26 Şubat 2015 Perşembe

APO & DOĞU PERİNÇEK İŞÇİ & VATAN PARTİSİ , ERMENİSTAN DİYALOĞU - FRANSA


APO & DOĞU PERİNÇEK İŞÇİ & VATAN PARTİSİ DİYALOĞU - FRANSA






Ermenistan’a yaptığı ziyaret sonrası sözde soykırımdan yana tavır alan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, “Soykırımı inkar eden, 1 yıl hapis ve 45 bin euro para cezasına çarptırılır” ifadesine yer veren kanun taslağına da yeşil ışık yaktı.

Fransa’da Ermeni tasarısı yeniden gündemde

Fransa Meclisi Genel Kurulu, geçen hafta Yasalar Komisyonu’nda kabul edilen, iktidardaki Halk Hareketi Birliği Marsilya milletvekili tarafından hazırlanan yasa teklifini, 19 Aralık’ta genel kurulda oylayacak. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkzoy, tasarıya yeşil ışık yaktı. Yasalar Komisyonu’nda kabul edilen yasa teklifinde, “Fransız yasaları tarafından tanınan soykırımların inkarı, bir yıl ile 45 bin euro para cezasına çarptırılır” ifadesi yer alıyor. Fransa parlamentosu, 2001’de, “Fransa, 1915 yılındaki Ermeni soykırımını tanır” ifadesiyle kaleme alınan bir yasayı onaylamıştı. Daha önce Sosyalist Parti tarafından sunulan bu tarzdaki başka bir yasa teklifi mecliste kabul edilmiş, ancak senatoda oylanamadığı için yasalaşamamıştı. Hükümetin ve Sarkozy’nin karşı çıkması yüzünden söz konusu yasa teklifini senato gündemine getirilmesi engellenmişti. Uzun süre bu tür bir yasa teklifine karşı çıkan Sarkozy, son olarak Erivan’a yaptığı ziyaret sırasında önemli tavır değişikliği içine girmiş ve bu yönde bir yasa teklifine artık sıcak baktığı mesajını vermişti.

Sarkozy destekliyor

Fransız basında çıkan haberlerde, “Sarkozy’nin, kapalı kapılar ardından iktidar partisi milletvekili ve senatörlerine bu tür bir yasa teklifine artık olumlu baktığı yolunda konuşmalar yaptığı” bildirilmişti. Yasa teklifinin ardında Sarkozy’nin olduğu yorumu yapılıyor.
Mavi bandrollü yer Sarkozy'nin 2007 seçim merkezi 


Sarkozy nin kucaginda THY Fransa ve Star Alliance Genel müdiresi - Iliski 2003'te baslamistir.

 

Can Suyundan Damla Damla Demokrasiye




Can Suyundan Damla Damla Demokrasiye,



23 Ocak 2000 Pazar 

Bugün size bir kitap reklamı yapacağım. Bu kitap vitrinleri süsleyen rengarek boyalı kapakları içinde adeta al beni diye haykıran kitaplardan değil. Basit ve sade bir dizaynı var. Fakat içinde verilen bilgiler, yıllardır bu ülkeyi idare ettiğini sanan sözde aydın yöneticilerimize gerçek bir demokrasi dersi olacak cinsten. Ülkesini, milletini, şehit kanıyla sulanmış kutsal toprağını seven gerçek bir Türk milliyetçisinin dilinin döndüğü kadar bilgi ve tecrübelerini milletinin emrine sunduğu bir şaheser yapıt. Bir yönetim klasiği.

Neden yöneticilerimiz için "demokrasi dersi" dedim. Bunu ancak bu kitabı okuyanlar öğrenebilecek. Orada yöneticilerimizin ülkemizin en önemli gerçeklerinden uzaklaşarak nelerle uğraştıklarını, bu toprakların sahibi olan Anadolu Türk Toplumunu ne kadar ihmal ettiklerini görecekler. Fakat ben kendi kendime hayıflanıyorum. Biz zaten okumuyoruz. Kutsal kitabımız KURAN'da Allahın insanoğluna ilk emri OKU'
dur. İlk emir olarak OKU diyerek başlamasına rağmen okumuyoruz. Biz milletçe okumayı sevmiyoruz. Okuyanları dikkate almıyoruz. Ama inşallah okurlar. Devlet nedir, bayrak nedir, millet nedir, nasıl yönetilir, gibi asli görevlerini öğrenirler.

Bu güzel ve değerli eseri Emekli Tümgeneral Hüseyin Sezgin hazırlamış. Kendisini bundan 23 yıl önce Kurmay Binbaşı rütbesinde iken Genelkurmay Karargahında tanıdım. İyiki tanımışım. Türkiye ve Türklük için çarpan kalbinin ,düşünen beyninin hasılasını kalemiyle milletine ulaştırdığı için kendisini kutluyorum. İnşallah bununla kalmaz daha nice böyle yol gösterici, aydınlatıcı eserler meydana getirir ve milletine sunar. Kitaptan elde etmek isteyenler için aşağıya adres çıkartılmıştır. Temas kurulduğu takdirde elde etmek mümkün olabilecektir.

Şimdi size bu eseri tanıtmak istiyorum. Fakat ben tanıtmayacağım. Kitabın önsözünün bir bölümünü aynen aşağıya aldım. Hüseyin Sezgin Paşam size kendi üslubu ile kendi eserini tanıtacak. Birlikte okuyalım.

ÖNSÖZ

1991 yılında emekli oldum. Her asker gibi bende özellikle, ülkenin sosyal, siyasi ve güvenlik meselelerine ilgi duyardım. Sivil yaşamda herhangi bir görevim olmadı. Zamanım çoktu. Ama bu sahalarda derinlemesine bir kitap verecek birikimim yoktu.

Elbette bir uzman değildim ama, kırk yıla yakın bir süre toplumun, en dinamik erkek nüfusu ile haşır neşir oldum. Onlar hep tecrübesizdiler. Onlara birşeyler vermeye çalıştım. Eksikleri ve askerlikten sonraki yaşamlarında nelerle karşılaşacakları üzerinde kafa yordum. Onları VATANDAŞ boyutunda görevler bekliyordu. Onlar Türk Halkı idi. Demokrasi ile bir türlü buluşturulamayan HALK...

Bugüne kadar HALK için neler yapılmıştı ? Siyasi Partiler mi kurulmamış, Halk Evleri mi açılmamıştı. Ama demokrasi hala topallıyor. Sonunda fatura halka ödettiriliyor,elhak!...Örnek okadar çok ki saymakla bitmez.Öncelik sırası vermeksizin aklıma geliverenleri hemen sıralayayım: Bu halk;

- Tanımadığı insanlara iradesini yükler, sonra beş yıl takip bile etmez.
- Rüşvet, yolsuzluk, nüfuz suistimalinden şikayet eder, ama durumu da rahatlıkla kabüllenir. Düzen, bu der.
- Zamları ve haksız k azançları hemen benimser.
- Darbelere, müdahalelere sıcak bakar, düzenin kurtarıcısı diye nitelendirir.
- Çocuğunu deslerden geçer not almak için okula gönderir.
- Herşeyi devletten bekler.
- Şahit olmaz ama rahatça kefil olur... Dahası var....O kadar çok ki sıralamakla bitmez...
- İnsanlarımız hem tam özgürlükten yana, ama o özgürlüğü belirleyen esas ve yaklaşımları benimsemiyor. Bağımsızlıktan yanadır ama ,bağımsızlığa yönelik tehdidi önemsemiyor bile,
- Hem emniyet ister, hemde ona tahammül etmez,
- Hem tutumdan yana, hem israftan çekinmez,
- Hem barıştan yana, hem kavgayı bırakmaz,
- Hem olsun der, hem de nemelazımcıdır.

Tabir caiz ise, karanlığımız bile karmakarışık. Doğrular, yanlışlar içiçe; uygunlar bir türlü bulunamıyor. Herkes ayni şeyleri söylüyor ama , asgari müştereklerde bir türlü buluşamıyoruz. Bu kadar karışık , karmaşık bir yapıdan kim, nasıl çıkaracak bu yüce toplumu ? Düzlüğe, esenliğe ve !...çağdaşlığa

Oysa, EGEMENLİK VE TAM BAĞIMSIZLIK ancak, ne yaptığını bilen, ve geleceğini doğrudan tayin ve tesbit edebilen ve bu avantajı sürekli olarak elinde bulunduran milletlerin hakkıdır dememişmiydi O ? Ama ne yazık ki çok partili hayata geçmesinin üzerinden elli yıldan çok bir zaman geçmesine rağmen, bunu henüz başaramadığımız üzücü de olsa ortada !...

Demekki; yalnızca halka inanarak, ona güvenerek ve onun iradesinin en üst düzeye ulaştığını zannederek, bu nutuklarla beslenerek Demokratik Laik Cumhuriyet yönetimini gerçekleştirmek mümkün olamıyor. Demekki, demokrasi için bu ön şart yeterli değildir . Şu sıralarda, bütün gel-git 'lerden sonra ulusça bunun farkına vardığımızı pek söyleyemem ama kayıplarımızın çok fazla olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim:

- Halk,TBBM'nde kendi iradesinin temsil edilip edilemediğini tam olarak fark edemedi.
- Bu süre içinde kuruların yanında yaşlar da yandı. Suçsuzlar kaybetti
- İyilerle kötüler,haklılarla haksızlar ayni kefeye kondu.İyiler kaybetti,haklılar yok oldu.
- Toplum barışını kaybetti.
- Meclis, saygınlığını kaybetti.
- Dünya zamana karşı yarıştı, Türkiye zaman kaybetti.
- Siyasi partiler güvenilirliklerini kaybetti.
- Hazine kaynaklarını kaybetti
- İşçi işini, dürüst işveren iş yerini kaybetti.

Kısaca topyekün Millet kaybetti. 
Elbette bu kayıpları birileri  kazanacaktı.
Tarihin terazisi boş kalırmı hiç.?
- İşsizlik, enflasyon, ahlaksızlık kazandı.
- İç ve dış düşmanlar kazandı.
- Mafya ve çeteler kazandı.
- Siyaset cambazları kazandı, v.b. daha niceleri... 


Bugün bu kayıplara rağmen, psikolojik yılgınlığa rağmen bugün dahi bu olumsuzlukları giderip, ülkemiz ve insanlarımız için verimli çözümlere ulaşma imkanının var olduğunu ve toplumumuzun mevcut dinamiklerinin kullanılarak düze çıkacağımıza inancım sonsuzdur diyorum. Yeter ki artık; kalıplaşmış fikirler ve günübirlik çözümler yerine, toplumumuzu hür irade ve demokrasi olgusu ile besleyebilelim. Toplumu ve olayları, ATATÜRK'ün gözü ile gözlemleyip, onun gibi düşünerek, verimsiz kalmış bu tarlayı sulayacak çözümler üretelim. ANADOLU' nun gerçek sahiplerine ve Yurdun Efendilerine bir şeyler verelim ki, bu gübresiz bırakılmış ve "CAN SUYU " ile idare eden tarla verimli hale gelebilsin.

Hüseyin Sezgin Paşa'nın kitabı bu şekilde meselelerimize bir devlet adamı ciddiyeti içinde eğilerek ve alternatif çözümler üreterek devam ediyor. Bu kitabı her Türk aydını okusun diyorum. Bana düşen ise bu güzel eserin varlığını duyurmaktır. Kitabı isteme adresi aşağıya çıkartılmıştır. Bütün iyi insanlara duyurulur.(T.T.K.)

