Uçuşa Yasak Bölge etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uçuşa Yasak Bölge etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2015 Perşembe

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı



Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı




www.bilgesam.org

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı
Ali SEMİN






Arap coğrafyasında 2010 yılının Aralık ayında meydana gelen halk gösterilerine bağlı olarak Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerdeki rejimlerin 
devrilmesinin ardından Orta Doğu’daki dengelerin de değişmiş olduğu görülmektedir. Arap Baharı/Arap uyanışı ile beraber Orta Doğu’daki siyasi, 
ekonomik ve güvenlik alanlarındaki istikrarsızlık da her geçen gün artmaktadır. Arap uyanışından sonra bölgede kendini gösteren bölgesel ve küresel aktörler arasındaki güç rekabeti, diplomatik krizlere yol açmıştır. Orta Doğu’daki güvenlik boşluğunun ve ekonomik sorunların artmasından mütevellit, terör örgütlerinin ve devlet dışı silahlı milis güçlerinin hareket alanlarını genişlettikleri ifade edebilir. Bu sebeple Türkiye’nin Arap uyanışıyla birlikte Orta Doğu’da cereyan eden kaotik ortamdan siyasi ve ekonomik anlamda ciddi zarar gördüğü söylenebilir. 

Aslında ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından ülkedeki terör eylemlerinde yükseliş yaşanması ve İran’ın hem Şii çoğunluklu Bağdat yönetiminde etkinliğini artırması hem de Orta Doğu’da (Şam, Beyrut ve Sanaa’da) bölgesel bir güç haline gelmesi Şii-Sünni gerilimini tırmandırmıştır. Türkiye 2011 yılına kadar dış politika ve kamu diplomasisi anlamında Orta Doğu’daki Şii-Sünni bloğun arasında dengeli bir siyaset izleyebilmiştir. Fakat Arap uyanışı sonrasında bölgedeki etnik, mezhepsel ve ideolojik ayrışmaların netleşmesi ve yükselişe geçmesi ile birlikte Türkiye’nin dengeli bir dış politika izlediğine yönelik algının değiştiği söylenebilir. 

IŞİD’in Irak’taki ve Suriye’deki ilerleyişine paralel olarak güç kazanması ve terörle mücadele konusunda bölgesel düzlemde güvenlik alanında işbirliği nin gerçekleştirilemeyişi Orta Doğu’daki krizleri beslemektedir. ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı verilen mücadeleye Ankara’nın başlangıçtan itibaren temkinli yaklaşması, farklı yorumlara neden olmuştur. Ayrıca Türkiye’nin kuzey Irak’ın Kandil bölgesine ve PKK terör örgütüne yönelik hava operasyonları düzenlemesi, Bağdat hükümetinin tepkisine yol açmıştır. 

Bu yazıda Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesinin etkileri analiz edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca Türkiye’ nin İncirlik üssü nü açarak ABD liderliğinde kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermesi ve Suriye’de güvenli bölgenin oluşturulması hususundaki tutumu değerlendirilecektir. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 

Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93

© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 


Türkiye’nin IŞİD ile Mücadeledeki Temel Yaklaşımı

IŞİD’in 10 Haziran 2014 tarihinde Musul’u kontrol etmesinin ardından Irak’ta ve Suriye’de ilerlemesi, bölgede ciddi ölçekli bir terör sorununa kaynaklık etmektedir. IŞİD’e yönelik mücadelede, hem bölgesel hem de uluslararası anlamda farklı yaklaşımlar doğrultusunda hareket edildiği izlenimi mevcuttur. IŞİD’e karşı sürdürülen mücadelede amaç, hedef ve strateji hususlarının yeterince net olmaması, Türkiye’nin bu örgüte karşı mücadeledeki tutumunda kendini hissettirmektedir. IŞİD’in Irak’taki ilerleyişini engellemek amacıyla ABD öncülüğünde 2014 yılının Eylül ayında kurulan uluslararası koalisyonda, Türkiye fiili bir katılımcı olarak yer almamıştı. Hatta Suudi Arabistan’ın Cidde kentindeki IŞİD ile mücadele konferansında yayımlanan deklarasyonu da Türkiye imzalamamıştı. Ankara’nın uluslararası koalisyonun aldığı kararlara sözlü 
olarak destek vermesinin ise iki temel nedeni bulunmaktaydı: Öncelikle Türkiye, IŞİD’in Musul Başkonsolosluğu’ndan rehin aldığı 49 vatandaşının can güvenliğini tehlikeye atmak istememiştir. 

İkinci olarak ise Irak ve Suriye ile sınır komşusu olunmasından dolayı IŞİD tehdidinin Türkiye üzerinde daha fazla hissedilebileceği öngörülmüştür.

