TÜRKSOLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKSOLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2017 Cuma

Talat Aydemir Gerçek Atatürkçü Subaydı.

Talat Aydemir Gerçek Atatürkçü Subaydı.




Ergin Konuksever
Talat Aydemir Gerçek Atatürkçü Subaydı...

Talat Aydemir idamından sonra varlığını bana teslim etmişti  

TÜRKSOLU: Siz Talat Aydemir'in en yakın dostlarından birisiniz. Örneğin, Aydemir idamından sonra bankadaki parasını size emanet etmiş.  

ERGİN KONUKSEVER: Çankaya Tereke Hakimliği'nin kararı gereğince Talat Aydemir'in bankada kayıtlı bulunan 60 lira 50 kuruşu ölümü nedeniyle benim almam söylenmişti. Bunun belgesini yıllardır saklarım.  

 Talat Aydemir'in hapishanedeki eşyalarının teslim tutanağının da bir kopyası da halen bendedir. O tutanağa göre de idamın ardından hapishanedeki hücresinde 90 lira nakit para ve bir miktar giyim eşyası bulunmuştur.  

TÜRKSOLU: Talat Aydemir'le idamından önce son görüşmeniz nasıldı?  

ERGİN KONUKSEVER: Öyle bir görüşmemiz maalesef gerçekleşemedi. 21 Mayıs Harekâtı'ndan sonra tutuklanınca, Talat Aydemir'le bir daha hiç görüşemedim. Fethi Gürcan'la da öyle. Çünkü idamla yargılanan tutuklularla bir tek aileleri görüşebiliyordu.  

TÜRKSOLU: Talat Aydemir'le dostluğunuz nasıl başladı?  

ERGİN KONUKSEVER: Aslında önce Fethi Gürcan'la tanışmıştım. Askerliğimi Fethi Gürcan'ın başında bulunduğu süvari birliğinde yapmıştım. Bir de 22 Şubat harekatına katıldığı için emekliye sevk edilen 27 Mayıs döneminde İstanbul Belediye Başkanlığını yapmış Adnan Çelikoğlu'yla da yakından tanışırdım. Onlar vasıtasıyla Talat Aydemir'le tanıştım.  

 Tanışmamız 22 Şubat sonrası günlere rast gelir. O zamanlarda Vatan gazetesinde çalışıyordum.  

TÜRKSOLU: Kaç yaşındaydınız?  

ERGİN KONUKSEVER: Çok genç, 24-25 yaşlarındaydım. 22 Şubat'tan sonra emekliye sevk edilen subaylar bir dayanışma kampanyası düzenlemişlerdi. Ben de bunun haberini yapmıştım. Bu haberin ardından Fethi Gürcan, Talat Aydemir'le tanıştırdı beni. Daha sonra Talat Aydemir'in gazetecilerle ilişkilerini yürüten isimlerden biri oldum. Hatta Ankara'dan İstanbul'a geldiği bir gün, Gazeteciler Cemiyeti'nde gazetecilerle sohbet etmesini organize edenlerden biriydim.  



 22 Şubat'ın ardından 21 Mayıs'a giden süreci çok yakından takip ettim.  

 Aydemir'i harekete geçiren sebep Atatürkçü olmasıydı  

TÜRKSOLU: Talat Aydemir'i harekete geçmeye yönelten neydi?  

ERGİN KONUKSEVER: Talat Aydemir, gerçek Atatürkçü bir subaydı. Ve Türk Ordusu'nun Atatürk döneminde şekillenmiş felsefesine yürekten bağlı bir subaydı. Kendisiyle konuşmalarımızda bunu gayet güzel ifade ederdi. İstiklal Savaşı ve ardından kurulan Cumhuriyet'le birlikte Mustafa Kemal komutanlığındaki Türk Ordusu "millilik" karakterini tam anlamıyla kazanmıştı. Bu millilik karakterinin iki boyutu vardı. Birincisi Cumhuriyet'in kurulmasının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yüklenen "vatan savunması" görevi. İkincisi ise İstiklal Savaşı'nın ardından Türk Ordusu'nun şahıslara ve zümrelere bağlı olmaktan çıkıp milletin ordusu haline gelmiş olması. Bu millilik de kendisini Atatürk ilkelerine bağımlılık olarak ifade ediyordu.  

 Ancak Ordu içerisinde 1938 yılında Atatürk'ün ölümünün ardından hükümetlerin Atatürk ilkelerinden ayrılacağı kuşkuları ortaya çıkmıştı. Özellikle 1945 yılından sonra subaylar arasında CHP'nin faşizan yönetimine karşı subaylar arasında itirazlar yükselmişti.  