İSTEME ADRESİ :
ŞENESENEVLER, KOCAYOL CADDESİ
ATILIM SİTESİ, A BLOK,DAİRE 28
Bostancı/İSTANBUL
TEL: (0216) 384 834

Dr. Tahir Tamer Kumkale
23 Ocak 2000 Pazar


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=7

..

FABRİKATÖR & PROVAKATÖR, ( TÜRKİYENİN POL POT'U ) Doğu Perinçek



 FABRİKA TÖR & PROVAKA  TÖR,


Analiz 17 - Fabrikatör

1/8/1991 - 11:17 - Atin 
      


















 ( TÜRKİYENİN POL POT'U ) Doğu Perinçek


Aralık 1977'de Savaşman'a suçüstü yapılmasından hemen sonra Savaşman'a suçüstü yapanlara, karşı taarruz hazırlıkları başladı.

Hiram Bey'e göre “Covert Action Operation” için kullanılan Fabrikatör, başında Doğu Perinçek'in bulunduğu bir siyasi partinin yayın organı gazetesiydi.

1968 yılında bir siyasi örgütün Federasyonu Başkanlığına gelen Doğu Perinçek 1969 yılında Milli Demokratik Devrim konusunda Mihri Belli ile arasında görüş ayrılığı çıkması üzerine, bir sol grubun liderliğini üstlenmişti.

1978 yılında Perinçek Siyasi bir parti kurdu ve genel başkanlığını üstlendi. Parti taktikleri arasında, fırsat kollamak, uzun süreli bir çalışma ve mücadele yürütmek, düşmanı daraltmak, birleşebilinecek bütün güçlerle birleşmek gibi yöntemler vardı. Hedef legal olanakları sonuna kadar kullanarak güçlenmekti.

Silahlı eylemler ilerideki aşamada düşünülmeliydi.

12 Eylülden sonra Perinçek, partisine, yasalara dikkat edilmesini, yönetim aleyhine herhangi bir tavır alınmamasını, aleyhte söz söylenmemesine özen gösterilmesini tembih etmişti. Yönetim diğerleri gibi bu partiyi de kapattı.

Perinçek, 1988'de CP'yi kurdu. Parti, Milli Demokratik Devrim stratejisini benimsemekte ve sosyalist bir devlet biçimini amaçlamaktaydı. Parti aynı zamanda bir zamanlar en büyük düşmanı olan PKK'nın ve Abdullah Öcalan'ın da propagandasını yapıyordu. İşte, Hiram Bey'in Fabrikatör'ün başı olarak nitelendirdiği Doğu Perinçek, çizgileri sık sık değişen bu adamdı...

Fabrikatör, yani gazete yayımına 1978 Mart ayının ortalarında başladı. “Ne Amerika, Ne Sovyetler Birliği” sloganları ve sokak afişleri ile ortaya çıkan parti, proleter devrimci çizgide, ABD ve Sovyet aleyhtarı tutumda, Maoist düşüncede bir görüntü sergiliyordu.

Ara sıra usulen Batı devletlerine de çatmakça bitlikte esas hedefi Emperyalist Sovyetler ve sahte TKP idi. Hiram Bey, Fabrikatör'ün arkasındaki gücün, Savaşman'ın bilgi sattığı ülkelerden biri, yani ABD, İngiltere veya bu ülkelerle menfaat bağı bulunan ve Osmanlı devrinden beri Türkiye'nin iç işlerine karışmayı adet edinen Fransa gibi sömürgeci bir devlet olduğu kanaatindeydi. Zaten bu ülkeler ve diğer birkaç Avrupa ülkesi Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri bazen hissettirerek, bazen hissettirmeden Türkiye'nin kader çizgilerini ellerinde tutuyorlardı.

Türkiye Cumhuriyetinin tarihe mal olmuş Başbakanı İsmet İnönü 1963 yılında Bakanlar kurulunda Kıbrıs bunalımı rahatsızlığını açık bir şekilde dile getirmişti. Ordular yönetmiş, savaşlar kazanmış, Cumhuriyetin kurulmasında rol almış olan İsmet Paşa bu konuda çaresiz kaldığını belirtiyor. “Daha bağımsız ve şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlerime havale edeceğim. Onlar etraflı çalışma yapacaklar, teklifler hazırlayacaklar, yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu, iğfal etmeye çalışıyorlar, muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington'un haberi oluyor. Sonucu memurumdan önce sefirimden öğreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz devleti? Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış, derdimize deva bir rapor göstermediler Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak yine biz kendi elemanlarımız ile yapıyoruz. Peki bu binlerce adam,”avara kasnak” gibi dolaşmıyor. Elbette kendileri için önemli marifetleri var. İstiklal Harbinden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar meselesi fiili bir durum idi. Tazminat işini iki devlet biz aramızda hallederdik. Bütün mücadele, idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizler vermeye hazırdılar. Dayattık, biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar , bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler,. Peygamber edası ile size dünyaları vaat ederler, imzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir Personeli gelmiştir. Üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök, gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki üç badire bunun yanında çok kolay kalır. Teşebbüs ettiğimiz zaman başımıza neler geleceğini kestiremem. “diyordu.

Dünya liderliği ve bütün dünyada yürüttüğü faaliyetler dolayısıyla haklı olarak en çok Amerika'nın ve CIA'nın adı çıkmıştı. Aşağı yukarı herkes birçok gizli faaliyetin arkasında onları arıyordu. Yurdumuzda sessiz sedasız önemli faaliyetler yürüten diğer batılı ülkelerden, birçok kimsenin fazla bilgisi olduğunu zannetmiyorum.

Fabrikatör gazetenin ilk günlerinde “Haber ve Makalelerden Sorumlu Müdürü” Aydoğan Büyüközden, eski bir örgüt üyesiydi. İstanbul'da Robert Kolejde görevli bir İngiliz'e ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalanmıştı. İngiliz'e ait bu ev, örgüt mensuplarının saklandığı bir barınak haline gelmişti.

Olayda İngiliz'in rolü pek irdelenmemişti. Kontrespiyonajla diğer ünitelerin arasındaki çalışma ve düşünce farkı bir kez daha ortaya çıkmıştı. Bir İngiliz'e ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalanan bu kişinin Fabrikatörün ilk yayınlarında sorumlu bir mevkide olması ilginçti... .

Hiram Bey'e göre Doğu Perinçek ve Fabrikatör'ün Türkiye'deki misyonu şöyleydi:

Türkiye'de hızla gelişen ve Batı dünyası için tehlikeli hale gelen Sovyet yanlısı aşırı solu, yeni bir doktrinle bölmek, birbirine düşürmek, parçalamak, etkisiz hale getirmek.

Devlet içinde, Orduda MİT'te, Poliste, Özel Harp'te kendi çizgilerinde olmayan, düşünce ve faaliyetleri ile organizatörü zor duruma düşürecek unsurları çeşitli yöntemlerle tasfiye etmek, bu kilit müesseselerde etkinliği arttırmak.

3. Türkiye'de politik ve ekonomik istikrarsızlığı pompalayan faaliyetleri devam ettirerek, ülkenin güçlenip organizatörün emelleri dışında tamamen bağımsız ve milli bir politika izlemesini engellemek. Fabrikatör 1980 yılına kadar misyonunu başarılı bir şekilde yerine getirdi.

1980'den sonra devamı olan dergiler göreve devam ettiler. Fabrikatör, 7 Ağustos 1978 günü “Kontrgerilla Şeflerini Açıklıyoruz” diye yayına başladı. İlk hedef İstanbul Bölge Daire Başkanlığı eski yardımcısıydı. Aynı gün, Fabrikatör'de Doğu Perinçek’in beyanatı da yer aldı.

Perinçek “Kıbrıs'taki Bayraktarlık Türk iyedeki tertip ve kışkırtmaların ocağıdır” diyor, “Bayraktarlığın Özel Harp Dairesinin Kıbrıs’taki Özel Şubesi olduğunu” söylüyordu. Demek ki Kıbrıs'taki Türk faaliyeti birilerini rahatsız etmiş, Özel Harp Dairesinin milli menfaatler doğrultusunda kullanılması bu birilerini kızdırmıştı. Aynı açıklamada Perinçek’e göre “Hiram Abas, 12 Marttan bu yana gerçekleştirilen bütün provokasyonlardan doğrudan doğruya sorumluydu. ,, 8 Ağustos 1978 tarihli gazetenin birinci sayfasında manşetten verilen haberi şöyleydi:"CIA'nın okullarında 4 yıl eğitilen Kontrgerilla şefi İstanbul'daki bütün provokasyon ve tertiplerin ardındaki beyin: .

M.HİRAM ABAS

* M. Hiram Abas, İstanbul'daki bütün provokasyon, tertip ve operasyonları planlayan Kontrgerilla şefiydi. CIA ve MİT adına Faik Türüne danışmanlık yapıyor. İstanbul Kontrgerilla Karargahı ile CIA ve MİT'in irtibatını sağlıyordu. * Gemi batırma olayları, Elrom olayı, Fırtına Tatbikatları gibi tertip ve saldırılar Hiram Abas'ın başı altından çıktı. * Hiram Abas, işkence ve operasyon hastası. Görevli olmadığı halde 12 Marttaki bütün baskınlara, operasyonlara en önde katıldı. Provokasyonları yönetti. Yeni işkence yöntemleri geliştirdi ve bu yöntemlerin uygulanmasına bizzat katıldı. ,, Fabrikatör, baş köşeye Hiram Bey'in 18x12 cm. ebadında bir fotoğrafını koymuştu. Fotoğrafın altında şunlar yazıyordu.

"Künyesi

Adı: Mustafa Hiram Abas

Doğum Y ılı ve Yeri: 1932- İstanbul

Ana Adı: Fatma

Baba Adı: Hilmi

Bitirdiği Okullar: 1952'de Saint Joseph Fransız Lisesi,

1957'de Siyasal Bilgiler Fakültesi.


12 Martta Görevi: CIA ve MİT adına Faik Türün'e danışmanlık Kontrgerillanın giriştiği bütün provokasyon, tertip ve saldırı harekatlarını planlamak, İstanbul Kontrgerilla Karargahı ile CIA ve MİT'in irtibatını sağlamak.

İstanbul'daki Adresi: Cemil Topuzlu Caddesi 32/2 Çiftehavuzlar Tlf.: 554170”
Bu adres Hiram Bey'in şehit edildiği tarihe kadar oturduğu evin adresi idi. Fabrikatör, Batılılara casusluk yapan bir kişinin yakalanmasında önemli rol üstlenen Hiram Abas'ı, CIA'nın adamı gibi göstererek, her şeyin arkasında CIA'yı arayan karşı güçlerin hedefi haline getirmişti. 12 yıl önce fotoğrafı, adresi, otomobilinin markası verilerek hedef gösterilen, CIA'nın değişik yerlerdeki okullarında 4 yıl eğitim gördüğü, provokasyon, sabotaj ve işkence yöntemleri öğrendiği, Mason olduğu, Marmara yolcu gemisi ile Eminönü araba vapurunun batırılması, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un öldürülmesi gibi provokasyon eylemler düzenlediği, insan öldürmeye düşkün olduğu, yeni işkence yöntemleri geliştirdiği ve sorgulananlara”cop soktuğu' iddia edilen Hiram Abas'ın bu kadar yaşaması bile mucizeydi.

