Mustafa İbrahim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa İbrahim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2017 Cumartesi

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 13


  ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 13



OTURUM KÜLTÜREL BAKIŞ AÇISINDAN IRAK VE SURİYE TÜRKMENLERİ 


Lübnan Türkmenleri: Coğrafya, Demografi ve Kültür 
Mustafa İbrahim 


Sayın Doktor Habib Hürmüzlü Bey ve Sayın Büyükelçiler, 
Sayın Arap Ligi Büyükelçisi Sayın Muhammedül Fatih el Nasıri, 
Değerli meslektaşlarım, sayın katılımcılar, sayın medya mensupları, dünyanın dört bir yanına yayılmış olan Türkmenler ve özellikle de Ortadoğu’daki 
Türkmenler, sayın katılımcılar, Allah’ın Rahmeti, Bereketi ve Selamı üzerinize olsun. 


ORTADOĞU KÜÇÜK BEYLİKLERİN KONUMU VE ABD NİN ROLÜ

Gerçekten bu seminere katılmaktan büyük bir onur duyuyorum. Ben kişisel olarak bu toplantıyı aileyi bir araya getirmiş bir seminer olarak nitelendirmek teyim ve ana vatan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na, Başbakanı’na ve halkına Türkmen halkına göstermiş oldukları ilgi ve önemden dolayı teşekkür ediyorum. Bu sempozyum, Türkmen nerede bulunuyorlarsa, bir şeye delalet ediyorlarsa o da Türk devletinin onlara karşı ne kadar büyük sevgi gösterdiğinin bir örneğidir. Genel olarak Lübnan Türkmenlerini tanıtmaya çalışırsak, Lübnan’da aşağı yukarı otuz bin civarında Türkmen bulunmaktadır. Bugüne kadar, bunun dışında rakamlar veriliyorsa da resmi bir nüfus sayımı yapılmamıştır. Şu şekilde 
dağılmıştır ve ikiye bölünmektedir. Bir bölümü çok eskiye dayanmaktadır bu Türkmenler Lübnan’ın kuzeyinde yer almaktadır. Diğerleri ise yeni gelmiş olanlardır ve onlar da Lübnan’ın Bekaa bölgesindedir ler. 

Eskiye dayananlar ve Lübnan’ın kuzeyinde yer alanlar 1517 yılında Sultan Selim’le birlikte geldiler ve özellikle Akkar ve Kavaşra bölgelerinde yer almaktadırlar ve esasında Suriye Türkmenleri ile akrabadırlar ve özellikle de Humus’un kırsal bölgesine ve Zahara al hısım bölgesindekilerle akrabadırlar. 
Diğer bölümleri ise ki bunlar yeni gelmiş olanlardır, Lübnan’ın doğusunda Baalbek şehrinde ve oradaki banliyölerde yaşamaktadırlar. 

Onların varlığı yüz elli yıl öncesine kadar uzanmaktadır özellikle de Baalbek köylerinde bulunmaktadırlar. Onlar da Suriye’deki Humus’un doğu bölgesindeki köylerdeki Türkmenlerle akrabadırlar. 

Kuzey Türkmenlerine gelince, Aydamon’da yedi bin Türkmen bulunmaktadır ve bu kişiler aynı zamanda Hıristiyanlardan birlikte yaşamaktadırlar, %75’i Türkmenlerden ve %25’i Hıristiyanlardan oluşmaktadır. Diğer Türkmenlerle karşılaştırdığımızda onlar aslında iyi durumdadırlar Çünkü onlar diğer Lübnanlılar kadar açılmış durumdadırlar ve Lübnan toplumuyla iç içe yaşamaktadırlar. Bundan dolayı da devlet görevlerinde bulunabilmektedirler. Bütün sektörlerde bu kişileri bulabilirsiniz, üniversite hocaları, doktorlar, mühendisler, subaylar, öğretmenler, ve Türkmen Aydamon 30 yıldan beri Akkar bölgesinde öğretmen lerin ve bilimin deposu olarak tanınmaktadır. Eğitim düzeyleri ise çok yüksektir. Çünkü Aydamon’daki Türkmenler köyün içinden iç kesimlere göç etmişlerdir ve yurtdışına da gitmişlerdir. Özellikle iş ve ticaret sebebiyle gitmişlerdir bu sayede de sosyal ve ekonomik yönden de daha iyi durumdadırlar. Bu da tabi ki bu bölgedeki Türkmen dilinin kaybolmasına neden olmuştur. 

Kavaşra bölgesine gelince oradaki toplum içine kapanık durumdadır ve hala Türkmen dilini korumaktadırlar çünkü bu bölgedeki herkes Türkmendir. 
Buradaki nüfus yaklaşık üç bindir. Bilim yönünden neredeyse yoksul sayılmaktadırlar ve son durumda özellikle Türkiye hükümetinin yapmış oldukları yardımlardan dolayı ve bazı burslar verdikten sonra ve köy içerisinde bir okul inşa ettikten sonra gelişmeler yaşanmıştır. Bekaa bölgesindeki Türkmenlere gelince onların sayısı yaklaşık yedi bindir ve onlar da şu şekilde dağılmaktadır. Türkmenler, Bekaa köylerinin çoğunda diğer etnik gruplardan Hıristiyanlardan ve Şiilerle birlikte yaşamaktadırlar ve içine kapalı bir toplumdur. Bazı köylerde hâlihazırda Türkmen dilini konuşmaktadırlar. Tabii Türkçe okuma va yazmaları yoktur. Sosyal ve kültürel açıdan, özellikle yoksulluktan dolayı eğitimden neredeyse tamamen yoksundurlar. Hâlihazırda tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadırlar. Bu kişilerin bir kısmının nüfus kaydında sicilleri bulunmamakta dır ve bugüne kadar Lübnan nüfus kâğıdına sahip değillerdi. Bekaa bölgesinde birçok aile mevcuttur. Bu ailelerin direk Türkmen aileler olduğu bilinmektedir. Bu aileler Lübnan’da bilinmektedir. Onlara direk “Siz Türkmen kökenlisiniz” denmektedir. 

