Thierry Meyssan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Thierry Meyssan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2015 Perşembe

Irak’tan Sonra Hedef Ülke Hangisi?





Irak’tan Sonra Hedef Ülke Hangisi?




 
ABD Devlet Başkanı Obama’nın “Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı devirmekte aciz kalmakla” nitelendirmesine rağmen, Beyaz Saray’ın “Suriye’deki ılımlı muhalefetin” desteklenmesi amacıyla 500 milyon dolar tahsisat talebi Washington’un Suriye’ye yönelik gecikmiş bir taahhüdü olarak değerlendirildi. Ancak, analist Thierry Meyssan’a göre bu tahsisat talebi Suriye odaklı değil: ABD Irak çevresinde büyük kapsamlı askeri güç tesis ediyor ve üçüncü bir ülkeyi hedefliyor.
Suriye Cumhurbaşkanlığı siyasi temsilcisi Bayan Bouthaine   Chaabane’nın Moskova’da bulunduğu sırada, Norveç Dışişleri Bakanlığınca düzenlenen uluslararası bir foruma katılmak üzere davet edilmişti. 170’ ten fazla Sayıda Suriyeli yetkili gibi Bayan Chaabane’nın da, özellikle yurtdışına seyahat yasağı olup, Batılı güçler tarafından yaptırım uygulama tehdidi altında olan kişiler listesinde yer alıyor.
Bouthaine Chaaban, Şama uğramadan, Moskova’dan direkt olarak Oslo’ya gitti. Forum faaliyetleri mesaisi sırasında, 18 ve 19 Haziran günlerinde, ABD eski Devlet Başkanı Jimmy Carter, Birleşmiş Milletler (BM) mevcut iki numaralı yetkilisi, ABD’li diplomat Jeffrey Feltman ve de İran Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani Başkanlık Kabinesi Direktörü ile görüşmeler yaptı.Akla gelen bazı sorular; NATO üyesi bir ülke olan Norveç neden böylesi bir inisiyatifi alma gereğini duyuyor? ABD hangi mesajları vermek istiyor? 

Suriye ile hangi konuları görüşmek istiyor?

Taraflardan birisi şimdiye kadar bu görüşmeler ile ilgili herhangi bir açıÎklama yapmadı. Ve Oslo Forumu internet sitesi de, ne yazık ki, bu konuda dilsiz kalıyor.

ABD’nin denizaşırı ülkelerde faaliyet bütçesi

Başkan Obama, Oslo forumundan birkaç gün sonra, 25 Haziranda, 2015 yıl ına ilişkin denizaşırı ülkelerde diplomatik ve askeri faaliyetler 
(Overseas ContingencyOperations- OCO) bütçesini Kongreye sundu. 65,8 milyar dolarlık bütçeden, 5 milyarlık kısmı, Başkan Obama’nın 28 Mayıs’ta West Point konuşmasında kamuoyuna açıkladığı gibi, terörizm karşıtı faaliyetlerde işbirliği 

(Counterterorism Partnerships Fund CTPF) Fonun kurulmasına tahsis edilecek [1].
Beyaz saray’dan yapılan açıklamaya göre 4 milyar dolarlık bir bütçe Pentagon’un emrine ve beşinci bir dilim de Dışişlerinin kullanımına verilecek. 
- 3 milyar dolarlık tahsisat yerine göre, radikal ideolojilere karşı, terörizme finansman sağlama faaliyetlerine karşı mücadelede göreve çağrılacak terörizm karşıtı yerele güçlerin kurulmasında ve “Demokratik Yollarla” yönetilebilmelerinde kullanılacak. 
 - 1,5 milyarlık tahsisat, göçmen kitlesine yardım ederken, sınırların korunması amacıyla güvenlik hizmetlerin sağlanmasında, Suriye’deki 
çatışmaların komşu ülkelere sıçramasını önlemede kullanılacak. 
- 0,5 milyar “Suriye halkını korumak, muhalefetin elinde bulun bölgelerde istikrarı sağlamak, temel hizmetlerin sağlanmasını kolaylaştırmak, terörist tehditlerin karşısında durmak ve siyasi bir anlaşma koşullarını teşvik etmede kullanılacak, 
- Ve 0,5 milyarlık aşka bir dilim de olası yeni kriz durumlarıyla başa çıkmada kullanılacak. Beyaz Saray’ın bildirisindeki “muhalefetin kontrolünde bulunan bölgelerde istikrarı sağlamak” ibaresi neyi ifade ediyor? Bu ifadeyle devlet nüvelerinin oluşturulması söz konusu değil herhalde. 

Çünkü bu bölgeler çok küçük alanlar olup, birbirlerinden ayrık vaziyetteler. Olasılıkla İsrail için güvenlik alanların oluşturulması söz konusu: 

İhtiyaç hâsıl olması durumunda, Şam yönetiminin kıskaca alınabilmesi amacıyla, ilki, İsrail-Suriye sınır boylarında, ikincisi ise, Türkiye-Suriye 
sınırında bir güvenlik alanı. Washington’un Suriye muhaliflerine verdiği desteğin aslında Suriye Yönetimini devirme amaçlı olmadığı fikrini 
pekiştirmek için Filistin’de ikamet eden Yahudi topluluğunu korumak üzere bu alanların güvenliği “Suriyeli silahlı muhalif elemanlarına” 
bırakılacaktır.
Bu taktiksel hareket, Başkan Obama’nın 20 Haziran’da CBS This Morning programında yaptığı konuşması içeriğine çok yakın. 