Fabrikatör'ün esas gayesini bilmeyen ve oyun içinde ne gibi oyunlar olduğunu tahmin edemeyen normal bir yurttaş bile eline fırsat geçse Hiram Bey'i boğup öldürmek, böyle bir insan kasabını ortadan kaldırmak isterdi. Hiram Bey, bu yayınlardan 10 yıl kadar sonra, Müsteşar Yardımcısı olduğu zaman, ilk kez resmi temaslar için bir haftalığına Amerika'ya gitmişti. ABD'de 4 yıl sabotaj provokasyon ve işkence eğitimi gördüğü tamamen yalan ve maksatlıydı. Peki, Hiram Bey'in fotoğrafı ve biyografisi ile onun “Batum'a, Atina'ya ve 30.9.1968 ila 1.12.1970 arası Beyrut'a gönderildiği” gibi normal bir basın kuruluşunun ulaşması mümkün olmayan doğru ve gizli bilgiler Fabrikatör'ün eline nasıl geçmişti. Demek ki organizatör personelin biyografisine ve çeşitli gizli operasyonel bilgilere ulaşabilecek kadar Teşkilat'a sızabilmişti. Fabrikatör ertesi gün, yani 9 Ağustos 1978 günü yine Hiram Bey'i manşet etmişti. Hiram Bey'in evinin ve otomobilinin resimleri bulunan bu yayında şöyle deniliyordu. “Hükümet neden susuyor?

Halen Devlet Görevlisi olarak İşbaşında

M. Hiram Abas, Ankara MİT Merkezindeki MAH Başkanlığında görevli casusluk iddiası ile yakalanan MİT İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşmanı Hiram Abas ihbar etti. Hiram Abas Sabahattin Sava,ı-man olayında önemli rol oynadı.

Bilindiği gibi bu yılın başlarında MİT İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman Kıbrıs konusundaki bazı gizli karar ve haritaları CIA ve İngiliz entelijans ajanlarına verirken yakalandı ve tutuklandı. Yakalanma olayı, MİT'in Gaziosmanpaşa semtindeki “Misafir evi-Guesthouse'nde" meydana geldi. Savaşman burada, belgeleri CIA ajanı William Philips'e verirken üç MİT ajanı tarafından yakalandı. Aslında Savaşman MİT ajanlarının sürekli yaptığı işlerden birini yapıyordu. MİT ajanları gerektiği zamanlar, gelişmelerden CIA'yı haberdar eder, CIA'nın yardım ve tavsiyelerini alırlar: Ama bu seferki olayın bilinmeyen ilginç bir yönü de vardı. Savaşman'ı ihbar eden, CIA'nın okullarından yetişen ve 12 Mart sırasında bütün gelişmelerden CIA'yı haberdar eden Hiram Abas'tı. Hiram Abas, Savaşman'ı yalnızca ihbar etmekle kalmadı. Misafir Evine bizzat giderek onu yakaladı. CIA'nın adamı Hiram Abas, neden Savaşman'ı CIA ajanı diye ihbar ederek birdenbire “Vatansever” pozuna girmişti? İşin aslı şuydu: 12 Marttan sonra Hiram Abas'ın ve MİT içindeki bir kesimin itibarı sarsılmış ve bunlar tasfiye edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardı. Bir olay yaratarak tekrar itibar kazanmaları gerekiyordu. Bunun için Savaşman feda” edildi. Bu görevi de provokasyon ve baskın ustası Hiram Abas yerine getirdi. Hiram Abas, Savaşmanı yakalayarak MİT içindeki bu günkü itibarlı ve etkili yerine ulaştı. ve yerini sağlamlaştırdı. ,, Fabrikatör, Savaşman'ı müdafaa eden yazıları ile hata yapmış esas amacını belli etmişti. Fabrikatör bununla da kalmadı. 30 Temmuz 1979 tarihinde “Teşkilat, CIA'nın Orta Doğu Zinciri, Üçüncü Adamın Not Defteri” başlığı ile cezaevindeki Savaşman'ın kendi ağzından onun casusluk hikayesini yayınladı. Savaşman nedense bu ilginç hikayesini o kadar büyük ve tarafsız gazete varken belli okuyucusu olan sözde solcu, sıradan bir gazeteye vermişti... 7 gün süren casusluk hikayesi buram buram kokuyordu. CIA ve İngiliz Gizli Servisinin Ajanı Savaşman masum, tertibe, işkenceye maruz kalmış bir zavallı gibi gösteriliyordu. Esas hedef Hiram Bey ve bizlerdik. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyordu. Savaşman'ın İstihbarat Başkanı NY'den sonra Fabrikatör'ün 24 Ağustos 1978 tarihli yayınında manşet bendim.

Benden sonra 26 Ağustosta YS Albay'la ekip tamamlanmıştı. Var olmayan bir “Kontrgerilla Örgütü ,, . içinde gösterdikleri diğer kişileri topluca teşhir ederken bizlere özel bir yer ayırmışlardı:”Erenköy İşkence Merkezindeki "Binbaşı “ MEHMET EYMÜR” Yayında benim fotoğrafım diye, oturduğum evin önünde Renault bir arabaya binen dazlak başlı bir şahsın resmini basmışlardı. Resmin altında “Mehmet Eymür (Cengiz Abaoğlu),.” başlığı altında hakkımda bilgiler vermişlerdi. Fabrikatör, Hiram Bey'le ilgili yayında hata yapmış, açıklar vermiş, kaynaklarını zor duruma sokmuştu. Bu sefer basit yanlışlıklar yaparak kaynakları kurtarmaya çalışıyordu. o tarihte, Bebek'te oturduğum evin adresine ulaşan, zemin katta oturduğuma kadar bilgi edinen Fabrikatör nedense yan apartmanın en üst katında oturan bir komşunun fotoğrafını çekmek yanlışlığını yapmıştı. Ayrıca benim takma ad olarak kullandığımı söylediği “Cengiz Abaoğlu ismi de teşkilatta çalışan bir arkadaşıma aitti. Fabrikatör benimle ilgili yayında şunları ilave etmişti. “Erenköy’deki işkence merkezinde "Binbaşı “ olarak çağrılırdı.

Buradaki bütün işkenceleri M Eymür yönetti ve uyguladı. Babası eski MİTçilerden Mazhar Eymür. Babasının himmetiyle M1T içinde hızla yükseldi. Halen MİT'te önemli bir mevkide bulunuyor: Eymür 35 yaşlarında, uzun boylu, kumral, soluk benizli ve dazlak. Beşiktaş'ta Resim ve Heykel Müzesinin yanındaki MİT merkezinde çalışıyor: Küçük Bebek'te oturuyor. Muhabirlerimiz, Eymür'ün yukarıdaki fotoğrafını evinden çıkarak turuncu renkli Renault arabasına binerken çektiler.

İstanbul Kontrgerilla Karargahındaki "Beşli Çete”

İstanbul Kontrgerillasında İşkence, Provokasyon ve İstihbaratı Yöneten “Beşli Çete”den Mehmet Eymür “Cengiz Abaoğlu” takma İsmini de Kullanıyor. Eymür, Eyüp Özalkuş’un Yardımcısı olarak Erenköy İşkence Merkezindeki Bütün İşkenceleri Yönetti ve Uyguladı. Eymür1şkence Merkezinde “Binbaşı ,, Diye Çağrılırdı.

Eymür MİT içindeki MC yanlısı Cuntadan. “

Fabrikatör’ün bizlerle ilgili Deception'ını çözmek bizim için zor değildi. Ancak bizim çözmemiz bir şey değiştirmedi. Fabrikatör görevini en iyi şekilde yerine getirmiş ve zamanın Başbakanı Bülent Ecevit bile etkilenerek “Kontrgerilla, işkence” edebiyatına katılmıştı. MİT, Polis pasifize edildi. MİT sorgulardan çekildi. Özel Harp Dairesi sıkı bir denetim altına alındı. Neticede 1979'da artan iç çatışma ve istikrarsızlık 12 Eylül 1980 ihtilalini getirdi. Türkiye yine ayağa kaldırılmamış, ölmemiş ama sürünen bir ülke statüsünü muhafaza etmesi sağlanmıştı. Savaşman olayından sonra CIA ve İngiliz MI6’in başkanları, Müsteşar Hamza Gürgüç'e bu tip olayların tekerrür etmeyeceğine dair teminat vermişti. Ancak bu söz tutulmadı. Fabrikatöre, el altından bilgi veren ve yazılar hazırlayan Emekli Hava Kurmay Albay Turan Çağlar 16 Mart 1983 tarihinde İstanbul'da CIA mensubu ile gizli bir buluşma sırasında suçüstü yakalandı. MİT İstanbul Bölgesi başarılı bir çalışma yapmış, olayı iyi bir şekilde delillendirilmiş ve ayrıca tenha bir yerde gerçekleşen gizli buluşma görüntülenmişti. Amerikalı John, 34 CA 200 plakalı aracı kullanıyordu.

İhtilal faaliyeti ile ilgili "Balon Operasyonu'nda" da ismi geçen Ordu'da, Teşkilat’da üst düzeyde ilişkileri bulunan Turan Çağlar sorgusunda bu güne kadar kamuoyuna yansımayan ilginç şeyler anlatmıştı. Turan Çağlar casusluk faaliyetini on yılı aşkın bir süredir devam ettiriyordu. İngiliz Haber alma Servisi SIS'den John, Amerikan Merkezi Haber alma Servisinden Nick, Billy, John ve ismini hatırlayamadığı, “sarhoş” adını taktığı kişiler ile ilişki kurmuştu. .”Devletin emniyeti ve dahili veya beynelmilel siyasi menfaatleri icabından olarak gizli kalması gereken bilgileri” bu kişilere yazılı olarak veriyordu. Suç sabitti. Ayrıca evinde yapılan aramada da yeni birçok delil elde edilmişti. Görüleceği üzere bu olayda da CIA ve İngiliz Gizli Servisi MI6 yan yanaydı. Turan Çağlar tevkif edildi, mahkemesi kamu güvenliği sebebiyle kapalı olarak yapıldı ve yayın yasağı konuldu! Belki bir gün bu yasak kalkar ve Turan Çağlar'ın anlattığı ilginç olaylar kamuoyuna yansır. Turan Çağlar tutuklu bulunduğu cezaevinden İstanbul Bölge Daire Başkanlığına bir mektup yazdı ve sorgusu sırasında kendisine gösterilen yumuşak ve nazik muameleye teşekkür etti. Bir müddet sonra gazeteler Turan Çağlar'ın cezaevinde kalp krizinden öldüğünü yazdılar. Em. Hava Kur. Alb. Turan Çağlar gazetelerde çıkan birkaç ufak haberle kaldı ve unutulup hafızalardan silindi. İlginç olan basın kuruluşlarının hiç birinin ulaşamadığı bilgilere her nasılsa ulaşabilen Fabrikatör'ün, bu sefer bu konuda suskun kalmasıydı. Hem de Turan Çağlar eski bir kaynakları ve yazarları olduğu halde...Fabrikatör tarafından bu kadar hırpalanan Hiram Bey, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya veya batılı diğer ülkelere düşman mıydı? Hayır. Bu büyük ülkelere ve onların dünya çapında operasyonlar yürüten kuvvetli istihbarat teşkilatlarına sempati ile baktığını ve onların Türkiye ile yakın işbirliğine inandığını rahatlıkla söyleyebilirim. Suçu, yapması gerekeni yapmak, kendi devletinin menfaatlerini ön planda tutup, bu büyük ülkelerin Türkiye'deki haksız menfaatlerini engellemekti. Bu yüzden hiç affedilmedi. Fabrikatör ölümüne kadar ve hatta ölümünden sonra bile onunla uğraşmaya devam etti. Onu ölümünden sonra “Mafyanın adamı ,, “Silah Kaçakçısı ,, , , "Uyuşturucu Kaçakçısı “ olarak göstermeye gayret etti. Tanımayan, bilmeyen kişilere "layığını bulmuş " dedirtecek cinsten yayınlar yaptı. Adeta azmettirenin kendileri olduğunu belirtir ve devletin adaletine meydan okurcasına “Biz zaten gidici olduğunu çok önceden bildirmiştik” diye başlık attı. Burada, Fabrikatör’ün bütün faaliyetlerine yer verip Hiram Bey gibi vatanına bağlı, başarılı bir istihbaratçının yükselme ihtimali olduğu tüm devrelerde neler yaptığını anlatmak mümkün değil. Bunun için birçok belge ortaya koyarak ayrı bir kitap yazmak gerekir. üzücü olan ciddi haber vermesi ile tanınan birçok gazetenin Fabrikatör'ün yayınlarını kendilerine kaynak olarak kullanmasıdır. Ölümünden sonra yayınlanan ve Hiram Bey' in Amerika'da 4 yıl istihbarat eğitimi gördüğü " gibi.

