Yaşanan sel ve Yangın felaketlerinin Günah Keçisi iklim değişikliği mi?
16 Ağustos Pzt 15:34
Yaşanan sel ve Yangın felaketlerinin Günah Keçisi iklim değişikliği mi?
Biz insanlar doğanın efendisi değil, doğanın bir parçasıyız. Bütünlük içinde bir arada yaşamak durumundayız.
Özet
Son günlerde yaşanan afetler bilinmeyen ve beklenmeyen gelişmeler değildir. Suyun denize ulaşacağı dere yatağı daraltılmış ve sıfır noktasına yerleşim yerleri yapılmış. Derelerin gerisindeki dağlardaki doğal bitkiler ve ağaçlar kesilmesi sonucu yağışları tutacak bitki kökleri ve toprak zayıflamıştır. Beklenen iklim etkileri ile birim zamanda yağışların artması ile oluşan suyu tutamayan aşınmış toprak ortamından hızla eğim doğrultusunda denize ulaşmak istemektedir. Karadeniz’in coğrafi yapısı gereği derelerde biriken suların akış yönünde daraltılan dereler ve üzerine kurulan HES, Karedeniz otoyolunun çoğu yerde dağdan denize akan küçük derelerin önünü kapattığı veya daralttığı acıkış kanalları ve tomruk/kereste depolarının yaratığı baraj etkisi ve sonrasından kalıba sığmayan büyük su kütlesinin hızla Bozkurt kasabasına dalışı bütünlüklü olarak suç ve suçlunun kim olduğunu anlatıyor. Nerdeyse bile bile kendimizi afete maruz bırakmışız. Bu durumda kabahat yağışta mı? Yoksa doğanın yolunun tıkanmasına müsaade eden, yanlış yapılanma ve imarları verenler mı? Milyonlarca yıldır sürekli değişim geçiren dünyanın kendi dinamiği bilimsel bilgi ile biliniyor ve an ve an uzaktan da izlenmektedir. Doğayı kendimize uydurmaya değil, kendimi doğanın yasalarına uygun hale getirmemiz gerektiği anlayışını maalesef öğrenememiş ve benimseyememişiz. Unutmayalım yer yer küçük çaplı barajlar yaparak doğadan yararlanıyoruz anacak doğaya gücümüz yetmez. Önemli olan doğaya uygun yaşamayı öğrenmektir. Coğrafya, jeoloji, ekoloji, tarım-toprak bilinmeden ve de anlaşılmadan kent, tarım ve orman yönetimi sağlanamaz. Yaşanan-yaşanacak ciddi afetler önlenemez.
Ne yazık ki doğayı ve bütünü kavrayacak bir eğitim yapımız yanında toplumsal kültürel bir zihin hazırlığımız da yok görülüyor. İleride yaşanacak iklim değişimlerinin yakıcı etkilerine karşı ne denli hazırlıksız olduğumuz görülüyor.
Özet, yaşanan felaketlerin etkisinin önlenmesi veya minimize edilmesi mümkün. İnsanın doğanın ve bilimin öngörüsüne uygun olmayan, her boş bulduğu alanı arsa sanan, kendince kurguladığı eksik ve doğanın yasalarına uygun olmayan can ve mal kaybına neden olmaktadır.
Sel Felaketleri Adeta Geliyorum Demiş
Son 20 günde Karadeniz’de sel felaketleri, Akdeniz ce Egede orman yangınları çok ciddi can, mal ve doğal yaşamın kayıplarına neden oldu. Önce Rize ve Artvin şimdi Kastamonu, Bartın, Karabük ve Sinop’ta kuvvetli sağanak yağış sonrası yaşanan sel felaketleri, can ve mal kayıpları. Sonra Akdeniz ve Ege kıyılarında günlerce devam eden ve halen yer yer devam eden orman yangınları. Orman yangınları, artan kuraklık sıcak iklim ve kıyılara brikmiş insan nüfusunun oluşturduğu betonlaşmaya bağlı oluşan ısı adacıkları ve çevreye rast gele çevreye bırakılan camsı maddeler. Yine can kaybı, mal kaybı, çok sayıda evcil ve doğadaki canlılar yandı. İki yıldır devam eden korona virüs salgını ile yaşamı felç eden felaketler.