Biz Türkmen sorunlarına ve özellikle de Bekaa bölgesindeki Türkmenlere ise büyük bir özen gösterilmesini istiyoruz. Çünkü en çok kültürel, ekonomik ve eğitim yönünden sıkıntılarımız var ve en çok ihtiyacımız bu alanlardadır. Bu anlamda çeşitli projeler geliştirilebilir. Okullar, hastaneler inşa edilebilir ve öğrencilerimizin Lübnan içinde ve dışında eğitim görmelerine yardımcı olunmasını talep ediyoruz. Özellikle yaz mevsimlerinde onlarca öğrencimizin anavatanına gelip buradaki gelenek ve görenekleri yakından tanımalarının ve buradaki yaz kamplarına katılmalarının faydalı olacağını söyleyebiliriz. Suriye’deki kardeş ülkemize göç eden Türkmen kökenli bin aile Lübnan’a gelmişlerdir. Aydamon, Kavaşra ve Bekaa bölgelerine yerleşmişlerdir. Türkmenlerin yoğun olduğu bölgelerde yer almaktadırlar. Bu durum Lübnan Türkmenleri için ekonomik yönden yeni bir yüke sebep oldu. Son on yıl içinde özellikle de Suriye ordusu Lübnan’ı terk ettikten sonra Türk kökenli Lübnanlılar 
açık bir şekilde ortaya çıktılar. Türkiye’nin Lübnan’daki Türkmenlerle ilişkisi siyaseti beklemeden hızlı bir şekilde harekete geçti ve de tarihi bir ziyaret gerçekleştirildi. Allah Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a uzun ömürler versin. Kendisinin Lübnan’a yaptığı ziyarette özellikle de ,kalkınma ve eğitim başta olmak üzere, 

Aydamon ve Kavaşra bölgelerinde belli başlı projelerinin açılışını gerçekleştir diler. Aynı şekilde Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’ nun Aydamon’a ve Kavaşra’ya yapmış oldukları ziyaretler bizim için çok büyük önem taşımaktadır. Aynı zamanda Türk büyükelçisi de sürekli olarak bu bölgeleri ziyaret etmekte dirler. Farklı ziyaretçiler de Türkiye’den gelip, Türkmen bölgelerini ziyaret etmektedir. Bu ziyaretler şüphesiz ki Türkmenlerin kendi varlıklarını korumalarına katkıda bulunmaktadır. Bundan dolayı Türk büyükelçisi ve bazı yetkililerin ziyarette bulunması bizi teşvik etti ve biz kendimizin de Türk haritasında var olduğumuzu görmeye başladık. Yaşasın Türkiye Devleti, Yaşasın Türkmen toplumu! 

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi



DEĞERLENDİRME 
Prof. Dr Mahir Nakip 


Zamanımızı fazlasıyla aştığımız için değerlendirmeyi hemen yapmak istiyorum. Toplantıda emeği geçen herkese teşekkürler. ORSAM’a, destekçileri ve organizasyon başkanı Hamit Hürmüzlü’ye Türkmen ailesini bir araya getirdiği için şükranlarımızı sunuyoruz. Bildiğiniz üzere toplantıda Irak başta olmak üzere Suriye Filistin ve Lübnan Türkmenleri çeşitli yönleriyle ele alındı. Bunlardan kısaca bahsetmek isterim. Lübnan Türkmenlerini Mustafa İbrahim ve Zaher Sultan genel durumlarıyla değerlendirmişti. Az önce hocamızın da dediği gibi Lübnan ve Filistin’deki Türkmenlerin durumunu öğrenmek mahiyetinde bu bizim için bir ilk oldu. Lübnan’da anladığımız kadarıyla 30 bin Türkmen var. 

Kuzeydekiler sosyal açıdan gelişmiş ve ileri eğitimliler bu karşı durum da getirmiş. Ne yazık ki Türkçeyi unutmuşlar. Bekaa vadisi civarındakilerin Türkçe 
konuştuklarını öğreniyoruz. Filistin Türkmenleriyle ilgili olarak Alya El Hatip hanımın verdiği bilgiler de önemli 120 bin kadar Türkmenin İbrid, Zarka, Ürdün, Filistin içindeki kamplarda bulunduğunu öğrendik. Bunların birbirini tanıdıklarını ve sosyal yardımlaşma içinde olduklarını ifade ettiler. Suriye Türkmenleri biraz daha geniş ele alındı. İlk konuşmada Hasan Celal Güzel’in sunumu tüm Orta Doğu’daki Türkmenlerin tarihi serüvenleriyle başlamıştır. Daha sonra Mehmet Şandır beyefendinin, kendisi de bir Suriyeli Türkmen, güncel durum değerlendirmesini dinledik. Tarık Cevizci’nin ve Abdurrahman Mustafa’nın iç savaştaki Suriye Türkmenlerinin sahadaki durumu ve siyasi yapılanmaları hakkında bilgilerini dinledik. Bendeniz Türkiye’nin Suriye politikasında Türkmenlerin yeri hakkında bilgi vermeye çalıştım. Az önce Adil Şan bey bize bir 
Suriye Halep Türkmen folkloründen bir kesit sundu. Şunu öğrendik ki Suriye Türkmenleri acı içindeler. Mehmet Şandır Bey’in vurgusuydu sanırım konu Suriyeli Türkmenlerin meselesi olmaktan çıkmış ve Türkiye için milli güvenlik meselesi olmuştur. Özellikle Irak ve Suriye Türkmenlerinin karşılaştırmaları Irak’lıların siyasi ve basın yayın konularında tecrübelerinden faydalandıracakları izlenimi uyandırdı. 

