik sivilleşme operasyonu oluşturdu. Böylelikle bölücülükle mücadele siyaset mekanizmasının kontrolüne terkedildi. AB, Türkiye’deki işbirlikçi siyasetle yakın teması olduğu için son derece avantajlı bir konumda bulunuyor.
Gelinen noktada Kuzey Irak’ta fiilen kurulan Kürt devleti ve Türkiye’de yaratılan bölücü terörün siyasallaşması sürecinde çok önemli mesafe katedilmiş gorünüyor. Emperyalizmin kukla Kürt devleti planının gerçekleşmesi için geri sayım başlamış durumda.
Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelerin bir benzerinin yakın dönemde Güneydoğu’da da yaşanacağını ve emperyalist planların tamamlanacağını beklememek için hiçbir neden yok.
AB ve ABD emperyalizminin desteklediği bölücü terör
Kürt ayrılıkçılığına toplumsal taban yaratma imkanları Türk kimliğinin kapsayıcılığı ve Türk uluslaşmasının başarıyla sonuçlanması yüzünden ortadan kalkmıştı. Bu noktada bölücü terör devreye sokuldu. Kürt sorununun Türkiye gündemine sokulması da yine bölücü terör yoluyla sağlandı.
1980 sonrasında başlayan PKK terörünün ortaya çıkışından günümüze kadarki en büyük destekçisi AB ülkeleri ve ABD oldu. ABD 1990’ların başından itibaren Körfez Savaşı’nın ardından Türkiye’ye yerleştirdiği Çekiç Güç aracılığıyla PKK’yı hem eğitti hem de bölücü örgüte silah desteği sağladı.
Sonuçta Türk devleti hem Batı destekli PKK terörünün yarattığı milyarlarca dolarlık ekonomik zararla zararla karşı karşıya kaldı hem de otuz bin insanının yaşamını yitirdiği bir çatışma ortamına girmek zorunda kaldı.
PKK terörü yirmi yıllık süreç içinde Batının Türkiye üzerindeki parçalama planlarının temel dayanağı haline geldi. Türk devleti bu süreç içinde terörün yarattığı ekonomik ve askeri zararlardan ötürü güçsüz kaldı ve Batıya daha da bağımlı hale getirildi.

Kürt “Realitesi”nden Kürt “Sorunu”na

Bölücü terör bir yandan Türk Ordusu ile silahlı bir mücadeleye girişirken bir yandan da AB ve ABD’nin desteğiyle siyasallaşma çabalarına hız kazandırdı. Batının insan hakları ve demokrasi adı altında Türk devletine yönelen baskılarının esas hedefi Türk devletinin terörle mücadele sürecini zaafa uğratmaktı. Bunda büyük ölçüde başarı da kazanıldı.
Bölücü terörün ilk kazanımı “Kürt realitesi”nin tanınması oldu. Bölücü örgüt yandaşı dernek ve kuruluşlar siyasallaşma çalışmalarına hız verdiler. PKK’nın siyasi kanadı olarak çalışan HEP, DEP, HADEP, DEHAP gibi partiler yoluyla bölücü örgüt yandaşları bizzat Meclis’e taşındı.
Askeri alanda Türk Ordusu ile başa çıkamayan ve büyük ölçüde güç kaybederek tecrit konuma düşen bölücü örgüt strateji değiştirerek silah bırakma ve siyasallaşma sürecine girdi.
Siyasallaşma programının da yine AB ve ABD tarafından hazırlanarak PKK’nın önüne konduğunu söylemek gerek.
“Kürt realitesi”nin tanınması sloganı ile başlayan süreç bölücü örgütün siyasallaşmasıyla beraber “Kürt sorunu”na dönüştürüldü. Basit bir kültürel kimlik mücadelesi ve Türkiye’nin kültürel zenginliği olarak gösterilen “Kürt realitesi” aradan geçen süreçte sistemli bir biçimde Kürt sorununa dönüştürülerek bağımsız Kürt devleti taleplerine kadar vardırıldı.
Türkiye’de geleneksel sağ iktidarların AB ve ABD güdümündeki işleyişi bölücü terörle mücadeleyi Türk Ordusu’nun üzerine yıktı. Ancak sorunun boyutları askeri boyutun çok üzerine çıkmıştı.
Batıyla ilişkileri sorgulamaktan dahi kaçınan Türk siyasetinin sonuçta Batının Kürt politikasına payandalık etmekten başka bir politika izlemesi ise mümkün olmadı. Batı işbirlikçi iktidarlar yoluyla elde ettiği gücü Türkiye’de bir etnik çatışma ortamı yaratmak için kullanmaktan da çekinmedi.
Özal dönemi Türkiye’nin tamamen ABD güdümüne sokulmaya çalışıldığı bir dönemdi ve ABD’nin Kürt politikasına uygun olarak Özal, Kürtlere federasyon fikrini ortaya atarak bülücü örgütü Türk devleti ile masaya oturtmaya çalıştı. Bu aynı zamanda Türk devletinin bölücü örgütü siyasal bir muhatap kabul etmesi anlamına geliyordu.

AB’ye Uyum Süreciyle Kürt Bölücülüğü Yasallaştırıldı

Türkiye 1990’lara geldiğinde otuzbinin üzerinde insanını bölücü teröre kurban vermiş bir ülkeydi. Bu dönem aynı zamanda Batının Türkiye’yi parçalama planlarının hızlandırıldığı bir dönem oldu.
Batı ile ilişkilerini AB üyelik süreci ve ABD ile stratejik müttefiklik üzerine oturtan ve ulusal güvenliğini Batı ittifakına bağlayan Türkiye terörle mücadeleyi de adım adım terketmek zorunda kaldı.
Batının insan hakları ve demokratikleşme talepleri aslında Türkiye’nin terörle mücadelesine engellemeyi ve terör örgütünü Türk devleti ile masaya oturtmayı amaçlıyordu.
3 Ağustos’ta Meclis’ten geçirilen Kürtçe eğitim ve yayının yasallaştırılması terör örgütünün yirmi yıllık hedeflerinin bizzat Türk devletince gerçekleştirilmesiydi. Bu süreç, Türk devletinin Batıya bağlanma sürecinin yarattığı tehdidin boyutlarını da ortaya koymuş oluyordu. Türk devleti kendi varlığını ortadan kaldırmaya yönelik PKK stratejisini kendi Meclisinden geçirmek zorunda bırakılıyordu.
3 Ağustos yasaları ile Türk devleti Kürtleri fiilen bir azınlık olarak kabul etmiş oluyordu.
Bu Türk devletinin bağımsızlık belgesi olan Lozan’ın çiğnenmesi Sevr’in yeniden diriltilmesi demekti.
Kürtler artık Türk kimliğinden bağımsız bir etnik kimlik kazanıyorlardı.
Bundan sonraki aşama ise Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde bağımsız bir devlet kurmalarıdır. Türkiye bugün bu aşamadadır.

