TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
BÖLÜM 5
TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ: SORUNLAR VE FIRSATLAR
Prof. Dr. İlter TURAN
GİRİŞ
Türk-Rus ilişkileri tarih boyunca rekabetçi bir zeminde gelişmiş, uyumun ve işbirliğinin egemen olduğu dönemler nispeten sınırlı kalmıştır.
Çarlık Rusyası genişlemesinin büyük bölümünü Osmanlı İmparatorluğu ve Türk soyundan gelen insanların yaşadığı diğer bölgelere doğru kaydetmiştir. Kuzeyinde hüküm süren iklim şartlarının elverişsizliği karşısında, sıcak denizlere inmek, bu çerçevede Türk Boğazlarında denetleyici bir konuma geçmenin Rus dış politikasının sabit hedefleri arasında olduğu düşünülmüştür. Böylece Türk kamuoyunda bu iki toplumun birbirinin ezeli düşmanı olduğu anlayışı yerleşmiştir.
Çarlık ve Osmanlı İmparatorluklarının Birinci Dünya Savaşı sonrası yıkılması ve yerlerine Türk ve Sovyet cumhuriyetlerinin kurulmasını izleyen dönemde rekabetçi ilişkilerin yerini bir süre dayanışma ve işbirliğini öngören ilişkiler almıştır. İki Dünya Savaşı arasını kapsayan bu dönemde her iki ülke de iç gelişmelerine ağırlık vermekte ve uluslararası mücadelelerin dışında kalmaya çalışmaktaydı. Ayrıca, iki komşu da sömürgeci Batı emperyalizmine hedef teşkil etmişler ve bağımsızlıklarını koruyabilmek için tüketici mücadeleler vermek zorunda kalmışlardı. Bir yandan Sovyetlerin güçlerini konsolide etmeleri, diğer yandan İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Rusya’yı işgali, Rusların müttefik lerin yanında savaşa katılmaya mecbur kalması, buna karşılık Türkiye’nin müttefiklerin ısrarlarına rağmen savaşa katılmaya karşı direnci, Türk-Rus ilişkilerinin yeniden rekabetçi ortama dönmesinin zeminini oluşturmuştur. Sovyetler Türkiye’den Doğu’da toprak ve Boğazların yönetiminde söz istediklerini açıklayınca, dostane ilişkileri sembolü haline gelmiş bulunan 1925 yılında imzalanan dostluk antlaşmasının yenilenmesi mümkün olmamıştır. Savaş sonrası dönemde Türkiye güvenliğini Batı İttifakı içinde aramıştır.
Soğuk Savaş döneminde Türk-Rus ilişkileri, büyük ölçüde Batı ittifakının, özellikle ittifak lideri Amerika Birleşik Devletleri’nin Rusya ile olan ilişkilerine bağlı bir seyir izlemiştir. Önce tamamen rekabetçi bir nitelik sergileyen bu ilişkiler, sonraları bu niteliğini tamamen yitirmese de, birçok alanda işbirliğini öngören bir çizgiye kavuşmuştur. Sırasıyla Varşova Paktı’nın çöktüğü ve Sovyetler Birliği’nin dağıldığı dönemde Türkiye ile Rusya arasında iktisadi ilişkiler güçlenmiş, iki ülke arasında ciddi bir anlaşmazlık söz konusu olmamıştır.
Rusya Federasyonu’nun kurulmasıyla birlikte Türk-Rus ilişkileri canlı bir döneme girmiştir. İktisadi ilişkiler hızla ilerlerken, siyaset ve güvenlik alanlarında daha yavaş ve belirsiz gelişmeler gerçekleşmiştir. Rusya Federasyonu’nun iktisadi sıkıntılar ve mahrumiyetlerle boğuştuğu kuruluş yıllarında iktisadi ilişkilerin hızla gelişmesi anlaşılabilir. Siyaset ve güvenlik alanlarında ise ilişkilerin aynı tempoda gelişmemesinin nedeni Rusya’nın Kafkasya ve Orta Asya gibi eski Sovyet topraklarını kendisinin özel nüfuz bölgesi olarak görmesinden kaynaklanmıştır.
