Kılıçdaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kılıçdaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2015 Perşembe

ABD’nin Yeni Aktörü Kılıçdaroğlu,





ABD’nin Yeni Aktörü Kılıçdaroğlu,



Prof. Dr. Şener Üşümezsoy

Son Yaşanan Gelişmeler Ve Avrasyacılığın Çöküşü

Rusya ve Çin, Amerika’nın İran’a yapacağı Clinton ekolünün İran’a karşı getirdiği ambargoyu desteklemek durumundadır. Çünkü ikisi de Amerika sistemine, dünya sistemine göbekten bağlıdır.

Asya’daki güç denilen unsurların Amerika’ya tabi olduğu ekonomik analizlerle ortadayken, bu durum politik olarak da açıkça ortaya çıkmıştır.

Türkiye’deki Atatürkçülüğü ve Ordu kadrolarını Avrasyacılık ile provoke eden hareket, bugün Rusya’nın bu tavrını yok saymaktadır. Çin’in bu tavrını yok saymaktadır. Türkiye’nin İran’la olan birlikteliğini de yok saymaktadır.

Kaldı ki, Türkiye’nin İran’daki birlikteliği Obama’yla olan ilişkinin bir sonucudur. Obama’nın stratejisidir. Ama Rusya’nın ve Çin’in de Amerika’nın saflarında yer alması, dünya sistemini doğru anlamamızı gerektirmektedir.

Bu anlamda Thomas Barnett’in küreselleşmiş alan ile küreselleşmemiş alan olarak ayırdığı dünyada Türkistan, İran, Türkiye, Arabistan, Kuzey Afrika, Brezilya, Venezüella ve Nijerya gibi petrole egemen olan ve dünya sistemine entegre olmamış bölgelerin sisteme entegre edilmesi ana sorundur.

Bu ana sorunu çözerken sisteme entegre olmuş Rusya, Çin, Hindistan, Avrupa ve Meksika gibi birinci ve ikinci küreselleşmiş alanların, küreselleşmemiş alandaki demokratikleşme operasyonlarına açık olması, yardım etmesi gerekir. Bu tez, demokrasi projesi olarak hep sunulagelen bir olgudur.

Bu tez tersten okuduğunuz zaman, Brezilya, Venezüella, Nijerya ve Kuzey Afrika, İran ve Türkiye’nin ve hatta Orta Asya’nın bir eksen olarak sisteme karşı Rusya, Çin ve Amerika’ya karşı bir pozisyonu olduğu ortaya çıkar. Bu pozisyon, artık klasik emperyalist ülkelerle çevrili ülkeler değil, küreselleşmiş sisteme entegre olan ülkelerle bunların sömürüsü hedefinde olan ülkeler olarak belirir.

Bu ülkeler petrol içeren ve dünyaya entegre olmamış, yarısından çoğu Türklerin egemenliğinde, geri kalanı da Arapların egemenliğinde olan bölgedir.

Avrasyacılık, Türkiye’nin Birikimini Boşa Harcamıştı

Sistem karşıtı mücadele Türk eksenli olarak gelişecektir. Bu anlamda olaya baktığımız zaman, Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği çizgi daha önce belirttiğim gibi birbirleriyle çelişen dönemleri içermektedir. Bu dönemler ne kadar değişiklik gösterirse göstersin, iktidarda kaldığı sürece sisteme bağımlı olacaktır.

Bu anlamda, bugün iktidarda kalabilmek için emperyalizmle her türlü uzlaşmaya gidecek bir çizgi söz konusudur. Geçmişte Rusya ile işbirliği yapılması konusunda Avrasyacılık savunulduğu zaman, ancak Dugin’le İşçi Partisi’nin ve Putin’le AKP’nin bir araya gelebileceğini vurgulamıştım. Bundan beş yıl kadar önce vurguladığım nokta günümüzde Türkiye ile Rusya’nın beraberliği ile ortaya çıkmıştır.

Avrasyacı politikanın yanlışları nedeniyle, mücadele yanlış bir yöne saptırılarak en azından 10 yıl Türkiye’deki ulusalcı mücadele yanlış bir yöne kanalize edilmiş, bu politika ulusalcı güçlerin heba olmasına sebep olmuştur. Avrasyacılık çölüne akan Türk ulusalcı enerjisi yok edilmiştir.

Aynı şekilde günümüzde de AKP iktidarının açılım politikası ve buna karşı tavır alan Baykal çizgisi, üniter birliği ve açılıma karşı duruşu daima belli bir ulusalcı pratiğe indirgemiştir. Bu pratikte ana sorunun sistemin Türkiye’ye saldırısı ve bu saldırı sonrası Türkiye’nin parçalanmasına karşı üniter birliği savunma ulusalcılığı olmuştur.

