16 Şubat 2015 Pazartesi

ANNAN PLANI 2






ANNAN  PLANI 2







Soru: KUZEYDE KULLANDIĞI MALDAN VAZGEÇEN BİR GÜNEY GÖÇMENİNİN GÜNEYDEKİ MALINI SATARAK KAZANÇLI 
ÇIKMA OLASILIĞI YOK MU?

Yanıt: Bu olasılık çok azdır. Çünkü Annan Planına göre Güneyde Türk mallarını kullanan Rumların haklan Kuzeyde Rum mallarını kullanan Türklerle aynıdır.
Annan planının prosedürüne göz atmakta yarar vardır. Anlaşmanın imzalanması üzerine bir yıl içinde Kuzeyde ve Güneyde terk edilen taşınmaz mallan kullananlar Toprak Komisyonuna başvuracaktır. Aynı taşınmaz mallar İçin bu malların eski sahipleri de başvuracak ve malları geri isteme, satma, takas ve kiradan hangisini tercih ettiklerini bildireceklerdir.
Annan planının düzenlemesinden anlaşıldığına göre mal alımında öncelik kullanandadır. Karşı devlette bıraktığı malın bir buçuk katını geçmeme ve 
aradaki değer farkını ödeme koşuluyla yasal olarak kullandığı malı alabilecektir. Bundan sonra malın eski sahibinin tercihleri gündeme gelecektir.
Plana göre Türk malı kullanan Rumlar Kuzeydeki mallan karşılığında ve arada fark varsa nakit ödeyerek kullandıkları malları alabileceklerdir. 
Yukarıdaki hesaplama yöntemi ile Rumların Kuzeydeki malları yüksek değerleri bulacağından Güneydeki Türk mallarım almada zorlanmayacaklardır. 
Arada fark ödemeleri gerekse bile ekonomik durumları ve kredi alma olanakları daha iyi olduğu için malları almaları kolay olacaktır. 
Böylece Güneydeki Türk mallarının büyük bölümü ve Özellikle değerli olanlar bir çırpıda elden gidecektir.
Bu düzenlemeden anlaşılacağı gibi bir Güney göçmeninin Güneydeki malını satabilmesi iki koşula bağlıdır.

a) Kuzeyde kullandığı maldan vazgeçmesi.
b) Güneyde o malı kullanan Rumun burayı almak istememesi.

Bu koşullar gerçekleşirse bir Güney göçmeni Güneydeki malını satabilecektir. Ancak bunun için Kıbrıs'tan göç etmeyi veya topraksız yaşamayı göze alması gerekir. Annan planının uygulanmasından sonra Kuzeyde çoğu Rumların eline geçmiş malların fiyatı o kadar yükselecektir ki Güneydeki mallarını satanların Kuzeyde başka mal alma olanağı kalmayacaktır. İşte bu nedenle Annan Planı halkımızı göçe zorlayacak, Kıbrısta kalanları ise topraksız isçi sınıfı haline getirecektir.

Soru: KUZEYDE PARÇA DEVLETTE TAŞINMAZ MALLARIN RUMLARIN MÜLKİYETİNE GEÇECEĞİNİ SÖYLÜYORSUNUZ. HALBUKİ ANNAN 
PLANLARINDA KUZEY PARÇA DEVLETTE RUMLARIN SAHİP OLABİLECEĞİ MAL ORANI SINIRLANMIŞTIR. BU SINIRLAMA ONLARIN TÜM 
MALLARA SAHİP OLMASINI ÖNLEYECEK DEĞİL Mİ?

Yanıt: Hayır önleyecek değildir. Planda Taslak Ek 7 madde 16 da yer alan bu sınırlama bir aldatmacadan ibarettir. Annan planlarında Rumların mülkiyetinde kalacak mal oranı değişmiştir. Üçüncü plana göre kuzeyde Rumlara kalacak mallar kuzey topraklarının genelde 9HO unu köylerde ise %20 sini aşamaz. Bu maddeyi okuyanlar kuzeydeki malların mülkiyetinin genelde %90, köylerde ise %80 Türklerde kalacağını sanmakta ve rahat bir nefes almaktadır. Halbuki bu düzenlemenin hemen arkasından gelen Taslak Ek7 Kışını C "Satış, Takas ve Uzun Vadeli Kiralama" başlığını taşımaktadır. Planın bu bölümüne göre, Rumların
Kuzeydeki mallan satmaları, takas etmeleri ve uzun vadeli kiralamaları teşvik edilecektir. Madde 20 ye göre bu işlemlerin yapılması halinde artık madde 16' daki sınırlamalar geçerli olmayacaktır.
(Gör: Taslak Ek 7 madde 20. "Tasarrufu kaybedenler mallarım uzun süre kiralayabilmeleri konusunda teşvik edileceklerdir". Madde 20 a. 
"Kiralanan mallar oran kapsamından muaf tutulacaktır". Madde 19 "Kiralama parça devlette yaşayan diğer kişilere yapılabilir") Bir kişinin kiralayabileceği malın sının yoktur. Buna göre, Kuzeyde örneğin Dipkarpaz'da yaşayan bir Ruma veya Kormacitte yaşayan bir Maronit'e Kuzeydeki tüm Rum malları uzun vadeli kiralanarak veya   kiralanmış  gibi gösterilerekmümkündür. Sınırı aşmak o kadar kolaydır ki,planın böyle bir sınır koyma zahmetine girmesine hiç gerek yoktu.
Bu düzenlemeye göre Kuzeyde eşdeğercinin veya esaslı İnkişaf yapanın doğrudan alabileceği çok az miktarda malın dışındaki taşınmaz mallar basit bir kira sözleşmesinin gösterilmesi ile hiç sınırlama olmadan Kumlarda kalacaktır. Bu nedenle Annan Planının istisnalar dışında kuzey parça devletteki tüm taşınmaz malların mülkiyetini Rumlara geçireceğini söylemek hatalı değildir.

Soru: ANNAN PLANINI DESTEKLEYENLER KUZEYDE HAKSIZ MAL ALANLARIN BU MALLARI KAYBEDECEĞİNİ HAKLI MAL ALANLARIN İSE HİÇBİR 
SORUNLA KARŞILAŞMAYACAĞINI SÖYLÜYORLAR. BU DOĞRU DEĞİL Mİ?

Yanıt: Doğru değildir. KKTC de mal dağıtımında uygulanan İTEM yasasının farklı değerlendirmesi ve Annan Planının yukarıda anlatılan olağan dışı hesaplaması nedeniyle en haklı mal alanlar dahi sorunlarla karşılaşacaktır. Öyle anlaşılıyor ki planı kaleme alanlar Kuzeyde eşdeğer ve esaslı inkişafla alınabilecek malların dışındaki tüm taşınmaz malların Rumlara devrini yeterli bulmadılar ve eşdeğerle esaslı inkişaftan alınacak malların büyük bölümünün de Rumlara geçmesini sağlayacak bir düzenleme hazırladılar.
Bu konuda gerçeği ortaya çıkarmak zor olmamalıdır. Güneyde çok fazla mal bırakmış birkaç kişiyi örnek olarak ele almak ve Annan planına göre Güneydeki ve Kuzeydeki mallarının değerini hesaplayarak neyi alabileceklerini saptamak gerçeği ortaya çıkarabilir. Bunun gibi arsa satın alarak üzerine ev inşa eden birkaç kişinin arsa için ne kadar ödemek zorunda kalacağını hesaplamak da bize yardımcı olacaktır ve İnsanlarımızı ileride şok yaşamaktan koruyabilir. Özellikle Annan planını destekleyen dürüst ve samimi aydınların bu hesaplamayı yapması gerekmektedir. Güneyde ve Kuzeyde istisnalar dışında tüm taşınmaz malların Rumlara geçeceği gerçeği ortaya çıktıktan sonra topraksız Türk halkının ekonomik gelişmesini sağlayabilip sağlayamayacağı ve onurlu bir halk olarak yaşayabilip yaşayamayacağı sorusuna yanıt aramak gerekecektir.

Soru: PLANIN KIBRIS TÜRKLERİNİ GÖÇE ZORLAYACAĞINI VE İŞÇİ SINIFI HALİNE GETİRECEĞİNİ SÖYLÜYORSUNUZ. FARKLI GÖRÜŞTE 
OLANLAR BUNUN TAM TERSİNİ SÖYLÜYORLAR. BU İDDİALARIN HANGİSİ DOĞRU?

Yanıt:Annan planının Kıbrıs Türklerine hazırladığı felaket, zengin olan Rumlara yarar sağlayacak bir hesaplama yöntemi getirmesinden ibaret değildir. Annan planı KKTC'nin varlığını kabul etmiyor. Devletin Kıbrıs Türk halkına sağlayacağı korumayı ortadan kaldırıyor. Bunun yaratacağı birçok olumsuzluk vardır.
Meydana gelecek en büyük olumsuzluklardan biri de KKTC'de kamu görevli sayısının Avrupa standartlarına uygun olmaması nedeniyle kamu görevlilerinin bir bölümünün görevine son verilecek olmasıdır. Bu kişiler bundan sonra nerede iş bulup çalışacaklardır?
KKTC nin emeklilere karşı yasal sorumluluğu vardır. KKTC ortadan kalkınca bu yasal sorumluluk ortadan kalkacaktır. Bu durumda kuzey parça devletin emekli aylıklarını ödemesi arzuya ve imkâna bağlı olacaktır.
Bir kişinin kuzeyde bir arsa satın aldığını düşünelim. Yeterli eşdeğer karşılığında alınmış bir arsa değilse bu mal Ruma iade edilecektir. O zaman KKTC Tapusuna güvenerek mal almış olan kişinin zararını kim ödeyecektir? Annan planına göre bu zararı kuzey parça devlet ödeyecektir Bu şekilde tazminat alma  hakkı doğan o kadar çok kişi vardır ki kuzey parça devletin bu tazminatları ödemesi imkansızdır. 
Bütçesi son derece sıkıntıya girecek çek olan kuzey parça devletin veya oluşturucu Türk devletinin yasal acıdan sorumlu olduğu parayı ödeyemezken sorumlu olmadığı parayı, yani emeklilerin aylıklarını Ödemesi düşünülemez. Dolayısıyla Annan planı halkımızı birkaç yönden göçe zorlayacaktır.

Soru:MİTSOTAKİS ANNAN PLANININ AÇIKLANDIĞI GÜNLERDE PLANIN UYGULANMASI HALİNDE KİBRİSİN 10 YILDA YUNAN ADASINA 
DÖNÜŞECEĞİNİ SÖYLEMİŞTİ. BU GÖRÜŞ DOĞRU MU?

Yanıt: 10 yıl süre abartılıdır. Planın kabulü halinde 3 yılda Kıbrıs Türklerinin çözülmesi başlayacaktır. Çünkü bu süre İçinde Kuzeydeki taşınmaz mallar üzerindeki ekonomik faaliyetler dondurulduğundan büyük bir sıkıntı baş gösterecektir. Göçmenler l yıl içinde Toprak Komisyonuna başvuracaklar ve Komisyondan nasıl bir karar çıkacağını araştırmaya başlayacaklardır. İşte o zaman halkımız yukarıdaki hesaplama yöntemidığını anlayacaktır. Bu durum göçün başlaması demektir. Kıbrıs'ta bugün Güneyde yaşayan Türklerin konumunda yaşamaya razı olanlar kalacaktır. 
Halbuki Annan planı hesaplamaların nasıl yapılacağını çok acık bir şekilde anlatmıştır. Halkımızın bugünden bu hesaplamaları öğrenmesi ve kaç 
eşdeğerci veya ev inşa edenin elinde mal kalacaksa bunun ortaya çıkması gerekir.