Rusya Federasyonu iktisaden güçlendikçe ve içte otoritesini sağlamlaştırdıkça durum değişmiş, dış politikasında daha rekabetçi bir anlayış yeniden hâkim olmaya başlamıştır.
Kafkaslar, Balkanlar, Orta Asya ve Karadeniz Havzasının iki önemli devleti olan Türkiye ve Rusya çatışmadan uzak durmak, aralarındaki istikrarlı ortamı sürdürmek, anılan bölgelerde barışı korumak ve iktisadi refahlarını artırmak istiyorlarsa, karşılıklı duyarlılık sergileyen, iletişime değer veren, her iki ülkenin diğer dünya ülkeleriyle ilişkilerini saygıyla karşılayan, dengeli bir siyaset yürütmek zorundadırlar. Bu anlayışa uygun olarak aşağıda Türk-Rus ilişkilerinde ki sorunlar, bunların giderilmesi için alınacak tedbirler ve uygulanacak politikalar iktisadi, siyasi ve güvenlikle ilgili konu başlıkları altında incelenecektir.
Türk-Rus iktisadi ilişkilerinin birbirini tamamlayıcı bir yapıya sahip olduğu ileri sürülmektedir. Türkiye’nin tüketim malları ve başta müteahhitlik olmak üzere hizmet ihraç etmesi, çok sayıda Rus turisti ağırlaması, Rusya’dan yarı mamul ürünler ile petrol, doğalgaz ve taşkömürü satın alması bu teşhisi doğrular gözükmektedir. Ancak, bu ilişkilerin her zaman sorunsuz yürüdüğü söylenemeyeceği gibi, bazı sorunların da uzun vadede ağırlaşabileceği değerlendirilmesi yapılabilir. Dönem dönem iki ülke ticaretinde geçici nitelikte sorunlar ortaya çıkmakta, görüşmeler yoluyla çözümler bulunabilmektedir. Örneğin Rusya, kısa süre önce ülkemizden ithal ettiği sebze ve meyvelerdeki zehirli maddelerin sınırların üzerinde olduğunu beyan ederek ithalatı durdurmuş tur. Yapılan görüşmeler sonucu Türkiye’de görevlendirilecek Rus uzmanların da katılacağı bir denetim mekanizması üzerinde anlaşmaya varılmış, ihracat yeniden başlamıştır. Son zamanlarda Rusya taşımacılık konusunda dengesiz bir durum olduğundan şikâyetle Türk TIR geçişlerine sınırlar koymaya yönelmekte dir. Sorun Rus filolarının rekabetçi ortamda Türk filoları kadar verimli çalışamamalarından kaynaklanmaktadır.
Burada Rusya’nın serbest ticaret ve rekabet konularında ikna edilmesi ya da kota ihdası veya başka bir alanda kolaylık sağlanması gibi bir yöntemle tatmin edilmesi gerekebilecektir.
Türk-Rus iktisadi ilişkilerinde ticaretin yanı sıra karşılıklı yatırımlar da önem kazanmıştır. İlk dönemde daha çok Rusya’ya yapılan Türk yatırımları söz konusu olurken, petrol ve doğalgaz fiyatlarının yükselmesinin sonucu olarak tasarrufları nın artmasıyla birlikte Rusya’nın Türkiye’ye dönük yatırımları artmıştır. Karşılıklılık esasının korunduğu ve ulusal güvenlikle ilgili genel sınırlamaların gözetildiği bu alanda şu ana kadar ciddi bir sorunla karşılaşılmamıştır. Bu faaliyetin devamı beklenebilir. İki ülke arasında en büyük alış-veriş konusu petrol ve doğalgazdır.
Burada verimli fakat sorunlu bir ilişkiden söz edebiliriz. Rusya Türkiye’nin petrol ve özellikle doğalgaz ihtiyacının büyük bölümünü güvenilir bir biçimde karşılamaktadır. Ancak, ülkemizin enerji alanında Rusya’ya bağımlılığı giderek artmaktadır. Böyle bir bağımlılık, iki ülke arasındaki ilişkiler ne kadar dostça olursa olsun, istenilen bir durum değildir. Giderilmesi için gayret göstermek gerekecektir. Ayrıca bu bağımlılık, Türk-Rus dış ticaret dengesinde Rusya lehine büyük bir fark yaratmaktadır, bunun da iyileştirilmesi zorunludur.
