Meşküre Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Meşküre Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Haziran 2016 Salı

Türkiye Cumhuriyeti'nin Takip Ettiği Dış Türkler Politikası(zlığı) BÖLÜM 1



Türkiye Cumhuriyeti'nin Takip Ettiği Dış Türkler Politikası(zlığı) 

BÖLÜM 1



Yazar: Meşküre Yılmaz,
03 MAYIS 2007 PERŞEMBE


Kıbrıs ve Batı Trakya'da yaşayan Türklere baktığımız zaman,bu bölgeler birbirinden uzak coğrafyada yer alsa da Yunanistan'ın buralar üzerindeki emellerinin, Türkiye'nin aynı bölgeler üzerindeki politikasının veya bu bölgelerde yaşayan Türklerin durumunun bir diğeri ile kaçınılmaz ilişkili olduğunu görürüz. Türkiye'nin Kıbrıs politikası, esas itibariyle güvenlik ve Kıbrıs tarafından çevrilme kaygılarına dayanmaktadır. Bölge ile 1955'li yıllara kadar ilgilenmeyen Türkiye, daha sonra kendi çıkarlarına uygun gelen İngiliz siyasetinin sonucu olarak Kıbrıs'a ve burada yaşayan Türklere sahip çıkmıştır.

Günümüzde ise Kıbrıs meselesi tamamen AB ekseninde ele alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nin izlediği politika ile KKTC Hükûmeti'nin kendisine paralel (dolayısıyla AB'ne paralel ve tamamen Rum ve Yunan yönetimleri doğrultusunda hareket eden) yönetimle tamamen Türkiye'nin millî menfaatlerine ve adadaki Türklerin hak ve menfaatlerine ters düşen bir durum söz konusudur. Annan Plânı ve sonrasında KKTC'de yaşanan seçim süreçleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. İzlenen bu yanlış politikadan vazgeçilmediği taktirde adadaki Türkler Rumların içinde azınlık durumuna düşecekler, Türkiye'nin de güvenliği ve itibarı yara alacaktır.
Asırlardır kendilerini barışçı Türk ve Müslümanları barbar ve uzlaşmaz gösteren Haçlılar her zamanki gibi çifte standart uygulamışlardır. Türkiye'ye "Kıbrıs sorununu çöz öyle gel" diyen AB 24 Nisan'daki referandumda Annan Plânı'na "hayır" diyen Rum kesimini 1 Mayıs'ta AB'ne almıştır.
Batı Trakya Türkleri, Lozan Andlaşması ile hakları garanti altına alınan (Türkiye'de yaşayan Rumlara karşılık olduğu için, başka türlü anlaşmayla bile olsa Türklere hak verildiği görülmemiştir) istisna soydaş grubudur.

Bölge Türkleri'nin durumu, genelde Türk-Yunan ilişkileri, özelde ise Kıbrıs'ta yaşanılan gelişmelere bağlı olarak değişmiştir. AB yine Türkiye'de Lozan'da belirlenen esaslar dışında azınlık ve azınlık hakları ararken AB'ne üye bir ülke olan Yunanistan'ın Batı Trakya Bölgesindeki Türkler temel hak ve hürriyetlerinden mahrum bir şekilde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Batı Trakya'yı 1952'de Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın ziyaretinin ardından ellibir yıl sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2004 yılında ziyaret etmiştir. Ancak bu ziyarete rağmen Türk-yunan dostluğu Batı Trakya'da henüz hissedilmedi ve bu yumuşama bölgedeki Türkler lehine bir fayda sağlamadı.
Bulgaristan Türklüğü de, Batı Trakya ve diğerleri gibi sancılıdır. Lozan sonrası sadece 1930'ların ortasına kadar durumları iyi seyreden bölge Türkleri, daha sonra ağır baskılar karşısında yollara düşerek Türkiye'ye göçmüşlerdir. Bölgede hemen tüm zamanlarda önemli bir oranı teşkil eden soydaşlarımız, Bulgar yönetimi tarafından bir düşman olarak algılanmış ve bölge dışına gönderilme yolları aranmıştır. Bulgaristan Türkleri üzerindeki baskılar 1985'li yıllarda doruk noktasına çıkmış ve varlıkları yok edilmeye çalışılmıştır. Her zaman olduğu gibi tüm diplomatik yöntemleri deneyen ve başarılı olamayan Türkiye, son çare olarak önerdiği göç çözümüne ancak beş yıl sonra cevap alabilmiştir. 1989 sonrası demokratik dönemde bölge Türkleri üzerindeki eski baskılar olmamakla birlikte bu seferde ekonomik sorunlarla sıkıntılı günler geçirmektedirler. Ancak son yıllarda Bulgaristan'ın AB'ne girmek için yaptığı ev ödevleri nedeniyle durumlarında değişiklikler meydana gelmiştir. Hatta bu nedenle Türkiye'den Bulgaristan'a tersine göçler dahi görülmektedir.
Eski Yugoslavya içinde yer alan Kosova ve Makedonya bölgesinde yaşayan Türkler, Yugoslavya'nın dağılma süreci öncesi genelde kültürel haklardan yoksun yaşamışlar ve buralardan da Türkiye'ye göçler olmuştur. Makedonya'nın bağımsızlığı sonrası bu bölgede yaşayan Türklerin durumu nisbeten iyi durumdadır. Romanya sınırları dahilinde yaşayan Türkler ise, diğerlerine göre daha şanslı ve kültürel haklara sahip bulunmaktadır.