Soru: ANNAN PLANININ TERKEDİLEN MALLARIN RUMLARA KALMASI SONUCUNU DOĞURACAĞINI SÖYLÜYORSUNUZ. PLAN KABUL EDİLMEDİĞİ 
TAKDİRDE AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARI İLE BU MALLAR YİNE RUMLARA KALACAK DEĞİL Mİ?

Yanıt: Hayır kalacak değildir. Annan planının kabul edilmemesi halinde KKTC vatandaşlarım koruyacak çözüm yolları bulunabilir.
Planın kabul edilmemesi değil edilmesi halinde Avrupa Birliği müktesebatı ve İnsan Haklan Mahkemesi KKTC vatandaşları İçin tehdit oluşturacaktır. 
Çünkü Annan planına göre plan, Avrupa Birliği müktesebatına uygun olduğu ölçüde geçerli olacak yani Annan planı ile KKTC deki taşınmaz malların büyük bölümünü alan Rumlar bunu yeterli bulmadıkları takdirde geriye kalanı da Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi kanalıyla alabileceklerdir.
Halbuki KKTC nin Avrupa Birliği dışında kalması ve örneğin serbest ticaret bölgesi olması halinde daha fazla kalkınma olanağı vardır. 
Ayrıca böyle bir durumda AB nin KKTC yi tanımak ve AB ye katmak için büyük gereksinimi doğacaktır. O zaman KKTC, AB ile yapacağı ikili müzakerelerde kabul ettireceği delegasyonlarla vatandaşlarını koruma olanağı bulabilir.
Avrupa İnsan Haklan Mahkemesinin Loizidu karan ve Kıbrıs'a ilişkin diğer kararlan siyasi kararlardır. Bu davalar dinlenirken Türkiye Dış İşleri davalara fazla önem vermemiş ve ciddi savunmalar yapmamıştır. Daha sonra bu kararlan siyasi kararlar olarak niteleyerek hükümleri yerine getirmeyeceğini açıklamıştır. Bu kararların siyasi amaçla verildiği açıkça ortadadır. Kararlar Türkiyeye baskı yapılmasını sağlamak, göz dağı vermek ve taviz vermeye zorlamak için verilmiştir. Mahkeme karan olmaktan çıkarak haksız Rum propagandasının bir parçası haline gelmişlerdir. 
Nitekim psikolojik savaş malzemesi olarak kullanıldıkları açıkça görülmektedir.
Loizidu kararının ne kadar hatalı bir karar olduğunu herkesin anlaması gerekir.
Bilindiği gibi, bu davada adı geçen bayan Tür-kiyenin ve Türk ordusunun Kuzeyde kalan malına gitmesine engel olduğunu iddia etmiş ve tazminat 
talep etmişti. Türk ordusu "buyur malına gidebilirsin" dese ne olacaktı? Bilindiği gibi tanınsın veya tanınmasın Kuzey Kıbrısta KKTC diye bir devlet kurulmuştur. Halkoyuna sunulmuş 1985 KKTC Anayasası ile kuzeyde Rumların terk ettiği taşınmaz mallar kamulaştırılmıştır. 
Bu kamulaştırma Rum yönetiminin yaptığı gibi gizli ve şaibeli değil acık ve en üst yasal düzeyde gerçekleşmiştir. 
Rum tarafında değerli Türk mallarının kamulaştırılması gibi yasaya aykırı ve bedelsiz değil Güneyde Türklerin terk ettiği taşınmaz mallar tazminat 
olarak gösterilerek yapılmıştır. Eşdeğer mal alan Kıbrıslı Türkler Güneydeki taşınmaz mallarını tazminat olarak verilmek üzere devlet lehine feragat 
etmişlerdir. Bu yasal düzenleme çerçevesinde Loizidu'nun mallarının tapusu da bir Türke verilmiştir. Bayan Loizidunun sorunu malına gidememek değil malının kamulaştırılmış olması idi. Oraya gittiği zaman malın sahibi ile karşılaşacağına göre evine yine giremeyecekti ve değişen bir şey olmayacaktı. Dolayısıyla davada gerçekler saptırılmıştır. Loizidu kararı KKTC'yi yok saymakta ve mal sahibi olan Kıbrıslı Türkleri insan kabul etmemektedir. 
Dolayısıyla insan haklarım ihlal eden bir karardır. Kıbrıs Türk halkına karşı cifte standart uygulamıştır. 
Hukuk tarihine bir yüz karası olarak geçecek bu kararın doğru olabilmesi için:

a)1960'da Kıbrıs'ta Türklerle Rumlar arasında bir ortaklık devleti kurulmamış olması yani Kıbrıs Türklerinin azınlık durumunda olması gerekirdi.
1963'de ortaklık şartlarını değiştirmeyi talep edenin Rumlar değil Türkler olması gerekirdi.
b)Akritas planım Rum liderlerin değil Türk liderlerin imzalaması ve Rum toplumuna karşı etnik temizlik niyetini açığa vurmaları gerekirdi.
d)15 Temmuz darbesini Yunanistanın değil Türkiye'nin yapmış olması gerekirdi.
e)1975'de Birleşmiş Milletler gözetiminde nüfus mübadelesi anlaşmasının yapılmamış olması gerekirdi.
f)Kuzeyde demokratik ve Güneydekinden daha yasal bir devlet kurulmamış olması gerekirdi.
g)1985 Anayasasının halk oyu ile yürürlüğe girmemesi gerekirdi.
ğ) Mülkiyet hakkını korumak için Kıbrıs koşullarında tazminat ödemenin uygun ve kabul edilen bîr hukuk ilkesi olmaması gerekirdi.


Bu anlatılanların tümünün tersinin doğru olduğunu biliyoruz.
Ortaklık devletini yıkan Rum yönetiminin devlet olarak tanınması ve ortaklığa sadık kalan Türk devletinin tanınmaması hukuk ilkelerine terstir. 
Buna karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bize "ne yapalım Rum devletinin tanınmasını siz veya Türkiye kabul ettiniz" diyor.
Rum yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Avrupa Birliğine girmesi Garanti Anlaşmasına ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına aykırıdır. 
Buna karşı Avrupa devletleri "ne yapalım, siz kabul ettiniz" şeklinde bir açıklama yapmaya çalışıyorlar.
Anılan planının kısa sürede Kıbrıs Türklerini göçe zorlayacağını ve kalanların ikinci sınıf insan haline geleceğini çok iyi biliyorlar. 
Buna karşılık "ne yapalım bunu siz istediniz" diyebilmek için gayret gösteriyorlar.
Kıbrıs Türk Halkına çok büyük haksızlıklar yapılmıştır. Bugün halkımız yok olma veya ikinci sınıf insan durumuna düşme tehlikesi ile karşı karşıya 
getirilmiştir. Kurtuluş yolu haksızlıklara karşı direnmektir. Kıbrıs Türk Halkının Kurtuluşu, KKTC'ye inanmak ve tanınmasını ısrarla talep etmekle  gerçekleşecektir.
KKTC tanındığı veya ambargolar kalktığı anda KKTC'nin önündeki kalkınma yollan açılacaktır. KKTC, varlığını koruyabildiği takdirde serbest ticaret bölgesi olarak AB ülkesi bir devletten çok daha fazla kalkınma olanağı bulabilir. KKTC, kendini kanıtladıkça, Loizidu kararı gibi siyasi kararlar tarihe karışacak ve dava açanlar karşılarında KKTC'nin çok daha haklı karşıt davalarını bulacaklardır. Sadece sınırların açılmış olması Loizidu kararının gerekçesini ortadan kaldırmıştır.

Soru: ANNAN PLANININ UYGULANMASI HALİNDE KISA SÜREDE KIBRISTAKİ TÜM TAŞINMAZ MALLARIN MÜLKİYETİNİN RUMLARA 
GEÇECEĞİNİ SÖYLÜYORSUNUZ. HALBUKİ RUM YÖNETİMİ DE ANNAN PLANINI İMZALAMAK İSTEMİYOR. RUMLARA BU KADAR YARAR 
SAĞLAYACAK BİR PLANDAN MEMNUN KALMALARI GEREKMEZ Mİ?

Yanıt: Annan planını tarafsız ve bilimsel bir gözle inceleyenler bu planın mülkiyet ve ekonomik konularda Rum taleplerini karşıladığını, Kıbrıs Türklerini İsrail'deki Araplar gibi Rumlara hizmet veren ikinci sınıf insanlar haline getireceğini görürler. Ancak bunlara karşı Avrupa Birliği de Rum yönetiminden bir şeyler istemektedir. Avrupa Birliği Rum Yönetimini tek basma üye kabul etmekle uluslararası anlaşmaları, kendi ilkelerini ve insan haklarım ihlal etmiştir. Doğal olarak bu sorunlardan kurtulmak istemektedir. Ayrıca iki Rum devletinin AB de 
koordineli faaliyet gösterme olasılığı AB için bir kâbustan başka bir şey değildir. Bu nedenle Avrupa Birliği kendi çıkarı için Kıbrıs Türklerini Kıbrıs Cumhuriyetine katmayı ve ortak devlette etkili bir konuma getirmeyi arzu etmekledir. Devlet yönetiminde ve dış ilişkilerde Kıbrıslı Türklere Rumları frenleme ve etkisiz hale getirme görevi vermek istemektedir. Bu görev AB için o kadar ciddi bir gereksinimdir ki gerçekleştirmek için her çareye başvuracaktır. Bu nedenle son fırsat olarak belirlenen tarihler geçtikçe konu gündemden düşmeyecek aksine 
canlanarak devam edecektir.

Rum Yönetimi ise böyle bir tavizi vermeden AB ye girme ve yerini sağlamlaştırma çabası içindedir. Annan planına karşı olmaları planın Kıbrıs 
Türklerine ekonomik alanda bir şey verecek olmasından değil ortak devlette Türklere - AB yi koruyacak ölçüde söz hakkı verecek olmasındandır.

Soru: KKTC'NİN TANINMASI VE İLERİDE AVRUPA BİRLİĞİNE GİRMESİ HALİNDE MAL SORUNUNU ÇÖZMEK DAHA DA ZORLAŞACAK DEĞİL Mİ?

Yanıt: Hayır zorlaşacak değildir.