İnan Kahramanoğlu



.

Kürtten Millet, Aşiretten Devlet Olmaz...



Kürtten Millet,  Aşiretten Devlet Olmaz...




Diğer kapak yazıları:
İnan Kahramanoğlu - Kürt Sorunu Neden ve Nasıl Yaratıldı?



Talabani- Erdoğan














Kürtten Millet,  Aşiretten Devlet Olmaz...


Ortadoğu’daki Kürtçülüğün arkasında emperyalizm var 200 yıldır emperyalizm tarafından sömürgeleştirilmek istenen Ortadoğu’nun mazlum milletleri, fiili emperyalist saldırıların dışında bir de emperyalizmin Ortadoğu ülkelerini etnik parçalarına ayırma planıyla mücadele etmek zorunda kaldı. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de emperyalizmin en çok kullandığı etnik silah ise Kürt aşiretleri oldu. 1850’lerden itibaren önce Ruslar, ardından İngiliz ve Fransızlar, daha sonra ise ABD, bölgede bir Kürt Devleti kurarak hakimiyet kurmayı hedeflediler.
Bugün gelinen noktada, Kuzey Irak’ta fiilen bir kukla Kürt devleti kurulmuş durumda. Türkiye’de ise bölücü terör önünde neredeyse hiçbir engel kalmadı ve Kürtçü-bölücü akımlar ülkede büyük meşruluk ve hareket alanı kazandılar. PKK da terör saldırılarına yeniden başladı.

Ancak bu gelişmelerin tümünün ardında emperyalist desteğin olduğunu unutmamak gerekiyor. Kuzey Irak’ta fiili kukla Kürt devleti 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin Irak Ordusu’nun 36. paralelin kuzeyine geçmesini engellemesiyle oluştu. Bugün de Irak’ı işgal eden ABD, Kuzey Irak’taki fiil durumun destekçisi olmaya devam ediyor.

Türkiye’deki bölücülük de emperyalizmin desteğiyle ayakta duruyor. AB ve ABD’nin baskısı nedeniyle Apo asılamadı, PKK’lı teröristlere af çıkartıldı, Kuzey Irak’taki PKK kamplarına operasyon düzenlenemedi, DEP’li milletvekilleri salıverildi, Kürtçe eğitim ve yayın serbest bırakıldı.
Kısacası Türkiye’yi bölünmeye götürecek yasal ve anayasal mevzuat bizzat emperyalizmin kontrolünde bir bir oluşturulurken, Türkiye’nin bölücü teröre karşı mücadelesi de yine emperyalizm tarafından engellendi.
Dolayısıyla bugün Ortadoğu’da bir Kürt devleti tehlikesi olduğunu tespit ediyorsak, bu tehdidin Türkiye’yi de vuracağını görüyorsak, bu tehdidin asıl kaynağının emperyalizm olduğunu da tespit etmemiz gerekiyor.



















Kürt devleti tehlikesi Kürt devletine karşı bir şey yapmadığımız için bu noktaya kadar geldi. Yoksa iş savaşmaya gelince biz PKK’yı yendik, Saddam da Barzanileri yenmişti. Ancak O’nun kendi elleriyle verdiği özerklik Irak’ı bu noktaya getirdi. Şimdi ise PKK’nın kendi kudretiyle bir şey kazandığı falan yoktur. AB’nin zorlamasıyla bu ödünleri veren biziz, hem de PKK’yı askeri olarak ezdikten bir kaç yıl sonra.

AB ve ABD’nin farklı Kürt Devleti Stratejileri

Kurulması düşünülen Kürt devletinin iki hamisi bulunuyor: AB ve ABD. Ancak bu iki emperyalist merkez, kurulacak kukla Kürt devleti üzerinde hakimiyet mücadelesi yürütmekteler. Bu nedenle farklı stratejiler izliyorlar. ABD, işgal ettiği Irak’ın kuzeyinde fiilen oluşan devleti resmileştirme yolunu seçiyor.
AB ise Türkiye’de Kürtlere kültürel hakları arttırarak ve DEP’e ait belediyeleri kullanarak ve Kürtçü-bölücü akımı meşrulaştırıp yasallaştırma yolunu izliyor.
ABD’nin bölgede uzun yıllardan beri sü-ren hakimiyeti ve Türkiye üzerinde AB’ye nazaran daha etkin olması nedeniyle ABD’nin Kürt devleti stratejisi daha fazla ilerledi. Şu anda Kuzey Irak’ta bir kukla Kürt devleti fiilen var ve ABD’nin koruması sayesinde bu devletten rahatsız olan bölge ülkeleri (İran, Suriye ve Türkiye) müdahalede bulunamıyorlar.
Bugüne kadar PKK, daha çok AB’nin hakimiyetindeydi ve Türkiye’nin AB baskılarıyla gerçekleştireceği yasal düzenlemelerle kendisine bir meşruluk yaratma çabasındaydı. ABD de Irak işgali nedeniyle Kürt kartını Kuzey Irak’taki Talabani ve Barzani üzerinden oynuyordu. Ancak Irak’ta ABD’nin kontrolü tam olarak sağlayamaması ve kukla Kürt devletinin kuruluş sürecinin sekteye uğraması sonucu, ABD PKK kartını da devreye sokmaya karar vermiş görünüyor. Bu nedenle, bugün PKK ve DEHAP hem ABD’nin hem de AB’nin istediklerini yapan taşeronlar konumuna gelmiştir.
PKK’nın sözde ateşkesine ABD son verdi
ABD PKK’ya en büyük yardımı Türk Ordusu’nu Kuzey Irak’tan uzak tutarak yaptı. Türk Ordusu önemli sayıda askeriyle Irak işgali başlayana kadar Kuzey Irak’ta bulunuyordu. Ancak işgalin başlamasıyla birlikte ABD, Türk Ordusu’nun bölgeden çıkmasını istedi ve Kandil Dağı’ndaki PKK varlığına karşı bizzat kendisinin mücadele edeceğinin garantisini verdi. ABD bu sözünü tutmadığı gibi Türkiye’nin Kandil Dağı’na müdahalesini de engelledi.

Türkiye Irak işgalinin başından beri ABD’nin Kandil Dağı’na operasyon yapmasını bekliyor. Ancak ABD’nin böyle bir operasyon yapmayacağı son bir yıldır yaşanan gelişmelerden zaten belliydi. ABD’li generaller ile PKK’lı teröristlerin yaptığı toplantının fotoğrafları Türk basınına da yansımıştı. Geçtiğimiz günlerde Edelmann da Türkiye’nin Kuzey Irak’tan uzak durması gerektiği, ABD’nin PKK’ya karşı bir operasyon düşünmediğini açıklamıştı.

