SİLOPİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİLOPİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2021 Perşembe

CİZRE, SİLOPİ VE SUR'DAN SONRA ROJAVA'DA SAVAŞ MI?

CİZRE, SİLOPİ VE SUR'DAN SONRA ROJAVA'DA SAVAŞ MI?


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
01.02.2016
 
Türkiye Cumhurbaşkanı olduktan sonra fiili başkanlığını ilan eden Erdoğan polis ve askeri arkasına alarak Kürtlere savaş ilan etti. Bu savaşın ilk aşaması Musul'un IŞİD tarafından alınması, sonrasında da IŞİD'in Kobani'yi istila etmesidir.
Kim ne derse desin Kobani, Türk/Kürt ilişkilerinde dönüm noktasıdır. Türk / Kürt ilişkileri geri dönülmez bir şekilde bu dönemde zarar görmüştür. IŞİD'in Kobani'ye benzer yaptıklarını Türk devleti, Silopi, Cizre ve Sur'a yapmaktadır. Bu şehirlerde yapılan bir savaştır. Türkiye bu savaşı yaygınlaştırarak Rojava'ya yaymak istiyor. 
Cenevre'de PYD'yi engelleme adı altında Kürtlerin siyasal anlamda tanınmasına karşı yaptığı atak ilan edilen savaşın siyasi/diplomatik boyutudur. Askeri gücünün yarısına yakın bir bölümünü Rojava sınırına yığan Türkiye, IŞİD'le yapamadığını kendisi yapmak istiyor. Türkiye, böyle bir savaşa girecek olursa, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı bayrağı çekilmiş Alman Gemilerinin Karadeniz'de Rusya'yı bombalaması, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Hitler'in Polonya'ya saldırmasına benzer bir durum yaşanacaktır. Bu da Dünya savaşının çıkması demektir. Çünkü Suriye Hava Sahası Rusya tarafından kontrol edilmektedir. Türkiye'nin havadan yapacağı saldırının karşısında Suriye ve Rusya'yı, karadan yürüteceği saldırıya karşı da YPG'yi göreceği muhakkaktır. 

Türk devleti, Kürtlere karşı savaşta sınır tanımıyor, HDP milletvekillerini mafyavari bir söylemle tehdit ediyorsa, yaralı insanların bulunduğu binaya top ateşi yapıp, yaralıları öldürüyorsa bu ilan edilen savaşın boyutunu ortaya koyuyor. Kürtlerin savaşın bu boyutta olduğunu bilmeleri gerekiyor.

Öyle anlaşılıyor ki, içlerinde HDP'li siyasetçilerin de bulunduğu Kürt siyasetçiler bunun farkında değiller. Hele hele Kürdistan ilanı için hazırlık yapan Irak Kürdistan Bölgesi yönetiminin sessizliğini anlamak mümkün değildir. Silvan, Sur, Silopi ve Cizre'ye savaş açanlar karşısında sesini çıkarmayanların sesi Rojava'ya yapılacak saldırıya da ses çıkarmayacaklar gibi görünüyor. Türk devleti, bu durumun rahatlığıyla hareket ederek kendisini baş edemeyecek bir savaşa doğru sürüklüyor. 

Savaşa ortak olmayacağız demek yetmiyor artık, savaşa aktif olarak karşı çıkmak gerekiyor, Savaşı yürüten devlete karşı...

***


10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 5



TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER  BÖLÜM 5



3. 1990’lar: PKK,  Kuzey Irak veTürkiye 

3.1 Körfez Savaşı Sonrası Kuzey Irak 


Körfez Savaşı’nın ardından Irak Kürtlerinin de facto bir devlet ve hükümet yapılanmasına gidebilmesi temelde “Huzuru Sağlama Operasyonu” ve “Uçuşa Yasak Bölge uygulaması” gibi iki dışsal gelişme ile mümkün olmuştur (Gunter, 1993: 295). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1991 tarih ve 668 Sayılı Kararı Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Iraklı sivillere yönelik baskının derhal sonlandırılmasını öngörerek bu iki dışsal gelişmeye yasal bir zemin sağlamıştır. Dolayısıyla 1990’larda Kuzey Irak bölgesinde otonom bir Kürt yapılanmasının nasıl ortaya çıktığı sorusuna odaklanan herhangi bir çalışma bu üç dışsal 
gelişmeyi öncelikli olarak dikkate almak zorundadır. Fakat bu üç dışsal gelişmeyi birbirine bağlayan ve Kuzey Irak özelinde sorunsuz bir şekilde uygulanmalarına olanak sağlayan bir başka dışsal gelişme ise Türkiye’nin her üç konuda da benimsediği işbirlikçi tavır olmuştur. 