Öte yandan ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona destek veren 60 ülkenin, IŞİD ile mücadele noktasında izlemiş olduğu çeşitli yöntem ve stratejilerin belirsizliğinden söz edilebilir. Çünkü IŞİD’e yönelik savaşta izlenen stratejilerin, Irak ve Suriye üzerinde farklılaştığı görülmektedir. 
Örneğin; Irak’ta uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı düzenlediği operasyonlar sayıca Suriye’dekilerden daha fazladır. Türkiye’nin IŞİD ile mücadeleye aktif destek verebilmesi için üç şartı bulunmaktadır: Bunlardan ilki Suriye’de sadece IŞİD ile mücadele edilmemesi, ayrıca ülkedeki Esed rejiminin de devrilmesi doğrultusunda çaba sarf edilmesi yönündedir. İkincisi, Türkiye sınırına yakın Suriye topraklarında güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesidir. Bir diğeri ise Esed rejimine karşı savaşan mutedil silahlı muhalif güçlerin eğitilmeleri ve silahlandırılmaları şeklinde tezahür etmektedir.

Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelede öne sürmüş olduğu taleplere ilişkin bir değerlendirme yapıldığında; bu talepler ile ABD’nin Suriye’ye ve IŞİD’e yönelik politikalarının örtüşmediği görülmektedir. ABD’nin hem Suriye krizine yaklaşımında hem de IŞİD ile mücadeleye dair tutumunda bazı çelişkilerin mevcuttur. ABD’nin Suriye’deki IŞİD’e yönelik hava operasyonlarının neredeyse tamamı, ülkenin kuzeyindeki bölgelere düzenlenmektedir. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki Irak’ta IŞİD’e karşı verilen mücadelede koalisyon güçleri; Irak güvenlik güçleri ve Peşmergeler ile birlikte hareket etmektedir. Suriye’de ise IŞİD’den geri alınan bölgelerin çoğunluğunun, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD’nin kontrolüne bırakıldığı görünmektedir. Bu nedenle -Eylül 2014’ten bu yana - uluslararası koalisyonca terör veya IŞİD ile mücadele doğrultusunda izlenen stratejiler neticesinde, örgütün Irak’taki (Bağdat ve Erbil gibi) ve Suriye’deki (PYD’nin kurduğu kantonlara) belirli bölgelere ilerleyebilmesi gibi bir gelişmenin önüne geçilmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD ile mücadele noktasında kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermemesinin en önemli sebeplerinden birisini, yukarıda belirtilen çelişkiler oluşturmaktadır. 
Ayrıca IŞİD’e karşı mücadele hedefiyle kurulmuş, anti-terörizm nitelikli uluslararası koalisyon güçlerine bölge ülkelerinden katılım olmuşsa da güvenlik çerçevesinde bölgesel bir işbirliğine yine de ihtiyaç bulunmaktadır. Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.

Ankara’nın IŞİD’e yönelik mücadele meselesindeki tutumunun değişmesi çerçevesinde ise terör örgütüne katılmış 1200 Türk vatandaşının orta ve uzun vadede Türkiye açısından ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi olarakdeğerlendirilmesi kuvvetle muhtemeldir. Özellikle IŞİD’in Türkiye topraklarında düzenlediği saldırı eylemleri, Ankara’nın uluslararası koalisyon gücü içerisinde aktif şekilde rol almasına neden olmuştur. 

Şu noktaya değinmek gerekir ki IŞİD ve benzeri diğer terör örgütleri sadece eylem yaptıkları ülkelerde tehdit oluşturmamakta, tüm bölge için tehlike arz etmektedir. Türkiye, IŞİD terör örgütü nedeniyle ciddi anlamda ekonomik zarara uğramıştır. Bilhassa IŞİD’in Musul’u kontrol etmesinin ardından Türkiye’nin Irak’a yaptığı ihracatta önemli düşüşler söz konusu olmuştur.

Suriye Krizi ve Güvenli Bölge Bağlamında Türkiye

Suriye krizi, Türkiye’nin Orta Doğu coğrafyasına yönelik dış politikasında önemli bir kırılma noktasıdır. Suriye krizi çerçevesinde Ankara’nın Esed rejimine karşı izlediği politikalar netice itibariyle Orta Doğu’daki çeşitli diplomatik ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Zira coğrafi olarak Orta Doğu’da yer almasına karşın Suriye içerisindeki gelişmelerin, küresel bir krize ve güç mücadelesine dönüştüğü ifade edilebilir. Suriye krizi bölgeyi iki kutba ayırdığı gibi küresel güçleri de aynı ayrışmaya sevk etmiştir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimi üyeler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) arasında da güç rekabeti yaşanmıştır. Suriye krizinde Rusya ve Çin’in Esed rejimi aleyhine alınan kararları veto etmesi BMGK içerisindeki güç rekabetini gözler önüne sermiştir. Bu nedenle Türkiye tarafından Suriye krizi ve IŞİD ile mücadele doğrultusunda sunulmuş Esed’in devrilmesi, güvenli bölgenin oluşturulması ve ılımlı silahlı Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi gibi öneriler uluslararası güçler tarafından yeterince göz önünde bulundurulmamıştır.