Şimdi sözü Hiram Bey'e bırakalım:

“1978'de Fabrikatör gazetesinin yayınları mevcuttur. Bu gazetede benim evimin fotoğrafını çıkardılar: Benim talebelik fotoğrafımı çıkardılar. Ben işkenceci olarak gözüktüm. Ben ruhi bozuklukla köpeklerimi kurşuna dizen bir adam olarak gözüktüm, vs. Bu hemen Sabahattin Savaşmanın yakalanmasından sonradır Sabahattin Savaşman olayı güzel bir operasyondu ve ondan sonra bu yayın hemen başladı.

SORU.
Solcu Doğu Perinçek’in Amerika Hesabına Casusluk yapan bir adamı yakalayan kişiye Hasmane bir tutum alması Çelişki değil mi?


Evet.. Yalnız Perinçek’in çok iyi Etüt Edilmesi Lazımdır.

Başbakanla yaptığım Suriye seyahatinden sonra bu sefer MİT içerisinde bir sivilleşme hikayesi ortaya atıldı ve aday olarak gösterildim. Yine bir odak noktası haline geldiğim anda da, tekrar dergide, yayınlar başladı. Suriye seyahatinden sonra aleyhimde yapılan yayınlarda, bütün hikayeleri tekrarladılar. başka bir şey yok. Ve sonuçta da bu sivilleşme hikayesi herhalde kendilerini fevkalade rahatsız etti, tekrar üzerimize geldiler:Bunlar 1978ae MİT hakkındaki yayınlarla MİT'i pasif duruma sokabildiler:

SORU. Başardılar mı?

Evet.. Sadece kısa süre için başardılar: Bunu kabul edebilirsiniz, başardılar .. Şimdi 1978-88'deki benim aktivitemin, yönelmek istediğim yerler, kurduğum daire, çalışmalar, Güney Doğuda biraz terörün azalması. ve PKK faaliyetine bakarsanız, PKK faaliyeti Güney Doğuda bir eylemdir. Ama esas büyük faaliyet Avrupa'da Ermeniler gibi beynelmilel sahada muvaffak olacaklar. Para bütünüyle Avrupa’dan gelmektedir. Bu çapta bir faaliyetin tek başına bir Güney Doğu olarak düşünülmesi hatalıdır ve ben bunun için çok geniş çapta bir çalışma gerektiği kanısındayım. PKK sadece bir terör faaliyeti değildir. PKK Türkiye'yi bölme faaliyetidir. PKK Avrupa’daki Kürtleri, Kürt asıllı Türkleri bölme faaliyetidir. Bunun bir bütün halinde görülmesi lazım ve ona göre mücadeleyi Dışişleri Bakanlığı yapar ama, bize düşüyor yani eski bize. Ben bunu koruyorum. Yani neticede herhalde yine sıkıntılar başlamıştır malum yerlerde ve bunun neticesinde Doğu Perinçek yine üzerime üzerime geldi. Doğu Perinçek iyi bir kafa, kabul etmek lazım ve bunun yanında bazı başka şeyler de yapıyor Mesela benim hakkımda yazdıracağı, yazacağı bazı yazılar olursa, öğrendiklerime göre, dış ülkelerde yayınlattırıyor: Oradan iktibas ediyor, suça da girmiyor. Şimdiye kadar ben Doğu Perinçek’in yazdıkları üstüne hiç gitmedim. Benim hakkımda yaptığı en büyük suçlama, ağırıma çok giden bir suçlama benim CIA ajanı olduğum, CIA tarafından yetiştirildiğim, bunun yanında MOSSAD'la çok yakın ilişkiler içerisinde olduğum vs. Bu bir iddiaydı, üzerinde durmadım. Çünkü ben mesleğimde devletime karşı sorumluyum. Kendimi, müdafaa etmek için daha fazla afişe edemem. Aldırmadım da. ,,


Bu kitabın yazıldığı, 1990'ın son, 1991'in ilk aylarında, Fabrikatör'ün yeni tertip ve kışkırtmalar içine girdiğini, bazı düzmece telefon ihbarlarına dayanarak yayınlar yaptığını bir dönemde yayınlamış oldukları bir takım sansasyonel yalan haberleri aynı resim ve aşağı yukarı benzer laflar kullanarak yinelediklerini, ben de dahil olmak üzere bir takım insanların ağzından çıkmış gibi yorumlar vererek tüm dünyanın ve Türkiye'nin kritik günler yaşadığı şu günlerde, ülke zararına çabaya ve bitmeyen hastalıklı kampanyaya devam ettiklerini ilgi ile izliyorum. Başkalarına ajan yakıştırmasında bulunarak kendi durumlarını örtbas etme yöntemlerine de her zamanki gibi devam ediyorlar. Kanaatimce Fabrikatör basit bir yıkıcı yayın olarak düşünülmemeli, ilgililerce konu bir espiyonaj faaliyeti olarak ele alınıp, arkasındaki güçler her kimse, deşifre edilmeli, faaliyet tamamen bir casusluk faaliyeti olarak dikkate alınmalıdır. Ayrıca adli makamların da, Fabrikatör'ün sorumluları hakkında, Hiram Bey ve birçoğunun cinayeti ile ilgili olarak, cinayete azmettirmekten soruşturma açması gerekir düşüncesindeyim.



İnsan Mühendisliği




İnsan Mühendisliği



 22 Ocak 2000 Cumartesi 

Yeni bin yıla başlarken kitle iletişim araçlarının ulaştığı teknolojik seviye yaşamımızda çok hızlı bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Oysa daha yüz yıl önce 1900 lere girerken yapılan yüz yıllık değerlendirmede insan hayatında bu derece önemli ve köklü değişikliklerin olmadığı görülmüştür.

Bilim ve teknolojinin hakim olacağı yepyeni bir çağ ile hayatımızda yeni bir süreç başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bu hızlı değişimin gereklerine ayak uyduracak yeterliliğe ulaştığımızı söyleyebiliriz. Yeni yetişen nesillerimiz daha şimdiden çağı yakalama gayreti ile birlikte kendilerini çağın ihtiyaçlarına uydurma yarışı içine girmişlerdir. Bu son derece olumlu ve hepimiz için sevindirici bir gelişmedir.

Gerçek olan şu ki; bilim ve teknoloji nekadar gelişirse gelişsin , bunların özünde insan vardır. İnsan daima öndedir. Çünkü kullanacağı teknolojiyi insan kendisi yaratır. Kendi yarattığı makinaların esiri olmadan onu geliştirmek yine kendi elindedir. Hiç bir gelişme insanın değerini azaltamaz. Yeni dünya düzenini iddia edildiği gibi makinalar değil, bilgili ve kendini yetiştirme gayreti içinde olan insanlar kuracaktır.

Yaratıcı vasfı ile ön planda insan vardır. Teknolojiyi yaratan ve kullanan 2000 yılı insanının yönetimi bugün eskisi kadar kolay olmayacaktır. Yönetim; tabiatı gereği olarak bilim ve teknolojiden azami derecede yararlanacaktır. Fakat bu o’nun temel kurallarında değişikliği gerektirmez. Yöneticiler; yönetecekleri insanlar kadar onları yönetmede kullanacakları teknolojiyi de iyi bilmeli , ona hakim olmalı ve bizzat kullanabilmelidir. Karizmatik liderlerin doğal karizmasının yönetimde artık kafi gelmeyeceği açıkça görülmektedir. Liderin karizması gelişen teknoloji ile takviye edilmediği takdirde başarı şansı azalacaktır.

Binlerce yıllık , çok gelişmiş bir kültür yapısına sahip ender toplumlardan biriyiz. Buna rağmen yeni nesillerimizi motive ederken; geçmişimizi, bugünümüzü ve muhtemel yarınlarımızı ayni kültür potası içinde bütünleştirdiğimiz ve teknolojiden de azami derecede yararlandığımızı söyleyemeyiz. Sınırların kalktığı, globalleşmenin hakim olduğu, bilim toplumu haline gelme çabalarının yoğunlaştığı çağımızda bunun gerçekleşmesinin çok zor olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Dünyamızın bilinen boyutları fiziki olarak sınırlanmıştır. Oysa bu boyutlarda yaşayan insanların ihtiyaçları ise sınırsız ve adeta sonsuzdur. İki taraf arasındaki dengenin kurulması ve muhafazası gerekmektedir. Zira yaşanılan çevrenin boyutları sabit kalırken, insan nüfusu ve ihtiyaçları teknolojinin gelişmesine paralel olarak artmaktadır. Bu doğal gelişme insanlığı sürekli tehdit etmektedir. Bu durumda izlenecek tek yol doğal varlıklarımızı daha etkin olarak kullanmak ve en küçük birimlerden elde edilecek üretimi arttırmaktır. Bu işi yaparken yararlanılacak üretim araçlarının başında “YÖNETİM” ve”YÖNETİCİLER” gelmektedir.

Teknolojinin hakim unsur olduğu YÖNETİM SİSTEMLERİ bilimsel olarak bugün okullarımızda okutulmaktadır. Sistemdeki tüm YÖNETİCİLER; kendilerine verilen hedeflere ulaşmak için “PLANLAMA”, ”TEŞKİLATLANMA”, ”YÖNETME” ile bu üç temel işlevi ”DENETLEME” teknik ve metotlarını çok iyi bilmek zorundadırlar.

Düşünen, fikir sahibi olan ve bu fikrini yayabilen yegane canlı olan insanın yönetiminde son yıllarda en çok kullanılan kavramlardan biride “ İNSAN MÜHENDİSLİĞİ ”dir.