 27 Mayıs Atatürkçü olduğu için İnönü CHP'sine de karşıydı  





Ergin Konuksever, Talat 
 Aydemir'i bir İstanbul ziyareti sırasında garda karşılarken (üstte). Talat Aydemir, 
 idamından sonra bankadaki parasını alması için 
 Ergin Konuksever'i görevlendirmişti (en üstte). 

TÜRKSOLU: Yani, 27 Mayıs Hareketinin çekirdeğini oluşturan kadro ve anlayış aslında DP iktidar olmadan önce de mi oluşmuştu?  

ERGİN KONUKSEVER: Özellikle İsmet İnönü'nün "Gerekirse, devrimlerde ufak tefek rötuş yaparız." demesi subaylar arasında büyük tepki toplamıştı. Hatta DP'nin 1950'de iktidara gelmesi kimi subaylar tarafından memnuniyetle karşılanmış, İnönü'nün iktidarı bırakmak istememesi durumunda neler yapılacağı görüşülmüştü. Tabii, DP'nin de Atatürk ilkelerinin takipçisi bir parti olmadığı kısa sürede anlaşıldı ve bu sefer de DP'ye karşı birtakım hareketler oluşmaya başladı. Özellikle 1953'ten sonra çeşitli arayışlar oluşmuştur.  

TÜRKSOLU: Bütün bu süreçte Talat Aydemir'in konumu neydi?  

ERGİN KONUKSEVER: Tabii ben o günlere bizzat tanık olmadım. Çok gençtim çünkü. Ancak gerek 27 Mayısçılardan gerek Talat Aydemircilerden gerekse Talat Aydemir'in bizzat kendisinden dinlediklerimden çıkardığım bir sonuç var. Talat Aydemir bütün bu süreç içerisinde hep lider konumda olmuştur. Hatta 27 Mayısçı hareketin çekirdeğini oluşturan üç devrimci subaydan birisidir Talat Aydemir. Diğer ikisi ise Sezai O'kan ve Osman Köksal idi. Ve Atatürk ilkelerine bağımlı bu devrimci subay yapılanması DP iktidara gelmeden önce başlamıştı.  

TÜRKSOLU: 27 Mayıs CHP'ci bir hareket değildi öyleyse.  

ERGİN KONUKSEVER: Aslında değildi. Zaten Talat Aydemir ile 27 Mayısçıların arasını açan şey de buydu. Talat Aydemir ve onun gibi düşünen devrimci subaylar 27 Mayıs hareketi ile birlikte Atatürk ilkelerini yeniden iktidara getirmek gibi bir hedefe sahipti. Ancak Milli Birlik Komitesi zamanla bu hedefinden saptı, kısa sürede seçimlerin yapılmasını sağladı ve iktidarı adeta CHP'ye hediye etti. Örneğin Cemal Gürsel pek çok subayı çağırıp CHP'ye oy vermelerini istemiştir.  

TÜRKSOLU: Madem Talat Aydemir 27 Mayıs hareketi içinde bu kadar önemli bir yere sahipti, Milli Birlik Komitesi'nde niye yer almadı.  

Aydemir'in 27 Mayıs eleştirisi  

ERGİN KONUKSEVER: Çünkü 27 Mayıs gerçekleştiğinde Talat Aydemir Kore'de görevdeydi. Gerek ihtilal aşamasından gerekse Milli Birlik Komitesi'nin oluşma sürecinden uzakta kalmıştır. Bu büyük bir talihsizlik. Talat Aydemir için değil, Türkiye için. O'nun liderliğindeki 27 Mayıs bambaşka olurdu.  

TÜRKSOLU: Talat Aydemir'in Milli Birlik Komitesi'ne alınmadığı için dargın olduğu söylenir.  

ERGİN KONUKSEVER: Bunu söylemek için Talat Aydemir'i hiç tanımamış olmak gerekir. Talat Aydemir, şan, şöhret, makam, rütbe peşinde koşan biri değildi. O kadar ki 21 Mayıs başarılı olsaydı ne yapacaktınız sorusuna Talat Aydemir hep şu yanıtı verirdi: "Tekrar Harp Okulu Komutanı olarak görevime devam ederdim."  

TÜRKSOLU: Harbiye'ye duygusal bir bağlılığı var, büyük önem veriyor.  

ERGİN KONUKSEVER: Kesinlikle. 27 Mayıs'tan sonra Harp Okulu Komutanlığı görevini de bu yüzden istemişti. Atatürkçü subay yetiştirmeyi en önemli görev olarak görüyordu. 22 Şubat'tan sonra Harp Okulu Komutanlığı görevinden alınmasını hiç kabullenememişti tabii ki. Harp Okulu Komutanı olarak Ordu'ya geri dönmek istemesinin altında bu da var ve Türkiye'nin geleceğini bu şekilde garantiye alacağını düşünüyordu.  