Türk-Rus iktisadi ilişkilerinde daima sorunlara gebe ve uzun dönemde ilişkileri etkileyecek olan başlıca husus Rusya’nın piyasa ekonomisi anlayışına yeterince intibak edememiş olmasıdır. Rusya gelirlerinin büyük bölümünü doğalgaz, petrol ve diğer hammadde ihracatından elde etmektedir. Bu gelirler devlete intikal etmekte, siyasi saiklerin de içinde ağırlıklı olarak yer aldığı biçimlerde kullanılmaktadır. Keza, Rusya eski Sovyet cumhuriyetleri için doğalgazı ve petrolü siyasi olarak fiyatlandırmakta, Rus dış siyasetine uygun hareket etmeyen ülkelere fiyat yükseltme, gaz sevkiyatını durdurma ve benzeri yaptırımlar uygulamaktadır.
Rusya’da yatırım yapan şirketler de güvende değildir. Karmaşık yasal sorumluluk ların yerine getirilmediği ileri sürülerek, şirketlerin Rusya’dan çekilmeleri için baskı yapılabileceği, en son British Petrol’un bu ülkeden çekilmeye zorlanması ile bir defa daha doğrulanmıştır.
Rus rejiminin giderek otoriterleşmesi, iktisadi ihtilaflarda hak aramayı zorlaştırmaktadır.
Özetle, Rusya iktisadi alanı özerk bir alan olarak görmeyip, çoğu zaman siyasetin gereklerine göre yönlendirilecek bir alan olarak değerlendirmektedir.
Böyle bir durumda, nasıl bir yol izlenmelidir? İlk olarak, Türkiye dış iktisadi ilişkilerinin yapısını Rusya’ya aşırı bağımlı olmaktan uzaklaştıracak dış ticaret
ve dış yatırım politikası izlemelidir.
Buna enerji kaynaklarının mümkün olduğu kadar çeşitlendirilmesi de dâhildir. İkinci olarak, Türkiye iktisadi ve siyasi ilişkileri bağlantılandır maktan uzak durmaya gayret göstermeli, her hareketiyle bunu Rusya’ya iletmeye uğraşmalıdır. Üçüncü olarak, Rusya’nın Türkiye’ye uygulayabileceği
ekonomik yaptırımlara karşı, Türkiye’nin de Rusya’ya uygulayabileceği yaptırımların aranması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Dördüncü olarak, Türkiye Rusya’nın uluslararası serbest piyasa düzenine uymasını öngören kurumlar ve anlaşmalar düzenine katılmasını teşvik etmeli ve desteklemelidir. Bunu yaparken, aynı düşünceleri paylaşan diğer ülkelerle birlikte hareket edilmesi öngörülmelidir.
Özellikle enerji bağlantılı ilişkiler, iktisat, siyaset ve güvenliğin içiçe geçtiği bir alanı oluşturduğu için, bilahare “Büyük Oyun” başlığı altında
tekrar ele alınacaktır.
Türk-Rus ilişkilerinde iktisadi nedenlerle yakınlaşma eğilimleri ağır basarken, siyasi alanda ortak bazı çıkarlar yanında muhtelif zorluklar da kendilerini hissettirmektedir. Bunların başında Rusya’nın eski Sovyet topraklarını kendi nüfuz alanı olarak görmeye devam etmesi gelmektedir. Bu yaklaşımını “yakın çevre” ya da “near abroad” doktrini ile meşrulaştırmaya çalışmakta, aynı yörelerin Türkiye’nin de yakın çevresi olduğunu kabul etmemektedir. Rusya’nın yakın çevre ilgisinin kaynakları muhteliftir. Bir kere eski Sovyet cumhuriyetleri nin bir bölümünde değişen oranlarda Rus kökenli bir nüfus yaşamaktadır. Rusya bu nüfusun selameti ile doğal olarak ilgilenmektedir. Ayrıca, yakın çevrede yaşayan Ruslar, bu ülkelerde Rus nüfuzunun devamını sağladıkları için Rusya yakın çevrede Rus varlığının devamını desteklemektedir. İkinci olarak, Rusya, bu ülkelerin Rusya ile rekabetçi ilişkileri olan ülkelerle yakınlaşmasından ve böylece rakipleri tarafından kuşatılmasından endişe duymaktadır. Üçüncü olarak, yakın çevrede yaşayan halkların Rusya Federasyonu içinde akraba kavimleri
bulunmakta dır. Söz konusu bağların, Rus vatandaşlarının kendi ülkelerine olan bağlılıklarını zayıflatacağından çekinilmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinde varlığını güçlendirme si, kendisini dağılma korkusundan kurtaramayan Rusya için özel bir endişe ve rahatsızlık kaynağıdır. Bu endişe Rusya içindeki demografik eğilimlerin Rus kökenli nüfus aleyhine gelişmesi ile daha da güçlenmektedir.