Ekoloji gözü ile gelişmeleri analiz eden herkes bu gerçeği çıplaklığı ile görürü. Bir çok ülkede seller oluşuyor, daha büyük orman yangınları da oluyor. Başta Karadeniz’deki yağış sonrası oluşan sellerin çevre ve yaşam üzerine bıraktığı etki tamamen insanın yerleşim yeri seçimi ve doğanın 100, 200 yılık işleyişi dikkate alınmadan yapılan yapılaşmalar neden olduğu günlerdir bütün çıplaklığı ile görülmektedir. Ancak bizdeki gibi kimse derelerin içine 10 katlı bina yerleştirmiyor. Dere yatağına sıfır giriş katları olan bina yapılıyor. Hangi ekolojik ve yer bilimine dayalı bilgi ile derenin içine kasaba yerleştirilir, derenin üzerine inşa edilmiş HES, ağaçların kesilmesi sonrası tomrukların depolama üniteleri derenin içine yerleştirilmiş. Son birkaç yılıdır Karadeniz’de yaşanan benzer heyelan ve sellerin yaratığı etkilerin tümü yerleşim yeri yapılanması, ormanlık alanların doğasından koparılarak tek yönlü bitkisel üretime dönüştürülmüş olması yanında Karedeniz otoyolunun önünü kapattığı küçük derelerin akış yönünün engellenmesi. Basına yansıyan bütün görüntüler sellerin akışı yolu üzerindeki küçücük, menfez, köprü, suyun akacağı mazgallar selin büyüklüğüne göre planlanmadığı için
Ancak hepsinden çok seller, yangın ve korona virüs olguları eko sistemin anlaşılmadığını ve ona göre de önlem alınmadığını gösteriyor.
Çevre Sorunlarının Bütünlüklü Olarak Kritik Edilmesi Sürdürülebilir Yaşam İçin Kaçınılmaz
Evrenin ve doğanın işleyişini anlamazsak doğru planlama ve strateji geliştiremeyiz. Sanırım ülkemizin sorunu bu bağlamda çok büyük. Bütün yaşananlardan anlaşılıyor ki insan soyu, yaratılan çevresel sorunların tek sorumlusu olarak, hayvanların, doğanın ve toprağın kıymetini belli ölçüde bilse de bu mevcut şartlarda yeterli olamamaktadır. İnsanoğlunun içinde yaşadığı doğayı, toprağı, suyu ve soluduğu havayı daha iyi anlaması gerekmektedir.
Dünyamız dün olduğu gibi bugünde sürekli değişim içinde, bir tarafta ısınıyor, bir tarafta soğuyor ve iklim değişimleri sürekli yaşanıyor. Yarın daha çok iklim değişimleri ve olumsuz etkileri görülecek. Sorun bugünden öngörüde bulunmak ve yarını planlamaktır.
Haberlere bakıldığında her felaket bölgesinde binlerce insan mağdur, onlarca hava aracı, kara aracı, personel gece gündüz yarım etmek için seferber oluyor. Bu kadar uğraş ve çaba doğanın işleyişine uygun olmayan yapıların sorununu çözeceğe benzemiyor. Büyük ekosistem ve işleyiş felsefesi anlaşılmadan insanlığa rahat olmayacak gibi görülüyor. Bu kadar bedel ve masraf bilimsel anlayışa uygun bir şekilde önceden işi bilen bilim kuruluşlarına harcansaydı, işi bilen nitelikli liyakatli insan yetiştirilseydi daha az sorun yaşayacağımız muhakkaktır.
İnsan Faaliyetleri ile Ekosistemi Yaşanılamaz Hale Getiriyor!
