Kömür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kömür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2020 Salı

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 4

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 4


Türkiye'nin, Enerji ve dış politika ekseninde izlediği politika ve stratejilerinin bir diğer önemli kısmını Ortadoğu bölgesi oluşturmaktadır. Ortadoğu bölgesi dünyanın en zengin petrol kaynaklarının bulunduğu bölgelerden biridir. Türkiye, Ortadoğu ülkelerine yönelik politikalarını belirlerken, bölge ülkeleri ile uzlaşma içerisinde bir siyaset izleyerek özellikle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi yönünde politikalar geliştirmiştir. Son yıllarda uluslararası aktörlerin müdahaleleri ve Suriye'de var olan iç savaş bu gelişimi zorlaştırmış olmasına rağmen bölge ülkeleri ile ekonomik ilişkilerin devamı sağlanmaya çalışılmaktadır. İran ile yapılan petrol ve doğalgaz enerji ticaretinin yanı sıra Irak bölge olarak kilit rol üstlenmektedir. 

Yaklaşık 115 milyar varil petrol rezervi ve günlük 2 milyon varil kapasitesi olmasına karşı bu üretim kabiliyetinin % 90'nını kullanamayan Irak önemli bir yer tutmaktadır. Aynı zamanda Irak, Ortadoğu ve Arap yarımadasına açılan önemli bir kapıdır. Irak'ta, kriz zamanında yaşanılan sıkıntılar ve Hürmüz Boğazı'nın kapatılması gibi etkenlerden dolayı petrolün kuzeye doğru aktarılma perspektifi oluşmuştur. Bu durum Türkiye'nin, Kerkük boru hattı ve bölgenin diğer petrol hatları için Ceyhan'ı terminal yapma hedefi için önemli bir avantajdır. Türkiye, Kerkük petrol boru hattına paralel bir hat ile Irak doğalgazını değerlendirmek istemektedir. 

Ayrıca, Trans-Anadolu arasındaki boru hattı projesi de tamamlandığında Türkiye, kuzey ve güney arasındaki köprüyü büyük ölçüde tamamlamış olacaktır. 

Türkiye, 21'inci yüzyılda var olan enerji savaşında küresel ve bölgesel aktörler ile ikili ve çoklu ilişkilerini maksimum seviyede tutarak ''Büyük Türkiye'' olma hedefi doğrultusunda belirlediği enerji hedefi olan ''Enerji koridoru ve Eneri Merkezi'' konumunda ülke olabilmek için istikrarlı ve kararlı bir dış politika izlemek hedefindedir. Dünya da var olan güç savaşının enerji üzerine kuruması ve Türkiye'nin bu güç savaşında arzuladığı konumu ve gücü yakalayabilmek için dünya enerji savaşındaki hamleleri iyi analiz etmek çabasındadır. Elde ettiği argümanlar ile en sıhhatli dış politika eksenini oluşturmak ve özellikle küresel ve bölgesel aktörlerin güç mücadelesindeki dengeleri gözeterek kendi menfaatleri doğrultusunda başarılı olacak politikalar izlemek amacındadır. Türkiye öncelikle fosil kaynak yetersizliğini, enerji kayıpları ve yenilenebilir enerjinin üretimdeki az olan yeri gibi sorunlarına sahiptir. Bunun yanında enerjinin transferi için terör sorunu,boğazlar ve Akdeniz'de kıta sahanlığı gibi uluslararası sorunlar ile karşı karşıyadır. 21.yüzyılda verilen enerji savaşında Türkiye hedefleri çerçevesinde öncelikle belirlediği sorunları gidermek ve giderdiği sorunları ile dış politikasında güçlü ve kararlı yol izleyerek var olan enerji savaşında ''Enerji Merkezi ve Koridoru'' olarak dünyadaki konumunu güçlendirmek hedefindedir. 

3. SONUÇ 

Bu çalışma, gelişen süreç içerisinde enerjinin ülkelerin sürdürülebilir kalkınmaları ve dünya güç dengelerinde yerini alabilmesi için oluşturacağı stratejiler ve bu stratejiler eksenli oluşturulacak, dış politikalarının ana eksenin de enerjinin stratejik konumuna değinilmiştir. Özellikle, 21'inci yüzyılın, ana gündemi ve nedeni olan enerji kaynakları üzerinde yaşanan güç savaşında küresel ve bölgesel aktörlerin enerji politikalarına ve bu politikalar doğrultusunda Türkiye'nin enerji hedefi, geliştirdiği politikalar ve oluşturduğu enerji politikalarının komşuları ile ilişkilerine etkisinden bahsedilmiştir. Çalışmadan anlaşıldığı gibi Türkiye, enerji bağımlısı bir ülkedir. Yetersiz fosil kaynak yapısı ve enerji verimliliğinin düşük seviyelerde olması, gelişmekte olan yapısı ve sürdürülebilir kalkınmasının kapsamında, enerji ihtiyacının giderek artacağı tespit edilmiştir. Türkiye, fosil kaynak yetersizliğinin etkisini en aza indirgeyebilmek için yenilenebilir enerji kaynaklarından maksimum verim elde edebilmek amacındadır. Çıkartılan kanunlarla yerli ve yabancı yatırımcıların ilgisini çekerek iç piyasada bir enerji çeşitliliği ile yatırımları arttırmak istenmiştir. Türkiye'nin, yenilenebilir enerji potansiyeli oldukça yüksektir ve Kyoto protokolü çerçevesinde temiz enerjiye yönelişi arttırarak enerji çeşitliliğini arttırmaya çalışmaktadır. Hidroelektrik santraller, Rüzgâr santralleri ve Güneş santrallerinden elde edebileceği önemli miktarda enerji potansiyeli bulunmaktadır. Bu potansiyelden yararlanabilmek için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) ve benzer kurumların araştırmalarını en doğru şekilde yaparak, kurulacak olan tesislerden maksimum verim elde etmek zorundadır. Türkiye, iç politikasında bu hedeflerde iken, enerji politikaları ekseninde ortaya koyduğu vizyon ve hedef,  ''Enerji Merkezi ve Koridoru olan Merkez Ülke'' olmaktır. 

Türkiye'nin, coğrafi konumu ve dünya enerji kaynaklarını incelendiğinde   Türkiye'nin dünya fosil enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahip olan Ortadoğu, Orta Asya bölgelerine yakınlığı ve aynı zamanda enerji aburu Avrupa ülkeleri ile arasında merkez köprü olacak bir konumda da olduğu gerçeği ile karşılaşılmaktadır. 

Enerji bağımlılığının, dış politikalarında kısıtlayıcı bir etki yaratmasına karşı  jeo stratejik konumu ile bu kısıtlılığın önüne geçebilme imkânına sahiptir. 

Türkiye, dünyada verilen enerji savaşında küresel ve bölgesel aktörler ile yakın ilişki içerisindedir. ABD, Rusya ve AB arasında ki güç savaşında belirleyici rol üstlenmek ve dünyada ki konumunu güçlendirmek isteyen Türkiye, aynı zamanda bölge ülkeleri ile ikili ve çoklu ilişkiler kurarak hedeflerine ulaşmak isterken, bölgesel aktörler ile rekabet halindedir. 

ABD, Soğuk Savaş döneminden sonra yakaladığı tek süper güç konumunu   kaybetmemek için içinde bulunduğumuz çok kutuplu güç sisteminde kendisine tehlike oluşturacak bir yapılanmanın önüne geçme hedefi içerisindedir. 

AB enerji oburu bir topluluktur. Özellikle, toplum refahının ve sürdürülebilir  kalkınmanın temeline oturan enerjiye bağımlılığı AB'nin yumuşak karnıdır. İzlediği politikalar ile öncelikle enerji arz güvenliğini sağlamak hedefindedir.  Rusya, SSCB'nin dağılmasından sonra 21'inci yüzyılın temel gündem maddesi olan enerji kaynaklarına sahip olması, Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerine yakınlığı ve bölge ülkeleri ile olan ilişkileri ile oluşan yapısını enerji süper gücü olarak kullanarak tekrar dünya süper gücü olmak hedefindedir. 

    Türkiye, küresel güçlerin bu güç savaşı içerisinde aktif bir rol izlediğini  görmekteyiz. Özellikle komşu ülkeleri ile geliştirdiği ilişkileri ve beraberin de oluşturduğu büyük projeler ile Doğu-Batı ve Kuzey-Güney enerji koridoru, Enerjide merkez ülke olma hedefi için güçlü adımlar atmıştır. Bir tarafı üretici kaynak ülkeler, diğer tarafı enerji oburu tüketici ülkelerle çevrili olan Türkiye, coğrafi konumunu etkin kullanarak geliştirdiği projeleri kazan-kazan politikasını benimseyerek hayata geçirmektedir. 

Türkiye bu süreç içerisinde en önemli avantajı olan jeopolitik konumu ve özellikle  bölge ülkeleri ile olan tarihsel ve kültürel dinamiklerini harekete geçirmesi    hedeflediği ''Büyük Türkiye'' vizyonuna ulaşmasındaki en önemli argümanıdır. Son olarak Türkiye, dünya siyasetini, bölgesel gelişmeleri ve özellikle dünya enerji teknolojileri ve kaynaklarını doğru analiz ederek anlamalı ve hedefleri  doğrultusunda geliştirmekte olduğu konumunu, sürdürülebilir kalkınması için enerji politikalarına yansıtarak gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmanın yolunu bulmalı ve geliştirdiği teknolojileri, projeleri ve güçlü konumunu kullanarak dünyaya milli güç unsuru olarak servis etmeli ve dünya aktörleri içerisinde yerini almalıdır. 

KAYNAKÇA 

AKOVA, İsmet(2008). "Yenilenebilir Enerji Kaynakları". Nobel Yayın Dağıtım. Ankara. 

Arı Tayyar(2004), Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, Alfa Yayınları, İstanbul, 224. 

ATAMAN, A.Rüya(2007). "Türkiye'de Yenilenebilir Enerji Kaynakları". Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 

      Kamu Yönetimi ve Siyaset Anabilim Dalı. Ankara. ss. 97. 

Aydoğan Metin(2003), AB'nin Neresindeyiz?: Tanzimattan Gümrük Birliğine, İstanbul, Kum Saati Yayınları, s. 170. 

BERNAL, Richard L(2002). "The Aftershock of 9/11: Implications for Globalization and World Politics". University of Miami. The Dante B. Fascell 

     North-South Center. Working Paper Series. Paper No: 10. September. 

Best Antony, H.M.Hanhimaki, Joseph A. Maiolo, Kirsten E. Schulze(2006), Uluslararası Siyasi Tarih, Yayın Odası, İstanbul, : 219. 

BRZEZİNSKİ, Zbigniew(2012). "Strategic Vision: America and the Crisis of Global Power". New York Basic Books. 

Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü(2011), “Çevre ve Temiz Enerji:''Hidroelektrik”, Haz.,Özcan DALKIR ve Elif ŞEŞEN, Ankara, MRK 

     Matbaacılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti., : 14. 

Çolakoglu Selçuk(2004). “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği Ve Çin”, Uluslararası İlişkiler, Cilt:1 Sayı:1, s.177. 

Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi(2013), Enerji Raporu. 

EDİGER, Ş.V(2007). "Enerji Arz Güvenliği ve Ulusal Güvenlik Arasındaki İlişki". Enerji Arz Güvenliği Sempozyumu. Genel Kurmay ATASE Başkanlığı. Stratejik 

     Araştırma ve Etüt Merkezi (SAREM). Genelkurmay Basımevi. YayınNo. 47. Ankara. 

ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı(2012). "Hidroelektrik Enerjisi Nedir?".          http://www.eie.gov.tr/yenilenebilir/h_hidrolik_nedir.aspx 

Etemoğlu, A.B. ve İşman, M.K.(2004),‟Enerji Kullanımının Teknik ve Ekonomik Analizi”, Mühendis ve Makine Od.'’, Cilt 529, s.19-23. 

European Comission (2000), Annex 1,'' Tecnical Background Document - Security of Energy Supply'' ,(Summary), Green Paper, COM (769) 

İsmail Hakkı İşcan(2002). Küresel Değişimin Getirdiği Yeni Stratejilerle Enerji Güvenliği Sorunu ve Türkiye. Avrasya Etütleri, 22: 87-117 

Pamir Necdet(2005). AB’nin Enerji Sorunsalı ve Türkiye, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt No 6, Sayı 67, Kasım. 

Karluk, R.(2002). Türkiye Ekonomisi, Beta Basın Yayım, Ankara, s.239- 255. 

SATMAN, Abdurrahman(2006). "Dünya Enerji Kaynakları". Türkiye Enerji ve Kalkınma Sempozyumu. TASAM. Nisan. 

UEA (2012) - World Energy Outlook. 

UĞURLU, Örgen(2006). "Türkiye'de Çevresel Güvenlik Bağlamında Sürdürülebilir Enerji Politikaları". Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal 

     Bilimler Enstitüsü Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim Dalı. Ankara. 

ÜNAL, Mustafa(2011). "Rus Dış Politikasında Enerjinin Rolü ve AB Enerji Politikasına Etkisi". Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü AB ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı. Ankara. 

Vladimir Putin (2005). '' Opening Address to the Meeting of Security Council of Russia on the Role of Russia in Guaranteeing International Energy Security'', 22 December. 


