Kıbrıs Cumhuriyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıbrıs Cumhuriyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2017 Cumartesi

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşundan 1974 Müdahalesine Kadar Geçen Dönem



    Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşundan 1974 Müdahalesine Kadar Geçen Dönemde Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları;


Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşundan 1974 Müdahalesine Kadar Geçen Dönemde Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları 


Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan çok kısa bir süre sonra hem idari hem de toplumsal alanda bazı sorunlar yaşanmaya başlamıştır. Ne var ki Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak kurulmasından sonra resmi politikasını, statükonun korunması, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılması olarak belirlediği için Kıbrıs’ta yaşanan sorunların varlığını uzun bir süre kabul etmek istemez. Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios’un 13 Kasım 1963 tarihinde 1960 Antlaşmalarıyla hazırlanan Anayasanın on üç maddesini değiştirme önerisini getirmesinin ardından Aralık 1963’te Kanlı Noel olarak da bilinen şiddetli toplumlararası çatışmalar başlar. 

Ancak bundan sonra Ankara, konu ile yakından ilgilenmek durumda kalır21. 1950’ların başlarında Kıbrıs sorununun varlığını reddeden Türkiye, garantör devletlerden biri olmasına rağmen, 1960’ların başlarında da Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yaşanan sorunları göz ardı etme ve yok sayma politikası gütmüştür22. 

Çatışmaların durmaması üzerine 4 Mart 1964 tarihinde gerçekleşen Birleşmiş Milletler toplantısında alınan Kıbrıs konulu karar Türkiye’nin tutumunu yansıtması bakımından önemlidir. 186 No’lu BM kararında23 Kıbrıs Rum kesiminden “hükümet” diye bahsedilmesi, 1960 antlaşmaları ile kurulan “anayasal hükümet” ibaresinin yer almaması, 1960 anlaşmalarını kurtarma kaygısına düşmüş olan Ankara’nın dikkatini çekmemiştir (Dodd, 1999: 132). Böylece Ankara, Rum kesiminin Kıbrıs hükümeti olarak tanınması 
olarak yorumlanabilecek BM kararına onay vermiştir24. Aynı zamanda bu karar, Kıbrıslı Türklerin parlementodan çekilmesi halinde cumhuriyet üzerindeki haklarını kaybedeceklerini öngörmektedir. Dolayısıyla İnönü bu kararı onaylamakla içinde Kıbrıslı Türklerin yer almadığı, sadece Rumlardan oluşan bir parlementoya da onay vermiş olmaktadır (Hasgüler, 2004b: 132). Üstüne üstlük Türkiye 1964-1974 arasında bu kararın geçersizleştirilmesi için hiçbir girişimde bulunmamış, uluslararası hiçbir toplantıda konuya ilişkin görüşlerini ciddi bir biçimde dile getirmemiştir (Uslu, 2004: 303-4). 

4 Mart 1964 tarihinde Türkiye’nin de altına imza attığı 186 No’lu Birleşmiş Milletler kararı, Kıbrıs sorununun günümüze kadarki seyri açısından son derece kritik bir karardır. 6 Mart 2003 tarihli TBMM kararında, Avrupa Birliği’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tam üyeliğe kabul ettiği devlet, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” olarak isimlendirilmektedir. 

Zürih ve Londra Antlaşmalarının daha ilk günden Türklerin aleyhine bozulduğunun altını çizen Manizade “Buna rağmen garantör devletler hiçbiri enerjik bir müdahalede bulunmamıştır. Bunu yapmadıklarından Kıbrıs’ta masum Türk halkının mal ve can kaybında tarih önünde sorumludurlar” diyerek garantör devletlerden biri olan Türkiye’yi de pasiflikte suçlamıştır (1998: 25). 
Mehmet Hasgüler de 1962’de Makarios’un Ankara’ya yaptığı ziyarette yanına Cumhurbaşkanı yardımcısı Fazıl Küçük’ü almamış olmasına rağmen Ankara’nın buna hiçbir tepki vermediğini ve bunun diğer yurtdışı gezilerine de emsal teşkil ettiğini vurgulamaktadır (2004b: 132). Böylelikle Kıbrıs Cumhuriyeti’ni uluslararası toplum nezdinde sadece Rumların temsil ettiği iddiası daha ilk yıllardan Türkiye’nin de dolaylı katkısıyla geçerlilik kazanmaya  başlamıştır. 

Nitekim Türkiye’nin resmi söylemi, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi”nin Ada’nın tamamını temsil etmediği yönündedir. Ancak Rum kesiminin Ada’nın tek temsilcisi olarak uluslararası alanda kabul edilmesini sağlayan Birleşmiş Milletler kararını imzalayan, daha sonra bu kararı değiştirmek için herhangi bir girişimde bulunmayan yine Türkiye’dir. Bu, Türkiye’nin Rum Yönetimi’nin Ada’nın tamamını temsil etmediği gerekçesiyle Avrupa Birliği üyeliğine getirdiği eleştirileri de temelsiz hale getirmektedir25.