TÜRKSOLU: 22 Şubat ve 21 Mayıs harekâtlarına neden girişti?  

ERGİN KONUKSEVER: Çünkü 27 Mayıs'ın hedefine ulaşmadığını düşünüyordu. 27 Mayıs'tan sonra Ordu içinde iki temel eğilim vardı. Birincisi, ihtilalden sonra en kısa sürede seçimlere gidilmesiydi. İkinci grup ise daha devrimci bir hedefe sahipti. Atatürk İlkelerine uygun devrimler yapılmadan seçimlere gidilmesine karşıydı. Bu iki grup arasında büyük bir mücadele vardı. Talat Aydemir de seçimlerin hemen yapılmasına karşıydı. Nitekim 14'ler Olayında 13 Kasım 1960'ta seçimlerin hemen yapılması taraftarı grup diğer ekibi tasfiye etmiştir.  

 Talat Aydemir devrimci subayların lideriydi  

 TÜRKSOLU: Talat Aydemir'in bu gruplar içindeki konumu neydi?  

ERGİN KONUKSEVER: 14'ler Olayı'ndan sonra MBK'ya karşı iki grup oluştu. Bir grubun başında 14'ler arasında da yer alan Alparslan Türkeş yer alıyordu. Diğer grup ise Talat Aydemir önderliğindeki Silahlı Kuvvetler Birliği'ydi. Bu iki grup anlaşamazdı. Çünkü, Talat Aydemir, Türkeş'in ırkçı görüşlerini beğenmiyordu. Temel neden buydu. İki grup da MBK'nın hemen seçimlere gitmesine karşıydı ama farklı nedenlerle karşı çıkıyorlardı. Silahlı Kuvvetler Birliği Atatürk İlkelerinden sapıldığını ve Atatürkçü reformların henüz yapılmadığını düşündüğü için askerlerin iktadarda kalmaya devam etmesi gerektiğini düşünüyordu.  

TÜRKSOLU: Silahlı Kuvvetler Birliği'nde (SKB) kimler vardı?  

ERGİN KONUKSEVER: Kimler yoktu ki... Hemen hemen bütün generaller vardı. Zaten 27 Mayıs'ta pek çok general tasfiye edildiği için Silahlı Kuvvetler'de pek general de kalmamıştı. Tümenlere bile albaylar komuta ediyordu. Var olan generallerin büyük çoğu da SKB'de yer alıyordu. Örneğin daha sonra Genel Kurmay Başkanı olacak Cemal Tural, dönemin en rütbeli generallerinden Korg. Refik Tulga (o dönem İstanbul Valisiydi), ileride 12 Mart Muhtırası'nı verecek olan ve henüz tuğgeneral rütbesindeki Faruk Gürler ve Muhsin Batur ilee tuğamiral rütbesindeki Celal Eyiceoğlu. Herkesin tanıyacağı isimler bunlar. Ama kısaca şöyle söyleyeyim, birliklerinin başında görevde bulunan hemen hemen bütün subaylar SKB'ye bağlıydı. Hatta Kenan Evren bile, o dönem henüz albaydı, SKB içinde yer alan subaylardandı.  

TÜRKSOLU: Ve SKB'nin başında Aydemir vardı. Albay olmasına karşın?  

ERGİN KONUKSEVER: Evet. Ve son derece kudretliydi. Örneğin, Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel SKB'ye bağlıydı. Ve 1 Haziran 1961'de 27 Mayısçılar tarafından görevinden alınarak Kanada Ottawa'da büyükelçilik görevine atanmıştı. Talat Aydemir'ler buna karşı çıktılar. SKB kudretini ilk olarak bu olayda göstermiştir. Hatta, Tansel'in Ottawa'ya gitmekte olan uçağı havada geri çağrılmış, 19 Haziranda tekrar görevinin başına dönmesi sağlanmıştır.  

 Ne hazindir ki, Talat Aydemir sayesinde tekrar Hava Kuvvetleri Komutanı olan İrfan Tansel, 22 Şubat Harekâtı'na destek olmayacak, hatta 22 Şubatçı Harp Okulu öğrencilerinin ve Aydemir yanlısı kıtaların üstüne jetlerle ateş açtıracaktır... Arkadaşları tarafından yalnız bırakılma duygusunu Talat Aydemir 22 Şubat'ta da 21 Mayıs'ta da sık sık yaşayacaktır.  

 22 Şubat'a giden yol  

TÜRKSOLU: Peki 22 Şubat Harekâtı'na nasıl karar verildi?  