Tabii ki ekonomik olarak egemen sınıfların sömürüsü ve bunların yarattığı eşitsizlik ve yoksulluk ana politikalarıdır. Ama bunlara temel olan Türkiye’nin bütünlüğüdür. Diğerleri ise doğal bir mücadelenin tarzıdır. Temel ile doğal arasındaki fark, birbirinin yerine geçemeyecek iki farktır.

Emperyalizm Kürt Kimliğinin Tanınmasını Talep Ediyor

Bu anlamda Birinci Dünya Savaşı’nda İran’da gerçekleştirilen, İran-Türk kimliğinin yok edilerek yerine Fars kimliği konması gibi Türkiye’de Türk kimliğinin tasfiyesi operasyonu, Kurtuluş Savaşı sayesinde gerçekleştirilememiştir. Bu İngiliz projesi, bugün Amerikalılar tarafından gerçekleştirilmek istenmektedir.

Bu anlamda beş parçacı Kürt hareketi olarak ortaya çıkan PKK’nın yeni stratejisi İran, Suriye, Irak ve Türkiye Kürtlerinin birliğinin ötesindedir. En büyük Kürt alanlarının İstanbul, İzmir ve Mersin olması ve bu nedenle Türkiye’nin isminin Türk olmaktan çıkartılarak iki milletli bir konfederasyon tarzında örgütlenmesi planlanmaktadır.

Bu konfederasyon içinde Kürtlerin ağırlıklı olduğu bölgelerin de kantonlar şeklinde, en azından liman bölgelerinde, Kürt bölgeleri halinde biçimlenmesi istenmektedir. Bunun için gerek ulusal Anayasa gerekse uluslararası yasalarla bu kimliğin tanınması talep edilmektedir. Bu anlamda demokratik haklar, Kürtçe eğitim değil, bu talep temel alınmalıdır.

İşte bu haliyle bakıldığı zaman günümüzde ileri sürülen bu politika, Türkiye’nin parçalanmasını doğal görmekte olan bir politikadır.

Bunun için ayrı bir yazı yazmamız gerekmektedir ama bu boyutuyla Türkiye’de PKK’nın ayaklanmalarına karşı ileri sürülen yol olan demokratikleşme sürecinin aslında aldatıcı bir süreç olduğunu söylememiz gerekir. Çünkü demokratikleşme süreci PKK’nın amacı değil aracıdır.

PKK İçin Demokratikleşme Amaç Değil Araçtır

Bu araç Leninist bir kombinasyonla legal ortamların, yani demokratik ortamın, kırıntılarından yararlanarak örgütün stratejisinin geliştirilebilmesi için tüm kitlelerle birleşme olanağı yaratmaktır. Ama hiçbir zaman programından ve stratejisinden vazgeçmemektir.

Bu PKK için de geçerlidir. Yani demokratik ortam ve barış söylemi bütünüyle PKK’nın legal olarak şehir içinde kitlelerle örgütlenmesi dışında illegal, askeri milis yapısını da geliştirerek, gerektiği zaman silahlı mücadelenin politikanın en yoğun biçimi olduğu gerçeğini ortaya koyarak, silahlı baskıyla da bu dönüşümü sağlama çizgisidir.

Bu bütün Leninist partilerin ana stratejisidir. Ama burada vurgulanmak istenen, PKK artık Leninist olmasa da, stratejik uygulaması ve taktikleri en azından artık Leninisttir. Çünkü dünyanın devrimci politikalarının tümü bu çizgiyi izlemektedir. Bir başka deyişle stratejik hedefler taktiklerle biçimlendirilir. Bu taktikler kimi zaman silahlı mücadele esas alındığında şehirlerde milisler, kırlık bölgelerde ve büyük şehirlerde demokratik örgütler içinde yer alarak kitleyle bütünleşme aşamaları, halkaları içerir.

Ama bunların amacı demokratik bir toplum yaratmak değildir. Tersine bu söylem stratejik olarak benimsenmiş bir politikadır. Bu politikada Abdullah Öcalan’ın özgürleşmesi, legal haklarını kazanarak parlamentoya girmesi, Güney Afrika Modeli örnek alınarak Türkiye’de başbakan yapılması hedeflenmektedir.

Ama bu da PKK için yeterli olmayacaktır. Çünkü PKK bütünüyle Abdullah Öcalan’ın inisiyatifinde değildir. Türkiye’de Abdullah Öcalan’ın talepleri yerine getirilse de gerek Kuzey Irak’ta narkotik ticaret gerekse o bölgedeki egemenlik çatışması nedeniyle hiçbir zaman vazgeçmeyecek gruplar bulunacaktır. Nasıl ki, bugün Taliban’la ABD baş edememektedir, bu bölgedeki narkotik gelirler nedeniyle daima böyle bir mücadele olacaktır.

