16 Aralık 2014 Salı

ALGILAMA ve RADAR SİSTEMİ ETKİNLİĞİ NEDİR



  ALGILAMA  ve  RADAR SİSTEMİ ETKİNLİĞİ  NEDİR  



12 Ekim 2011 günü, Necati Doğru aşağıdaki makalesini yayınladı. 
Önce okuyalım, yorumumu sonra yapacağım.


[Necati Doğru …12 Ekim 2011
Şükrü Elekdağ’ı bilmeyen tanımayan   yoktur. Türkiye’nin ABD büyükelçiliğini uzun süre yaptı. Meclis’te milletvekili   olarak da bulundu.
Barıştan yanadır.
Türkiye herkesle iyi olsun.
Barış içinde insanlık yücelsin.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin isim ve   düşünce babası da Şükrü Elekdağ’dır. Türkiye’nin tüm komşularıyla “kavgasız-sorunsuz-   çatışmasız” yaşamasını amaçlayan bu yaklaşımı politikacılar “biz bulduk” diye   alıp kendilerine mal ettiler, gülüp geçti. Şükrü Elekdağ, Türkiye’nin   haklarının ABD dahil hiçbir ülke tarafından istismar edilmemesi için son   derece dikkatlidir. Muhtemel tehlikeleri dile getirip “uyaran” tavrını hiç   bırakmadı. ABD’nin Irak işgali sırasındaki uyarıları harfiyen doğru çıktı.
7 Ekim Cuma günüydü. Almanya – Türkiye maçı   vardı.
Herkes maça düğümlenmişti.
O saatlerde Şükrü Elekdağ, bir TV   kanalında şunları anlatıyordu:
Türkiye’nin savaş donanması çok güçlüdür,   Akdeniz’in en iyisidir diyenler var. Övünmeyi çok seviyoruz.
Övünelim rahatlatır.
Gerçeği de bilelim.
İsrail ile Türkiye arasında denizde   meydana gelecek bir gerilim ola ki, kısa süreli ya da uzun süreli bir savaşa   dönüşürse bu “deniz savaşı” olmayacaktır.
Hava savaşı olacaktır.
Savaş uçakları havalanacak.
Savaş gemilerini vuracak.
Bu nedenle, övünmenin biraz ötesine   geçerek, “İsrail ile Türkiye’nin savaş uçakları envanterini” kıyaslamak   gerekir.
Türk Hava Kuvveleri’nin elinde 220 F-16   savaş uçağı vardı. Bunun 18 tanesi düştü. 203 savaş uçağı kaldı. Algılama ve   radar sistemi etkinliği açısından F-16’lar “20’lik Blok-30’luk Blok- 40’lık   Blok” diye isimlendiriliyorlar. En yüksek algılama ve en iyi radar sistemi   olan F-16’lar en yeni üretim olan “50’ci Blok” savaş uçaklarıdır.
Biz ABD’den bunu istedik.
30 tane 50’lik F-16 verin ve “yazılım   kodlarını” da bizim savaş uçağı subaylarımızın özgürce konumlandıracağı   şekilde sunun dedik. Kongreden geçmesi gerekiyor. ABD yeni uçakları ve   yazılım kodlarını vermedi.
Savaş uçaklarının düşmanla çatımaya   girdiklerinde yazılım kodları; “Dost(Friend) ve düşman(Foe)” diye   düzenleniyor. ABD bize diyor ki, Türkiye benim müttefikim. Ben kimi “düşman”   görüyorsam, Türk savaş uçakları da onu “düşman” olarak görsün. Ben kimi   “dost” görüyorsam Türk savaş uçağı da “dost” görsün.
İsrail ABD’nin dostu.
Bizdeki F-16’ların yazılımları “İsrail’i   dost” görmek üzerine kodlanmış. Bizim ordu bunu değiştiremiyor. İsrail, savaş   uçaklarının yazılımını kendi yapıyor ve kimi düşman görmek istiyorsa onu   özgürce kodluyor. Muhtemel bir Türk İsrail hava savaşında Türk savaş   pilotları daha İsrail uçağını görmeden, İsrailli pilot Türk savaş uçağını   düşürmüş olacak.
Bu teknolojik avantaja sahip olduğu için   İsrail 1982’de Suriye ile giriştiği savaşta yarım gün içinde 92 Suriye   uçağının işini bitirdi.
Şükrü   Elekdağ bunları anlattı. 5 gün geçti. Çıt cevap yok. Üç maymunu oynadılar. Duymadılar.   Görmediler. Konuşmadılar.]  
Şükrü Elekdağ teknik bir insan değil. Aşikardır ki, kendisine bir dosya vermişler ve o dosyadan yola çıkarak yorum yapmış. Türkiye-İsrail harbinin muharebe uçakları arasında olacağı yorumuna tamamen katılıyorum, ama F-16 uçaklarının durumu hakkındaki saptamaları bana göre kusurlu. Belli ki kendisini yanlış yönlendirmişler. İlginçtir ki aynı konu 2004 yılında da gündeme düşmüştü ve ben de o vakit “Milli Yazılımlar” isimli bir makale hazırlamıştım. Makaleme geri dönüp yeniden okudum. Baktım ki hala geçerli, aşağıda bir kere daha yayınlıyorum. İyi okumalar.
 MİLLİ YAZILIMLAR ÜZERİNE
İnternet bize muhteşem olanaklar bahşediyor; pek çok malumata (enformasyon)ulaşmak artık mümkün (yine de en önemlilerine değil). Ama bu malumat, beraberinde kirlenmeyi de getiriyor. Artık eskisinden daha uyanık olmak zorundayız. Okuduklarımızın hangileri doğru, hangileri yanlış artık bilemiyoruz. Kabul etmek gerekir ki, şu anki olanaklar, maalesef büyük kitlelerin beynini kolayca yıkamaya daha müsait. İşte bizler, her an tetikte olmalıyız. Okuduğumuz her şeyi bir kez daha sorgulamalıyız ve doğrulamalıyız. Aksi takdirde yalan yanlış bilgilerle donanmış olarak gezeriz ki, en tehlikelisi de budur.
Yukarıdaki nedenlerle, bir yerden bir alıntı yaparak öbeğe gönderen arkadaşların ilk sorgulamayı kendilerinin yapmasını dilerim. Bir yazı bir beyanda bulunmaksızın gönderildiğinde; gönderen yazıdaki fikre tamamen mi katılmaktadır, yoksa bir kısmına mı; güvenilir bir kaynak mıdır, yoksa kaynağı tanımamakta mıdır; kendi bilgi alanı içinde midir, yoksa hiç bilmediği bir alanda mıdır? Öbek üyelerinin ilginç buldukları konuları paylaşması çok güzeldir, ama bunu yaparken kaş yapayın derken göz de çıkarılır.
Böyle öbeklerin en önemli özelliği üyelerin birbirlerini görmeden birbirlerini tanımalarına olanak sağlamasıdır. Ama bunu yapabilmek için üyelerin fikir beyan etmesi gerekir. Ben öyle yapayım ve “Giresun İl Emniyet Müdürü”nden geldiği beyan edilen yazıyı biraz sorgulayayım (mavi ve koyu yazılar orijinal yazıya aittir).
-TÜRK F-16’LARI SAVAŞ DURUMUNDA KİTLENEBİLİR!
-ABD, F-16 KODLARINI TÜRKİYE’YE VERMİYOR. ABD 80’e yakın Türk F-16 savaş uçağına takılacak elektronik karşı-tedbir sistemlerinin üreticisi Amerikan şirketinin, Türkiye’ye sistemle ilgili kritik teknoloji transferi sağlamasına izin vermiyor. F-16 SPEWS-II ALQ-178V5+ anlaşmasında “olmazsa olmaz” şart olan kod transferi ve teknolojik destek ABD hükümeti tarafından resmen engellendi.