ABD, Haziran ayı başında Türkiye’ye verdiği sözü tuttu ve PKK’nın Kandil Dağı’ndan çıkmasını (!) sağladı. Ancak bu PKK’yı tasfiye eden bir operasyonla değil, PKK’yla yapılan bir anlaşmayla gerçekleşti. Sadece bir gecede 1500 PKK’lı bizzat ABD’li askerlerin gözetimi ve denetiminde Türkiye’ye giriş yaptılar. İşte PKK’nın sözde ateşkesi bozmasının perde arkası!

PKK’lıların Kandil Dağı’ndan çıkarılıp Türkiye’ye salınması, ABD’nin elindeki bir askeri gücü Türkiye’nin üzerine salmasından başka bir şey değil. ABD kukla Kürt devletini kurma planının bir aşaması olarak PKK’lıları Türkiye’ye gönderdi.
28 Mayıs’ta, yani PKK’lıların Türkiye’ye geçip teröre yeniden başlamasından çok kısa bir süre önce, ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Kuzey Irak’ta kurulacak kukla Kürt devleti üzerine bir toplantı düzenlenmişti. Üst düzey yetkililerin katıldığı bu toplantıda Türkiye’nin bu devlete nasıl tepki vereceği ve Türkiye’nin tepkilerinin nasıl azaltılacağı tartışılmıştı. ABD bu toplantıyı resmi olarak kabul etmese de toplantıya katıldığını belirten kimi yetkililer konuşulanları doğruladı.

İşbirlikçi Kürt Aşiretleri

Kurulacak kukla devlette kendisine daha büyük bir pay kapmak için işbirlikçilikte birbiriyle yarışan aşiret liderleri Talabani ve Barzani, her zamanki gibi ABD’yi hamileri olarak görüyor. Irak işgalinin başından beri, atalarından miras aldıkları o rezil işbirlikçiliği çekinmeden sürdürüyorlar. Bağdat’ın düşüşünü ellerinde ABD bayraklarıyla kutlayan Kürt aşiretleri, Kuzey Irak’ı ziyaret eden Bremer, Wolfowitz gibi tüm ABD’li yetkilileri de halaylarla karşılamışlardı.
Talabani 1 Haziran 2004’te Bush’a gönderdiği mektupta “ABD’nin Kürtlerden daha iyi dostu yoktur” demişti. Bu mektup bize Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’nin 1975’te ABD Başkanı’na yazdığı “Kürdistan’ı 51. eyaletiniz yapın” mektubunu hatırlatıyor. Ya da 1878’de İngiltere’den yalvar yakar destek isteyen bir başka Kürt aşiret lideri Şeyh Ubeydullah’ın mektubunu...

Ortadoğu halklarının düşmanı Kürt-İsrail ittifakı

İsrail de Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da kurulacak bir kukla Kürt devletine sıcak bakıyor ve yıllardır Kürt aşiretlerine destek oluyor. İsrail’in bu desteği son olarak Kuzey Irak’ta 6500 peşmergenin İsrail tarafından komando olarak eğitildiğinin belirlenmesiyle ortaya çıktı. Türk basınına da yansıyan iddialara göre, İsrail’de de 500 peşmerge komando eğitimi alıyor ve Talabani ve Barzani’nin yakın yardımcıları arasında İsrail subayları da bulunuyor.

İsrail ile Kürt aşiretlerinin ilişkileri aslında çok eskiye dayanıyor. Öncelikle, Barzani’nin bağlı olduğu aşiretin kökeninin Yahudi olduğu biliniyor. İsrail’de halen 150 bin Yahudi Kürt yaşıyor. MOSSAD’ın Ortadoğu’da en çok ajanının bulunduğu bölge de Kuzey Irak. Son olarak 91 Körfez Savaşı’nın hemen ardından Yahudi Kürtlerden oluşan 2000 CIA-MOSSAD ajanı, bizzat MOSSAD’ın düzenlediği bir operasyonla Irak’tan kaçırılmıştı.

Ayrıca, Kürt aşiret liderlerinin 1960’lardan beri İsrail’den destek aldığı biliniyor. 65’te Bedirhan, 66’da Barzani, Irak’taki ayaklanmalarında İsrail’den silah ve para yardımı almışlardı. Molla Mustafa Barzani 1968’de İsrail’e gizlenmeyen bir ziyarette bulunmuş ve İsraillilere sevgi ve saygılarını sunmuştu.
İsrail-Kürt aşiretleri bağlantısı çok gizli değil, ancak Türkiye tarafından maalesef görmezden geliniyor. ABD’nin PKK’ya olan desteğinin gözardı edildiği ve bu desteğe karşı çıkılamadığı gibi.

Bunun temelinde Türkiye’nin Ortadoğu’da yanlış müttefiklerle birlikte olması yatıyor. Türkiye’nin kendisine müttefik olarak seçtiği ABD ve İsrail, Ortadoğu’nun en tecrit olmuş ve bölgeyi işgal etmeyi amaçlayan güçleri. Bu nedenle, Türkiye üzerinde hak iddia eden güçler ve Kürtçü bölücüler gibi ayrılıkçılar bizzat ABD ve İsrail tarafından destekleniyor.

Zanaları hapisten AB çıkardı

13 Haziran’da yazılmaya başlanacak olan Avrupa Komisyonu Parlamenterler Komisyonu’nun Türkiye üzerine raporu nedeniyle Zanalar’ın apar topar hapisten çıkarıldığı, TV’de Kürtçe yayına başlandığı artık bilinen bir gerçek. Hem Abdullah Gül, hem Tayyip, hem de TRT Genel Müdürü Demiröz bunu zaten itiraf etmişlerdi.

Ancak Zanalar’ın serbest bırakılmasını ve Kürtçe yayını sadece bir taviz olarak görmemek gerekiyor. Bir sonraki adım busefer Apo’nun serbest bırakılması olacaktır. Zaten Diyarbakır’da DEP’li milletvekillerinin mitinginde “Zana dışarıda sıra Apo’da” sloganları atıldı. Yaşananlar AB’nin Kürt Devleti sevdasının gerçekleşmesinin adımlarıydı sadece. Son dönemde Türkiye’de, hatta Türkiye’de de değil, Güneydoğu Anadolu’da cirit atan AB’li diplomatların yaptıklarına bir bakalım:

- DEP’lilerin Güneydoğu gezisiyle eşzamanlı olarak Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi Kretschmer de bir Güneydoğu gezisine başladı. Uğradığı tüm illerde “denetlemelerde” bulundu. DEP’lilerin tahliye edilmesinden duyduğu memnuniyeti her fırsatta dile getirdi.

- İsveç’in Ankara Büyükelçisi Şırnak’ta PKK Saldırısından sonra incelemelerde bulundu. İsveç Kültür Vakfı “100.000 Kürtçe Kitap Kampanyası” Çerçevesinde Van’da Kürtçe Çocuk kitabı dağıttı.