Kıbrıs’ta toplumlararası çatışmaların başlamasından sonra meydana gelen en önemli gelişmelerden biri, ABD Başkanı Lindon B. Johnson tarafından gönderilen mektuptur. 6 Haziran 1964’te Ada’ya müdahale kararı alan Başbakan İsmet İnönü, Türkiye’nin bu kararını 4 Haziran’da ABD Başkanı’na bildirir. Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesine şiddetle karşı çıkan ve NATO’nun askeri olanaklarını kullanmasına asla izin verilmeyeceği vurgulanan 5 Haziran tarihli Johnson mektubu, Türk siyasi hayatına bomba gibi düşer (Fırat, 1997: 130). Böylelikle Türkiye TBMM’de kabul ettiği 1960 Antlaşmalarından doğan, daha sonra da pek çok kez atıfta bulunduğu garantörlük ve tek taraflı müdahale hakkını kullanamamıştır 26. 

15 Temmuz 1964 tarihinde taraflara ABD destekli Birinci Acheson Planı sunulur. Ankara, Ada’nın Yunanistan’a bağlanması, karşılığında Türkiye’ye Karpas yarımadasının ve sonradan Meis adası olmasına karar verilen bir Ege Adası’nın verilmesi önerilerini getiren planı görüşülebilir bulur (Orme, 2004: 115). Yunanistan’ın itirazı üzerine rafa kaldırılan Birinci Acheson Planı’nın yerine Yunanistan’ın istekleri doğrultusunda ikinci bir plan hazırlanır ve 8 Ağustos 1964’te müzakere masasına getirilir. İlk plana göre Türkiye’ye verilen Karpas, Yeni planda 50 yıllığına kiralanmaktadır. Meis’in Türkiye’ye verilmesinden de vazgeçilmiştir. Bunun üzerine Türkiye planı reddeder. 

Acheson Planı’nın görüşülebilir bulunması, Türkiye’nin 1950’lerin ortalarından beri savunduğu, Fatin Rüştü Zorlu’nun 28 Şubat 1959’da TBMM oturumunda ifade ettiği “Enosise ve Türk tarafının azınlık olmasına izin vermeme” politikasından açıkça geri adım attığını göstermesi bakımından önemlidir. 


Zira Acheson Planı, Karpas ve Meis karşılığında Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesini, Ada’da yaşayan Türklerin de azınlık konumuna gelmesini öngörüyordu27. Bunun yanısıra plan, TBMM’de kabul edilen öteki kararlara da aykırıydı. 1958 kararıyla taksim tezini resmi olarak benimseyen, bundan bir yıl sonra bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran antlaşmaları onaylayan Ankara, Acheson Planı’na ılımlı yaklaşarak Kıbrıs’ta önceliğinin Kıbrıs Türk halkının güvenliğinin, bağımsızlığının ve haklarının korunmasından ziyade Türkiye’nin çıkarlarının korunması olduğunu ortaya koymuş oluyordu. Böylelikle Türkiye, Acheson Planı’na yeşil ışık yakarak, daha önce saptadığı bütün politikaları rafa kaldırıyordu28. 


15 Ocak 1965’te toplanan Londra Konferansı’nda Rauf Denktaş’ın yaptığı önerinin, Türkiye’nin resmi tezi haline geldiği yaygın olarak kabul gören anlayıştır. 

Denktaş’a göre,

“1960 çözümü Kıbrıslı Türklere güvenlik sağlayamamıştır. Fiili garantiler, ancak coğrafi olarak ayrılmış, zorunlu nüfus mübadelesini gerçekleştirmiş, iki toplumlu bir federal devlet ile mümkündür” (Fırat, 1997: 126-7). Denktaş, açıkça dile getirmemekle birlikte, 6 Mart 2003 kararında da önemle altı çizilen ve Türkiye’nin “olmazsa olmazlar”ından biri kabul edilen “iki kesimlilik” olgusunu kastetmektedir. Oysa 11 Aralık 1965 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Türkiye’nin bu konudaki resmi tutumunu açıklayan Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in “Lozan’da kurulmuş olan Türk-Yunan dengesi” ve “Kıbrıs’ta Rumlara tanınacak kendi kaderini tayin hakkının Türklere de tanınması 
gerektiğini” vurguladığı, “coğrafi ayrım” ya da “federasyon” fikrinden bahsetmediği görülmektedir (Çağlayangil, 1965). 


    27 Aralık 1965’te TBMM’de Kıbrıs konusunda Genel Görüşme yapılır. Partiler, Türkiye’nin “Kıbrıs konusunda milli bir politika oluşturamamış olduğu, günlük 
reflekslerle hareket ettiği” hususunda mutabık kalmışlardır (Fırat, 1997: 208). 1950’lerden bu yana Kıbrıs meselesi ile bir biçimde ilgilenmek durumunda kalan ve bu konuda son derece belirleyici kararlara imza atan Türkiye’nin on beş yıl sonra “ Günlük reflekslerle hareket edildiğini ” tespit etmiş olması düşündürücüdür. Ankara’da Kıbrıs politikasının nasıl oluşturulması gerektiği konusundaki tartışmalar devam ederken Ada’da toplumlararası çatışmalar devam etmektedir. 