***

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 3

 21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 3


2.3. Rusya'nın Enerji Politikaları 

SSCB'nin dağılmasının ardından yenidünya düzeni oluşmaya başlasa da Rusya,  SSCB'nin dünya ya mirası olarak kalmıştır. Rusya, Aralık 2005'teki Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında kendine ''enerji süper gücü'' olma hedefi koymuştur ve V. Putin tarafından dünya kamuoyuna resmen ilan edilmiştir.(Putin, 2005) Rusya, süper güç olma hedefleri doğrultusunda ülke politikasını ve bu eksen çerçevesinde dış politikasını özellikle V. Putin iktidara gelmesi ile birlikte enerji kaynakları üzerine kurgulamış, enerji konusunda büyük atılımlar ve yatırımlar yaparak Gazprom'u dünya şirketi haline getirmiştir. 

Rusya, özellikle kendi kaynaklarını ve dünya enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahip olan Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerindeki hâkimiyetini muhafaza ederek ağırlıkla Orta Asya enerji kaynaklarını dünya pazarına kendi üzerinden ulaştırmak istemektedir. Rusya'nın bölgeye yönelik dış politikasının temel hedefi istikrar, sınır güvenliği ve işbirliği olmuştur.(Çolakoğlu, 2004) Rusya'nın enerjiye ve enerji güvenliği üzerine olan politikalara vermiş olduğu ağırlık bu politikaların doğru kullanılmasıyla elde edilecek siyasi ve ekonomik güç ile tekrar süper güç olma yolunda şansını ve ihtimalini arttırmaktadır. Bu nedenle, Rusya'nın enerjiye ve enerji güvenliği üzerine olan politikalara vermiş olduğu ağırlık bu politikaların doğru kullanılmasıyla elde edilecek siyasi ve ekonomik güç ile tekrar süper güç olma yolunda şansını ve ihtimalini arttırmaktadır.(Unal, 2011) 

Rusya'nın yapısını incelediğimiz zaman gelişiminde ve dış politikasın da enerjinin kapladığı hacmi tahmin etmek zor olmayacaktır. Rusya'nın geçmişten günümüze gelen tarihsel misyonu ve sahip olduğu enerji potansiyeli nedeniyle dünyada ve bulunduğu bölgede stratejik bir güçtür. Bu stratejik konumunu güçlendirmek ve 21.yüzyılda yaşanan enerji savaşı içerisinde enerji güvenliğini sağlamak için daha devletçi politikalar izlemektedir. Bu politikalar özellikle doğalgaz üretimi ve boru hatlarıyla dağıtımı, sektöründeki üstünlüğünü koruması anlamına gelmektedir.(Ediger, 2007) 

Rusya'nın izlediği sert ve devletçi politikalar AB ve ABD gibi diğer küresel  rakiplerini rahatsız etmektedir. AB'nin Rusya'ya alternatif üretme çabasına, Rusya ''böl ve yönet'' stratejisi ile karşılık vermektedir. Birlik üyeleri ile ikili şekilde enerji anlaşmaları yapan Rusya, Birliğin bütünsel etkisini kırmak ve kendisine olan bağlılığını arttırmak istemektedir. Kuzey Akım projesi ile Almanya'ya doğalgaz akışı sağlaması ve bunu ikili anlaşma eşliğinde yapması ve Bulgaristan ve Yunanistan ile Güney Akım projesi yapması, uyguladığı bu strateji üzerinde önemli birer örnektir. Ayrıca SSCB'nin dağılması ile bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya bölge ülkeleri ile direk temas halinde olarak hâkimiyetini sürdürmek istemektedir. 

Bölge ülkelerinin dünya pazarına açılan kapısı olmak ve böylelikle Orta Asya bölgesinin enerji güzergâhını ve kaynak hâkimiyetini elinde bulundurmak istemektedir. 11 Eylül olayları ile Amerika'nın Afganistan'a yerleşmesi ve son yıllarda Türkiye'nin bölgeye olan ilgisi ve geliştirdiği politikaları hayata geçirmesi Rusya'nın bölge hâkimiyetine zarar vermiştir. Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan temelli oluşturulan Bakü-Tiflis-Ceyhan(BTC) petrol boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum(BTE) doğalgaz boru hattı, Rusya'nın bölge üzerindeki hâkimiyetine zarar veren önemli gelişmelerdir. BTC' ye Kazakistan'ın da katılması ve petrol aktarması bölgede gelişen yeni siyasi hareketliliğin belirtisidir. Bölge ülkeleri Rusya dışında alternatifleri değerlendirerek tam bağımsızlık için adım atmaktadırlar. Rusya, tüm yaşananlara rağmen bölgenin en önemli gücü olmaya devam etmektedir. Özellikle Nabucco projesinin hayata geçirilmesini engelleme çabaları ve Orta Asya bölgesi için AB, Türkiye ve ABD ile verdiği rekabette Çin ve İran odaklı strateji izlemesi güçlü bir stratejik hamledir. Rusya'nın, Güney Osetya'yı işgal etmesi, Kırım'ın işgali gibi sıcak çatışma ortamları yaratmasının temelinde bölge üzerindeki enerji savaşında hâkim güç olduğunu göstermek istemesidir. 

Ortadoğu ve İran, Rusya için çok önemli konumdadır. İran'daki nükleer program  içerisinde aktif yer alması, İran üzerindeki ambargo zamanında İran ile arasındaki iyi ikili ilişkileri koruması, Rusya'yı bölgede etkin kılan nedenlerden biridir. Bu nedenle, İran enerji kaynaklarının batıya aktarımı konusunda batı ile ilişkileri iyi ve batının kontrolünde bir İran oluşumunu asla istememektedir. Ayrıca Rusya'nın son olarak Ortadoğu bölgesinde ABD öncülüğünde AB ve Türkiye'nin etki alanının gelişmesini kendisinin ülke menfaatlerine ters düştüğünden hareketle bölgede silahlı bir müdahale ile taraf olması yaşanılan enerji savaşında gerilimin bir hayli artmasına neden olmuştur. ABD, AB'nin Rusya üzerinde uyguladığı yaptırımlar karşısında ekonomik olarak zorlanmasına karşın Rusya'nın, Çin ile yapmış olduğu uzun süreli enerji anlaşması ise bir nebze nefes almasını sağlamıştır. Çin ile izlenen bu stratejik yakınlaşma ileride Rusya ve Çin arasında güçlü bir ikili rekabet oluşmasına zemin hazırlama riskini barındırmaktadır. Rusya'nın yaşadığı ambargoyu kendine fırsat bilen Çin hem artan enerji talebini daha ekonomik karşılama imkânı bulmuş hem de Rusya ile kurduğu stratejik ortaklık ile Orta Asya bölgesine yakınlaşmıştır. 

Rusya yaşadığı ekonomik sıkıntılara rağmen askeri ve mevcut kaynak gücü ile  21.yüzyılın enerji savaşında üstün yanları olan güçlü bir aktör gözükmektedir. Fakat ekonomisinin yarısından fazlasının enerji kaynaklarının gelirlerine bağlı olması, alt yapı verimsizliği zayıf tarafları olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara rağmen Rusya, 21. yüzyılın yaşadığı enerji savaşında gerek bölgeye yakınlığı gerek mevcut gücü gerekse tarihsel bütünlüğü göze alındığında en önemli küresel aktörlerden biri olarak daima yaşanan enerji savaşının içerisinde güçlü bir aktör olarak bulunacaktır. 

2.4. Çin'in Enerji Politikaları 

Çin, enerji tüketiminde ABD'den sonra gelen ve son yıllarda ortalama %9-11 büyüme hızı ile dünya denkleminde etkin rol alma kabiliyetinde olan güçlü ülkedir. Çin, 1979 yılından itibaren ekonomik büyümeye önem vermiş ve bunun içinde kurduğu ekonomik bağlarla savaş ve çatışmalardan kaçınarak ''Barışçıl Kalkınma'' stratejisi çerçevesince bir dış politika oluşturmuştur. Ekonomik kalkınma ve askeri gücüyle ve barışçıl stratejisi sayesinde bölgede hızla büyüyerek ve küresel denklem içerisinde hâkimiyet kurma eğilimi içerisindedir. Bu anlamda, Kafkasya ve Orta Asya bölgesindeki yatırımları ile dikkat çekmektedir. 

Çin, özellikle enerji arzı noktasında rezervlerini doğru kullanma eğiliminde  olmuştur. Buna rağmen artan yurtiçi enerji talebi karşılamakta zorlanan Çin, 2035 yılında enerji ithalatının %70'in üstüne çıkacağı düşünülmektedir. Sera gazı problemlerine rağmen en büyük rezerv kaynağı olan kömür santralleri ile enerji arzını iç dinamikleri ile sağlamaya çalışırken, bölgede yaptığı yatırımlarla  büyümesine ve enerji arzı noktasında ihtiyaçlarını karşılama çabasındadır. Çin, 1990'lı yıllarda başlayan enerji sektöründeki özelleştirmeye dayalı yapılandırma çalışmalarını başlarken, 1998'den itibaren de petrolde devlet kontrolünü güçlendirmeye çalışmaları yapmıştır. Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerinde Rusya ve ABD ile çatışmaktan uzak bir siyaset izleyen Çin, bölgede Batı ve Rus şirketlerinin verimli görmedikleri bölgelere devlet destekli firmalarını sokarak yayılma politikası uygulamıştır. 

Çin'in bu politikaları yakın vade de bir tehlike gözükmese de uzun vade de Türkiye, Rusya ve İran'ın Orta Asya bölgesi için en çetin rakip olarak, tehlikeli boyutlara gelecek bir rekabetin ana unsuru olacaktır. ABD'nin, İran'a uyguladığı ekonomik ambargo karşısında ılımlı bir politika izleyen Çin, ABD'yi karşısına almadan İran ve Rusya yanlısı bir politika izleyerek, İran ile petrol karşılığında teknoloji, mühendislik hizmetleri, silah ticareti gibi ticaret yollarını ilerletip İran'dan enerji temin etmektedir. Çin izlediği u barışçıl siyaset ile hem Ortadoğu hem de Orta Asya enerji pazarlarına güçlü ve rahat şekilde giriş yapma şansına sahip olmuştur. 

ABD'nin, Rusya üzerinde kurduğu ambargodan yararlanan Çin, 40 yıllık süre ile 30 milyar m³'lük anlaşması ile Rusya'yı rahatlatırken, kendine de sürekli bir enerji akışı anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma ile Orta Asya pazarına önemi bir etki yapan Çin bölge enerji kaynaklarının eksen kayması içinde alternatif oluşturmuştur. 

AB ve ABD'nin uyguladığı yaptırımlara karşı, Çin'in bu yapmış olduğu anlaşma bir bakıma da dünya aktörlerine meydan okuma anlamını ve varoluşunu dile getirmek olarak algılanabilir. Çin'in küresel güç olma ve sürekliliğini sağlamada belirlediği barışçıl ve yumuşak dış politikası ile bölgedeki hâkimiyet alanını genişletmesinin yanı sıra büyümenin getirdiği riskliliği verimliliğe dönüştürerek minimize edebilmesi ve içyapısındaki düzensizlik ve dengesizliği çözümleme yeteneği büyüme ve küresel aktör olan, Çin'in gizli sırrı olarak ayrıca analiz edilmesi gereken bir özelliğidir. Çin var olan dinamik gücü ve izlediği politikalar ekseninde 21.yüzyılın enerji savaşında dikkatle izlenmesi gereken bir aktördür. 

2.5. Türkiye'nin Enerji Politikaları 

 Türkiye mevcut enerji kaynakları göz önüne alındığında kendi kendine yetebilen bir ülke değildir. Ayrıca hızla artan enerji ihtiyacını karşılamak durumundadır. Türkiye, enerji kaynakları adına kısıtlı olmasına karşı, jeopolitik konumu ve gelişen teknoloji, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımı ile bunu en asgari koşullara indirme şansı bulunan bir ülkedir. Fakat Türkiye'nin çok uzun yıllara dayanan bir enerji stratejisi yoktur. Uzun yıllara dayanan Soğuk Savaşın, ideolojik kutuplaşması veya 1980-1988 yılları arasında süren İran-Irak savaşı gibi dış etkenlerin yanında, 1970 ve 1980'ler süresince kırılgan bir iktisadi yapısının olması, iç etkenler, uzun yıllar boyunca geniş çaplı ve uzun soluklu bir enerji politikasının geliştirilememesin de önemli sebeplerdendir. Özellikle dünya enerji rezervlerinin büyük bir kısmına sahip komşu ülkeler ve bölge ülkeleri ile kurulamayan ilişkiler bugün oluşturulmak istenen dış politika ve ticaret için dezavantaj olarak gözükmektedir. 

Türkiye'nin, son yıllarda izlediği ''komşularla sıfır sorun'' politikası ve istikrarlı  büyüyen ekonomik ve siyasi yapıya sahip olan bir ülke olması transit potansiyelini ve ticari yatırımlar için uygunluğunu ön plana çıkartmaktadır. Ayrıca tüketici konumundaki ülkelerin enerji ihtiyacı kadar üretici olan ülkelerinde pazar ve tüketici ihtiyacı söz konusu olduğu enerji denkleminde hem kendi pazarı hem de Avrupa pazarına açılan güvenli ve ekonomik güzergâh oluşu önemli bir avantaj oluşturmaktadır. Sahip olduğu bu avantajlı potansiyeli ile Türkiye, jeostratejik konumu ile bir enerji koridoru olarak kullanmaya çalışmaktadır. İzlediği doğru dış politikalar, ikili ve çoklu enerji anlaşmaları ile enerji çeşitliliğini sağlayarak enerji arz güvenliğini temin etmek istemektedir. 