Türkiye’nin önerdiği güvenli bölgenin, mevcut uluslararası güvenlik sisteminde BMGK’nin girişimi neticesinde oluşturulması gerekmektedir. 

Nitekim Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası hava operasyonlarının önlenmesi amacıyla BMGK, 1991 yılında 688 no’lu kararını uygulayarak 36. paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyindeki bölgeyi Irak Uçaklarının Uçuşunu yasaklamıştır. 

“Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.”


Böylece güvenli bölge oluşturulmuştur.
Fakat burada şu kritik noktayı vurgulamak gerekir ki Irak’ın kuzeyi uçuşa yasak bölge ilan edilmiş olsa dahi Saddam rejimi helikopterler aracılığıyla havadan operasyonlar düzenlemeye devam etmiştir. Suriye’de oluşturulmaya çalışılan 
güvenli bölgenin ise Türkiye sınırındaki Suriye toprakları içerisinde yer alan Azez-Cerablus hattı boyunca 98 kilometrekare uzunluğa ve 45 kilometre 
derinliğe sahip bir alanda inşa edilmesi planlanmaktadır.2

Türkiye’nin IŞİD ve PKK terör örgütlerine karşı 24 Temmuz 2015 tarihinde başlattığı hava operasyonları sonrasında, Suriye’deki güvenli bölge hususu üzerine Ankara ve Washington arasındaki görüşmeler başlamıştır. ABD’nin Eylül 2014’ten bu yana IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi amacıyla uluslararası koalisyona İncirlik üssünün açılması şeklindeki talebine Ankara, Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında izin vermiştir. Fakat İncirlik üssünün uluslararası koalisyon güçlerinin kullanımına açılmasına Türkiye yönetimince izin çıkmasının ardından ABD, güvenli bölge yerine IŞİD’den arındırılmış bölgeler kavramını kullanmaya başlamıştır. Bu gelişme Ankara’nın 
Suriye’de inşa edilmesini istediği güvenli ve uçuşa yasak bölge şartlarına ilişkin, Washington yönetiminin tereddütlü olduğu izlenimini vermektedir. Bu nedenle Türkiye açısından bakıldığında güvenli bölgenin oluşturulması gibi bir durumun uluslararası hukuk teamüllerine uygun olabilmesi noktasında 1991 yılında Irak’ın kuzeyi için BMGK’den çıkan 688 no’lu kararının, Suriye’de işgalci konumuna düşülmesi şeklindeki bir riski bünyesinde barındırdığı söylenebilir. 

1  Ali Semin,”Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı”, Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011,S.180-181.

2  http://bit.ly/1fHyO4M, (Erişim:15.08.2015). Aksi takdirde Türkiye’nin bahse konu girişimibenzer bir kararın uygulanmasında fayda vardır. 



Dolayısıyla Türkiye ve ABD arasındaki görüşmelerde net bir sonuca ulaşılmasının ardından BMGK’da tekrar görüşülüp ortak bir karara varılması daha isabetli bir yol haritası olacaktır. Çünkü Suriye topraklarında oluşturulması planlanan güvenli bölge üzerindeki denetimin, sadece Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’na veya ılımlı muhalefete bırakılması yeterli olmayabilir. Bu durumun temel sebebleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Türkiye’nin öngördüğü güvenli bölgenin etnik ve mezhepsel yapısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bölgede bulunan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer etnik grupların güvenli bölgedeki siyasi, askeri, idari ve mali yapılanmada ortak bir paylaşım içerisinde bulunmalarında fayda vardır. Zira Azez-Cerablus hattında oluşturulması planlanan güvenli bölgede yaşamlarını sürdüren çeşitli etnik grup içerisinde çatışma meydana gelmesi gibi bir risk halen geçerliliğini korumaktadır. Örneğin; Kuzey Irak’ta oluşturulan güvenli bölgedeki tek hâkimiyetin Kürtlerde 
olmasına karşın Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Mesud Barzani’nin lideri olduğu Kürdistan Demokratik Partisi arasında Habur sınır kapısı gelirinin paylaşılması meselesinden ötürü 1994 yılından 2003 yılına kadar silahlı çatışma yaşanmıştır. Bu nedenle Suriye’de planlanan güvenli bölgenin uluslararası barış gücü himayesinde inşa edilmemesi halinde etnik-mezhepsel ayrışmaların ortaya çıkması ve daha ileri bir noktada, muhalif güçler arasında silahlı çatışmaların meydana gelmesi kuvvetle muhtemeldir. 

2. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı Mart 2011’den bu yana 2 milyonu aşmıştır. Bu bağlamda uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler (kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir. Başka bir ifadeyle dört yıl önce güvenli ve uçuşa yasak bölge kurulsaydı Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin dönüşü daha kolay olabilirdi. Ancak ülkedeki iç savaş konjonktüründen ve IŞİD gerçeğinden dolayı Suriyeliler, güvenli bölgeye yerleşme hususunda istekli davranmayabilir. Esasında 
güvenli bölge planı, oluşturulacağı sınır hattı çerçevesinde iç savaştan kaçmayan/kaçamayan bireyler açısından önemli bir adım olarak nitelendirilebilir.