Konuşması şöyleydi; “ Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı devirebilecek kapasiteye sahip ılımlı bir Suriye muhalefet gücünün olduğu varsayılan 
kavramının doğru olmadığını düşünüyorum. Bildiğiniz gibi Suriye’de ılımlı bir muhalefet ile çalışmayı denemekle çok zaman harcadık .(….)  
“Bu ılımlı muhalefetin, bir miktar silah göndermemiz halinde, kısa bir sürede yalnızca Esad yönetimini değil, aynı zamanda, yüksek derecede 
kalifiye amansız cihatçıları da devirebileceği düşüncesi bir fanteziden ibaret. Amerikan halkı ve belki de Washington ve de basın kuruluşlarınca bu hususun anlaşılmasının önem arz ettiğini düşünüyorum” [2]

JPEG - 20.8 kb

Washington Uluslararası Adalet Divanı cezasıyla karşı karşıya
ABD Kongresi onay verirse, yönetim tarafından Suriye’deki cihatçılara verilen destek, CIA’nın gizli bir programı olmaktan çıkıp, Pentagonun kamuya yönelik bir programı şekline dönüştürülecek.
Bu dönüştürme işlemi, üçüncü bir ülkedeki muhalif hareketleri askeri açıdan örgütleme ve bu hareketlere gizli yollardan finansman sağlama ve bir ülkede farklı nitelikte bir devlet ortaya çıkmasına imkân vermeyi yasaklayan uluslararası hukuk ilkelerini ihlal eder niteliktedir. Kongre bu talebi geri çevirse bile, uluslararası hukuk ilkelerini çiğneyen bu durumun, Suriye egemenliğine karşı bir tehdit olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Suriye bu hususu Uluslararası Adalet Divanına, yani Birleşmiş Miletler İç Mahkemesine taşırsa, ABD tarafından cezalandırmaya mahkûm edilir. Küçük bir devlet olan Nikaragua 1984’te, ülkesinde faaliyet gösteren Kontra’lara açıkça destek verdiği için ABD’yi mahkemeye vermişti. Mahkemenin bir karar verebilmesi için iki yıl beklemek gerekiyor. Birleşmiş Miletlerin utangaç Genel Sekreteri Ban-Ki Moon’un, Suriye’yi töhmet altında bırakan bir açıklama yapması şaşırtıcı değil. Bu anlamda, “yabancı güçlerin vahşi cinayetler işleyen ve İnsan Haklarını, Uluslararası Hukukun temel prensiplerini ihlal eden örgütleri askeri olarak desteklemeye devam etmede herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır” şeklinde dolambaçlı bir ifadeyle açıklamada bulunabilir [3]. Washington yönetimi, Suriye Cumhurbaşkanlığı siyasi temsilcisi Bouthaine Chaabane’den ülkesinin ABD’yi şikâyet etmeyeceği yönde bir güvence aldıktan sonra, kuşkusuz Suriye topraklarında herhangi bir girişimden bulunmayacak. Ancak, neye karşılık ABD’yi Uluslararası Adalet Divanına şikâyet etmeyecek? ABD yetkilerinin yaptıkları açıklamalarında çıkarılan kanıt niteliğindeki izlenimler, hedefin Suriye olduğu gösterir gibi. Oysa gerçek hedefin başka yerlerde olduğu anlaşılıyor; bu hedef yalnızca Irak olamaz.
Irak’ın istikrarsızlaştırılmasının sürdürülmesi,
Irak’ta IŞİD örgütü saldırıları devam ediyor. Washington yönetimi, olayların bu yönde gelişmesinden dolayı şaşkınlık içinde olduğunu ve Irak’ın toprak bütünlüğü korunması taraftarı olduğunu iddia ederek, Fransa ve Suudi Arabistan’ında desteğiyle, cihatçıları kontrolü altında bulunduruyor [4].Dış dünyaya bilgi vermekten aciz kalan büyük bir ülke topraklarının üçte biri iki günde ele geçiren küçük bir terörist grubun efsanesi yayılınca, NATO ve CCG Medya kuruluşları Sünni kesimi oluşturan halkın IŞİD örgünü desteklediği yönünde yayın yaptılar. Sünni kesim ve Hıristiyan nüfustan oluşan 1,2 milyon kişilik bir kitlenin evlerini terk ederek, IŞD saldırılarından kaçmasının pek önemi yok. Bu yöndeki bir açıklama, aynı zamanda, Washington tarafından işgal hazırlıklarını maskelemeye de yarar.  