MİTHAT SANCAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MİTHAT SANCAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2020 Perşembe

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 1

 BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 1




Demokratikleşme, sürecinde, Yargı Kurumunun, Toplumsal Algılanışına, Bakarken, Biraz adil, Biraz değil, Ethem Mahcupyan,

Yazarlar
MİTHAT SANCAR 
SUAVİ AYDIN
Yazarlara Yazdıran TESEV
Sorumlu;
Ethem Mahcupyan
Mayıs 2009

Yargı Kurumunun Toplumsal Algılanışına Bakarken...
....

“BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL...” DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI


“Biraz adil, Biraz değil ...”
Demokratikleşme sürecinde TOPLUMUN YARGI ALGISI
ISBN 978-605-5832-15-5
TESEV YAYINLARI
Yayına Hazırlayanlar: 
Duygu Güner, 
Koray Özdil
Düzelti: Elçin Gen
Kapak Tasarımı: Bora Tekoğul
Baskı Öncesi Hazırlık: Myra
Baskı: Euromat
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı Demokratikleşme Programı
Bankalar Cad. Minerva Han No: 2 Kat: 3
Karaköy 34420, İstanbul
Tel: +90 212 292 89 03 PBX
Fax: +90 212 292 90 46
info@tesev.org.tr
www.tesev.org.tr
Copyright © Mayıs 2009
Bu yayının tüm hakları saklıdır. Yayının hiçbir bölümü Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) izni olmadan elektronik veya mekanik (fotokopi, kayıt veya bilgi depolama, vd.) yollarla çoğaltılamaz.

Bu kitapta yer alan görüşler yazara aittir ve bir kurum olarak TESEV’in görüşleriyle birebir örtüşmeyebilir.

Bu kitabın yayımlanmasındaki katkılarından ötürü Almanya Federal Cumhuriyeti
Büyükelçiliği Ankara’ya, Açık Toplum Enstitüsü-Türkiye’ye ve TESEV Yüksek Danışma Kurulu’na teşekkür ederiz.

Mayıs 2009
Teşekkür.,

Alan çalışmaları sırasında büyük yardımlarını gördüğümüz Bağış Erten’e, Çağdaş
Demren’e, Abdürrahim Özmen’e, Handan Üstündağ’a, Yasemin Çakar’a, Yalçın
Mergen’e, Çakır Ceyhan Suvari’ye, Jelle Verheij’e, Turgut Karabulut’a, Tuğba Atalar’a ve görüşmeyi kabul edip sorularımıza içtenlikle cevap veren bütün görüşmecilerimize sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Yargı Kurumunun Toplumsal Algılanışına Bakarken, 1

Summary, 3

GİRİŞ, 5

İÇİNDEKİLER.,

YÖNTEM, 5

ALGILARIN ÖZNELLİĞİ, 6

YARGI ERKİNE DAİR ALGI: DEVLET-YARGI ÖZDEŞLİĞİ, 8

MAHKEME VE ADLİYE İMAJI: “ALLAH KİMSEYİ ORAYA SALMASIN”, 10

ADALET VE HUKUK ALGISI, 13

İDEAL HÂKİM İMGESİ, 18

MAHKEMELERDEN BEKLENTİLER, 21

MAHKEMELERDEN BEKLENTİLERİN GERÇEKLEŞECEĞİNE DAİR İNANÇ, 24

MAHKEMELERİN ADİLLİĞİNE DUYULAN GÜVEN, 30

ADALET SİSTEMİNİN İŞLEYİŞİNE DAİR ALGI KALIPLARI, 34

i. Adalet Sisteminde Kayırmacılık ve Güç İlişkileri, 35
ii. Yargılama Sürecinde Keyfîlik ve Kişisellik, 43
iii. Davaların Uzun Sürmesi, 45
iv. Mahkemelerin İş Yükünün Ağırlığı, 50
v. Hak Aramanın Pahalı Olması, 51
vi. Yargı Süreçleri Dışında Adalet Arayışı, 53

