YAVAŞ YAVAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAVAŞ YAVAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2018 Cuma

“Herşey yavaş yavaş oluyor gözünüz açık olsun ”



“Herşey yavaş yavaş oluyor gözünüz açık olsun ”


İranlı Gazeteci Pervin Ardalan uyardı: “Herşey yavaş yavaş oluyor gözünüz açık olsun ” 
İranlı Gazeteci Pervin Ardalan uyardı: 
cafrande kültür sanat & hayat  
2008 cafrande.org

“ İslam Devrimi Kadın Haklarını yok etti ”

    Pervin Ardalan, ülkesinde kadına karşı ayrımcılıkla mücadele etmek için başlattığı “1 Milyon İmza Kampanyası” ile 75 bin dolarlık Olof Palme Barış 
Ödülü’ne layık görüldü. Gazeteci, İsveç’teki ödül törenine gitmek için bindiği uçaktan indirildi ve “toplum düzenini bozma” suçundan 2 yıl hapis cezasına 
çarptırıldı. 3 sene içerisinde bu “suçu” tekrar ederse, şimdilik ertelenen cezasını çekmek için hapse girecek olan Ardalan, “Mücadeleme devam edeceğim, 
utanılacak bir şey yapmıyorum” diyor. NTVMSNBC’ye İslam Devriminin kadın haklarını yok ettiğini söyleyen Ardalan, Türkiye’de sıkça gündeme gelen 
“Türkiye, İran olur mu?” sorusuna da: “Demokratik bir ülkede türbanın devlet dayatması değil kişisel özgürlük olmasını destekliyorum. Yine de gözünüz açık 
olsun.”  cevabını veriyor

“Bizim deneyimimiz kötü bir deneyimdi. Türkiye’de kadınlar ve başörtüsü konusundan bahsedeceksiniz, şunu dikkate almalısınız: İdeoloji, yavaş yavaş her şeyi kontrol altına alır. İran’daki devrim İslam devrimi olduğu kadar, kadın haklarına karşı bir devrimidir ve siyasidir. 

İran’da vücudunuzun bir parçası açık görüldüğünde günah sayılıyor. Fakat yasak, durumun palazlanmasına yol açıyor ve daha fazla kadın “seksi” görünmek istiyor. Bir toplumun Müslüman olması, sağlıklı olduğu anlamına gelmiyor. 

Bize önce ‘İster takın, ister takmayın, serbesti var’ dediler. Fakat önce devlet dairelerine, sonra diğer resmi dairelere ve kamusal alanın her noktasına bunu 
yaydılar.

Türkiye’de bununla ilgili gözü açık davranmalısınız. Hükümet laik olduğunu söylüyor ve insanlar takıp takmamak konusunda gerçekten serbest bırakılıyorsa, bunu desteklerim. Bu kişinin kendi özgürlüğü olmalı. İran’da da, Türkiye’de de bu demokratik olgunluğa erişilmesi dileğim.”

İRAN’DA NELERİ DEĞİŞTİRMEK İSTİYORUZ?

“İran’da hukuk kadınlara karşı ayrımcılığı körüklüyor. Örneğin erkeğin boşanma 
hakkı var, kadının yok. Bu yüzden birçok kadın, aile içi şiddete ya da çeşitli problemlere maruz kalıyor ve hukuk seçim hakkını elinden alıyor.  

Hukuk, bir erkeğe dört kadınla evlenebilme hakkı tanıyor. Birçok İranlı kadın bu yüzden aşırı baskı altında olduğunu hissediyor. 

Bir kadına miras kalırsa ve bunu paylaşacağı bir erkek varsa, kadın erkeğin aldığının yarısını alıyor. Mahkemeler kadının değil, erkeğin şahitliğini kabul ediyor. 
Biz bunları değiştirmek istiyoruz, fakat İran hükümeti bizi ‘ulusal güvenliği tehdit etmekle’ bile suçluyor.” 

ÇETİN MÜCADELE

“1 Milyon İmza Kampanyası, İran’da 15 şehirde devam ediyor. Kadınlar, üzerlerinde yaratılmak istenen korkuya rağmen çalışmalara katılıyor.  

Ev toplantıları, internet siteleri, bloglar sayesinde haberleşmeleri sürdürüyoruz. Fakat tek sorun, bu konuları radyo televizyon gibi kitle iletişim 
araçlarından duyurma imkanımızın olmaması. Dolayısıyla kısıtlı imkanlarla çalışıyoruz.”

GÜVENLİĞİMİZ YOK

“Şu anda mahkemede beni bekleyen 3 ayrı dosya var. Hepsi ayrı bir suçtan, ayrı bir ceza talebinde. 
Fakat biz sivil bir hareketiz ve kanuna aykırı çalışmıyoruz. Görünür olmayı tercih ediyoruz.  
Tehlike de burada başlıyor. Görünürlük yakalanıp hapse atılma riskini artırıyor. Biz de polise karşı sürekli gözümüz açık olmak zorundayız.”

İRANLI KADINLARDAN DÜNYAYA MESAJ

 “Biz Çalışmalarımızı gizli kapaklı değil, toplum önünde, insanların önünde yapıyoruz. Kadının hukuktaki yerinin iyileştirilmesi için çalışıyoruz, bilinci arttırmak için mücadele ediyoruz.  
Dünyanın çeşitli ülkelerinde sesimizin yankı bulması, başka kadın grupları ve hükümetlerin de İran hükümeti üzerinde uluslararası baskı oluşturarak bize destek vermesi bizim için çok önemli.”