Keza Abdullah Öcalan’la Türkiye’nin anlaşmış olduğunu varsaydığımızda bile, Kuzey Irak’ta bölgeyi yönlendiren İsrail ile ABD’nin politikaları doğrultusunda, yeni talepler, yeni sorunlarla birlikte, sürekli olarak PKK da yeni biçimlerde varlığını sürdürecektir.

PKK’nın Hedefi Türk Şehirlerini İçine Alan Birleşik Kürdistan

Bu anlamda buradaki demokratikleşme modeli, kendi içinde çelişkili bir modeldir. Silahlı mücadele devrimci mücadele yapan grupların stratejilerini hayata geçirmek için kullandıkları yollardan biridir. Ama burada, demokratik mücadelede silahlı mücadele, yürüten grupların politikalarını yayma aracıdır. Ama bunların nihai hedefleri ise örgütün stratejik hedeflerine ulaşmaktır.Örgütün stratejik hedefi demokratikleşme değil öbür stratejik hedeflerdir. Yukarıda da bahsettiğim gibi Birleşik Kürdistan, artık Türkiye’nin büyük şehirlerine de entegre olmuş, Türkiye ile bağlantılı Kürdistan’dır.

Yani birçok AKP yanlısı, Kürt konusunda, PKK’nın artık Türkiye’den ayrılma tezi yoktur derken, Kürtlerin Türkiye’den ayrılmayacağını ama Türkiye’deki en büyük şehirlerin artık Kürt şehirleri olacağını vurgulamaktadır.

Bunu İslamcı kimlikle çözme politikası ise son seçimlerde İslamcı Kürtlerin PKK’yla birleşerek, DTP içinde seçime katılarak AKP’yi dışlamasıyla son bulmuştur.

Diğer taraftan ise CHP’nin yeni çizgisi, AKP’yi Öcalan’ın yol haritasındaki taleplerin hiçbirini yerine getirmedi şeklinde eleştirmektedir. Bunlardan AKP’nin yerine getirmediği unsurlar nelerdir sorusuna geldiğimiz zaman, burası ilginçti. Apo’nun belirlediği 7 isteğe bakarsak Abdullah Öcalan’ın serbest kalması ve politika yapması, koruculuğun kalkması, özerkliğin verilmesi, Kürtçe eğitim gibi konular öne çıkmaktadır.

Ama bu noktadan AKP’yi eleştiren CHP, AKP’nin bu konuda “somut olarak sizin prog­ra­mınız nedir” sorusuna cevap verememektedir.

Görüldüğü gibi silahlı mücadeleye karşı bir mücadele, gerillaya karşı kontrgerilla biçiminde olmaktadır. Yani demokratikleşme, silahlı mücadelenin bir aracıdır ve silahlı mücadelenin politikalarını yayma aracıdır. Ama esas amacı, yani stratejik amacı, Bağımsız Kürdistan ve Türkiye’nin büyük şehirlerini Kürdistan’a entegre eden uluslararası ve ulusal yasa sistemiyle tanınmasıdır. Ama bu da yetmeyecektir. Çünkü bölgedeki geçiş alanında egemen olma daima ekonomik bir kazancı da beraberinde getirdiği için, sürekli yeni PKK’lar olacaktır.

AKP ve CHP’nin PKK Karşısındaki Yanlışları

O halde, burada son dönemdeki durum nedir sorusunu sorarsak, Kürt açılımı ile başlayan dönem ve AKP döneminde eylemsizlik görüntüsü altında Türk Ordusu’nun kırlarda ve şehirlerdeki milislerin temizlemesi ve istihbarat ağının gelişmesi, JİTEM, özel kuvvetler, korucular, tasfiye edilmelidir teziyle şehirlerde kontrgerilla tarzında alt yapıyı kontrol eden alanlar tasfiye edilmiştir. Yani istihbarat ağı, muhbirler ifşa edilmiş, korucular sürekli saldırının hedefi olmuştur. Hem bu legal demokratikleşme sürecinde korucular, PKK’nın en büyük hedefi olmuştur. PKK da koruculara fiili olarak saldırılarını sürdürmüştür. Ve onlar da kendi alanlarına çekilmiştir.

Keza PKK’nın şehirlerdeki faaliyetleriyle mücadele etmek için sistemin, gerek polis gerek Jandarma, buna karşı mücadele edecek kadroları, “Ergenekon doğudadır” denilerek tasfiye edilmiştir. Böylece PKK’nın şehirlerde çok rahat bir şekilde örgütlenmesinin önü açılmış ve 1995’li yıllardan 2000’li yıllara kadar kanlı mücadelelerle temizlenmiş olan dağlarda PKK’nın sessiz bir şekilde yeniden yapılanmasının önü açılmıştır.