ABD, beklenildiği gibi, birliklerini Irak topraklarına göndermeyeceğini ve Nuri El-Maliki’nin başında bulunduğu Irak Federal Hükümetine yardıma gelecek ülkelere engel olamayacağını bildirdi. El-Maliki, IŞİD mevzilerini bombalamak üzere Irak topraklarına giren Suriye güçlerine teşekkür ederken, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry kaşlarını çatıyordu: “Öteden beri zaten yüksek olan mezhepsel tansiyonu daha da azdırmaya neden olacak başka girişimlere ihtiyaç olmadığını bölgedeki bütün aktörlere açık bir dille ifade ettik” [5].   Başkan Obama, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’yi kendi kaderiyle baş başa bırakarak, büyük hoşgörü edasıyla, esas itibariyle ABD’ye ait binaların güvenliğini sağlamak üzere, 300 ABD askerinin Irak’a gönderilmesine onay verdi. Başbakan El-Maliki, perişan halde, yeni müttefik aramaya başladı. Nafile bir şekilde F-16 uçakları beklerken, Rusya yönetiminden ve Beyaz Rusya’dan bombardıman uçağı satın aldı.  İran yönetimi, Irak hükümetine silah ve danışman yardımı gönderdi. Ancak, IŞİD militanları saldırıları karşısında kaderleriyle baş başa kalan Şiilere yardım edecek savaşçı göndermedi. Washington ile Tahran arasında, en azında zımni olsa da, Irak’ın bölünmesi konusunda bir anlaşmanın olduğu anlaşılıyor. Büyükelçi Jeffrey Feltman, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Kabine Direktörü ve Suriye Cumhurbaşkanlığı siyasi temsilcisi Bouthaine Chaabane arasında bu husus ile ilgili olarak geçen konuşma mahiyetinin ne olduğunun bilinmesinde fayda var.  Aksi halde, en fazla, İran ve Suriye yönetimlerince, IŞİD saldırıları nedeniyle kesintiye uğramış, iki ülke arasındaki geçiş koridorunun sağlanması karşılığında ABD planına yardımlarının ve pasif kalmaları işinin bir şarta bağlandığı yönünde bir yorum yapılabilir.  Hangi şartlar altında olursa olsun, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu (Greater Middle East) projesinin yeniden düzenlenmesinin, 2003 ve 2007’deki başarısız girişimlere rağmen, bugün Irak’ta meydana gelen gelişmelerle daha da somutlaştırılmış bir başlangıcına tanık oluyoruz. Genel anlamda, bir devletin parçalanması hemen bir günde gerçekleşmez, ancak, bu aşamadan önce en azında on yıllık bir kaos dönemine ihtiyaç vardır.  İlk acı çeken taraf olacak Türkler, Irak Kürdistan’ı Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’yi Ankara’da ağırladılar. Barzani, Kerkük’ü tekrar Bağdat Federal Hükümetine vermeyeceğini taahhüt etti ve Türkiye’deki Kürtlerin ayaklanmasına yol açabilecek herhangi bir girişimde bulunmayacağı yönünde Ankara’ya güvence verdi. Gelişme gösteren olayların mantığı, gelecek yıllarda Türkiye’de de bazı olayların su yüzüne çıkması yönünde kaçınılmaz olarak patlak vermesine neden olacak nitelikte olsa da, Ankara’nın önünde daha yeterli zamanı var. Recep Tayyip Erdoğan virajı dönerken, üç yıldan beri geri planda üs yeri verdiği ve silah yardımı yaptığı yabancı paralı askerlere aniden desteğini keserek, Suriye ile olan sınırlarını kapattı. Bu politikayı izlemesindeki amaç, yalnızca, Türkiye Kürtlerin başkaldırmaya yeltenmemelerini engellemek değil, aynı zamanda, Ordusunun bu durumdan faydalanarak, hükümeti devirmeye kalkışmamasının önünü kesmek içindir.  Eski subayların ve Saddam Hüseyin dönemi muhafız alayı askerlerinin IŞİD örgütü bünyesinde toplanması Irak’taki durumda değişiklik olduğu anlamına geliyor. Bu askerler her şeyden önce, Irak Başbakanı El-Malikinin hükümet kurması sürecinde ABD’yi, Suudi Arabistan’ı ve İran rejimini yardım etmekle suçluyor. El-Maliki hükümetinin izlediği politikayla dışlandıkları için, Bağdat yönetiminden öç almayı bekliyorlardı. İranlıların emelli Şii nüfus kesimini kapsadığını ve günün birinde intikam almak üzere Suudi Arabistan’a döneceklerini biliyorlar