Her ne kadar, Türkiye Rusya’nın yakın çevre doktrinini kabul ederek, bu tanıma giren ülkelerden uzak durması, onlarla yakın ilişkiler geliştirmekten kaçınması söz konusu değilse de, ilişkilerinde Rusya’nın hassasiyetlerini gözetmek durumundadır. Somutlaştıracak olursak, Türkiye yakın çevredeki amacının Rusya’yı dışlamak olmadığını, iktisadi, siyasi ve kültürel dâhil çok yönlü ilişkiler geliştirmeyi amaçladığını, bunun için çoğu alanda Rusya ile işbirliği yapılmasının da mümkün olduğunu söz ve eylemleriyle göstermek durumundadır. Yakın çevrede yer alan ülkeler salt Rusya’ya bağımlı olmayı arzulamadıkları için Türkiye’nin artan varlığından şikâyetçi değillerdir. Ancak, bu varlığın Rusya’nın
dışlayıcı politikalarını davet etmeyecek kalıplarda yürütülmesini istemektedirler. Doğal olarak, her iki ülkede de bir diğerinin yakın çevredeki varlığını kabul etmeyen siyasi akımlar bulunmaktadır. Ancak, bunların ülkelerin siyasetini belirlemekteki ağırlıkları sınırlıdır. Türkiye’nin izleyeceği politikalar, yakın çevreden başkalarını dışlamayı öngören Rus akımlarına desteği arttırmamalıdır. Petrol ve doğalgaz ulaşımı ile ilgili değerlendirmeler “Büyük Oyun” başlığı altında ayrıca ele alınacaktır.
Her iki ülkede de dönem dönem ulusal bütünlüklerine meydan okuyan akımlarla karşılaştıklarından ayrılıkçılığa dönük karşılıklı bir duyarlılık sergilemek durumundadırlar. Türkiye’de Kafkas kökenli nüfusun bazı kesimlerinde Rusya’daki ayrılıkçı akımlara sempati ile yaklaşılmaktaysa da, resmi politika düzeyinde bu eylemlerden uzak durulmaktadır.
Yine de, dönem dönem Rusya bu akımlara hoşgörü ile yaklaşıldığından yakınmıştır. Rusya’nın Türkiye’deki ayrılıkçı akımlara yaklaşımı (terörist örgütlenmeler dâhil) Türkiye’nin Rusya’daki ayrılıkçı akımlara yaklaşımı ile bağlantılıdır. Bu alanda karşılıklılığın ödünsüz biçimde uygulanması dışında bir yol izlenmesi mümkün gözükmemektedir. Son olarak, sorunların görüşmelerle aşılması, Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerine değer verdiğinin gösterilmesi, karşılıklı güven ortamının oluşturulması ve sürdürülmesi için ülkemizin bu yöndeki girişimleri başlatması, mevcutlara destek olması gerekir. Bir işbirliği niyetini ifade eden fakat işlerliği yüksek olmayan Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve
Karadeniz’de arama kurtarma faaliyeti için oluşturulmuş Blackseafor bunun örnekleridir.
STRATEJİK İLİŞKİLER
Türkiye ve Rusya Soğuk Savaş döneminde rakip kamplarda yer alıyorlardı ve Rusya’nın Türkiye’den (sonradan geri alındığı ifade edilen) toprak talepleri dahi olmuştu. İki kutuplu sistemde, Türkiye kendisini Sovyetlerin yayılmacılığı tehlikesine en açık ülkelerden biri olarak görüyor ve NATO’nun en sadık üyelerinden birini oluşturuyordu. Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun eski işlevinin önemli ölçüde ortadan kalktığı düşünülmüş, hatta belki de artık böyle bir kuruluşa gerek kalmadığı görüşü ifade edilmeğe başlanmıştır. Bilahare, NATO’nun ilk görev alanı dışında bulunan bölgelerde de görev yaparak, başta terör olmak üzere yumuşak güvenlik tehditleri ile mücadele etmesi üzerinde
anlaşmaya varılmıştır.