Dikkat ederseniz sempozyumun konusu kendiliğinden Irak, 

1. Suriye 
2. Filistin ve Lübnan 
3. derecede olmak üzere ağırlık kazandı. 

Bu biri diğerinden üstünde demek değil Orta Doğu Türkmenleri bir ailedir. Orta Doğu halkı bir arada yaşamaktadır biz bunun farkında olarak sempozyumu 
düzenledik. Suphi Bey’in de dediği gibi Irak birikimi oldukça fazla. Edebiyat, müzik, kültür ve şairler tanıtım açısından büyük fonksiyon üstlendiler bu 
yüzden öne geçtiler. Suriye Türkmenleri kanayan yaramızdır. 

Şu anda bağrımız yanmaktadır Suriye halkı kardeşimizdir ama Türkmenlerin de adının duyulmasını arzu ederiz. Mehmet beyin de dediği gibi bu toplantının belki de en önemli çıktılarından biri de Filistin ve Lübnan olmuştur. Filistinlilerin bir kısmı Filistin’de bir kısmının Ürdün’de olması aslında dikkat çekici siyasi boyutu gündeme getirmektedir. Filistin davası içinde aldıkları rol önemlidir. Osmanlı zamanında bile devam ettiğinde göre bu Arap milletinin değil İslam aleminin davasıdır bu bakımdan ikisini birleştirmek açısından önemli bir bulgudur. Irak Türkmenlerinin Türkiye’yle bağlantılarını inceledik; 2003 sonrasındaki siyasi entrikaları ve realiteleri dinledik. Aydın Maruf’un da bahsettiği üzere şu anda bir 
anayasal hak olan federatif sistem çevresindeki soydaşlarımız Türkmenlerin bir parçası olup Türkmenlerden ayrılmaz bir toplumdur. Aydın bey bize bu insanların durumunu anlattı. İleride ne olur burası belirsiz fakat şu anda Irak’ın en müreffeh yaşayan bölgesidir. Türkmenlerin de orada varlık göstermeleri önemlidir. Bilgay Duman arkadaşımız bizzat sahadan geldiğinden güncel durumdan haber verdi. Habip Hürmüzlü Bey hukukçu olması münasebetiyle Türkmenlerin birikmiş olan müktesebatını bize aktardı. Ancak bir realite ortaya çıktı siyasette bu müktesebat çok getiri sağlamıyor. Bunun reel hayata geçmesi için Türkmen siyasetçilere ve Türkiye’ye rol düşmektedir. Bugün Avrupa nasıl Türkiye’ye siz tüketici kanunu çıkardınız ama iyi çalışmıyor diyebiliyorsa Tükiye’nin de Irak’a siz Türkmenlerle ilgili şu şu kanunları çıkardınız ama takip 
etmiyorsunuz demesi diplomasiye aykırı olmasa gerek. Necat Kevseroğlu ise Irak’taki bin yıla zengin yaklaşan Türk kültürünün eserlerini ve örneklerini 
gösterdi; çoğu yok olmak üzeredir. Suphi Saatçi’ye söz hakkı versek sabaha kadar kültür katliamları anlatır bir sanat tarihçisi olarak. 

Süleyman Şah türbesi tartışmasız en güzel örneklerindendir. Sanırım dünya da bize bu konuda hak verir. Bizim kültürümüz bu coğrafyada yayılmışsa bunu korumak da bize düşer ve korumayı kimse anormal karşılamaz. Irak hakkında sondan önceki konuşmayı yapan Dr. Aydın Beyatlı idi. O da önemli bir yaraya parmak bastı. Irak 1980’den beri bir travma yaşamaktadır. Irak-İran savaşı anlamsız bir savaştı; milyonlarca ölü yaralı var. Derken ambargo yılları ve bugüne gelindi; Irak toplumu hastadır. Tedavisi dünyanın görevidir. Türkmenler de yara aldı; mezhepçilik ve cehalet gibi birçok faktörden etkilendi. Dünyanın siyasi değil sosyo-kültürel ve sağlık açısından da bakması gerekir. Bunu Amerika’dan beklemeyin, kapitalizmi savunanın sosyal anlayışı yoktur. Sosyal yapıyı sağlam tutmak, toplumu sağlam tutmak demektir. Irak’a demokrasiyi 
getirdim demekle demokrasi gelmiyor. Bugün Irak’ta yapılan seçimde Şiiler’in milletvekili sayısında büyük bir değişim olacağını zannetmiyorum, Sünni Arap’ların veya Kürt’lerin veya Türkmen’lerin sayısında da büyük değişim olmayacaktır. Öyleyse bu demokrasinin ne anlamı kaldı? 

Matematiksel dağılım değişmiyorsa niçin seçimler tekrarlanıyor? Çünkü Amerika’nın getirmiş olduğu demokrasi etnik ve mezhepsel yapıya dayalı 
bir demokrasidir. Bu demokrasi ne bize ne de Ortadoğu’ya lazım değildir. Lazım olan insan odaklı, toplumsal sosyal problemleri çözen, herkese eşit mesafede olan bir demokratik çözümdür. Mehmet Ömer Kazancı, Irak Türkmen’lerinin kültürel mirasını Türkmen Kardaşlık Ocağı ile özdeşleştirdi. 