Bu gelişmelere bir de merkezi Irak yönetiminin 23 Ekim 1991’de aldığı ekonomik yaptırım kapsamında bu bölgeden devlet memurlarını çekmesi eklenmiş ve böylelikle Kuzey Irak’ta merkezi yönetimin hiçbir otoritesi kalmamıştır. Bu yeni koşullar altında Irak Kürt Cephesi ilk önce Mayıs 1992’de bölge çapında bir seçime gitmiş, ardından Haziran ayında bir parlamento kurulmuş ve son olarak da Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilan edilerek Kuzey Irak’taki Kürt hareketi merkezi Irak yönetimi karşısında otonom bir yapıya kavuşmuştur. 

Ekim 1992’de de Kürt hükümeti nihai hedefinin demokratik Irak içinde federal bir devlet olduğunu açıklamıştır (Gunter, 1996: 226). Kısacası, 1990’larda Kuzey Irak özelinde kurulan de facto Kürt devleti dört önemli dışsal gelişmenin ve Irak’ın ambargo politikasının oluşturduğu uygun koşullar altında buradaki Kürt siyasal hareketlerinin politikalarının sonucunda mümkün hale gelmiştir. 

Körfez Savaşı sırasında ayaklanan Kürtlerin Mart 1991’de başarısız olması ve Irak ordusunun kuzeye yönelmesiyle 1.500.000 civarında Iraklı Kürt, Türkiye ve İran sınırına dayanmıştır. Fakat 1988’de olduğu gibi Türkiye bu sefer Kürt mültecilerin sınırdan içeriye girmesi konusunda isteksizdi. Önceki deneyimin ekonomik maliyet ve içerideki Kürt bilincinin güçlenmesi gibi Türkiye politikacılarının gözündeki olumsuz sonuçları bu isteksizliğin temel nedeni olmuştur (Oran, 1998: 54-55). Fakat gelen uluslararası baskılar üzerine Türkiye 
bir kez daha Iraklı Kürtlere sınırlarını açmak zorunda kalmış ve on binlerce Iraklı Kürt Türkiye’deki kamplara yerleşmiştir. Bunun üzerine Iraklı Kürtlerin ülkede kalmasını istemeyen Ankara yönetimi mültecilerin tekrar Kuzey Irak’a güvenli bir şekilde dönebilmesinin yollarını aramaya başlamıştır. Bu doğrultuda ilk adım olarak ABD ile birlikte hareket eden Türkiye, 6 Nisan 1991’de İncirlik’te konuşlanacak Huzur Ortak Görev Gücü’nün Kuzey Irak’a düzenlenecek insani yardım operasyonlarını yürütmesini kabul etmiştir. Kısa süre sonra ABD yönetimi 10 Nisan 1991’de Kuzey Irak’ın önemli bir kısmının içinde bulunduğu 36’ncı enlemin kuzeyinde uçuş yasağı getirince Kuzey Irak’ta Kürtler için “güvenli bölge” oluşturulmuştur. Daha sonra Huzur Ortak Görev Gücü İngiltere ve Fransa askeri gücünün de katılmasıyla Birleşik Görev Gücü adını almış ve güvenli bölgeyi korumak amacıyla Kuzey Irak’a yönelik kapsamlı bir “Huzur Harekatı” düzenlemeye başlamıştır (Bölme, 2012: 344). Haziran 1991’e gelindiğinde Kuzey Irak’ta güvenli bir ortam sağlanmış ve Türkiye ’deki mülteciler evlerine geri dönmüştür. 