NATO’nun Batı Avrupalı üyeleri, Rusya Federasyonu’nun Avrupa için Sovyetlere benzer bir askeri tehdit oluşturmadığını düşünmekte, dolayısıyla NATO’nun kuruluşundan itibaren ifa ettiği klasik işlevini önemsememektedirler. Buna karşılık, bir dönem Varşova Paktı’na üyelik yapmış NATO’nun Doğu Avrupalı üyeleri, Rusya’nın Sovyetler benzeri bir yönelişi temsil ettiğini ve güçlendikçe Doğu Avrupa’yı yeniden hedef alabileceğini düşünmekte, ABD önderliğindeki eski NATO fikrini desteklemektedirler. Örneğin, Polonya’nın Amerikan füze kalkanı için radarlar yerleştirilmesine izin vermesi bu biçimde açıklanabilir. Keza, Baltık ülkelerinin Rusya’nın Gürcistan’ı işgali karşısında hemen Tiflis’e giderek destek mesajı vermeleri de aynı yaklaşımın bir ifadesidir.
Rusya, büyük, nükleer güç sahibi, askeri olanakları geniş, dış ve iç ihtilaflarında güç kullanmaya pek hazır bir ülkedir. Dolayısıyla Türkiye’nin Rusya ile iyi ilişkilerine rağmen, güvenlik bakımından Rusya’yı denetlemeyi öngören bir NATO savunma sistemi içinde yer alması zorunludur.
Aynı saiklerle Türkiye’nin NATO’nun genişlemesini de, Rusya’nın itirazlarına rağmen desteklemesi gerekmektedir. Türkiye’nin Rusya’nın stratejik gücünü başka türlü dengeleme olanağı bulunmamaktadır.
Türkiye’nin Doğu’ya açılımı Kafkaslar ve daha düşük oranda da İran üzerinden olmaktadır. Rusya Kafkaslar (özellikle Ermenistan) üzerinden İran’la bağlantı kurarak Türkiye’nin de içinde yer aldığı Batı savunma, siyaset, iktisat sisteminin Asya’ya doğru uzanmasını engellemek istemektedir. Bu çerçevede İran ile birlikte Hazar Denizi’nde sınırların yeniden belirlenmesine karşı çıkmış, İran’a nükleer yardımda bulunmuş, Ermenistan’ı himaye etmiş ve Gürcü yönetiminin de beceriksizliklerinden yola çıkarak Gürcistan’ı bölme gayreti içine girmiştir.
Özetle Batı’dan Doğu’ya uzanan Türk-Batı eksenine karşı Kuzey-Güney istikametinde uzanan Rus-İran ekseni ile set çekilmek istenmektedir.
Türkiye’nin buna izin vermemek için çok yönlü bir politika izlemesi gerekiyor. Gürcistan’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü desteklenmeli ve bu konuda NATO’nun aktif görev alması için gayret gösterilmelidir.
Azerbaycan-Ermenistan ihtilafının bir çözüme bağlanması için uğraş verilmeli, Ermenistan’la ilişkilerin düzeltilmesine çalışılmalıdır. İran’la rejim uyumsuzluğu ve bölgesel rekabete rağmen, ilişkilerin geliştirilmesi de zorunludur. Diğer yandan Orta Asya ülkelerinin de Doğu-Batı hattının açık tutulması konusunda zımni desteği aranmalı, sağlanmalı ve sürdürülmelidir.
Türk-Rus ilişkisinin stratejik yönünü değerlendirirken, burada Türkiye- AB ilişkisinin belirleyici rolünü de mutlaka vurgulamak gerekmektedir.