30 yıllık fiili devlet memurluğum süresinde daha kendimi tanımadan emrime verilen ve yönetmek zorunda olduğum kişileri tanımaya çalıştım. Her biri başlıbaşına bir ayrı varlık olan, hiçbiri tarafımdan seçilmeyen ve daha önce hiç görmediğim binlerce insanla uğraştım. Onların eğitimi, yetiştirilmesi, yönetim ve yönlendirilmesi gibi dünyanın bilinen en ağır görevini başarmak için çaba harcadım. Tabiri yerinde kullanmak gerekirse otuz yıl “İNSAN MÜHENDİSLİĞİ” yapabilme gayreti içinde oldum. Benim neslim interneti yeni gördü. Bilgisayarla tanışması da çok yeni. Biz bunları kullanmadan yöneticilik devrimizi tamamladık. Fakat bugün görünen tablo; bu çağda insanları bu teknolojiyi sadece bilenlerin değil , bizzat kullanabilen yöneticilerin yöneteceğidir. En fazla 10 yıl içinde bu teknolojiyi yakalayamayanların yönetim sahasını terk etmeleri kaçınılmaz bir gerçektir.

Kanaatime göre; en ileri otomasyon,elektronik beyinler,gelişmiş bilgisayar sistemleri ile bunların geliştirilmesine yarayan düşünceler, metotlar, cihazlar insanın değeri yanında daima ikinci planda kalacaklardır.

İnsan için en kıymetli şey yine İNSAN’dır.

Her insanın mesleği ve karakteri ne olursa olsun tatmin edilmesini istediği arzuları, kırılabilecek gururu, bozulabilecek siniri, okşanabilecek duyguları, gerçekleşmesi ile haz duyacağı ümitleri vardır. Bu kutsal varlık; kendi yarattığı makinaların değil birarada yaşamak zorunda olduğu toplumun ayrılmaz bir parçasıdır.
Yöneteceğimiz işçinin, hizmetlinin , memurun birbirile uyumlu bir ekip halinde ve takım ruhu içerisinde çalışarak belirlenen hedefe yönlendirilmeleri ancak; onlara anlayış göstermekle, tahammül etmekle, onları dinlemekle ve insani problemlerine psikolojik-sosyolojik açıdan ciddi olarak yaklaşmakla başarılı olabilir.

21 nci asrın İnsan Mühendisleri olan her kademedeki yöneticilerin; birlikte çalıştıkları kişilerin insan olduklarını unutmamaları gerekir. İnsanları tanımakla ve hoşgörü ile onlara yaklaşmakla doğru orantılı olarak başarının artacağı kesindir . İşte bu yüzden her mesleğin gerektirdiği bilimsel mühendislik yanında “İNSAN MÜHENDİSLİĞİ” konusunun yöneticiler tarafından çok iyi bilinmesinde büyük yararlar vardır.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
22 Ocak 2000 Cumartesi


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=6
..

Avrupa bizi Alkışlamış. Sevinelim mi?





Avrupa bizi Alkışlamış. Sevinelim mi?




21 Ocak 2000 Cuma 

Türkiyede anlayamadığım ve hiç bir zaman da anlayamayacağım bir şeyler oluyor. Ülkeyi yöneten üç partinin sayın liderleri biraraya geliyorlar ve 7.5 saat görüşüyorlar. Sonunda Türk ve dünya kamuoyu tarafından 30 000 den fazla insanımızın ölümünün baş sorumlusu olarak kabul edilen eşkiyabaşı hakkında bağımsız yargı tarafından verilen ölüm cezasının infazi işleminin ertelenmesi için karar alıyorlar. Atatürkçü geçinenler, aydın olduğunu iddia edenler tarafından tebrik ediliyor ve alkışlanıyorlar. Devlet için yaptıkları bu büyük hizmet dolayısıyla kutlanıyorlar. Kamuoyunu yöneten ve yönlendiren muhterem basın organlarımız bu başarının büyüklüğünü ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Avrupa'da çok önemli kimselerin ve kuruluşların bu muhteşem ve tarihi karar için bize "AFERİN " dediklerini vurguluyorlar.

Beyefendiler; AFFEDERSİNİZ ! Bunun adına SÖMÜRGECİLİK denir. 20 nci asrın başında ulu önder ATATÜRK tarafından tarihi yenilgiye uğratılan ve artık tarihin tozlu sayfalarına gitmeye hazırlanan sömürge yönetimi sizin uğurlu ellerinizle diriltilmiştir. Dünyaya hayırlı olsun.

Evet böyle şeyler yetiştirilerek tayin edilmiş sömürge yönetimlerinde görülür. Ne yazıktır. Bugün sömürge yönetimi izlenimi verenler; dünyada sömürge ve sömürgeciye karşı başarılı bir mücadele vererek, başta kapitülasyonlar olmak üzere kendi varlık ve egemenliğine ortak olan bütün unsurları yurdundan kovup ve tam bağımsızlığını kazanmış olan Türkiye Cumhuriyetini temsil etmektedirler.

Heyhat ki ! Ne Heyhat ! Nereden Nereye ! Atatürk 'ten; Demirellere, Ecevitlere, Yılmazlara, adı bile milliyetçi olan bir partinin lideri Devlet Beylere. Bu kadarmı zayıfız ? Bu kadarmı iradesiziz? Bizi kim idare ediyor millet olarak bilmeye hakkımız var. Sizi biz seçtik. Bu halk seçti. Sizi bu halk yıllardır o mevkilerde tuttu. Siz ise bu halka düşman olanlara , daha birkaç gün önce 6 yetişmiş vatan evladını katleden devlet ve millet
düşmanlarına arka çıkıyorsunuz. Sizde çok iyi biliyorsunuz ki, bu insanları şehid edenlerin arkasında size bugün " aferin" diyenler var. Yani bu eli kanlı PKK örgütünü hazırlayıp Türkiye Cumhuriyetinin başına musallat edenler var. Bunlar tabiidir ki sizi alkışlayacaklar. Demek ki bunu istiyormudunuz? Alkışlarınız hayırlı olsun.

Bizi Avrupaya almayacaklar korkusu niye. Biz zaten Avrupalıyız. Bugün sadece birkaç devletin birarada bulunduğu bir örgüte yaranabilmek için egemenlik hakkımızdan taviz veriyoruz. Gerek yoktur. Biz bu avrupaya 1363 te girdik. Sadece girmekle kalmadık, bugün bizim alınmamız için karar verme durumunda olan ülkeleri de asırlarca yönettik. Onlara tarihlerindeki en uzun huzur ve güven ortamını yaşattık. Bunu unutmak gaflettir.
Atatürk'ün deyimiyle delalettir.

Türkiye başlıbaşına bir devlettir. Ve BAĞIMSIZDIR. Bu bağımsızlığın bedeli ise milyonlarca Türk canı ve şehit kanıdır. İcazet almasına gerek yoktur. Halk yönetime zaten destek vermiştir. Bu en büyük ve en geçerli destektir. Başka desteğe ihtiyaç yoktur.

Şimdi sizlere soruyorum. Ey bizim sayın yöneticilerimiz!
Sizler Türkiye Cumhuriyetinin kanunlarını bilmiyormuydunuz? PKK'nın başının bağımsız Türk mahkemelerinde idamdan başka ceza alamayacağını yeni mi öğrendiniz? Bu durumda onu ve örgütünü başımıza bela edenlerin bugünkü tutum ve davranışlarını daha önceden kestiremedinizmi ? Bunun için yüksek makamlar işgal etmeye ve üniversiteler bitirmeye hiç gerek yoktu. Sokaktan geçen herhangi bir Türk insanına
sorsanız bunu size söylerlerdi.

Cevap veremiyorsunuz değil mi? Neden getirdiniz bu cani başını ülkeye. Kalsaydı İtalya'da, kalsaydı Rusyada. Hiç değilse bu kutsal vatan topraklarını mevcudiyetleri ile kirletmezlerdi. Oralarda kalsaydı." Gücümüz yoktu .Hukukumuz yetersizdi. Veya Ne yapalım vermiyorlar" diyerek bugün galeyana gelmiş , acılarını haykıran ve milletle paylaşmaya çalışan şehit yakınlarının duygularını belki bastırabilirdiniz. Ancak bugün bu şansınızı kaybettiniz. Özürünüz yoktur. Eğer var diyorsanız, bu özürünüz kabahatinizden büyük olacaktır......

Anlamak istiyorum. Ne kazandık? Basınımız söz birliği etmişcesine büyük bir başarıdan ve büyük uzlaşmanın ülke için yararından bahsediyor. Aydın bellediğimiz koca koca lakaplı gravatlı beyefendiler "aman ne güzel yaptık" diyerek seviniyorlar. Anlayamıyorum. ÇÜNKÜ YAPILANLAR AKLIMA, FİKRİME, BİLGİME ve 30 YILLIK DEVLET TECRÜBEME uymuyor.

Keşke bu milletin yetiştirdiği bir aydın olarak anlayabilsem. Ve aynen benim gibi anlamakta zorlanan bu asil millete olanları anlatabilsem.

Anladığım kavrayabildiğim ve bilebildiğim kadarıyla bunun adına " SÖMÜRGE YÖNETİMİ" denir. Hani yüce önderimizin emir ve komutası altında tarihe gönderdiğimiz yönetim. Ankarada Anıttepede Atatürk; HAYRETLE VEDE İBRETLE BU ACI MANZARAYI SEYREDİYOR. Bilin ki yattığı yerden duruma bakarak acı duyuyor ve kemikleri sızlıyor.

Yüce önderimize bunu yapmaya hakkınız olmadığını ve bu milletin bunu haketmediğini düşünüyorum. Huzurlarınızda bu asil millete sabırlar diliyorum...

Dr. Tahir Tamer Kumkale
21 Ocak 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=5

..

Genç Emekliler Cenneti Türkiye




Genç Emekliler Cenneti Türkiye,


17 Ocak 2000 Pazartesi 

Sosyal Güvenlik Bakanımız Yaşar Okuyan Türkiyenin önemli bir sorununa köklü ve kalıcı bir çözüm bulabilmek amacıyla başlattığı çalışmalar kamuoyunu çok meşgul etti. Her geçen gün durumu biraz daha kötüleşen Sosyal Sigortalar Kurumu için bir çıkış yolu olabileği düşüncesiyle emeklilik yaşı kadın ve erkeklerde 50 - 55 olarak belirlendi. Bu konuda halk yığınlarının feryatları var. Konuyu duygusallıktan ve alışkanlıktak sıyrılarak biraz deşelim.

İyi bir istatistikçi cumhuriyet döneminde işçi ve memur emeklilerinin yaşı ile ilgili bir araştırma yapacak olsa inanın işin içinden çıkamaz. Bilindiği gibi ülkemizde emeklilikte belli bir yaş sınırı yok. Kadınlarımız 20, erkeklerimiz ise 25 yıllık sigorta süresi içinde 5000 iş günü prim ödemeleri halinde emekli olabiliyor. Emekliliğin amacı; fizik ve beyin gücü ile artık yeterli bir hizmet üretemeyecek durumda olan işçi ve memura hayatının geri kalan kısmında bugüne kadar yaptıklarının karşılığı olarak rahat ve güvenli bir yaşam sağlamaktır. Daima örnek aldığımız Avrupada kadın ve erkeklerin emeklilik yaşının tesbitinde her ülkedeki kadın ve erkeklerdeki ortalama ömür yönlendirici baz olarak alınır. Bundan 10-15 yaş geriye çekilerek emeklilik yaşı tesbit edilir. Emeklilik yaşı pek çok Avrupa ülkesinde 65 yaş civarındadır. Yani Türkiyeden 5-10 kat fazla milli geliri olan zengin Avrupa devletleri kendisine verilen 35-40 yıllık hizmet karşılığında sadece 10-15 yıl daha emeklisine sosyal güvence sağlamaktadır.