ERGİN KONUKSEVER: SKB'nin karşı çıkmasına karşın 15 Ekim 1961'de seçimler yapıldı. 27 Mayıs'a, hatta Atatürk'e karşı söylemleri bilinen pek çok milletvekili ve senatörün seçilmesi Silahlı Kuvvetler'de büyük tepki toplamıştı. SKB de seçimin hemen ardından 21 Ekimde bir araya gelerek bir protokol imzaladı. Bu protokolde seçimi iptal etme ve Milli Birlik Komitesi'ni feshetme kararı alındı. Protokolde SKB'ye bağlı pek çok general ve albayın imzası vardı.  

Ancak Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay duruma el koydu ve protokolde imzası bulunan pek çok general müdahaleden caydırdı.  

Bunun üzerine 9 Şubat 1962'de SKB yeni bir toplantı yaptı ve 9 Şubat Protokolü imzalandı. Bu protokolle en geç 28 Şubat 1962 tarihinde harekete geçme kararı alındı. Ancak generaller daha sonra bu protokolden de caydılar. Talat Aydemir bunun üzerine kendisine bağlı albaylarla birlikte 22 Şubat'ta harekete geçti.  

 Aydemir başarılı olsa Türkiye sosyalizme giderdi  

TÜRKSOLU: Talat Aydemir 22 Şubat veya 21 Mayıs'ta başarılı olsa nasıl bir Türkiye ortaya çıkardı?  

ERGİN KONUKSEVER: Atatürk ilkelerine bağlı bir yönetim oluşturulacaktı. 27 Mayıs'ın başladığı ama bitiremediği devrimler tamamlanacaktı.  

Örneğin Toprak Reformu. 27 Mayıs'ın söz verdiği, hatta başladığı ama bitiremediği bir reformdu. Kürtlere ilişkin de önlemler alınmıştı. Kürt ağaları batıya sürülmüştü, ama kısa bi süre sonra yerlerine geri dönmelerine göz yumulmuştu. Zaten Talat Aydemir Kürtler için hep endişeliydi. O dönem Kürt hareketi bugünküyle kıyaslanmayacak kadar güçsüzdü. Buna rağmen "Bu adamlara dikkat edin. Fırsatını buldular mı yine ayaklanacaklardır." derdi.  

TÜRKSOLU: Aydemir'in belli bir siyasi programı var mıydı?  

ERGİN KONUKSEVER: Elbette. Her şey hazırdı. Kadrosu da hazırdı. İhtilalin ardından göreve getirileceklerin hepsi belliydi. Örneğin Prof. Dr. İdris Küçükömer (o dönemde solcuydu) ekonomiden sorumlu olacaktı. Kabinede görev alacak diğer kişiler de belliydi. Şu an hayatta oldukları için isimlerini zikretmek istemiyorum.  

TÜRKSOLU: Peki Aydemir'in ekonomik programı?  

ERGİN KONUKSEVER: Tamamen Atatürkçü, devletçi, halkçı... Aydemir başa gelseydi Türkiye sosyalizme doğru ilerlerdi. Zaten, ekonomiyi teslim edeceği kişiler de sosyalist karakterdeydi.  

TÜRKSOLU: Aydemir'in 22 Şubat'ta başarısız olmasına karşın 21 Mayıs'ta tekrar ihtilale kalkışmasının nedeni neydi? İktidar hırsı mı?  

ERGİN KONUKSEVER: Kesinlikle hayır. Toplumu Atatürk ilkelerine göre dönüştürmek isteyen bir devrimci olduğu için tekrar denemişti. Hatta şöyle bir anım vardır. 21 Mayıs'tan sonra mahkemede yargılanırken hakim kendisine sorar: "İhtilâle kalkışmanın yasalara aykırı olduğunu bilmiyor muydun?" Aydemir yanıtlar: "Ben iktidara gelseydim kendi yasalarımla gelecektim. Sen de o yasalara uyacaktın."  

 Harbiyeliler Talat Aydemir için canını verirdi  

TÜRKSOLU: Talat Aydemir 22 Şubat'ta Harp Okulu komutanıydı. Bu yüzden Harp Okulu'nun tamamı harekâta katılmıştı. Ancak 21 Mayıs'ta emekliye ayrılmış olmasın akarşın Harp Okulu üzerinde hâlâ etkisi olduğunu görüyoruz.  

ERGİN KONUKSEVER: Harbiyeliler 21 Mayıs'ta, aynen 22 Şubat'ta olduğu gibi Aydemir'in peşinden gittiler. Komutanlarını yalnız bırakmadılar. Hatta çok ilginç bir olay anlatayım. Talat Aydemir emekliye ayrıldıktan sonra bir gün Kızılay'da gezerken, Harp Okulu öğrencilerinin resmi bir geçit yaptığını görür. Diğer vatandaşlarla birlikte kaldırımdan töreni izlemeye başlar. Sivil kıyafetlidir tabii ki. Tören kıtası eski komutanlarının izlemekte olduğunu fark edince hemen selam dururlar.  