Ekosistemi olumsuz anlamda etkileyen her türlü atık, benzer şekilde orman varlığımızı da tehlikeye atmaktadır. Kentlerden toplanan çöplerin yakın geçmişe kadar ormanlık alanlara rastgele bırakılması, ormanların yakılması sonucu birçok canlının yaşam alanının kaybolması, ormanların ve anızların yakılması hem toprağın hem de üstündeki canlıların yaşama haklarının ihlal edilmesi ile sonuçlanmaktadır. Bununla birlikte toprakların amaç dışı kullanılması sonucunda bu alanların üretimin dışında kalması ve toprak-bitki yönetiminin yanlış yapılması, toprağın aşınmasına sebep olmaktadır. Diğer bir tanım ile erozyon oluşmakta ve bunun sonucunda toprak yok olmaktadır. Kısacası topraklarımız ölmektedir. Ayrıca ölen yalnız toprak değil, ekosistem içinde yer alan diğer canlılar da olumsuz etkilenerek, bulundukları ekolojiden uzaklaşmaktadırlar. Toprağın erozyonla ölümünü durduran ağaçlar, diğer bitkilerin kökleri ve kök bölgesindeki mantarlar, aktinomisetler, bakteriler gibi diğer canlılardır. Bu bağlamda ormanın yani ağacın toprağın erozyonunu önlemedeki rolü ve önemi bilinenin de ötesindedir.
Biyo çeşitlilik Kayboluyor, Toplum Sağlığı Tehlike Altında…
Sürekli mono kültür tarım nedeniyle bazı bitkilerde zaman içinde cüceleşme (inbreading (akrabalı yetiştirme)) olduğu tespit edilmiştir. Bunların başında Çukurova’da yetişen mısır bitkisi gelmektedir.
Son yıllarda kimyasallara karşı bazı mikroorganizmaların ve bitkilerin dayanıklılığının arttığı belirtilirken, herbisitlere dayanıklılık sağlayan 183 bitki türü tespit edilmiştir. Bugün itibarı ile mera alanlarımız tarım topraklarına dönüşmesi nedeniyle %40 oranında azalmıştır.
Toplumda bir azınlık oluşturan ancak gücü elinde tutan varlıklı kişi ve ailelere, toplumun çoğunluğunu oluşturan yoksul kişi ve ailelerin sahip olduğundan onlarca-yüzlerce kat daha fazla eğitim, kültür, sağlık, gıda eğlence, dinlence ve başkaca olanaklarının sunulduğu bir ortamın insan onuru tarafından arzulanır bir ortam olmaması gibi, dünya ekosisteminin çoğunluğunu oluşturan bitki örtüsü, hayvan ve doğada bulunan diğer canlılara, dünyada azınlıkta ancak baskın tür olan insanlardan daha az yaşam alanı bırakılması da insan onuru tarafından arzulanır bir ortam değildir.
Yaşananların Doğa ve İnsanlık Adına Sorgulanması Gerekiyor.
Suların kirlenmesinin felaket niteliğindeki etkilerinin en önemli örneği, Aral Gölü’nün kurumasıdır. Kazakistan ve Özbekistan sınırı arasında bulunan Asya kıtasının ikinci, dünyanın dördüncü büyük gölü olan Aral gölü yanlış sulama, aşırı sulama nedeniyle eski yüzölçümünün %90'ını kaybetmiş durumdadır. Yanlış yönetimden dolayı kuruma noktasına gelmiş olan Aral gölünün yeniden canlılığı kazandırılmaya çalışılıyor. Amuderya ve Siri Derya nehirlerinin sularının Özbekistan’da pamuk ekim alanlarına yönlendirilmesi ile Aral’a taze su akımı durma noktasına gelmiş, diğer yandan kısa sürede meydana gelen tarım topraklarında tuzlulaşma ile mevcut tarım alanlarında tarım yapılamaz duruma gelinmiştir. Buna ek olarak, yanlış yönetim sonucu gölün kuruması ile göl içindeki su ekosistemi ve ondan geçinen milyonlarca insan da olumsuz şekilde etkilenmiştir. Ayrıca, Türkmenistan’da da toprakların tuzlulaşması ile milyonlarca çiftçi üretim yapamaz hale gelmiştir. Bu ve benzeri çok sayıda insanın yanlış kurgulamaları sonucu oluşmuş faaliyetler sonucu oluşmuş felaketler yaşandı ve yaşanmaktadır.
Yaşar Kemal’in 2007 yılında adının verildiği park üzerine 'doğa' için yazdığı mesajda “Bütün yüreğimle inanıyorum ki doğayı yok etmek suçların en büyüğüdür” ifadesi yer almaktadır.