    2 Şubat 1967’de Yunanistan, Kıbrıslı Rumlara enosisin önünü açan bir açıklama yapar. Bunun üzerine Ankara 5 Şubat’ta Atina’ya bir nota verir ve bunun sonucuna katlanacaklarını vurgular. Ancak Ankara’nın anılan dönemde zaman zaman Yunanistan’a nota vermek ve Ada’nın üzerinde uyarı uçuşları yapmak dışında somut bir adım attığını söylemek mümkün değildir. Hatta bu dönemde Ankara’nın Kıbrıs konusunda çok ciddi tavizler vermeye hazır olduğu, Demirel’in Kıbrıslı Türklerin statüsünün azaltılmasını kabul ettiği, Kıbrıslı Türklerin hiç taviz vermek istemediği konularda bile fedakarlığa hazır olduğu bilinmektedir (Dodd, 1999: 133). Bu bakımdan Ankara’nın 28 Aralık 1967 
tarihinde kurulan Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi’ne son derece ihtiyatlı yaklaşmış olması ve Türk Dışişleri Bakanı Sabri İhsan Çağlayangil’in bu yönetimin yalnızca barışçı çözüme yardımcı olmak için kurulduğu açıklamasını yapma gereği duyması şaşırtıcı değildir. 1967’den 1974’e kadar Kıbrıs, Türk dış politikasının ana ekseni olmaktan çıkar. 
Türkiye’nin Kıbrıs meselesiyle yakından ilgilemediği bu dönemde Kıbrıslı Rum ve Türk liderler arasında ikili barış görüşmeleri devam etmektedir29. 

BÖLÜM DİPNOTLARI;

21 Derviş Manizade, Kanlı Noel olaylarının yaşanmasından üç hafta sonra 12 Ocak 1964’te Milliyet gazetesinde çıkan bir yazısında olayların bu noktaya varmış olmasından Türkiye’yi de sorumlu tutmaktadır. 
22 Aslında Makarios anayasada değişiklik yapmak istediğini 1962’de Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret sırasında dile getirmiş, ancak Başbakan İnönü bu konuyu görüşmeyi dahi reddetmiştir. O nedenle 13 Kasım 1963’te Anayasa değişikliğinin resmen ilan edilmesi Ankara’yı çok şaşırtmıştır (Dodd, 1999: 130). 
23 UN/ Resolution 186. 24 4 Mart 1964 tarihinde alınan Birleşmiş Milletler kararını onaylayan Türk heyetinin başındaki Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin daha sonra yaptığı bir açıklamada istifa ederek bu kararın kabulünü imzalamak istemediğini fakat İnönü’nün ısrarı üzerine imzalamak zorunda kaldığını açıklamıştır, (Manizade, 1998: 91). 
 25 Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne üyeliği konusunda Türkiye’nin resmi politikaları ikinci ve üçüncü bölümlerde ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır. 
26 Johnson Mektubu konusunda farklı yorumlara rastlamak mümkündür. Örneğin, Erol Manisalı, Johnson mektubunun Ankara’da büyük şaşkınlık yarattığını vurgulamaktadır (2005: 86). 
Oysa Nasuh Uslu, 1964’te Türkiye’nin Ada’ya müdahale edecek askeri gücü olmadığı için İnönü’nün ABD’nin bu müdahaleyi önlemesini sağladığını ve 
Johnson Mektubunu kamuoyuna durumu daha kolay izah edebilmek için bir mazeret olarak kullandığını ifade etmektedir (2004: 303). 
27 Acheson Planı’nın ayrıntıları için, bkz. Kemal Akmaral, Kıbrıs Türk’ünü İmhayı Hedefleyen Akritas Planı ve Annan’a dek Uzanan Planlar Süreciyle Kıbrıs 
(İstanbul: Bilge Karınca Yayınları, 2004), s. 135-138. 
Joseph, S. Joseph, “Ethnopolitics and Superpower Politics (The Acheson Plan)”, Cyprus: Ethnic Conflict and International Politics (New York: Macmillan Press Ltd., 1997), s. 64-67. 
28 Erol Manisalı bu döneme ilişkin olarak, “1963 sonrası getirilen öneriler ve bunlara Ankara’nın verdiği yanıtlar alt alta getirildiğinde Ankara’nın Kıbrıs politikasında çelişki ve çaresizlikler daha da iyi görülecektir”, demektedir (2005: 93). 
29 1968-1974 arasındaki barış görüşmelerinin ayrıntılı bir değerlendirmesi için, Farid Mirbagheri, “International Peacemaking in Cyprus, 1965-1974 
(Intercommunal Talks: 1968-1974)”, Cyprus and International Peacemaking (London: Hurst&Company, 1998), s. 55-60. 



***