YARGI BAĞIMSIZLIĞINA DAİR ALGI KALIPLARI, 60

YARGININ TARAFSIZLIĞINA DAİR ALGILAR, 64

YARGIDA DEVLETÇİLİK, 65

MAHKEMELERDE AYRIMCILIK, 74

ÖZEL MAHKEMELERE DAİR DEĞERLENDİRMELER, 76

HUKUK SİSTEMİ HAKKINDA FARKINDALIK VE BİLİNÇ DÜZEYİ, 78

SONUÇ YERİNE, 81

GÖRÜŞME LİSTESİ, 84

Yazarlar Hakkında, 86

1 Avrupa Birliği üyelik sürecinin siyasette merkezî bir yere oturmasından bu yana
Türkiye reformlara ve değişime odaklanmış durumda. Ne var ki bu sadece siyasî
iradeyi değil, toplumsal kabullenmeyi de gerektiriyor. Çünkü Türkiye’nin ayak bağlarıdevlet geleneğinden olduğu kadar, toplumsal zihniyetten de kaynaklanmak ta. Bu nedenle yeniden yapılanması beklenen alanlarda toplumsal algının nasıl değiştiği ve muhtemel reformlara ne denli hazır olduğu çok önemli bir soru. TESEV bu yöndeki irdelemelerini yakın geçmişte dört kitapla kamuoyuna sunmuştu. Dindarlık, laiklik, milliyetçilik gibi ideolojik çerçeveler yanında, devlete olan yaklaşımı ve aile içindeki ataerkil ortamı ele alan bu çalışmalar, algıların bireysel ve grupsal düzlemde nasıl değişmekte olduğunu ortaya koydu.

Ancak siyasî irade ile toplumsal sahiplenme arasında çok önemli bir katman daha var ve Türkiye’nin reform ihtiyacı belki de kendisini en fazla bu noktada gösteri yor. Söz konusu katman, bürokratik kurumlar. Başta silahlı kuvvetler, yargı ve emniyet olmak üzere neredeyse bütün bürokrasinin hem zihniyet hem de organizasyon ve işlevler açısından yeniden yapılandırılması zorunlu gözüküyor.
Dolayısıyla “Algılar ve Zihniyetler” dizisinin bundan sonraki çalışmaları kurumları
ele alıyor. Yargıyı kuşatan zihinsel çerçeveyi farklı boyutlarıyla sunmayı hedefleyen ilk proje, meseleye dört açıdan yaklaşıyor. Birinci kitap savcı ve yargıçların anlam dünyasını irdelemeyi hedeflemişti. Elinizdeki bu ikinci kitap ise toplumdaki adalet algısını ve yargı kurumunun zihinlerde nasıl işlevselleştiğini tespit etmeye çalışıyor.

  Hakkaniyet ve suçluluk gibi terimlerin pragmatik bir çerçevede yorumlandığını
ortaya koyarken, ilkesel temeli sağlam olan bir hukuk anlayışının yerleşebilmesi nin önündeki toplumsal algı engellerini de ortaya koyuyor.

   Türkiye’nin demokratikleşme sürecindeki gereksinimi, günümüzün evrensel
kabullerine uygun bir vatandaşlığın ve ona uygun yönetsel mekanizmanın oluşmasıdır.
Hukuk ve dolayısıyla yargı bürokrasisi ise böyle bir dönüşümün vazgeçilmez teminatı olarak merkezî bir yere sahip. Elinizdeki çalışmanın, böylesine önemli bir alanda yapılacak reformların tartışılmasına ciddi katkılar yapacağını umuyoruz...

Etyen Mahçupyan Demokratikleşme Programı Direktörü TESEV Yargı Kurumunun Toplumsal Algılanışına Bakarken

GİRİŞ;

TESEV’in Demokratikleşme Programı’nda yer alan “Algılar ve Zihniyet Yapıları”
başlıklı araştırma dizisi çerçevesinde gerçekleştirilen bu çalışma, “Yargıda ve Yargıya Dair Algı ve Zihniyet Kalıpları” projesinin ikinci aşamasını oluşturmakta dır. 
  Bu çalışmanın amacı, toplumun çeşitli kesimlerinin yargıya yönelik bakışları hakkında veri toplamak; böylece yargıya dair belli algı kalıplarını anlamayı sağlayacak dayanak noktaları tespit etmektir.

Bu çalışma; projenin birinci ayağını oluşturan “Adalet Biraz Es Geçiliyor…” Demokratikleşme Sürecinde Hâkimler ve Savcılar kitabının bütünleyicisi olarak tasarlandı. Bu iki çalışma; kavramsal çerçeve, teorik temeller ve yöntem bakımından aynı evreni paylaşmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada, kavramsal açıklamalara ve teorik bilgilere ayrıca yer vermeye gerek görmedik. “Yöntem” konusunda ise, bu çalışmaya özgü hususların altını çizmekle yetindik.