Bilebildiğim kadarıyla buradaki sorun pasif sistem (Radar İkaz Alıcısı) ile değil aktif sistem (karıştırıcı) ile ilgilidir. Ama bildiğim kadarıyla ABD bunu vermeyeceğini en başında beyan etmiştir. SSM/Hv.K.K.lığı da bunu böylece kabul etti. Yukarıdaki “olmazsa olmaz” ifadesinin nereden çıktığını bilmiyorum. (Dileyim ki doğru. Bu başka bir sorun yaratır. Bu durumda sözleşmenin derhal iptal edilmesi gerekir. İptal edilmediğine göre “olmazsa olmaz yoktu). Burada sorgulanması gereken husus, halen kullanılmakta olan SPEWS-II ALQ-178 (V)3’in tüm kaynak kodları elinde olan Hv.K.K.lığının SPEWS-II ALQ-178 (V)5 için neden geri adım attığıdır. O dönemde de (1989) ABD Hükümeti kaynak kodlarını vermeyeceğini beyan etmişti; ama Türk hükümeti ihaleyi iptal edeceğini bildirince, sonunda kuralları gevşettiler ve kaynak kodları verildi.
Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam’ın elinde çok güzel silahlar vardı. Çok iyi hava savunma sistemleri vardı. Hiç birini çalıştıramadı. Bir tek uçak düşüremedi. Çünkü Batı’dan aldığı sistemleri Batılılar elektronik olarak körletti. Netpano.com internet sitesinde yer alan habere göre; Türkiye semalarında uçan F-16’ların ülke savunmasında önemleri tartışılmaz. Ülke içindeki üslerden kalkan her savaş uçağı düşman gördüğü bilinmeyen her uçağı düşürmeye kabiliyetine sahip olarak semalarımızda uçuyorlar. Fakat Türkiye’ye bu uçakları satan ABD’nin kendisine göre düşman olarak gördüğü ülkeleri bu uçaklarda düşman, dost olarak gördükleri ülkelerde dost görünüyor. Yani Bizim zannettiğimiz F16’lar sahibine göre kişniyor.
ALQ-178 (V)3 sistemini kullanan uçaklarda böyle bir durum olması mümkün değil. ALQ-178 (V)5 RWR sisteminin de kaynak kodları elimizde olacağı için böyle olmamalı. Ama iş bir hedefin karıştırmasına gelince ne olacağı gerçekten bilinmez. İşte bu nedenle tek kaynağa bağlanmanın sakıncaları var. Yanıbaşımızda Yunanistan bile bunu daha iyi anlamış gözüküyor ve riski yaymış durumda. Bizimde tek tip uçak almış olmamız en azından yukarıdakine benzer riski artıran bir unsur.
Bu konuyu silahlı kuvvetlerimizin birçok üst düzey yetkilisi gündeme getirmeye devam ediyorlar. En son Emekli Tuğgeneral Aytekin Ziylan bu konuda basınımıza ilginç açıklamalarda bulundu.
SAVAŞ UCAKLARI MİLLİ YAZILIMLA İDARE EDİLMELİ
TAİ tesislerinde ABD ile ortak üretilen F-16’lar için eski hava kuvvetleri komutanı ”Biz F-16 değil havada uçan soba boruları uçuruyoruz” demişti.
Bu ifadeyi hatırlıyorum; ama bu söz Elektronik harp sistemi olmadan uzun yıllar uçmaya zorlanan F-16 uçakları için söylenmişti. Burada bir kandırmaca olarak verilmiş. Sanki milli yazılımları olmayan F-16 uçakları için söylenmiş gibi verilmiş.
Çünkü F-16’ın belleği olan kod yazılımlarının ABD Türkiye’ye vermemekte direniyor. İsrail ve İngiltere’ye vermekte sakınca görmeyen ABD, bu kodları bize vermiyor.
ALQ-178 (V)3 sisteminin ilk hali İsrail Hv.K.K.lığı tarafından ALQ-178 (V)1 olarak geliştirilmişti. Hatırladığım kadarıyla benzer zorluklar onlara da çıkarıldı; ama birçok çalışmayı bizzat kendileri yaparak o zorlukları aştılar. Esasen kimse size kendi sisteminizi kendi uçağınıza takamayacağını söylemiyor. Buradaki sorun yasaklama değil, uçakla ilgili garantilerin kaybolması, uçak konfigürasyonunun takip edilemeyecek olması. Eğer bunlar derdiniz değilse, kimse size istediğiniz sistemi kendi uçağınıza takmanızı engelleyemez (Politik baskılar hariç).
Yani Türkiye eğer ABD’nin istemediği bir ülke ile savaşa girerse bu uçaklarımız bir ise yaramayacak. ABD çıkarları aleyhine bir devletle veya aşiretle savaş durumunda. ABD elektronik müdahale ile bu sistemleri kör ederse veya kullanılmaz hale getirirse, dünyanın en gelişmiş helikopterlerini ve F-16’larımız hangarda yatacak. Emekli Tuğgeneral Aytekin Ziylan Bakın bu konuda ne diyor” Şimdi bir savaş uçağı çok farklı düzeylerde ve karmaşıklıkta yazılım gruplarından oluşuyor. Örneğin uçağın manevra kontrol yazılımı ile uçağın donanım teknolojisi ve tasarımı iç içe girmiş durumda. Yani o yazılımı yazmak veya değiştirmek için uçağın tasarımcısı kadar bilginiz olması gerekiyor.
Bu ifadede doğruluk payı fazla. Uçağın tasarımcısı kadar bilginiz yoksa, bir şekilde sizi engelleyebilirler. Eğer bazı engellemeler elektronik harp sisteminin içine koyulamazsa, uçak manevra/görev yazılımları içine gömülebilir. Eğer tamamını kontrol edemiyorsanız, birini kontrol etmenizin bir anlamı yok.
Benzer şekilde uçağın yapacağı görevlerin kontrolünü sağlayan bilgisayar üzerindeki yazılımlar da aynı özelliğe sahip. Uçağınızın üzerinde bir kamera veya bir elektronik harp cihazı varsa bunların
içinde de ayrıca kendi yazılımları var. Bu nedenle uçak örneğinde tek bir yazılımdan ve tek bir yazılım firmasından bahsedemeyiz. Mesela ATAK helikopterinin görev bilgisayarının yazılımı gizli olması gereken bir sistemdir. Uçakların içinde radar ikaz almaçları var. Bu, uçağa yönelmiş bir füzeyi pilota haber verir. Kendisi otomatikman tedbir alır. Şimdi bu radar ikaz aygıtını yapan yabancı bir firma onun içine küçük bir virüs koyabilir. O virüsü yalnız o bilir ve onu da bulmak imkansız derecede zordur. O virüsü ileride kendisi bir kod göndererek aktif hale getirirse senin o radar ikaz aygıtı çalışmaz. Gelen füzeyi haber vermez.
Bu da doğru olabilir. Bu durumda radar ikaz alıcısının yazılımını yazmak da yetmez, uçak görev yazılımını da yazmanız gerekir. Ama ortaya bir sorun çıkıyor. Uçak/helikopter üreticisi görev yazılımından da sorumludur. Artık bugünün uçaklarında görev yazılımı uçağın bir parçasıdır. Bildiğim kadarıyla görev yazılımı olmadan F-16 pilotu uçağını mekanik sistemle kullanamaz. Ama bu durumda ortaya bir sorun çıkıyor: Sorumluluk. Uçak görev yazılımını siz yazdınız ve platform üreticisine verdiniz. Uçak düştü; şimdi düşen uçaktan kim sorumlu olacak. Bence olay burada kilitlenmektedir. Eğer tüm sorumluluğu alıyorsanız, uçak üreticisi size neden uçağı satmasın, istediğiniz cihazı takmasın?