- DEP’li milletvekillerinin serbest bırakıldığı gün, Yargıtay’da müzakere henüz sürerken AB’den üst düzey diplomatlar Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda toplantıda bulunuyorlardı. Uluslararası Af Örgütü, Uluslarararası İnsan Hakları Federasyonu, Helsinki İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin oluşturduğu Reform İzleme Grubu’na bağlı AB’li parlamenterler, DEP’lilerle serbest kaldıktan sonra yemek de yediler.

Türk Devleti Teröre Teslim

Görüldüğü gibi TBMM, yasal ve anayasal yetkilerini tamamen AB’ye devretmiş durumdadır. Türkiye’de bir kukla Kürt devletinin kurulması için gerekli tüm hazırlıklar bizzat Türk devletinin eliyle, Türk devletinin rızasıyla gerçekleşmektedir. 10 yıl önce yasadışı örgüt yöneticisi olduğu için hapse attıklarını bugün Başbakan düzeyinde ağırlayan bir devletimiz var artık. Teröre teslim olan devlet, küçülmeyi de kabullenmiş demektir.
AKP iktidarı da bu süreçte tamamen teslim olmuş durumdadır. Tayyip, Abdullah Gül’ün DEP’lileri makamında kabul etmesini eleştirenlere sert yanıt vermiş ve kendisinin de görüşebileceğini belirtmişti. Hatta, DEP’lilerin tahliyesini ve devlet katında gördüğü saygıyı eleştiren 10 AKP’liye karşı sert bir çıkış da yaptı.
Abdullah Gül ise Leyla Zanalar’ın tekrar cezaevine girmeyeceğinin garantisini verdi, Talabani’yle makamında görüştü ve Barzani’yi de davet etti. “Federasyondan federasyona fark var. Kuzey Irak’ta federasyon da kabul edilebilir.” diyerek ABD planına teslim olduğunu itiraf etti. Görünen o ki, AKP kukla Kürt devletinin kuruluşunu çoktan kabullendiği gibi, Türkiye’nin bölünmesine de ses çıkarmıyor.

Kürtten millet olur mu?

Kürt aşiretleri 150 yıldır emperyalizmin Ortadoğu’da hakim olmak için kullandığı unsurlar. Son aylarda yaşanan gelişmeler bu gerçeği bir kez daha kanıtlıyor. Ancak ilginç olan gerçek Kürt aşiretleri 150 yıldır arkalarındaki bunca desteğe rağmen ne devlet kurabildiler, ne de bir milletleşme süreci yaşayabildiler.
Tarihte karşılığı bulunmayan Kürt milleti diye bir şeyin varlığı emperyalizm tarafından kanıtlanmak isteniyor. Kürt dili, Kürt varlığının kanıtı olarak sunuluyor. Halbuki, Kürt dilinin varlığını kanıtlamak için 150 yıldır pek çok Batılı bilimadamı uğraştı, ancak kendilerinin de ifade ettiği gibi pek de başarılı olamadılar.
1991’den beri ABD’nin hamiliğinde fiili bir bağımsızlık kazanmış olan Kuzey Iraklı Kürt aşiretleri bile birbiriyle anlaşamıyor. Türkiye’ye yakın bölgede yaşayan Barzani aşireti Arapça-Türkçe karışımı Kırmançi’ye benzer bir dil konuşurken, İran’a yakın bölgede yaşayan Talabaniler ise Arapça-Farsça karışımı Sorani lehçesini kullanıyorlar. Bu iki aşiret 15 yıla yakındır Kuzey Irak’ı beraber yönetiyorlar, ama aralarında anlaşmak için hâlâ Arapça kullanıyorlar.
Türkiye’de de durum çok farklı değil. Türkiye’de tek bir Kürtçe bulunmuyor. Pek çok lehçe birden kullanılıyor ve hiçbir aşiret diğerini anlamıyor. TRT’de başlayan Kürtçe yayında da bu durum ortaya çıktı. Kürtçe konuştuğunu söyleyen pek çok aşiret TRT’deki Kürtçe yayını anlamadıklarını ifade etti!
Aşiretleri devlet yapmaya çalışıyorlar
Yüzlerce yıldır kendi dağlık bölgelerinde eşkıyalık yaparak geçinen aşiretlerin arkalarındaki bunca emperyalist güce rağmen hâlâ devletleşememesinin nedeni de bu olsa gerek. Bakın Kuzey Irak’a. Bu bölgedeki aşiretler 15 yıldır fiili bir devlet gibi yaşıyor. Hatta 1971’den beri Irak yönetiminini tandığı bir özerkliğe de sahipler. Ancak tüm bunlara rağmen bu bölgedeki toplumsal yapıdaki aşiret etkisi hâlâ devam ediyor ve Kürt aşiretleri bir araya gelip milletleşemiyor.
Kürt aşiretleri bölge halklarının da düşmanlığını kazanmış durumda. ABD Irak’ı işgal etmiş olmasına karşın kukla Kürt devletini bir türlü ilan edemiyor. Çünkü Güney Irak’ta İran’ın desteğiyle büyüyen Şii direniş örgütleri ve İran Ordusu, Iraklı Arap Direnişçiler, Suriye Baas’ı hatta El Kaide bile ABD’nin kukla Kürt devleti planına karşı birlikte hareket ediyor. İran ve Suriye sık sık Türkiye’ye birlik çağrısı yapıyor.

Demek ki Kürt aşiretleri emperyalizmin desteğiyle ayaklanmaya kalktıkları her zaman olduğu gibi bölge halklarının düşmanlığını kazanmak dışında bir kazanca sahip olamayacaklar. 
Kuzey Irak’ta patlayan bombalar da Kürt aşiretleri gelecekleri konusunda uyarmış olmalıdır. Bütün komşularının düşmanlığını kazanmanın onlar için çok acı sonuçlar doğuracağı ortadadır.