 Bir de 22 Şubat öncesinde, Aydemir henüz Harp Okulu komutanıyken İnönü'nün Harp Okulu'nu ziyareti sırasında yaşananlar vardır. İnönü, Aydemir'in Harp Okulu öğrencileri üzerindeki etkisini bilmekte ve bu etkiyi kırmak istemektedir. Ziyareti de o yüzden gerçekleştirir. Ancak Talat Aydemir Harp Okulu öğrencilerini İnönü'yle görüştürmez. İnönü öğrencilerle birlikte yemek yemek ister, yediler diye yanıtlar. Eğitimlerini görmek ister, Talat Aydemir okul dışındalar diye yanıtlar. Bu şekilde rest çeker Aydemir.  

TÜRKSOLU: Harp Okulu öğrencilerinin bu bağlılığın nedeni neydi?  

ERGİN KONUKSEVER: Öncelikle komutanlarını çok seviyorlardı. Aydemir'in sözünün eri olduğunu, kendilerini yarı yolda bırakmayacağını biliyorlardı. Protokollerin imzalandığı, sözlerin verildiği ama hiç tutulmadığı bir dönemde bunlar çok önemliydi. Aydemir uğruna canlarını verebilirlerdi. Ayrıca Talat Aydemir tarafından Atatürk İlkeleri doğrultusunda yetiştirilmişlerdi. Atatürkçülüğün gereği olarak da Aydemir'in peşinden gitmeleri gerektiğini biliyorlardı.  

TÜRKSOLU: Peki Ordu artık bir kağıttan kaplan mı?  

ERGİN KONUKSEVER: Talat Aydemir'ler bugün Ordu'ya ve Atatürk'e yapılan hakaretlerin binde biri bile olmayan tavırlara karşı harekete geçmişti.  

 Bugün ise çok daha kötüsünü yaşıyor Türkiye. Sanki bu ülkede Atatürk hiç yaşamamış gibi.  

 Ordu'nun da saygınlığı kalmadı. Arınç çıkıp "Bu orduyla mı savaşa gireceğiz" diyor, o kadar subay hapsediliyor, tutuklanıyor. Kimse karşı çıkmıyor... 


http://www.turksolu.com.tr/312/konuksever312.htm

***

3 Aralık 2015 Perşembe

Apo -Tayyip İttifakından, Apo - Kılıçdaroğlu İttifakına






Apo-Tayyip İttifakından  Apo
Kılıçdaroğlu İttifakına


Özgür Erdem

Türkiye Şehit Cenazelerinde Kılıçdaroğlu Konserde

Her gün şehit veriyoruz. Türk milleti infial halinde. Tüm Türkiye şehitlerine ağlıyor. O kadar ki, Tayyip bile şehit cenazelerine katılmak zorunda kalıyor.

Türkiye’de tek bir lider bunca şehide rağmen programını bozmadı. Bir tane şehit cenazesine bile gitmedi...

Kim mi dersiniz? Kılıçdaroğlu...

Son bir haftada ne yapmış diye araştırıyoruz. Önemli ne işi varmış da şehit cenazelerine katılmamış?

Öğreniyoruz ki, Ankara Batıkent’te bir açılış törenine katılmış. Ve burada Demet Akalın’ın konserini izlemiş. Ancak erken kalkmak zorunda kalınca Demet Akalın’ın gönlünü almak için kısa bir not yazıp göndermiş: “Kusura bakmayın, ayrılmak zorunda kaldım.”

Demet Akalın’ın bile gönlünü almak için uğraşan “nazik” Kılıçdaroğlu, neden bir kere de olsun şehit ailelerinin gönlünü almayı düşünmez de bir tane bile şehit cenazesine katılmaz?

Kılıçdaroğlu’nun dilinde PKK söylemi: “Kan kanla yıkanmaz”

Büyük umursamazlık değil mi? Şehitlere saygısızlık.

Kılıçdaroğlu’nun en büyük kusuru keşke bu olsa. Ama dahası da var.

Hakkari’de 11 şehit birden verdiğimiz güne gidelim. Türkiye teröre lanet okuyor. Kılıçdaroğlu ise Adıyaman’daki mi
Konuşmasına şöyle devam ediyor:tingde şöyle diyor: “Kan kanla yıkanmaz.”

“35 yıldır terörü silahla bitirmeye çalıştılar, akıl-mantık yok bunlarda.”