Bu AKP’nin çok önemli bir hatası olarak ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda AKP oy anlamında çok büyük kayba uğramıştır. Aynı hatanın bir başka biçimi, yani AKP’nin kaybettiği oyları CHP’nin toplama çabaları vardır.

Kılıçdaroğlu’nun “kan kanla yıkanmaz” sözünün içeriği, yukarıda belirttiğim gibi, CHP sözcülerinin bir kısmı tarafından ileri sürülen koruculuğa, JİTEM ve Güneydoğu’daki istihbarat ağına, yerli haber alma muhbirlerine karşı oluş ve bunların tasfiyesinin demokratikleşme olduğu gibi bir görüşle hataya düşülmüştür. Bununla birlikte PKK’nın önünün açılacağı yeni bir süreç başlamıştır.

Bu süreçte CHP, PKK’yı bitirmeyecektir, PKK nasıl AKP’yi bitirdiyse CHP’yi de bitirecektir.

1990’lı yıllarda yükselen terörün 1995’lerde bitmesine sebep olan içsel faktörlerdir. Burada kontrgerilla tarzındaki örgütlenmenin mücadeleyi yalnız kırlarda değil tüm Türkiye’ye yayarak yapmasıdır. Bu dönemde PKK 90’lı yıllar öncesi, her Nevruz’da şehirlerdeki gösterilerde ayaklanmalarla ortaya çıkmıştır. Ama bu dönemden sonra PKK’nın Kuzey Irak’tan tasfiyesi ve ile birlikte şehirlerde kontrgerilla faaliyetlerinin sürdürülmesi ve PKK’ya karşı mücadelenin şehirlere aktarılmasıyla PKK söndürülmüştür.

Bu söndürme, Kuzey Irak’ta ikinci operasyondan sonra ABD’nin yeniden bölgeye egemen olmasıyla sona ermiş ve PKK geliştirilmiştir. İktidarda AKP’nin bulunduğu bu dönemde PKK’ya karşı askeri harekatlar ve şehirlerdeki mücadelesine karşılık kontrgerilla çalışmaları sürdürülmemiş, tam tersine uzman polisler ve askeri istihbarat dağıtılmıştır. Bunlar demokratikleşme adına yapılmıştır ve bu demokratikleşme de PKK’nın önünü açmıştır.

Aynı olayı günümüzde PKK sorununu çözmeye talip olan CHP sözcülerinden de duymak, bu noktada yaşananlardan ders alınmadığını ya da yeni bir politikanın olduğunu göstermektedir.

AKP Gidecek CHP Gelecek

Bu anlamda bakıldığında gerek İran’a gerek İsrail’e karşı AKP’nin yürüttüğü politikaları sistem karşıtı olarak sunmak önemli bir yanlış olarak ortaya çıkmaktadır.

AKP sistem karşıtı olmamıştır, belli bir döneminde sistemin önerdiği bir çizgi olarak girmiştir. Ama bu çizgiyi savunmakta sistem devam edemediği için AKP ortada kalmıştır. Aynı olay Ahmedinejad’la olan ilişkilerde de söz konusu olmuştur. Ahmedinejad’a karşı yapılan muhalefet, ABD tarafından desteklenmemiş ama Ahmedinejad’ın günümüzdeki çıkışından sonra bunun desteklenecek olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Ahmedinejad’a karşı muhalefetin desteklenmemesi, Obama’nın Ahmedinejad’a uzattığı eldir. Ahmedinejad’ın Türkiye’ye gelmesi, diyaloğun başlatılması nedeniyledir.

İşte bu duruma baktığımız zaman yeni dönemde gelişecek AKP politikalarının gerilemesiyle, yani Türkiye açısından AKP’nin aktör güç olmaktan çıkarılmasıyla, yerine ılımlı laiklik olarak CHP’nin getirilmesi gündeme gelmiştir.

Bunun sinyalleri de AKP’nin Kürt açılımı konusundaki hataları ve buna karşılık CHP’nin tavrı nedeniyle yükselen oy oranıdır. Ama CHP’nin “kan kanla yıkanmaz” sözüyle ortaya koyduğu gibi koruculara karşı olmak, Güneydoğu’daki kontrgerilla faaliyetlerini tasfiye etmek ve Kürtçe eğitimin önünün açılması gibi talepleri CHP’nin programına sokması durumunda CHP AKP’den daha da büyük bir kayba uğrayacaktır.

Bu anlamda eğer CHP’nin rasyonel bir politikası varsa, yani reel politika yapıyorsa, AKP’nin kaybettiği böyle bir politikaya girmemesi gerekir. CHP böyle bir politika yürütmesi durumunda Kürt oylarını alamayacağı gibi kendi tabanında da oy kaybına uğrayacaktır. Bu anlamda CHP’nin bu politikadan uzak durması gerekir.