Orta Doğu bölgesinde yaşayan Türkler olarak Irak ve Suriye sınırları içinde yaşayan soydaşlarımızdır. Irak, I: Dünya Savaşı sonrası yüksek İngiliz petrol çıkarları uğruna Türkiye'den koparılan bir bölgedir. Burada yaşayan Türkler de, anılan çıkarların korunması açısından bir düşman olarak algılanmış bu nedenle de çeşitli baskı ve yöntemlerle göçe zorlanmışlardır. Bölgede hüküm süren dikta rejimleri ve yaşanan savaşlar, Irak Türkleri veya Türkmenlerin durumunu, özellikle Körfez Savaşı sonrası, içler acısı hale getirmiştir. Irak Türklerine hiçbir şeye karışmama ve iyi vatandaşlar olmalarını öneren Türkiye'nin bölgeye yönelik ciddi bir politikası maalesef mevcut değildir. Yaşanılan ikinci Körfez Savaşından sonra gelinen süreçte Türkmenler için tam bir felaket olmuştur. 15 Ekim 2005'te yapılan halk oylaması sonucu Irak Anayasası kabul edilmiştir. Arap, Kürt ve Türkmenler arasında bir mücadele alanı haline gelen Kerkük konusunda, anayasada Kürtler lehine düzenlemeler yapılmıştır. ABD, İngiltere, Irak Yönetimi ve Kürtler arasında yapılan gizli anlaşma çerçevesinde de Kürt bölgesine geçeceği ortaya çıkmıştır. Kürtlerin aldığı yazılı güvence, kendi seçim sonrasında Kürt yönetimine bağlamayı öngörmektedir. Güvenceler arasında, Kerkük'ü Kürt yönetimine bağlamak için referanduma gidilmesi ve 11 ay sonra yeniden mahalli seçim yapılması yer almaktadır. Bu nedenle işgal kuvvetleri ve işbirlikçileri asırlardır Türk yurdu olan Kerkük'ün (Kerkük Türktür Türk kalacaktır) demografik yapısını değiştirmek için yoğun çaba harcamaktadırlar. Bu amaçla 600 bin Kürt Kerkük'e getirilip yerleştirilmiştir. Böyle bir oldu bittiye ne Türkmenler ne de Türk milleti razı olmayacaktır. Bunu 28 Nisan 2007'de Tandoğan'da bir kez daha bu konuda tedbir alması gerekenlere coşkulu bir şekilde hatırlatmışlardır. Ancak kırmızı çizgilerin durumu düşünülürse durumun çok ümit verici olmadığı anlaşılacaktır.