Bu çok doğrudur keşke bildirisi de öyle olsaydı. O zaman çok daha güzel şeyler söyleyebilirdi. Bunu da sonraki çalışmaya bırakabiliriz. 

Bu kurumun rolü mutlaka tezleşmeli ve kitaplaşmalıdır. Şimdi gelelim en son söze. En son sözü de izin verirseniz ana vatanımız Türkiye’ye getirelim. Türkiye cumhuriyeti bugün komünizm fobisinden kurtuldu. BM’de tek Türk bayrağı olan ülke değil beş tane daha var. Ortadoğu’da söz sahibi olan, güçlü bir ordu sahibi, gelişmiş toplumsal yapıya sahip bir ülkedir Türkiye. Bu mirasını da asla kötüye kullanmamış; hiç bir ülkenin toprağını işgal etmemiş; kimsenin iç işlerine doğrudan karışmamıştır. 

Ortadoğu’da soydaşı olan Türkmenlerin meseleleriyle ilgilenmek zorundadır. Lübnan’dan gelen konuşmacının da dediği gibi oraya el atmış bulunmaktayız. Bu konuda hızlı ve planlı adımlarla ilerlememiz lazım. Biz yaptık oldu olmamalı ve adımların arkası gelmelidir. Orta Asya’ya hepimiz gittik. Ben bir eğitimci olarak Azerbaycan’da işletme, istatistik, pazarlama dersleri verdim. Azeriler için çok şey ifade etmese de bizim için önemliydi. Gittik okullar kurduk fakat bugün oradaki gücümüz yeterlidir diyemiyoruz çünkü hızımızı devam ettirmedik. Yani iyi başladık ama devam etmemiz lazım. Ortadoğu’da da aynı durum mevzu bahis. 

Bugün Türkiye’de dünya Türkleriyle ilgilenen 3 temel kuruluş vardır: biri TİKA biri Yunus Emre Vakfı biri de Yurt Dışı Türkleri ve Akraba Topluluğu Vakfı’dır. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yumuşak yüzleridir. Bu mesele kendisini iyi anlatmak açısından Afrika’ya Uzak Doğu’ya veya Avrupa’ya kadar gidebilir. Ancak giderken kendi soydaşlarının da haklarını koruması gerekmektedir. Dolayısıyla buradan şu mesajı vermek istiyorum. Yurtdışı Türkler ve Akrabalar Topluluğu iki yıldır uyguladığı politikadan vazgeçmeli her ülke için kontenjanlar ayırmalı. Bu bölgede çalışan yerel kurumlarla görüşerek öğrencileri seçmelidir. Buradan üç tane o bölgeyi tanımayan yardımcı doçenti oraya göndererek öğrenci seçmemelidir. Orada taraflı insanlar olabilir fakat siz aralarına tarafsız birini koyarak durumu tarafsızlaştırabilirsiniz. Fakat tamamıyla uzmanlara 
bırakırsanız ne Türkmenler ne Türkiye’liler bundan faydalanabilir. TİKA artık alt yatırım ile uğraşıyor önemli bir durumdur, Hariciye ile işbirliğindedir fakat Irak’a girememektedir. Nedeni, Irak yönetimi izin vermiyor, Kuzey Irak da 1300 Türk şirketine izin veriliyor, TİKA’ya yok. Türkiye’nin dış politikadaki gücünün sorgulanması için bir sebeptir. Mutlaka TİKA o coğrafyalarda en azından Osmanlı eserlerini restore etmelidir. Telafer’de içme suyu, Suriye’nin sınıra 1 km mesafedeki köyünde elektrik yoktur. Bu insani meselelerle ilgilenmeliyiz. Fakat 
binlerce kişiyi kamplarımızda tutmayı biliyoruz. Onlar kardeşlerimizdir. Fakat mesele tamamen siyasi değildir. Topluluklar ekonomik yönden güçlendirilmelidir. Bu üç kurum bu konuda üzerine düşeni yapmalıdır. 


Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi
Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Çankaya / Ankara Türk Tarih Kurumu, Türk İşbirliği ve Koordinasyon 
Tel: 0 (312) 430 26 09 Fax: 0 (312) 430 39 48 Ajansı Başkanlığı ve Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı 
Başkanlığına katkılarından dolayı teşekkür ederiz.

www.orsam.org.tr
orsam@orsam.org.tr 


***


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 12



  ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 12


Irak Türkmenlerinin Kültürel Yapısı,
Oturum Başkanı 
Prof. Dr. Mahir Nakip 

Konuşmacılar 
Irak Türkmenlerinin Kültürel Yapısı 
Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı 

Suriye Türkmenleri: Kültür, Gelenek ve Görenek 
Adil Şan 

Lübnan Türkmenleri: Coğrafya, Demografi ve Kültür 
Mustafa İbrahim 

Irak Türkmenlerinin Kültürel Yapısı 
Mehmet Ömer Kazancı 

Bir Milletin Kültürü demek o Milletin her şeyi demektir bir bakıma. 

Gelenekleri, görenekleri, giyimi kuşamı, inançları, folkloru, sanatı, müziği, dili, edebiyatı… Kültür dendi mi bütün bunlar hatıra gelebilir.. 
Çünkü kültür bir milletin manevi varlığıyla düşünüş tarzını meydana koyan, fikir ve sanat mahsullerinin bütünüdür. Örf ve adetlerinin, edebiyatının, folklorunun, yaşamının bütünüdür. Hatta bir milletin yürütmekte olduğu siyaset, o milletin kültürü kapsamında ele alınabilir. 