Kılıçdaroğlu’nun ikinci önerisi olan barajın düşürülmesi, BDP’ye verilen bir mesajdır. CHP bu noktada AKP’nin barajı düşürmemesi üzerinden propaganda yapmaktadır. Keza genel af gibi Apo’yu da içine alacak muğlak bir kavram CHP tarafından ileri sürülmüştür.

Bu üç nokta yanyana getirildiğinde ve CHP’lilerin AKP’yi Apo’nun taleplerini karşılamadıkları için eleştirmeleri de eklenince, bunların CHP tarafından savunulması durumu ortaya çıkmaktadır.

Bu durum CHP’nin AKP’den daha hızlı bir şekilde oy kaybetmesine yol açacaktır. Bu anlamda bu olgu iki ucu keskin bir strateji ve taktik sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Emperyalizmin çizgisinin yeniden Bush dönemine geri döndüğü şu günlerde, ABD’nin savaş argümanının daha somut ortaya çıktığı görülmektedir.

http://turksolu.com.tr/ileri/45/kurtcudarbe45.htm

2 Aralık 2015 Çarşamba

Kılıçdaroğlu ABD ve PKK’nın Adayı





Kılıçdaroğlu ABD ve PKK’nın Adayı




Gökçe Fırat,



Amerikan Planı

Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen kasedin piyasaya sürülmesinin ardından Türk siyaseti son derece hareketli ve karmaşık günlerden geçiyor.

Ancak bu karmaşanın arkasında çok düzenli şekilde işleyen bir “Amerikan planı” vardır.

Kamuoyu pek dikkat etmese de Türkiye yeni bir “Amerikancı sivil darbe” süreci yaşamaktadır ve yeni bir dönem kurgulanmaktadır.

Kamuoyundan gizlenen büyük tabloyu ortaya çıkartmak ve “Büyük Amerikan Komplosu”na dikkat çekmek istiyoruz.

Kasedin Arkasında Kılıçdaroğlu Var

Öncelikle şunu tespit etmeliyiz ki Deniz Baykal kasedinin arkasındaki isim ortaya çıkmıştır. Bu isim Kemal Kılıçdaroğlu’dur.

Olayın patlak vermesinin hemen ardından yaptığımız açıklamada Deniz Baykal’dan sonra CHP Genel Başkanlığı’na oturacak kişinin aynı zamanda kaset komplosunun arkasındaki isim olduğunu belirtmiştik.

Siyasetin şaşmaz kuralı bir süreçten faydalananın aynı zamanda o sürecin sorumlusu olduğudur.

Kasedi İmal Edenler Ve Piyasaya Sürenler

Kasedi imal edenler ve piyasaya sürenler son yıllarda Türkiye’yi karanlık tertiplere boğan CIA merkezli Kürt ajanlardır.

Ergenekon sürecini tertipleyenler, Danıştay baskınını örgütleyenler her kim ise bu kasedi de onlar imal etmiş ve piyasaya sürmüştür. Bu ekip Tayyip Erdoğan’ın en yakın çevresini oluşturan Kürt danışmanlar kadrosudur.

Olay basit bir röntgencilik olayı değil uluslararası bir istihbarat faaliyetidir. Arkasında doğrudan CIA’nın teknik ekibi vardır.

Dünün Brütüs’ü Tayyip’ti Bugünün Brütüs’ü Kılıçdaroğlu

Bu komplonun temel hedefi Türk siyasetini yeniden şekillendirmek ve yeni dönem Türkiye’sini oluşturmaktır.

Hatırlarsak bundan 10 yıl öncesinde de benzeri bir süreç yaşamıştık. O zaman Tayyip Erdoğan, Brütüs rolündeydi ve Erbakan’dan kopartılarak AKP’nin başına geçirilmişti.

Bugünün Amerikancı Brütüs’ü ise Kemal Kılıçdaroğlu’dur.

ABD Neden Darbe Peşinde?

Peki hemen akla şu soru gelebilir Tayyip Erdoğan gibi sadık bir hizmetkarı varken Amerika neden yeni bir isme ihtiyaç duysun?

Hele hele neden Deniz Baykal gibi Amerikancıların işine gelen isimden kurtulmak istesin?

Bu sorunun cevabı Amerikan emperyalizminin yeni dönem stratejilerinde bulunabilir.

Asıl Darbe Baykal’a Değil Tayyip Erdoğan’a

Kaset olayına hükümet çevreleri çok sevinmiş olabilir. Nitekim kasedi piyasaya sürenler de hükümetin has adamları olan Şeriatçı medyaydı. Ancak bu kaset kendilerini vuracak ve iktidardan alaşağı edecek kasetti bunun farkına varamadılar.

ABD sadece Deniz Baykal’dan değil daha fazla Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak istemektedir.

Nedenine gelince...