Türkiye'nin hedeflediği ''Büyük Türkiye'' vizyonu içerisinde ki enerji politikasının  hedefi ''Enerji Merkezi ve Koridoru'' olarak açıklaması ve bunun içinde coğrafi konumunu avantaj olarak ön plana çıkarması mevcut konjonktür içerisinde doğru bir eğilimdir. Bu jeostratejik konumu ve enerji hedefi içerisinde Balkanlar, Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerinin Türkiye'nin enerji politikaları için içerdiği anlamları şu şekilde özetleyebiliriz. 

Balkanlar; Türkiye'nin dış politikası içerisinde geliştirdiği enerji politikasının en önemli sütunlarından bir tanesidir. Şöyle ki, Enerji üretimi, enerjinin taşınması gibi etkenlerin ekseninde ülkelerin yaşamış olduğu en büyük sorun olan pazar sorunun sonlanabilmesi için var olan en önemli pazar olan Avrupa ülkelerine açılan kapıdır. 

Ortadoğu; Siyasi dengesizliklerin yanı sıra Ortadoğu, küresel güçlerin enerji  savaşlarına adres olmuş en önemli bölgedir. Büyük enerji kaynaklarına rağmen istikrarsız siyasi yapısı ve oluşumları ile stratejik bir konumdadır. Türkiye'nin enerji arz güvenliği için kaynak ve Arap yarım adasına açılan kapısı olması Ortadoğu bölgesinin önemini arttırmaktadır. 

Orta Asya; Ortadoğu'dan sonra Kafkasya tarih boyunca en ciddi enerji savaşları na ev sahipliği yapmıştır. SSCB'nin tarihe mal oluşunu takip eden günler de yeni Rusya'nın bölgedeki etkinliğini kaybetmemek için girişimleri, Çin'in bölgedeki boşluktan yararlanarak yaptığı manevralar, ABD'nin ve batı dünyasının aynı çerçevede fırsatlardan yararlanmak üzere devreye girişi ve Ankara'nın oluşturduğu enerji politikaları kapsamında tarihi, kültürel ve reel politik dinamikleri ile rekabetin politik anlamda yaşandığı en şiddetli arenadır. 

 Türkiye bölgesel uzantıları ile üç farklı düzlemin merkez noktasında olan bir ülke olarak bu coğrafi konumunu enerji hedefleri içerisinde oluşturduğu dış politikalarında kullanarak avantaj elde etme şansına sahiptir. Türkiye oluşturduğu dış politikalar ile açmaz ve açılımlarıyla sahip olduğu bu üç ayrı bölgenin ortak avantajlarını birleştirerek küresel bir enerji terminali ve gücü olma şansına sahiptir. 

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin en önemli önceliği sürdürülebilir kalkınmayı istikrarlı şekilde sağlamak ve artmakta olan enerji ihtiyacını en doğru çalışmalar ve dış politikalarla, bağımlılıktan kurtulmayı sağlamaya yönelik çalışmalar yaparak karşılamaktır. Türkiye konumu itibariyle, batının en doğusunda, doğunun da en batısında ve kuzey, güney eksenin tam ortasında, dünya enerji kaynaklarının yaklaşık % 70'ine sahip olan, kuzeyde Rusya, doğusunda Orta Asya ülkeleri ve güneydoğusunda Ortadoğu bölge ülkelerine komşu olan stratejik önemi muazzam bir ülkedir. İçerisinde bulunduğu coğrafyada aynı zamanda etnik, dini ve kültürel olarak etkinliğe sahip ve doğrudan bağları olan bir ülkedir. Bu coğrafya için ünlü stratejist, Zbigniew Brezinski vurguladığı ''Avrasya Bölgesi Güç Dengesi'' dünyanın geleceği ve jeostratejik dengeler ve oluşacak küresel güç dengeleri için en belirleyici faktörlerden biridir.(Brzezinski, 2012) Söylemi, son yıllar da bu coğrafyanın en hızlı büyüyen ve güçlenen devleti olarak, 21'nci yüzyılın enerji savaşında konumu ve yapısı itibariyle dikkat edilesi önemli bir konumdadır. 

Türkiye, jeopolitik konumu, tarihsel misyonu ve mevcut potansiyeli göz önüne  alındığında büyüyen ekonomisi ile G-20 ülkeleri içerisinde olması ve beraberin de ''Büyük Türkiye'' vizyonu ile dünyanın gelişmiş ilk 10 ülkesi içerisine girme hedefine ulaşmak için rasyonel ve stratejik politikalar uygulaması durumunda bu hedeflerine ulaşacak güce sahiptir. Türkiye, dış politika çerçevesini belirleyerek ilk somut adımı, 2011 yılında ''Türkiye'nin Enerji Stratejisini'' Türk Dış Politikasını şekillendiren AB ve NATO ile ilişkiler gibi ana konular içerisine dâhil ederek atmıştır. Bu bağlamda, Türkiye'nin enerji politikalarını, iki eğilim üzerinde incelemek mümkün olabilir. 

İlki enerji arz güvenliğini temini için enerji çeşitliliğini arttırarak ithal enerji bağımlılığında kaynak riskini minimize edecek politikalar oluşturarak belirlediği vizyon çerçevesinde, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney hatları üstünde toplayarak enerji koridoru ve enerji merkez ülkesi hedefine ulaşmak. 

İkincisi ise, kendi mevcut enerji potansiyelini harekete geçirerek var olan fosil enerji kaynaklarını, yenilenebilir enerji kaynaklarını maksimum derecede üterime sokmak ve enerji kayıplarının önüne geçerek, enerji verimliliğini maksimum düzeye ulaştırmak hedefindedir. 

Türkiye, belirlediği hedefler doğrultusunda, enerji politikası kapsamı içerisinde enerji arz güvenliğini sağlamak ve jeopolitik konumunu kullanarak hedefi ''Enerji Koridoru ve Enerji Merkezi'' olmaktır. 21'inci yüzyılın, küresel boyutta olan enerji savaşında, küresel ve bölgesel aktörler ile çetin bir rekabet içerisindedir. Türkiye, ithal bağımlılığı gibi dezavantaj içeren sorunlara sahip olsa da, mevcut jeopolitik konumu ve tarihsel misyonu gereği önemli bir role ve avantaja da sahiptir. 

Dünya'nın, özellikle fosil kaynaklar olarak en önemli rezerv kaynağına sahip olan Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerine yakınlığı ve ithal enerji bağımlılığı olan Avrupa ülkeleri içinde, köprü konumunda olması, enerji merkezi ve koridoru hedefine ulaşabilmesi için güçlü bir argümandır. SSCB'nin dağılmasından sonra eski gücünden uzak kalan Rusya, gelişen enerji kaynakları ile tekrar süper güç olmak için enerjiyi kullanmasına karşı, Türkiye hedefleri doğrultusunda, uluslararası desteği de alarak özellikle Rusya'nın bölge hâkimiyetine alternatif olabilmek için, Orta Asya Cumhuriyetleri'nin (OAC), ''engelsiz surette tasarruf edebilecekleri, enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara serbestçe ve farklı güzergâhlardan nakledilmesini desteklenmesi''(T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2011) düşüncesini benimsemiştir. 

Türkiye'nin Hazar Havzası'nın enerji kaynaklarına ulaşması ve Orta Asya ülkeleri ile ilişki kurmak istediği başta ABD ve AB tarafından desteklenmesi ile ideal bir durumu oluşturmuştur. Özellikle, Azerbaycan ile arasındaki ''Tek millet, İki Devlet'' söylemli ortak dış politika ile oluşan uygun zemin ile Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol (BTC) boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) doğalgaz boru hatlarının hayata geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Böylece Türkiye'nin bölge ülkelerinin enerji kaynaklarının dünya pazarına sunulması için Rusya'ya alternatif olma imkânı tanımıştır. Bu projelerin önemi, geçmişten günümüze gelişen tarihsel süreçte Rusya'nın bölge etkinliğini kullanarak, Türkiye'nin izlediği bölgeye ulaşma politikalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına son vermesi ve bölge ülkeleri ile enerji ticareti için ilk sıcak temasın kurulmasına imkân verdiği için çok önemlidir. 

Orta Asya enerji kaynakları için Rusya en büyük bölgesel güç olmasına rağmen Türkiye bu bölge için Rusya kadar Çin ile mücadele edecektir. Artan enerji talebi ile Çin, bölge ülkeleri için güçlü bir pazar konumundadır. Nitekim Türkmen gazının İran üzerinden istenilen şekilde temin edilememesinin en önemli nedeni başta ABD ve Avrupa ülkelerinin, İran üzerinde uyguladıkları ambargo ve izolasyon nedeni olması ve var olan kaynakların batı eksenli değil, doğu eksenli eğilim göstermesine neden olmasıdır. 

Türkiye için Orta Asya bölgesi enerji kaynaklarına ulaşma hedefinde bölge ülkeleri ile olan ikili ve çoklu ilişkiler, oluşturulan projelerin hayata geçebilmesi için son derece önemlidir. Aksi halde, başta Kazakistan petrolü, Türkmenistan doğalgaz kaynakları, İran örneğinde yaşandığı gibi enerji talebi büyüyen Çin, Hindistan gibi ülkelerin artan pazar etkisiyle eksen kayması riskine neden olabilir. Yaşanılacak herhangi bir eksen kayması Türkiye'nin, enerji koridoru ve enerji merkezi olma hedefine derin zararlar verecektir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 2

 21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 2


2. ENERJİ SAVAŞINDA KÜRESEL VE BÖLGESEL AKTÖRLERİN ENERJİ POLİTİKALARI., 

Enerji insanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi günümüzde de en temel ihtiyaç olarak karşımıza çıkacaktır. Dünya'nın güçlü ülkeleri arasına girebilmek ve süper  güç olabilmek için enerji kaynakları ile doğrudan bir ilişki mevcuttur. Özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte enerjinin önemi giderek artış göstermiştir. Ülkelerin ihtiyaçları olan enerji talebini çoğunlukla fosil kaynaklardan sağlamaktadırlar. Fosil kaynakların dünya da homojen şekilde dağılmamış olması ise enerji kaynakları üzerindeki rekabeti şiddetlenmesine neden olmaktadır. 

Son yüzyıl içerisinde yaşanılan birçok savaş ve siyasi akımların getirdi devrimler yaşanmıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, Arap-İsrail Savaşı, Birinci ve İkinci 

Körfez Operasyonları, Küba krizi, Kore krizi, Süveyş krizi, Petrol krizleri ve Arap Baharı gibi olayların tümünü incelediğimizde olayların oluşumlarının başrolünde ya direk yâda yan rollerde mutlaka enerji jeopolitiği ve güvenliği yer almıştır. Tüm yaşanan olaylarda yer aldıkları gibi 21. yüzyılın enerji savaşı içerisinde de bulunan bazı aktörlerin enerji politikalarını incelenecektir. 

2.1. AB'NİN ENEJİ POLİTİKALARI 

 AB, dünyanın en büyük enerji ithalatçısıdır. ABD'den sonra enerji tüketiminde ikinci sırada bulunmaktadır. AB'nin artan enerji talebi içerisinde tüketiminin  önümüzdeki yirmi yıl içerisinde iki katına çıkacağı ve buna bağlı olarak da ithal bağımlılığın 2030 yılında %70'lere varacağı tahmin edilmektedir.(Europen 

Comission, 2000) Topluluk üyeleri ilk hukuksal anlaşmayı 18 Nisan 1951'de Paris'te imzalayarak Avrupa Kömür Çelik Topluluğu'nu (AKÇT) kurarak bugün ki 

AB'nin temellerini atmıştır. Kurulan örgütün temel amacı, silah sanayisinin temel dayanağı olan kömürü ve çelik üretiminin ortak bir kuruluş tarafından denetim altına alınmasıydı.(Aydoğan, 2003) Böylelikle, Fransa ve Almanya'nın geçmişten günümüze bu sektördeki rekabetine son verilerek savaşın düşünülmez değil, fakat materyal olarak imkânsız hale getirilmesini hedeflenmiştir. 