Bu perspektiften Ankara-Washington hattındaki gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye’nin İncirlik üssünü ABD’ye ve uluslararası koalisyon güçlerine açması 
neticesinde IŞİD ile mücadelede elde edilecek kazanım, güvenli bölgenin oluşturulması hedefinden daha fazla önem taşımaktadır. 

Çünkü İncirlik üssünün ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerine hem zaman hem de maliyet konusunda katkısı vardır. IŞİD ile mücadele sürecinde, koalisyon güçlerine ait uçakların Ürdün ve Körfez ülkelerindeki farklı askeri üslerden havalandırılmaları suretiyle Irak’taki ve Suriye’deki hava operasyonları düzenlenmektedir. Ürdün ve Körfez’den havalanan uçak yaklaşık 1000 mil (1609 kilometre) yol kat etmekte ve Suriye hava sahasında kısa süreli operasyon düzenlemektedir. Türkiye’nin izin verdiği İncirlik üssünden havalanan uçak ise 250 millik (400 kilometrelik) bir mesafeden operasyona katılmış olacak ve 6 saat havada kalabilecektir.
Bu bağlamda ABD’nin IŞİD’e karşı düzenlediği hava operasyonlarındaki günlük 9,4 milyon dolarlık maliyet, İncirlik üssü gelişmesine bağlı olarak azaltılabilir.4 
Dahası ABD tarafından IŞİD ile mücadele edilebilmesi amacıyla düzenlenen hava operasyonlarına, Eylül 2014 ve Ağustos 2015 tarihleri arasında toplamda 3,5 
milyar dolar harcanmıştır. Türkiye’nin onay vermesiyle birlikte IŞİD’e yönelik 9 Ağustos’ta düzenlenecek operasyonlara katılım sağlanabilmesi üzerine ilk etapta ABD’deki 480. Filo’ya bağlı 6 adet F-16 uçağı, Adana’daki İncirlik üssüne getirilmiştir. İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açılması, Ankara-Washington arasında yapılan güvenli bölge hususundaki görüşmelerde Türkiye açısından daha kayda değer bir pazarlık konusu oluşturabilirdi. Türkiye, Suriyeli muhaliflerin daha rahat hareket edebilmeleri için İncirlik üssünün kullanımını güvenli bölge planına entegre etmiştir. ABD ise güvenli bölge yerine uluslararası hukukta kullanılmayan IŞİD’den arındırılmış/temiz bölge kavramını 
kullanmayı tercih etmiştir.

3 ‘ABD 480. Hava Filosu’nu İncirlik’e kaydıracak’, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150729_times_abd_filo, 
(Erişim,15.08.2015)

4 http://bit.ly/1PVqcV5,(Erişim: 16.08.2015).

“ Uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler ( Kamptakiler hariç ) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir.”


Ankara’nın IŞİD’e karşı mücadele sürecindeki şartlarından birisi olarak tezahür eden Esed rejiminin devrilmesi meselesinin Washington’un gündeminde yer almamasına rağmen İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açıldığı görülmektedir. Diğer yandan 16 Ağustos 2015 tarihinde The New York Times gazetesi, Almanya ve ABD’nin Suriye’den gelebilecek muhtemel bir füze saldırısını engellemek amacıyla 2013 yılında Türkiye’de konuşlandırdıkları Patriot füze savunma sistemini geri çekme yönünde karar almış olduklarını duyurmuş tur. 
Almanya’nın ve ABD’nin temel gerekçesi, Suriye’den Türkiye’ye yönelik herhangi bir saldırı ihtimalinin söz konusu olmadığıdır.5 

Bu gerekçe de ABD’nin Esed rejiminin devrilmesi doğrultusunda herhangi bir çaba içerisinde olmadığını göstermektedir. 

Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında Türkiye’nin sınıra yakın Suriye toprakları nda güvenli bölge inşa edilmesi planı ele alındığında iki temel etmen ortaya çıkmaktadır: Bunlardan birincisi; PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD/YPG tarafından kurulmuş kantonların genişleyebilmelerine engel teşkil edilmesi ve beraberinde uluslararası desteğin önlenmesidir. Başka bir ifadeyle Suriye’de kısa ve orta vadede olası bir güvenli bölgenin meydana getirilmesi durumunda, 1991 yılında kuzey Irak’ta uygulanan modelde olduğu gibi tamamen Kürtlerin hâkimiyeti altındaki bir özerk bölgenin önüne geçilebilecek tir. 

5 After Delicate Negotiations, U.S. Says It Will Pull Patriot Missiles From Turkey, 
http://www.nytimes.com/2015/08/17/world/europe/after-delicate-negotiations-us-says-it-will-pull-patriot-missiles-from-turkey.html?_r=0, 
(Erişim:25.08.2015).