Tayyip Erdoğan 8 yıldır Amerika’nın kurduğu, büyüttüğü, iktidara getirdiği AKP’nin başındadır. Türkiye’nin bölünmesi, parçalanması sürecinde ABD’nin kendisinden istediklerini harfiyen uygulamıştır.

Ancak bu uygulama süreci son derece sancılı geçmiştir. Özellikle Atatürkçülüğe indirilen darbeler, Ergenekon süreci Türkiye’nin dinamiklerini derinden sarsmış ve Türkiye’yi “her şeye gebe” bir ülke haline getirmiştir.

Her Şeye Gebe Ülke Türkiye

Her şeye gebe olmak ne demektir?

Öncelikle şunu görmek gerekir ki Türkiye “Kürtçü-İslamcı” iktidar cephesi ile “Atatürkçü-ulusalcı” muhalefet arasında iki kampa bölünmüştür. Türkiye Amerikan karşıtlığının dünyada en yüksek olduğu ülkedir. Ve bir dahaki seçimlerde Türkiye’de AKP’nin zaten gideceği ve ulusal güçlerin iktidara geleceği bir zemin oluşmuştu...

Bunun dışında Ordu’ya yönelik saldırıların pervasızlığı karşısında Ordu’nun askeri müdahale riski yükselmişti.

ABD bu tür kendi denetimi dışında gelişecek ulusalcı tepkilerden bir adım önce davranmış ve darbeyi başlatmıştır.

Ulusalcıların Amerikancı Yapılması

Bu yanıyla darbenin ilk hedefi ulusal güçlerdir. Bugüne kadar AKP faşizmi altında ezilen, Silivri’lere sürülen, gözaltı operasyonlarına maruz kalan ulusalcı kesime Kılıçdaroğlu ile bu süreçten çıkma şansı verilmiştir.

Ancak bu desteğin karşılığı Amerikancı olmaktır. Amerika’dan nefret eden ulusalcılar Amerika ile dost olurlarsa tüm acılar bitecektir. Türkiye’yi de Tayyip Erdoğan değil Kılıçdaroğlu yönetecektir.

Bu aynı zamanda Atatürkçü, ulusalcı, solcu güçlerin yıllardır bir türlü kavuşamadıkları iktidar fırsatını ele geçirmeleridir.

ABD’nin kazancı ise Büyük Ortadoğu Projesi’nin önündeki en büyük güç olan ulusalcıların Amerikan planlarına razı edilmesidir.

Şeriatçıları Yumuşattılar Sıra Ulusalcılarda

Kılıçdaroğlu yönetiminde iktidara taşınacak Atatürkçü, ulusalcı, solcu güçlerin Amerikan karşıtlığından vazgeçmeleri gerekecektir.

ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekilllendirmesine karşı çıkmamaları gerekecektir.

Ama daha önemlisi Türkiye’nin bölünmesine ses çıkartmamaları gerekecektir.

Peki ulusalcılar, Atatürkçüler bunu yapar mı?

Nasıl ki radikal İslamcılar bugün en sadık Amerikan hizmetçisi oldularsa, aynı süreç ulasalcı Atatürkçü güçleri de aynı pozisyona sürükleyecektir.

ABD’nin ilk darbesi Tayyip Erdoğan’ı iktidar yapmıştı. Bunun sonucu Türkiye’nin Amerikan karşıtı Şeriatçı kesimlerinin ılımlılaştırılması ve Amerikancı yapılması oldu.

Şimdi aynı senaryonun aktörleri ulasalcı ve Atatürkçü güçler olacaktır.

ABD Neden Tayyip’ten Vazgeçti?

Bu planda vazgeçilen isim Tayyip Erdoğan’dır. ABD’nin Tayyip Erdoğan’dan vazgeçmesinin önemli sebepleri vardır.

Öncelikle AKP iktidarı kendisine verilen görevleri yerine getirmiştir ancak bu görev AKP’yi aşırı yıpratmış ve artık iş göremez hale getirmiştir. AKP’nin elinden daha fazlası gelmemektedir. AKP Türkiye’yi bölmeye çalıştıkça ulusal tepki artmaktadır.

Demek ki AKP ve Tayyip Erdoğan artık uygun isimler değildir, yeni hizmetkarlara ihtiyaç vardır.

“One Minute”un Hesabı

Bunun dışında son derece önemli bazı sebepler daha vardır.

Son derece Amerikancı olmasına karşın Tayyip Erdoğan’ın bazı adımları onun ipinin çekilmesinde önemli sebeptir.

İlk önemli hata Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı aldığı tavırdır.

İkinci önemli hata İran’a desteğin sürmesidir. Hele hele en son nükleer takasta Türkiye’nin rolü ABD için kabul edilemezdir.

Üçüncü önemli hata ise Rusya ile geliştirilen enerji işbirliğidir.