Birinci çalışmada olduğu gibi bu çalışmada da, daha ziyade görüşmecilerin değerlendirmelerini aktarmaya ve kendi yorumlarımız konusunda tasarruflu davranmaya özen gösterdik. İki çalışma bir arada okunduğunda, görüşlerine başvurduğumuz hâkim ve savcılar ile yurttaşların, yargıya dair önemli meselelerde benzer algıları paylaştıkları fark edilecektir. Ancak bu konuda da, didaktik bir üslup ve tarzdan kaçınarak, algılardaki benzerliklerin ve farklılıkların teşhisini ve bunların anlamlarının tespitini okurlara bırakmayı tercih ettik.

Yöntem.,

Bu çalışmada “derinlemesine mülakat” tekniği kullanılmış ve sorgulamaya ilişkin
belirli bir çatı kurulmuş olmakla birlikte, görüşmeler, görüşmecilerin deneyimleri
doğrultusunda gelişmiştir. Çalışmada görüşmeciler tamamen rastgele seçilmiştir.
Bu rastlantısallığın belli ölçülerde temsil yeteneği kazanabilmesi için, ülkenin çeşitli
yerlerinden görüşmecilerin belirlenmesi tercih edilmiş ve görüşmeler bu şekilde
yürütülmüştür.

Görüşmeciler, yaş, cinsiyet, meslek, etnik köken, sosyal statü, ideolojik ve siyasal
görüş gözetilmeden, rastgele bulunmuştur. Ancak, ülkemizin arz ettiği çeşitlilik
ve hareketlilik sayesinde, sanki bu kategoriler dikkate alınarak belli bir örneklem
oluşturulmuş gibi, bu rastgele seçim belirli bir temsil kabiliyeti kazanabilmiştir. 
Bu durum görüşmeciler tablosundan rahatlıkla izlenebilmektedir.

Bu çalışmanın amacı, halkın yargı hakkındaki izlenim ve algılarını anlamaya yardımcı olacak bilgilere ulaşmaktır. Ancak bu yapılırken, istatistiksel sonuçlara ulaşmaktan ziyade, bu izlenim ve algıların haritası çıkarılmaya çalışılmış; adalet düzeni ve mahkemeler hakkında ne tür fikirlerin mevcut olduğu gösterilmeye çalışılmıştır.

Böylelikle ortaya bir fikirler demeti çıkmaktadır. Bu fikirler gruplanarak anlamlı bir
metin kurgulanmıştır.

Mecbur kalmadıkça görüşmecilerin görüşleri olduğu gibi (hatta imla bozukluklarına
dahi müdahale edilmeden) aktarılmış, metinde söz tamamen onlara bırakılmıştır.
Metni oluşturanlar, görüş ve ifadeleri gruplamakla yetinip, sadece bir meta-analiz
için gerekebilecek yorum ve değerlendirmelere yer vermişlerdir.

Görüşmecilerin anlatımlarında yer yer tutarlı anlamdan yoksun ifadelere rastlanabilmektedir.

Böyle durumlarda, eğer bu tutarsızlık bir ikileme işaret ediyorsa, bu ikilemi
göstermesi bakımından önemi dikkate alınarak kote edilmiş; ancak bütünüyle
dilsel bir anlamsızlık içeriyorsa ihmal edilmiştir.

Bazı görüşmeciler, görüşmeler sırasında kayıt cihazı kullanılmasını istememişlerdir.

Onların ifadeleri, görüşme sırasında alınan notlara göre değerlendirilmiştir.
Bazı görüşmeciler ise, zaman zaman kayıt cihazını kapattırarak konuşmuşlardır. 
Bu durumda da yine alınan notlara başvurulmuştur.

Algıların Öznelliği.,

Yapılan bütün görüşmelerde ortaya çıkan fikirlerin ve ifadelerin, kişilerin öznel
deneyimlerinin ve dünya görüşlerinin bir yansıması olduğu kabul edilmelidir. Zaten
algıları yaratan ve yapılandıran süreç, tamamen öznel bir nitelik taşır. Özellikle
mahkemeyle karşılaşma biçimleri, kişilerin yorum ve düşüncelerini etkilemektedir.
Örneğin, daha önce mahkemeye gidip gitmediği sorulan bir görüşmeci deneyimini
şöyle aktarıyor:

[Mahkemeye] gittim, kendim de bizzat mahkemeye düştüm […] Ha o zamanki
şartlara göre mahkeme yani benim için olumlu geçti […] kendi açımdan. Ama
olumsuz geçseydi, benim için belki kafamda olumsuz bir etki bırakacaktı, ama
geçtiği için olumlu bir etki bıraktı. (Kars 4)