İkinci etmen ise, Mart 2011’den beri Esed rejiminin devrilebilmesi için Türkiye’nin desteklediği muhalif güçlerin kontrolündeki korunaklı bir bölgenin kalıcılığının sağlanabilmesidir. Bu nedenle Esed rejimi devrilmese de ülke içerisinde 98 kilometrekarelik uzunluğa ve 45 kilometrekarelik derinliğe 
sahip olan bir bölgenin yeniden rejim güçlerinde kontrol edilmesi zordur. Böylece Türkiye, hem Esed rejimine bağlı güvenlik güçlerini hem de PYD’nin kurduğu kantonları Suriye ile mevcut sınır kapılarından uzaklaştırabilecektir. Bütün bu ihtimaller değerlendirildiğinde Türkiye’nin İncirlik üssüne karşılık ABD’den, IŞİD ve Esed rejimiyle birlikte mücadele edilmesi gerektiği yönündeki talebi ve güvenli/uçuşa yasak bölgenin inşası ile ılımlı muhalif güçlerin eğit-donat programı kapsamına alınması şeklindeki istemleri Washington tarafından teorik düzlemde kabul edilmiş olsa bile pratik anlamda bu isteklerin gerçekleştirilmeleri noktasında bir gönülsüzlüğün mevcut olduğu ifade edilebilir. Özellikle güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış / temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin tam karşılığını sunmamaktadır. Bunlara ilaveten eğit-donat programı çerçevesindeki ılımlı muhalif güçler hususu ise, 2015 yılının Mayıs ayından beri Türkiye ve Ürdün’de uygulamaya konulmasına ve yılda 5 bin kişiye eğitim verilmesinin planlanmasına rağmen Suriye’deki çatışma sahasında etkisini gösterememektedir. Örneğin; Temmuz ayında Eğit-Donat programı kapsamında eğitilmiş 30. Tümen’in Türkmen kökenli komutanı Nedim el-Hasan ile birlikte 21 kişi, el-Nusra Cephesi tarafından Halep kırsalından kaçırılmıştır. 


“Güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış/temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin tam karşılığını sunmamaktadır.”

Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki ABD’nin eğit-donat programına destek vermesindeki temel amaç, eğitilenlerin Esed rejimine karşı savaşmalarını sağlayabilmek değildir. Bu bağlamda ABD’nin temel hedefi, havadan uluslararası koalisyon güçleri ile karadan da söz konusu program kapsamında eğitilmiş Suriyeli muhalif savaşçılar aracılığıyla IŞİD’e karşı kapsamlı bir şekilde mücadelenin sağlanmasıdır. Dolayısıyla eğit-donat programının Suriyeli muhaliflerin Mart 2011’den bu yana Esed rejiminin devrilmesi hedefinden uzaklaştığını söylemek mümkündür. 

Sonuç:

Orta Doğu coğrafyasında cereyan eden gelişmeler dikkate alındığında Arap uyanışı/baharı ile birlikte bölgesel ve küresel aktörlerin güç mücadelesinde, etnik ve dini (Şii-Sünni) gerilimde ve devlet dışı silahlı örgüt sayısında artış gözlemlenmektedir. Bu açıdan Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik dış politikasını gözden geçirmesinde yarar vardır. Ayrıca Arap dünyasında yaşanan halk gösterileri ile Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de değişen iktidarlar bölgesel dengelerin değişmesine yol açmıştır. Bununla birlikte Suriye’deki iç savaşın her geçen gün daha kanlı boyutlara ulaşması ve uzaması bir an önce bölgesel ve küresel konsensüsün sağlanmasını gerektirmektedir. Özellikle IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de güç kazanması ve ilerlemesi bölgesel bir terör tehdidini beraberinde getirmektedir. Şu hususa dikkat çekmek gerekir ki Orta Doğu’daki sorunları çözmenin yolu bölgesel işbirliği ve küresel ittifaklardan geçmektedir. Bununla birlikte IŞİD ile mücadele sürecinde küresel güçlerin kurduğu uluslararası koalisyonlarla somut neticelere varılması oldukça zordur.