NTVMSNBC

***

9 Ocak 2016 Cumartesi

TÜRKİYE, ÖRTÜLÜ BİR SÖMÜRGE YAPILIYOR... YAVAŞ YAVAŞ...





TÜRKİYE, ÖRTÜLÜ BİR SÖMÜRGE YAPILIYOR... YAVAŞ YAVAŞ...





Prof. Dr. Erol MANİSALI
MAYIS 2002   


Sorun, Türkiye AB'ye girdiği zaman neleri kaybedeceği sorunu değildir. Sorun, "Türkiye'nin AB'ye alınmadan, neleri kaybetmekte olduğu" hadisesidir.
 Türkiye'de "anayasanın, kanunların daha demokratik yönde değiştirilmesi meselesi" olumlu bir gelişmedir. Ancak bu olumlu gelişmeler, "Türkiye'nin AB dışında tutularak, AB'ye tek taraflı bağlanmasının" bir sebebi olarak kullanılamaz. Böyle bir yaklaşım, siyaset, iktisat ve akıl ile bağdaşmaz.

 "Türkiye AB'ye alınmasa da, bu sayede alınacakmış gibi düşünülerek iyi yönde hazırlıklar yapılıyor. O zaman AB'ye yarın alınmasak da, yapılan şeyler kâr kalır" diyenler çoğunlukta. Ancak bu arada, a) AB, Türkiye'yi kendisine tek taraflı bağlıyor; b) Türkiye'nin ulusal çıkarları ile bağdaşmayan ödünler alıyor. O zaman bu anlayış kına gecesi ile zifaf gecesi arasında bir fark görmemek kadar abes olmazmı?

Türkiye - AB ilişkilerinde AB tarafı "kendi çıkarını" her alanda fazlası ile koruyor. Türk tarafı ise Türkiye'nin çıkarlarını siyasi, iktisadi ve kurumsal alanlarda koruyamıyor. Acaba neden? Çünkü Türkiye tarafında "Türkiye adına karar verenler" dar bir çevre. Bu çevrede "büyük sermaye" egemen: Büyük sermayeye bağımlı entelcensiya ve bürokrasi egemen. Bu dar çevre, Türkiye-AB ilişkilerinde, "Türkiye'nin çıkarlarını değil, dar bir çevrenin çıkarlarını koruyor". AB, Türkiye'de işbirliği yaptığı bu dar çevre ile ilişkileri çok iyi götürdü. Ancak Avrupa Ordusu (AGSP) meselesinde sorun çıktı. Diğer alanlarda yürütülen "tek taraflı ilişki düzeni", askeri alanda sırıtıverdi. TSK, AB'nin tek taraflı bağımlılığa yol açan tutumuna karşı çıktı.
Oysa AB, Türkiye içindeki "dar çevre ile" 1995'teki gümrük birliği belgeseli ile başlayan "tek taraflı ilişkileri" çok iyi yürütüyordu. Öte yandan AB, tek yanlı avantajına ek olarak, Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, Ermeni meselesi gibi alanlarda da ödünler istemeye başladı. NATO-Avrupa Ordusu meselesi çıkmasaydı, bu ödünlerde de ilerleme olabilirdi. Ancak TSK'nin gözü açıldı ve AB'nin "gerçek niyetini" geç de olsa gördü.
 AB, Türkiye üzerinde sivil toplum örgütlerini kullanmak istiyor. Kullanma yöntemi olarak da bunları "besleme" yolunu seçti. Vakıflara, derneklere, meslek kuruluşlarına mali ve teknik yardım yaparak yönlendiriyor. Bu yönlendirmenin amacı, "Türkiye'nin AB'ye tek taraflı bağlanmasının altyapısını hazırlamak".
 AB'nin bu "rüşvetini" ceplerine indirmeye hazır, oldukça geniş bir kesim var. Hatta bunların bazıları bu AB rüşvetini "Atatürkçülük, Batılılaşma, uluslararası işbirliği" gibi süslü vitrinler arkasına gizliyorlar.

 Küreselleşme ve işbirliği adı altında,

- Bürokrasiye,
- Üniversitelere,
- İşçi sendikalarına, meslek kuruluşlarına, 
- Vakıf ve derneklere kadar yaygınlaştırılarak sürdürülüyor.

Bütün bunlar, yeni sömürgeleştirme faaliyetleridir ve AB, Türkiye'nin içinde bulunduğu zaaflardan yararlanarak bunları yürütmektedir. Temeldeki sorun ise, "Türkiye'yi fiilen yönetiminde tutan dar bir çevrenin, bütün bu faaliyetlere destek vermesi ve yönlendirmesidir".

 Bu nedenle Türkiye, ulusal çıkarlarını koruyamamakta, tek taraflı bağlanarak örtülü bir sömürge düzeni altına girmektedir. Tek yanlı anlaşmalar, gönüllü kuruluşların bağlanması, bürokrasinin " Perspektifinin " yönlendirilmesi, entelecensiyanın denetim altına alınması ile işin altyapısını hazırlamaktadırlar.
 Aslında, Türkiye'yi AB'ye tek yanlı bağlamakta olan bu dar çevre "Türkiye değil", AB'nin Türkiye'deki uzantısıdır. Taklitçi Tanzimatçıların torunlarıdır; Atatürk devrimleri ile, savaşıp da o yıktığımızı sandığımız çevrelerin yeni uzantılarıdır.


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/mayis02_04.html


..