Aynı şekilde, bir başka görüşmeci mahkemeye suçlu olarak gittiği, yani suçlu olduğunu bildiği halde “suçsuz olarak çıkmak” istediğini söylüyor. (Samsun 2) Kişilerin kendi dışlarındaki dünyaya bakışları, kaçınılmaz bir biçimde, kendilerini merkeze alarak geliştirilmiş çerçevelerdir. Aynı görüşmeci devamla şunları ifade ediyor:

Suçlu da olsam, suçsuz çıkmak isterim, kimse özgürlüğünün kısıtlanmasını
istemez. Cezaevine girmek istemez ya da cezaevinde cezalandırılmak istemez,
kimse para cezası ödemek istemez ya da başka başka şekillerde... Yani kendi
adıma söyleyeyim, birisini öldürdüysem, cezasını çekmek istemem. Her ne kadar
yaparım, isterim desem de bu yalan. Böyle bir şey, içeri girerim, paşa paşa yatarım diye bir durum yok. (Samsun 2)

Ne var ki, hayatında hiç mahkemeye gitmemiş olanların yargının genel işleyişi
konusundaki algısı, bu öznellikle birleştiğinde, ortaya anlamlı sonuçlar çıkabiliyor.
Öznelliği bütünleyen en önemli olgu, rıza ve onayın varlığıdır. Kimi zaman kişiler
olumsuz sonuçlar karşısında bile, “hakkaniyet” içeren ve olguya dışarıdan bakılabildiğini gösteren yargılarda bulunabilirler. Bunun nedeni sürecin, kişinin rıza ve onayını arayacak bir olumsallığa sahip olmasıdır. Bu olumsallığı ortadan kaldıracak mutlak öznellik halleri, süreçle ilgili bariz bir yabancılaşma yaşanması halinde ortaya çıkabilir. Söz konusu yabancılaşmanın çeşitli kaynakları olabilir: Kişilere tarafsız ve dürüst davranılmaması durumunda beliren kayırmacılık, kötü muamele, adaletin önüne gelen kişi ile adaleti uygulayacak olanlar arasında yaratılmış bir hiyerarşinin varlığı, gibi. Bu yabancılaşmanın, kartopu misali, topluma yayılan bir genel-geçerlik kazanması, söz konusu algıların öznellikten sıyrılmasına ve somut bir duruma işaret etmesine yol açmaktadır.

Ayrıca, pek çok görüşmecinin fikirlerini açıkça ve medenî cesaretle ortaya koymak
konusunda çekingen davrandığı gözlenmiştir. Eskişehirli bir görüşmeci, bu durumun nedenini şu sözlerle dile getiriyor: “Söylemeye korkuyorum, fikir özgürlüğümüz yok bir defa!” Bazı görüşmeciler soruları kısa cevaplarla geçiştirmeye çalışırken, bazısı da hoşa gidebileceğini düşündüğü fikirler ortaya koyduğunu sezdirmiştir. Ancak, görüşmenin ilerleyen safhalarında, özellikle özgül olaylar hakkında konuşulduğunda ve başka sorularla görüşme geliştirildiğinde, başta söylenen stereotiplerle ya da soyut kavramlara ilişkin açıklamalarla çelişen ifadeler ortaya çıkmıştır. Biz, görüşmecilerin gerçek düşüncelerinin çelişkili gibi görünen sonraki beyanlar olduğu kanaatindeyiz. Zira somut olan, her zaman soyut olanın muğlaklığını ortadan kaldırır.

Görüşmelerdeki çekingenliğin nedeni ise açıktır: Türkiye toplumu kendisini hâlâ
sorgu altında hissetmektedir ve “ana-akım” ya da “resmî” saydığı görüşlere karşı
görüşler geliştirirken, hele tanımadığı bir kişiyle görüşürken temkinli davranmaktadır. 1
    Bu yüzden Türkiye’de yüzdelere vurulan istatistiksel araştırmaların güvenilirliği
son derece zayıftır. Ancak, uzun görüşmeler yaparak, somut durumu yakalayıp onun üzerine giderek bilgi edinmeye çalışmak her zaman daha iyi sonuç vermekte dir.
1   12 Eylül’ün hemen sonrasında Sıkıyönetim Mahkemesinde ki davalarını takip etmek için Diyarbakır’a giden bir avukat, hava alanından taksiye binip şehre doğru giderken her yanda Türk bayraklarının asılı olduğunu ve daha önce görmediği birtakım Atatürk büstlerinin belirli meydan ve parklara konmuş olduğunu görünce,
yüzünü buruşturur. Taksi şoförü ise, “Allah razı olsun paşalardan. Sayelerinde Atatürkümüze, bayrağımıza kavuştuk” deyince, Avukat mahkemelerdeki tiranik serencamın sıkıntısıyla şoföre çıkışır. Bunun üzerine taksi şoförünün cevabı ilginçtir: “Beyim, bu bizim resmî görüşümüzdür!”