Suudi Arabistan hedefi                   Olayları bu açıdan dikkate alacak olursak, Washington yönetimi, strateji uzmanı Fransız Laurent Muraviec planına uygun olarak, Suudi Krallığına yeni bir şekil verme zamanının geldiğini düşünüyor. Strateji uzmanı Muraviec 2002’de üç cümleyle ifade edilen planını Pentagon’a sunmuştu: Irak taktik bir mihverdir; Suudi Arabistan stratejik bir eksendir; Mısır ise stratejik bir ödüldür [6]. Başka bir deyişle ifade edilecek olursa, Suudi Hanedanlığı, Mısır’ın kontrol altına alınmasıyla, (olasılıkla) düşmelerinin bir yolunu açabilecek nitelikteki Irak koşullardan hareketle devrilemez.  Bölgede izlenen stratejinin bir sonraki hamlesinde hedef olduklarının bilincinde olan Hanedanlık mensupları, ortak çıkarlarını savunmak üzere, aralarında süregelen iktidar mücadelesini bir tarafa bıraktılar. Fas’ta uzun bir dinlenme dönemi geçiren Kral Abdullah Riyad’a döndü. Dönüş güzergâhında, uçağı Kahire’ye indi. Kral Abdullah, hareket etmede zorluk çektiğinden dolayı, General El-Sissi’yi uçağında kabul etti [7].   ABD yönetiminin, yakın zamanlarda, ailesini iktidardan indirme yollarını aramayacağı teyidini aldı. Suudi Krallığı, niyetinin iyice anlaşılması için, IŞİD örgütünü kontrol ettiğini söyledi ve gelecekte de kontrol altına alacağı taahhüdünü verdi. Uçakta kendisine eşlik eden Prens Bander Bin Sultanı yeniden görev başına çağırma kararını vermişti.   Prens Bander, 2001’den ve Usame Bin Ladin’in ölümünden bu yana, uluslararası cihatçı hareketlerin başında bulunuyordu. Gizli savaşların büyük ustası Prens Bander, Beşar Esad’ı devirmede başarısızlık yaşadı. Suriye’de kullanılan kimyasal silah krizinde ABD’eyle anlaşmazlık yaşadı ve John Kerry’nin talebi üzerine görevden alındı. Görev başına dönüşü Suudilerin büyük kozudur: Prens Bander iş başında olduğu sürece, Washington yönetimi Suudi Krallığına karşı cihatçı saldırı düzenleyemez.   ABD Dışişleri Bakanı Kerry öfkeli bir şekilde, ve de beklenmedik bir zamanda, bütün yumurtaları aynı sepete koymaması için, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfetah El-Sissi’ye gerekli uyarılarda bulunmak üzere Kahire’ye gitti. Mısırdaki askeri rejimi artık Suudi bağışlarından tamamıyla bağımsız: John Kerry 572 milyon dolar tahsisatı (darbeden bu yana bloke edilen her zamanki yardımım üçte biri) serbest bıraktı ve Golan tepelerini istikrara kavuşturmak (aynı zamanda İsrail’in güvenliğini sağlamak) amacıyla taahhüt edilen 10 adet Apache helikopterin teslim edilebileceğini bildirdi.   Dışişleri Bakanı Kerry, Suudi Arabistan’da istikrarsızlık yaratma seyahatine devam ederek, 25 Haziran’da Brüksel’e giderek NATO zirvesine katıldı. Açıklamasında Irak’taki durumunun “stratejik açıdan istihbarat toplamaya, hazırlık çalışmalarına, bazı sorulara cevap bulunmasına, reaksiyon zamanlarına, karşılık verme doğasının düşünülmesine” evresine geçmesi gerektiğine vurgu yapıyordu: 4-5 Eylül’de Galler ülkesinde yapılacak zirve gündem maddesinden yer alabilecek “operasyonel kullanılabilirlik” konusu.  Bakan Kerry, ertesi gün, 26 Haziran’da, Paris’te, meslektaşları Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün Dışişleri Bakanlarıyla bir araya geldi. Birleşik Basından edinilen bilgilere göre, Washington yönetimi Suudi Arabistan ve Ürdün’ün, Irak’taki Sünnilere destek vermek üzere Bedevi kabilelerin sınırlarını geçerek silah aktarmasını ve parasal yardım yapmasını arzu ediyor (IŞİD’ı desteklemek) [8].                     Bakan Kerry, seyahatine devam ederek, 27 Haziran’da Suudi Arabistan’a gitti. Orada Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Ahmed El-Cerba ile görüştü. Yapılan açıklamada El-Cerba’nın (Kral Abdullah gibi) Bedevi Kabileleri Odasına üye olduğu ve Irak’a seyahat ettiğini ve “Suriye Ilımlı Muhalefetinin” Irak’ta istikrar sağlanması için yardım edebileceği vurgulandı [9]. Yapılan bütün yardımlarla Irak’ta askeri önemli bir rol oynayabilecekken, bazılarının Suriye’deki yönetimi devirmede nasıl oldu da “yetersiz” kaldıkları merak ediliyor ve IŞİD ile şahsi ilişkileri bulunan El-Cebra niye bu işi üstlensin.