Emeklinin çalıştığı zamankine nazaran daha az maaş alması doğaldır. Çünkü artık ihtiyarlık sınırına gelmişlerdir. Emeklilerin çocukları en az 35-40 yaşına ulaşmıştır. Bunların okutulması, evlendirilmesi ve iaşelerinin temini yükü artık anne ve babalarının üzerinde değildir. Aldıkları maaş ile karı-koca son derece refah içinde mutlu bir yaşam süreceklerdir.

Ülkemizde ise manzara içler acısıdır. Utanç vericidir. 18 yaşında işe giren kadınlarımız 38, erkeklerimiz ise 43 yaşında yani; gerek fizik ve gerekse bilgi bakımından en verimli oldukları bir yaşta emekli olmaktadırlar. Bu emekliler Türkiye ömür ortalaması dikkate alındığında en az 25-30 daha yaşayacaklardır. Çocukları daha tahsil çağındadır. Askerlik ve evlilik gibi sorunları durmaktadır. Bunlardan daha önemlisi psikolojik çöküntü onları beklemektedir. Genç denilecek bir yaşta "sen artık yaşlandın , bilgi ve tecrüben bizim işimize yaramıyor " denilerek çok az bir maaş ve bir oda dahi satın alamayacak kadar cüz'i bir ikramiye ile adeta sokağa terk edilmektedirler. Bu durumda evi olmayan, çocukları tahsilde olan insanlarımız çalıştığı zamankinden çok daha az bir ücret karşılığında ikinci ve bazen üçüncü bir iş yapmak durumunda kalmaktadır. Ne kadar garip bir durum ; 25 yıldır yaptığı işten " artık işe yaramıyorsun " diyerek işten çıkartılıyor. Daha önce hiç bilmediği bir işte herşeye sıfırdan başlayarak hizmet üretilmeye çalışılıyor. Ülkemizde milyonların işsiz olduğundan bahseden sayın yetkililer ve ilgililer; eğer bu ikinci iş yapmak zorunda bıraktıkları emeklilerden kendi işlerinde istifade etmenin yollarını bulsalardı ülkemizde işsizlik sorununun kalmadığını görecekler ve belkide şimdi uzakdoğudan ucuz işçi bulmak için çareler arayacaklardı.

Emeklilik sorunu ülkemizin en büyük toplumsal yarasıdır. Bir bakanın görüşü, birkaç bürokratın yönlendirmesi ile kısa vadede çözümlenecek gibi değildir. Bu güne kadar yaptığımız yanlışlarda dikkate alınarak ilgili bütün kuruluşların katılacağı kongrelerde enine-boyuna tartışılmalı, üniversite zeminlerine taşınmalı ve mutlaka neticeye bağlanmalıdır.

Yukarıda saydığım şartları bizzat yaşayan ve daha en az 10 yıl başarıyla hizmet edebilecek genç bir emekli olarak bu hususta bütün ilgilileri sağduyuya ve ülke yararı etrafında toplanmaya davet ediyorum. Bilindiği gibi toplumların gelişmişlik düzeyi sosyal faaliyetleri organize etme başarısı ile ölçülür. Yatırımın en faydalısının insana yatırım olduğu gerçeğini daima gözönünde bulunduralım. Türkiyeyi hep birlikte genç emeklilerden kurtaralım. Yaşlı ama, refah ve huzur dolu bir ömür sürecek yaşlı emekliler cenneti haline getirelim. Bunda hepimizin menfaati olduğunu unutmayalım...

Dr. Tahir Tamer Kumkale
17 Ocak 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=4

..

Hocalı Soykırımı'nın 23. yılı



Hocalı Soykırımı'nın 23. Yılı




Bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan'ın organizesiyle Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesinde yüzlerce çocuk, kadın ve ihtiyar toplu şekilde öldürüldü.

- 26 Şubat 1992

Video kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.

- İzvestiya, 4 Mart 1992

Hepimiz Ermeniyiz.

- Taksim, 19 Ocak 2012

MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan tarafından, Hocalı Katliamı'nın 21. yıldönümüde TBMM'de sunulan, 26 Şubat 1992'de yaşananların 'Soykırım' olarak tanınmasına yönelik kanun teklifi, MHP ve CHP tarafından kabul edilmiş, ancak AKP'li milletvekillerinin oyları ile reddedilmişti.

- Ajanslar, 26 Şubat 2013


http://gizlenentarihimiz.blogspot.com.tr/2015/02/hocal-soykrmnn-23-yl.html

.

Ceza vererek Atatürk'ü ve Atatürkçü Düşünce'yi koruyabilir miyiz?




Ceza vererek Atatürk'ü ve Atatürkçü Düşünce'yi koruyabilir miyiz?


15 Ocak 2000 Cumartesi 

Geçtiğimiz aylarda Kanal D'nin ARENA proğramında Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak'a ait Atatürk karşıtı fikirlerin sergilendiği kaset gündeme getirildi. Görsel ve yazılı basın konuya geniş ilgi gösterdi. Dilipak hakkında Şişli Cumhuriyet savcılığınca soruşturmanın başlatıldığı ve üç yıla kadar hapsinin istendiği bildirildi.Yorumlar birbirini izledi.Cezaların çok az olduğu,bunun için bu şekilde cüretkar ve saldırgan olunduğu dile getirildi.

Cezaların caydırıcı olmaları en önemli özelliğidir.Cezalar; insanların bu suçu bir daha işlememeleri konusunda uyarıcı ve önleyici olmalıdır. Farzedelimki Abdurrahman DİLİPAK şuçlu bulundu. Yargılandı. Cezalandırıldı ve cezası infaz edilerek üç yıl hapiste yattı. Ki bunun olması muhtemeldir. Çünkü biz bir hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde hukuk uygulanmak için yapılır ve uygulanır. Uygulanmadığı takdirde devletin gücü ve otoritesinden söz edilemez. Konuyu açık basın yoluyla izlediğimiz kadarıyla Dilipak 25.7.1951 tarihli ve 5816 sayılı "ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR HAKKINDAKİ KANUN"un 1 nci maddesine göre açıkça suç işlemiştir. Buna göre " Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden ve söven kimselere 3 yıla kadar hapis cezası "öngörülmektedir. Suç basın yolu ile işlendiği takdirde ceza arttırılmaktadır. Savcı ve hakimlerimiz bu kanunu elbette uygulayacaklardır bu onların asli görevleridir.

Gelelim konunun bir diğer önemli cephesine. Atatürk'ün tutarlı,dengeli ve uygulanabilir fikir ve düşünceleri ; bugün sadece Türk milletinin ve Türklük dünyası'nın malı değildir. Dünya insanlığının malı olarak yüzyılımıza damgasını vurmuştur. Daha çok uzun süre insanlığa ve medeni aleme ışık tutmaya ,yol göstermeğe devam edeceğide aşikardır. Bunu önlemek mümkün değildir. Bu fikir ve düşüncelerin kanunla korunmaya ve kabul ettirilmeye ihtiyacı da yoktur. Çünkü bugün çağımızda daha iyisi mevcut değildir.

Atatürk'ün bizzat kendisi; her ne kadar aykırı olursa olsun fikire karşı mücadelenin yine fikirle yapılmasını istemiştir. Bunu TBMM'de yaptığı bir konuşmada şu şekilde dile getirmiştir. " MALUM-I ALİNİZ FİKİR CERYANLARINA KARŞI FİKRE İSNAD ETMEYEN KUVVETLE MUKABELEDE BULUNMAK, O CERYANI İMHA ETMEDİKTEN BAŞKA, HERHANGİ BİR MUHATABINIZLA KONUŞULDUĞU ZAMAN ONUN HERHANGİ BİR FİKRİNİ KUVVET ZORU İLE REDDEDERSENİZ, O İSRAR EDER. BİNANALEYH FİKİR CERYANLARI CEBİR, ŞİDDET VE KUVVETLE REDDEDİLEMEZ.. BİLAKİS TAKVİYE EDİLİR. BUNA KARŞI EN MÜESSİR ÇARE; GELEN FİKİR CERYANINA MUKABİL FİKİR CERYANI VERMEK, YANİ FİKRE FİKİRLE MUKABELE ETMEKTİR."

Apdurrahman Dilipak sıradan bir insan değildir. Okuyan, araştıran ve kendi kültürüne göre oluşturduğu görüşlerini kamuoyuna yayan bir gazetecidir. Fikirlerini beğenmememiz ve katılmamamız çok doğaldır. Fakat bu beğenmediğimiz fikirler dolayısıyla onu cezalandırmakla onu bu fikirlerinden caydıramadığımız gibi, bilakis kendisini ve kendisi gibi düşünenlerin fikirlerini kuvvetlendiririz ve onları haklı çıkartarak sayılarını çoğalmasına yardımcı oluruz.

Burada iş Atatürkçü aydınlara düşmektedir. Buyrun size çok elverişli bir fikri mücadele ortamı. Bağırıp çağırmadan, kavga ve dövüş yapmadan, kanun maddelerinin ardına sığınmadan Abdurrahman Dilipak'ı sahip çıktığınız Atatürkçü cepheye çekin . Onu ,Atatürk fikir ve düşüncelerinin sarsılmaz bir savunucusu yapın. Bu şekilde Dilipak'a inanıp onun gibi düşünen kesimleride kazanın. Atatürkçü aydınlarımızı bu mücadelede görmek istiyorum. Ben şahsen her yerde ve her zeminde Atatürk karşıtı kişilerle fikir mücadelesine hazır olduğumu ilan ediyorum. Hodri Meydan...........

Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Ocak 2000 Cumartesi


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=3

..

İdam Edelim mi, Etmeyelim mi?




İdam Edelim mi, Etmeyelim mi?


11 Ocak 2000 Salı 

Televizyonlar, FLASH  HABER  olarak Tuncelide  PKK baskını  sonucunda  bir  binbaşı, bir  yüzbaşı  ve  dört  erimizin şehit edildiğini  bildiriyor. Bugün  takvimler 11 OCAK 2000'i  gösteriyor. İmralı  Mahkemesinin  bölücübaşı  eşkiyayı  idama  mahkum  ettiği  tarihi  duruşmanın  üzerinden  6 ay geçmiş. Ülke gündeminin en  önemli  maddesi hala " bu caniyi asalım mı ?" yoksa " 30 000  masum  vatandaşımızın  ölümüne  sebebiyet  verdiği  için  asmayalım  da  besleyelim mi ? "Ne  kadar  acı . Ama  gerçek....

Tarih 29 Haziran 1999. İmralı  mahkemesi  Türk  Milleti  adına, insanlık  adına  en  büyük  suçlu  Abdullah  Öcalan'a  hakettiği  cezayı  verdi. Bu  beklenen  ve  kaçınılmaz bir sonuçtu. Nitekim  birbiri  peşisıra  devam  eden  hukuk süreci  içinde  karar;  aynen  ve hiçbir  değişikliğe  uğramadan  yargı safhasını  tamamladı. Şimdi  görev  sırası  Türk  Milleti  adına  karar  verecek T.B.M.Meclisindedir . Onunda  Türk  Milleti  adına  görev  yapan  yargı  sistemimizin  gösterdği  adil  ve  kararlı  tutumu  izleyeceğinden  şüphemiz  yoktur.