Bu çerçeveden bakıldığında, bir taraftan 26 Mart 2015 tarihinden beri Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan Arap koalisyonunun Yemen’deki Husi Hareketi’ne hava operasyonları düzenlemesi, diğer taraftan Tahran ile P5+1 ülkelerinin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin artı Almanya) nükleer müzakereler konusunda anlaşmaya varması, Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin politikaları fazlasıyla etkilediğinin bir göstergesidir. 
Bu sebeple Türkiye’nin 20l0 yılının Aralık ayında başlayan Arap uyanışına yönelik politikasını yalnızca halkın değişim istediğinden yana kullanması ve söz konusu tutumunda sabit kalması tutarlılık bakımından önem taşımaktadır. Fakat bölgesel ve küresel gelişmeler bağlamında bahse konu krizin Türkiye’ye ciddi maliyetlerinin olduğu da ifade edilebilir. Bilhassa Suriye krizi Türkiye’nin ekonomi ve sınır güvenliği sorunlarını -iç savaştan kaçan Suriyeli mültecilere bağlı olarak- daha da arttırabilir. Suriye komşuları içerisinde en çok Suriyeli mülteci kabul eden ve kendi bütçesinden 6 milyar dolar harcayan ülke Türkiye’dir. Dolayısıyla Arap camiasından yapılan halk gösterileri Suriye’de bir iç savaşa Çevrilmeseydi, Türkiye bölgesel gelişmelerden olumsuz manada etkilenmeyebilirdi. Bu bağlamda Suriye iç savaşını artık ne güvenli/uçuşa yasak bölge ne de eğit-donat programı çözebilir. Suriye’nin çözüm anahtarı bölgesel düzlemde Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın ve küresel olarak ise ABD ve Rusya’nın ortak yol haritası ile mümkün olabilir. Böylesi bir kollektif plana acilen ihtiyaç vardır. Aksi halde Suriye’deki iç savaşın yıllarca sürmesi kaçınılamazdır.

Türkiye’nin Suriye’deki güvenli bölge planına, içerdiği risk ve fırsatlar doğrultusunda yukarıda değinilmiştir. Netice itibariyle Türkiye tarafından 
güvenli bölgenin inşa edilmesi durumunda, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurduğu kantonların uluslararası arenadaki zemini meşrulaşabilir. 
Başka bir tabirle Türkiye’nin inşa etmeye çalıştığı güvenli bölge planına karşılık, ABD ve batılı ülkelerin etnik ve mezhepsel unsurlara dayalı birden çok güvenli bölge sistemini Suriye’de geliştirmesi riski göz önünde bulundurulmalıdır. Zira Türkiye, PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki hareket alanını genişletmesini ve özerk bölgeleşmesini önlemek için çaba harcarken tam tersi bir tablo ortaya çıkabilir. 


BİLGESAM Hakkında;

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında

Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, 
Orta Doğu siyaseti, 
Türkiye’nin Ortadoğu politikası, 
Türk-Irak ilişkileri, 
Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, 
Türkmenler, 
Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, 
Körfez ülkeleri, 
İran, 
Suriye, 
Libya, 
Mısır, 
Tunus, 
Filistin sorunu, 
Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 

Ali Semin, 
2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

ÖZEL  NOTUMDUR;

Türk Dış  Siyasetine yön verdiği bu  güzel araştırma çalışmasından ve katkılardan dolayı SAYIN Ali SEMİN 'e Teşekkür ederim,
..