Suudi resmigeçidi                              Suudi Kralı Abdullah, ABD Dışişleri Bakan Kerry’i ağırlamadan kısa bir süre önce,“terörist örgütler veya diğer yapıların ülkesinin güvenliğine zarar verebilecek duruma gelmesi haline karşılık, ulusunun kazanımlarını ve toprak bütünlüğünü, ülkesinin güvenliğini ve Suudi Arabistan halkının istikrarını (…) korumak amacıyla gerekli her türlü tedbirleri almaya karar verdi” [10].   Suudi Kralı Abdullah, Irak dosyası yönetimini, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın devrilmesinde başarısızlık yaşanması ve Obama yönetimine karşı husumet duyguları beslemesi nedeniyle Bakan Kerry’nin talebi üzerine, 15 Nisanda görevden el çektirdiği Prens Bander bin Sulatan’a emanet etti.  Riyad yönetimi, Washington’un Irak’ı bölme projesinde yardım etmeye hazırdır. Ancak, Suudi Arabistan sınırlarını aşmasına izin vermeyecek.  Ulusal Konsey tarafından iş başına getirilen Suriye “geçici hükümeti”, verilen mesajı alarak, General Abdullah El-Bashir’i görevden alıp, bütün askeri ekibini lağvetti. Artık ne askeri birliği ve ne de subayları bulunan Suriye Ulusal Konseyi kesin olarak söyleyebilir ki, taahhüt edilen 500 milyon dolar, ilgili ellerce teslim alınır alınmaz, doğrudan IŞİD’e aktarılacak.                 Thierry Meyssan                                Çeviren; Nizamettin Karabenk            Kaynak   El-Vatan (Suriye)
[1] «Discours à l’académie militaire de West Point», Barack Obama, Réseau Voltaire, 28 maggio 2014.
[2] “Obama: Notion that Syrian opposition could have overthrown Assad with U.S. arms a "fantasy"”, CBS, 20 juin 2014.
[3] «Crisis in Syria: Civil War, Global Threat», Ban Ki-Moon, Huffington Post, June 25, 2014. Version française : «Syrie: mettre fin à l’horrible guerre», Le Temps, 27 juin 2014.
[4] “Washington Irak’ı bölme planını uygulamaya koyuyor”, yazanThierry Meyssan, Tercüme Nizamettin Karabenk, Voltaire Sitesine , 16 Haziran 2014.
[5] “Kerry issues warning after Syria bombs Iraq”, by Hamza Hendawi and Lara Jakes, Associated Press, June 25, 2014.
[6] Le lecteur téléchargera ici le texte de l’exposé Powerpoint que m’avait alors transmis un informateur états-unien. Malheureusement, j’ai perdu les images. Taking Saudis out of Arabia, Laurent Murawiec, Defense Policy Board, 10 juillet 2002.
[7] “Saudi king makes landmark visit to Egypt”, Al-Arabiya, June 20, 2014.
[8] “US, Sunni States Meet on Mideast Insurgent Crisis”, Lara Jakes, Associated Press, June 26, 2014.
[9] «Kerry, Syrian Coalition Leader During Their Meeting in Jeddah», Department of State, June 27, 2014.
[10] « Décret de la Cour royale : le serviteur des Deux Saintes Mosquées ordonne de prendre toutes les mesures nécessaires pour préserver la sécurité du royaume », Agence de presse saoudienne, 26 juin 2014.
http://www.voltairenet.org/article184508.html

..

Suriye’de Ankara - Paris İttifakı mı?




Suriye’de Ankara - Paris İttifakı mı?




Fransa ve Türkiye yönetimleri arasındaki ittifak, tümüyle politik bir yapılanma olan Avrupa Birliğini dikkate alacak olursak, acaba sadece ekonomik konulara mı dayalı? Ankara-Paris arasındaki ittifak şayet bu çerçeve’de ise, Paris yönetimi, izlediği strateji ne olursa olsun, Ankara hükümeti politikasının gereği olan icraatları da yerine getirecek mi? Ankara politikasına destek verme, gerektiğinde soykırım bile yapmaya kadar gidebilecek mi?

JPEG - 20.9 kb

Obama yönetimi ikinci defadır İslam Emirliği örgütü IŞİD’a (Daesh-Daiş) verdiği destekten dolayı Türkiye’nin tutumunu tartışmaya açıyor. İlki, 02 Ekim’de ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın, Harvard Kennedy School’da [1] yaptığı bir konuşmada, ikincisi ise Hazine Müsteşarı David S.Cohen’ın 23 Ekim’de Carnegie Foundation’de yaptığı bir açıklama sırasında [2]. Her iki şahsiyet de, Ankara hükümetinin aslında cihatçı organizasyonlara destek verdiği, bu örgütlerin Suriye ve Irak halklarından çaldıkları petrolü Türkiye üzerinden piyasaya sürdükleri yönde suçlama getiriyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ısrarlı inkârı karşısında Joe Biden özür dilemişti. Türkiye hükümeti, Türkiye Kürtleri örgütü PKK güçlerinin, IŞİD/DAİŞ örgütünün kuşatmaya aldığı Kobanê Kürtlerinin imdadına gitmek üzere kendi toprakları üzerinde gitmesine izin verdi. Ankara hükümetinin bu tutumu, kamuoyunun ikna olması için yeterli görülmedi ve Washington yönetimi yine suçlamalarına devam etti.