Terörist yatağında ölmez....  Ölemez... Ölmemelidir... Bugüne  kadar  yatağında  eceli  ile  ölen  teröriste  rastlanmamıştır. Terör ve terörizm en  büyük  insanlık suçudur. Anarşi  ve  terör  20. yüzyılda  pekçok  ülkenin  başını  ağrıtan  önemli  bir  olgudur. İsteklerini  yasal  yollardan  yönetime  kabul  ettiremeyen  kişi  ve  kuruluşların  masum  halkı  sindirerek, korkutarak  ve  acımasızca  katlederek  isteklerini  zorla  kabul  ettirmeye  çalıştıkları  bir  yöntemdir.  Çok  yaygın  olarak  kullanılmasına  rağmen  bugüne  kadar meşru  yönetimler  karşısında  başarılı  olduklarına  rastlanılmamıştır.

Ülkemiz, soğuk savaş döneminin  başladığı  İkinci  Cihan  Harbi'ni  müteakip  1960'lı  yıllardan  itibaren  dış  destekli  ve  kaynaklı  terör hareketlerinin  her  çeşidine  sahne  oldu. Türk  insanı  40  yılı  aşkın  bir  süredir  kısa  fasılalı  huzur  ve  güven  ortamının dışında  genellikle  anarşi  ve  terör  olaylarının  doğrudan  etkisi  altında  kaldı. Ülkemizin  kalkınmasını  ve  güçlenmesini istemeyen  dış  güçler  terör  silahını  daima  kullandılar  ve  ülkemizi  kan  gölüne  çevirdiler. Türk  insanını  birbirine  kırdırdılar. Bu  konuda  her  yolu  ve  sistemi  denediler. Fakat  yanıldılar. Onlar  Türk  milletinin  çok  zengin  bir  tarihi  mirasa  sahip olduğunu, sağduyulu  ve  inançlı  bir  millet  olduğunu  her  zaman  unuttular.

Son  olarak  1978  yılında  sahneye  sürülen  Abdullah  Öcalan  başkanlığındaki  PKK  ülkenin  gündemini  yirmiiki  yıl  işgal etti. Ekonomideki  kronik  yıllık  yüksek  enflasyonun  sebebi  oldular. Can  ve  mal  güvenliğimizi, yaşama  hürriyetimizi  ortadan  kaldırdılar.  Bu  korkunç  katliam  çetesini  ortadan  kaldırmak  için  100  milyar  dolara  yakın  bir  meblağı  bize  harcattılar. 30.000 insanımız  öldü. Sonunda  Türk  milleti  kazandı. Türk  adaleti  ve  hukuk  sistemi  kendi  prosedürü  içinde başarıyla  işledi  ve terörbaşı  Öcalan  idam  cezasına  çarptırıldı.

Terör  örgütünü  başımıza  musallat  eden  Avrupa  başta  olmak  üzere  dış  mihraklar  bu  adi  katili  kurtarmak  için  elbirliği etmişcesine  Türkiye'ye  karşı  açıkça  tavır  aldılar. Bu  tavrı  çok  doğal  olarak  görmek  gerekir. Çünkü  bugüne  kadar  verdikleri  maddi  ve  manevi  destek Türk  milletinin  sağduyulu  ve  sabırlı  davranışı  ile sona  erdi. Yenilen  PKK  değildi. Onu ,eline  silah  vererek  ortaya  salan  büyük  güçlerdi.  Maskeler  bir kerre  daha  düştü.  Bu  dış  destek  Türk' ün  ne  kadar  yalnız  olduğunu  yeniden  ortaya  çıkattı.

Bizim  bir  kısım  satılmış  kalem  ve  söz  erbabımız  utanmadan  ve  de  sıkılmadan  adeta  söz birliği etmişcesine  Avrupa'nın  bizi  kınamasını  döne  döne  göstererek  son  görevlerini  yapmaya  çalışıyorlar.  Ne  acı  bir  tablo...

Beyler  dikkatli  olun. T.C. Devleti  Atatürk' ün  altıyüz  yıllık  cihan  imparatorluğunun  temeli  üzerine  oturttuğu  bağımsız  bir  ülkedir. Sömürge  değildir. Türk  halkı  kendi  kendini  idare  edecek  binlerce  yıllık  bilgi  birikimine, tecrübeye  ve  teşkilata  sahiptir. Kendi  kanunlarını  kendisi  yapar  ve  uygular. Hiçbir  ülkeye  veya  kuruluşa  diyet  borcu  yoktur  ve  hesap  verme  durumunda  değildir.  Hesap  vereceği  tek  güç  vardır.O'da  Türk  halkıdır.

Türk  halkı; 20 yıldır  beklediği  sonucu  almıştır. Sevinç  ve  gurur  gözyaşları  ülkeyi  kaplamıştır. İnsanlarımız  huzur ve  güven  duygusunun  tadını  çıkartmaktadır. " Eğer  idam  kararı edilirse Türkiye'yi  kan  gölüne  çeviririz "tehditi  yapanlar  bu  asil  milletin  sağduyusu, inancı  ve  kararlılığından  korkmalıdır. Sadece  bunlar  değil, bunları  destekleyen  sözde  insan  hakları  savunucusu  Batı da  korkmalıdır.  Ve  ne  yaptığını  bir  kere  daha  düşünüp  terörün  yanında mı, hukukun  yanında mı  kalacaklarına  karar  vermelidir.

Bizim  saygıdeğer  yöneticilerimiz  tarihe  iyi  bir  şeyler  göndermek  istiyorlarsa; kendilerini yönlendirmeye çalışan  laf  ebelerinin  değil kendilerini  bulundukları  mevkilere  taşıyan  ve  yıllardır  orada  tutan  Türk  Milletinin  sağduyulu  sesine  kulak  vermelidir.....

Dr. Tahir Tamer Kumkale
11 Ocak 2000 Salı

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=2
..

ASKER OLARAK UTANIYOR VE KIZARAN YÜZÜMÜ GÖRMEMENİZ İÇİN BAŞIMI ÖNE EĞİYORUM….




ASKER OLARAK UTANIYOR VE KIZARAN YÜZÜMÜ GÖRMEMENİZ İÇİN BAŞIMI ÖNE EĞİYORUM….


 < Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927) >

Süleyman Şah Türbesinde dalgalanan Türk Bayrağını indirerek vatan topraklarını düşmana terk edip geri çekilmek TC Devleti açısından yüz karasıdır. Kimle savaştınız ve kaybettiniz de geri çekilme ihtiyacı duydunuz.?
Bu rezil durumu zafer olarak gösteren sözde basın mensuplarına sesleniyorum.
Siz neyi alkışladığınızın farkında mısınız?
Mağlubiyetin adı zafer oldu da bizim neden haberimiz yok?
Aslında Çözüm Süreci adı altında Güneydoğuyu PKK bayraklarına terk eden AKP yönetiminin, 1000 yıllık Türk Kalesini IŞİD’e tek kurşun atmadan terk etmesi olayların doğal gelişmesi olarak görmemiz gerekiyor..
Olay çıkmasın diye Türk askerinin başına çuval geçirildi.. Sustunuz: Çuval geçirenleri kırmızı halı ve bando ile karşıladınız..
Ekonomik bunalım altında iflas durumuna gelen Yunanistan’ın burnumuzun dibindeki 16 adayı işgal etmesini görmezden geldiniz..
Cumhuriyet kadrolarının tırnaklarıyla kazıyarak kurduğu tüm müesseseleri üç kuruşa yabancılara devrettiniz.

Sanırım şimdi sıra Anıt kabirin Suudilere pazarlanarak yerine AVM yapılmasına geldi..

UYU TÜRKİYEM.. UYU… 
BAKALIM DAHA NELERİ GÖRMEZDEN GELECEKSİN..
BÖYLE DEVAM ET..
İYİ OLUYOR..UCU NASILSA SANA DOKUNMUYOR…

https://kumkale.wordpress.com/2015/02/23/asker-olarak-utaniyor-ve-kizaran-yuzumu-gormemeniz-icin-basimi-one-egiyorum/

..