I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı topraklarının paylaşımında sus payı olarak Fransızlara verilen Suriye bölgesinde de önemli bir Türk varlığı yaşamaktadır. Suriye'nin bağımsızlık sürecinde Hatay, yeniden anavatana katılmış ve bu durum Suriye yöneticileri nezdinde büyük bir düşmanlık olarak algılanmıştır. Burada hüküm süren dikta rejimleri ve aşırı Türk düşmanlığı, Türkiye'nin bir Suriye Türkleri politikası oluşturma ve uygulamasını geçersiz kılmıştır. 

Buna karşılık Suriye, Türkiye'ye zarar verebilecek her türlü hareketi sürekli illegal desteklemiştir. ABD ve AB'nin siyasî baskılarına rağmen 2000 yılından itibaren Beşer Esad ile birlikte Türkiye Suriye ilişkilerinde yeni bir dönemin açıldığını söylemek mümkündür.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-asya-arastirmalari-merkezi/2007/05/03/245/turkiye-cumhuriyetinin-takip-ettigi-dis-turkler-politikasizligi

..

Artık Suriye’nin Tek Derdi Hatay Değil!



Artık Suriye’nin Tek Derdi Hatay Değil!



Yazar: Meşküre Yılmaz
29 HAZIRAN 2007 CUMA

Misak-ı Milli sınırları içinde olan Hatay'ın 1939 Haziranında anavatana katılmasını Suriye bir türlü hazmedememiştir. Suriye Türkiye'ye yönelik faaliyetlerini uzun yıllar hem gizli hem de açık yollarla sürdürmüştür. Bu kapsamda; PKK'ya açıktan destek vermiş, Hatay'ın bazı yörelerinde Nusayrilere finansman destek sağlayarak mülk edinmelerini temine çalışmış, Hataylı gençlere Suriye Üniversitesi'nde kontenjan sağlamıştır.

Suriye'nin Türkiye'nin güvenliği aleyhinde çaba ve hareketleri yeni bir olay değildir. 1960'lı yıllar sonu ile 1970'li yıllar başlarında Marksist-Leninist Türk örgütlerine destek veren Suriye, Ermeni terör örgütü ASALA'ya da destek sağlamıştır. Bunun üzerine Türkiye 1983 yılında bu ülkeye bir nota vererek ASALA militanlarının Suriye topraklarından çıkartılmasını istemiştir. Ancak buna karşılık Suriye bu tarihten sonra da PKK'ya her türlü lojistik, silah ve askeri eğitim desteği sağlamıştır.

Suriye teröre verdiği desteğin sebebini Türkiye'nin su kaynaklarında denetim kurmasını engellemek olduğunu iddia etmiştir. Su sorunu her ne kadar Suriye tarafından çıkarları için kullanılan yapay bir sorun olsa da, yakın gelecekte Türkiye'nin Ortadoğu politikası üzerinde duracağı konulardan en önemlisini oluşturacaktır.

Türkiye 14 yıl PKK ile ortak hareket eden Suriye'ye karşı 1998 yılına gelindiğinde çok ciddi bir tepki verdi. 29 Ağustos'ta kuvvet komutanları değiştikten sonra gerek askeri gerek siyasi kanaddan yapılan açıklamalar Türkiye'nin sabrının taştığını gösteriyordu. 1998'in Ekim ayında Adana'da yapılan görüşme sonucu varılan mutabakata göre Suriye Abdullah Öcalan'ın Suriye dışında olduğunu ve birçok PKK'lının tutuklandığını açıkladı.

Böylece imzalanan anlaşma ile Suriye, Türkiye'ye karşı yıllarca uyğuladığı teröre destek politikasını bıraktı. Türkiye aleyhine olan terör eylemlerini desteklediği için Suriye'ye karşı temkinli bir siyaset takip etmiştir.Suriye'nin PKK'ya verdiği desteği çektiğini açıklaması üzerine Türkiye'de yakınlaşma göstermekten çekinmemiştir.

Türkiye ile Suriye ilişkilerinde üst düzey ziyaretler Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 2000 yılında Hafız Esat'ın cenaze törenine katılmasıyla başlamıştır. 2004 yılında da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'yi ve yeni başkan oğul Beşer Esat'ın Türkiye'yi ziyaretleri gerçekleşmiştir.