KKTC'nin tanınması ve Avrupa Birliğine girmesi halinde KKTC ile AB arasında varılacak anlaşmaya konacak derogasyonlarla KKTC vatandaşlarının mülkiyet haklarının korunması mümkündür. Böyle bir durumda KKTC halkının korunması oldukça kolay olacaktır. Çünkü KKTC'nin istekleri AB'nin benimsediği insan hakları ilkeleri ile uyum içindedir.İnsan hakları ilkelerinin iki önemli özelliği vardır.

a)
İnsana değer verme. Yani insanın maldan ve paradan önemli olması. Buna göre Rum malı. Türkün yaşamından önemli olmamalıdır.
Bir halkın yansını göçmen durumuna düşürecek diğer yarısını ise topraksız işçi sınıfı haline getirecek bir plan insan haklarına uygun olamaz.
b)
Eşitlik. Rumlar için doğru olanın Türkler için de doğru olması. Yani çifte standart uygulanmaması. Annan planı maalesef bir çok yönden çifte standart içeren bir belgedir. Belki detarihe Birleşmiş Milletlerin hazırladığı görünüşte güzel, uygulamada bir halkı diğerinin kölesi haline getirecek bir utanç belgesi olarak geçecektir.
Birçok Avrupa devletinin yasasına göre 28 yıl bir malı kullanan kişi zamanaşımı gerekçesi ile o mala sahip olur. Birleşmiş Milletler gözetiminde nüfus mübadelesi olan bir ülkede zamanaşımı ile malların kazanıldığının kabul edilmesi gerekir.
Eğer Türk halkının yerinde Rumlar olsa Arman Planı nasıl bir düzenleme içerecekti? Şüphe yok ki malların zaman aşımı ile kazanıldığı kabul edilecekti.
Gerekli görüldüğü takdirde karşılığı olmadan taşınmaz mal alanlar için bir fon oluşturulacak ve bu kişilerin taksitlerle Ödeme yaparak mallarına sahip olmaları düzenlenecekti. Garantör devletlerle uluslararası kuruluşların bu fona katkıda bulunmaları sağlanarak mallarını yitirenlerin tazminatlarını daha erken almaları sağlanacak ve böylece şikâyetler giderilecekti. Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan bir nüfus mübadelesinden 28 yıl sonra insanların evlerini yitirmeleri ve tekrar göçe zorlanmaları tartışma konusu dahi olmayacaktı. KKTC ayrı bir üye olarak AB ye girdiğinde aynını yapılmamasını yani aynı ilkelerin KKTC halkına da uygulanmasını talep edebilir. Böyle bir talebi reddetmek kolay olmayacaktır.

Kuzeyde terk edilen Rum mallan halkoylaması sonucu kabul edilen 1985 Anayasası ile kamulaştırılmıştır. Bu malların kamulaştırılmamış olduğunu 
öne sürmek hukuka aykırı olduğu kadar KKTC halkına karşı saygısızlıktır. Ortaklık devletini zorla yıkanların yıllar sonra ödüllendirildiği, mağdur tarafın tekrar tekrar göçe zorlandığı Av-rupanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Böyle bir uygulama Avrupanın saygın vatandaşlarına karşı tasavvur dahi edilemez.
Arınan planı KKTC tapularını geçerli saymamış ve Kıbrıslı Rumların rızası olmadan Kuzeydeki mallar ellerinden alındığı için eski tapuların geçerli 
olmaya devam ettiğini kabul etmiştir. Çifte standart olmasa aynı ölçü Maraşa da uygulanacaktı. Maraşın kapalı bölgesindeki mallar da eski mal sahibi Evkafın rızası olmadan elinden alınmıştır. Hem de yasalar çiğnenerek bu İşlem gerçekleştirilmişti.

Dolayısıyla bu malların da yasal mal sahibi olan Evkafa ait olduğu kabul edilmelidir. İnsan haklan ilkeleri ışığında Rumlara sadece kimsenin oturmadığı sınır bölgeleri ile Maraşın kapalı bölgesini vermek önerilebilir. Çifte standart uygulamamak ise Maraşın kapalı bölgesinin Türk malı olarak kabul edilmesini ve toplu mal takasında tazminat olarak müzakere edilmesini gerektirir.
Annan planının hesaplama yöntemine göre Maraşın kapalı bölgesindeki malların astronomik "current value" su vardır. Çünkü "current value" 1974 savası olmasaydı ve kent normal gelişmesini sürdürseydi malların kazanacağı değeri tasarlamak ve takasta esas almak demektir. 
Çifte standart sona erdirildiği anda bu bölgenin Rumlara verilmesinin ne kadar büyük özveri olduğu ve muhtemelen Kuzeydeki tüm Rum mallarını tazmin edeceği anlaşılacaktır.

Soru: ANNAN PLANININ HAKSIZ MADDELERİNİ MÜZAKERELERLE DÜZELTMEK MÜMKÜN DEĞİL Mİ?

Yanıt: Hayır değildir. Her şeyden önce planı hazırlayan Birleşmiş Milletler görevlileri planda öze ilişkin değişiklik yapılamayacağını ifade etmektedirler. Yukarıda anlatılan ve KKTC halkını topraksız ikinci sınıf insan haline getirecek olan maddelerin tümü öze ilişkindir ve bu maddeleri müzakere ederek düzeltmek mümkün değildir.
Ciddi sorunlardan biri olan takasa tabi mallar üzerindeki İşlemlerin askıya alınması maddesini ele alalım. Bu maddenin kuzeyde ve güneyde birçok malı tartışmalı hale getireceğini, yıllarca sürecek beklemenin güneyi etkilemezken kuzeydeki ekonomik yaşamı donduracağını görmüştük.
Mallanıl Komisyon aracılığıyla tek tek takası ilkesi kabul edilince, Komisyon karar verene kadar tartışmalı mallar üzerindeki İşlemlerin durdurulması kaçınılmazdır. Ne kadar müzakere edilirse edilsin bu soruna bir çözüm bulmak mümkün değildir. Çözüm Komisyon aracılığıyla bireysel mal takasının dışına çıkarak yani Arman planını terk ederek bulunabilir.
Birleşmiş Milletler yetkilileri soyut ifadelerle planın adil olduğunu anlatmakta ancak kuzey parça devlette nerede hangi malın Türklerin tasarruf ve mülkiyetinde kalabileceği, Türklerin hangi yatırımı yapabileceği sorularını yanıtsız bırakmaktadır. Hangi parselden söz edilse basit bir araştırmadan 
sonra oranın da Rumlara geçeceği anlaşılmaktadır. Annan Planı,Adanın ekonomik anlamda bir Yunan Adası olmasına karsı bir gurup Kıbrıslı Türk bürokrat ve siyaset adamının rahat bir yaşama kavuşmasını ve Avrupa Birliği'nde Rum Yönetimini frenleme görevini yerine getirmesini arzu eden bir düşünce içinde hazırlanmıştır. Planın bu sonucu sağlamak için yıllar süren çok titiz bir çalışma ile hazırlandığı anlaşılmaktadır. 
Kötü niyetle hazırlanmış böyle bir planın müzakere ile düzelmesi mümkün değildir.
Kıbrıs'a kalıcı barış getirmek ve Kıbrıs Türk Halkına layık olduğu refah ve huzuru sağlamak için Annan Planını tamamen terk etmek, insan haklarına saygılı, cifte standart içermeyen bir plan tasarlayıp müzakere etmek gerekil.


ANNAN PLANI KKTC DEVLETİNİ Ve KIBRIS TÜRK HALKINI YOK ETMEYİ AMAÇLIYOR.

ANNAN PLANI UZLAŞI DEĞİLBİR “İŞGAL” PLANIDIR

ANNAN BELGESİNİN AYNEN KABULÜ HALİNDE KIBRIS TÜRK HALKI SİYASAL, SOSYAL, EKONOMİK, PSİKOLOJİK ve COĞRAFİ OLARAK 
ÇÖKÜNTÜYE UĞRAYACAKTIR

İŞTE KORKUNÇ SONUÇ !

- KKTC sınırları içinde toprakların   %21’i Rumlara terkedilecek,
- KKTC’nin verimli ve ekilebilir topraklarının %65’i kaybedilecek,
- 1350 işyeri kapanacak,
- Çalışan nüfusun %15’i işsiz kalacaktır

Mali müesseseler, inşaat, sağlık, eğitim, ulaştırma ve diğer sektörlerde faaliyet gösteren 553 işyeri Rumlara terkedilecek, bunun sonucunda 18.3 milyon$ milli gelir kaybı olacaktır.
Öngörülen toprak ayarlamaları sonucunda 442 ticarethane ve 188 otel ve lokanta Rumlara terkedilecektir, sonuç olarak 43 milyon $ milli gelir kaybı olacaktır İmalat sektöründe 160 işyeri Rumlara terkedilecek bölgede kalacak ve 12 milyon $ tutarında milli gelir kaybı olacaktır


SONUÇ OLARAK

Toprak tavizleri nedeniyle KKTC’nin GSMH’nın %22’sine tekabül eden 200.3 milyon $ tutarındaki milli gelir kaybı olacak Ayrıca 40 milyon $ 
bütçe gelir kaybı olacaktır.

KKTC’nin VERİMLİ TOPRAKLARININ %64.4’ü RUMLARA TERK EDİLECEKTİR

RUMLARA BIRAKILACAK BÖLGE KKTC TOPRAKLARININ %21’ine EŞİTTİR

KKTC SU KAYNAKLARININ %75.6’sı RUMLARA BIRAKILACAKTIR

ANNAN PLANINA GÖRE KKTC’ye BIRAKILAN %24.9’luk TOPRAĞIN

%27.6’sı Tarıma ve yerleşime uygun değil
%11.8’ine Rumlar Yerleşecek

TARIMDA

HUBUBAT %70
PATATES %75
NARENCİYE %67

ÜRETİMİNDE KAYIP OLACAKTIR

TARIM SEKTÖRÜNÜN TOPLAM KAYBI 127 milyon DOLAR  OLACAKTIR

Annan haritasına göre; KKTC topraklarının 682.56km2’si Rumlara terk edilecektir

KKTC toprakları 3,241.68 km2’den
2.559.12 km2’ye düşecektir

Rumlara bırakılacak topraklarda 51 yerleşim yeri terkedilecek ve asgari 55.000 Türk göç edecektir

TOPRAK DURUMU

BUGÜNKÜ ANNAN PLANI
KKTC %35 %24.9
RUM KESİMİ %59.6 %72.3


Türk nüfusunun asgari %54’ü yeniden göç etmek zorunda kalacaktır 80.000’in üzerinde Rum Türk tarafına yerleşecektir

BUGÜNKÜ DURUM (KM) %
TOPLAM KIBRIS 9,251.51   100.00
* Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 5,509.78 59.60 
* KKTC                           3,241.68 35.00
* Üstler                              256.01   2.08
* Ara Bölge                244.04   2.60


TOPLAM TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ Km2

İşlenmeye uygun olmayan toprak          706.20
Göç edecek Rumlara verilecek toprak          230.00
KKTC’de yaşayan Rumların toprağı             8.30
KKTC’deki Maronitlerin toprağı           32.10
KKTC’deki Klise ve Manastırlara ait toprak         23.17
Gazi Magosa kalesi güneyinde Rumlara bırakılacak toprak 2.08
Lefkoşa’da Rumlara verilecek toprak                           0.53
İŞLEMEYE ve YER DEĞİŞTİRMEYE UYGUN TOPRAK 1,556.74
TOPLAM;                                                     2,559.12


..

ANNAN PLANI 1






ANNAN  PLANI  1






SUNUŞ

Kıbrıs'ın Türkiye için büyük bir önemi vardır. Bu önem aynı soydan gelen aynı kültürü aynı dili paylaşan bir Türk toplumunun Kıbrıs'ta yaşıyor olmasıdır.
Sınırlarımızdan 40 deniz mili ötede bulunan adadaki Türk halkının ezilmesi, katledilmesi, kökleştirilmesi ve insan haklarından mahrum edilmesi, 
Türkiye için, Türk insanı için kabul edilemez bir durumdur.Türkiye'nin öncelikli hedefi adadaki Türk halkının barış, adası olmasını sağlamaktır. Kıbrıs Türk Cum-huriyeti'nin yıllardır uygulanan ambargo sonucunda ekonomisinin zayıflatılması ve bunun sonucunda oluşan ekonomik refah meselesinin de Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliği üyeliğiyle ilişkilendirilmesi insanlık adına hern ayıp hem talihsizlik hemde haksızlıktır. Yıllarca Kıbrıs'taki Türklere her türlü zulmü yapardan mazlum gösterme çabaları boşunadır.
Kıbrıs meselesinin halli iki halka eşit muameleden geçmektedir. Rum ne ise Kıbrıs Türkü de odur. Eşitlik için eşit şartlarda bir ortaklık kurmak gerekmektedir. Sorunun çözümüne yardımcı olmak isteyenler eşit muamele ederlerse ve (Kıbrıs Rumları Türkleri temsil edemez) sesleri daha da 
yükselirse o zaman çözüm şansı artacaktır.
Bu arada Kıbrıs Türk toplumuna da Avrupa Birliği'nin sağlayacağı ekonomik olanaklar bir havuç gibi tutularak toplumla Denktaş yönetimi arasında 
ayrılık tohumlan ekilmek istenmiştir. Bu ibret verici bir tablodur, bölücülüktür, nifak sokmaktır. Kıbrıs davası ne Denktaş'ın ne de sadece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin davasıdır. Bu dava Türk ulusunun top yekûn davasıdır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığının devamı yalnızca Kıbrıs Türklerinin güvenliği açısından değil aynı zamanda Türkiye'nin güvenliği açısından da yaşamsal önem taşımaktadır. Bunu anlamak için Doğu Akdeniz haritasına göz atmak yeterlidir. 


Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güvenliği eş anlamlıdır. Bu konuda Türkiye'nin herhangi bir ödün vermesi söz konusu dahi olamaz. Bu konuda verilecek en ufak bir ödün yalnız Kuzey Kıbrıs'tan değil kendi topraklarımızdan da verilmiş bir ödün durumuna gelecektir.Annan planı KKTC devletini ve Kıbrıs Türk halkını yok etmeyi amaçlamakta ve belge Kıbrıs Türk halkına ekonomik, sosyal ve psikolojik bir " yıkım" vaad etmektedir...
Annan belgesinin aynen kabulü halinde Kıbrıs Türk halkı siyasal, sosyal, ekonomik ve coğrafi olarak çöküntüye uğrayacaktır.
Bu plana göre Türk tarafından istenilen toprak tavizleri kabul edilemez niteliktedir. Türk tarafının elinde bulundurduğu toprakların yaklaşık dörtte 
biri bu plana göre Rumlara verilirken, bu topraklar üzerinde yaşayan yaklaşık elli beş bin kişi evlerini, işyerlerini, bahçelerini ve tarlalarını kaybediyorlar. Bu araziler KKTC topraklarının yüzde yirmi dördü civarında olmakla birlikte, KKTC'nin ekilebilen topraklarının yüzde yetmişine ulaşmakladır. Ayrıca su kaynaklarının da yüzde yetmiş biri kaybedilmiş oluyor. Üstelik bu arazilerden çıkacak insanların başka yerlere nasıl yerleşecekleri ve bu yerleşmenin nasıl finanse edileceği ise planda öngörülmemiş durumdadır.
Bütün bunlara, Mülkiyet Kurulu yoluyla evlerini kaybedecek Türkleri de eklediğimizde, karşımıza büyük bir nüfus göçü ve büyük bir ekonomik 
yıkım çıkıyor. Zira, plana göre Kuzey Kıbrıs'ta tapusu olan bütün Rumlar, oluşturulacak Mülkiyet Kurulu'na başvurmak suretiyle mallarını geri talep edebilecekler.
Kuzey1 deki tapuların hemen hemen yüzde yetmişlik kısmı 1974 Öncesinde Rumlara ait olduğundan, Kuzey'deki Türklerden evini, işyerini bağ ve bahçesini kaybedecek olanların sayısının da yaklaşık olarak altmış bin civarında olacağı tahmin ediliyor. 

Bu durumda planın uygulanması ile birlikte iki yüz bin civarındaki bir Türk nüfusundan yaklaşık yüz yirmi bin ila yüz otuz bini (120.000-130.000) 
evsiz, barksız kalacak ve işyerlerinden çıkartılmış olacaklardır. Bunun oluşturacağı yıkımın çok kapsamlı olacağını söylemeye bile gerek yoktur.
Ne Türkiye ne de KKTC, mevcut haliyle Annan Planı'nı kabul edemez. Bu planı kabul etmiyor diye Sayın Denktaş'a kızılamaz. Tam tersine Sayın Denktaş'a bu davasında sonuna kadar destek olmak gerekir. Kıbrıs Türk halkı, Yüce Türk ulusunun ayrılmaz bir parçasıdır. Verilen mücadele ulusaldır. Ve dava hepimizindir. Türk ulusu tümüyle aynı hedef için omuz omuza savaş vermektedir. Bu mücadelede hedefimiz hakkımız olanı elde etmektir. Bu nedenle beraberce verdiğimiz bu mücadelenin başarıyla sonuçlanması için herkesin desteğini açıkça göstermesi lazımdır. 
Bu mücadeleyi sonuna kadar götürme yönündeki irade ve inancımız tamdır. Kıbrıs Türk halkı egemenliğinden ödün vermeden sonsuza kadar barış ve huzur içinde yaşayacaktır. Türkiye bunun en büyük güvencecidir. Ve Türkiye varolduğu sürece Kıbrıs Türk Halkına kimsenin bir zarar vermesi olanaksızdır.
Bu kitap Annan Planı'nın toprak ile ilgili düzenlemelerinin Ankara Barosu'nca hukuksal açıdan değerlendirilmesini ve Ankara Ticaret Odası'nın 
planın somut sonuçları ile ilgili görümlerini içermektedir.Faydalı olmasını temenni ederim.

Sinan AYGÜN 
Ankara Ticaret Odası Başkanı


Annan Planı Türkleri Topraksız Bırakacak

Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliğinin Arınan Planının imzalanması için belirlediği tarihler geride kalmıştır. Buna rağmen Annan planını canlı tutmak ve yeniden gündeme getirmek isteyen çevreler vardır. Annan planı kabul edilseydi durumumuz daha iyi olacaktı diye üzülen ve büyük bir fırsatın kaçırıldığını düşünenler az değildir. Bunun en önemli nedeni halkımızın Annan planının uygulanması halinde kuzey parça devlet sınırları içinde kalacak taşınmaz malların büyük bölümünün Türk halkının mülkiyetinde kalacağına inan-masıdır. Doğal olarak bu taşınmaz mallar üzerinde konutlar, işyerleri, turistik tesisler yapılacağına ve ekonominin daha iyiye gideceğine inanılmaktadır. Halbuki Annan planı sadece güney parça devlet kontrolüne verilecek bölgelerdeki malların değil kuzey parça devlette kalacak malların mülkiyetinin de Rumlara geçmesine neden olacak bir düzenleme getirmiştir. Plan Kıbrıs Türk halkını topraksız ikinci sınıf bir halk haline getirmeyi Öngörmektedir. Planın anlaşılmayan yönlerini aydınlığa kavuşturmak ve halkımızın değerlendirmesine sunmak istiyoruz.Mülkiyet konusunda merak ettiğiniz soruların yanıtım insan sevgisi içinde hazırlanan aşağıdaki yazıda bulacaksınız.


Soru: ANNAN PLANININ İMZALANMASI HALİNDE KUZEY PARÇA DEVLETTE EKONOMİNİN GELİŞME VE İŞSİZLİĞİN AZALMA OLASILIĞI VAR MI?

Yanıt: Hayır yoktur. Çünkü Annan planına göre planın imzalanması üzerine KKTC topraklarının önemli bölümü güney parça devlete verilecek ve bu topraklar üzerinde yaşayan KKTC vatandaşları göç edip topraksız halk haline gelecektir. Kuzey parça devlet sınırları içinde kalan mallar da Rumlara geri dönecektir. Çünkü KKTC tapuları geçersiz kabul edilmekte ve eşdeğer veya esaslı inkişaf gerekçeleri ile talep edilen taşınmaz malların dışında kalan taşınmaz mallar üzerinde KKTC vatandaşlarının herhangi bir hakkı kalmamaktadır. Dolayısıyla bu malların mülkiyeti de planın imzalanması üzerine Rumlara geçecektir. Kuzeyde eşdeğer veya esaslı inkişaf gerekçeleri ile talep edilen mallar üzerindeki işlemler ise Toprak Komisyonunun kararına değin yasaklanıp askıya alınacaktır. Dolayısıyla daha ilk günden KKTC vatandaşlarının konut yapacağı, işyeri olarak değerlendireceği ve ekonomik gelişme sağlayacağı taşınmaz malları kalmayacaktır. Ancak sorun burada da sona ermiyor. Aşağıda açıklanacağı gibi eşdeğer ve esaslı inkişaf nedenleriyle talep edilen malların mülkiyeti de bir süre sonra Komisyon ve Mahkeme kararlarıyla Rumlara geçecektir ve böylece halkımız topraksız ikinci sınıf bir halk haline gelecektir
(Gör; Taslak Ek 7 Madde 5, l, c. "Komisyon yetki verinceye kadar ...etkilenen mallarla ilgili...küçük ölçekte ve ad! bakım hariç herhangi bir işlem 
yasaklanır ve askıya alınır").
 Mülkiyet konusunda üç Annan planının dü-zeniemesi aynıdır. Okuyucunun kontrol yapmasına fırsat vermek için devlet tarafından tercüme edilip dağıtılan  l.ci  Annan planına  gönderme yapmayı tercih ediyoruz.


Annan Planı kuzeyde Rumların terk ettiği, eşdeğer veya esaslı inkişaf nedeniyle talep edilen mallar üzerinde Toprak Komisyonundan İzin almadan herhangi bir işlem yapmayı yasaklamıştır. Kullanılan binanın korunması için gerekli acil ve küçük tamirler dışındaki tüm işler izne tabi olacaktır. 
Komisyonun, önünde izin için birikecek sayısız dilekçeyi erken ele alıp karar vermesi bir hayalden ibarettir. Erken karar verecek olsa bile gelecekte 
kime ait olacağı belli olmayan bir bina üzerinde iş yapılmasına izin verip konuyu daha karmaşık hale getirmesi doğru olmayacaktır. Bu nedenle Annan planı uzun süre, büyük bir olasılıkla 5 veya 10 yıl Kuzeydeki taşınmaz mallar üzerinde ekonomik faaliyet yapılmasını önleyen bir düzenleme getirmiştir. Bu düzenleme Annan planının en önemli ayıplarından biridir. Takasa tabi taşınmaz mallar üzerinde ekonomik faaliyetlerin durması Rum kesimini etkilemeyecektir. Türk kesiminde ise kalkınma olasılığını tamamen ortadan kaldıracaktır.
Taşınmaz mallan dondurulmuş ve bu mallar üzerinde yıllarca kiralama dahil herhangi bir iş yapılması yasaklanmış bir ülkede ekonominin gelişmesi 
mümkün değildir. Böyle bir ülkede ekonominin gelişebileceğini öne süren ekonomi uzmanı veya düşünür yoktur.

Soru: MÜZAKERE EDİLEREK PLANDAKİ BU SORUNUN GİDERİLMESİ MÜMKÜN DEĞİL Mİ?

Yanıt: Hayır mümkün değildir. Çünkü bu sorun Arman planının temel düzenlemesinin doğal sonucudur. Taşınmaz malların tek tek ve Komisyon 
aracılığı ile takası ilkesi kabul edilince bu malların kaderi belli oluncaya kadar ekonomik faaliyetlerin dondurulması kaçınılmazdır. Bu nedenle Türk kesiminin kalkınabilmesi için Annan planı dışına çıkmak ve toplu mal takası ilkesini benimsemek zorunludur.

Soru: TOPRAK KOMİSYONU KARAR VERDİĞİ ZAMAN KKTC DE BULUNAN KONUT İŞYERİ VE TURİSTİK TESİSLERİN KIBRISLI TÜRKLERİN 
MÜLKİYETİNDE KALMA OLASILIĞI YOK MU?