Dolayısıyla bu sistemin ve bu sisteme ait teknolojilerin gizli olması gereken sistem olarak beyan edilmesi lazım” ABD, İSRAİL VE İNGİLTERE’YE İZİN VERİYOR. Her silah kendisini yönlendiren yazılıma göre hareket etmekte. Bir bomba düşmeden önce birçok işlemlerden geçtik ten sonra hedefe kitleniyor ve hedefi imha ediyor. Eğer siz silah üreten bir ülke iseniz bir zamanlar dostunuza sattığınız silahlar düşman gördüğünüz iktidarın eline seçtiği anda sizin o silahları ve araçları etkisiz hale getirebilir. Yazılımına müdahale ederek uçakların birbirlerini dahi vurmasını yapabilirsiniz.
Bu konuyu ister istemez düşünmek gerekiyor. Çünkü Amerikan Kongresi’nde yapılan konuşmalar var. İnternet’ten ABD senatosunun zabıtlarında bunlara ulaşmak mümkün. ABD’li senatörler diyorlar ki,
“Biz kredilerle başka ülkelere sattığımız silahların yazılımları içine birer tane virüs koyalım. İleride onlar bu silahları bizim amacımızın dışında kullanamasınlar. Ben ABD’nin istemediği bir ülkeye karşı uçağımı kullanmak istersem, ABD buna karşı geleceği için bir kod göndererek o silahı çalıştırmayabilir.
Bu senaryo da mantıklı; ama nerede duracağız? Bu hesaba göre her türlü silahı kendimizin üretmesi lazım. Buna kaynak dayanmaz ki! Sonuçta bunlar halkın vergileri ile yapılıyor. Bu kaynakların en akılcı şekilde kullanılması, karar makamlarının halkına karşı görevi ve borcudur. Bir hedef seçilir, o hedef gerçekleştirilir; sonra diğer hedefe dönülür. Biz her şeyi aynı anda yapmaya çalışıyor, bu nedenle hiç bir şey yapamıyoruz. Bütün yaptığımız şikayet etmek.
Yazar Alvin Toffler “Savaş ve Savaş Karşıtı” kitabında ABD’de konuştuğu generallerin kendisine “Biz herhangi bir uçağı herhangi bir boylamı geçmesi halinde düşecek şekilde önceden ayarlayabiliriz” dediğini yazıyor. Türk ordusunun çok üzerinde durduğu ATAK Projesi’nde görev bilgisayarını TÜBİTAK’taki bir ekip yapacaktı. Fakat ABD “Hayır vermiyoruz, hazır alacaksınız” diye dayatması ile karşı karşıya kaldık.
Sen de git, başkasından al. Tutan mı var? Özellikleri daha az olsun, ama yukarıdaki sorunları olmasın. Ama yok! İlle de hem en iyisi olacak hem de bizim istediğimiz gibi olacak. Aynı taşla iki kuş vurmak şans işidir. Bir taşla bir kuş vurulur. Müzakerede oyunun kurallarını güçlü olan koyar.
KOCATEPE SAVAŞ GEMİMİZ BÖYLE BATIRILDI Kıbrıs ve Kocatepe olayında hepinizin bildiği Kocatepe’nin Yunan gemisi olarak batırılması hikayesi de hala hafızalardadır. Elektronik yönlendirme ile Türk uçaklarına gönderilen yanlış sinyal yönlendirmesi sonucu bölgeye giren Türk savaş gemileri ile Savaş uçakları birbirlerini düşman olarak tanımlayarak ateş açmışlardır ve dost ateşi ile Türk gençleri hayatlarını kaybetmişlerdir.Bu olayın 1974’lerde gerçekleştiğini belirtmekte fayda var. Şu anki teknoloji ile bunun çok fazlası yapmak mümkün.
Bu hikaye yalnızca karargahlar arası koordine eksikliği nedeniyle meydana geldi diye biliyordum. Meğer bilmediğim neler varmış. Şu elektronik yönlendirmeyi çok merak ettim doğrusu.
Elektronik karşı-tedbir sistemleri, savaş uçaklarını, düşman radar ve silahlarına karşı koruyor. Yazılım kaynak kodları da, bu sistemlerin en önemli parçası. Türkiye, bu konuda teknoloji transferi verilmesiyle, söz konusu yazılımların, kendi tanımladığı güvenlik ihtiyacını karşılayacak şekilde milli olarak hazırlanmasını istiyordu. Buna izin vermeyen ABD ise, sistemlerin, kendi kurduğu Standard şekilde kullanılmasını ve Türk tarafının değişiklik yapamamasını istiyor. Görüldüğü gibi ABD ilerde olacak olası bir savaşta (olmamasının dileriz tabii) Türk savaş uçakların kontrol etmek istiyor!!
Doğrudur. İleride ABD veya ABD yanlısı bir ülke ile sıcak çatışmaya girmeyi düşünüyorsak, yukarıdaki husus bir engel olarak karşımıza çıkacak ve elimizi kolumuzu bağlıyacaktır.
SONUÇ Unutulmamalıdır ki; Satın alındığı takdirde Türkiye kullanıcı olarak kalmaya mahkumdur ve bu sınırlama teknoloji transferinde diğer projelere kötü örnek olabilir. Bu metotta Türkiye direk satın almaya itilirse, yarin ayni metodun diğer projelerde kullanılmayacağı nereden belli ? Ev yapıyorsun ama kapının kilidinin anahtarı başka birinde. Ülke savunmasında kullanılan hangi silah olursa olsun milli yazılım şarttır. Aksi durumda o silah sisteminin güvenirliliği hep tartışılacaktır. Milli yazılıma sahip bir sistemin dahi güvenirliliği %100 olamaz; zira her kod kırılabilir. Ancak bu harcanacak zaman ve kullanılan teknolojiye bağlı olduğundan, göreceli olarak milli yazılıma sahip sistemler daha güvenlidir. Türk insanı bir gün elbet kendi uçağını da kendi yapacaktır.
Bütün umudumuz bu. Ama birkaç hususu gözönüne almakta yarar var. Bildiğim kadarıyla TAI’den sonra Lockheed Martin Güney Kore’de benzer şekilde KAI tesislerini kurdu. KAI personelinin eğitimine de TAI destek verdi. Şimdi KAI yeni bir eğitim uçağının tasarım ve üretimini yapıyor, ama TAI’den ses seda yok. Ya türk insanı böyle bir teknolojiye sahip olup kullanacak kadar zeki değil ya da başka bir şey var. O başka bir şeyi söylemesem daha iyi olur…
Gözönüne alınması gereken ikinci husus kaynakların sonlu olmasıdır. Bu ülkede açlık sınırının altında yaşayan milyonlar var. Bunların boğazından kesip savunmaya para aktarmak vatanseverlik mi? O kısıtlı kaynaklar olabildiğince verimli kullanılmalıdır.
1995’de Kosova’da görev yapan AN/ALQ-178 (V) 3 katılmış F-16 uçakları ile ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinde bir karalama yazısı çıkmıştı. Konuyu bilmeyen bir gazeteci, araştırıp doğrulamadan bir yazı yazmıştı. O zaman bende bir cevap yazısı hazırlayıp göndermiştim (Altta). Sonra yazısı devam etmedi (ya da edemedi).
[F-16 UÇAĞI HAVADA GEZİNEN BİR GEMİ GÖRDÜ!
İlk bakışta saçma gözüküyor değil mi? Uygulamada evet, ama kuramsal olarak mümkün. Öte yandan, aynı uçağın F-4 uçağı görmesi beklenirken Airbus görmesi ise uygulamada karşılaşılabilecek bir olasılık. Nasıl olabileceğini açıklamaya çalışacağım. Elbette, açıklama biçimim konunun ayrıntılarını bilenler için değil, gazetelerde buna benzer başlıkları okuyup ne olup bittiğini anlayamayanlar için olacaktır.