Benden önce konuşan arkadaşlarımız, Irak içerisinde Türkmenlerin siyasetiyle ilgili derin bilgiler vererek sizleri doyurduklarını sanıyorum. 
Dolayısıyla bu konu üzerinde durmayacağım. Fakat bunu hatırlatmamda yarar var sanırım, siyaset bir bakıma konuşma sanatıdır. Milletin sıkıntılarını, dertleri ni dile getirme, milletin isteklerini, amaçlarını net olarak açıklama sanatı. Fakat iş, bu sıkıntıları, bu dertleri çözüme bağlamaya geldi veya o istekleri yerine getirmeye geldi mi, siyasetçilerin kültür adamlarına, kanaat liderlerine, fikir adamlarına, özel konularda mütehassıs insanlara başvurmaları gereği ortaya çıkar. Çünkü en iyi çözüm bunlardan çıkar, bunlardan gelir. 

Irak Türkmen siyasetinde maalesef bu gerçek göz önünde tutulmamaktadır. Hiçbir siyasetçimizin etrafında, fikrini alacak, düşüncesini soracak, tek bir danışman yoktur. Hukuk, ekonomi, eğitim, örgütlenme vb. gibi konularda danışmanlar bulunmamaktadır. 

Oysa bütün muteber siyasetçiler, etraflarını her zaman danışmalarla kuşatırlar. Tarihi hatalara, milleti tehlikeye götürebilen hatalara düşmemek için onlarla gereken her konuda, fikir alışverişinde bulunurlar. Onlarla görüşlerini paylaşmazlarsa, milletin kaderini ilgilendiren her hangi bir konuda ileri doğru bir adım bile atamaz, ağızlarından bir söz bile çıkaramazlar. 

Bunu Irak Türkmen siyasetinde görmek mümkün değildir. Hatta Irak Türkmen siyasetçileri, değil fikir adamlarını, değil şu veya bu konuda özel kültürlere sahip olan insanları, birbirlerini bile sindiremezler. Direktiflerini, şapkalarını havaya atarak, dışarıdan alırlar da, alır uygulamaya can atarlar da, fakat birbirlerini, sindiremezler, dinlemezler, birbirlerinin görüşüne kulak asamazlar. 

Siyasetçilerimizin bu tutumları yüzünden, Irak içerisinde Türkmenlerin, üzerinde anlaşmış oldukları ortak bir siyasi tutum ve ortak bir hedef yok denebilir. Varsa da bu hedefe varmak için üzerinden gidilmesi gereken ortak bir çizgi, bir yol haritası yok. Tam bunun tersine günden güne parçalanma, bölünme, zayıf nahif teşkilatlar oluşturma vardır. 

Oysa yakın bir tarihe kadar, millet ne kadar baskılar altında olsa da ne denli asimilasyona kadar giden sıkıntıları ve dertleri varsa da, bir birlik bir bütünlük söz konusuydu. Millet tek bir teveccüh ile hareket etmekteydi. Çünkü ortalıkta milleti yönlendiren, söylemde ve işlemde birlik ve beraberliğe inanan bir grup insan vardı, bu grup insan milleti yönetmekte, yönlendirmekte, teveccühlerini belirlemekteydi, birleştirmekteydi. Bu grup, milletin aydın insanları ve fikir adamlarıydı. Bunların haricinde, bu gün siyasetçi olarak adlandırdığımız, yarı kültürleriyle milletin kaderiyle oynayan insanlar yoktu. 

Bu fikir insanları, ferasetli insanlardı. Bir yandan kendi milletlerinin imkânlarını, öte yandan, karşı tarafın, yani gelip geçen hükümetlerin güçlerini denemekte, incelemekteydiler. Hükümetlerin elinde ne var, milletin elinde ne var? Hükümetlerin yaptığı zulümlerden milleti nasıl ve hangi yolla kurtarmak mümkün? Hükümetlerin elinde, her zaman, her şey olmuştur tabii. Güç olmuş, kuvvet olmuş. Oysa milletin elinde, ortak değerlerden başka bir şey yoktur. Bu değerlerin toplamı, milletin kültürünü oluşturmaktaydı. “Bunlara sarılırsak kendimizi kurtarabileceğiz” diye bir hareket, bir tavır, bir parola başlattı aydın insanlarımız, fikir adamlarımız. Bunu milletin arasında, özellikle de gençlerin arasında yaymaya yaygınlaştırmaya çalıştılar. Artık kültür silahı zamanla sesini duyuruyordu. Kimsenin akıl erdiremediği sonuçlar getiriyordu ve Türkmenler 
“kültür mücadelesini iyi veren bir millet, varlık mücadelesinde başarılı olabilecek millet” örneğinin en güzelini ortaya koyuyordu. 

Demek istediğim Türkmenler varlık mücadelesini kültür silahıyla kazandılar. Bu güne eğer fazlaca zarar görmeden vardıysalar, bunu kültürlerine sarılarak, kültürlerinden taviz vermeyerek yapabildiler. 

Irak Türkmenlerinin ne kadar kendilerine özgü kültürleri varsa, bu kültür Anadolu’da cereyan eden genel kültürün uzantısıdır. Bunu kimse inkâr edemez. Anadolu’da yaşayan soydaşlarımızla kültürümüzün birçok teferruatını karşılıklı olarak paylaşmaktayız. 

1918 yılında İngilizler Irak’ı işgal ettikten sonra, bütün gayretleriyle bu iki kültürü birbirinden ayırmaya çalıştılar. Fakat yapamadılar. O tarihlere kadar Irak’ta yaşayan Türklere, Irak Türkleri denmekteydi. İngilizler, Lozan anlaşması sırasında, sırf siyasi nedenlerden dolayı, bu adlandırmayı Türkmen olarak değiştirdi. Türkmen kelimesinin nereden türediğini, hangi anlama geldiğini bilen Irak Türkmenleri, bu sorunun, üzerinde fazlaca durmadan atladılar. Bu soruna göz yuman Türkmenler ancak, Osmanlı devletinin Irak’tan çıkmasına neden olan İngilizleri, hiçbir zaman af etmedi. 