Tam bir PKK söylemi. PKK ne zaman saldırılarını artırsa Türkiye’de bir koro şunu söylemeye başlar: “PKK’yla silahla mücadele edilmez.” PKK’lı gibi gözükmez bu tezler. Ancak gizli bir PKK propagandasıdır. “PKK’yı savaşarak yok edemezsiniz.” demek istemektedirler. Akılları sıra tehdit etmekte, “İsteklerimizi kabul etmek zorundasınız.” demektedir.

Anlaşılan Kılıçdaroğlu da bu koroya katılmış.

Devam edelim Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında söylediklerine: “Önce mağduruz dediler, sonra mağrur oldular, şimdi de zalim haline geldiler.”

Kimmiş zalim olan? Askerlerimizi şehit eden PKK mı? Hayır, AKP’yi kastediyor. Tüm Türkiye şehitlerine ağlıyor, Kılıçdaroğlu askerlerimizi şehit eden PKK’ya değil AKP’ye zalim diyor!

Aslında öldürülen PKK’lıların da hesabını soruyor gizliden gizliye. PKK’lıların askerimize saldırması zalimlik değil de AKP’nin yaptığı zalimlik!

Devam ediyor Kılıçdaroğlu... Kan kanla yıkanmazmış. Toplumsal barışı CHP sağlarmış...

Bütün bunlar, hepsi PKK söylemi.

Onlar da yıllardır PKK saldırdıkça ve Türk milleti bölücü teröre karşı feryat ettikçe “barış”tan söz ederler.

Saldırıyı, katliamı onlar yapar, ama utanmadan da “barış” diye bağrınırlar. Onlar için “barış” devletin bölücü teröre teslim olmasıdır.

Görüldüğü gibi Kılıçdaroğlu PKK’nın bu söylemine de sarılıyor.

Kılıçdaroğlu, AKP’nin Kürt Açılımını Bile Yeterli Bulmuyor

Bununla sınırlı değil Kılıçdaroğlu’nun PKK yanlısı söylemleri. Birkaç gün geriye gidelim. Habur’da serbest bırakılan PKK’lıların geçtiğimiz hafta tutuklanmasının ardından, alıyor mikrofonu eline zehir zemberek açıklamalar yapıyor. AKP’nin Kürt Açılımını eleştiriyor.

Ama terörü azdırdığı, PKK’yı güçlendirdiği i­çin değil. Yetersiz kaldığı için. Serbest bırakılan PKK’lıların tutuklanmasını eleştiriyor.

Kimileri, Kılıçdaroğlu’nun bu tavrına şaşırmış olabilir. Biz şaşırmadık.

Çünkü Dersim İsyanı tartışmalarında Kılıçdaroğlu’nun aldığı tavrı unutmadık. O dönemde de partisinin kurucusu Atatürk’ü değil, isyancıları savunmuştu. Atatürk’ün Dersim İsyanını bastırmasını eleştirmiş, katliam yaşandığını iddia etmiş, çok acılar çekildi demişti.

Atatürk’ün bile bölücü isyanları bastırmasını hazmedemeyen bir zihniyet, günümüzde PKK’ya karşı mücadele edilmesini tabii ki kabullenemez.

Dersim isyanının bastırılmasını hatalı bulanlar, PKK’ya karşı 35 yıldır yürütülen mücadeleyi de tabii ki “akılsızlık” olarak değerlendirecektir.

Dersim’de Seyit Rıza’yı Suçsuz Gören Bugün de Apo’yu Savunur

Dersim İsyanında elebaşı Seyit Rıza’yı savunmak bugün için çok büyük bir tehlike değil. Sonuçta isyan bastırılmış, Seyit Rıza da asılmış.

Peki günümüzün Seyit Rıza’sı Apo söz konusu olunca? Kılıçdaroğlu işte bu meselede de aynı tavrı alıyor. Ve Apo’nun serbest bırakılmasını istiyor.

Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz sene CHP Batman İl Kongresi’nde “Genel affı” savunmuş, “Toplumsal barış”ı sağlamaktan bahsetmişti.

Yani PKK silah bırakacak, Ordu operasyonları durduracak, PKK’lı olmak suç olmaktan çıkacak ve ardından af ilan edilecek. Tabii af “genel af” olacak. Yani Apo bile yararlanabilecek.

Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerinden geri adım attığını iddia edenler oldu, ama öyle bir açıklama hiç gelmedi. Aksine CHP Genel Başkanı seçildikten sonra verdiği röportajlarda Dersim İsyanı ve genel afla ilgili fikirlerinden vazgeçmediğini açıkça söyledi.

Kılıçdaroğlu’nun Batman’daki açıklamasındaki “toplumsal barış” söylemine dikkat edin. Adıyaman’daki konuşmasında da “Toplumsal barışı ancak CHP getirebilir” demişti.