Birlik, 1973-1974 yıllarında yaşanılan ilk petrol krizinden sonra ortaya çıkan enerji probleminden ve krizin etkisinden kurtulabilmek için 1974 yılında '' Yeni Enerji Politika Stratejisi'' programını oluşturarak ''Enerjinin Rasyonel kullanımı'' başlıklı eylem programı hazırlamıştır. Programın amacı enerji tüketiminin daha efektif kullanımı ve enerji tüketiminin sosyal ve ekonomik kalkınmaya zarar vermeyecek şekilde sınırlandırılmasıdır. Yaşanılan 1979 yılı İkinci Petrol krizi ile birlikte tasarruf politikaları sıkılaştırılmış ve durumdan asgari şekilde etkilenmek için özen gösterilmiştir. AB gelişen süreç içerisinde enerji stratejileri ile ilgili en somut ve gerçek bir adım olarak 1995 yılında yayınladığı ''Avrupa Birliğinin Enerji Politikası'' başlıklı ''Beyaz Kitap'' ile atmıştır. Böylece AB enerji iç pazarı için genel ilkeler ve amaçların neler olduğu; enerji arzının güvenliği, çevrenin korunması ve genel rekabet gücü dikkate alınarak belirlenerek bir enerji stratejisi oluşturulmuş tur. 1990'lı yıllar da gelişen düzen içerisinde birlik bağımsızlığını kazanan Doğu Avrupa ülkeleri ile geliştirilen ilişkiler neticesinde enerji kullanımı ve verimliliği  konularında sıkıntılar yaşamıştır. Yaşanılan sıkıntılar ekseninde AB'nin gelecekte karşılaşabileceği enerji arzındaki risklere yönelik yeni bir enerji politikası  oluşturulmasını kararlaştırmıştır. Bu karar ekseninde 2000 yılında ''Yeşil Kitap'' enerji politikasının metni olarak yayınlaşmıştır. Böylece AB'nin enerji üretiminin,  tüketimi karşılamadaki yetersizliğine vurgu yapılmış ve özellikle arz güvenliği açısından dışa bağımlılığın her gecen gün daha da arttığı üzerinde durulmuştur.(Pamir,2005) 

AB, bu zamana kadar yaptığı enerji reformları ve yayınladığı Beyaz ve Yeşil Kitap ile enerjide temel problemi olan enerji üretimindeki kaynak yetersizliğine rağmen oluşan büyük enerji talebini karşılayabilmek için gerekli politikaların oluşması ve enerji arz güvenliğinin sağlanmasını temel hedef olarak benimsemiştir. AB benimsediği bu hedef çerçevesinde oluşturulan politikaların ana ekseninde enerji çeşitliliği oluşturarak enerji temininde sıhhatli güzergâhlar oluşturmaktır. Özellikle gelişen süreç içerisinde AB yaşadığı enerji kaynak sıkıntısını Rusya ile çözme yoluna gitmiş ve enerji arzını Rusya'dan karşılamıştır. Rusya'ya olan bu bağlılık, topluluk için bir risk oluşturduğu gerçeğini bilinmesine rağmen enerji çeşitliliğinin olmaması ve kaynak yetersizliğinden dolayı enerji bağımlılığı giderek artmaktadır. 

Rusya'nın gelişen enerji denklemi içerisinde enerjiyi tamamıyla dış politika ekseninde kullanması ise birlik için önemli bir tehlike unsuru olmaktadır. Nitekim Rusya'nın 8 Ocak 2007'de Ukrayna ile yaşadığı kriz nedeniyle Ukrayna Başbakanı Yushchenko'ya baskı yapmak amacıyla Beyaz Rusya üzerinden geçen Orta ve Batı Avrupa'ya petrol hattı olan Druzhba petrol boru hattındaki akışı durdurması ve Ukrayna üzerinden geçen doğalgaz hattını kesmesi AB'nin enerji arz güvenliğindeki nadir yapısını ortaya çıkartmıştır. 

Rusya'nın enerji üzerinden oluşturduğu dış politikanın tehlikesinin benimsenmesi nin ardından AB enerji çeşitliliğine hızla yön verme çalışmalarına girmiştir. Böylelikle AB açısından en önemli husus dışa bağımlılığın yaratacağı risklerin en aza indirilmesi olmuştur.(Pamir, 2005) AB'nin Norveç dışında güvenli enerji tedarik kaynağı yoktur. Rusya'nın politik hamleleri ver beraberinde yaşanılan sıkıntı AB'nin Akdeniz, Kuzey Afrika ve Ortadoğu, Orta Asya bölgelerine yönelerek enerji çeşitliliğini ve artan enerji ihtiyacını güvenli şekilde karşılamaya yönelmiştir. Ancak bu yöneliş içerisinde tamamıyla dış politikasını enerji gündemli belirleyen Rusya ile olan ikili ilişkilerini bir dengede tutmaya ve uzun vadeli anlaşmalar ile enerji arzındaki güvenliğini temin etmeye çalışmaktadır. Özellikle 30 Ekim 2000 yılında AB ve Rusya Federasyonu arasında yapılan zirvede ''enerji ortaklığı'' tanımının çıkması ile enerji arz güvenliğine ilişkin kaygılarını gidermeye yönelik atılmış bir adımdır. AB oluşturduğu enerji politikaları ile Kuzey Afrika ve Akdeniz kaynaklarına ulaşarak enerji çeşitliliği ile ilgili çalışmalarını yapmaktadır. 

Dünya fosil enerji kaynaklarının yaklaşık yarısına sahip olan Orta Asya ve Ortadoğu bölgeleri AB içinde hayati önem taşımaktadır. 

AB'nin Orta Asya bölgesine direk etki edebilmek için Romanya ve Bulgaristan'ı birlik bünyesine alarak Karadeniz'e komşu olması, Türkiye'nin BTC ve BTE boru hattı projelerine ekonomik ve siyasi destek vermesi bölge için önemli adımlardır. Nabucco, TANAP gibi projeler hayata geçirildiğinde Türkiye üzerinden bölge ile olan enerji diyalogu artacaktır. Ayrıca AB'nin Ortadoğu bölgesinde ABD ile hareket etmesi, Ukrayna krizi sonrası Rusya'ya olan yaptırıma destek vermesi enerji rekabetinde ısınan zeminin göstergesidir. Yeni oluşan dünya düzeninde pazar gücünü ve siyasi gücünü kullanarak konumunu daha aktif ve güçlü kılmaya  çalışmaktadır. Özellikle Ortadoğu ve Suriye'de yaşanılan istikrarsızlık ve savaş hali, AB ile Türkiye ilişkilerini ve birliğe üyelik görüşmelerinde yakınlaşmayı  beraberinde getirmiştir. 

AB için Türkiye'nin olmadığı bir siyasi denklem Ortadoğu ve Orta Asya bölgeleri için mümkün olmayacaktır. Sonuç olarak AB'nin enerji politikasının amaçları; enerji arzının güvenliği ve çevrenin korunması arasında bir dengeye vararak, toplam enerji tüketiminde kömürün payını arttırmak, nükleer enerji santralleri için azami güvenlik şartları tesis etmek ve yenilenebilir enerji kaynaklarının payını arttırmak olarak kısaca açıklanabilir. (İşcan, 2002) 

2.2. ABD'nin Enerji Politikası 

ABD, dünya düzenine baktığımız zaman en güçlü ve önemli aktör konumundadır. SSCB'nin dağılmasından sonra iki kutuplu güç dengesi dağılmıştır. Bu dağılımın  etkisi ile tek süper güç konumuna gelmiştir. Gelişen dünya düzeninde çok kutuplu bir güç dengesi oluşmaya başlamıştır. Özellikle enerji kaynakları ile birlikte  şekillenen düzen içerisinde, ABD konumu korumak ve kendine eş bir güç olmasını engellemek istemektedir. ABD'nin bu vizyonu eşliğinde oluşturduğu enerji  politikasını şu şekilde özetleyebiliriz; Kendi kaynaklarının mümkün oldukça muhafaza edilmesi ve geliştirilmesi, ihtiyacı olan enerji kaynaklarının mümkün  oldukça farklı bölgelerden temin edilmesi ve kendi çıkarlarına ters olacak bir enerji jeopolitik oluşumun engellenmesi üzerine kurmuştur. 

ABD, dünya üzerinde yakaladığı süper güç konumunu enerji politikaları üzerinde fazlasıyla hissettirmektedir. Dünya'nın neredeyse her bölgesinde askeri güç   bulunduran ABD, aynı zamanda da oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile küresel bir lobi sahibi olmasını yanında dünya teknoloji alanının yaklaşık %30'unu  elinde bulundurarak gelişen enerji savaşında ekonomik, askeri gücünün dışında psikolojik bir üstünlükte kurmaktadır. Özellikle, enerji kaynaklarının ve enerji geçiş yollarının hâkimiyetinin oluşturma eğilimindedir. Bu bağlamda ABD Deniz Kuvvetlerinin bir kısmını Basra Körfezi, Umman Denizinde ve Hint Okyanusu'nda  petrol yolları açık olması için daima bulundurmaktadır. Ayrıca, 1973'ten bu yana Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar gibi ülkelerde Amerikan  üsleri  bulundurmaktadır. Afrika'da, 2007'de kurulan ''Afrika Komutanlığı'' ABD'nin ulusal güvenliği açısından, Afrika'nın önemini göstermektedir. Afrika'nın gerek petrol ve gerek stratejik mineral ve madenler bakımından güçlü olan rezerv yapısı birçok küresel aktörün daima üzerine ilgi göstermesine neden olmaktadır. Çin'in, Afrika'ya olan ilgisi ve Afrika ülkeleri ile bir dizi enerji ve alt yapı anlaşmaları yapması, ABD'yi rahatsız etmiş ve ulusal güvenliğine tehdit olarak algılamasına sebep olmuştur. Bu oluşumdan rahatız olan ABD'de, Çin'in bölgede ki hâkimiyet kurma girişimine karşı bölgeye yatırımlarını arttırarak ve Afrika Komutanlığı'nı kurarak buradaki varlığını koruma girişiminde bulunmaktadır. Böylece hızla büyüyen Çin'in enerji savaşında küresel müdahalelerinin önüne geçmeye çalışmaktadır. 

ABD'nin var olan gücünü koruma mücadelesi ve beraberinde gelişen teknoloji ve toplum yapısı ile artan enerji talebini hızlandırmaktadır. ABD'nin, artan enerji arzının karşılayabilmek ve süper güç konumunu koruyabilmek için enerji kaynakları üzerine geçmişten günümüze oluşturduğu politikaları şu şekilde analiz edebiliriz. 

Truman yönetimi, Sovyetler Birliği'ne karşı çevreleme politikasını izlerken  Ortadoğu'da İngiliz varlığının ve yönetiminin yerini doldurma isteğini ortaya  koymaktadır.     

(Best, 2006) ABD, 1957'de Eisenhower Doktrini ile tam olarak Ortadoğu'ya yönelmiş ve Ortadoğu ülkelerine, ekonomik, askeri yardım yapılması, Komünist kontrol altında bulunan herhangi bir devletten bu devletlere saldırı yapılması karşısında, bölge devletlerin istemesi halinde, Amerikan Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılması kararlaştırılmıştır.(Arı, 2004) Bu sayede, bir taraftan Arap ve bölge ülkeleri ile yakın ilişkiler kurularak diğer taraftan da SSCB'yi kontrol etmeye çalışmıştır. 

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu bölgesinde İngilizlerden oluşan boşluğu doldurmak istemiştir. Vietnam Savaşının olumsuz etkileri karşısında 1970'te Nixon Doktrini'nde, ABD'nin bölgesel çatışmalara doğrudan müdahale etmeyeceği, bunun yerine askeri ve ekonomik yardım yapacağı ifade edilmiş olsa da kalıcı bir hale gelmemiştir. Özelikle 1973-1974 yılarında yaşanan petrol krizi, ABD'nin bölge için var olan politikasının, güce dayalı bir politika olarak değişmesine sebep olmuş, 1980'de ilan edilen Charter Doktrini'nde ise Basra Körfezi'ne yapılacak herhangi bir saldırının, ABD'nin yaşamsal çıkarlarına bir saldırı olarak değerlendirileceği ve bu tür bir saldırının her türlü araçla önleneceği ifade edilerek bir bakıma da Nixon anlayışı terk edilmiştir. Bu doktrin aynı zamanda yüzyıllardır enerji üzerine dönen savaş için tarihin yeniden tekerrürü gibidir. İngiltere, I. Dünya Savaşı sonrasında oradaki hâkimiyetini ve bölgeye bakış açısını belirtmek, ABD'nin politikasını anlamamıza yardımcı olacaktır. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Landsdowne, Mayıs 1903'te Lordlar Kamara'sında yaptığı bir konuşmada şu politik görüşü dile getirmiştir; ''İngiltere Hükümeti, İran Körfezi'nde kendisinden başka hiçbir gücün denizde üs kurmasına müsaade edemez ve böyle bir olguyu kendi çıkarlarına yöneltilmiş menfur bir hareket sayar. Bu itibarla bu tür bir girişime ellerindeki tüm imkânları seferber ederek mani olacaktır''. 

Dünya siyasi yapısını değiştiren bir diğer önemli olay ise ABD'de, 11 Eylül 2001'de yaşanan terör olayıdır. Başta ABD olmak üzere tüm dünya üzerinde derin etki yaratmasına ve kendi topraklarında terör olayına maruz kalan ABD'nin uluslararası politikasını değiştirmesine sebep olmuştur. Barnell'e göre 11 Eylül saldırıları takvimsel olarak değil ama dünyayı değiştiren, dönüştüren, sosyal, ekonomik, politik özellikleri dolayısıyla 20. yüzyılı sonra erdiren önemli tarihsel bir olaydır. 11 Eylül saldırıları, yeni stratejik ortaklıklara ve diplomatik birlikteliklere neden olmuştur.(Bernal, 2002) Bu oluşan yeni düzen içerisinde çok kutuplu güç dengeleri oluşmaya başlaması, ABD'nin enerji üzerine izlediği politikalara karşı tepkilerin oluşmaya başladığı döneme geçilmiştir. II. Körfez Savaşı sonrasında Rusya ve Çin'den gelen tepkilere bazı AB ülkeleri de katılmış ve ABD ile AB arasında '' 

Transatlantik Çatlak'' meydana gelmiştir. Bölgesel aktörlerden Türkiye ve ABD'ye yakınlığı ile bilinen Suudi Arabistan'da ABD'ye istediği desteği vermemiştir. 