Yanıt: Hayır yoktur. Annan planına göre kuzey parça devlette kalan, Türklerin eşdeğer ve esaslı inkişaf nedenleriyle talep ettiği taşımaz malların mülkiyetinin de Rumlara geçmesi kaçınılmazdır. Bunun nedenini anlamak için Annan planında inalların değerini hesaplama yöntemini kavramak gerekir. Annan planının öngördüğü hesaplamanın zengin olanın lehine, fakirin aleyhine sonuç vermesi kaçınılmazdır.
Soru: ANNAN PLANI TAŞINMAZ MALLARIN DEĞERLERİNİN HESAPLANMASINDA NASIL BİR YÖNTEM ÖNGÖRMEKTEDİR?

Yanıt: Annan planına göre taşınmaz malların değerlendirilmesi "current value" diye isimlendirilen bir yöntemle olacaktır. Planın Türkçe tercümelerinin yanlış olduğunu söylemek mümkün değilse bile, bu tercümeler halkın anlayamayacağı bir dille kaleme alınmıştır. Herkesin daha kolay anlaması ve arzu ederse kendi tercümesini yapması içki İngilizce metne göz atmamız yararlı olacaktır.
(Gör:Taslak Ek7 Tanımlar bölümü madde4). Current value- value of a property at time of dispossession, plus an adjustment to reflect appreciation based among other things on inc-rease in average sale prices of properties in Cyprus in comparable Iocations(32) in the in-tervening period up to the date of entry into force of the Foundation Agreement.Observation(32): The calculation of the inc-rease should be based on the hypothesis that events between 1963 and 1974 had not taken place, i.e. not take into account depreciation in values due to those events; it should if possib-le therefore be based on conıparable locations where property prices were not negatively af-fected by those events.
Üç Annan planında değişmeyen bu hesaplama yöntemi Annan planının temellerinden biridir. Mitsotakisin Annan planının kabulü halinde Kıbrısın 
10 yıl içinde Yunan toprağı olacağını söylemesinin nedeni bu hesaplama yöntemidir. Kıbrıslı Rumların çok iyi kavradıkları ve her sözcüğü üzerinde 
tekrar tekrar durup ezberledikleri bu yöntemi Kıbrıs Türklerinin yeterince dikkate aldığını söylemek mümkün değildir.
Yukarıdaki kavramları mümkün olduğu ölçüde basitleştirmeye ve kolay anlaşılır hale getirmeye çalışalım. Bir taşınmaz malın "current value" sunu bulmak için;

a) Önce terk edilen malın terk edildiği tarihteki değerini hesaplamak ve buna
b) Kıbrıs'ta benzer böl gel erci e(comparable location) bulunan malların değerindeki genel artışı eklemek gerekir.





Gözlem 32' ye göre bu artış 1963 ve 1974 olaylarından olumsuz yönde etkilenmemiş bir yerdeki artış olacaktır. 1963 ve 1974 olaylarından 
taşınmaz malların değerlerinin olumsuz yönde etkilenmediği yer Güney Kıbrıs'tan başkası olamaz. Şu halde Kuzeydeki bir malın "current value" 
sunu bulmak için önce bu malın Kuzeyde terk edildiği tarihteki değerini bulmak ve daha sonra bu değere mal Güneyin benzer bir bölgesinde 
olsaydı ne ölçüde değer kazanacaksa bunu eklemek gerekir. Örneğin Girne'de bir malın değerlendirilmesi yapılırken önce bu malın 1974 öncesi 
Girnede'ki de-ğtTİr,i bu betik, sonra malın bulunduğu bölgeye benzer Güneydeki bir bölgeye yani Limasol veya Larnaka'ya gideceğiz. 
Bu kentlerde benzer bölgelerdeki malların değerinin kaç kat arttığım bulacak ve Girne'deki değeri bu rakamla çarpacağız.

Konuyu daha da basitleştirmeye çalışalım. Öncelikle Limasol ve Larnaka'da Türklerin terkettiği bir malın "current value"sunu bulmaya çalışalım. 
Terk edildiği tarihteki değer ile o bölgede malların değerindeki genel artışın dikkate alınması ne anlama gelebilir?

Bu rakam aşağı yukarı bugün o malın Limasol veya Larnaka'daki piyasa değeri olmalıdır. Dolayısıyla Güneydeki malların "current value" sunun Güneydeki malların PiYASA deleri olduğunu veya hesaplamanın üç aşağı, beş yukarı böyle çıkacağını söylemek hatalı olmaz. Konuyu daha da basitleştirmek için Güneydeki malların değerlerinin anlaşmanın imzalandığı tarihteki piyasa d eğeri eri olacağını söyleyebiliriz. 
Böyle bir değerlendirme ilk bakışta Güney göçmenleri için oldukça memnuniyet verici görünmektedir. Kuzeydeki mallar da Kuzeydeki piyasa değerine hesaplanmış olsa Arınan planında bir adalet olduğunu ve Güney göçmenlerinin mallarının karşılığını alabileceğini söyleyebilirdik. 
Ancak maalesef Annan Planının düzenlemesi böyle değildir. Plan piyasa değeri (market value) gibi herkesin anlayabileceği bir ölçüyü terkederek "current value" gibi anlaşılması güç ve şifreli bir Ölçüyü benimsemiştir. "Current value" nün esas alınması demek Kuzey'deki taşınmaz malların değeri hesaplanırken,1974 Barış Harekâtı olmasaydı bu malların ulaşacağı değeri tasarlamak demektir. Bunun için ise 1974 den etkilenmeyen bir bölgeye yani Güneye gidilmekte ve mallar Güney'de olsalardı nasıl bir değer kazanacaksa bu değer dikkate alınmaktadır. Daha farklı bir ifade ile, Annan planının hesap malların değeri aşağı yukarı bugün Güney'deki gerçek piyasa değerleri olmakta, Kuzey'deki malların değeri ise bu inallar Güney'de olsalardı ulaşacakları piyasa değeri olmaktadır.Yasa "current value" gibi bir kavramı ortaya çıkarmayıp sadece piyasa değerinden söz etse bugün Kuzey'deki malların düşük olan piyasa değerleri dikkate alınacak ve Kıbrıs Türkleri bundan yarar sağlayacaktı. Planın herkesin anlayacağı "piyasa değeri" 
kavramından uzaklaşarak "current value" kavramına başvurmasının nedeni Kuzeydeki Rum mallarının düşük olan Kuzeydeki piyasa değerine göre 
hesaplanmasını önlemektir.

Bundan sonra "kuruşu kuruşuna" diye tanımlayabileceğimiz bir takas işlemi yapılacaktır.

(Gör; Taslak Ek 7. madde12, "Kullanımında bulundurduğu inalın değeri kaybettiği malın değerinden %50 fazla değilse başvuru kabul edilecektir")
Yani plan Güneyde malı olan bir Türke Güneydeki malının bir bucuk değerini yememe koşuluyla Kuzeyde kullandığı malı alma hakkı tanınmaktadır. 
Bu oranı geçmeme koşuluyla kullanan kişi malı otomatik olarak alabilecektir. Ancak aradaki değer farkını ödemesi gerekir. Eğer kullandığı mal Güneydeki malın bir buçuk katından daha değerli ise o zaman malı alması Komisyonun takdirine bağlı olacaktır. Şüphe yok ki, bu halde de aradaki değer farkının son kuruşuna kadar ödenmesi gerekecektir. Para ödenmeden kullanılan malın tapusunu almak mümkün değildir.

(Gör: Taslak Ek 7 madde 12.5. "Tapunun devrinden önce farkın ödenmesi gerekir")

(Gör:Taslak Ek 7 madde6.5. "Tüm ödemeler yapılıncaya dek mal devri yapılmayacaktır") Kullanan kişiye bir tarih verilecek ve bu tarihe kadar parayı ödemediği takdirde kullandığı maldaki haklarım kaybedecektir.

Soru: ANNAN PLANINA GÖRE KUZEYDE KIBRIS TÜRKLERİNİN MÜLKİYETİNDE KALABİLECEK MALLAR HANGİLERİDİR?

Yanıt: Annan planı terkedilmiş Rum mallarının sadece eşdeğer ve esaslı inkişaf nedenleri ile Türkler tarafından alınmasına olanak tanımaktadır. Eşdeğer ve esaslı inkişaf nedeniyle talep edilen malların dışında kalan malların mülkiyeti ilk günden Rumlara geçecektir. Ancak sorun burada sona ermiyor. Yukarıdaki hesaplama yöntemi nedeniyle eşdeğercilerle esaslı inkişaf yapanların da kullandıkları malları almaları kolay olmayacaktır.

Bir benzetme yaparsak; Annan planı dünyanın gelişmemiş veya geliştirilmemiş bir bölgesinde yaşayan ve ekonomik sıkıntı içinde olan bir kişiye "senin oturduğun eve sahip olmana izin vereceğiz. Ancak İçinde yaşadığın toplumun ekonomik koşullarını ve piyasa değerlerini dikkate almıyoruz. Evin ekonomik yönden gelişmiş bir ülkenin pahalı bir bölgesinde olduğunu varsayarak değer biçeceğiz, senin de zengin bir toplumda para kazandığını varsayarak ödemeni bekleyeceğiz. Son kuruşuna kadar Ödemeden tapu almak yok. Ödeye-mezsen malı kaybedeceksin" demektedir.Yukarıdaki hesaplama yöntemine göre; Ku-zey'deki konut, işyeri ve turistik tesislerin değeri Güneyde oldukları varsayılarak hesaplanacaktır. Güneyde turistik yerlerin fiyatları konusunda az çok bilgi sahibi olanlar böyle bir hesaplamadan sonra Türklerin Kuzeydeki turistik yerlere sahip 
olamayacağını çok iyi anlarlar. Bu yerlerin değeri o kadar yüksek çıkacaktır ki Türklerin bu güne kadar sahip oldukları malları kurtarmaları şöyle dursun kirasını ödemeleri dahi mümkün olmayacaktır.
Bu nedenle kuzeyde Türklerin mülkiyetinde kalacak mallar ekonomik değeri olmayan Rumların beğenmediği mallar olacaktır.

Soru: GÜNEYDE KIBRISLI TÜRKLERİN MALLARI BÜYÜK DEĞER KAZANDIĞINA GÖRE YAPILACAK İŞLEMDEN KAZANÇLI ÇIKMA VE KUZEYDE 
YETERLİ MAL ALMA OLASILIKLARI YOK MU?

Yanıt: Hayır yoktur. Arınan planının tuzağı buradadır. Kuzeyde ve Güneyde istisnalar hariç tüm malların Rumlara geçme sonucunu doğuracak olan malların değerlerinin saptanması yöntemidir.
Güneyde değerli malı olan ve karşılığında Kuzeyde kullandığı malı almayı ümit eden Türkler büyük sürprizlerle karşılaşacaklardır.
Bir örnek olarak Limasol'daki evine karşılık Girne'de eşdeğerden ev almış bir Güney göçmenini ele alalını. Büyük bir olasılıkla oturduğu ev 
Güneydekinden daha büyüktür, daha büyük arsa içerisine yapılmıştır veya kentin daha değerli bir bölgesindedir. Örneğin denize yakın bir yerde olabilir. Limasol göçmeni doğal olarak Türk ölçüleri ile düşünmekte ve "Limasol'da bir ev bırakıp bir ev aldım. Kullandığım evin bana kalması gerekir. İki evin değeri arasında bir fark olsa bile bunu ödeyip evimin tapusunu alabilirim" diye düşünmektedir. Büyük bir olasılıkla Limasol'daki evinin değerinin 100,000 sterline ulaştığını, Girne'de kullandığı evin ise 120,000 sterlin civarında olduğunu ve en kötü olasılıkla 20,000 sterlin daha ödeyerek evine sahip olacağını sanmaktadır. Halbuki Arınan planı Girne'deki evin Limasol'da olduğunu varsayarak hesaplama yapmaktadır.