Türkiye ve etnik temizlik konuları

Gündeme gelen konu, cihatçılara destek olarak dikkate alınacağını sanmıyorum. Türkiye hükümeti, en azından Ekim ayının ortasına kadar, ABD’nin bölge planına ters düşmeyecek şekilde, kendi devlet çıkarına göre bir strateji izliyor. Ancak, Washington yönetimi, NATO üyesi sıfatıyla Türkiye’nin Kobanê halkının karşı karşıya bulunduğu katliama aleni olarak dâhil olmasına onay vermeyecek. Obama yönetiminin bölgeye yönelik izlediği politika gayet açık ve basit: IŞİD/DAİŞ örgütü, NATO güçlerinin yasal olarak yapamayacağı işleri yerine getirmek için var edildi; yani etnik temizlik yapmak. Çünkü NATO ittifakı üyesi devletler, başka bir ülkede etnik temizlik yapılmasına niçin katılmaları gerektiğini sorgulayabilirlerdi. Washington’un izlediği bölge politikası açısında, Suriye Kürtlerine katliam yapılması uygun bir strateji değil. Türkiye’nin de böylesi bir olaya katılması, insanlığa karşı işlenmiş suç olarak telaki edilecekti.
Türkiye hükümetinin bu konjonktürdeki tutumu, isteksiz olduğu anlaşılıyor. Ve bu tutum aynı zamanda sorunda barındıran bir özellikte. Türkiye devleti, devlet etme politikası geleneğinde yâdsıma politikasının var olduğu bir devlet. Geçmişte olan katliamları hiçbir zaman kabul etmedi; 1,4 milyon Ermeni, Ortodoks ayini yapan 200,000 Asurî, Farsça konuşan 50.000 Asuri (1914-1918) ve yine 800.000 Ermeni ve Rum (1919-1925) [3]. Erdoğan’ın Başbakanlık döneminde, geçtiğimiz Nisan ayının 23’ünde, yayınladığı taziye mesajı, geçmişteki bu acılı olayları teskin etmekten uzak, Jön Türklerin geçmişte işlediği suçları kabul etmeye yanaşmayan bir tavır, bu anlamda yetersiz kapasiteye sahip bir açıklama olduğu şeklinde algılandı [4].
Türkiye Devleti bugüne kadar PKK yanlısı Kürtleri tavsiye etmeye çalıştı. Birçoğu Suriye’ye kaçtı. Cumhurbaşkanı Esad onlara Suriye vatandaşlığı verdi. Türkiye açısında, Suriye’nin aksine, Suriye Kürtlerinin katliama uğraması iyi bir haber olabilirdi. Ve var edilen IŞİD/DAİŞ örgütü, kendisine havale edilen bu kirli işleri uygun bir şekilde yerine getirebilirdi….

Türkiye’nin son zamanlardaki etnik temizlik olaylarına katılması

Türkiye Ordusu, Bosna-Hersek savaşının (1992-1995) olduğu sıralarda, Sırp Ortodoks katliamı yapmak marifetiyle, ülkede enik temizlik yapan Usame bin Ladin’in başında bulunduğu “Arap Lejyonu”na destek verdi. Bu savaştan sağ kalan cihatçılar, Suriye’de organize edilen silahlı Arap gruplarına, yani IŞİD/DAİŞ örgütüne katıldılar.
Türkiye Ordusu 1998’de, dönemin Yugoslavya yönetimi tarafından baskı altına alınan, NATO’nun müdahalesi olduğunun göstergesi olan Kosova Kurtuluş Ordusunun (UÇK) oluşum sürecine dâhil olmuştu. Sürdürülen savaşın seyri sırasında, şimdiki MIT Müsteşarı Hakan Fidan Türkiye yönetimi ile NATO arasındaki irtibatı sağlıyordu. UÇK hareketi Ortodoks Sırpları defedip, ibadet yerlerine saygısızlık etti. Hakan Fidan 2011’de cihatçı örgüt üyelerini UÇK eliyle terörizm faaliyetleri eğitimine katılmaları için Kosova’ya gönderdi. Bu cihatçılar daha sonra Suriye’ye saldırı eylemlerinde seferber edildiler.
ABD güçlerinin Irak işgali sürecinde, ülkenin yeniden imar edilmesi faaliyetlerinde, Türkiye ve Suudi Arabistan yönetimlerini güveniyordu. Esas itibariyle Şiilerin ve Hıristiyanların sistematik katliama uğratılması üzerine kurulu izlenen politika, Irak’ta iç savaşın meydana gelmesine neden oldu. Beyaz Sarayın Milli Güvenlik Danışmanı Richard A. Falkenrath’ın ifade ettiği gibi, izlenen bu politika, sahada kullanılan ve ABD’ye girmesi mümkün olmayan cihatçılık hareketini dar bir alan içine almak üzere tasarlanmıştı [5].
Fransa’nın desteklediği ve kolonizasyon bayrağını andıran bir bayrağı taşıyan milis gücü Özgür Suriye Ordusuna (ÖSO) mensup yüzlerce cihatçı, Türkiye sınırından Suriye’ye giriş yaptılar, Suriye El-Kaidesi kolu El-Nusra Cephesi elemanlarının da desteğiyle, Eylül 2013’te Aramilerin bulunduğu Malula köyüne girdiler, kadınlara tecavüz ettiler, erkekleri öldürdüler ve Kiliseye saygısızlık ettiler. Oysa Malula köyünün askeri açıdan hiç bir stratejik özelliği bulunmuyor. Bu saldırı sadece, iki bin yıldan fazla bir zamandan beri Suriye sembolü olan Malula köyünün de aralarında bulunduğu, Hıristiyan kesime aleni olarak zulmetmenin bir aracı olarak düzenlendi.
El-Nusra Cephesi ve Suudi yanlısı İslam ordusu mensubu yüzlerce cihatçı Mart 2014’te, Türk Ordusu güçleri gözetiminde, Keseb kasabasını kuşatmak üzere Türkiye sınırından Suriye’ye girdiler. Haberi alan halk, katliama maruz kalmadan kaçtı. Suriye Arap Ordusu kasabayı almak için geldiğinde Türkiye güçleri karşı koydu ve uçaklarından birisini düşürdü. Çünkü Keseb kasabasının, İncirlik’te bulunan NATO üssünü gözetleyen Rusya radar üssüne yakın olması nedeniyle, NATO için stratejik bir hedef arz ediyor. Keseb kasabasında, Jön Türklerin zamanında ailelerine yaptığı katliamdan kaçan Ermeniler yaşıyor.