Irak’ta Oluşturulan Uçuşa Yasak Bölge 



Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

Bütün bu gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda 1991 Körfez Savaşı’nın Türkiye-Kuzey Irak ilişkileri bağlamında iki önemli sonucunun olduğu söylenebilir. Birincisi, Yumurtalık-Kerkük Petrol Boru Hattı’nın kapatılması ile birlikte Türkiye, Irak’tan sağladığı enerji ihtiyacının bir kısmını Kuzey Irak üzerinden gelen petrol tankerleri ile karşılamaya başlamıştır. Bu yeni ekonomik bağlantı Kuzey Irak’taki Kürt hareketlerini Ankara düzleminde meşru bir zemine taşımış ve zamanla enerji üzerinden başlayan bu ilişkiler taraflar arasındaki ilişkinin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür. İkinci ve daha da önemlisi Bağdat 
yönetiminin Kuzey Irak’tan çekilmesiyle birlikte Türkiye-Irak sınırı Kuzey Irak’taki Kürt hareketler ve Ankara arasındaki bir meseleye dönüşmüş ve bu sınırın işlevselliği kendisini yeni bir ilişki üzerinden kurmak zorunda kalmıştır. Örneğin bu sınırı kullanarak Türkiye içlerinde silahlı eylemler düzenleyen PKK konusunda Türkiye meşru müdafaa ilkesinden hareketle sınırın güvenliğini kendi imkanları ile sağlamaya çalışsa da bu konudaki temel ve nihai muhatabı Kuzey Irak’taki Kürt yapılanması olmuştur. Dolayısıyla 1991 Körfez Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerin beraberinde getirdiği bu iki önemli değişim Türkiye ve Kuzey Irak’taki Kürt yapılanması arasındaki ilişkilerin zeminini oluşturan kurucu unsurlar olarak değerlendirilebilir. 

3.2 “Kürt Federe Devleti”ne Doğru 

Körfez Savaşı ve daha sonra yaşanan gerginliklerin ardından Kürdistan cephesi ile Saddam Hüseyin arasında görüşmeler başlasa da bu görüşmeler kısa süre içinde başarısızlıkla sonuçlanmış ve Saddam Yönetimi, 26 Ekim 1991 tarihinde devlet görevlilerini Irak’ın kuzeyinden çekmiş ve bölgeye ekonomik ambargo uygulamaya başlamıştır. Merkezi Irak yönetiminin bölgeden memurlarını çekmesiyle birlikte Kuzey Irak’ta ciddi bir yönetim krizi ortaya çıkmış ve gerek Barzani gerekse Talabani bu krizden çıkışın yolu olarak karar alma 
mekanizmalarının oluşturulmasını göstermişlerdir. Fakat her iki lider de komşu ülkeleri yeni ortaya çıkacak olan otonom yönetim bağlamında rahatsız etmemek için bağımsızlık peşinde olmadıklarını ısrarla belirtmişlerdir (Gunter, 1993: 297). Dolayısıyla merkezi Irak memurlarının yerini alacak olan yapılanma bağımsız bir devlet olmayacak aksine ayrı bir parlamentosu bulunan otonom bir yapı olarak işleyecekti. Bu doğrultuda 7 partiden oluşan Irak Kürdistan Cephesi tarafından parlamenter sisteme karar verilmesinin ardından 
seçimlerin yapılması ve yürütülmesi için hukukçulardan oluşan 15 kişilik özel bir komisyon oluşturulmuştur. Böylelikle seçimler yasal bir zemine oturtularak bir meşruluk sağlanmıştır (Stansfield, 2003: 124). 