Bu nedenle evin en az 200,000 sterlin değeri çıkacak ve Türkün aradaki fark olan 100,000 sterlini ödemesi gerekecektir. Bu miktar Kuzeyde yaşayan bir Türkün altından kalkamayacağı miktar olacaktır.Güneyde çok değer kazanmış malı olup Kuzeyde turistik bir yeri olan Türkün durumu da bundan farklı değildir. Kaba bir tahminle Güneydeki malının piyasa değeri 5 milyon sterline ulaşmışsa Kuzeyde sahibi olduğu mal 7 milyon sterlin tutacak ve arada çok önemsiz bir fark gibi görünen 2 milyon sterlini ödemesi istenecektir. Bu miktarı turizmle uğraşan bir Rum iş adamının ödemesi kolaydır. Kıbrıs Türkü için ise rakam astronomik olacaktır.
İki ekonominin farklı düzeyde olması adaletsiz bir sonucun doğmasına neden olacaktır. Güneyde ve Kuzeydeki malların değeri,aşağı yukarı Güneydeki piyasa değerleri kadar yani oldukça yüksek çıkacaktır. Bu nedenle eşdeğer mal takasında iki mal arasındaki fark da oldukça yüksek olacaktır. 
Bu farkı Türklerin ödemesi mümkün değilken Rumlar kolaylıkla ödeyebilecektir. Annan planı diğer göçmenler gibi eşdeğercilere de karanlık günler hazırlamıştır ve Kuzeyde kalanların mülkiyetine geçmesi kaçınılmazdır.

Soru: KUZEYDE ARSA ALARAK EV İNŞA EDEN ÇOK SAYIDA KIBRISLI TÜRK VARDIR. ONLARIN EVLERİNİN TAPUSUNU ALMALARINDA 
BİR SORUN ÇIKACAK MI?

Yanıt: En büyük sorun onları beklemektedir. Çünkü Annan planı KKTC yi tanımadığı gibi KKTC tapularını da tanımamaktadır. Toprak Komisyonu 
karar verene değin Rum tapuları geçerli olacak veya e\in kime ait olduğu tartışmalı kalacaktır.

Terk edilen tartışmalı mallar üzerinde kiralama dahil hiç bir işlem veya tadilat yapılamayacağını görmüştük. Bu düzenleme KKTC'ye güvenerek yatırım yapmış birçok insanımızın yıllarca bekleme içine girmesi demektir.
Annan planına göre bir arsa alarak üzerine ev inşa eden kişi iki başlık altında bu mala sahip olabilir. Eşdeğer ve esaslı inkişaf. Ancak her iki baslık altında da eve sahip olması son derece zordur. Öncelikle satın alınan arsanın neyin karşılığında alındığını araştırmak gerekir. Satan kişi arsayı eşdeğerine karşılık almışsa eşdeğer haklan satın alana geçmektedir. Ancak İTEM yasasının değerlendirmesi Annan planından farklı olduğundan arsanın eşdeğerle alınma olasılığı hemen hemen hiç yoktur. Çünkü İTEM yasası Güneyde kalan mala karşılık Annan planının öngördüğünden fazla mal veriyordu. Dolayısıyla arsa eşdeğer karşılığı alınmış olsa bile bu eşdeğer arsayı karşılayamayacak ve aradaki farkın ödenmesi gerekecektir. Aradaki fark Güneydeki fiyatlara göre saptanacağından oldukça yüksek olacaktır.

Esaslı İnkişaf başlığı altında ise evin değerinin arsanın değerinden yüksek olması halinde ev sahibi arsanın bedelini ödeyerek eve sahip olabilir. 
(Gör: Taslak Ek 7. madde14) Ancak bu hesaplamada ev sahibinin arsayı almak için ödediği para dikkate alınmayacaktır. Yani Annan planı Kuzeyde arsa satın alarak içine ev inşa edenlerin arsayı tekrar satın almasını ve ikinci kez bedel ödemesini beklemektedir. Bu bedel arsanın "current value" su olacaktır.

Yukarıda açıklandığı gibi arsa Güneyde imiş gibi değerlendirilecek ve ev sahibinin belli bir süre içinde parayı ödemesi istenecektir. Ödeyemezse Rum arsa sahibi, evin bedelini piyasa değerinden ödeyerek evi alabilecektir. Şüphe yok ki Kuzeydeki piyasa değerleri Güneye göre çok düşük olduğundan Rum bundan avantaj sağlayacaktır. Ayrıca evin Kuzeydeki piyasa değerinin hesaplanması çok tartışmalı olacaktır. Çünkü arsa Ruma ait kabul edildiği için evin piyasa değerinin arsa ile birlikte değil arsa olmadan hesaplanması gerekecektir. Böyle bîr hesaplamanın nasıl yapılabileceğini bilen yoktur. Bu nedenle burada da sürpriz bir rakam çıkma olasılığı vardır. Birçok modern evin değeri üzerine inşa edildiği 
arsanın değerinden az çıkacak ve dolayısıyla ev arsa sahibine geçecektir.
Rumların alacağı parayı büyük bir dikkatle hesaplayan Annan planı, Türklerin para alması söz konusu olduğunda konuyu geçiştirmeyi tercih etmiştir. Annan Planı ev inşa eden özellikle yaşlı insanlara yıllarca sürecek bir işkence hazırlamıştır. Bu bekleme sonunda ya astronomik bir bedel ödeyerek eve sahip olacaklar ya da evlerini kaybedeceklerdir.

Soru: GÜNEYDE KALAN MALLARIN DEĞERLERİNİN AŞAĞI YUKARI BU MALLARIN GÜNEYDEKİ PİYASA DEĞERİ OLACAĞINI VE BU DEĞERLERİN 
YÜKSEK OLDUĞUNU SÜYLÜYORSUNUZ. BÖYLE BİR DEĞERLENDİRMEDEN GÜNEY GÖÇMENLERİNİN YARAR SAĞLAMASI GEREKMEZ Mİ?

Yanıt: Hesaplamada Güneydeki malların değerlerinin aşağı yukan malların Güneydeki piyasa değeri olacağı doğrudur.

Ancak yukarıda anlatıldığı gibi Kuzeydeki malların değeri de bu malların Güneyde olduğu varsayılarak hesaplanacaktır. İTEM yasasına göre taşınmaz mallar sadece eşdeğercilere değil tüm göçmenlere verilmiştir ve uygulanan ölçü Annan planının ölçüsünden çok farklıdır. Örneğin Güneyde bir ev bırakmış kişiye büyüklüğüne ve değerine bakılmaksızın Kuzeyde ev verilmiştir. Birçok göçmenin evli çocuklarına da ev verilmiştir. 
İstisnalar olmakla birlikte genelde İTEM yasası eşdeğercilere Annan planının layık gördüğünden çok daha fazla mal vermiştir. Dolayısıyla eşdeğercilerin Kuzeyde kullandıkları mallara sahip olabilmek için Güneydeki mallarından vazgeçmeleri gerekecektir. Güneydeki mallarından vazgeçenler büyük bir olasılıkla Kuzeyde kullandıkları inalların sadece bir bölümünü alabileceklerdir. Güneyde bir köyün yansına sahip olan en zengin kişinin Girnede kullandığı tek arsayı almakta zorlanma olasılığı vardır.
İleride şok geçirmemek için bir Güney göçmeevi hayalinde Limasol'a taşıması ve Limasol'un, evin Kuzeyde bulunduğu bölgeye benzer bir bölgesine (comparable location) yerleştirmesi gerekir. Daha sonra terk ettiği ve kullandığı iki malın Li-masol'daki piyasa değerini hesaplayarak neyi alabilip neyi alamayacağını veya ne kadar fark ödemek zorunda kalacağını hesaplayabilir.

DEVAM EDECEK

...

MEKÂNSAL PAYLAŞIM AÇISINDAN BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE 2

MEKÂNSAL PAYLAŞIM AÇISINDAN BÜYÜK ORTADOĞU  PROJESİ VE TÜRKİYE  2


ORTADOĞU, BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE 

1989 yılında Berlin duvarının yıkılması ve sonrasında 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması, iki kutuplu dünya düzeninin çöküşü anlamına gelmiş ve bu durum önemli bir stratejik güç boşluğunu ortaya çıkarmıştır. Avrupa ve Asya’daki yeni oluşumlar, Balkanlar’daki parçalanmalar, Kafkaslarda yaşanan sorunlar, Körfez Savaşı gibi gelişmeler; yeni düzenin nasıl olacağı, hangi devletler ve liderler tarafından şekillendirilerek yürütüleceği sorularını gündeme getirmiştir. Soğuk Savaş döneminden, süper güç olarak tek basına çıkan ABD’nin yeni sistemdeki rolü ve ağırlığı, bu aşamada kendini hissettirmeye 
başlamıştır. Bu yeni sistem ve ABD’nin rolü, Türkiye’yi de doğrudan etkilemiştir. 



Coğrafi konumu nedeniyle Ortadoğu projesinde Türkiye’nin tutumu önem taşımaktadır. BOP’un uygulanması konusunda Türkiye, diğer ilgili devletlere göre daha karmaşık bir durum ile karşı karşıya kalıyor. Çünkü; Türkiye bir taraftan projeyi hazırlayan ve uygulayan kanadın önemli bir üyesi (Nato’ya üye, AB’ye üyelik çalışmaları yapıyor ve ABD’nin uzun yıllara dayanan bir müttefiki) iken diğer taraftan da projenin hedef ülkeleri ile coğrafi olarak komşu ve aralarında yüzyıllara dayanan siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel ilişkisi var. Bu şartlar, 
Türkiye’yi iki ucu keskin bir bıçağın üzerine yerleştiriyor. ABD‘nin Ankara eski büyükelçisi (2003-2005) Eric Edelman, ABD ve Türkiye’nin konumu açısından projeyi şu şekilde tanımlamaktadır: “Ortadoğu’da, demokrasi ve insan hakları temelinde uygulanmasını planladıkları BOP, son 50 yılın en büyük projesidir. Bu projenin uygulanması uzun sürebilir. Bu zaman içerisinde Türkiye, örnek devlet olacaktır.” (Şahin, 2004:101). 2002 yılında İstanbul’a konferans vermek için gelen Bernard Lewis, kendisine yöneltilen “Türkiye, Ortadoğu Projesi’nin neresinde yer alacaktır?” sorusunu şu şekilde cevaplandırmıştır: “Türkiye’nin yeri, Türkiye’nin uygulayacağı politikalara bağlıdır.” Aynı şekilde CIA'nın 
1980'li yıllarda Ortadoğu şefi olan Graham E. Fuller, “Siyasal İslamın 
Geleceği ve Türkiye” adlı son kitabında Türkiye’nin Müslüman karakteriyle önemli bir devlet olacağına vurgu yapmaktadır. Ünaltay da (Timaş Yay.:28) bu projede Türkiye’nin rolü için şunları dile ifade etmektedir: “Türkiye Batı’ya her yanaştığında bir ‘kenar’ (diplomatik dilde ‘perifer’) ülkesi olarak görüldü.Bu günde Türkiye’ye ikincil ama riskli görevlerin ötesinde bir rol öngörüldüğünü sanmıyoruz… “. 