ABD'de 2008 yılında başlayan ekonomik kriz neticesinde, küresel ve bölgesel aktörler ile yapılan enerji rekabetini veya savaşını daha derin ve çetin hale gelmesine neden olmuştur. Çin, Rusya ve AB ülkeleri enerji politikaları, ABD'nin çıkarlarını etkilemektedir. Özellikle dünyanın en önemli enerji kaynağı, Ortadoğu üzerindeki rekabeti arttırmakta ve beraberinde Hazar Petrolleri, Kafkasya ve Karadeniz üzerinde bir rekabette yaratmaktadır. 

ABD ihtiyaç duyduğu enerjinin önemli bir kısmını Ortadoğu ve Orta Asya  bölgesinden karşılamaktadır. Bu bölgelerde ABD, Rusya'nın etkinliğini kırmak ve Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)'e olan bağlılığını azaltmak öncelikli hedefidir. ABD için Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya gibi aktörlerde hegemonyasını tehdit eden ve meydan okuyan aktörler olarak ön plana çıkmaya başladığı bir dönem içerisindedir. Çok kutuplu güç denkleminde, ABD'nin tekelideki güç dengesi ve ABD'nin gücü azalma eğilimi içerisinde iken başta belirttiğimiz ülkeler olmakla birlikte birçok yeni aktörde düzenli bir güç artışını görmekteyiz. Bu aktörlerin kendisine meydan okuyacak kadar güçlenmesini istemeyen ABD, enerji kaynaklarını ve enerji yollarını elinde tutarak bu ülkelerinde kontrolünü elinde tutmak ve bölge ülkeleri ile yaptığı uzun vade içeren anlaşmalarla yakın gelecekteki enerji paylaşımında şimdiden rolünü güçlendirmek istemektedir. Yaptığı enerji anlaşmaları ile ABD şirketlerine alan açarak, küresel ekonomideki hâkimiyetini pekiştirme çabası içerisinde bir hayli kararlı politikalar izlemeye çalışmaktadır. 

ABD, nispeten zayıflamış gibi algılanan gücüne rağmen hala bu yüzyılın en güçlü ve etkili uluslararası aktörüdür. ABD'nin, bu gücü muhafaza edip edemeyeceği diğer aktörlerin gelişimlerinden ziyade izlediği tek taraflı politika yerine, çok taraflı politika izlemeye başladığı dönemden bu yana izlediği başarılı veya başarısız politikası üzerine kurulu olacaktır. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 1

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 1


Sercan DURMUŞOĞLU 1 


1 İstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sütlüce, 3445, 

İSTANBUL, 

sercanbbn@hotmail.com 


ÖZET 

 Enerji, insanlık tarihinden günümüze kadar yaşamın sürdürülebilmesi adına en temel olgu olarak önemini arttırarak hayatımızdaki yerini korumuştur. 

Bütün ülkeler ihtiyacı olan enerjinin sıhhatli şekilde nasıl temin edileceği üzerine projeler ve politikalar geliştirmektedirler. 21.Yüzyılda, ülkelerin toplumsal refahı ve sürdürülebilir kalkınmalarının en önemli yapı taşı enerjidir. Enerjinin bu konumu gereği, ülkeler arasında kıyasıya bir rekabet vardır. 

Dünya, küresel ve bölgesel aktörlerin bu rekabeti, bir enerji savaşına dönüştürdükleri bir siyasi konjonktür içerisindedir. Oluşan bu yeni konjonktürde  kapsamında, Dünya enerji kaynakları, küresel aktörlerin izlediği enerji politikaları incelenmiştir. 

İncelenen bu politikalar ekseninde, Türkiye'nin izlediği enerji politikaları, hedefi ve sorunları hakkında bilgi verilecektir. 

1.GİRİŞ 

Dünya ve insanlık var olduğundan günümüze kadar enerji yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olarak daima önemli bir yer kaplamıştır. İnsanlık tarihinde enerji ve enerji kaynaklarından, çeşitli şekiller de yararlanılmıştır. İlk başlarda kas gücünden elde edilen enerji hayatımıza girmiştir. Verimli tarım arazilerinin sürülmesi, el ustalarının üretim atölyeleri ve tamamıyla insan gücüne dayalı ordular o dönemin önemli enerji argümanlarıdır. İnsanlık daha sonra doğa ile bütünleştirdikleri bir enerji kullanımına geçiş yapmıştırlar. Su değirmenlerinin kullanımının ilk çağlara kadar uzandığı, yapılan araştırmalar ile belirlenmiştir. Enerji, Sanayi Devrimi ile en büyük evrilmeyi yaptığı dönemi yaşamıştır. Dünya'nın, sanayileşme hareketi ile birlikte hızla makineleşmeye yönelmesi ve artan teknoloji ile enerji önemini hızla arttırmıştır. 

21.yüzyıla gelindiğinde ise enerji yaşamın sürekliliğinin gerekliliği için anahtar noktada olacak bir konuma yükselmiştir. 

Ülkeler, toplumlarının refahı, sürdürülebilir kalınmaları, askeri ve ekonomik varlıklarını devam ettirebilmek için artan enerji talebini karşılamak ilk öncelikleri 

halini almıştır. Ülkeler teknolojilerini ve politikalarını artan enerji talepleri üzerine yeniden kurgulamaya başlamıştır. 21.yüzyılda, özellikle dünya süper gücü Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin başını çektiği küresel aktörler olan Rusya, Avrupa Birliği (AB), Çin'in de enerji denklemine girdiği küresel bir rekabet başlamıştır. 

SSCB'nin yıkılmasının ardından İkili Kutup eksenli güç dengesinin zamanla çoklu kutuplu bir güç dengesine bırakması aktörlerin sayısının artmasına ve beraberinde rekabetinde kızışmasına neden olmuştur. Yaşanılan bu büyük rekabetin arenası dünya fosil kaynak rezervlerinin yaklaşık yüzde 70'ine sahip olan Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerinde yaşanılmaktadır. Türkiye, yaşanılan bu büyük enerji rekabetinin neredeyse tam odak noktasında bulunmaktadır. Çalışmada 21.yüzyılın enerji savaşında Dünya enerji kaynakları, küresel aktörlerin enerji politikalarını ve enerji eksenli dış politikaları incelenecektir. Oluşan bu politikalar eksenin içerisinde, Türkiye'nin enerji vizyonu, stratejileri ve dış politikaları irdelenecektir. 

1.DÜNYA ENERJİ KAYNAKLARI 

Dünya enerji kaynakları yenilenemez (fosil) ve yenilenebilir enerji kaynakları olarak ikiye ayırmamız gerekmektedir. Sanayi Devriminden itibaren ağır sanayi hamlesinin giderek gelişmesi beraberinde fosil kaynaklar üzerine bir yoğunlaşma yaşamasına neden olmuştur. Fosil enerji kaynaklarının, yenilemez bir enerji kaynağı olması ve yakın tarihte olması beklenmemesine rağmen artan enerji talebi içerisinde riskli bir durum içerisine gireceği ön görülmektedir. Fosil enerji kaynaklarının, dünya üzerinde homojen bir dağılıma sahip olmaması ise yükselen enerji talebi içerisinde yaşanan enerji rekabetinin zamanla bir enerji savaşına dönüşmesine neden olmaktadır. 

Ülkelerin sürdürülebilir kalkınmalarını ve toplumsal refahını sağlayabilmesi için artan enerji talebini karşılamaları gerekmektedir. Enerji tüketimi ve kalkınma  arasında yakın bir ilişki olmasından dolayı, enerjinin ekonomik sosyal kalkınmanın temel girdilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.(Karluk, 2002) Ülkelerin artan enerji taleplerini karşılamaları için fosil enerji kullanımı kadar bir diğer enerji kaynağı olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı çok önemli bir yer tutmaktadır. Ülkeler gelişen teknolojileri vasıtasıyla maksimum verim elde ederek enerji üretiminde önemli bir yer almasını sağlamak hedefindedirler. 

1.1. Fosil Enerji Kaynakları 

Sanayi devriminden sonra dünyanın, endüstriyel devrimi ile enerji kaynaklarının önemi ortaya çıkmıştır. Kömürün vazgeçilmez bir konuma sahip olduğu dönem,  hızla gelişen teknoloji ile birlikte yerini petrole bırakmıştır. Dünya'nın 1973-1979 yıllarında yaşamış olduğu petrol krizleri ile birlikte petrol kaynaklarına 

bağlılıklarından dolayı büyük sıkıntı yaşamışlardır. Özellikle petrol krizlerinden sonra ülkeler, alternatif enerji kaynaklarına yönelmiştirler ve bunların başında o döneme etki eden en önemli kaynak Nükleer Kaynaklardan üretilen enerji olmuştur. 

Bütün bu arayış ve yönelmelere rağmen, dünyada birincil enerji tüketimi pastasında, en büyük payı fosil kaynakların aldığı görülmektedir. (Satman, 2006) Enerji payında aldığı büyük pay ile önemli bir stratejik konuma sahip olan fosil kaynaklar, 21.yüzyılın içerisinde olduğu büyük enerji savaşında temel kaynak konumunu korumaktadır. Dünya'nın yaşadığı enerji savaşı için fosil enerji kaynaklarını kömür, doğalgaz ve petrol kaynakları olarak incelemeliyiz. 

1.1.1. Kömür 

Genellikle bitki parçaları veya bitkisel maddeler bataklık ortamında birikip, çökelir ve jeolojik işlemler ile kendiliğinden yer altına gömülürler. Yeraltında artan ısı ve basınca maruz kalarak bünyelerinde fiziksel ve kimyasal değişimlerle kömüre dönüşürler. İnorganik bileşikler ve mineral maddelerden oluşan kömür fosil enerji kaynağı olarak sıfatlandırılır ve kömürleşme süresi 400 milyon yıl ve 15 milyon yıl arasında değişmektedir. Sanayi devrimi ile insanlık yaşamına çok hızlı girerek önemli bir konuma sahip olmuştur. Konumunu artan teknoloji ile birlikte diğer fosil kaynaklar olan petrol ve doğalgaza bırakmış olsa da günümüz enerji trendi içerisinde hala önemli bir konuma sahiptir. World Energy Council (WEC)'n yaptığı çalışmalara göre dünya da kömür kaynakları ile ilgili bir kaynak sıkıntısı olmayacaktır. Dünya'da kömür kaynaklarına bakıldığında sırasıyla ABD (237 milyon ton), Rusya (157 milyon ton), Çin (115 milyon ton) ilk üç sırayı almaktadır. 

Sera gazı salınımı nedeniyle kömür termik santralleri enerji politikaları içerisine uzun vadeli yatırım kaynakları olarak gözükmemektedir. Özellikle, Çin artan enerji ihtiyacı içerisinde talebi karşılamak için kömür santrallerine yatırım yapmaktadır. 

Yine de kömür hızla gelişen teknoloji ile kömür önümüzdeki yıllarda artan bir öneme sahip olacaktır. 

Kömür gelişen teknoloji ile farklı şekillerde enerji elde edebilmek için kaynak oluşturmuştur. Bu çalışmalar ekseninde geliştirilen, Converting coal to liquid fuel  (CTL) sistemi ile amaç olarak kömürden sıvı yakıt elde edilmesi hedeflenmiştir. 

Belirli bir kapasiteye ulaşmış olmasına rağmen dünya üzerinde yaygın değildir. Bu sistem, Güney Afrika'da yaygın olarak kullanılmakta olup, benzin ve dizel  ihtiyacının yaklaşık %30'unu karşılamaktadır. Ayrıca, Underground coal gasification (UCG) sistemi ile kömürü yer altında gaz haline getirmek hedeflenmiştir. 

Özellikle ABD, Hindistan ve Avrupa ülkeleri bu sistem üzerinde projeler üreterek uzun vadeli yatırımlar yapmaktadır. Kömür kaynakları artan teknoloji ile alternatif  üretimler ile enerji üretimine katılması sağlanırsa gelecek yıllar içerisinde kaynaklar arasında konumunu arttıracaktır. 

1.1.2. Doğalgaz,

Doğalgaz son çeyrek yüzyılda hızla önemli bir kullanım kapasitesine sahip olan bir enerji kaynak türüdür. Petrol üretimi sırasında keşfedilmiş fakat değersiz bir yan ürün kabul edilerek boş yere yakılmıştır. Petrol üretiminde yaşanılan sıkıntı, artan enerji talebi ve gelişen teknoloji ile birlikte doğalgaz önemli bir konuma  yükselmiştir. Çevreye verdiği zararın az olması ve kullanım esnekliği ile hızla artan bir trende sahiptir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin doğalgaz kullanımına ağırlık vermesi ile birlikte dünya da yaygınlaşmıştır. 