1920 yılında İngilizlere karşı ilk ayaklanma Türkmenli bölgelerinden biri olan Telafer’den başladı. 

İngiliz işgaline kadar Kerkük’te, Türkmenlerin kültürünü en iyi bir şekilde yansıtan Havadis adında bir gazete çıkarılmaktaydı. İngilizlerin işgaliyle kapatıldı ve yerine İngilizlerin lisan-i hali olan Necme gazetesi çıkarılmaya başlandı. Türkmen aydınlarının tümü bu gazeteyi ret etti, boykot etti. Kimse yanaşmadı, çok önemli yazılar yayınlamadı bu gazetede. 

Gelip geçen hükümetlerin de Türkmenlere karşı izledikleri siyaset, İngilizlerin izlediği siyasete göre fazlaca farklılık göstermemekteydi. 

1931 yılında Kerkük hariç ve 1937 yılında Kerkük de dâhil olmak üzere, bütün Türkmen bölgelerinde Türkçe eğitim veren okullar kapatıldı, dolayısıyla 
Türkmenler, Türkçeyi okul yoluyla öğrenmekten mahrum edildi. 

Okulların kapatılmasından sonra ortaya çıkan boşluğu doldurmak için, Türkmen aydınları, fikir adamları, dergi ve gazete çıkarmaya gittikçe özen göstererek, milletin dilini, edebiyatını, kültürünü bu yolla devam ettirmeye, geliştirmeye çalıştı. Ayrı ayrı dönemlerde çıkarılan ve millet tarafından tutulan gazetelere, Kerkük gazetesi, İleri, Afak ve Beşir gazetelerini birer örnek olarak gösterebiliriz. Bu tutum, Türkmen aydınlarından, devlete açık bir mesaj taşımaktaydı. “Bir milletin okullarının kapatılmasıyla o millet son nefesini veremez. Ortalıkta aydınlar varken, millet yolunu yordamını bulabilecek, tanıyabilecektir” . 

Bu mesaj, en fazla, ilk cumhuriyetin sosyalist yöneticilerinin kafasını karıştırıyor, kızıştırıyordu. Eğitim taarruzuyla, kültür taarruzuyla, Türkmenleri yok etmenin etkin bir sonuç vermemesi, daha şiddetli, daha kahredici yollara başvurmalarını düşündürüyordu. 

1959’da bu yolda ilk insafsız adımlar atılmaya başlandı. İlkin, o tarihlere kadar yayın yapan bütün gazete ve dergilerimiz, trajik bir biçimde kapatıldı ve cumhuriyetin ilk yıl dönümüne rastlayan bir tarihte, net olarak 14 Temmuz 1959’da, Türkmenlerin en yoğun yerleşim bölgesi olan Kerkük’te, Türkmenlerin göğsüne ateşler püskürtülmeye başlandı. Kerkük’te korkunç bir katliam yaşandı. Bu katliamda 25 şehit verdik. Bunların arasında lider niteliğinde olan aydın ve fikir adamları da vardı. Yani hedef Türkmenlerin atar nabzını oluşturan, yine varlıklarına, kültürlerine devamlılık kazandıran fikir adamlarıydı. 

Bu katliamdan sonra Türkmenler artık her şeyi ciddiye almaya başladılar. Gözlerden uzak olarak üst üste gerçekleştirilen toplantılarda, yaşanan 
sıkıntılar konuşuldu, krizler bütün detaylarıyla ele alındı ve sonunda Türkmenleri tek bir çatı altında toplayan bir kuruluşun oluşturulmasına karar verildi. Böylece Türkmenlerin hayatında ilk sivil toplum kuruluşu olarak, ilk sosyal ve kültürel merkez olarak bilinen Türkmen Kardeşlik Ocağı (TKO) adında bir kuruluş hayata geçirildi. TKO’nın kurucu heyeti ilk toplantısını 17 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirdi. 

Bu tarihi sergilemekten hedefimiz, işte sözü bu noktaya getirmekti. Kardeşlik Ocağına getirmekti. Türkmen Kardeşlik Ocağı, Türkmenlerin Kültürel yapısı içerisinde, kurulduğu tarihten günümüze kadar farklı bir yere, farklı bir konuma sahiptir. Türkmenlerin hayatında tam anlamıyla bir dönüşüm noktasıdır. 

Neden bir Dönüşüm Noktasıdır ? 

Çünkü Türkmen Kardeşlik Ocağı kurulurken çok disiplinli, çok düzenli olarak kurulmuştur. Milli prensiplere dayalı ve diyeti, 14 Temmuz’da düşen şehitlerin kanlarından verilerek kurulmuş ve oldukça da akılıca yönetilmiştir. 