Tayyip Erdoğan adeta vazgeçileceğini anlamış ve kendisine yeni bir rol ve yeni bir efendi bulmak istemiştir.Bunlar ABD açısından affedilmez hatalardır. Tayyip Erdoğan şimdi bunun hesabını verecektir.

Tayyip’in Kayıtları Ne Zaman Çıkacak?

Tayyip Erdoğan son derece terbiyesiz bir üslup takınarak aklı sıra Deniz Baykal’la dalgasını geçmektedir. Ama biraz dikkatli olmasında fayda vardır.

Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal’ı kayda alan ekibin kendi istihbarat ekibi olduğunu bilmektedir. Ancak bilmediği şey istihbarat dünyasında her şeyin ikili olduğudur. Bugüne kadar Tayyip Erdoğan’ın emrinde muhalifleri dikizleyen, kaydeden ahlaksız şebeke herhalde saf insanlardan oluşmamaktadır.

Bu şebeke, bu çete aynı dönem içinde bağımsız bir şekilde davranarak kendi efendisini de izlemiştir. Yani Deniz Baykal’ı takip eden istihbarat gücü kendi şefini de kayda almıştır.

O nedenle yakında Tayyip Erdoğan’a ait kayıtlar da piyasaya düşebilir.

Bu, Tayyip Erdoğan’ın bundan sonra tümüyle esir olduğu anlamına gelir. Türkiye’yi satarken her tür kanunsuzlukları yapan Tayyip Erdoğan, bu kanunsuzluklarının kayda alındığını ve günü gelince servis edileceğini bilmektedir.

ABD’nin %40 Hesabı

ABD’nin planı seçimlerde Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’yi iktidar yapmaktır. Bunun formülünü Kılıçdaroğlu %40 olarak açıklamaktadır.

CHP’nin mevcut oyu % 25’tir. % 25’in % 40’a çıkartılması ise hiç de zor değildir.

Birincisi Demokrat Parti önümüzdeki seçimlerde CHP’yi destekleyecektir.

İkincisi Sarıgül ekibi yeniden CHP’ye dönecektir.

Üçüncüsü Kürtlerin bir kısmı CHP’ye destek verecektir.

Dördüncüsü MHP’ye giden Atatürkçü oylar tekrar CHP’ye dönecektir.

Beşincisi Abdülatif Şener’in partisi CHP’yi destekleyecektir.

Hatta ve hatta AKP içindeki Kürtçü ekip Tayyip Erdoğan’ı terk ederek Kılıçdaroğlu’yla birlikte hareket edecektir.

AKP’nin önümüzdeki seçimlerde %30’un altına düşeceği kesindir. ABD’nin planı CHP’yi %40’ın üzerine çıkartarak tek başına iktidar yapmaktır.

Kılıçdaroğlu ABD, Ordu Ve TÜSİAD’ın Adayı

Kılıçdaroğlu ekibinin bu yolda büyük destekçileri olacaktır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Kılıçdaroğlu ismi ABD, Ordu ve TÜSİAD’ın ortak seçimidir. Türkiye’yi Ergenekon sonrası uzlaşma dönemine götürecek isim olarak Kılıçdaroğlu seçilmiş ve görevlendirilmiştir.

Kılıçdaroğlu Türkiye’nin uzlaşma iktidarı olacaktır.

Ordu ve Yargı Kılıçdaroğlu’nu destekleyecektir, muhalif denilen basın destekleyecektir, TÜSİAD destekleyecektir.

Kısacası AKP döneminin zarar gören kesimleri bu şekilde yeniden sürece dahil edilecektir.

ABD’de Obama Türkiye’de Kılıçdaroğlu

Kılıçdaroğlu neden seçildi peki? Başka bir isim bulunamadı mı?

Bu sorunun yanıtı Kılıçdaroğlu’nun kökeninde aranmalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun en büyük özelliği Alevi olmasıdır. Türkiye’yi bölme ve ayrıştırma sürecine Alevilerin de resmi bir cemaat olarak katılması için Kılıçdaroğlu seçilmiştir.

Bu yanı onun mazlum ve mağdur yanını oluşturmaktadır. Tıpkı Obama gibi o da mazlumu oynamaktadır.

ABD’nin başına bir zenciyi getiren güçler demek ki Türkiye’ye de Alevi bir lider öngörmüşler demektir.

Böylelikle daha şirin ve mazlum bir diktatörümüz olacaktır.

Dünün mazlumu Şeriatçılar gidecek yarının mazlumu Aleviler gelecektir.

Dördüncü Dersim İsyanı

Bunun dışında Kılıçdaroğlu yönetimi demek CHP’nin tümüyle Kürtçülerin eline geçmesi demektir. Gürsel Tekin ile birlikte uzun yıllardır bu tür bir örgütlenmenin içindedir zaten.