Türkiye; tarihî, coğrafi ve kültürel açılardan Doğu’nun olduğu kadar; Batı’nın da bir parçasıdır. Avrupa ile asırlardır süren mevcut ortak tarihî, bunun en belirgin kanıtıdır. Karadeniz ile Akdeniz'i, gelişmiş devletler ile gelişmekte olan devletleri, değişik ekonomik sistemleri ve farklı kültürel yapıları birbirine bağlayan Türkiye, dinler arasında da bir dostluk ve iş birliği köprüsüdür. 



Türkiye’nin söz konusu projeye olan bakış açısının gelişimi şu şekilde özetlenebilir; soğuk savaş döneminde Batılı devletler, ABD ile SSCB arasında bir cephe görevi görmekten dolayı çıkılmaz bir karmaşa içerisine girmiştir. Bazı Avrupa devletleri SSCB tarafında yer alırken bazıları ise ABD yanında bulunmuştur. Bu süreçte Türkiye’nin dış politikasında ise, bir taraftan müttefiki ABD ile olan ilişkileri diğer taraftan Ortadoğu’ya yönelik hareketlenmede ön planda olan Sovyet etkisi ve bunun Türkiye için bir tehdit olarak görülmesi önemli rol oynamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin bölgeye yönelik dış politikasını tek 
taraflı bir tercih olmaktan ziyade, çok yönlü etkiler altında oluşan bir dış 
politika olarak değerlendirmek gerekir (Arı, 2006:115-140). 1980’li yıllarda ise dış politikada, SSCB’nin yıkılarak dağılma olasılığına karşı Kafkaslar ve Orta Asya’da Türki Cumhuriyetler ile birlikte olma düşüncesi ön plana çıkmıştır. Ancak SSCB’den ayrılan Türk Cumhuriyetleri üzerinde Rusya’nın nüfuzunu devam ettirmesi nedeniyle söz konusu düşünce tam olarak gerçekleştirilmemiştir. 1990’lı yıllarda ise Ortadoğu projesi için Türkiye’de yeni düşünceler ön plana çıkmıştır. Bu düşünceleri 3 grupta toplayabiliriz; 

1) ”Avrupa ve ABD medeniyetlerine karşı, İslam dünyasını temsil eden devlet: Türkiye” düşüncesi. Huntigton bu konuda şöyle söylemektedir; “İslam dünyasında liderlik rolü oynayabilecek devletler vardır. Ancak Türkiye; ekonomik gelişmesi, stratejik konumu, kendisine güvenen bürokrasisi, ordusu ve Batı-İslam karışımı kültürü ile İslam dünyasına liderlik yapabilecek eşsiz bir konuma sahiptir. Çünkü Türkiye, işleyen bir demokrasiye sahip tek İslam devletidir (Şahin, 2004:155-156). Türkiye coğrafi, siyasi ve sosyo-ekonomik özelliklerini etkin bir siyaset aracı ve stratejik unsur olarak kullanması durumunda, İslam dünyasında temsil erkine sahip lider devlet olacaktır. 

2) “Türkiye’nin, Büyük Ortadoğu Projesi’nde merkez devlet olduğu ve birikimlerini Ortadoğu’daki devletlere aktarması gerektiği” düşüncesi. Bu düşüncenin ürünleri olarak Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin ön planda rol oynadığı göz ardı edilmemelidir. Cıngı’ya (Derleyen: Atilla Akar:211-212) göre; “Türkiye ‘model’ diye gösterilen ama ‘figüran’ konumunda olan bir devlet değildir. Türkiye, kendisini, kendi iç dinamikleriyle bölgede bir çekim merkezi konumuna getirmiştir. BOP sürecinde de pasif bir model değil baş aktörlerden biridir. Türkiye’nin projedeki belirleyici özelliği; ‘hem demokrasi ve çağdaşlık 
hem de güvenlik üretmesi ve bunu ekonomik istikrar temelinde başarmaya aday olmasıdır.” 

The Wall Street Journal gazetesinin 24 Ekim 2003 tarihli internet sayfasında ABD'nin Marshall Yardımı Fonu'nun üst düzey yetkilisi Ronald D. Asmus ve Özdem Sanberk’in imzalarıyla yayınlanan “Türkiye İçin Yeni Bir Duruş Aranıyor” başlıklı makalede, BOP ve Türkiye’nin konumu ile ABD’nin beklentilerini ele alan ifadeler yer almaktadır. Makalede, Batı dünyasının Fas’tan Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafyada terörizm tehdidiyle karşı karşıya olduğu ileri sürülmüş; 
Türkiye’nin, “istikrarlı Avrupa ile gittikçe tehlikeli hale gelen Ortadoğu arasındaki bölünme hattının merkezinde yer alan” konumuyla çok önemli olduğuna dikkat çekilmiştir. 

3) “Eğer Türkiye coğrafi, siyasi ve sosyo-ekonomik özelliklerini etkin bir siyaset aracı ve stratejik unsurlar olarak kullanamaz ise sıkıntıya girebilir.” düşüncesi. Gerçektende Türkiye adeta sürekli kaynayan bir kazanın içerisinde yer almaktadır. Bir yanda nükleer çalışmaları ile İran ve demir yumruğun hissettirildiği Suriye, diğer yanda İsrail-Filistin, Kafkaslar, Balkan Türkleri ve Kuzey Irak sorunu. Türkiye bir yandan bu sorunları barışçı bir şekilde çözmeye çalışırken diğer yandan proje kapsamındaki rollerini yerine getirmeye çalışmaktadır. 

Öne sürülen bu düşünceler, Ortadoğu projesi için Türkiye’yi de etkin bir konuma getirmiştir. Türkiye’nin Ortadoğu projesinde rolü ne olabilir? Bu soruya şu şekilde bir cevap verilebilir: 

1) Türkiye, gerek proje kapsamındaki ülkelerin bir kısmı ile sınır komşusu olması gerekse de devletlerin geneli ile tarihi, kültürel ve sosyoekonomik ortaklıkları bulunması nedeniyle bölgeye yönelik girişimlerde ABD ve AB arasındaki ortaklıkta başrolü oynayabilir. 

2) Türkiye; stratejik konumu, askeri gücü ve NATO üyesi bir devlet olması nedeniyle projede çok etkili olabilir. 

3) Türkiye’de artan petrol ve doğalgaz ihtiyacı, Türkiye’nin daha güvenilir bir şekilde petrol ve doğalgaza sahip olmasını gerektirecektir. Bu durumun önemi, Türkiye ve Orta Doğu devletleri arasındaki ticaret hacmi ile de kendisini belli etmektedir. Türkiye enerji temini konusunda kendisini zora sokmayacak adımlar atmalıdır. 

4) Her ne şekilde ifade edilirse edilsin, temelinde enerji kaynaklarının paylaşımı konusu yatan projede, ortaya çıkabilecek adaletsiz ve zarar verici her türlü paylaşıma karşı hukuki haklarını savunmalıdır. 

5) Türkiye, Ortadoğu kaynaklı bir kitle imha silahı saldırısına ya da terörist faaliyetlere karşı ABD ve Avrupa ülkelerine göre dezavantajlıdır. Bu nedenden dolayı savunma güvenliği açısından projede etkin rol almalı ve bölgedeki devletler ile ilişkilerinde stratejik davranmalıdır. 

6) Türkiye, proje kapsamındaki sahada yaşamlarını sürdüren gerek Türk vatandaşlarının gerekse de Müslümanların her konudaki yaşamsal ve hukuki haklarını takip etme ve korumada aktif olmalıdır. Bu durum İslam dünyasındaki konumunu daha da güçlendirecektir. 

7) Proje kapsamında öne sürülen hedefler arasında yer alan eğitim, sağlık, ulaşım ve demokrasi gibi konularda Türkiye maddi ve manevi boyutları ile üzerine düşen sorumlulukları yerine getirerek, bölge halkının kalkınmasında etkin rol oynamalıdır. 

8) Türkiye, projenin bir uzantısı olarak görülen ve Arap Baharı olarak isimlendirilen süreç sonucunda, kısmen ya da tamamen rejim değişikliğine yol açacak olaylar nedeniyle komşuları ile yaşayabileceği sorunları (örneğin; Suriye ve İran ile) göz önüne alarak, çok yönlü bir politika izlemelidir. 

9) Soğuk savaş döneminde Türkî Cumhuriyetler üzerindeki gücünü iyice artıran Rusya, bu gücünü günümüzde de devam ettirmektedir. Afganistan ve Irak savaşlarında bu durum göz önüne serilmiştir. Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkisinde yaşanan süreci çok iyi değerlendirmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki gelecekte yeni savaş meydanı: Merkez ve Kuzey Doğu Asya’dır. 

Bu açıdan Türkiye; proje kapsamında kendisine verilen statüsünü ve bu statü nedeni ile sergilemek zorunda olduğu rolleri çok iyi analiz ederek politik davranmalı, bunu gerçekleştirirken milli çıkarlarını ön planda tutmalı, bölgede yaşayan Türklerin ve masum insanların haklarını kanuni yollar ile korumalı, bölge devletlerinin ve halklarının gelişimine yönelik her türlü çalışmada üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Unutulmaması gereken ise, tüm bunları yerine getirirken kendi iç dinamiklerinin almasının gerekliliğidir. de isteklerini, tedirginliklerini göz önüne 

SONUÇ VE ÖNERİLER 

Çalışmanın sonucunda Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki durumuna ilişkin sonuç ve öneriler şu şekilde sıralanabilir: 

Sonuçlar 


1) ABD’nin geleceğe dönük uzun süreli düşünce ürünlerinden biri olarak; 1990’lı yıllarda filizlenmeye başlayan ancak 11 Eylül Saldırıları, Irak ve Afganistan işgalleri, Arap Baharı süreci ile şekillenmiş görünen proje, kabul edilsin ya da edilmesin günümüz dünya düzeninde yaşanmakta olan tüm siyasi ve sosyo-ekonomik sıkıntılarla doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Bu açıdan ele alındığında BOP, ABD’nin Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünya üzerindeki egemenliğinin sürmesini sağlamak üzerine kurulmuş bir projedir. 

2) Büyük Ortadoğu Projesi, AB içerisinde az destek gören projelerden biri olarak yorumlanmaktadır. Bunun nedenleri; 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de ortaya çıkan terör korkusu sebebiyle ABD’nin saldırgan politika izlemeye devam edebilir düşüncesi, projenin ABD’nin güçlenmesi yolunda çok önemli bir yol olarak görülmesi, petrol ve doğalgaza bağlı enerji temininde sıkıntılar yaşanabilecek olması, proje kapsamındaki devletlerde nüfusun yaklaşık 1/3’ünün 15 yaş ve altı olması, önemli boyutlardaki işsizlik ve geçim sıkıntısıdır. Tüm bu siyasi ve sosyo-ekonomik nedenler, AB açısından projenin içerisinden çıkılması güç bir labirent olarak algılanmasına neden olmaktadır. 

3) Bölgede var olan kökten dinci akımlar, terör örgütleri, kitle imha silahları, uyuşturucu-silah ve insan kaçakçılığı yapan suç örgütleri, ABD ve Batı çıkarlarına yönelik tehditler üretmektedir. BOP'u üretenlere göre, bu unsurların ortaya çıkmasının ve taraftar toplamasının asıl nedeni, bölge halklarının içinde bulundukları olumsuz sosyo-ekonomik koşullar ile bölgede varlığını sürdüren antidemokratik rejimlerdir. Eğer; sosyoekonomik koşullar düzeltilir ve demokrasiye geçiş sağlanırsa, yönetime katılım olanağı bulan ve refah düzeyi yükselen insanlar, Batı'yı tehdit eden eylemlere destek vermeyecek, kökten dinci akımlar zayıflayacak ve terör örgütleri çökecek ve ucuz petrolün Batı pazarlarına istikrarlı biçimde aktarılması güvence altına alınacaktır. Gerçekten istenenler 
bunlar mıdır? Yoksa hedefler farklı mıdır? Bu soruların cevaplarını yaşanacak süreç gösterecektir. 