Dünya enerji talebi içerisinde en fazla artış yaşanılacak olan fosil kaynak olarak doğalgaz olacağı ileri sürülmektedir. Dünya enerji talebinin 2030 yılına kadar ortalama %1,6 oranında artacağı tahmin edilmektedir. Toplam enerji artışı içerisinde, doğalgaz yaklaşık %21 oranında yer kapsayacaktır. (Enerji Raporu, 2013) 

Dünya'da doğalgaz rezerv oranı ile Rusya ilk sırayı almaktadır. Orta Asya bölge ülkelerinin de üretime girmemiş büyük doğalgaz rezervleri vardır. Bu rezervlerin  yanı sıra ABD, Katar gibi ülkeler de sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) kaynakları ile oldukça büyük rezerv oranlarına sahiptirler. ABD yeni keşfettiği ''Kaya Gazı'' ile doğalgazda yeni bir boyut açmıştır. Şimdilik üretimde beklenilen paya sahip olmasa da ileride kaplayacağı alan ile ABD'nin en büyük üretici olacağı düşüncesi ileri sürülmektedir. Tüm bu gelişmeler eşliğinde dünya 2035 yılında Rusya'nın 856 milyar m3 ile liderliğini korurken, ABD 800 milyar m3 ile ikinci, Çin 318 milyar m3 ile üçüncü sırada bulunması ön görülmüştür. (UEA, 2012) 

1.1.3. Petrol,

Dünya enerji arzında en önemli ve başta gelen fosil enerji kaynağı petroldür. Petrolün uzun yıllar bu önemli konumunu koruyacağı beklenmektedir. Dünya da artan enerji tüketimi içerisinde fosil kaynaklar % 87,7'lik bir orana sahiptir. Petrol kaynakları, fosil kaynak tüketim oranının %36,8'lik payını kaplayarak, fosil kaynak tüketimi içersinde birinci sırada yer almaktadır. (İşcan,2002) Petrol kaynakları, 21. yüzyılın enerji savaşının temel maddelerinden biridir. Özellikle dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %50'sine sahip olan Ortadoğu bölgesi bu savaşı en önemli arenalarından biri olmaya devam etmektedir. 

Geçmişten bu yana istikrarsızlık bölgesi olarak hep karşımıza çıkan bu bölge incelendiğinde kendi iç dinamikleri yüzünden gelişen sıkıntılar yaşamamışlardır. 

Genellikle suni ve dış odaklı siyasi sıkıntılar ile bölge daima istikrarsızlıkla cezalandırılmış tır. Her ne kadar Suudi Arabistan, ABD, Rusya'nın, 2030 yılı içerisinde dünya petrol rezervlerinin 1/3'ünü karşılayacağı belirlenmiştir. Fakat hızla artan enerji talebi ve buna bağlı olarak git gide şiddetlenen enerji savaşının ana günden konusu fosil kaynaklar ve petrol oluştururken, en şiddetli rekabetin ve savaşın yaşandığı bölge ise Ortadoğu olacaktır. 

1.2. Yenilenebilir Enerji Kaynakları 

Dünya'nın içerisinde bulunduğu enerji savaşının temel konusu artan enerji talebini en sıhhatli şekilde karşılayarak ülke refahını ve sürdürülebilir kalkınmayı devam ettirebilmek olmuştur. Özellikle, fosil kaynaklar üzerinde yaşanan bu rekabette güçlü olabilmek enerji eşitliliğinde yakalanılacak olan verimlilik ile doğru orantılıdır. Fosil yakıtlara olan bağımlılık ne oranda azalırsa ülkelerin enerji diplomasisinde elleri o oranda refaha kavuşacaktır. Bu neden ile ülkeler hem fosil kaynaklar üzerinde bir enerji savaşı verirken hem de artan enerji talebini karşılayabilmek adına, enerji çeşitliliği sağlayabilmek için büyük rekabet  içerisindedirler. 

Dünyadaki politik gelişmelere bağlı olarak artan enerji talebi içerisinde enerji fiyatlarının sürekli artması, fosil yakıtların belli bir süre sonra bitecek ve fosil yakıt üretiminin pahalı olması, alternatif enerji kaynaklarının tespit edilerek bu kaynaklardan yüksek verimle faydalanılmasını zorunlu kılmaktadır.(Etemoglu ve İşman, 2004) Bu zorunluluk içerisinde doğanın insanlara sunduğu rüzgâr, su, güneş gibi doğal kaynaklar insanlara alternatif enerji kaynakları oluşturması için önemli imkân sağlamaktadır. Bu doğal kaynaklar hakkında bilgi sahibi olmamız var olan enerji rekabetindeki yenilenebilir eneri kaynaklarının konumunu anlamamıza yardımcı olacaktır. 

 1.2.1. Hidrolik Enerji,

Hidrolik enerji, suyun gücüne dayalı bir enerji türüdür. Su gücünden yararlanma milattan önce ilk çağlarda su değirmenleri ile başlamış ve günümüze de vazgeçilmez bir enerji kaynağı olma konumunu korumaktadır.(Dalkır ve Şeşen, 2011) ABD'de, Niagara Enerji Santrali ile yapılan hidroelektrik santral olarak, dünya genelinde hidroelektrik santral inşaatlarının da öncüsü olmuştur.(Ataman, 2007) Büyük bir potansiyele sahip olan hidrolik enerji günümüzde var olan potansiyelinin altında faydalanılmaktadır. Yinede hidrolik enerji dünya elektrik üretiminin yaklaşık %15,9'luk payını üstlenmesi önemini açıkça göstermektedir. Her ne kadar kurulum maliyeti yüksek olmasına rağmen, yerli imkânlar ile yapılabilmesi, yenilenebilir kaynak oldan sudan enerji elde edilmesi ve teknik ömrünün uzun olması, bakım giderlerinin düşük olması gibi nedenlerden ötürü, hidroelektrik santraller ülkelerin enerji sigortalardır.(Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2012) 

1.2.2. Güneş Enerjisi, 

 Güneş, dünyadan milyonlarca kilometre uzaklıkta sıcak gazlardan meydana gelmiş bir kütledir. Dünya yaşam kaynakları ve dolaylı, dolaysız tüm enerji kaynakları için güneş temel kaynaktır. Güneş enerjisinden elektrik üretimi ile ilgili ilk çalışmalar 1950 yılında yapılan ilk güneş pilleri ile olmuştur. 

 Dünya'nın yaşadığı petrol krizleri ile artan enerji çeşitliliği arayışı sonucunda güneş enerjisi ile ilgili çalışmalar ağırlık verilmiştir. Dünya'nın her noktasına ulaşma kabiliyetine sahip olan güneş enerjisi çok büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. Suudi Arabistan'ın gelecek yıllarda güneş enerjisi ile enerji talebinin tamamını karşılamayı hedeflemesi ve mevcut petrol kaynaklarının tamamını ihracata ayırmayı hedeflemesi dikkat çekici ve gelecek için önemli bir gelişmedir. 

1.2.3. Rüzgâr Enerjisi,

Güneşin yeryüzünde yol açtığı ısınmanın ve oluşan basınç farklılıkları ile havanın hareketlerine yol açması ile rüzgâr oluşur. Rüzgâr enerjisinden yararlanmak insanlık tarihinde oldukça eski zamanlara dayandığı gözlemlenmiştir. Özellikle basit yel değirmenleri ile rüzgâr enerjisinden faydalanılmıştır. Avrupa'da yaygın olarak kullanılan yel değirmenleri özellikle 12. yüzyılda Fransa ve İngiltere'de kullanılmıştır.(Akova, 2008) 

Rüzgârdan elektrik üretimini ilk Danimarka elde etmiştir v günümüze kadar gelişen süreç içerisinde bu sistem artış göstererek enerji elde edimi devam etmiştir. Doğal yakıtın, rüzgâr olduğu sistemde, azami 30 metre veya daha yüksek ebatlarda kurulan kulelere monte edilen pervanelerin rüzgâr ile dönmesinden sağlanan hareketin elektrik enerjisine döndürülmesi ile enerji elde edilir. Elde edilen enerjinin depolanamaması ve kuşların göç güzergâhlarında rüzgârgülleri ile zarara uğraması gibi temel problemler ve karşı görüşlerle karşılaşan bu sistem artan bir trende sahiptir. Çin, ABD, Almanya gibi ülkeler rüzgâr kaynaklarından önemli bir enerji elde etmektedirler. Tüm muhalif düşüncelere rağmen İspanya'nın, Navar bölgesinde bulunan rüzgâr türbinleri ile rüzgârın iyi estiği koşullarda ülke elektrik enerjisinin dörtte birini karşılayabilecek kapasiteye yükseltmiştir. İspanya'nın ve diğer gelişmiş ülkelerin rüzgâr kaynaklarına yaptıkları yatırım var olan enerji rekabetinde rüzgâr enerjisinin giderek artacak bir konuma geleceğinin örneği olarak görebiliriz. 

1.2.4. Jeotermal Enerji, 

Jeotermal kelimesi Yunanca geo (yeryüzü) ve therme (ısı) kelimelerinden türemiş olup yer ısısı ya da yeryüzü ısısı anlamına gelmektedir.(Ataman, 2007) Jeotermal kaynaklardan ilk olarak, 1904 yılında İtalya'nın Larderello şehrinde buhardan elektrik üretimi sağlanmıştır. (Uğurlu, 2006) Fakat dünya da jeotermal kaynaklardan elde edilen elektrik enerjisi yaklaşık %1 civarlarındadır. Kaynakların elektrik enerjisine uygun olmayışı nedeniyle jeotermal enerji yaşanan enerji rekabeti içerisinde yer almayan ve daha çok turizm amaçlı kullanılan bir enerji türü olarak kalacaktır. 

1.3. Nükleer Enerji,

Dünyada nükleer enerji ile ilgili ilk çalışma, Sovyetler Birliği'nde 1954 yılında ticari amaç için kurulan Obninsk Nükleer Santralinin kurulması ile başlamıştır. 

Özellikle 1970'li yıllar içerisinde yaşanan petrol krizleri ile ülkeler nükleer enerjiye yönelmiştir. Hızla artan nükleer enerji ABD'de yaşanan Three Mile Island,  Rusya'da yaşanan Çernobil ve en son yaşanan Fukushima Daiichi nükleer santral kazaları ile dünya ülkeleri tedirginlik içerisinde olarak yeni nükleer enerji  programlarına yönelmişlerdir. 

Bu yönelmenin etkisiyle dünya genelinde 2011 yılında %13,5 oranına sahip olan nükleer enerjiden elde edilen elektrik üretimi 2012 yılında %11'e düşmüştür. Yinede Almanya'nın ülke elektrik üretiminin %67'sini nükleer enerjiden elde etmesi ve ABD, Fransa, Rusya gibi ülkelerin nükleer enerjiden büyük enerji üretimleri elde ediyor olması enerji üretimindeki önemli konumunu göstermektedir. Rusya'nın St. Petersburg şehrinde 19 Haziran 2013 tarihinde yapılan Bakanlar Konferansında Uluslararası Atom enerji Ajansı (UAEA), Uluslararası Atom enerji Ajansı Genel Direktörü Yukiya Amano'nun, ''Önümüzdeki yıllarda nükleer enerjinin sürdürülebilir kalkınmaya önemli ve artan bir katkısı olacağı'' düşüncesini ileri sürmesi, dünyada verilen enerji savaşında nükleer enerjinin geleceği ve edineceği konum ile ilgili önemli bir bakış açısı olarak dikkat çekmektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


27 Ağustos 2019 Salı

MİLLİ DAVAMIZ., MADENLERİMİZ ÜZERİNE UZMANINDAN DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 2

MİLLİ DAVAMIZ., MADENLERİMİZ ÜZERİNE UZMANINDAN DEĞERLENDİRME.  BÖLÜM 2


Türkiyenin Enerji-Madencilik Potansiyeli, Politikaları, Atılmak İstenen Adımlar

Yazan;        
Muhittin Ziya Gözler
11 Mart 2018 

 S.L.Montgomery ’’ Küresel Enerjiye Yön Veren Güçler’ ’ adlı eserinde dünya enerji görünümünü anlatırken enerjinin önemi ve niçin bugünkü durumda bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Birkaç alıntıyla yazarın görüşlerini açıklayalım: ’’… ABD ve Rusya’nın başkanlarını neredeyse ilah gibi görsek de kullandıkları gücün eninde sonunda enerji ile ilgili meselelere gelip dayandığına şüphe yoktur.
Ekonomik canlılığın, askeri anlamda hazırlığın ve ulusal güvenliğin temelinde enerji gerçekleri yatar... Örneğin Washington D.C.’deki ABD Enerji Bakanlığı’na bağlı olan Enerji Bilgi Dairesi (EIA) ve Paris’te bulunan OECD’ye bağlı bir bilgilendirmeci kuruluş olan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), isimlerinin kısaltmasında yaşanan karışıklıklardan ötürü birbirlerini çileden çıkarsalar da günümüzün küresel enerji sahnesinin ne şekilde yorumlanacağı konusunda ortaktırlar. British Petroleum (BP), Dünya Gözlem Enstitüsü ve Dünya Enerji Konseyi gibi birbirinden çok farklı kurumların raporları da farklı değildir… 

Batı tarafından yirminci yüzyılın yarısının büyük kısmı boyunca uygulanan ilk yaklaşım, petrol ülkelerinin politikalarına müdahaleyi içeriyordu ve (deyim yerindeyse) genel olarak karışık sonuçlar doğurdu…

Her şeyden önce, ABD ilk taktiği seçmiştir. ’’ Petrol için Kan ’’, çok basit bir yorum olabilir ama Amerika’nın Orta Doğu’daki uzun vadeli askeri varlığının kısmen kendisi, Müttefikleri ve Küresel Ekonomi için petrol akışının sürekliliğini korumayı amaçladığına şüphe yoktur… '' Fosil yakıtlar dünyamızı tamamen olmasa da baskın olarak, küresel olarak ve kuşku götürmez biçimde yönetiyor. Petrol, gaz ve kömür sadece vazgeçilmez olmakla kalmayacak, yaygınlaşacak.’’