Kürtten millet aşiretten devlet olmaz

Ortadoğu’daki Kürtçü örgütlerinin tümü emperyalizm tarafından kontrol edilmektedir. Her biri farklı bir aşireti temsil eden Kuzey Irak’taki KDP ve KYB’nin yanı sıra Türkiye’deki PKK, bu örgütlerin en büyükleri görünümünde.
Bu örgütler dönem dönem çıkar çatışması nedeniyle birbirine de düşüyor. Bu noktada bir tuzağa düşmemek gerekiyor. PKK--KDP-KYB gibi Kürt aşiretlerinin örgütleri dönem dönem çelişseler de aslında aynı oyunun oyuncularıdır. Emperyalizmin hedefi “Büyük Kürdistan”ı kurmaktır. Bu devlette yalnız Kuzey Irak değil, Suriye ve İran’ın kuzeyiyle Türkiye’nin güneyi de yer almaktadır. Dolayısıyla tüm Kürtçü örgütler son tahlilde bu “büyük Kürdistan” hedefinde birleşmektedir.
Bu nedenle Kürtçü örgütler arasındaki kimi çelişmelerden faydalanmaya kalkışmak veya AB ile ABD’nin çelişen planlarını birbirine karşı oynamak büyük gaflettir.
Çünkü Büyük Kürdistan esas olarak ABD’nin yakın hedefidir ve PKK’nın onbinlerle ifade edilen silahlı gücünü AB’nin denetleyebileceğini sanmak saflık olur. Bunu yalnız ABD yapabilir.
Bunun için kukla Kürt devletini engellemenin yolu emperyalizmi ya da Kürt örgütlerini ikna etmek değil, Ortadoğu’da Kürt devleti tehlikesini gören ve yaşayan ülkelerin bir araya gelmesi ve vakit kaybetmeden bu tehdidini ortadan kaldırmasıdır.
Kürt devleti tehlikesi Kürt devletine karşı bir şey yapmadığımız için bu noktaya kadar geldi. Yoksa iş savaşmaya gelince biz PKK’yı yendik, Saddam da Barzanileri yenmişti. Ancak O’nun kendi elleriyle verdiği özerklik Irak’ı bu noktaya getirdi. Şimdi ise PKK’nın kendi kudretiyle bir şey kazandığı falan yoktur. AB’nin zorlamasıyla bu ödünleri veren biziz, hem de PKK’yı askeri olarak ezdikten bir kaç yıl sonra.
Kürtler tarih boyunca bir millet olamamıştır. Devletleri milletler kurar. Aşiretler ise ya millet içinde erir, ya da milletten kopup emperyalizmin ajanı olmayı kabul eder.
Ancak ikinci yolu seçse de Kürt aşiretlerinin bir şansı yoktur. Çünkü Ortadoğu’nun köklü milletleri Kukla Kürt devletinin kurulmasına bugüne kadar izin vermemiştir, bundan sonra da hiç bir şekilde izin vermeyecek.




.

ŞEHİT ANNELERİ BABALARI HAKKINIZI HELAL EDİYORMUSUNUZ..?



ŞEHİT ANNELERİ BABALARI  HAKKINIZI HELAL EDİYORMUSUNUZ..?




Şehit anaları hakkınızı helal ediyor musunuz?
En uzun işgal dönemi

2002 yılından bu yana 7 sene geçti.
Bu, tarihimizdeki en uzun işgal dönemi.
Ve tam da 1918-1922 yılları arasındaki işgal programı uygulanıyor.
Neydi Mondros’un maddeleri, hatırlıyor muyuz?
- Türk Ordusu’nun silahının elinden alınması...
- Ordu komutanlarının yargılanması...
- Kürdistan ve Ermenistan’ın kurulması...
O zaman yabancı devletler bu programı uygulayabilmek için Türkiye’yi işgal etmek zorunda kalmıştı, bugünse AKP eliyle rahatça uygulayabiliyorlar.
AKP dururken işgal kuvvetine ne hacet!..
Ama AKP’nin son “Kürt Açılımı” Mondros’u, Sevr’i bile aşmış durumda. Ancak Yunanlıların Megali İdeası ile kıyaslanabilir. Türklerin Anadolu’dan tümüyle atıldığı Bizans’ın dirildiği bir Yunan düşü...
1000 yıllık Türk ülkesinin adını tartışmak ne demek?
Burası Türkiye olmadan önce Bizanstı eğer Türkiye yıkılırsa yine Bizans olur.
Ama kendisi de Potamyalı olmakla gurur duyan birinin de Türkiye yerine Bizans’ı tercih etmesi son derece normal.
Potamyalı Potamyalılığını yapıyor kısacası.


Başbuğ’un anası ile Apo’nun anası bir
mi?
Şehidimiz













Ama bu defa hadlerini fazlasıyla aşıyorlar.
Ne diyor, bizim için önemli olan anaların ağlamaması...
Münevver Karabulut cinayetinde aynı adam çıkıp kızın annesini suçlamıştı ‘kızınıza sahip çıksaydınız’ diye.
Ama PKK’lı terörist ölünce aynı adamın çıkıp teröristin anasının bir elini öpmediği kaldı.
Peki şehit annesi?
Nolacak ki ha şehidin anası ha teröristin anası?
Potamyalı için bir...
O zaman soralım Potamyalıya, şehidin anası ile teröristin anası birse, oğlu bugün dağda Türk Ordusu’nun emrindeki askerle PKK için dağa çıkan teröristin annesi de bir mi?
Ne de olsa ikisi de oğul hasreti çekiyordur hani.
Ya da şöyle soralım, şehit ve teröristin annesi birse, o şehitlerin başı olan İlker Başbuğ ile o teröristlerin başı olan Apo’nun anası da bir mi senin için?

Şehit ailesi yok terörist ailesi var

Akan kan dursunmuş...
Gören de akan kandan şikayetçiler, üzülüyorlar sanacak...
Soralım o zaman bu açılımın arkasındakilere, meclistekilere:
Aranızda şehit ailesi olan bir milletvekili var mı?
Yok değil mi!..
Çünkü milletvekilinin, bakanın, kodamanların çocukları şehit olmaz...
O halde akan kandan muzdarip olan bir parlamentomuz yok.
Ama o parlamentoda teröristlerin aileleri var.
Ölü teröristlerin aileleri de var.
Gördünüz mü siz meclisi?
Şehit ailesine kapalı terörist ailesine açık bir meclis.
Kürt açılımını bu meclis yapmayacak da kim yapacaktı...

Bu aydın sürüsünü hiç şehit cenazesinde gördünüz mü?

Bir de Potamyalının sürüsü var elbette...
Hepsi barışçı, akan kan dursuncu.
O sanatçı tayfasından biri Başbakan’ı aramış, tam destek vermiş...
Tek derdi varmış, bu ülkenin genç evlatları ölmesinmiş...
O sanatçının veya başka bir sanatçının, o çok içli, çok duygusal, insan sevgisiyle dolu, barışsever sanatçılarımızın, aydınlarımızın bugüne kadar hiç Genel Kurmay’ı aradığını duydunuz mu?
Mesela o sanatçı hiç bir şehit asker için komutanları arayıp ‘üzüntünüzü paylaşıyoruz’ demiş midir?
Ya da bu ülkenin gençleri ölmesin diyen o sanatçı bugüne kadar bir şehit anasını aramış mıdır?
Bugüne kadar siz hiç bir sanatçımızı şehit cenazesinde gördünüz mü?
Kürtçe şarkı söyleyen dillerin bir kez olsun şehitler için bir türkü yaktığını gördünüz mü...
Göremezsiniz...
Çünkü meclistekiler gibi bunların da ne ailelerinde ne yakınlarında şehit asker yoktur...
Ama çevrelerinde terörist çoktur.