23 Şubat 2015 Pazartesi

DOĞU Perinçek e göre Kıbrıs Barış Harekatı İşgal



DOĞU Perinçek e göre Kıbrıs Barış Harekatı İşgal




Medyadan Alıntılar,
7/7/2005
Aksiyon - Ufuk Hiçyılmaz
      

Doğu Perinçek’in çelişkilerle dolu hayatında Kıbrıs’ın özel bir yeri var. Bir dönem Kıbrıs’taki Türk askerî varlığını Rum ağzıyla “işgal” olarak değerlendiren Doğu Perinçek bugün neden Türk Ordusuna şükranlarını sunuyor acaba? 
Türk siyasi tarihinde en çok “söylem” değiştiren siyasi hareket lideri kimdir, dendiğinde ilk akla gelen isimdir İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek. Siyasi hayatı boyunca dün ak dediğine bugün kara deme, dün lanet yağdırdıklarına bugün methiyeler düzme, dün dost olduklarıyla bugün düşman olabilme becerisine sahiptir kendisi... 1960’ların son döneminde başlayan siyasi kariyeri hep hüsranlarla dolu olmasına karşın hâlâ koltuğunu muhafaza etmeyi başarmasını biraz da bu becerisine bağlamak gerekiyor. 
Doğu Perinçek’in devrimci solla başlayan siyasi macerasının ilk istasyonu Çin sosyalizmi yani Maoculuk oldu. Bu dönemde Türkiye’de güç kazanan Sovyet yanlısı sola yönelik sert eleştirileriyle dikkat çekti. Sol çevrelerde çıkışlarıyla adından söz ettiren Perinçek’in geniş kitleler nezdinde tepki toplayan ilk eylemi, Türkiye’nin Kıbrıs’taki Türkleri korumak için düzenlediği Barış Harekâtına yönelik açıklamaları oldu. 1990’larda yine bölücü örgütü savunan “İllegalleşen devlet en büyük terörist haline gelmiştir. Kürt illeri can pazarına dönmüştür.” açıklaması ve 2000’e Doğru dergisindeki yayınları ile halkın tepkisini toplayan Perinçek’in bu ilk çıkışının öyküsü oldukça ilginç detaylar içeriyor. 
1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtını “işgal” olarak nitelendiren Doğu Perinçek önderliğindeki Aydınlık hareketi, birçok il ve ilçede barış harekâtını kınayan salon toplantıları, korsan gösteriler, çeşitli bildiri ve afiş asma eylemleri gerçekleştirdi. “İşgale nihayet, Kıbrıs’a hürriyet”, “Kahrolsun gerici savaş” sloganları atan Perinçek hareketi, Kıbrıs Türklerinin direnişini yöneten Türk Mukavemet Teşkilatı’nı hedef alan açıklamalar yaptı. Bunun üzerine Aydınlık’ın çeşitli illerdeki büroları güvenlik güçlerince basıldı, 50 kadar kişi de tutuklandı. Ankara ve İstanbul’da bu gruba ait yayınların dağıtımı yasaklandı. Barış Harekâtı’nı Aydınlık ve Halkın Sesi dergilerinde yerden yere vuran Perinçek, daha sonra bu yazılarını kitaplaştırdı. 1976 yılında yayımlanan “Kıbrıs Meselesi” isimli kitapta Perinçek’in TSK ve Rauf Denktaş için kullandığı ifadelerle bugünkü söylemleri arasındaki zıtlık çelişki insanı şaşırtıyor. O dönemde Kıbrıs’taki Türk askerî varlığını Kıbrıslı Rumlar gibi “işgalci” olarak değerlendiren Perinçek, şunları söylüyordu: “Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgalinden sonra halkların birbirine kırdırılması, görülmedik bir noktaya ulaşmıştır. Türk işgalinin devam etmesi Yunan askerlerinin adada kalmasına neden olmakta, yeni katliam ve cinayetler için gerekli ortam yaratılmaktadır. Katliamların esas sorumlusu, Kıbrıs’ta yangınlar çıkaran iki süper devletle birlikte adadaki yabancı askeri kuvvetlerdir.” (sayfa 32)
Perinçek TSK’yı İsrail ordusuna benzetiyor 
Perinçek’in “Bağımsızlık diye diye çiğnenen bağımsızlık” başlıklı makalesindeki üslup ise ileriki yıllarda MİT ve Emniyetin maruz kalacağı karalama yöntemlerinin ilk prototiplerini içeriyordu. Türk Silahlı Kuvvetlerini “işgalci, yağmacılığa silahlı bekçilik yapan, ABD jandarması, emperyalist” gibi ifadelerle suçlayan Perinçek ağır hakaretlerde bulunuyordu: “Bugün Kıbrıs’ta durum nedir? Yabancı ülkelerin askeri müdahale ve işgalleri sonucunda Kıbrıs’ın bağımsızlığı yok edilmiştir. Kıbrıs topraklarının neredeyse yarıya yakını Türkiye’nin işgali altındadır. Bu bölgelerde egemen olan Türkiye devletinin otoritesidir. Kıbrıs bugün Türkiye’nin altmış sekizinci vilayeti durumundadır. İki gün önce ‘bağımsız Kıbrıs’ sloganının şampiyonluğunu yapan Türkiye hükümeti Kıbrıs’ı işgal ettikten sonra ülkenin bağımsızlığa kavuşmasının önündeki esas engel haline gelmiştir.” (sayfa 33-34)
İP lideri yazılarında Kıbrıs Türk toplumunu Enosis’i gerçekleştirmek için imha etmeyi planlayan Rumlara karşı düzenlenen askeri harekâtın “emperyalist ve gerici bir karakter” taşıdığını savunuyordu. Yunanistan’ın Kıbrıs’a yönelik askeri işgal politikalarına ‘yeşil ışık yakan’ Perinçek Yunan tarafının yayılmacı tavrının “Türk Ordusunun işgalini meşrulaştırmadığını” iddia edecek kadar ileri gidiyor. Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri varlığını İsrail’in Filistin’deki işgaliyle eş değer gören Perinçek burada oldukça enteresan bir örnek veriyor: “Türkiye hakim sınıfları, Kıbrıs’taki Türk toplumu üzerindeki baskıları ileri sürerek müdahalede bulundu. Yarın sözgelişi Türkiye’deki Kürt milliyetinin ezildiği ileri sürülerek yabancı bir devlet Türkiye’ye silahlı müdahalede bulunsa, bu müdahale haklı mı olacaktır?” (sayfa 46)
Kitapta TSK’ya yönelik hakaret ve eleştiriler oldukça ağır. NATO jandarmalığı yapan Türk Ordusu’nun Kıbrıs’ı ABD emperyalistlerinin Doğu Akdeniz’de batmayan bir uçak gemisi haline getirdiği iddia edilerek, bu sayede Arap halklarına karşı siyonizmi destekleyen bir Amerikan üssünün kurulduğu ileri sürülüyor: “Kıbrıs’ın işgalinden önce Türkiye ile diğer Üçüncü Dünya ülkeleri arasında gelişen dostluk ilişkileri ağır bir darbe yemiştir. Türkiye’nin ABD emperyalistlerinin işbirlikçisi olarak Ortadoğu’da ikinci bir İsrail rolü oynaması, bölge halklarıyla dostluğu baltalamıştır.” (sayfa 51) 
1990’larda terörle mücadelenin en sıcak dönemlerinde Mehmetçiğin moralini bozan ve TSK komuta kademesi arasında çatışma çıkarmayı amaçlayan yayınlarıyla gündeme gelecek olan Perinçek ekibi, bu dönemde kontrgerilla edebiyatı ve yargısız infaz haberleriyle adeta bölücü örgütün psikolojik harp ünitesi gibi hareket ediyordu. Perinçek’in Türkiye’nin milli birliğe ihtiyaç duyduğu sıcak dönemlerde kamuoyuna mal olmuş isimlere yönelik karalama kampanyalarından 1970’lerde nasibini alanlardan birisi de Kıbrıs davasının sembol ismi Rauf Denktaş’tı. Dönemin sol jargonuna uygun olarak önce “faşist” olarak takdim edilen Denktaş, aynı zamanda yine literatüre uygun olarak emek düşmanı ve yağmacı diye yaftalanmaktan kurtulamıyordu. Aradan geçen 30 yıl içinde sürekli ortama göre pozisyon alarak ayakta kalmayı başaran Perinçek hareketinin bugün Kıbrıs meselesi ve Rauf Denktaş’la ilgili düşünceleri de eskisiyle tamamen zıt bir görünüm arz ediyor.
19 Temmuz 2004 tarihli Anadolu Ajansı bültenine göre Barış Harekatı’nın 30. Yıldönümü kutlamaları için KKTC’ye giden Doğu Perinçek burada yaptığı açıklamada bir Türk olarak Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile gurur duyduklarını anlatıyordu. Doğu Perinçek, “Kendisini bütün gücümüzle, Türkiyemiz ve KKTC için destekliyoruz. KKTC devleti ve halkına desteklerimizi sunmak için bu güzel günde adamızı ziyaret ediyoruz.” diyor. Aynı konuşmasında 30 yıl önce “işgalci” dediği Türk Ordusuna bugün şükranlarını sunan Perinçek, bakın bir zamanlar Denktaş hakkında neler söylüyordu: “Kıbrıs’taki faşist Denktaş yönetimi, bu talan ve yağmayı kendi tekeline almak için kanun çıkarmak gereğini dahi duymaktadır. Cumhuriyet gazetesinin yazdığına göre, Türk birliklerinin işgali altındaki bölgede (KKTC’yi kastediyor) bir ‘Nereden buldun kanunu?’ çıkartılacaktır. Bu kanun kişisel olarak yapılan yağmayı yasaklayarak, Rumların terk ettiği mallara, Faşist Denktaş yönetimi tarafından el konulmasını sağlayacaktır. Bütün bunlar Türk Ordusu’nun silahlı bekçiliği altında yapılmaktadır.” (sayfa 65) “Nasıl Türkiye’deki sömürü, emperyalistlerin ve onların bir avuç işbirlikçisinin kasasını dolduruyorsa, Kıbrıs’taki durum da farklı değildir. Rauf Denktaş gibi emperyalist işbirlikçisi faşistlerin baskısı altındaki Kıbrıs’ın emekçileri üzerindeki baskısı devam etmektedir.” (sayfa 66) 
Bugün Birleşmiş Milletler tarafından önerilen Annan Planı gibi iki toplumlu ve çoğulcu bir çözüm önerisini ülkeye ihanet olarak gören İP lideri Perinçek, 1970’lerde bugün karşı çıktıklarını savunuyordu. “Bugün özellikle Türkiye, Kıbrıs toplumlarının birlikte yaşayamayacağını ispat etmek için düşmanlığı körüklemekte ve süper devletlerin aleti olmaktadır. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili tezleri ve çözüm teklifleri tamamen düşmanlığı devam ettirmek temeli üzerine kurulmuştur.” (sayfa 31) 
Kıbrıs belgelerini satan adamı savundu 
Doğu Perinçek’in fikrini değiştirmedi ği tek nokta İngiliz ve Fransızlarla ilgili tutumu. Kitabında Türk hükümetinin ABD’nin koltuğu altında Fransa ve İngiltere düşmanlığı yaptığını ileri sürerek, bu iki ülkeyi daha sevimli gösterme çabası içinde olduğu görülüyor. Türkiye’nin Kıbrıs harekâtına şiddetle karşı çıkan İngiltere ve Fransa’yı Üçüncü Dünya ülkeleriyle aynı çizgiye yerleştirerek sevimli hale getiren İP lideri acaba neden böyle bir gayret içine girmiş olabilirdi? MİT Kontr-terör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür’e göre Aydınlık Grubu’nun perdeleme yapmasının nedenini derinlerde aramak gerekiyor.
7 Ağustos 1978 tarihli Aydınlık gazetesinde başlayan “Kontrgerilla Şeflerini Açıklıyoruz” yazı dizisinde bu ilişkilerin netleştiğini anlatan Eymür’ün açıklamaları şöyle: “Perinçek ‘Kıbrıs’taki Bayraktarlık Türkiye’deki tertip ve kışkırtmaların ocağıdır’ diyor, ‘Bayraktarlığın Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs’taki Özel Şubesi olduğunu’ söylüyordu. Demek ki Kıbrıs’taki Türk faaliyeti birilerini rahatsız etmiş, Özel Harp Dairesi’nin milli menfaatler doğrultusunda kullanılması bu birilerini kızdırmıştı.”
Eymür, açıklamasında, Kıbrıs’taki milli faaliyetlerden rahatsızlık duyanların kimler olduğuna da açıklık getiriyor. Buna göre, Aydınlık tarafından başlatılan yazı dizisinin amacı bir casusluk faaliyetini ortaya çıkaran Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensuplarını hedef göstermek ve pişman etmekti. Eymür’e göre MİT İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı emekli kurmay albay Sabahattin Savaşman’ın Kıbrıs konusundaki bazı gizli karar ve haritaları İngiliz ve Amerikan gizli servisi mensuplarına verirken yakalanması yabancı gizli servislerde büyük rahatsızlık meydana getirmişti. Tutuklamanın hemen ardından Savaşman’a suçüstü yapanlara karşı taarruz başladı. Aydınlık gazetesinde yayımlanan bu yazı dizisi “örtülü faaliyetlerin” adresini de açıkça ortaya koyuyordu. Yazı dizisi ile İngiliz ve Amerikan gizli servisinin operasyonunu bozan MİT görevlileri ev adresleri verilerek sol terör örgütlerine hedef gösteriliyordu.
Yazı dizisinin ardından Sabahattin Savaşman’ın anılarını “Üçüncü Adam Anlatıyor” adıyla kitaplaştıran Perinçek ekibinin yollarının İngilizlerle kesişmesi sadece bununla sınırlı değil. Aydınlık gazetesinin “Haber ve Makalelerden Sorumlu Müdürü” Aydoğan Büyüközden Robert Kolej’de görevli bir İngiliz’e ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalanmıştı. Ancak Büyüközden ile İngiliz görevli arasında nasıl bir ilişki olduğu o dönemde sorgulanmadı. 
Buraya kadar anlatınlar İP liderinin zikzaklar, tutarsızlıklar ve önemli kişi olma çabasıyla ülkeye verdiği zararları gözler önüne seriyor. Kendisini biraz tanıyanların aşina olduğu bu tabloda rahatsız edici tek husus devletin ilgili birimleri ve makamlarında uzun yıllar görev yapmış isimlerin böyle bir kişiliğe itibar edebilmeleri oluyor.



http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=502

..