Elektronik Harp cihazı bir uçağın gözleri sayılabilir. Etrafta kendisi için tehlike yaratabilecek silah sistemlerini görür. İşte bu işlevi yapan cihazlara pasik elektronih harp (EH) sistemi denir. Eğer gördüğü tehlikelere karşı etkin olarak mücadele edebilecek cihazlara da sahip ise, bu kısmına da aktif EH sistemi denilir. Açıklamam pasif EH sistemi üzerine olacaktır.
Önce biraz bilgi vermem gerekiyor. Pasif EH sistemi (Elektronik Destek Tedbirleri içinde düşünülür) temelde bir çeşit radyo alıcısıdır. Belli bir frekans bandında yayın yapan bir verici vardır (radyo istasyonu gibi); pasif sistem böyle bir vericinin gönderdiği sinyalleri alır, değerlendirir, değerlendirmenin sonucunu sistem ekranı üzerinde pilota gösterir. Bu sergileme dolayısı ile “görmek” deyimi kullanılır, yoksa anladığımız anlamda görmek eylemi gerçekleşmez.
Bir radyo alıcısı ile pasif EH sistemi arasındaki temel farklar şunlardır:
1. Pasif EH sistemi radar sistemlerinden yayılan sinyalleri, radyo ise radyo istasyonundan yayılan sinyalleri alır.
2. Radar sistemi çoğunlukla uçak, gemi, kara aracı gibi seyyar bir platform üzerinde taşınır, radyo istasyonları ise tersine çoğunlukla sabittir.
3. Radarlar, radyo istasyonuna göre daha yüksek frekans bandında çalışır.
4. Radarların ancak gerektiğinde yayın yapmasına karşılık radyo istasyonu saatlerce yayın yapar.
5. Radarlar tıpkı yarasalar gibi çok kısa bir süre yayın yapar, sonra yayını keser, dönen sinyalleri dinler, sonra yeniden yayın yapar… Radyo istasyonunda ise gönderdiği sinyalleri dinleme olayı yoktur.
6. Radar sisteminin, dolayısıyla pasif EH sisteminin tasarımı çok karmaşıktır.
7. Pasif EH sistemi, üzerine monte edildiği uçağın diğer savaş sistemleri ile uyumlu çalışmak zorundadır.
Radyo alıcıları ile pasif EH sistemleri arasındaki önemli bir benzerliği ise şöyle vurgulamak mümkündür. Varsayalım ki, radyonuzun kanal ayar düğmesi yerinden oynadı ve kolayca düşüyor. Ayrıca siz de sık sık yolculuğa çıkmak zorundasınız ve radyonuz da en büyük dostunuz. Kanal ayar düğmesinin yedeğini bulamıyorsunuz ve kaybetme riskini göze alamadığınızdan yanınızda taşıyamıyorsunuz. Bu nedenle yolculuğa çıkmadan önce gideceğiniz şehirde yayın yapan radyo istasyonlarını ve hangi frekansta yayın yaptıklarını öğreniyorsunuz; sonra bu frekansları radyonuzun programlama tuşlarına kaydediyorsunuz. Artık yolculuğa hazırsınız. Radyonuzun kanal ayar düğmesi yanınızda olmasa bile gideceğiniz şehirdeki radyo istasyonlarını artık dinleyebilirsiniz. Bunun için program tuşlarını kullanmanız yeterlidir. Ama baktığınız liste güncel değilse ne olur? Gittiğiniz yerde program tuşlarına bastığınızda ya gürültü ya da istemediğiniz bir kanal dinlersiniz.
İşte pasif EH sistemi de yukarıda anlatılan radyonun çalışmasına benzer. Askeri istihbarat örgütleri uçağın görev yapacağı harekat alanında mevcut olan ve uçağa tehdit yaratabilecek radar sistemlerinin neler olduğunu, bunların hangi platform tipi (uçak, gemi, vb.) üzerine yerleştirilmiş olduğunu, radar sistemlerinin ayrıntılı özelliklerini öğrenmeye çalışır. İstihbarat denilen bu faaliyet, radyo istasyonlarının neler olduğunu öğrenmeye benzemez ve barış zamanı dahil yıllarca sürebilir. Sonunda elde edilen veriler de çok kesin olmayabilir.Görev zamanı gelip çattığında elde olan bu bilgilerden harekat alanı ile ilgili olanlar, radyonun program tuşlarına benzer şekilde pasif EH sistemine uçuş öncesi öğretilir (programlanır). Artık pasif EH sistemi herhangi bir radar sisteminden gelen sinyalleri aldığında, bu sinyallerin kendisine öğretilen sinyaller olup olmadığına, eğer böyleyse örneğin “saat iki yönünde bir MIG tipi bir uçak var” şeklinde pilotu uyarmaya hazırdır.
Bu kadar bilgi verdikten sonra makalenin başlığına dönelim. Diyelim ki, uçağın pasif EH sistemine, ŞAHİN tipi uçaklara monte edilmiş olan ZIPKIN (herhangi bir ad) tipi radarın sinyallerini yakaladığında bunu pilota “Patagonya Hava Kuvvetlerine ait ŞAHİN tipi bir uçak yakaladım” şeklinde uyarması öğretilmiş olsun. Varsayalım ki, istihbarat bilgileri hatalı ve ZIPKIN tipi radar Patagonya’nın komşusu Zapatistan Hava Kuvvetlerine ait SERÇE tipi uçak tarafından kullanılıyor olsun. Sonuçta pilot ŞAHİN tipi uçağa angaje olmaya çalışırken karşısında birdenbire SERÇE tipi uçak görecektir. Pilotun ilk düşüncesi “benim pasif EH sistemin doğru dürüst çalışmıyor” ya da “Tanrım! Benim Patagonya’da olmam gerekiyor, Zapatistan üzerinde ne işim var?” olacaktır.
Bir başka örneği ele alalım. Uçağa öğretilen bilgi ÇEKİÇ tipi atış kontrol radarının bir Okyanusya YUNUS tipi Güdümlü Mermi muhribinin üzerine monte edildiği şeklinde olsun. Yine varsayalım ki, Okyanusya Genel Kurmay Başkanı pek muzip bir insan; tutmuş geminin atış kontrol radarını KARGA tipi nakliye uçağına monte ettirmiş olsun. F-16 uçağı Okyanusya içerlerindeki hedefine gitmek için denizi aşıp karanın 200 mil içlerine ulaştığında ve pasif EH sistemi birdenbire KARGA tipi nakliye uçağındaki ÇEKİÇ tipi atış kontrol radarının sinyallerini almaya başladığında pilotu uyaracaktır: “Saat on yönünde YUNUS tipi Güdümlü Mermi muhribi var”. Pilotun ilk tepkisinin “Aman Allahım, havada gezinen bir gemi var” olmaması için bir neden yoktur.
Diyebilirim ki, pasif EH sistemlerinin harekat alanındaki performanslarının değerlendirilmesi, ancak istihbaratın doğruluğunun kesinleşmesinden sonra yapılabilir.]
İşte görüldüğü üzere tarih tekerrür ediyor. Bilenler susuyor, bilmeyenler konuşuyor (Bu hesaba göre ben de bilmeyenlerden oluyorum herhalde. Genellemesem daha iyi olacak).
Savunmaya para ayırmaktan daha etkili ve kesinlikle daha ucuz bir yöntem daha vardır: Diplomasi. Bu alana ayrılacak kaynaklar, savunmaya ayrılacak kaynaklardan daha verimli olarak kullanılabilir ve bizi daha güçlü yapar. Umarım bir gün bunun değerini anlarız.
M.Aydın Erceiş