19 Mayıs 1992’de yapılan fakat Türkmen partilerin yer almadığı4 seçimlerde yaklaşık 1 milyon seçmen 7 parti için oy kullanmıştır. Sadece iki partinin %7 olan seçim barajını geçebildiği seçimlerde Kürdistan Demokrat Partisi %45.05 ile parlamentoda 51 sandalye kazanırken, Kürdistan Yurtseverler Birliği %43.61 oy oranı ile 49 sandalyede kalmıştır. Fakat daha sonra iki parti aralarında anlaşarak sandalyeleri 50’ye 50 şeklinde paylaşmış ve yine bu anlaşma kapsamında parlamentonun başkanlığı KYB’ye bırakılırken, başkan yardımcısı KDP’den atanmıştır. Bu düzenlemeye paralel olarak Yürütme Kurulu’nun başkanlığı 
KDP’ye başkan yardımcılığı da KYB’ye tahsis edilmiştir (Stansfield, 2003: 146-147). 105 kişilik parlamentoda kalan 5 kişilik kontenjan için de 4 parti yarışmış, Asuri Demokratik Merkezi Ankara’da bulunan Irak Ulusal Türkmen Partisi oluşacak yeni yönetime meşruiyet kazandıracağı düşüncesiyle 
seçimlere katılmayı reddetmiştir (Gunter, 1993: 298). 
Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER) 

Hareketi 4, Kürdistan Hristiyanlar Birliği ise 1 sandalye kazanmıştır. Seçim sırasında ayrıca Kürdistan Bölgesi Başkanlığı seçimi de yapılmıştır. Kürdistan Bölge Başkanlığı seçimleri için yarışan Mesut Barzani ile Celal Talabani birbirine çok yakın oy almış ancak başkanlık için yeterli olacak üstünlüğü sağlayamamışlar dır. Başkanlık seçimleri ikinci tura kalmasına 
rağmen ikinci tur yapılmamıştır (Stansfield, 2003: 130). Bunun yerine söz konusu iki partiden eşit sayıda üye ile temsil edilecek şekilde 8 kişiden oluşan bir başkanlık konseyi oluşturulmuştur. Celal Talabani ile Mesut Barzani yasal yönetim mekanizmalarına katılmamış fakat temel aktörler olmaya devam etmişlerdir (Katzman ve Prados: 2006, 6). 

 Irak Kürt Federe Devleti Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 

Partiler Yüzde Oy Sayısı Milletvekili 
Kürdistan Demokratik Partisi %45.08 437.879 51 
Kürdistan Yurtseverler Birliği %43.61 423.833 49 
Kürdistan İslami Hareketi %5.05 49.108 0 
Kürdistan Sosyalist Partisi %2.56 24.882 0 
Irak Komünist Partisi %2.17 21.123 0 
Kürdistan Demokratik Halk Partisi %1.02 9.903 0 
Bağımsız Demokratlar %0.05 501 0 

Seçim sonucuna göre oluşan yeni meclis 4 Ekim 1992 tarihinde Kürt Federe Devleti’ni ilan etmiş ve Meclis, Kuzey Irak’ı kendi içinde özerk fakat Irak merkezi yönetimine bağlı bir yapı olarak tanımlamıştır (Kakayi: 1994, 121). Bölgeden gelen yumuşatıcı söylemlere rağmen Türkiye seçimlere kuşkuyla yaklaşmış ve bağımsız bir Kürt devletinin temellerinin atılmakta olduğu şüphesini çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Örneğin, dönemin CHP İzmir milletvekili, Dışişleri Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi vermiş ve Türkiye’nin 
Kürt bölgesindeki seçimlere yönelik tavrını sormuştur. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin seçimlerin takip edildiğini ifade etmiş fakat Türkiye’nin bu durumda nasıl pozisyon alacağı sorusuna cevap vermemiştir.5 Türkiye’nin yanı sıra bölgedeki bu siyasal değişimlerden rahatsız olan komşu devletler de Türkiye ile ortak bir tutum benimsemişlerdir. Seçimlerden hemen sonra Türkiye, İran ve Suriye yetkilileri Ankara’da bir araya gelerek bir konferans düzenlemişlerdir. Konferansın sonuç belgesinde üç ülke de Irak’ın toprak bütünlüğünün 
korunmasından yana olduklarını ve bölgede olası bir Kürt devletine müsaade etmeyeceklerini ilan etmişlerdir (Kakayi: 1994, 122). 