1. Bütün Türkmenlere, bölge ve ya mezhep gözetmeksizin, aynı mesafede durmuştur. Herkese kapısını açık tutmuştur. 
2. Bütün mahfillerde Türkmenleri en iyi bir şekilde temsil etmeye çalışmıştır. 
3. Türkmenlerin siyasi ve kültürel haklarına her münasebette talip olmuştur. Bu konuda devletle müzakerelerde bulunmuştur. 
    Bu müzakerelerin tümünde de, asgari haklar olarak, devletten Türkmenler için iki bakanlık ve bir Türkmen kültür müdürlüğü ile Türkmen eğitim müdürlüğü istenmiştir. 
4. TKO kurulduğu tarihten itibaren, Irak’ta yaşayan bütün etnik gruplara karşı iyi niyetli bir açılım siyaseti izlemiştir. Herkese kapısını açmış, herkesle diyalog 
    kurmak istemiştir. 
5. TKO gençlere ve bunlar arasında üniversite öğrencilerine, gereken önemi göstermekten hiç bir zaman geri kalmamıştır. Geliri düşük olanları kucaklamış, bağrına basmıştır. Yardım etmiş ve barındırmıştır. Bunlar için Ocağa bağlı, özel bir öğrenci yurdu kurmuştur. 
6. Türkmen üniversite öğrencilerinin birbirlerine yakınlaşmalarını, birbirleriyle kaynaşmalarını sağlamak için tanışma törenleri gerçekleştirdiği gibi, mezuniyet törenleri de yapmıştır. 
7. Ayrıca, gençleri dillerine, kültürlerine bağlı kılmayı sağlamak için, dil kursları, açmış, edebiyat festivalleri ve şiir törenleri düzenlemiştir. 

Bütün bu olumlu çalışmaların sonucu olarak, TKO ile millet arasında eşi örneği görülmeyen bir kaynaşma, bir güven ve güvence başlamıştır. 

Ocak milletin gözünde gitgide büyümüştür, simgeleşmiştir. Millet tarafından Erbil, Musul ve Kerkük’te şubeler açması istenmiştir. Musul ve Erbil şubelerinin 
açılmasına izin verilirken, Türkmenlerin Kerkük’teki nüfusunun daha da artması, ve artabileceği korkusundan, Kerkük’te şube açmasına izin verilmemiştir. 
Bu yüzden Kerküklülerin Ocağa karşı yaşadıkları hasreti gidermek, memleketin demokrasiye kavuşması tarihine ertelenmiştir. 

Bu Şube 2009’de açılmıştır. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkmenlerin kültürüne, gazete ve dergileri kapatmak vesilesiyle vurulan darbelere karşı ve ortalıkta oluşan kültürel boşluğu doldurmak amacıyla TKO ayrıca, kuruluşunun üzerinden bir yıl geçer geçmez, çok önemli bir çalışmaya imza atmıştır. Günümüze kadar kültürümüzün temel taşını oluşturan Kardeşlik dergisini çıkarmaya başlamıştır. Aydınlarımız bu müjdeyi, derginin etrafına sarılarak karşılamışlardır. Dergiyi kültürümüz ile ilgili olarak her türlü yazılarıyla desteklemişlerdir. Tarihimiz, coğrafyamız, edebiyatımız, dilimiz, sanatımız, folklorumuz, gelenek ve göreneklerimiz ile ilgili, bütün bu konularla ilgili en ince araştırmalar, en derin incelemeler Kardeşlik dergisinde yayımlanmıştır. 

Üstat Ata Terzibaşı’dan, derginin, Türkmen kültür yapısı içerindeki önemi gösteren şu cümleyi buraya aktarmak istiyorum: “Bugün Irak Türkmenlerinin 
cumhuriyet devri edebiyat ve umumi tarihini izlemek yolunda, derginin koleksiyonlarını karıştırmadan kesin bir neticeye varmanın zorluğu bilinmektedir.” 

-O tarihlere kadar, Türkçe eğitim veren okullarımız olmadığı için, gençlerimiz dillerini dergi yoluyla öğrenmekteydiler. Buna bağlı olarak da tarihlerini, edebiyatlarını, kültürümüzün her yönünü, kimliğimizle alakalı olan her şeyi dergi yoluyla öğrenmekteydiler. 

-Bugün ister siyasi, ister kültürel ister de edebi alanında olsun dostlarımızın birçoğu: Irak Türkmen edebiyatçılarının, aydınlarının, siyasetçilerinin birçoğu derginin gölgesinde yetiştiğini inkâr etmemekte ve vardığı konumu, dergiye ve dergiyi çıkarmakta olan Türkmen Kardeşlik Ocağına borçlu olduklarını itiraf etmektedirler. 
-Türkmenler, Türkmen Kardeşlik Ocağına, bu çalışmaları yüzünden, Türkmen Hükümeti gözüyle bakmaya başlamışlardır. Hatta bir tarihte, ne zaman bir dertleri, bir sorunları, bir sıkıntıları olsa Ocağa başvurmuşlardır. Ocağın yönetim kurulları da elden geleni yapmaktan geri kalmamışlardır. 

Bu durum 1976 yılına kadar böyle devam etmiştir. 1968 yılında iktidarı ele geçiren Baas Rejimi, istihbaratı yoluyla, TKO’nın Türkmenlerin bir varlık kalesi olduğu algısına varınca, hemen bu kaleyi yıkmaya çalışmıştır. İlkin kendi yobazlarını, kendi taraftarlarını, bir seçim tezviri, bir seçim sahtekârlığıyla iş başına getirmiş ve daha sonra bu kaleyi uzun bir zaman idare edenleri, Türkiye için casusluk yapmak suçuyla içeri atmıştır. 
16 Ocak 1980 tarihinde bunları idam etmiştir. Bu tarih Türkmenler tarafından şehit günü olarak kabul edilmektedir. 

Bütün bu sindirme eylemlerine karşı, Türkmenler, ayakta kalmayı sürdürmek için durmadan alternatifler aramıştır ve yine bunları, kültürlerine sarılmakta bulmuşlardır. 

1970 yılında sanatçılarımızdan bir grup, Kerkük’te bir araya gelerek, “Milli Takım” adında bir ekip oluşturmuştur. Bu ekip, bir yandan halay ve şarkı sanatımızı geliştirmeye, öte yandan Türkmen tiyatroculuğuna canlılık kazandır maya çalışmış ve başarılı çalışmalarıyla, kültürel bünyemizin içerisinde nadide bir yer edinmiştir. 