Aralık 2004, Ankara

https://aydinerceis.wordpress.com/2011/12/03/komplo-teorileri-ve-gerceklik/

..


10 Aralık 2014 Çarşamba

Jitem’in Kuruluşu ve Kürt Tetikçileri 3










Yeşil'in suikast planı MİT'e sorulacak



Abdülkadir Aygan'ın yayınladığı, 1993 tarihli maaş bordrosunun üzerinde, "Görev yeri: JİTEM" yazıyor.
Kamuoyunda "JİTEM davası "olarak bilinen ve Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin özel yetkili ağır ceza mahkemesine gitmesine karar verdiği davada, Jandarma Genel Komutanlığı (JGK) JİTEM'in varlığını dolaylı da olsa kabul etmiş oldu.

1987'den 1999'a

Davanın avukatlarından Tahir Elçi'nin isteği üzerine mahkeme, Genelkurmay Başkanlığı ve JGK'ye JİTEM'i sormuş, Genelkurmay "Bünyemizde kurulmuş JİTEM adında herhangi bir birim mevcut değildir" diye yanıt vermişti.
JGK'nin yazdığı yanıta göre, 1987'de Olağanüstü Hal (OHAL) Bölgelerinde önce "Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı"nın kuruluyor,  aynı yılın ekim ayında kurulan "Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı" bu komutanlığın emrine veriliyor.
Daha sonra, "Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı"nın adı "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Grup Komutanlığı", bünyesindeki İstihbarat Tim Komutanlığı'nın adı da "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birlik Komutanlığı" olarak değiştiriliyor.
1990'daysa, JGK'nin "geçici" dediği bu örgütlenme yerine "Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı İstihbarat Birimleri, Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı ve Jandarma İstihbarat Tim Komutanlığı" adları kullanılmaya başlanıyor.
Ancak JGK "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birlik Komutanlığı" uygulamasının Nisan 1999'a kadar devam ettiğini de yazıyor.

"JİTEM ve JİT'i kullanmayın"

JGK, yazısında "Jandarma Genel Komutanlığı'nın konuyu bilmeyen bazı alt kademelerinde benzer ifadeler kullanılması ve bu meyanda Jandarma İstihbarat Timlerinden 'JİT' diye bahsedildiğinin görülmesi üzerine; 1994 yılında 'JİTEM' 1997 yılında da 'JİT' tabirinini kullanılmaması için birlikler uyarılmıştır" da diyor.

Elçi: Kolordu Komutanlığı'ndan Arif Doğan'a "JİTEM" yazıları var

Ancak Avukat Elçi, JGK'nin "alt kademeler" iddiasını, belgelerin yalanladığına dikkat çekti. JİTEM'in kurucusu olduğunu söyleyen Arif Doğan'ın Ergenekon soruşturması kapsamında tutanak altına alınan belgelerinde, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı'ndan Doğan'a gönderilen yazılarda "JİTEM" ibaresinin geçtiğini söyleyen Elçi, "En az 15 yerde bu ad var. Bunları teker teker mahkemeye okudum" dedi.
Eski PKK militanı ve JİTEM çalışanı Abdülkadir Aygan da üzerinde JİTEM yazılı 1993 tarih bordrosunu yayınlamıştı. Dönemin Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı da, JİTEm adının kullanıldığını anlatmıştı.
"Kurucuları, yöneticileri, yaptıkları işleri açıklamadılar"
JGK'nin gönderdiği yanıtta, Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Emekli Jandarma Kıdemli Albay Arif Doğan, Emekli Kıdemli Albay Aytekin Özen,Abdulkadir AyganMustafa DenizAli OzansoyAdil TimurtaşRecep Tiril ve Fethi Çetin'le ilgili görev yerleri ve süreleri de mahkemeye bildirildi. Aygan, Deniz, Ozansoy ve Çetin "memur", Timurtaş ve Tiril "temizlik işçisi" olarak görünüyor.

Ancak Elçi, bu yanıtın JİTEM'in kurucuları, yöneticileri ve yaptıkları işlerle ilgili davayı aydınlatacak bilgi içermediğini, özel yetkili ağır ceza mahkemesinden bu bilgiler sormasını isteyeceklerini de söyledi. (TK)
Avukat Tahir Elçi, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kamuoyunda "JİTEM davası" olarak bilinen dosyayı "özel yetkili ağır ceza mahkemesi"ne göndermesi için "Mahkeme JİTEM'in sıradan bir örgüt olmadığına, silahlı, nitelikli, anayasal düzeni değiştirmeye yönelik bir örgüt olduğuna karar vermiş oldu. Böylece JİTEM, hak ettiği mahkemede yargılanacak" diye konuştu.
"Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri", eski "Devlet Güvenlik Mahkemeleri"nin (DGM) yerine kurulmuştu. Diyarbakır'da bu türde üç mahkeme bulunuyor.
Elçi, ağır ceza mahkemesinin 31 Aralık'taki duruşmada verdiği karardan sonra, özel yetkili mahkemenin dosyayı inceleyip kabul etmesi halinde, duruşma tarihi vereceğini söyledi; "Bence yeterince kanıt toplandı. Mahkeme karar verebilir" dedi.

"Müvekkillerim 21 yıldır adalet bekliyor"

Elçi'nin davaya müdahil olduğu vaka, 1989'da Şırnaklı Hasan Caner,Hasan Utanç ve Tahsin Sevim'e işkence yapılması ve öldürülmesi.
Elçi'nin verdiği bilgiye göre, üç kişi JİTEM'in komutanlarından Cem Ersever'in talimatıyla alınıp Silopi'deki JİTEM karakolunda işkence yapıldıktan sonra Nusaybin-Cizre karayolunda öldürüldü. Elçi, Silopi'deki karakolun komutanı da Ergenekon davasında JİTEM'in kurucularından olduğunu söyleyen Arif Doğan olduğunu da anımsattı.
Elçi, "Müvekkillerim öldürülen üç kişinin yakınları. 21 yıldır adalet bekliyorlar. Hâlâ bu örgütün hangi mahkeme tarafından yargılanacağına karar verilmeye çalışılıyor" dedi.