6 Aralık 2014 Cumartesi

Suriye’de Uçuşa Yasak Bölge Oluşturulması,


Suriye’de Uçuşa Yasak Bölge Oluşturulması

TUZAĞA DİKKAT ( ÇEKİÇ GÜÇ II ) VERSİYONUDUR,


10 Ekim Cuma, 2014

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD dönüşünde, Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesinde atacağı 3 adımı açıkladı: Uçuşa yasaklı bölgenin ilan edilmesi, Suriye tarafında güvenli bölge oluşturulması[1]  ve eğit-donat anlayışıyla sürecin kimlerle nasıl yürütüleceğinin belirlenmesi.[2]  Cumhurbaşkanı, bu doğrultuda TSK’nın sınırda uçuşa yasak bölge ve tampon bölge oluşturulması için hazırlık içinde olduğunu belirtti. Buna karşılık, ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel ve Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, IŞİD hedeflerine yönelik sürdürülen hava saldırılarıyla ilgili düzenledikleri basın toplantısında; “Tampon bölge, belli bir noktada mümkün olabilir ama şu anda bu bizim kampanyamızın bir parçası değil” açıklamasında bulundu.
Başlangıçta IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyonda bulunmayan Türkiye, rehinelerin kurtarılması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti sonrası gerekli adımları atmaya kararlı görünüyor. Aslında Suriye’de uçuşa yasak bölge ve tampon bölge talepleri Türkiye tarafından IŞİD teröründen önce de dile getirilmişti. Ancak Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed rejimine karşı ABD, Türkiye’nin taleplerine olumlu yanıt vermemişti.  Yapılan açıklamalara bakıldığında IŞİD’in bölgede güç kazanmasından sonra da ABD’nin, Ankara’nın taleplerine öncelik verdiği söylenemez. Bununla birlikte, ABD Başkanı Obama’nın da bir konuşmasında belirttiği gibi IŞİD’le mücadelenin uzun bir müddet devam edeceği göz önüne alınırsa, Türkiye’nin uçuşa yasak bölge ve tampon bölge taleplerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yazıda Türkiye’nin üzerinde ısrarla durduğu uçuşa yasak bölgenin hukuki ve siyasi yönleri ele alınacaktır.
Uçuşa Yasak Bölgenin Hukuki Boyutu
Coğrafi alanı tanımlayan uçuşa yasak bölge kavramı, bir devletin hava ülkesindeki egemenliğinin diğer bir devlet, devletler grubu veya uluslararası örgüt tarafından kısıtlanarak askeri uçuşlardan arındırılmasını kapsamaktadır. Temelde, uçuşa yasak bölge kavramının salt kendisi hukuki olmayan askeri bir terimdir. Bu doğrultuda, BM Güvenlik Konseyi’nin 781 (1992) ve 816 (1993) sayılı kararlarında uçuşa yasak bölge (no-fly zone) kavramı yerine uçuşların yasaklanması (flight ban) ifadesi kullanılmıştır. Sadece 1973 (2011) sayılı kararda uçuşa yasak bölgeye yer verilmiştir. Aynı fonksiyonu icra etseler de ilgili kararlar, uçuşa yasak bölge kavramının salt kendisinin hukuki olmadığını göstermektedir.[3]  
Uçuşa yasak bölgenin hukuki olabilmesi için BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) kararı gerekmektedir. BMGK, uluslararası barış ve güvenliğin tehdit edildiğini saptayıp BM Antlaşmasının 7. Bölümü çerçevesinde gerekli tedbirlerin alınmasını kararlaştırabilir. Uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi de BMGK’nın alabileceği tedbirlerden biridir.
Ayrıca BMGK kararı ile oluşturulan uçuşa yasak bölge, Uluslararası Sivil Havacılık Anlaşması’nın (Şikago Sözleşmesi) 9. maddesinden ayrılmaktadır. Sözleşme’nin 9. maddesi, devlete askeri zaruret ve kamu güvenliği hallerinde kendi hava sahasını diğer devletlere kapatma hakkı tanımaktadır.[4]  Uçuşa yasak bölge ise BMGK’nın aldığı tedbirlerden biridir.
Uçuşa yasak bölge, I. ve II. Dünya Savaşlarından sonra Almanya’da uygulanmış olmakla birlikte uluslararası hukuk literatüründe yerini alması 1992 yılında Bosna-Hersek’le olmuştur. BMGK, insani uçuşların güvenliğini sağlamak amacıyla Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin hava sahasını BM Koruma Gücü’nün (UNPROFOR) yetkisi dışındaki tüm askeri uçuşlara kapatmıştır. Yasağın ihlali halinde ise üye devletlere tüm gerekli önlemleri alma yetkisi tanımıştır. Kavramın gündeme geldiği diğer durum ise ABD, İngiltere ve Fransa tarafından (Çekiç Güç) 1991 yılından 2003’e kadar Kürtlerin bulunduğu 36. paralelin kuzeyiyle Şiilerin bulunduğu 32. paralelin güneyini Irak askeri uçaklarına yasaklanmasıdır. Çekiç Gücü oluşturan devletler, her ne kadar uçuşa yasak bölge ilanını 688 sayılı BMGK kararına dayandırmış olsalar da ilgili karar, BM Antlaşmasının 7. Bölümü çerçevesinde alınmadığı gibi uçuşa yasak bölge de ihdas etmemiştir. Bu nedenle Çekiç Gücün Irak’ta oluşturduğu uçuşa yasak bölgenin uluslararası hukuka aykırı olduğu kabul edilmektedir.[5]  
Güvenlik Konseyi kararıyla uçuşa yasak bölge ihdas edilmesinin son örneği ise Libya’dır. BMGK, 2011 yılında Libya’daki iç savaş nedeniyle uçuşa yasak bölgeyi içeren 1973 sayılı kararı almıştı. Libya savaş uçakları muhalif halk hareketini bastırmak için saldırılarda bulunuyordu. Bunun üzerine, BMGK kararıyla Libya hava ülkesinde uçuşa yasak bölge ihdas edilerek Kaddafi güçlerini etkisizleştirme ve sivilleri koruma amaçlanmıştır. Ek olarak 1973 sayılı kararda uçuşa yasak bölgenin kapsamı açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, sadece insancıl uçuşlar ve uçuşa yasak bölgenin uygulanması için yapılacak uçuşlar dışında Libya hava sahası tüm uçuşlara kapatılmıştır.