Kürt Federe Devleti’nin kuruluş aşamasında etkin bir işbirliği geliştiren KDP ve KYB seçimlerden sonra beklenen işbirliğini gösterememiş ve giderek zıt kutuplara yerleşmişlerdir. İki parti arasındaki ilk gerilim KYB’nin kabinede kendisine tahsis edilen bakanlıklara daha önce atamış olduğu ılımlı ve uzlaşmacı görüşleriyle öne çıkan bakanların yerine radikal görüşleriyle öne çıkan bakanları görevlendirmesiyle başlamıştır. KYB’ye verilen başbakanlık koltuğunda oturan ve bir teknokrat olan Fuad Masum yerine partide sert muhalif görüş leriyle öne çıkan Kosret Resul’ün atanması gerginliği daha da artırmıştır (Gunter, 1996: 232). 


Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığı, Önerge Cevaplanma Tarihi: 17.07.1992, Tutanak Tarihi: 
25.08.1992 http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c016/b094/tbmm190160940169.pdf 


Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 



Fakat asıl gerginlik 1993 yazında, Molla Mustafa Barzani döneminde KDP’li olan 
daha sonra KDP’den ayrılıp Kürdistan Birlik Partisi’ni kuran ve bölgenin deneyimli diplomatlarından olan Sami Abdurrahman’ın KDP’ye tekrar katılması ile yaşanmıştır. Sami Abdurrahman’ın partisi 1992 seçimlerinde %1 oy oranıyla küçük bir kitleye sahip olsa da birbirine çok yakın oy alan iki büyük partinin geleceği için etkileyici bir güce sahipti. Bu katılımla birlikte iki parti arasındaki güç dengesinin KDP lehine değişmesi KYB’yi endişelendirmiştir. 

Yine, siyasi gerilimlerin Kürdistan İslami Hareketi ile KYB arasında patlak veren sıcak çatışmalarla had safhaya ulaşması KDP ve KYB’yi işbirliğinden giderek uzaklaştırmıştır. 20 Aralık 1993’te İslami Hareket bölgedeki yozlaşmanın sebebi olarak gördüğü KYB ile geniş çaplı silahlı çatışmaya girişmiş ve en az 200 kişi hayatını kaybetmiştir. Talabani’nin yurtdışında olduğu bir zamanda gerçekleşen bu olayda KYB’li Peşmerge Bakanı Cebbar Farman’ın Mesut Barzani’nin olayları yatıştırması yönündeki uyarılarını dikkate almaması, aksine olaylara daha sert uygulamalarla karşılık vermesi yönetimdeki iki büyük parti arasında var olan partizanlık krizini gün yüzüne çıkarmıştır. Böylece bölgenin yönetimi meclis 
düzleminde değil, parti merkez yönetimlerinin kararları etrafında şekillenmeye başlamıştır (Gunter, 1996: 232). 

Bunun üzerine Barzani yeni oluşmaya başlayan Kürt yönetimine zarar 
verdiği gerekçesiyle saldırıyı mahkûm etmiş ve KYB’yi açık bir şekilde eleştirmiştir. 