4) Projenin gelişimi sırasında Türkiye; Rusya, İran, Suriye ve İsrail ile olan ilişkilerini de daha dikkatli bir şekilde sürdürmelidir. Bu konunun hassasiyeti, Arap Baharı sürecinde Suriye ile olan sıkıntılarda ortaya çıkmıştır. 

5) Türkiye’nin projede oynayacağı aktif ve yapıcı rol, etkisini tam olarak sağlayamadığı Türki cumhuriyetler üzerindeki stratejik önemini artıracaktır. 

6) ABD’nin Irak, İran ve Afganistan’ı Çine karşı bir sıçrama tahtası olarak kullanabileceğini Türkiye unutmamalıdır. Bu nedenle Türkiye, gerekli siyasi ve sosyo-ekonomik planlarını üretecektir. 

Öneriler 

1) Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Türkiye; gerek projenin geniş ve uzun kapsamlı olması gerekse de jeostratejik durumu nedeniyle önemli bir parça olmaya devam edebilir. Bu nedenle Türkiye, proje ile ilgili her türlü gelişmeye hazırlıklı olmalıdır. Türkiye; söz konusu sahada yer alan devletler ile olan askeri, siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve dini ilişkilerini çok iyi değerlendirmelidir. Bölge ülkeleriyle ilişkilerinde toptancı bir yaklaşım yerine bu ülkeler arasındaki güç dengesi ilişkilerini, ideolojik farklılıkları, tarihsel mücadeleleri ve etnik rekabetleri dikkate almak durumundadır. 

2) Uluslararası ilişkiler uzmanları ve siyasi coğrafyacıların görüşleri dikkate alındığında, geniş ve uzun kapsamlı olan bu proje süresince Türkiye’de hükümetlerin değişse de yapılan uzun vadeli plan ve programlara mutlaka bağlı kalınmalıdır. 

3) Türkiye, bölge devletleri ile üstünlük ya da hâkimiyet kurma düşüncesine girmeden eşitlik ve saygınlık sınırlarında çok yönlü ilişkiler kurmalıdır. 

Türkiye’nin jeoekonomik konumu Ortadoğu ve Kuzey Afrika açılımını mümkün kılmaktadır. Jeokültürel özellikler, bu açılımın daha hızlı gelişmesi için büyük imkân sağlarken bölgede yaşanan gerilimler ve istikrarsızlıklar bu girişimleri zorlaştırabilir. Bu nedenle, Türkiye bölgedeki sorunlara kayıtsız kalmamalı, barış ve istikrar arayışı çalışmalarına aktif olarak katılmalı, bölge devletlerinin güvenini kazanmalıdır. İstikrarlı ve devamlı bir ekonomik gelişmenin ancak 
bölgede barış ve istikrarın yerleştirilmesiyle mümkün olabileceği de unutulmamalıdır (Sandıklı, 2011:23). 

4) Irak’ta farklı İslami düşünce ve uygulayışlara sahip grupların olması nedeniyle ABD “tek bir devlet ve demokrasi” hayalini gerçekleştiremeyebilir. Yani Irak’ta federal bir devlet kurulabilir. Türkiye böyle bir gelişimi göz önüne almalı ve özellikle Kuzey Irak’ın yeni siyasi yapılanmasında aktif rol almalıdır (Sisav, 1992:172). 

5) Türkiye, artan petrol ve doğalgaz ihtiyacını, sağlanabilecek huzur ve güven ortamında daha rahat bir şekilde karşılamalıdır. 

6) Türkiye, Ortadoğu projesinde askeri açıdan ABD için kilit devletlerden biri olduğunu unutmamalıdır. 

7) Özellikle Irak’ta yaşayan Türkmenlere demokratik hakların elde edilmesi ve kullanılması konusunda Türkiye yardımcı olmalıdır. 

8) Proje kapsamında, Suriye’nin siyasi istikrarı ve toprak bütünlüğü Türkiye için çok önem taşımaktadır. Kuzey Suriye topraklarında Kürt ağırlıklı bir otonom devletin kurulması; terör örgütü PKK / KAJEK için uygun bir ortamın oluşmasına, Türkiye açısından istenmeyen sıkıntılı bir ortamın ortaya çıkmasına ve Türkiye’nin sınırlarında enerji kaynaklarının paylaşımına yönelik çatışmaların belki de savaşların yaşanmasına neden olacaktır. 

9) Türkiye; Ortadoğu sorunun çözümünün yıllar sürebileceğini göz önüne alarak bu doğrultuda uzun vadeli planlar yapmalıdır. 

10) Türkiye artık “Ortadoğu’da bana ne yapacaklar, ne ile karşılaşabilirim? sorusunu değil de, şu soruyu kendisine sormalıdır: “Ortadoğu’da acaba ben ne yapabilirim?” 

Arı (2006:115-140) Türkiye ve Ortadoğu Projesini ilişkisini şu şekilde özetlemektedir; Türkiye’nin Orta Doğu politikası özellikle Soğuk Savaş döneminde ABD ile ilişkilerin gölgesinde kalmıştır. Türkiye, bölgesel sorunlarda ancak uluslararası konjonktürün olanak tanıdığı ölçüde öncelik kullanabilmiştir. Türk dış politikasının ana ekseni Batı ile ve elbette söz konusu dönemde ABD ile ilişkileri bozmama temeli üzerine oturduğu için Ankara’nın bölgeyi etkileme kapasitesi hep sınırlı düzeyde olmuştur. Türkiye, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle farklı bir tutum benimsemek istediyse de bu defa da karşısında ABD’nin 
yönlendirdiği bir dünya sistemini bulmuştur. Bütün sorunlara rağmen ABD ve İsrail, Türkiye’nin Orta Doğu bölgesindeki tarihsel ve kültürel bağlarının farkında olmalıdır. Türkiye şimdiye kadar izlediği dengeli dış politikasını sürdürmekle beraber seçici olmak kaydıyla bölgesel sorunlarda öncelik almak durumundadır. Buna ABD ve İsrail’in hazırlıklı olması gerekir. 

Görüldüğü üzere Türkiye, siyasi coğrafya açısından coğrafi konumunun sağladığı stratejik önem ve çevresindeki sıcak temas alanları nedeniyle Ortadoğu üzerine sergilenen ve uygulanan mekânsal paylaşıma dayalı senaryolarda çok önemli bir yere sahiptir. Uluslararası her türlü sorunda ya da savaşta Türkiye mutlak bir tavır takınmak zorunda kalmaktadır. Bu nedenle Türkiye iç ve dış siyasette istikrarlı olmalı, uzun vadeli stratejik planlamalar yapmalı, kendi çıkarlarını belirleyerek bu çıkarlar doğrultusunda hareket etmeli ve her türlü senaryoya karşı hazırlıklı olmalıdır. Bu konuda mekâna dayalı unsurlarının ulusal  ve uluslararası siyasetteki etkisini çok iyi analiz etmelidir. 

KAYNAKLAR 

ARI, Tayyar, (2006), BOP, Orta Doğu ve ABD: Politika mı? Propaganda mı?, Global Strateji, Yıl: 2, Sayı: 5, Sayfa: 5767, İstanbul. 

Arı, T., (2006), Doğu’dan Batı’ya Dış Politika: AK Partili Yıllar, Der. Zeynep Dağı, Orion Yayınevi, Sayfa: 115-140, Ankara. 

Asmus, D. Ronald ve Sanberk, Ö., (2003), Türkiye İçin Yeni Bir Duruş Aranıyor. The Wall Street Journal, 24.10.2003. 

Cıngı, A., Ortadoğu ABD’nin gücünü sınadığı bir laboratuar konumundadır: Büyük Ortadoğu Kuşatması. Der. Atilla Akar. Timas Yayınları, Sayfa: 211-212, İstanbul. 

Davıson, R H., (1960), Where Is The Middle East?, Foreign Affairs,Vol: 38, No: 4, Pages: 665 -675. 

Dursun, D., (2003), Ortadoğu Neresi?, stradigma.com, Sayı: 10, Sayfa: 1-6, Ankara. 

Ersin, N., (2003), Ortadoğu Savaşları’nın Perde Arkası, Gündem Yayınları, İstanbul. 

Hacısalihoğlu, Y. (2004), BOP; Avrupa, Rusya, Çin ve Hindistan’ın Yaşam Alanını Daraltıyor, ABD’nin Kalıcı Egemenlik Arayışı, Cumhuriyet Strateji, 8 Kasım 2004. 

Hacısalihoğlu, Y., (2004), Cumhuriyet Gazetesi, 24.06.2004. 

İşcan, İ.H., (2004), Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, Sayı: 2, Sayfa: 47-79, Ankara. 

Muravchik, J., (1994). Blaming America First, Middle East Quarterly, Volume: 1, No: 3, Page: 15. 

Özbek, O., (2005), İpotekli Türkiye, Ankara: Ümit Yayıncılık, Mart 2005, Sayfa: 109. 

Özey, R., (1999), Dünya Denkleminde Ortadoğu: Ülkeler, İnsanlar, Sorunlar, Öz Eğitim Yayınları 9, İstanbul. 

Öztek, G., (2008), Türkiye’nin Vizyonu: Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri Türkiye -Ortadoğu İlişkileri, Bilgesam Yayımları, No: 1:, s. 271-285, İstanbul. 

Parlar, S. (2002), Ortadogu Vaadedilmis Topraklar, İstanbul: Yar Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 2002, s. 31. 

Sandıklı, A., (2011), Jeopolitik ve Türkiye: Riskler ve Fırsatlar, Bilgesam, Rapor No: 27, İstanbul. 

Shıleds, R. (2003), Geopolitical Spatialisations: Critical Geopolitics and 
Critical Cultural Studies Geopolitics, London: Volume: 8, No: 1, p. 204–211, 2003, Published By Frank Cass. 

SİSAV (Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı), (1992). Ortadoğu ve Geleceği, Sisav Yayınları, İstanbul. 

Şahin, A., (2004), Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları, İstanbul.. 

Şimşek, E., (2005), Türkiye’nin Ortadoğu Politikası, Kumsaati Yayınları, 
İstanbul. 

The Washıngton Post, 7 Ağustos 2003, Condelezza Rice, ‘Transforming the Middle East’. 

Woodward, B., (2002), Bush at War, NewYork, Sayfa: 83. 

Yıldız, Y.G., (2004), Oyun İçinde Oyun: Büyük Ortadoğu, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 3. Baskı, Sayfa: 22. 

Yararlanılan İnternet Adresleri 

www.ulkeler.com.tr 
www.state.gov/r/pa/ei/pix/25783.htm; Middle East Partnership Initiative 
http://mepi.state.gov/c10122.htm; Political Pillar 
http://mepi.state.gov/c10125.htm; Economic Pillar 
http://mepi.state.gov/c10126.htm; Economic Pillar 
http://mepi.state.gov/c10127.htmi, Women Pillar 
www.pbs.org/globalconnections 

MARMARA COĞRAFYA DERGİSİ SAYI: 26, 
TEMMUZ 2012, 
İSTANBUL 
http://www.marmaracografya.com 

..