Şehit ailelerinin karşısına çıkın

O halde ne yüzle şehitler adına çıkarlar ortaya?
Şehit ailelerini çağırın karşınıza...
Potamyalı korkmuyorsa 3 bin asker şehidimizin annesini, babasını alsın karşısına...
Anlatsın ne istediğini ve destek istesin.
Alabilir mi o desteği?
Ama en başta askerlere şehit olma emrini verenler çıkmalı ortaya.
Yani komutanlar, başkomutan...
Başkomutan kendi şehidinin anası ile teröristin anasını bir görmüyorsa susmamalı...
Susmamalı çünkü o askerlerin vebali üzerindedir.
Başkomutan da alsın 3 bin şehit anne ve babasını karşısına..
Desin ki...
Biz yıllardır PKK ile savaştık ama vazgeçtik artık...
Sizlere oğlunuzun kanını yerde bırakmayız diye söz vermiştim ama akan kan dursun diye bu sözümü tutamayacağım...
Hakkınızı helal edin...
Evet helallik istesinler anne babalardan bakalım şehit anası hakkını helal ediyor mu...
Bir de insanlardan bundan sonra askere evlat göndermesini istemeyin...
Şehit ailesi olmak zor.
Ne arayanınız olur ne soranınız...
Devletiniz size oğlunuzun mezar taşıyla başbaşa bırakır.
Teröristle oğlunuzu bir kefeye koyar.
Bir de buna katlanmak zorunda kalırsınız...

İstiklal Marşı’nı da değiştirin

Potamyalılar ve Potamyacılar.
Tarih kitaplarını da değiştirin...
Çanakkale’de boşuna ölen askerleri yazın...
Kurtuluş Savaşı’nı hiç vermeseydik, askerlerimiz yaşardı deyin...
Türkiye’nin adını bile değiştireceğinize göre İstiklal Marşı’nı da değiştirin.
Biz Potamyalıyız bu sözler bize göre değil deyin:


Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.


1 Mart 2015 Pazar

KEMAL KILIÇDAROĞLU ; GENEL AFFA SICAK BAKARIZ..,


KEMAL KILIÇDAROĞLU ; GENEL AFFA  SICAK BAKARIZ..,





Apo-Tayyip ittifakından  Apo-Kılıçdaroğlu ittifakına

Türkiye Şehit Cenazelerinde Kılıçdaroğlu Konserde

Özgür Erdem

Türkiye şehit cenazelerinde... Kılıçdaroğlu nerede? Konserde...Tayyip Erdoğan bile şehitlerimizin cenazesine katılırken, Kılıçdaroğlu miting programını değiştirmedi. Cenazelerde yoktu.Tüm Türkiye şehit cenazelerinde ağlarken, Kılıçdaroğlu ne yapıyordu dersiniz? Bunu da magazin haberlerinden tesadüfen öğreniyoruz: Konserdeymiş! Ankara’da Batıkent’te bir temel atma törenine katılan Kılıçdaroğlu, burada Demet Akalın’ın konserini izlemiş...














Kılıçdaroğlu ile Apo’nun ortak akıl hocası: İsmail Beşikçi

Kılıçdaroğlu’nun anlattığına göre en çok etkilendiği iki kitaptan biri İsmail Beşikçi’nin “Doğu Anadolu’nun Düzeni” isimli eseriymiş! İsmail Beşikçi kim peki? Apo’nun akıl hocası. 70’lerden beri Kürtçülüğün önde gelen isimlerinden. Bahsedilen kitap ise Beşikçi’nin doktora tezi. Yayınlandığı 1969’da Türkiye’de henüz Kürtçülük yoktu. Bu kitabın yayını Türk Solu içine Kürtçülük virüsünün girmesini sağlayan en önemli olaylardan biridir. Görüldüğü üzere, Kılıçdaroğlu ile Apo’nun akıl hocaları aynı...

Her gün şehit veriyoruz. Türk milleti infial halinde. Tüm Türkiye şehitlerine ağlıyor. O kadar ki, Tayyip bile şehit cenazelerine katılmak zorunda kalıyor.
Türkiye’de tek bir lider bunca şehide rağmen programını bozmadı. Bir tane şehit cenazesine bile gitmedi...
Kim mi dersiniz? Kılıçdaroğlu...
Son bir haftada ne yapmış diye araştırıyoruz. Önemli ne işi varmış da şehit cenazelerine katılmamış?
Öğreniyoruz ki, Ankara Batıkent’te bir açılış törenine katılmış. Ve burada Demet Akalın’ın konserini izlemiş. Ancak erken kalkmak zorunda kalınca Demet Akalın’ın gönlünü almak için kısa bir not yazıp göndermiş: “Kusura bakmayın, ayrılmak zorunda kaldım.”
Demet Akalın’ın bile gönlünü almak için uğraşan “nazik” Kılıçdaroğlu, neden bir kere de olsun şehit ailelerinin gönlünü almayı düşünmez de bir tane bile şehit cenazesine katılmaz?

Kılıçdaroğlu’nun dilinde PKK Söylemi: “Kan Kanla Yıkanmaz”

Büyük umursamazlık değil mi? Şehitlere saygısızlık.

Kılıçdaroğlu’nun en büyük kusuru keşke bu olsa. Ama dahası da var.
Hakkari’de 11 şehit birden verdiğimiz güne gidelim. Türkiye teröre lanet okuyor. Kılıçdaroğlu ise Adıyaman’daki mitingde şöyle diyor: “Kan kanla yıkanmaz.”
Konuşmasına şöyle devam ediyor :
“35 yıldır terörü silahla bitirmeye çalıştılar, akıl-mantık yok bunlarda.”
Tam bir PKK söylemi. PKK ne zaman saldırılarını artırsa Türkiye’de bir koro şunu söylemeye başlar: “PKK’yla silahla mücadele edilmez.” PKK’lı gibi gözükmez bu tezler. Ancak gizli bir PKK propagandasıdır. “PKK’yı savaşarak yok edemezsiniz.” demek istemektedirler. Akılları sıra tehdit etmekte, “İsteklerimizi kabul etmek zorundasınız.” demektedir.
Anlaşılan Kılıçdaroğlu da bu koroya katılmış.
Devam edelim Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında söylediklerine: “Önce mağduruz dediler, sonra mağrur oldular, şimdi de zalim haline geldiler.”
Kimmiş zalim olan? Askerlerimizi şehit eden PKK mı? Hayır, AKP’yi kastediyor. Tüm Türkiye şehitlerine ağlıyor, Kılıçdaroğlu askerlerimizi şehit eden PKK’ya değil AKP’ye zalim diyor!
Aslında öldürülen PKK’lıların da hesabını soruyor gizliden gizliye. PKK’lıların askerimize saldırması zalimlik değil de AKP’nin yaptığı zalimlik!
Devam ediyor Kılıçdaroğlu...
Kan kanla yıkanmazmış.
Toplumsal barışı CHP sağlarmış...
Bütün bunlar, hepsi PKK söylemi.
Onlar da yıllardır PKK saldırdıkça ve Türk milleti bölücü teröre karşı feryat ettikçe “barış”tan söz ederler.
Saldırıyı, katliamı onlar yapar, ama utanmadan da “barış” diye bağrınırlar. Onlar için “barış” devletin bölücü teröre teslim olmasıdır.
Görüldüğü gibi Kılıçdaroğlu PKK’nın bu söylemine de sarılıyor.