Görüldüğü üzere BMGK’nın konuya ilişkin bir kararı olmadan uçuşa yasak bölge ilan edilmez. Bunun tek istisnası ev sahibi devletin buna rıza göstermesidir. Ancak yaptırımın özü itibarıyla herhangi bir devletin kendi egemenliğini kısıtlamak istemesi örneklerde görüldüğü üzere olası değildir. Ev sahibi devletin rızasıyla uçuşa yasak bölgenin ihdas edilmesi günümüz şartlarında sadece bir terör örgütünün devletin hava sahasında aktif olması halinde gerçekleşebilecek bir yaptırımdır. IŞİD’e yönelik olarak ise Suriye hükümetinin böyle bir talebi veya rızası söz konusu değildir.
Özetle, Suriye’de ihdas edilecek uçuşa yasak bölgenin hukuki olabilmesi için ya BM Güvenlik Konseyi’nin kararı ya da ilgili devletin talebi veya rızası gerekmektedir. Ancak Suriye hükümetinin herhangi bir rızası olmadığı gibi Rusya’nın Esed rejimine yönelebilecek her türlü yaptırımı veto edecek olması nedeniyle BMGK kararının çıkabileceği de söylenemez.
 Uçuşa Yasak Bölgenin Oluşturulması İçin Uluslararası Konsensüse İhtiyaç Vardır
Türkiye’nin Suriye’de uçuşa yasak bölge ilan edilmesini talep etme sebeplerine geçmeden önce böyle bir bölgenin oluşturulmasının ‘zor ve riskli’ bir görev olduğunun ve devletlerin bireysel olarak başvurabilecekleri bir yaptırım olmadığının altının çizilmesi gerekmektedir. Bunun için uluslararası bir konsensüs ve işbirliğine ihtiyaç vardır. Geçen yıl Esed rejimine karşı uçuşa yasak bölgenin oluşturulması gündeme geldiğinde ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey, bunun ABD’ye aylık 1 milyar dolar maliyetinin olacağını ifade etmişti.[6]  Böyle bir yaptırımın risklerinin yanında maliyetli olduğu açıktır. Dolayısıyla Türkiye veya yalnızca ABD’nin girişimiyle Suriye’de uçuşa yasak bölgenin oluşturulması zor görünmektedir.
Türkiye’nin Uçuşa Yasak Bölge Talep Etmesinin Gerekçesi
Suriye’de 2011 yılından bu yana devam eden iç savaşta Batılı devletler doğrudan herhangi bir askeri müdahaleye başvurmamasına rağmen IŞİD’le mücadele için Suriye’de hava saldırılarına başladılar. ABD ve müttefiklerinin müdahalesindeki asıl amaç IŞİD’in bitirilmesi iken Türkiye’nin uçuşa yasak bölge ilan edilme talebinin ise IŞİD’ten ziyade Esed rejimine yönelik olduğu görülüyor. Öncelikle, uçuşa yasak bölge yukarıda belirtildiği üzere askeri uçakların saldırılarına yöneliktir. IŞİD ise şu an için havadan herhangi bir tehlike oluşturmamaktadır. Bu nedenle uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi, IŞİD’e yönelik olmasından ziyade Esed rejimini hedef almaktadır.
Ayrıca, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Esed’in devrilmesi şartıyla Suriye’ye asker gönderilebileceğini açıklaması[7], Türkiye’nin taleplerinin temel hedefinin Esed rejimi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Suriye iç savaşında Esed’in yüz binlerce insanı özellikle hava saldırılarıyla öldürdüğü bilinen bir vakıadır. Esed rejimi meşruiyetini yitirmiş olması nedeniyle Türkiye’nin rejimi insani gerekçelerle hedef alması doğrudur. Ancak uluslararası kamuoyunun gündeminde Suriye’de şu an için rejim probleminden ziyade terörizm sorunu ilk plandadır. Esed rejimine yönelik her eylem ise Rusya ve İran tarafından engellenilmektedir.
Ek olarak Türkiye’nin Suriye’de uçuşa yasak bölge ilan edilmesini istemesinde insani gerekçelerin yanında siyasi avantaj yakalama çabasının da yer aldığı kabul edilmektedir. Buna göre Hükümet, Suriye’deki iç savaşın başlangıcından beri  desteklediği Özgür Suriye Ordusu’ndan Esed’i devirip Mısır’daki Müslüman Kardeşler örneğinde olduğu gibi kendileri ile yakın ilişkiler içine girmesini beklemektedir. Anılan nedenle Türkiye’nin, Batılı devletlerin Suriye sınırlarında IŞİD’e müdahalesini fırsata çevirme arayışında olduğu görüşü söz konusudur.
Sonuç
Ankara’nın sıklıkla dile getirdiği uçuşa yasak bölgenin ABD ve müttefikleri tarafından ne derece dikkate alınacağı zaman içerisinde görülecektir. Ancak uçuşa yasak bölgenin uluslararası hukuka uygun olabilmesi için ya BM Güvenlik Konseyi kararı ile ya da ilgili devletin rızası gerekmektedir. Bunun dışında devletlerin bireysel eylemleri hukuka aykırı olacaktır. Türkiye’nin bu talebinin arkasında insani saiklerin olduğunu göstermesi için Esed’le beraber IŞİD’e karşı da sarih bir biçimde atılacak adımların belirlenmesi gerekir. Bu açıdan uçuşa yasak bölge sadece Esed rejimini nazara veren bir taleptir ve IŞİD için halihazırda gerekli görülmemektedir. Ancak kangren haline gelen Suriye sorununda her talep ayrıntılarıyla ele alınmalıdır.
Abdullah Tunç


[1]Cumhurbaşkanı, gazeticelerin sorularını cevaplarken tampon bölge yerine güvenli bölge denmesinin daha uygun olduğunu belirtmişti.
[3] Stefan A. Kaiser, No-Fly Zones Established by the United Nations Security Council, ZLW 60. Jg. 3/2011, s. 402
[5] Kaiser, a.g.m, s. 406-407