Bugünkü Türkiye yönetimi daha önce yapılan soykırımı kabul ediyor mu?

Şöyle bir soru sormamız elzem hale geliyor: Ermenilerin ve esas itibariyle Hıristiyan azınlıkların İttihat ve Terakki Komitesi tarafından 1915 ve 1925 yılları arasındaki dönemde katliama uğradıklarını inkâr etme politikası, soykırımın bir suç olmadığını, diğer faaliyetler gibi siyasi bir olay olduğunu göstermek için bugünkü Türkiye yönetiminin izlediği bir politika mı?
Türkiye’de iktidarda bulunan hükümetin izlediği politika, şimdiki Başbakanın adını taşıyan “Davutoğlu doktrini” üzerine inşa edilmiştir. Siyaset Bilimi Profesörü Davutoğlu’nun tezine göre Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu dönemi etki alanını restore etmesi ve Ortadoğu coğrafyasını Sünni İslam temeline göre birleştirmesi gerekiyor.
Erdoğan hükümeti, ilk başlarda, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından beri cevapsız kalan anlaşmazlık sorunlarına çözüm yolunu bulma stratejisini izledi ve bu stratejiye “komşularıyla sıfır problem” politikası adını verdi. İran ve Suriye yönetimleri, oyunda topu ele geçirdikleri zaman, üç ülkede ekonomik patlama yaratacak serbest bölge ticareti görüşmelerine başlama önerisinde bulundular. Türkiye hükümeti, Mayıs 2011’de, NATO güçlerinin Libya’ya karşı savaş yaptığı dönemde, adeta savaş çıkartan bir güç olma rolüne soyunarak, uzlaştırıcı muharip güç olma sıfatını terk etti. Tam da bu aşamadan sonra, Azerbaycan hariç, bütün komşu ülkelerine karşı yeniden hiddetlenmeye başladı.

Fransa’nın Türkiye’ye desteği

Türkiye ve Fransa yönetimleri, Libya ve Suriye’ye karşı yürütülen savaşlar sırasında, adeta Fransa Kralı Birinci François ve Osmanlı Padişahı Muhteşem Süleyman döneminde istenen Fransa-Osmanlı ittifakı çizgisinde bir anlaşma yapacak kadar yakın işbirliğine gittiler. Bu ittifakın en muhteşem yanı, Mayıs 2011’de NATO’nun Libya’ya karşı savaşı sürecinde, Türkiye yönetimi uzlaştırıcı muharip güç olma sıfatını terk ederek, adeta savaş açan bir güç olarak ortaya çıktı. Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu aradaki ittifak iki buçuk asır sürdü, Napoléon Bonaparte döneminde sona erdi ve daha sonra Kırım savaşı sırasında kısa bir süre deha devam etti.
İki ülke arasındaki bu yeni ittifak, Türkiye’nin Avrupa Birliğine (AB) katılımı önünde Fransa vetosunu Şubat 2013’te kaldıran ve Türkiye’nin AB’ye üyeliğini teşvik eden Fransa Dış İşleri Bakanı Laurent Fabius tarafından onaylandı.
François Hollande ve Laurent Fabius, Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu, Sarayda temizlik görevini yapan personel üzerinden ortak bir operasyon düzenleyerek Cumhurbaşkanı Beşar Esat ve Dış İşleri Bakanı Velid Mualim’e bir Suikast düzenlediler. Ancak bu operasyon başarısızlıkla sonuçlandı.
Türkiye, 2013 yılı yazında Şam kırsalı Doğu Guta’da kimyasal silah kullanılma organizasyonuna katıldı ve Suriye yönetimi yapmış gibi Şam’ı suçladı. Türkiye hükümeti, Fransa’nın da desteğiyle, ABD güçlerini Başkent Şam’ı bombardıman ve Suriye Arap Cumhuriyetini yıkmaya katılma işine dâhil etmenin yollarını aradı. Her iki ülke Washington’un, Suriye Arap Cumhuriyetini yıkılması yönünde olan ilk plana dönmesi çabasını gösterdi.
ABD Kongresinde Ocak 2014’te yapılan gizli bir oturum sırasında, bölgede etnik temizlik yapmak üzere, Suriyeli isyancıların silahlandırılması ve finansman sağlanması kararı alındığını kanıtlayan bir belge Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine sunuldu. Fransa ve Türkiye yönetimleri elbirliğiyle DAİŞ/IŞİD’e karşı savaşmak ezere El-Nusra Cephesini el altında silahlandırmaya devam ettiler. Çünkü Washington’un Şam yönetimini devirme şeklinde olan ilk plana dönmesi isteniyordu.
Bu arada yalnızca Türkiye değil, ama aynı zamanda Fransa’da Hıristiyan Malula ve Keseb kasabalarına saldıran, kadınlara tecavüz eden, erkekleri öldüren, Kiliselere hakaret eden cihatçıları silahlandırdığı konusunu bir kez daha not edelim.