Kılıçdaroğlu, AKP’nin Kürt Açılımını bile yeterli bulmuyor

Bununla sınırlı değil Kılıçdaroğlu’nun PKK yanlısı söylemleri. Birkaç gün geriye gidelim. Habur’da serbest bırakılan PKK’lıların geçtiğimiz hafta tutuklanmasının ardından, alıyor mikrofonu eline zehir zemberek açıklamalar yapıyor. AKP’nin Kürt Açılımını eleştiriyor.
Ama terörü azdırdığı, PKK’yı güçlendirdiği için değil. Aksine yetersiz kaldığı için. Serbest bırakılan PKK’lıların tutuklanmasını eleştiriyor.
Kimileri, Kılıçdaroğlu’nun bu tavrına şaşırmış olabilir. Biz şaşırmadık.
Çünkü Dersim İsyanı tartışmalarında Kılıçdaroğlu’nun aldığı tavrı unutmadık. O dönemde de partisinin kurucusu Atatürk’ü değil, isyancıları savunmuştu. Atatürk’ün Dersim İsyanını bastırmasını eleştirmiş, katliam yaşandığını iddia etmiş, çok acılar çekildi demişti.
Atatürk’ün bile bölücü isyanları bastırmasını hazmedemeyen bir zihniyet, günümüzde PKK’ya karşı mücadele edilmesini tabii ki kabullenemez.
Dersim isyanının bastırılmasını hatalı bulanlar, PKK’ya karşı 35 yıldır yürütülen mücadeleyi de tabii ki “akılsızlık” olarak değerlendirecektir.

Dersim’de Seyit Rıza’yı suçsuz gören bugün de Apo’yu savunur

Dersim İsyanında elebaşı Seyit Rıza’yı savunmak bugün için çok büyük bir tehlike değil. Sonuçta isyan bastırılmış, Seyit Rıza da asılmış.
Peki günümüzün Seyit Rıza’sı Apo söz konusu olunca? Kılıçdaroğlu işte bu meselede de aynı tavrı alıyor. Ve Apo’nun serbest bırakılmasını istiyor.
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz sene CHP Batman İl Kongresi’nde “Genel affı” savunmuş,“Toplumsal barış”ı sağlamaktan bahsetmişti.
Yani PKK silah bırakacak, Ordu operasyonları durduracak, PKK’lı olmak suç olmaktan çıkacak ve ardından af ilan edilecek. Tabii af “genel af” olacak. Yani Apo bile yararlanabilecek.
Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerinden geri adım attığını iddia edenler oldu, ama öyle bir açıklama hiç gelmedi. Aksine CHP Genel Başkanı seçildikten sonra verdiği röportajlarda Dersim İsyanı ve genel afla ilgili fikirlerinden vazgeçmediğini açıkça söyledi.
Kılıçdaroğlu’nun Batman’daki açıklamasındaki “toplumsal barış” söylemine dikkat edin. Adıyaman’daki konuşmasında da “Toplumsal barışı ancak CHP getirebilir” demişti.
“Toplumsal barış”tan kasıt PKK ile Türk Devletinin anlaşması. Kılıçdaroğlu’nun “PKK terörünü bitirmek için” elindeki sihirli değnek işte bu. Bir sonraki aşama ise Apo’nun affedilmesi.

Kılıçdaroğlu: Apo’nun Desteklediği CHP Genel Başkanı












Kılıçdaroğlu, Apo’yu affedeceğini söyleyecek de Apo boş mu duracak? O da, CHP Genel Kongerisin hemen ardından yaptığı açıklamada Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı seçilmesini olumlu bulduğunu açıklamıştı:
“Kılıçdaroğlu bir yenilik getirebilir, Kemalizmin demokratik güncellenmesi sağlanabilir. Buna bir ihtiyaç olduğunu daha önce de belirtmiştim. Önemli buluyorum.“
İşte Apo-Kılıçdaroğlu “kardeşliği”nin çok önemli bir belgesi.
Ancak Apo’nun açıklamasının daha da önemli kısmı sonunda yer alıyor:
“Hükümete, Başbakana söylüyorum, bu sorunu halletmezseniz zaten üç ay sonra gidersiniz. Ayaklarınızın altındaki toprak kayıyor. Görüyorsunuz Kılıçdaroğlu geliyor. Başbakana diyorum ki sen çözmezsen Kılıçdaroğlu çözecek.”
İlginç olan, Apo bu açıklamayı yaptıktan sonra, AKP’nin ayakları altındaki toprağın kaydığına şahit olduk. Artık AKP de Tayyip de, ABD’nin has adamı değiller. Tayyip de zaten bunu gördüğü için İsrail karşıtı rollere bürünüyor. BM’deki İran karşıtı oylamada ABD’nin istediği tavrı almıyor. ABD basınında Tayyip’in günlerinin sona erdiğine ilişkin yorumlar yapılıyor.
Gerçekten de Kürt sorununu çözmeyeceği, yani PKK’ya teslim olmayacağı, Apo’yu serbest bırakmayacağı, Kürt Açılımını devam ettirmeyeceği bile olan Tayyip’in ipi çekilmiş durumda.

Kılıçdaroğlu ile Apo’nun Ortak akıl Hocası: İsmail Beşikçi


Teröristbaşı Apo, Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı seçilince şunları söylemişti: “Kılıçdaroğlu ile Kemalizmin demokratik güncellenmesi sağlanabilir. Buna ihtiyaç olduğunu daha önce de belirtmiştim. Olumlu buluyorum.” Apo aynı açıklamasında Tayyip’i de Tehditetmişti: “Görüyorsunuz Kılıçdaroğlu geliyor. Sen çözmezsen Kılıçdaroğlu çözecek.”

Kılıçdaroğlu bir yıl önce “genel af” çıkaracağını açıklamıştı. Genel af, Apo dahil bütün PKK’lıların salıverilmesi demek. CHP Genel Başkanı seçilince bu açıklamasının arkasında durduğunu söyledi. 

11 şehit verdiğimiz gün ise “Kan kanla yıkanmaz” dedi.PKK’ya karşı yürütülen mücadeleyi ise akılsızlık ve mantıksızlık olarak nitelendirerek bütün şehitlerimizin kemiklerini sızlattı: “35 yıldır terörü silahla susturmaya çalışıyorlar. Bunlarda akıl yok, mantık yok.”