1999'dan beri mahkeme mahkeme geziyor

Diyarbakır'daki davada savcılığın JİTEM elemanı olduğunu belirttiği sanıklar yargılanıyor. Suriye'deki adıyla Hacı Hasan Türkiye'deki adıylaİbrahim BabatAdil Timurtaş, Mehmet Zahir KaradenizLokman GündüzFaysal ŞanlıRecep TirilAbdülkadir AyganAli Ozansoy,Hüseyin Tilki ve Hayrettin Toka.
1999'da Diyarbakır'da başlayan davada, 3. Devlet Güvenlik Mahkemesi görevsizlik kararı vermiş, dosyayı 3. Ağır Ceza Mahkemesi'ne göndermişti. 13 Şubat 2006'da bu mahkeme sanıkların asker statüsünde olduğunu söyleyerek görevsizlik kararı vermiş ve dosyayı 7. Kolordu Askeri Mahkemesi'ne göndermişti. Bu kararda ilk kez JİTEM'in varlığı resmen kabul edilmişti.

Askeri mahkeme de görevsizlik kararı verince dosya Anayasa Mahkemesi'nin özel bir mahkemesi olan Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gitmiş, mahkeme, davayı sivil mahkemenin görmesi gerektiğine karar vermişti. (TK)
http://www.bianet.org/biamag/insan-haklari/119256-yargi-jitem-in-tehlikeli-bir-suc-orgutu-oldugunu-kabul-etti



CEMAL TEMİZÖZ VE JİTEM..,

JİTEM İtirafçısı  Abdülkadir Aygan da Temizöz'ün "Yukarıya" Bağlı Olduğunu Öne Sürüyor..,


PKK itirafçısı ve eski JİTEM'ci Abdülkadir Aygan, "Temizöz ya özel görevliydi ya da o rolü üstlendi. MOSSAD'in çalışma yöntemlerini içeren kitabı okurdu daima" dedi. Temizöz'ün JİTEM'ci Abdulhakim Güven'i kayırdığını açıkladı.
Erol Önderoğlu



PKK itirafçısı ve eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan, Cizre'de JİTEM komutanlığı yapan ve pek çok yasadışı cinayette sorumluluğu olduğu iddia edilen Cemal Temizöz'ün özel olarak görevlendirildiği iddialarını destekledi. O dönem yüzbaşı olan Albay Temizöz, halen faili meçhul cinayetler nedeniyle yargılanıyor
1990'ların ilk yarısında Cizre belediye başkanlığı yapan Haşim Haşimi"Bölgede onlarca Temizöz vardı. Özel görevi olduğunu hissettiren asabi biriydi" dedi. bianet'e Haşimi, bilinenden çok daha fazla faili meçhul cinayet olduğunu öne sürdü. Haşimi, dönemin başbakanı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in sorgulanması gerektiğini söyledi. İsveç'te yaşayan ve bianet'in sorularına e-posta üzerinden cevap veren Aygan da Haşimi'yi destekledi.
"Temizöz özel görevlidir veya kendisine o rolü yüklenmiştir. İnsani ilişki geliştirmezdi. MOSSAD'in çalışma yöntemlerini içeren kitabı okurdu daima."
1993-96 arasında Cizre'de yasadışı JİTEM komutanı olan TemizözCizre'de 20 kişinin öldürülmesiyle ilgili 9 kez ömür boyu hapis istemiyle yargılanacak.

"Güven'i kayırdı, ona özür dilememi emretti"

Bu iddiasını doğrulamak isteyen Aygan, bir diğer JİTEM üyesi Abdulhakim Güven'le 1998'de Mersin Mezitli'de bir silahlı kavga yaşadıklarını belirtti ve Temizöz-Güven ilişkisinin olaya şöyle yansıdığını savundu:
"Ben sadece müdafaa yaptım. Olayda ilk silahı çeken ve göğsüme dayayıp tetiği çeken Abdulhakim'dir. Bana, kızımın ve başka bir kadının yanında ağza alınmayacak küfürler savuran yine kendisidir. Buna rağmen; Cemal Temizöz, Abdulhakim'in tarafını tuttu. Beni uzun sure silahsızlandırdı. Polislere ifade vermemem için beni günlerce JITEM binasında tuttu. Halbuki ben kendisinin memuruydum. Beni kollaması gerekirken asıl suçlu olan ve hiçbir resmi sıfatı olmayan Güven'i kayırdı. Güven'den özür dilememi emretti. Niçin? Çünkü Cizre ve o yörede Abdulhakim ile birlikte birçok kirli iş çevirmiş ve cinayetler işlemişlerdi. Bu yüzden Güven'in tarafını tutup beni mağdur etti."

"Mehmet Çakır infazlara katıldı"

JİTEM yapılanmasıyla ilgili daha önce nasname sitesine çeşitli açıklamalarda bulunan Aygan, teşkilatta yer aldığını bianet'e ifade ettiği Astsubay başçavuş Mehmet Çakır (Mahmut başçavuş), işçi olarak gözükenHasan Adak ve Uzman çavuş Seçkin Pamukçu ile ilgili ek bilgiler verdi.
Ankaralı olarak tanıdığı Çakır'ın Batman'ın Karayün Köyü muhtarı Fellemez'in evinden bir gencin tuzağa düşürülerek yakalanıp infaz edilmesinden bildiğini ifade eden Aygan, gencin cesedinin de Batman-Silvan arasındaki bir tarlaya atıldığı, olayda JITEM komutanı Cem Ersever,Selahattin Görgülü, İbrahim Babat ve Batman JITEM timinden bazı görevlilerin de yer aldığını iddia etti.
Diyarbakır merkezden bir genç ve kadın arkadaşının gözaltına alınıp JITEM'de sorgulandı ve daha sonra Çakır'a teslim edildiğini savunan Aygan, "Mehmet Çakır ve başka görevliler onları Sivas taraflarına götürüp infaz ettiler ve yol kenarına attılar. Bayan'in ismi Fatma idi ve öğrendiğime göre Mersin'liymiş" dedi.
Aygan, Çakır'ın, Antalya'da infaz edilen Talat Ayyıldız davasında sanık olan Görgülü'yü duruşmalara götürüp getiren ve oradaki görevliler ile JITEM komutanı arasındaki irtibatı sağlayan kişi olduğunu da ileri sürdü.

"Adak'ın rahatlığı Aydın cinayetini bildiğinden olabilir"

Hasan Adak'ın işçi kadrosunda olmasına rağmen JİTEM'in gerçekleştirdiği infazlara katıldığını kaydeden Aygan, "İşkenceli sorgulamalara katıldı. Bu şahıs, mesai saatlerini takip etmemesine rağmen, komutanlar bir şey demiyorlardı" dedi; gerekçesiyle ilgili de, "Sanırım Vedat Aydın olayını bildiğinden dolayıdır" açıklamasını yaptı.