ABD ve AB iptal etmesini istemesine rağmen 2005 yılında Cumhurbaşkanı Sezer daha önceden planlandığı gibi ikinci kez Suriye'ye gitmiştir.

Suriye ise son dönemde gerek komşularıyla gerekse ABD ve Avrupa'nın baskısıyla çok zor günler geçiriyor. Bu nedenle Türkiye'yi bir kurtuluş yolu olarak görüyor. Türkiye'ye yakınlaşmak için de başta iki ülke arasında devam eden mayın temizleme projelerinin yanı sıra Türkiye'ye sunulmak üzere bir çok yeni projeler hazırlıyor.

Bu projelerin başında Fıratnehri üzerine bir baraj yapılması, sınırda serbest ticaret bölgesinin açılması, vize uygulamasının kaldırılması, üniversiteler arası akedemik ve kültürel iş birliğine gidilmesi gibi konular geliyor.

Şimdiki yönetime bakdığımız zaman baba ve oğul Esat'ın birbirlerinden çok farklı olduğunu görüyoruz. Baba Esat bir darbe ile iş başına gelmesine rağmen yaşadığı sürece darbe yapılmasına izin vermedi. Tam anlamıyla iktidar oldu. Batılıların " Müslüman Kardeşler " kozunu kanlı bir şekilde bastırmaktan çekinmedi. İsrail'e bile "Mısır'sız Savaş, Suriye'siz barış olmaz" dedirtti.
Oğul Esat'ın aynı şekilde iktidara sahip olduğunu söylememiz oldukça zor. ABD tarafından köşeye sıkıştırılmaya çalışılan Suriye'de Beşer Esat iktidarda değişiklik yapmasına, demokratikleşme için adımlar atmasına ve ekonomik alanda yeniliklere girişmesine rağmen istediği sonuçları alabilmiş değil.

Lübnan eski Başbakanı Hariri'nin öldürülmesi de tam Suriye'de bu şekilde birçok alanda değişiklik ve karışıklığın yaşandığı döneme rastladı. Bunun bir rastlantı olup olmadığı Hariri'yi kimin öldürdüğü hiç önemli değil! Önemli olan Suriye'nin güç durumda bırakılması. BM Güvenlik Konseyi aldığı kararla Suriye'den Hariri suikastına karışanları mahkeme önüne çıkartmak için uluslararası işbirliği istedi. Bu isteğe dolaylı olarak karşı çıkan Suriye yalnız bırakıldı. Avrasya ve Arap ülkelerinden beklediği desteği alamayan Suriye'ye ABD, Fransa ve İngiltere daha çok yüklendiler. Suriye baskı ve yalnızlıkla karşı karşıya. Gerçi Irak'ta yaşananlar Suriye'yi biraz rahatlatıyor. Irak'a uygulanan ekonomik ambargoyu batılı ülkeler, ülke halkını hedef aldığı için doğru bulmadıklarını açıkladıklarından ekonomik ambargodan kurtarmış oluyorlar. Yine Irak örneğinde olduğu gibi ABD ve İngiltere askeri bir operasyon senaryosunu şimdilik gündeme getirmiyorlar. Suriye hedeften çıkmaya çalışıyor. Ama ABD ve Avrupa Suriye'yi hiç aklından çıkarmıyor ve değişik senaryolar yazmaya devam ediyor. Bu senaryoların içinde Baas yönetiminde kavga, değişik kesimlerle desteklenecek iç kargaşa, Müslüman Kardeşler ve kürtler tarafından başlatılacak bir ayaklanma ve mezhep çatışmaları bulunuyor.

Bu senaryolardan biri ya da birkaçı uygulamaya konduğu zaman Suriye'nin daha çok sıkışacağı aşikar. Dolasıyla kendisine müttefik arayacak. İran'da Suriye ile benzer bir durumda olduğu için iki ülke arasında hissedilir bir yakınlaşma sözkonusu.Suriye Türkiye ile de yakınlaşma için çaba sarfediyor. Türkiye bölgenin her bakımdan en önemli ülkesidir. Önemli olan Türkiye'nin büyüklüğünün ve gücünün farkında olmasıdır.


..