Bu gerilim ikliminde 1 Mayıs 1994’te sıradan bir toprak anlaşmazlığı hızlıca iki parti arasındaki silahlı mücadeleye dönüşmüş ve koalisyon hükümeti işleyemez bir hal almıştır. 
Mayıs’ın sonunda KYB güçleri Kürdistan Ulusal Meclisi’ni ele geçirmiş, Aralık’ta otonom bölge kendi içinde iki ayrı alt bölgeye bölünmüştür. KDP güçlü olduğu kuzeyi,KYB ise güneyi fiili olarak denetim altına almıştır. KYB ve KDP arasındaki iç savaştan en fazla rahatsız olan ülkelerin başında Türkiye geliyordu ve Ankara’daki politika yapımcılarına göre böylesi bir savaşın Kuzey Irak’ta oluşturacağı otorite boşluğu en fazla PKK’ya yarayacaktı. Bu nedenle 
harekete geçen Ankara çatışan tarafları ilk olarak 30 Mayıs 1994’de ve ardından Barzani ile Talabani’yi de 13 Haziran’da Şırnak’ın Silopi ilçesinde bir araya getirmiştir (Gunter, 1996: 233). 
Çatışmaları sona erdirme girişimleri sadece Türkiye ile sınırlı değildi ve özellikle 
Fransa’daki Kürt Enstitüsü, KYB ve KDP arasındaki savaşın sona ermesi için yoğun bir çaba harcamıştır. Bu çabaların sonucunda 22 Temmuz 1994’te Paris Antlaşması imzalanmış ve anlaşma metni Kürt yönetiminin sınırlarından Türkiye’ye yapılan saldırıların engellenmesini de içermekteydi. Bu madde görüşmeler sırasında Türkiye’nin isteklerinin göz ardı edilmediğini gösterse de Ankara’nın kaygılarını gidermemiştir. Çünkü varılan mutabakat aynı zamanda bölgede seçimlerin yapılmasını, kurumsallaşmanın ve dış yardımların devam 
etmesini, devlet kurumlarına partilerin müdahalelerin engellenmesini ve uluslararası desteğin sağlanması gibi çalışmaların devam etmesini belirtmekteydi. Türkiye yönetim ile ilgili maddeleri içeren söz konusu mutabakatın bölgede bağımsız bir Kürdistan devletine neden olacağından endişelenmiş ve Paris’e anlaşmayı imzalamaya Türkiye üzerinden gidecek olan 
Barzani ve Talabani’ye geçiş izni vermemiştir. Böylece Kürt Bölgesi’nin dışa açılan kapısının Türkiye olduğu bir kez daha görülmüştür (Gunter, 1996: 234). Mutabakata rağmen nihai barış elde edilememiş ve durulan çatışmalar bir süre sonra yeniden şiddetlenmiştir. 

Yeniden başlayan çatışma ortamında KYB Erbil’i ve bu şehirdeki Kürdistan Parlamento’sunu ele geçirmiştir. KDP, KYB güçlerini tek başına Erbil’den çıkaramayınca, Saddam ile anlaşıp Irak ordusuyla birlikte Erbil’e girmiş ve KYB güçlerini Erbil’den çıkarmıştır. Bunun sonucunda iki parti güçleri arasında bir ateşkes hattı oluşturulmuş ve oluşan iki bölgede partiler kendi hükümetlerini kurmuşlardır (Stansfield, 2003: 99). ABD’nin yardımıyla ateşkes hattının kurulduğu nispeten sakin geçen bu dönemde barış görüşmeleri Türkiye’nin 
girişimleriyle Ankara’da başlamıştır. Ekim 1996’da sona eren Ankara Görüşmeleri’nde taraflar ateşkes konusunda anlaşmış, Türkmenlerin de içinde yer aldığı bir barış izleme gücünün ateşkes hattında konuşlandırılmasını kabul etmişlerdir. Anlaşma metninde Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yapılmış ve PKK’nın bölgedeki faaliyetlerinin de engellenmesi istenmiştir (Özdağ, 1999: 148-149). 
Ankara görüşmelerinin sonucunda Türkiye kaygılarını anlaşma metnine yansıtmış ve taraflara kabul ettirmiştir. Fakat bu görüşmeler de nihai bir 
anlaşmaya dönüşmemiştir. 

Daha sonra ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde görüşme yapılmış ve son olarak 1998’de Washington Anlaşması ile taraflar, vatandaşların bölgeler arası seyahati, gelir dağılımı gibi birçok konu üzerinde anlaşmaya varmış ve iki yönetimin birleştirilmesi amacıyla geçiş hükümeti kurma çalışmaları konusunda da hemfikir olmuşlardır. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını da hesaba katacak şekilde PKK’nın Türkiye sınırındaki faaliyetlerinin engellenmesi maddesi tekrar anlaşma metninde yer almıştır (Stansfield, 2003: 101). Fakat Türkiye’nin Washington görüşmelerinin dışında tutulması ve anlaşma metninde Irak için federatif bir yönetim modeli öngörülmesi Ankara’yı rahatsız etmiştir. Bunun üzerine Barzani ve Talabani Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirmiş ve bu ziyaret sırasında Ankara’nın sürecin dışında bırakılmadığı mesajı verilmiş ve federasyon konusunda Türkiye’nin kaygılarının paylaşıldığı dile getirilmiştir.6 

ARAŞTIRMA; Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER) 



..