Bugün CHP teşkilatlarında ve belediyelerde Kürtçü olmayan barınamamaktadır.

Hatırlanacağı gibi Onur Öymen’le yaşadığı polemikte Kılıçdaroğlu Dersim isyancılarını savunmuş ve Atatürk’e karşı çıkmıştı. Kendi soyu gereği Dersim’i savunan Kılıçdaroğlu ile birlikte aslında Dördüncü Dersim Ayaklanması başlamıştır.

İlk Dersim ayaklanmalarında isyancıların arkasında İngiltere vardı şimdikinde ise ABD var.

Emperyalist destekli ırkçı, mezhepçi, bölücü bir ayaklanmayla karşı karşıyayız ve bu defa isyancıların merkezi Dersim değil Ankara.

Apo’nun Adayı Kılıçdaroğlu

Kılıçdaroğlu solun tarihi boyunca yapmadığını yapacak bir isimdir. Daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın bile yapamadığını yapmaya hazırlanmaktadır.

PKK’yı ve Apo’yu affa hazırlanmaktadır.

Bilindiği gibi daha önce bir genel aftan bahsetmişti. Ancak bu affı çok istediği halde AKP bile başaramamıştı. Bunun nedeni ise muhalefetin gücüydü. Şimdi Kılıçdaroğlu ile birlikte PKK affı CHP’ye yaptırılacak ve herkes de bunu sessizce kabullenecektir.

Bu anlamıyla Kılıçdaroğlu sadece ABD’nin değil aynı zamanda Apo’nun da adayıdır.

Atatürk’ün Değil Seyit Rıza’nın Devamcısı

Kılıçdaroğlu’nun Kürtçülüğü genelde sinsicedir. Hiçbir zaman açıktan Kürtçülük yapmaz ama tüm ekibi Kürtçüdür.

Kılıçdaroğlu’nun yanında hiç Türk yoktur, bu tesadüf müdür?

Kaldı ki Kılıçdaroğlu’nun ekibi CHP içinde ve belediyelerde PKK’lılarla ve diğer taşeron terör örgütleri ile içli dışlı bir ilişki içindedir.

Bizler bugüne kadar Kılıçdaroğlu’ndan hiç Türklüğünü duyamadık.

Mesela kendisi çıkıp “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyebilir mi?

“Atatürk’ün Altı Ok’undan milliyetçiliği savunuyorum” diyebilir mi?

“Atatürk’ün Kürt isyanlarındaki tavrını destekliyorum” diyebilir mi?

Bunları diyemez ve demeyecektir de.

Çünkü Kılıçdaroğlu Atatürk’ün değil Seyit Rıza denilen teröristin devamcısıdır.

CHP Tunceli Aşiretine Dönüştü

Bu durum karşısında CHP’liler ne yapmalı?

CHP’lilere önerimiz bu oyuna gelmemeleridir.

Amerikan uşaklığı yaparak iktidar olmak hiçbir onurlu insana, Atatürkçüye yakışmaz.

Kaldı ki Amerikancı olmadan da iktidar olunabilir.

Ancak görülen tablo tüm CHP’nin Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğidir. Bunun sebebi de CHP içindeki etnik ve mezhepsel örgütlenmedir.

CHP teşkilatında Kürtsen ve Aleviysen yükselirsin, Türksen ve Sünniysen barınamazsın.

Yıllardır bu kurallarla idare edilen CHP, adeta Tuncelili bir aşirete dönüşmüştür. Şimdi o aşiret liderini seçecektir.

CHP’ye düşen aşiret demokrasisini uygulamaktır.

Amerikan Planları Başarılı Olabilir mi?

ABD ilk darbesini 2002 yılında yaptığında kamuoyunu uyarmış yaşananın bir darbe olduğunu söylemiştik.

Bugün de aynı şekilde uyarıyoruz halkımızı; Amerikan darbesi yaşıyoruz.

Ancak ABD’nin hesap edemediği bir şey var.

Önemli olan sağcılık, solculuk, Atatürkçülük, ulusalcılık vb. akımlar değildir. Önemli olan Türk milletinin kendisidir.

Dahil olunan grup değişebilir ama Türk milletinin Amerikan karşıtlığı değişmeyecektir.

Türk milleti bölünmeyi kabul etmeyecektir.

Türkiye’de Kürtçülük başarılı olamayacaktır.

Ulusal Parti, tüm Amerikancı, Kürtçü, etnikçi, mezphepçi güçlere karşı Türk’ün partisidir.

Önümüzdeki seçimlerde Türkler de oy kullanacak.

Alevilere, Kürtlere çok güvenenler bu ülkede Türklerin çoğunluk olduğunu görecekler!



http://turksolu.com.tr/ileri/45/kurtcudarbe45.htm

..