Kılıçdaroğlu ile ilgili çok çarpıcı bir başka gerçeği Birgün gazetesindeki röportajında öğreniyoruz. Anlattığına göre, en çok etkilendiği iki kitaptan biri İsmail Beşikçi’nin “Doğu Anadolu’nun Düzeni” isimli eseriymiş!

İsmail Beşikçi kim peki? 
Apo’nun ve bütün bölücü akımların akıl hocası.






Bahsedilen kitap ise Beşikçi’nin doktora tezi. Bu kitabın 1969’da yayınlanması Türk Solu içine Kürtçülük virüsünün girmesini sağlayan en önemli olaylardan biridir. O güne kadar Kürtçülük Sol içerisinde son derece tecrit ve marjinal bir hareketti. 68’in liderleri Deniz’ler, Mahir’ler, Kürtçülüğe asla prim vermez, bölücülüğe her koşulda karşı çıkar, Atatürkçü sosyalist anlayıştan taviz vermezdi.
68’de Solun genel tavrı böyleyken Beşikçi’nin bu kitabıyla birlikte Sol içine bir Kürtçülük virüsü yayılmaya başladı. Minorsky ve Nikitin gibi Rus subaylarının Türkiye’deki Kürtler üzerine 1800’lü yıllarda yazdığı istihbarat raporları bu kitapla gündeme geldi. Türkiye’nin doğusunda Kürt diye ayrı bir milli kimlik olduğu, hatta Kürtlerin Türk Devletinin ve genel olarak bütün Türklerin faşist baskısı altında bir “milli zulüm”gördüğü bu kitapla dile getirilmeye başlandı.
O güne kadar Atatürkçülükten şaşmayan sol hareket içine Atatürk düşmanlığı hatta Atatürk milliyetçiliğine ırkçı faşizm diyen anlayış bu kitapla sokuldu.
Beşikçi herhangi bir Kürtçü aydın değildir, Türkiye’de Kürtçü virüsün Sol içerisinde yaygınlaşmasını sağlamış ve PKK dahil bütün Kürtçü örgütlerin akıl hocası sayılabilecek önemli bir Kürtçü teorisyendir. Kılıçdaroğlu’nun Beşikçi’yi referans vermesi bu açıdan son derece anlamlıdır.

Kılıçdaroğlu: Pervasız Amerikancılık,

Kılıçdaroğlu’nun Apo’yla nasıl bir kardeşlik kurduğunu gördük. Sadece akıl hocaları aynı değil. Paslaşıp duruyorlar. Kılıçdaroğlu genel aftan bahsedip Apo’yu serbest bırakmayı vaat ediyor. Apo ise Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesini olumlu bulduğunu belirtiyor.
Tabii bu paslaşmanın ardında ABD var. Öyleyse Kılıçdaroğlu-ABD ilişkileri hakkında da biraz bilgi verelim.
Geçtiğimiz günlerde Amerika Türk Konseyi (ATC) Başkanı Armitage Türkiye’ye geldi. Armitage önemli bir ABD’li diplomat. Bush döneminde ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın yardımcısıydı. Başkanı olduğu ATC de aslında yarı resmi bir CIA kuruluşu.
ATC Türkiye’ye 6 yıldır ziyarete geliyormuş. Bu 6 yıl boyunca MHP ve CHP’den bir türlü randevu alamamışlar. İlk kez Kılıçdaroğlu’ndan randevu alabilmişler.
Armitage yaptığı açıklamada randevu verdiği için Kılıçdaroğlu’na teşekkür ediyor ve aynı konuşmada İsrail ve İran konusunda Tayyip Erdoğan’la farklı düşündüklerinin altını çiziyor. ABD’nin Tayyip’ten artık vazgeçtiğinin, has adam olarak da Kılıçdaroğlu’nun belirlendiğinin net bir göstergesi.
Armitage-Kılıçdaroğlu görüşmesinin bütün Türkiye’nin gözü önünde ve “Tayyip Erdoğan’la anlaşamıyoruz” açıklamasıyla birlikte gerçekleşmesi ABD’nin verdiği çok önemli bir mesaj.
Açıktan bu tür görüşmeler yapması Kılıçdaroğlu’nun Amerikancılığının ne kadar pervasız olduğunu da gösteriyor. Kılıçdaroğlu Amerikancı olduğunu göstermekten, ABD’li yetkililerle görüşmekten gocunmuyor, aksine bununla gurur duyuyor. Bunu siyasi geleceği için bir koz olarak kullanmaktan çekinmiyor.

İşte en Büyük Tehlike de bu.

Ulusalcılar Kılıçdaroğlu uğruna ABD’nin ve PKK’nın kuyruğuna mı takılacak?

Türkiye’de Ulusalcıların, Atatürkçülerin kabul edemeyeceği, asla uzlaşmayacağı birtakım şeyler vardır. Birincisi bölücülük. İkincisi Amerikancılık.
Anlaşılan bu eskilerde kaldı.
Görüldüğü üzere Kılıçdaroğlu bu iki konuda da son derece pervasızca hareket ediyor. İşin ilginci, hiçbir Ulusalcı kesimden, hiçbir Atatürkçüden bunu eleştiren tek bir kelime çıkmıyor.
Çünkü Tayyip iktidarının devrilmesi uğruna Kılıçdaroğlu kabulleniliyor.
Bu aslında Kılıçdaroğlu’nun Kürtçülüğünü, Atatürk karşıtlığını ve Amerikancılığını da kabullenmek demek. Binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce Atatürkçü bu şekilde ABD’nin ve PKK’nın kuyruğuna takılmış olacak.
Bir Amerikan işgalinde, bir PKK ayaklanmasında Türkiye’yi savunacak esas güç olan Atatürkçüler bu şekilde pasifize edilmiş oluyor.
Kılıçdaroğlu kötünün iyisi değildir. Yani Tayyip gitsin de kim gelirse gelsin diye bakılacak biri değildir. ABD’nin Kürt Devleti kurma projesinin Tayyip’ten sonraki aktörüdür.

“Yine de Tayyip’ten iyidir” de denemez onun için. Çünkü Türkler açısından çok daha tehlikeli bir Amerikancı misyonun adamıdır. Apo’yu salıverecek, Kürt devletini kabullenecek sürecin Başbakanı olacaktır Kılıçdaroğlu.

Anlaşılan Kılıçdaroğlu bu role çoktan razıdır.

Yaptıkları ve söyledikleri bunu göstermektedir.Tabii henüz son söz söylenmedi.
Kılıçdaroğlu istediği kadar Amerikancı rüzgârı arkasına almış olsun. Türkiye’nin geleceğini Amerikalılar ya da PKK’lılar değil, Türkler çizecek.Ve Türk milleti Kılıçdaroğlu’nun ihanetini asla affetmeyecek.Yeter ki biz Kılıçdaroğlu gerçeğini Türk milletine anlatabilelim…


..