Türkiye’nin Fransız yetkilileri ikna etmesi

Bazı basın organlarında Katar Emirliğinin Fransız yetkilileri ikna ettiği konusunda haberlere sık sık yer verilirken, Türkiye’nin Fransız politikacılarına yaptığı büyük yatırım konusunda hiçbir haber çıkmıyor.
Bu baştan çıkarmanın kanıtı: Türkiye’de meydana gelen iç politika gelişmeleri (gazetecilerin, avukatların ve yüksek rütbeli bazı subayların ceza evine konulması rekoru), Türkiye’nin uluslararası terörizme verdiği destek (Türkiye yargısında Erdoğan’ın 12 kez El-Kaide bankeriyle görüştüğü yönünde açıklama yapıldı) Türkiye’nin, El-Kaideye ait dört adet kampa ev sahipliği yaptığı (on bin kadar cihatçı militanların Suriye’ye geçişini organize ettiği), Suriye’nin yağmalanması (Halep dolaylarında fabrika tesisleri sökülüp, Türkiye’ye transfer edildi) ve Suriye’de yapılan katliamlar (Malula, Keseb ve şimdi de Kobanê’de) konusunda Fransa yetkili makamlarının sessiz kalması.
Erdoğan’ın sadık müttefiki Türkiye İşverenler örgütü 2009’da, her iki ülke arasında işbirliği temasını kurmakla görevli Bosfor Enstitüsü kurdu [6]. Eş Başkanlığını Anne Lauvergeon’un yaptığı [7] Bilimsel Komitesi; Halk Hareketi Birliği (UMP) politikacıları (Jean François Coppe [8] ve Alain Juppe [9]), Sosyalist Parti (Elisabeth Guigou [10] ve Pierre Moscovici [11]) gibi en üst tabaka politikacılardan meydana geliyor. Devlet Başkanı Hollande yakın çevresinden birçok kişi (Jean-Pierre Jouyet [12] ve Henri Casteries [13]) ve hatta eski komünistlerden bile birkaç isim verilebilir.
Aralarında bazılarının saygıdeğer olduğu bu şahsiyetlerin elbette ki, Ankara’nın işlediği katliamları onaylama gibi bir düşüncesi bulunmuyor. Ancak, izlenen politika, yapılan işlerin onaylandığı anlamına geliyor. Fransa’nın Türkiye ile bu konularda ittifaka girmesi, Fransa yönetimini yapılan katliamların aktif ortağı haline getirmiştir.
ÇevİRİ;

[1] “Remarks by Joe Biden at the John F. Kennedy Forum”, by Joseph R. Biden Jr., Voltaire Network, 2 October 2014.
[2] “Remarks by U.S. Treasury Under Secretary David S. Cohen on Attacking ISIL’s Financial Foundation”, David S. Cohen, Carnegie Endowment for Internationale Peace, 23 octobre 2014.
[3] Statistics of Democide : Genocide and Mass Murder Since 1900, R.J. Rummel, Transaction, 1998, p. 223-235.
[4] Jön Türkler; Osmanlı Dönemi Milliyetçi Devrimci ve Reformcu bir siyasi parti mensupları. Resmi olarak İttihat ve Teraki Partisi adıyla biliniyorlar. Azınlıklarla ittifak yaparak, Sultan Abdülhamidi iktidardan indirdiler. Parti iktidara gelince, başta Ermeniler olamak üzere, azınlıklara soykırım planlaması yapmaya sevkeden Türkleştirme politikasını uygulamaya koydu.
[5] In « If Democracy Fails, Try Civil War », Al Kamen, The Washington Post, 25 septembre 2005.
[6] Bosfor Enstitüsü internet Sitesi, Institut du Bosphore.
[7] François Mitterrand’ın eski bir mesai arkadaşı, 2001-2011 dönemi Areva Genel Müdürü. İnovasyon konularında Komisyon Başkanı.
[8] Milletvekili, eski Bakan, UMP eski Başkanı.
[9] Bordeaux Belediye Başkanı, eski Başbakan ve UMP eski Başkanı. Ibya ve Suriye’ye karşı savaşın ilk başlarında Dış İşleri Bakanı oldu.
[10] François Mitterrand’ın eski bir mesai arkadaşı ve eski bir Bakan, Millet Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı.
[11] Milletvekili, eski Bakan, Avrupa Komiseri olarak atandı.
[12] Üst kademe broktrat, François Hollande’ın uzun zamandan beri ahbabaı, Elysé sarayı genel sekreteri.
[13] François Hollande’ın uzun zamandan beri ahbabı, AXASigorta Genel Müdürü.


..