                            DÜNYA ENERJİ GÖRÜNÜMÜ

EIA’ nın 2012-2040 yılları arasında dünya birincil enerji tüketimi hakkındaki öngörüsüne göre; 2016’da 13.276 mtep olan tüketim, 2020’de 14.467 mtep, 2030’da 16.445 mtep ve 2040’da da 19.600 mtep’e yükselecektir. 2016 yılında dünya birincil enerji tüketiminin kaynaklara göre dağılım şöyledir: Petrol %33,3 (4418,2 mtep), Kömür %28,1 (3732 mtep) Doğalgaz %24,1 (3204,1 mtep), Hidrolik %6,9 (910,2 mtep), Nükleer %4,4 (592,1 mtep), Yenilenebilir %3,2 (419,6 mtep) dir.

  2040 yılında bu kaynakların oranları ise Petrol’de % 30, Kömür’de % 22, Doğalgaz’da % 26, Yenilenebilir %16, Nükleer’de de % 6 olacaktır (EIA’ nın 2050 yılı için öngördüğü senaryoya göre fosil kaynakların kullanımı % 76, nükleer % 4,8, yenilenebilir kaynakların kullanımı da % 19 olacaktır). 2040 yılına kadar dünya nüfusunda 2 milyar dolayında bir artış gerçekleşeceği ve dünya ekonomisinde de %3,5’lik reel bir büyüme olacağı tahmin edilmektedir.
İşte bu iki unsur dikkate alındığında dünya enerji talebi mevcut senaryolar çerçevesinde %1,5, yeni politikalar senaryosuna göre %1,1 ve 450 ppm senaryosuna göre de %0,6 oranında artış gösterecektir. 2016 yılında birincil enerji tüketiminde Çin 3.053 mtep ile ilk sıradadır. Çin’i takip eden dört ülke ABD 2272,7 mtep, Hindistan 723,9 mtep, Rusya 673,9 mtep ve Japonya 445,3 mtep (BP-2016). 1990 yılında 8.770 mtep olan birincil enerji kullanımı 2016 yılında %51,4 oranında artarak 13.276,3 mtep’e yükselmiştir. 2040 yılında fosil kaynaklarının %78’ini kullanacak olan dünyanın bugünkü rezervlerinin durumuna da kısaca bir göz atalım (BP-2016). Yeni rezervler ortaya çıktıkça bu rezervler ve ömürleri artacaktır.

PETROL: DÜNYA REZERVİ 240,7 MİLYAR TON, YILLIK ÜRETİM 4.382 MİLYON TON. BU REZERVİN %47,7’Sİ ORTADOĞU’DA, %19,2’Sİ ORTA-GÜNEY AMERİKA’DA, %13,3’Ü K.AMERİKA’DA, %9,5’İ AVRUPA-ASYA’DA, % 7,5’İ AFRİKA’DA, %2,8’İ ASYA-PASİFİK’TE BULUNMAKTADIR. 50-56 YILLIK PETROL REZERVİ KALMIŞTIR.
DOĞALGAZ: DÜNYA REZERVİ 186,6 TRİLYON m3, YILLIK ÜRETİM 3.551 MİLYAR m3. BU REZERVİN %42,5’İ ORTADOĞU’DA, %30,4’Ü AVRUPA-ASYA, %9,4’Ü ASYA-PASİFİK, %7,6’SI AFRİKA’DA, %6’SI K.AMERİKA’DA, %4,1’İ O.G. AMERİKA’DA BULUNMAKTADIR. 50-55 YILLIK DOĞALGAZ REZERVİ KALMIŞTIR.
KÖMÜR: DÜNYA KÖMÜR REZERVİ 1.139.331.000.000 TON (816.214 MİLYON TON TAŞKÖMÜRÜ+323.117 MİLYON TON LİNYİT). YILLIK ÜRETİM TOPLAM YAKLAŞIK 7 MİLYAR TONDUR. 120 YILLIK KÖMÜR REZERVİ KALMIŞTIR.
URANYUM: DÜNYA URANYUM REZERVİ 5.718.400 TON. YILLIK ÜRETİM YAKLAŞIK 63.000 TON. 90 YILLIK URANYUM REZERVİ KALMIŞTIR.
TORYUM: DÜNYA TORYUM REZERVİ 6.355.000 TONDUR.
Ülkeler arasındaki enerji talebi her yıl değişik oranlarda olmakla birlikte sürekli artmaktadır. Bu talebi karşılamak için de tüm ülkelerin enerji yatırımlarında ve kaynak aramalarında her yıl ciddi şekilde artış görülmektedir. EIA verilerine göre enerji sektörüne 2015 ile 2040 yılları arasında küresel ölçekte üçte ikisi OECD dışı ülkelerde olmak üzere toplam 68,2 trilyon dolar yatırım yapılacağı tahmin edilmektedir. Yatırımların, 21,8 trilyon dolar’ının enerji verimliliği sektörüne,  19,7 trilyon dolar’ının elektrik sektörüne, 15,4 trilyon dolar’ının petrol sektörüne,  9,9 trilyon dolar’ının gaz sektörüne ve 1,4 trilyon dolar’ının kömür sektörüne yapılması planlanmaktadır. 

Bu arada 1850 öncesi Atmosferde insanlardan kaynaklanan sera gazları miktarı (CO2) 288 ppm civarındayken bu miktar 2016 yılında 401 ppm olmuştur. 

  Emperyalizmin dünyanın kirlenmesine seyirci kalması ve Türkiye’de enerji yatırımlarına amansız bir karşı çıkış, anlamak mümkün değil…

Bilindiği gibi enerji kalkınmanın diğer bir ifadeyle ekonomik gelişmenin en önemli unsurlarından biridir. Elektrik enerjisi ise, teknolojinin, sanayinin, tarımın ve sosyal hayatın kısacası insanın hayat kalitesinin yükselmesinde en çok ihtiyaç duyulan bir enerjidir. Sanayinin üretimde, hizmetlerin devamlılığında ve günlük hayatta kullanılan elektrik bir ülkenin can damarlarından biridir. 
Sadece gelişmekte olan ülkelerin değil dünyaya yön veren ülkelerin de vazgeçemeyeceği bir enerjidir elektrik enerjisi. Ne var ki, günümüzde dünya nüfusunun %15’i elektrik kullanamamaktadır.

Diğer taraftan dünya nüfusunun %40’a yakın kısmı da sosyal hayatlarında biyokütle enerjisini kullanarak ihtiyaçlarını gidermektedirler. 2016’da dünyada üretilen elektrik enerjisi miktarı 24.816,4 TWh olmuştur. IEA’ nın senaryosuna göre bu üretim 2020’de 27.243 TWh, 2030’da 34.766 TWh ve 2040’da da 42.511 TWh olacaktır (EIA’ nın senaryosuna göre de 2040 yılında üretim 36.454 TWh olacaktır).  

Dünya elektrik üretiminde kömür % 39,2, doğalgaz % 23, petrol % 4, nükleer % 10,6, hidrolik % 16, yenilenebilir kaynaklar % 5 ve diğer kaynaklar % 2,2 oranında kullanılmaktadır. Bu oranlar yine IEA’ nın açıkladığına göre 2040 yılında kömürde % 31, doğalgazda % 24, yenilenebilir kaynaklarda % 17, hidrolikte % 16 ve nükleerde % 12 olacağı varsayılmaktadır.

ABD Elektriğinin % 33,2’sini doğalgazdan, % 31’ini kömürden ve % 19,4’ünü nükleer enerjiden, 

Rusya üretiminin % 50’sini doğalgazdan, 

Çin % 72,5’ini kömürden, % 23’ünü yenilenebilir kaynaklardan, 

Fransa üretiminin % 72,7 oranında nükleer enerjiden, 

Almanya üretiminin % 40’nı kömürden, %21,9’unu yenilenebilir kaynaklardan ve % 13,1’ini nükleer enerjiden elde etmektedirler. 

Bugün için dünyada faaliyette bulunan 448 NGS mevcuttur. 57’si inşat halinde ve 164’ü de planlama aşamasında olan NGS’ lerin dikkate alınarak ülkemizde NGS’ nin santrallerin yapılmasına hız verilmelidir.

                                 TÜRKİYE’NİN ENERJİSİ

Türkiye,1990 yılında enerji talebinde % 51,6 oranında dışa bağımlıyken bu oran 2000’de % 67,2’ye, 2007’de % 73,8’e, 2014’de ise % 75’ler seviyesine yükselmiştir. Türkiye’nin enerji politikaları incelendiğinde göze çarpan en önemli noktanın enerji üretiminde dışa bağımlılığın 1990 bu yana hızla artmakta olduğu söylemek mümkündür. 2015 yılındaki enerji tüketiminde kullanılan doğalgazı % 99’u, petrolün % 95’i ve kömürün de yaklaşık % 90’ı (taş kömür) ithal edilmiştir.

Bu rakamların bizi götürdüğü sonuç Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı bir ülke haline geldiği ya da getirildiğidir. Burada sorulması gereken iki soru vardır. 1. Uygulanan politikalara mı yanlıştır? 2. Büyüyen Türkiye’nin kaynakları mı yetersizdir? Özellikle 1980’den sonra uygulanan politikaların yanlışlığının yanı sıra, gerçek olan bir şey varsa o da Türkiye enerji ve maden kaynakları bakımından fakir bir ülkedir. Bu sebepten ötürü ülke uzun yıllar enerjide dışa bağımlı olarak hayatına devam edecektir. Ne var ki önemli olan yerli kaynaklarını devreye alarak ve yanlış politikaları da terk ederek bu bağımlılık azaltılabilir.  

2040 yılına dek ve sonrasında da fosil kaynakların kullanımına devam edileceğinden Türkiye çevre ile ilgili hassasiyetleri de dikkate alarak fosil kaynaklarla ilgili yatırımlarına devam etmesi, nükleer enerji kullanımının da giderek arttığı dikkate alındığında NGS’ in yapımına hız vermesi, yenilenebilir kaynakların kullanımında yüzde yüz artış olacağı bilindiği için de bu konudaki yatırımlara özel bir önem vermesi gerekmektedir. Kaldı ki, görüldüğü kadarıyla hazırlanan programların bu çerçevede olduğu görülmektedir. Buradaki hassasiyet programların hayata geçirilmesindeki aciliyet, kaynak ve ülke çeşitliliğine özen gösterilmemesi ve çevreye gereken sadakatin dikkate alınmadığı noktasındadır. Dünya fosil kaynakları ve nükleer enerji kullanmaya devam ederken Türkiye’nin bu yatırımları uzaktan seyretmesi herhalde düşünülemez.



  Türkiye kendi kaynaklarını dikkate alarak yatırımlarına bir öncelik vererek enerji yatırımlarına hız ve yön vermelidir. Bu cümleden olmak üzere şimdi Türkiye’nin kendi enerji kaynaklarının potansiyelini ortaya koyalım: Tablo-1’de görüldüğü gibi Türkiye’nin özkaynaklarının tamamını devreye aldığında üreteceği yıllık elektrik enerjisi miktarı 700-800 TWh civarındadır. Tüm kaynakların hayata geçmesi ise uzun yıllar alacağından politikaların bu doğrultuda belirleneceği kaçınılmaz bir sonuçtur.

Türkiye 2023 yılına kadar 400-450.000 MW Kurulu güç ve 500 TWh’lık bir üretimi hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşması yakın görülmektedir. ETKB’nın 2014 yılı çalışmasına göre Türkiye 2023 yılına kadar 61.000 MW Kurulu güç (2018 Şubat sonu itibariyle kurulu güç 40.000 MW) ve 109,4 TWh üretimi yenilenebilir kaynaklarından sağlayacaktır. Geriye kalan 40.000 MW’lık Kurulu güç ise doğalgaz ve kömürden kolaylıkla karşılanacaktır.
Türkiye’nin enerji kaynaklarına ödediği dövizin 45-50 milyar dolar civarında olduğu unutulmamalıdır. Burada politikalar incelenirken bir de şu soruyu sormak gerekir sanırım. 2000 yılına dek ithal kömüre dayalı elektrik santrali olmayan Türkiye’de Aralık 2017 itibariyle 8.739,9 MW gücünde ve üretimin de yaklaşık % 17,4’ünü karşılayan 11 adet ithal kömüre dayalı elektrik santrali bulunmaktadır.
Aradan geçen 17 yıllık zamanda yerli kömürlerimiz bulundukları yerlerde gün yüzüne çıkacağı zamanı beklemektedir. Yeni rezervler bulmak önemlidir. Daha da önemlisi bulunmuş ya da yeni bulunan kaynakların milletin hizmetine sunulmasıdır. 