Yargı Erkine Dair Algı: Devlet-Yargı Özdeşliği,

Yargının bir erk ve soyut bir yapı olarak algılanma şekli, özellikle yargıya izafe edilen işlevlerin anlaşılması bakımından önemlidir. Görüşmecilerin çoğunda gözlemlediğimiz ilginç bir husus, yargı erkinin, özellikle yürütme organını oluşturan birimlerle bir bütün halinde algılanmasıdır. Daha açık bir deyişle, görüşmeciler de, yargıyı devletle özdeşleştirme yönünde güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, mesela polis ya da jandarmada görülen bir usulsüzlük veya kayırmacılık olayı, doğrudan doğruya yargının bozuk işleyişinin örnekleri olarak sayılabilmektedir. Dolayısıyla yargı, devletin bütünlüğü içinde görülmekte, devlete ilişkin olumsuz duygu ve kaygılar yargıya da teşmil edilmekte veya yargıdaki işleyişe ilişkin olumsuz algılar devlete ilişkin algıları beslemektedir.

Buradan, görüştüğümüz insanlarda “kuvvetler ayrılığı” ilkesine dair bir yurttaş bilincinin bulunmadığı ya da bu ilkenin görüşmecileri miz nezdinde bir inandırıcılığının olmadığı sonucunu çıkarabiliriz. Karslı görüşmecilerden birinin sözleri bunun tipik örneğidir: “Vallahi yargı devletin polisinde de var, jandarma sında da var, hepsinde de var...” (Kars 1) Aynı yerde görüştüğümüz bir başka şahıs da, benzer ifadeler kullanmıştır:

“Poliste ve jandarmada da yargı vardır.” (Kars 11) Bu sözler, aslında polis
ve jandarma gibi kurumların, kendilerini yargının yerine koyabildiğini ima etmektedir.

Bu algı, yargının güçsüz ve etkisiz olduğu yorumuna da elverişlidir. Nitekim yine
Kars’ta görüştüğümüz bir kişi, bunu doğrudan ifade etmiştir. Ona göre, Türkiye’de
asker ve polis (yargıya ve hükümete göre) çok fazla söz sahibidir. “Onların her istediği oluyor da, hükümetin çok fazla etkisinin olmadığını düşünüyorum. 

Türkiye’de [...] askerî yönetim gibi bir şey var!” (Kars 6)
Yargı ile jandarma arasında ilişki kuran başka görüşmeciler de oldu (örneğin Kars 7; Kars 15; Kars 16; Nusaybin 1). 

Bu benzetmenin, kişinin köyde veya kentte yaşamasıyla ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Köyde yaşayan yurttaşın jandarma ile yargıyı özdeşleştirmesi, köy hayatında devletle karşılaşmanın en doğrudan biçiminin jandarma oluşundan ileri gelmektedir.

Kentli görüşmeciler, yukarıdaki denklemi, jandarmanın yerine polisi koyarak kurma eğilimindedirler. Bu durumda, poliste ortaya çıkan bir olumsuzluk da, yargı ve adaletle ilişkilendirilmektedir. 

İşte bir Örnek:

Ya [işin mahkemeye düşmesini] kimse istemez. Ben de istemem, açık konuşayım.
Mesela benim kendi başıma geldi. Benim arabam soyuldu. Yüzde yüz haklı olduğunuz konuda polisler rapor tutuncaya kadar göbeğimiz çatladı. Yok, sigara al, yok kola al, yok bilmem ne! Nerede kaldı hak, nerede kaldı adalet, nerede kaldı
hukuk! Yanlış mıyım? (Bursa 2)

Bazı görüşmecilerin ifadelerinden ise, yargıyı devletin en etkili kurumu olarak algıladıkları sonucu çıkıyor. Bu kişiler, yargıyı sistem içindeki ağırlığı bakımından jandarma ve polisle aynı mesabede değerlendiriyorlar. Mesela Karslı bir görüşmeciye göre, yargı, “jandarma gibi polis gibi [...] devletin yani müdahale yerinde, yani çok etkili olan bölümünde”. (Kars 4) Bir başka görüşmeciye göre ise, “[Yargı devletin] tepesinde”. (Kars 18) Şu cevap ise çok daha doğrudan, kesin ve net: “Yargı devletin kendisi zaten.” (Kars 8)



***