Türkiye AB ile ne kadar bütünleşirse, Rusya ile ilişkileri o oranda dengeli olacak, bölgesindeki ülkelerle ilişkilerinde de o oranda daha etkili olabilecektir. Bu nedenle, Türk-Rus stratejik dengesinin korunması için Türkiye’nin AB üyeliği yönündeki çabalarını duraksamadan sürdürmesi en uygun yol olacaktır. Son olarak, Türkiye Rusya başta dış ilişkilerinde uluslararası hukuka uyulmasında ısrarcı olmak zorundadır.
Hukuka bağlılık konusunda şöhret edinmesi, Türkiye’nin elini gerek rakipleri gerekse dostları arasında güçlendirir. Örneğin, Boğazlar’dan geçişin Montreux Sözleşmesi’nde öngörüldüğü şekilde yürütülmesi bir yandan müttefiklerimizin tartışmalı talepleri karşısında direnme olanağı vermekte, diğer yandan
Türkiye’nin istikrarlı ve güvenilebilir bir komşu olması Rusya’yı rahatlatmaktadır.
BÜYÜK OYUN
Türk-Rus ilişkilerinde son yıllarda Kafkas, Orta Asya ve İran petrol ve doğalgazı nın dünya piyasalarına nasıl ulaştırılacağına dair rekabetin yoğunluk kazandığı gözleniyor. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu doğalgaz ile gelişmiş ekonomilerin hepsinin tükettiği petrolün başlıca iki kaynağı Rusya ile içinde İran, Türkmenistan ve Kazakistan’ın da yer aldığı genişletilmiş Orta Doğu tanımı içinde yer alan ülkelerdir. Esas tüketiciler, Kafkaslar-Orta Asya petrolünün ve özellikle doğalgazının Rusya dışında bir yoldan dünya piyasalarına ulaşmasını, böylece tedarik kaynaklarının birbirinden bağımsız olmasını istemektedirler. Rusya ise sevkiyatın daha çok kendi toprakları üzerinde yapılmasını istemekte dir. Bunu başaracak olursa Rusya Batı’nın tüketmeden yaşamakta zorlanacağı bir kaynağın can alıcı bir miktarını denetimi altına alarak stratejik bir üstünlük
yakalayacaktır. Ayrıca, kendisi dışındaki üretici ülkeler üzerindeki nüfuzunu güçlendirirken, transit geçişlerden de önemli kira geliri elde edecektir.
Rusya’nın tekelciliğine karşı en uygun enerji nakil yolları Türkiye üzerinden geçmektedir. Uzun zamandır faal olan Kerkük-Yumurtalık Hattı’na üç yıl önce Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı eklenmiştir, buna paralel bir doğalgaz hattı inşa edilmiştir. İran’dan Türkiye’ye gelen doğalgaz hattının zaman içinde İran gazını Avrupa’ya sevki öngörülmektedir. Şu anda Rusya Türkmen doğalgaz üretiminin çok büyük bölümünü uzun vadeli anlaşmalarla almaya yönelmiş, ucuza aldığı bu yakıtı uluslararası piyasada cari olan fiyatlarla Türkiye ve Avrupa’ya satmaktadır. Türkmen gazının da ya Hazar Denizi’ni aşarak Bakü-Tiflis hattına eklenmesi ya da İran Hattına bağlanması söz konusudur. Körfez’den gelen bir hattın da bu sisteme dâhil edilmesi üzerinde çalışılmaktadır. AB Rusya’dan geçmeyen böyle bir hattı arzuladığını ifade etmektedir. Rusya da doğalgazının bir bölümünü Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya göndermektedir. Buna karşılık kendi petrolünün Türkiye üzerinden sevkine yanaşmadığı gibi, Kazak petrolünün de BTC boru hattından gönderilmesine karşı çıkmaktadır. Samsun-Ceyhan boru
hattına da uzun zaman direnmişse de, kısa bir süre önce bir Rus şirketi hatta ortak olacağını bildirmiştir. Rusya artan petrol ihracatını Karadeniz’e ulaştırdık tan sonra Bulgaristan-Yunanistan üzerinden Akdeniz’e ulaştırmak için yıl içinde bir anlaşma imzalamıştır.
Görülebildiği kadar, Rusya Türkiye’nin bir Doğu-Batı enerji koridoru olmasını istememekte, muhtelif yöntemlerle bunu engellemeye çalışmaktadır.