TEMA vakfının bir zamanlar bir sloganı olan “üstünüze vazife olmayan işlere burnunuzu sokun” ifadesi, son yılarda ne olduysa görülmez ve kullanılmaz olmuştur. Yeryüzünü herkesin koruması ve kollaması için bir bekçi, bir komiser, bir müfettiş gibi davranması gereklidir. Bir bekçi gibi etrafındaki çevresel sorunları tespit edecek şekilde dikkatli olması; korunup korunmadığını izlemek için bir komiser gibi davranması; yapılan yanlışları ve aksaklıkları belirleyip enine boyuna incelemesi ve varsa sorunları ilgili yerlere iletmesi yönünden bir müfettiş gibi davranması gerekmektedir. Bu dünyada, bu doğada yaşıyor isek doğanın ve doğanın sürdürülebilirliğinin korunmasından hepimiz sorumluyuz demektir. Çünkü her ne kadar fark etmesek de doğa hepimize yaşam alanı sağlamaktadır.
Çevrenin ve Bilimin Sorunu Felsefi Tartışma ile Aşılabilir.
Felsefe doğası gereği irdeler, analiz eder, soru sorar, cevap arar. Felsefe hiç bir zaman çok önce belirlenmiş ve değişmez olduğu belirtilen görüşleri savunmaz. ’Felsefe devingendir ve doğal çelişkinin içinden çıkan bilgiye bakar.
Çevre ve iklim değişimleri konusunda felsefenin söyleyeceği çok şey bulunmaktadır. İnsanın doğa ile olan ilişkisi bugün hala tartışmaya açık olmakla birlikte, insanın geçmişte yarattıklarının ciddi anlamda sorgulanması gerekmektedir.
İnsan sorgulayan bir canlı olarak kendisini, çevresini ve nerden gelip nereye gittiğini arayan yapısı ile kafası sürekli binlerce soru ve tartışmayla meşguldür. Bu bağlamda çoğu zaman bunca sorunun altında yaşam zor gelebilir. Diğer taraftan sorgulamadan yaşamı olduğu gibi kabullenmek çok daha kolaydır. Çevre ve iklim değişimi sorunları, bireysel ve toplumsal bazda doğadan yana anlayışlar ile ele alınmalıdır. Bu duruma yönelik olarak 1854 yılında ABD başkanı Franklin Pierce’a mektup yazan Squamish kabilesinin reisi kırmızı derili Reis Seattle sorunu ve çözümü olan doğru yaklaşımı tek cümlede özetlemiştir: “Doğa insana ait değil, insan doğaya aittir”. Prof. Dr. Ulu Nutku ise bu durumu; “İnsan doğadan malzeme edinir, fakat bunu yapmakla öyle böbürlenir ki, kendisini doğanın efendisi sayar” şeklinde ifade etmiştir. İnsan doğaya hâkim olduğu algısıyla doğanın yapısını bozmuş ve bozmaya devam etmektedir. Bunun sonucunda, bugün çok daha şiddetli çevresel sorunlar ile karşı karşıya gelinmektedir.
Genel olarak yaşanan felaketlerin altında doğa felsefesinin anlaşılmamış olmamız bütün çıplaklığı ile görülüyor. Biz insanlar doğanın efendisi değil, doğanın bir parçasıyız. Bilim ve felsefe bu sorunun da felsefe ile çözülebileceğini biliyor ve tartışmaya devam ediyor. Felsefe bu konuda yol göstericimiz, içimizdeki ses olacaktır. Eflatun, erdem ve mutluluğun felsefi bilgiyle gerçekleşeceğine işaret etmiştir. Bütün yaşadığımız sosyal ve çevresel sorunlar ve bu konulardaki bilimsel uğraşıların ancak özgür ortamda tartışılarak aşılabileceği unutulmamalıdır. Varoluşumuzun temel sorularını irdeleyen felsefe aynı zamanda kişiye kazandırdığı kritik düşünme ile bireyin özgürleşmesini de sağlamaktadır. Bu bağlamda doğanın yasalarını analiz etmek için araştırmak ve öğrenmek ayrı, doğanın yaslarını öğrendikten sonra, koşullara uygu yaşam ortamları geliştirmek ayrı.
***