“Toplumsal barış”tan kasıt PKK ile Türk Devletinin anlaşması. Kılıçdaroğlu’nun “PKK terörünü bitirmek için” elindeki sihirli değnek işte bu. Bir sonraki aşama ise Apo’nun affedilmesi.

Kılıçdaroğlu: Apo’nun Desteklediği CHP Genel Başkanı

Kılıçdaroğlu, Apo’yu affedeceğini söyleyecek de Apo boş mu duracak? O da, CHP Genel Kongerisin hemen ardından yaptığı açıklamada Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı seçilmesini olumlu bulduğunu açıklamıştı:

“Kılıçdaroğlu bir yenilik getirebilir, Kemalizmin demokratik güncellenmesi sağlanabilir. Buna bir ihtiyaç olduğunu daha önce de belirtmiştim. Önemli buluyorum.“

İşte Apo-Kılıçdaroğlu “kardeşliği”nin çok önemli bir belgesi. Ancak Apo’nun açıklamasının daha da önemli kısmı sonunda yer alıyor:

“Hükümete, Başbakana söylüyorum, bu sorunu halletmezseniz zaten üç ay sonra gidersiniz. Ayaklarınızın altındaki toprak kayıyor. Görüyorsunuz Kılıçdaroğlu geliyor. Başbakana diyorum ki sen çözmezsen Kılıçdaroğlu çözecek.”

İlginç olan, Apo bu açıklamayı yaptıktan sonra, AKP’nin ayakları altındaki toprağın kaydığına şahit olduk. Artık AKP de Tayyip de, ABD’nin has adamı değiller. Tayyip de zaten bunu gördüğü için İsrail karşıtı rollere bürünüyor. BM’deki İran karşıtı oylamada ABD’nin istediği tavrı almıyor. ABD basınında Tayyip’in günlerinin sona erdiğine ilişkin yorumlar yapılıyor.

Gerçekten de Kürt sorununu çözmeyeceği, yani PKK’ya teslim olmayacağı, Apo’yu serbest bırakmayacağı, Kürt Açılımını devam ettirmeyeceği bile olan Tayyip’in ipi çekilmiş durumda.

Kılıçdaroğlu ile Apo’nun Ortak Akıl Hocası: İsmail Beşikçi

Kılıçdaroğlu ile ilgili çok çarpıcı bir başka gerçeği Birgün gazetesindeki röportajında öğreniyoruz. Anlattığına göre, en çok etkilendiği iki kitaptan biri İsmail Beşikçi’nin “Doğu Anadolu’nun Düzeni” isimli eseriymiş!

İsmail Beşikçi kim peki? Apo’nun ve bütün bölücü akımların akıl hocası.

Bahsedilen kitap ise Beşikçi’nin doktora tezi. Bu kitabın 1969’da yayınlanması Türk Solu içine Kürtçülük virüsünün girmesini sağlayan en önemli olaylardan biridir. O güne kadar Kürtçülük Sol içerisinde son derece tecrit ve marjinal bir hareketti. 68’in liderleri Deniz’ler, Mahir’ler, Kürtçülüğe asla prim vermez, bölücülüğe her koşulda karşı çıkar, Atatürkçü sosyalist anlayıştan taviz vermezdi.

68’de Solun genel tavrı böyleyken Beşikçi’nin bu kitabıyla birlikte Sol içine bir Kürtçülük virüsü yayılmaya başladı. Minorsky ve Nikitin gibi Rus subaylarının Türkiye’deki Kürtler üzerine 1800’lü yıllarda yazdığı istihbarat raporları bu kitapla gündeme geldi. Türkiye’nin doğusunda Kürt diye ayrı bir milli kimlik olduğu, hatta Kürtlerin Türk Devletinin ve genel olarak bütün Türklerin faşist baskısı altında bir “milli zulüm” gördüğü bu kitapla dile getirilmeye başlandı.

O güne kadar Atatürkçülükten şaşmayan sol hareket içine Atatürk düşmanlığı hatta Atatürk milliyetçiliğine ırkçı faşizm diyen anlayış bu kitapla sokuldu.

Beşikçi herhangi bir Kürtçü aydın değildir, Türkiye’de Kürtçü virüsün Sol içerisinde yaygınlaşmasını sağlamış ve PKK dahil bütün Kürtçü örgütlerin akıl hocası sayılabilecek önemli bir Kürtçü teorisyendir.

Kılıçdaroğlu’nun Beşikçi’yi referans vermesi bu açıdan son derece anlamlıdır.