"Pamukçu JİTEM eylemlerinden haberdardı"

Pamukçu'nun herhangi bir eylemine tanık olmadığını söyleyen Aygan, "Fakat, JITEM'in bir çok eyleminden haberdardır. Daha çok şoförlük yapardı" diye savundu.
Gazeteci ve Kürt aydını Musa Anter'in öldürülmesiyle ilgili bulunduğu İsveç'ten geçmişte önemli açıklamalar yapan Aygan, daha önce yaptığı açıklamalarda Güven'in Temizöz ve diğer JİTEM elemanlar arasındaki ilişkiler şöyle geçiyordu:
"Şırnak ve Cizre'de ayrı bir ekip vardı. Abdulhakim Güven, Hıdır Altuk, Adem Yarkın, Hüseyin Bülbül isimli itirafçılardan kurulu bu ekip, oradaki İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Cemal Temizöz'ün emrindeydi. Yanlarına da bir-iki tane sivil uzman çavuş verilmişti. Bunlar orada terör estirdiler. Kimi insanları milis diye veya kardeşi dağda diye kuyulara atmışlardı, kimilerinin evlerinin altına anti-tank mayını koymuşlardı, kimisini sığınağa koyup, yani sığınağa baktırma bahanesiyle bomba atarak imha etmişlerdi."

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Cizre ve çevresinde 20 kişinin öldürülmesinden sorumlu tuttuğu Temizöz ve koruculardan oluşan altı kişi yargılamaya 11 Eylül'de başlayacak. Temizöz için, dokuz kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Ancak dava daha şimdiden tanıkların tanıklıklarından vazgeçmesiyle gündeme geldi. (EÖ)





.


Jitem’in Kuruluşu ve Kürt Tetikçileri 2




Jitem’in Kuruluşu ve Kürt Tetikçileri  2.

.

JİTEM’ci Albay’dan ŞOK itiraf!




0987678 JİTEMci Albaydan ŞOK itiraf!Gündemi sarsacak bir ses kaydı daha ortaya çıktı. Konuşan yine çok tanıdık bir isim…
Daha önce ortaya çıkan ses kaydında JİTEM’le ilgili gerçekleri açıklayan veİstanbulAdliyesi’ne giderek savcılara bilgi veren emekli Albay Arif Doğan’a ait bir ses kaydı daha ortaya çıktı. Arif Doğan,videopaylaşım sitesi dailymotion.com’da yayınlanan ses kaydında, Hanefi Avcı’yı JİTEM’etransferettiklerini itiraf ediyor. Anlatılanlar ise bunlarla sınırlı değil…
Asker aleni savaşır JİTEM gizli savaşır
“Ben her şeyi bilmek mecburiyetinde olan bir insanım. Çünkü biz askeri literatür içerisinde yapmıyoruz. Bizim yaptığımız çok tehlikeli. Asker cephede aleni savaşır. Biz gizli savaşıyoruz.”
Hizbullah’ı jandarma olarak biz kurduk

“Yav kontrhizbul olarak o kuruldu PKK’ye karşı. Hüseyin Velioğlu’ydu başındaki. Hizbullah’ı biz kurduk zaten. O Hizbullah değildi onun adı Kontrhizbul’du. Kontrhizbul’du ondan sonra Hizbullah’a dönüştü. Emniyet bir operasyon yaptı Kavacık’ta. Onu öldürüp atmışlar.”
Veli Küçük ile ortak şirketleri vardı

“İşte o şey vardı ö… Hasan vardı. Milletvekili oldu ya şimdi. İstanbul emniyet müdürüydü ö… Hasan. O vali vardı bir tane neydi onun adı. O beraber istifa edip ayrıldılar ya. Veli Küçük’ün ortağıydı o. Güvenlik şirketinde ortaklardı onlar.
Jandarma istihbarat grup komutanlığını da JİTEM’i de ben kurdum

“Ben JİTEM’den önce, jandarma istihbarat grup komutanlığını kurdum. Şimdi ben o birinci üniteyi oluştururken bak iki tane diyorum. İkisinin de kurucusu benim.”
Güneydoğu’da çalışacak istihbarat elemanı ararken bir sene geçti

“Ben doğuya gittim. Bir sene istihbarat o…., istihbarat o…. mücadele ettim. Acaba hangisi istihbarat elemanı olur hangisi olamayacak.”
Aynı adam MİT’e, JİTEM’e, Emniyet’e aynı bilgiyi veriyordu

“Bir duyum var. JİTEM, emniyet ve MİT oturuyoruz. Lan bakıyorum bende aynı duyum, karşıda da aynı duyum, öbür tarafta da. Demek ki, bir o… ç…, üçümüze satmış bunu. Öyle ya herkeste bir birinden gizliyor elemanı. Her şeyin bir biri ile ilgisi oldu.”
MİT bölge başkanı Hanefi Avcı’yı tavsiye etti

“Mit bölge başkanı Galip Tuğcu’ydu. Çok mükemmel bir insandı. Oturuyoruz bir gün dedim ki. Galip bey vatan elden gidiyor. Bayrak elden gidiyor millet elden gidiyor ve toprak gidiyor. İstihbarat canlı insan demektir. Yani gezecek, görecek, yaşayacak, değerlendirecek ve bir şeyi tatbik edecek, ondan sonra sistemi belirleyecek. Diyecekki ben bunu yaptım ama burada yanlış yapmışım. Sistemde olamaz diyecek. Burda emniyetin temsilcisi var. Hanefi Avcı. Ben çağırırsam gelmez efendim.”
Hanefi Avcı’yı JİTEM’e transfer ettik, arşivde vardır

“İyi bir istihbaratçı, Hanefi Avcı, çok iyi. Çağırırım onu. JİTEM’e transfer ettik. Operatif olarak JİTEM’e geçti. Anlatabildim mi? Hiç kim seninde aklı ermiyordu. Çatışmaya falanda giriyorduk. Arşivde vardır o. Evet var onunda arşivi. Yok desek de var.”

Ersever’i Veli Küçük mü öldürttü!