Bunlar arasında kendi nüfuzunun işlediği ülkelerin BTC hattına yönelmesini engellemek, kendi petrolünü Türkiye dışındaki kanallardan dünya piyasalarına sevk etmek ve bazı spekülasyonlara göre Türkiye’den geçen boru hatlarının güvenliğini sorgulanır duruma sokmak bulunmaktadır.
Sorun salt Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun değildir. Dolayısıyla, Türkiye Türkiye’nin bağımsız bir enerji koridoru olmasının önemini, özellikle enerjinin başlıca tüketicisi olacak Batı Avrupa ülkelerine anlatmak ve onların desteğini almak zorundadır. Rusya’nın siyasi saiklerle bazı komşularına enerji sevkini kısıtlaması ve Gürcistan’da başvurduğu gereksiz sertlik, Rusya’ya aşırı bağımlılığın riskli olduğunu yeterince göstermektedir. Ancak, Türkiye üzerinden geliştirilecek enerji nakil sistemlerine Rusya’nın ticari ortak olmasına engel olunmamalıdır. Rusya’nın ticari ve siyasi olguları ayrı tutmasını teşvik etmek esastır. Siyasi mülahazalarla Rusya’yı ticaretten dışlamak, Rusya’nın tutumuna hak verilmesine neden olacaktır.
SONUÇ
Türk-Rus ilişkilerine Türkiye’nin yaklaşımı Türkiye’nin dış politikasına genel yaklaşımının bir yansıması ya da uygulaması biçiminde düşünülmelidir.
Türkiye halihazırda hızla sanayileşen, dünya ekonomisine entegre olmuş, Atlantik camiasının Avrupa yakasında yerini almış,demokrasi-insan hakları-
pazar ekonomisini toplumsal ve siyasi düzeninin temeli olarak benimsemiş, bölgesinde etkili bir ülkedir.
Dış siyasetsorunlarının çözümünde zor kullanmamayı benimsemiştir.
Türkiye ayrıca Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu, Karadeniz, Doğu Akdeniz bölgelerinin buluşma noktasında, merkezi bir konumdadır. Orta Asya ile kan ve kültürel bağları mevcuttur. Böyle bir ülkenin dünyanın her bölgesiyle ve ülkesiyle ilişkileri olması tabiidir. Bu çerçevede Türkiye’nin bir ülke ya da ülkeler grubuyla bağlantıları, ilişkileri kendisini diğerlerine karşı daha güçlü ve donanımlı kılmaktadır. Bir örnekle açıklamak gerekirse, müttefiklerinin Güneydoğu’da kullanılmasını istemedikleri için Türkiye’ye satmak istemedikleri zırhlı personel taşıyıcılarını Türkiye iyi ilişkilerinin bir sonucu olarak Rusya’dan alabilmiş, teröre karşı mücadelesini aksatmadan sürdürebilmiştir.
Rusya gibi bir büyük ülkeyle güçlü ilişkiler Türkiye için özel önem arz etmektedir. Yukarıdaki çözümlemeden görülebileceği gibi, ilişkiler bazı alanlarda rekabetçi, bazı alanlarda işbirliğine uygun bir nitelik sergilemektedir. Türkiye güvenliği açısından Batı savunma sistemi içinde yer almak mecburiyetindedir. Bunun veri kabul edilmesi koşuluyla Rusya ile çok yönlü dostane ilişkiler kurmaması için bir neden yoktur. Sık müttefikleriyle de olduğu gibi, dostane ilişkiler rekabetçi ve işbirliğini öngören unsurları birlikte barındırmakta, ancak ilişkiler barışçıl yöntemlerle yürütülmektedir.
Rusya ile Atlantik camiası ülkelerinin ilişkileri Gürcistan’ın işgalinden sonra sancılı bir döneme girmiştir. Özellikle müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri Rusya’nın onaylanması mümkün olmayan eylemlerine sert cevaplar verilmesini arzulamaktadır. Türkiye Rusya’ya komşu bir ülke olarak ilişkilerin çatışmaları yoğunlaştırmayacak biçimde yürümesine gayret etmek ve uluslararası hukukun gözetilmesinde ısrar etmek mecburiyetindedir.
Türk-Rus İlişkileri: Sorunlar ve Fırsatlar
Prof. Dr. İlter TURAN
6.CI BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR
..