Kılıçdaroğlu: Pervasız Amerikancılık

Kılıçdaroğlu’nun Apo’yla nasıl bir kardeşlik kurduğunu gördük. Sadece akıl hocaları aynı değil. Paslaşıp duruyorlar. Kılıçdaroğlu genel aftan bahsedip Apo’yu serbest bırakmayı vaat ediyor. Apo ise Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesini olumlu bulduğunu belirtiyor.

Tabii bu paslaşmanın ardında ABD var. Öyleyse Kılıçdaroğlu-ABD ilişkileri hakkında da biraz bilgi verelim.Geçtiğimiz günlerde Amerika Türk Konseyi (ATC) Başkanı Armitage Türkiye’ye geldi. Armitage önemli bir ABD’li diplomat. Bush döneminde ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın yardımcısıydı. Başkanı olduğu ATC de aslında yarı resmi bir CIA kuruluşu.

ATC Türkiye’ye 6 yıldır ziyarete geliyormuş. Bu 6 yıl boyunca MHP ve CHP’den bir türlü randevu alamamışlar. İlk kez Kılıçdaroğlu’ndan randevu alabilmişler.

Armitage yaptığı açıklamada randevu verdiği için Kılıçdaroğlu’na teşekkür ediyor ve aynı konuşmada İsrail ve İran konusunda Tayyip Erdoğan’la farklı düşündüklerinin altını çiziyor. ABD’nin Tayyip’ten artık vazgeçtiğinin, has adam olarak da Kılıçdaroğlu’nun belirlendiğinin net bir göstergesi.

Armitage-Kılıçdaroğlu görüşmesinin bütün Türkiye’nin gözü önünde ve “Tayyip Erdoğan’la anlaşamıyoruz” açıklamasıyla birlikte gerçekleşmesi ABD’nin verdiği çok önemli bir mesaj.

Açıktan bu tür görüşmeler yapması Kılıçdaroğlu’nun Amerikancılığının ne kadar pervasız olduğunu da gösteriyor. Kılıçdaroğlu Amerikancı olduğunu göstermekten, ABD’li yetkililerle görüşmekten gocunmuyor, aksine bununla gurur duyuyor. Bunu siyasi geleceği için bir koz olarak kullanmaktan çekinmiyor.

İşte en büyük tehlike de bu.

Ulusalcılar Kılıçdaroğlu Uğruna ABD Ve PKK’nın Kuyruğuna mı Takılacak?

Türkiye’de Ulusalcıların, Atatürkçülerin kabul edemeyeceği, asla uzlaşmayacağı birtakım şeyler vardır. Birincisi bölücülük. İkincisi Amerikancılık.

Anlaşılan bu eskilerde kaldı.

Görüldüğü üzere Kılıçdaroğlu bu iki konuda da son derece pervasızca hareket ediyor. İşin ilginci, hiçbir Ulusalcı kesimden, hiçbir Atatürkçüden bunu eleştiren tek bir kelime çıkmıyor.

Çünkü Tayyip iktidarının devrilmesi uğruna Kılıçdaroğlu kabulleniliyor.

Bu aslında Kılıçdaroğlu’nun Kürtçülüğünü, Atatürk karşıtlığını ve Amerikancılığını da kabullenmek demek. Binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce Atatürkçü bu şekilde ABD’nin ve PKK’nın kuyruğuna takılmış olacak.

Bir Amerikan işgalinde, bir PKK ayaklanmasında Türkiye’yi savunacak esas güç olan Atatürkçüler bu şekilde pasifize edilmiş oluyor.

Kılıçdaroğlu kötünün iyisi değildir. Yani Tayyip gitsin de kim gelirse gelsin diye bakılacak biri değildir. ABD’nin Kürt Devleti kurma projesinin Tayyip’ten sonraki aktörüdür.

“Yine de Tayyip’ten iyidir” de denemez onun için. Çünkü Türkler açısından çok daha tehlikeli bir Amerikancı misyonun adamıdır. Apo’yu salıverecek, Kürt devletini kabullenecek sürecin Başbakanı olacaktır Kılıçdaroğlu.

Anlaşılan Kılıçdaroğlu bu role çoktan razıdır. Yaptıkları ve söyledikleri bunu göstermektedir.

Tabii henüz son söz söylenmedi.

Kılıçdaroğlu istediği kadar Amerikancı rüzgârı arkasına almış olsun. Türkiye’nin geleceğini Amerikalılar ya da PKK’lılar değil, Türkler çizecek. Ve Türk milleti Kılıçdaroğlu’nun ihanetini asla affetmeyecek.

Yeter ki biz Kılıçdaroğlu gerçeğini Türk milletine anlatabilelim…

http://turksolu.com.tr/ileri/45/kurtcudarbe45.htm



..