Tanık Özdemir, bu konuyu da eski PKK terör örgütü itirafçısı olan, JİTEM için görev yapan ve Hayrettin Ertekin’in yanında çalışan Adil Timurtaş’tan duyduğunu söyledi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Ergenekon davasında tanık Emrah Özdemir, tutuklu sanıkların duruşma salonundan çıkarılmasından sonra gizli tanık odasından ifade vermeye başladı. Orjinal sesinin ve görüntüsünün bozulmadan duruşma salonuna yansıtıldığı tanık Özdemir ifade verdiği sırada tutuksuz sanık Hayrettin Ertekin ile ilgili iddialarda da bulunduğu için Ertekin’in duruşma salonunda bulunmasına izin verildi. Daha sonra da başka bir cinayet davasından hükümlü bulunan Emrah Özdemir’in ifadesinin alınmasına geçildi.
Tanık sıfatıyla mahkemede ifade vermek istediğine dair dilekçe vermesinin ardından ölümle tehdit edildiğini belirten Emrah Özdemir’in Malatya’da geçtiğimiz ay Kazım Çillioğlu ve Rıdvan Özden’in öldürülmesi hakkında verdiği ifade okundu. Bu sırada ifadesinde geçen olaylarla ilgili net tanıklığı olup olmadığı sorulan tanık, “Ben bire bir olaylara tanık olmadım. Babam kumarhaneler kralı olarak tanınan Ömer Lütfü Topal’ın şoförüydü. O nedenle çok ortama girip çıktım. Ömer Lütfi Topal’ın yanına sık sık gelip gitmesi nedeniyle tanıdığım ve samimi olduğumuz, benden önce Ergenekon davasında tanıklık da yapan Adil Timurtaş ağabeyden duydum bunları. Ancak burada duyduklarımı değil gördüklerimi anlatmak istiyorum.” dedi.
Tanık olmak istediğine dair dilekçe vermesinin ardından tehdit edildiğini de iddia eden tanık, “Hasan Atilla Uğur ile hastanede karşılaştık. Cezaevinde komutanlara hayli toleranslı davranılıyor. Silivri 1 Nolu Cezaevi’nde görevli infaz koruma memurları tarafından bana onlar aracılığıyla para ve haber getiriliyor. Bir ay önce bin lira, bir hafta önce de 500 lira para geldi. Bu para ifade vermemem içindi. Ayrıca avukat Zeynep Küçük de para vermiş. Ben cezaevi savcısına şikayette bulundum. Bugün yarın soruşturma başlar. Veli Küçük, Hayrettin Ertekin, Hasan Atilla Uğur ve Sedat Peker ağabey aracılığıyla uyardılar. Sedat Peker ile sürekli zaten mektuplaşıyoruz. Benden gencim, cahillik ettim şeklinde ifadelerle dilekçemi geri çekmemi istediler. Hayrettin Ertekin’in, Sedat Peker’i hiç tanımadığı şeklinde ifade verdiğini duydum. Oysa çok iyi tanır, ofisine sürekli gelir giderdi.” şeklinde konuştu. Savcı Pekgüzel, tanığa “Zeynep Küçük’ü görseniz tanır mısınız” diye sordu. Tanık, “Hayır” cevabını verdi.
Tanık Özdemir, Adil Timurtaş’ın da aralarında bulunduğu bazı PKK terör örgütü itirafçısı olan ve sonradan JİTEM’ci olan kişilerin, Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Hayrettin Ertekin’in yanında çalıştıklarını söyledi. Timurtaş’ın, gittiği her yere kendisini de beraberinde götürdüğünü belirten Özdemir, Ergenekon davasının tutuklu sanıkları Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Kemal Kerinçsiz ve Sedat Peker ile tutuksuz sanık Arif Doğan’ı da Timurtaş’la gidip geldiği yerlerde tanıdığını kaydetti. Küçük, Tekin, Kerinçsiz ve Peker’in Ataşehir’de Sahan Restoran ile Süreyyapaşa Sineması ve patrikhanede toplantı yaptıklarını söyledi. Özdemir, Süreyyapaşa Sineması’ndaki sinema izler gibi yapılan başka bir toplantıda da bu isimlerden farklı olarak Hayrettin Ertekin’in de katıldığını ifade etti.
 Erseveri Veli Küçük mü öldürttü!



Bu toplantılarda “Olayın değişmesi lazım. Her yeri Fethullahçılar ele geçirdi. Eskiden her istediğimizi yapıyorduk. Yine söz sahibi olmamız için kaos ortamı oluşturmak gerekiyor…” şeklinde konuşmalar geçtiğini belirten Özdemir, “Ayrıca Orhan Pamuk, Ahmet Türk ve Osman Baydemir’in öldürülmesi gerektiğinden bahsediyorlardı.” diye konuştu. Araçlarına kurşun geçirmez cam takmaktan bahsettiklerini belirten tanık Özdemir, “Rahmetli Kuddusi Okkır ile birlikte çeşitli illerde kongreler yapacaklarmış. Yavuz Ataç’ın isminden çok bahsediyorlardı. Veli Küçük ile Korkut Eken arasındaki kırgınlığı çözebilecek kişinin Ataç olduğunu söylüyorlardı.” sözlerini kaydetti.
Susurluk kazası olduğunda Veli Küçük paşanın, Drej Ali lakaplı Ali Yasak’ı olay yerine gönderdiklerinin de bu konuşmalarda geçtiğini anlatan Özdemir, Çatlı’nın aslında kazada ölmediği, Veli Paşa tarafından öldürüldüğü, araçta bulunan evrakların ve çantanın Ali Yasak tarafından alındığından bahsettiklerini söyledi.
Tanık Özdemir, daha sonra da sanık Hayrettin Ertekin’in resmi ve gayriresmi çok büyük mal varlığı olduğunu belirtti. Özdemir, bu mal varlığının da kuyumculukla elde edilemeyecek bir varlık olduğunu söyledi.
Ertekin’e GATA’dan zaman zaman komutan misafirler geldiğini ifade eden tanık Özdemir, “Genelkurmay Başkanı olmadan önce İlker Başbuğ ve Ergin Saygun’un kendilerine nasıl yardım edebileceklerini konuşuyorlardı. Konuşmalarında Yaşar Büyükanıt’tan çok konuşurlardı.” dedi.
JİTEM’in Arif Doğan ve Cem Ersever tarafından kurulduğunu Arif Doğan’dan duyduğunu aktaran Özdemir, “Cem Ersever, Veli Küçük’ün talimatıyla öldürüldü. JİTEM’deki anlaşmazlık yüzünden öldürüldü. Cem Ersever kendi kadrosunu kurmak istedi. Ben bu beyanları Adil Timurtaş’tan duydum.” şeklinde konuştu.

Ergenekon’da Müebbet Alan İsimler!


ergenekon hapisler Ergenekonda Müebbet Alan İsimler!6 yıldır devam eden Ergenekon Davası’nda karar açıklandı. Gazeteci Tuncay Özkan, Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da aralarında bulunduğu 18 kişi müebbet hapis cezası aldı.
6 yıldır devam eden Ergenekon Davas’ında aralarında gazeteci ve yüksek rütbeli askerlerlerin bulunduğu 18 kişi müebbet hapis cezası aldı.
İşte müebbet alan isimler…
1- Alparslan Aslan 2 defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.
2- Emekli Orgeneral Şener Eruygur müebbet hapis cezası aldı.
3- Orgeneral Mehmet Eröz müebbet hapis cezası aldı.
4- Emekli Albay Fikri Karadağ ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.
5- Metal-İş eski başkanı Mustafa Özbek müebbet hapis cezası aldı.
6- Sevgi Erenerol müebbet hapis cezası aldı.
7- Kemal Kerinçsiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.
8- Emekli Orgeneral Nusret Taşdelen müebbet hapis cezası aldı.
9- Emekli Orgeneral Hasan Iğsız müebbet hapis cezası aldı.
10- Dursun Ali Özoğlu müebbet hapis cezası aldı.
11- Fuat Selvi Müebbet hapis cezası aldı.
12- Hasan Ataman ıldırım ağırlaştırılmış müebbet cezası aldı.
13- Albay Dursun Çiçek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.
14- Emekli Tuğgeneral Veli Küçük iki kez müebbet hapis cezasının yanında 99 yıl hapis cezası verildi.
15- Doğu Perinçek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.
16- Gazeteci Tuncay Özkan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.
17- Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ müebbet hapis cezası aldı. (Cezası: Darbeye teşebbüs)
18- Yüzbaşı Muzaffer Tekin 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.
BAŞBUĞ’UN SUÇU HÜKÜMETİ ORTADAN KALDIRMAYA TEŞEBBÜS
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ darbeye teşebbüsten hapis cezası aldı.
Başbuğ’un suçu; Örgüt faaliyeti çerçevesinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek…
BAŞBUĞ SALONU TERKETTİ
İlker Başbuğ, karar okunduktan sonra tepki göstererek salonu terketti.
ÖZKAN’A AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBETİN YANINDA 15 YIL
Gazeteci Tuncay Özkan’a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının yanında başka suçlardan dolayı da 15 yıl hapis cezası verildi.
VELİ KÜÇÜK’E 2 KEZ MÜEBBETİN YANINDA 99 YIL
Emekli Tuğgeneral Veli Küçük iki kez müebbet hapis cezasının yanında 99 yıl hapis cezası verildi.
http://www.ymmd.org/jitemci-albaydan-sok-itiraf/

.