Yine 1970 yılında, devlet, Türkmenlere kültürel haklar tanımıştır. Türkmenlerin çoğunluk oluşturduğu yerleşim bölgelerinde, Türkmence eğitim veren okulların açılmasına, televizyon ve radyoda Türkmence yayınların uzatılmasına, Türkmen kültür ve eğitim müdürlüklerinin kurulmasına ve Türkmence haftalık bir gazete ile aylık bir derginin çıkarılmasına karar vermiştir. 

Kısa bir süre içerisinde Türkmeneli bölgelerinin her yerinde yüzlerce ilkokul açılmıştır. Memlekette yaşayan etnik gruplara karşı, ırkçı tutumundan 
dolayı, bu okullar rejimi rahatsız etmeye başlamış ve iki yıl geçmeden tüm okullarımız kapatılmıştır. Fakat Türkmenler, Türkmen aydınları, arta kalan haklardan: 

• Türkmen Kültür Müdürlüğü ve bu müdürlük tarafından 16 sayfa ile haftalık olarak çıkarılan Yurt gazetesini, 
• Türkmen Edebiyatçılar Birliğini ve bu Birlik tarafından çıkarılan Birlik Sesi dergisini 
• Radyo ve Televizyon yayınlarını, milletin kültürünü geliştirme açısından en iyi bir şekilde kullanmaya çalışmıştır. 

Sözün kısası, Nisan 2003 tarihine, yani Amerikan işgali tarihine kadar Türkmenlerin kültürel yapısı içerisinde bu kurum ve kuruluşları görmekteydik. 
Aydınlarımız bu kurum kuruluşlar yoluyla hizmetlerini, her geçen gün artırarak sürdürmekteydi. 

2003’ten sonra bu manzara değişti. TKO ile Kardeşlik dergisi hariç, bütün adını saydığım kurum ve kuruluşlar kapatıldı. Yerini yeni kurum ve kuruluşlar almaya başladı. Bunların çoğu, sivil toplum kuruluşu gibi kurumlar olup; siyasi parti ve teşkilatlarımızın çatısı altında çalışmakta ve onlar tarafından idare edilmektedir ler. 

• Bu gün memleket içerisinde Türkmenlerin, bir değil, birkaç edebiyatçılar birliği bulunmaktadır. Erbil, Kerkük, Telafer, Tuzhurmatu’da birer edebiyatçılar birliği var olup; bunların, bildiğim kadarıyla, ne bir iç tüzüğü, ne de özel bir çalışma programları vardır. 
• Bu gün memlekette iki dergi ve bir gazete yerine yaklaşık 12 dergi ve gazetemiz vardır. Bunların bir kısmı siyasi gazeteler diğerleri ise kültür niteliklidir. Fakat ne var ki, bu dergi ve gazetelerin bir çoğu birbirlerinin kopyası gibidir, orada yayınlanan haber ve yazılar, burada da aynen yayınlanmaktadır. Üstelik bu gazetelerin birçoğu bülten gazeteleridir, yorum yapamaz, haberleri tahlil edemez, olduğu gibi yayınlamakla yetinir. 
• Dün memlekette Türkmence birkaç saatlik yayın yapan bir radyo evi ile bir televizyon kanalı varken, bu gün yirmi dört saat yayın yapan iki televizyon kanalımız bulunmaktadır. Biri özel diğeri ise devlet tarafından idare edilmektedir. 

Devlet tarafından idare edilen kanal, maalesef devlet taraftarlarının gütmekte olduğu siyasi amaçlara hizmet etmektedir. 

• Dün her hangi bir sitemiz yokken, bugün yine 15 üstünde internet sitemiz vardır. Ancak bunların büyük bir kısmı güncelleştirilmemektedir. 
• Ayrıca her bölgede bir halay takımı, bir sanat derneği ve bir tiyatro ekibi bulunmaktadır. Bunlar yer yer güzel çalışmalarla karşımıza çıkmaktadırlar. 
• Kültürel açıdan Türkmenlerin, bu süreçte kayıt etmiş oldukları en önemli çalışma, şüphesiz ki, Türkçe eğitim veren okulların açılması oldu. 

Bugün Irak içerisinde ilkokuldan tutun, liseye kadar yüzlerce okulumuz vardır. Bu okullarda binlerce öğrenci, çeşitli bilim dallarında eğitim gördükleri gibi, 
kendi kültürleri, tarihleri, sanat ve edebiyatları ile ilgili olarak zengin bilgiler edinmektedir. Burada yetişen öğrencilerimizin bir kısmı, Türkçemizi, aramızda 
siyasetçi ve ya edebiyatçı olarak geçinenlerden daha güzel konuşmaktadırlar. Kısacası, bugün Türkmenlerin, Irak içerisinden sarsılmayacak kadar güçlü bir 
kültür yapıları bulunmaktadır. Bu konuda yakın bir tarihe kadar yaşanılan sıkıntılar artık geri bırakılmıştır. Türkmenler, kültür mücadelesini kazanmıştır. 

Ancak bu, her şeyin Türkmen için yolunda gittiği anlamına gelemez. 
Bu gün Türkmenler, Irak’ta başka sorunlar, başka sıkıntılarla karşılaşmakta ve 
bu sıkıntıların mücadelesini vermektedirler. 
Buların başında toprak mücadelesi gelmektedir. Topraklarımıza tecavüz edilmekte, elimizden alınmaya çalışılmaktadır. Bu mücadelede kazanacak mıyız? 
Kültür mücadelesinde gösterdiğimiz olduğumuz gayreti, bu mücadelede de göstereceksek kazanacağımızdan eminim. 

13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***