2015 itibariyle Türkiye doğalgaz ithalatında dünyada 5. 
Petrolde 13. Kömürde 8. ve Petrol kokunda 4. dür. 

    2017 yılında Türkiye 
25.766.549 ton ham petrol, 
55.249.790.000 m3 doğalgaz ve 
2016 yılında 
36,2 milyon ton kömür ithal etmiştir. 

Türkiye’nin 2016 yılındaki Birincil Enerji tüketimi 137,9 mtep’dir. 
Birincil Enerji tüketimi içinde Petrolün payı %31 (41,2 mtep), 
Doğalgazın payı %28 (37,9 mtep), 
Kömürün payı %28 (38,4 mtep) 
Hidroliğin payı %5 (15,2 mtep) ve Yenilenebilir kaynakların payı da %8 (5,2 mtep). 
Görüldüğü gibi birincil enerji tüketiminde fosil kaynakların payı % 87, yenilenebilir kaynakların payı da % 13’tür.

Hükümet programları dikkatle okunduğunda; 1965’de kendi kaynaklarını kullanma ilkesi ile başlayan enerji yatırımları önerileri, 1983’de fertlere ve fertlerin meydana getirdiği kuruluşlara, yani özel sektöre verileceği, 1993-1997 arasında yap-işlet-devret modeli ile (daha önceki yıllarda başlamıştı) elektrik enerjisi tesislerinin yapılacağı ve enerji dağıtımının özelleştirileceği, 2003-2014 arasında ise Türkiye’nin bir Enerji Köprüsü haline geleceği, enerjide dışa bağımlılığın % 74’lere yükseldiği, yenilenebilir enerji kaynakları ve NS’lere önem verileceği yazılıdır.

Türkiye’nin 1960 yılında kurulu gücü 1272,4 MW, üretimi 2815 GWh’tir.1965-1980 arasındaki toplam kurulu gücü 1491 MW’ tan 5118,7 MW’a ve üretimi de 4953 GWh’ten 23.275,4 GWh’e yükselmiştir.1980 sonrası, ihracata dayalı yeni iktisadi politikalarla bütünleşen Türkiye’de devlet her alanda olduğu gibi enerjide de yatırımlardan vazgeçemeye başlamıştır. 1990 yılında kurulu güç 16.317,6MW, üretim de 57.543 GWh olarak gerçekleşmiştir. Cumhuriyetin 75. Yılında kurulu güç 23.352 MW, üretim 111.000 GWh’a, 2003 yılında kurulu güç 35.587 MW’a, üretim de 140.581 GWh’a yükselmiştir. 2017 sonu itibariyle Türkiye’nin elektrik enerjisi kurulu gücü 85.200 MW, üretimi de 295.500 GWh’tir. 2003-2017 arasında kurulu güç % 139 artarken üretim %110 civarında artış göstermiştir. Bu oranlar 1990-2002 arasında da hemen hemen aynıdır. Kurulu güç % %118, üretim de %144 civarında olmuştur. Türkiye 2017 yılı sonunda mevcut 5021 santralde 85.200 MW Kurulu güce ve 295,5 TWh elektrik enerjisi üretimine erişmiştir. Kurulu gücün % 55’i fosil kaynaklar, % 45’i yenilenebilir kaynaklardır (% 32 hidrolik, %13 diğer yenilenebilir kaynaklar). Türkiye’de yapılan tüm yatırımlara rağmen 2016 yılında kişi başına düşen elektrik tüketimi miktarı 3.429 kWh’tir. Bu miktar,  2023’te 5.500-6.000 kWh ve 2040’ta 8.000 kWh olarak planlanmaktadır.

ETKB’nı Bakanlığının 2018 bütçesini sunarken enerji konusundaki hedeflerinin şunlar olduğunu dile getirmiştir: 

’’Birincil enerji kaynakları açısından Ülkemizin dışa bağımlılığının “coğrafyamızın kaderi” olarak değerlendirilmesi yerine ekonomimizin sürdürülebilir şekilde büyümesi için gerekli en temel ihtiyaçlardan biri olan kesintisiz, kaliteli, çevreye uyumlu ve rekabetçi enerji arzı için gerekli tedbirlerin alınması önem taşımaktadır. Bu doğrultuda, arz güvenliğinin sağlanması kapsamında rol ve sorumlulukların paylaştırıldığı, yerli kaynakların önceliklendirildiği, uluslararası işbirliklerinin güçlendirildiği proaktif stratejilerle birlikte arz güvenliğini güçlendirecek uygulamalar devreye alınacaktır. Bu bağlamda, birincil enerji kaynakları açısından Ülkemizin dışa bağımlılığının azaltılması ve arz güvenliğinin tahkiminin sağlanması kapsamında; kaynak ve güzergâh çeşitlendirmesi, sondajlı ve sismik arama faaliyetleri, enerji altyapısının güçlendirilmesi, enerji verimliliğinin önceliklendirilmesi ile çevre ve sürdürülebilirlik alanlarında hedefler belirlenmiştir. Kaynak ve güzergâh çeşitlendirmesi çalışmaları açısından belirlenmiş hedeflerimiz;  Hem rüzgâr, hem de güneş enerjisinde 10 yıl içerisinde her bir kaynak için sisteme ilave 10’ar bin MW kapasite eklenecektir. Hidroelektrik enerjide 34.000 MW, jeotermal enerjide 1.500 MW, biyokütle enerjisinde ise 1.000 MW kurulu güç değerlerine ulaşılacaktır.  Akkuyu ve Sinop Nükleer santrallerinin işletmeye alınması ile birlikte Ülkemizin elektrik enerjisi üretiminin en az %10’unun nükleer santrallerden karşılanması sağlanacaktır.  Potansiyeli yüksek olan büyük kömür havzaları yatırıma açılacak ve bu sahaların elektrik üretim yatırımlarına açılması kapsamında her saha için uygun olan yatırım ve finansman modelinin geliştirilmesi sağlanacaktır.  Doğal gaz ithalatında yeni kaynak ülkeler ve güzergâhlar ilave edilerek kaynak, ülke ve güzergâh çeşitlendirmesi sağlanacaktır.  2018 yılı sonuna kadar Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Sistemi’nin (TANAP) ve 2020 yılında ise Türk Akım Doğal Gaz Boru Hattı Sistemi’nin Türkiye’ye gaz arz edebilecek şekilde işletmeye alınması sağlanacaktır.  2017 yılı sonuna kadar ikinci FSRU terminali Hatay-Dörtyol’da tesis edilecektir. Ayrıca, Marmara Bölgesi’nde üçüncü bir FSRU terminali devreye alınacaktır.  Sisteme günlük doğal gaz basma kapasitesi 400 milyon metreküpün üzerine çıkartılarak sadece iç piyasa için değil, bölge coğrafyası için de önemli bir arz kapasitesi oluşturacak altyapı hazırlanacaktır. Yeni arz kaynaklarının ortaya çıkarılması ve mevcut rezervlerimizin geliştirilmesi doğrultusunda Karada ve denizde petrol ve doğal gaz arama ve üretim faaliyetleri artırılacaktır.’’

Görüldüğü gibi son yıllarda uygulanan politikalar sonrası enerji yatırımlarında önemli bir sıçrama yapılamamıştır. Yıllık ortalama % 5’lik artışlar ülkemizin özellikle dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girme konusundaki hayallerinin gerçekleşmesinin önünde büyük bir engeldir. 
Türkiye 2016 yılında Birincil enerji üretiminde 38 mtep ile 19. sırada, toplam enerji tüketiminde 137,9 mtep ile 17.sırada ve 274 TWh elektrik enerjisi üretimi ile (2017’de 295,5 TWh) 17.sırada yer almaktadır.

(Dünya ekonomik sıralanmasında da 17.sırada bulunmaktayız).

Bu sıçrama, yerli ve yenilenebilir kaynakların tamamının ve de NS’lerin devreye girmesiyle olabilir. Burada önemli olan bugüne dek sürdürülen enerji politikalarını artık değiştirerek dışa bağımlı gereksiz kaynakları terk etmek, doğalgazın (özellikle bir terminal durumuna gelecek) ülke üzerinden geçmesinde aktif rol oynayarak doğalgaz piyasasına hâkim politikalar geliştirmek, kadim topraklar üzerindeki petrol ve doğalgaz haklarımızın alınması konusunda dikkatli politikalar izlemek, şeyl gaz ve şeyl oil aramalarına özel bir önem vermek, Doğu Akdeniz’de coğrafi ve jeolojik haklarımızdan doğan doğalgaz aramalarını sürdürmek olmalıdır.

Açıkçası doğalgaz ve petrolü ucuza almak, yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarla enerji hayatımıza yön verilmesi konusunun daha da geliştirilerek enerji kaynakları konusunda mümkün olduğunca dışa bağımlılığın azaltılması gerekmektedir. Diğer taraftan Türkiye 2023 ve ötesinde yıllık % 5-7 arasında bir elektrik enerjisi artışı öngörüyorsa yıllık 10-15 milyar dolarlık bir yatırım yapmak mecburiyetindedir. Aslında üreten, fabrikalarını satan değil yeni fabrikalar kuran, tarım ve hayvancılıkta kendine yetmesinin ötesinde dünyayı bile besleyen, bilim ve teknolojide çağa uygun araştırmalar yapan bir Türkiye için bugünkü enerji politikaları ve yatırımları yeterli değildir. İşte bu hakikatlerden dolayıdır ki, ülke yönetiminde bulunanların yönetim ve kalkınma felsefelerini değiştirmeleri gerekmektedir. 

Enerji ve Madencilikte işte bunları hayata geçirmek için önce tüm yönetenlerin Milliyetçi olmaları, bilahare Milli Politikalar izlemeleri gerekir.

RÜZGAR SANTRALLERİ;

ÇİN’in Rüzgâr Santrallerinde kurulu gücü 168.732 MW, 
ABD’nin 82.184 MW, 
Hindistan’ın 28.700 MW, 
BREZİLYA’nın 10.740 MW, 
TÜRKİYE’nin Şubat sonu itibariyle 6.523,6 MW’tır. 

GÜNEŞ ENERJİSİ KURULU GÜC'Ü

Güneş Enerjisinde 
ÇİN’in kurulu gücü 102.470 MW, 
JAPONYA’nın 42.750 MW, 
ALMANYA’nın 42.710 MW, 
GÜNEY KORE’nin 4.350 MW, 
Şubat sonu itibariyle Türkiye’nin 3.942,1 MW’tır.

Sonuç olarak, IEA’nın senaryosuna göre 2013-2040 arasında mevcut politikalar çerçevesinde enerji kaynaklarının kullanımında kömürde % 43, petrolde % 26,8, doğalgazda % 58,9, nükleerde % 60,4 ve yenilenebilir kaynaklarda % 62,6 oranında artış olacağı dikkate alınarak, Türkiye’nin enerji yatırımlarında ve kullanımında daha etkili ve milli politikalar izlemesi ve 2023 yılında 100-110.000 MW kurulu güç ve 450-500 TWh elektrik üretimi ve daha sonra dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girebilmesi için:

1. Bürokraside ve bürokratlarda daha açık bir ifadeyle Devlette enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtulmak ana fikri hâkim olmalıdır.

2. Arz güvenliğinin sağlanması, enerji verimliliğinin artırılması ve tasarruf fikrinin toplumda yaygın hale getirilmesi şarttır.

3. Yerli kaynaklara ve özellikle de yenilenebilir kaynaklara gereken hız, önem ve özenin yanı sıra yatırımlarda gereken kolaylıklar gösterilmelidir (her yıl 1000 MW’lık bir rüzgâr enerjisi yatırımı ancak 30 yıl sonra elde etmemiz gereken güce ulaşabilir. Karada ve denizde rüzgâr enerjisine özel bir önem verilmelidir),    

4. NGS’ nin yapımının hızlandırılması. Yeni nesil NGS’ nin kurulmasına dikkat edilmelidir.

5. Doğalgazda ülke ve kaynak çeşitlendirilmesine dikkat edilmesi ve bunun gerçekleştirilmesi,  LNG konusundaki yatırımlara hız verilmesi gereklidir.

6. Doğalgaz Boru hatlarında ülkeler arasındaki siyasi gelişmeler dikkate alınarak yatırımlar en kısa zamanda bitirilmelidir.

7. Şeyl gaz ve şeyl oil aramalarına devam edilmelidir.

8. Deniz ve karada enerji kaynaklarının aranmasına hız verilmesi, gerekmektedir. Doğu Akdeniz’de MEB’de çalışmalar hızlandırılmalıdır.
  
                               MADENLER.,

Ülkemiz de bulunan maden rezervlerinin toplamı yaklaşık 70 milyar ton olup değeri 3-3,5 trilyon dolar seviyesindedir. Dünya metal maden rezervlerinin % 0,4’ü, endüstriyel ham madde rezervlerinin % 2,5’i, linyit rezervlerinin % 4’ü jeotermal potansiyelin % 0,8’i ülkemizde bulunmakta olup madenlerimizin dünya rezervleri içindeki payı ise % 0,5 civarındadır. Görüldüğü gibi bu rakamlar ülkemizin zengin maden yataklarına sahip olmadığını göstermektedir. World Mining Congress 2017’nin açıklamalarına göre, 2015 yılında dünya maden üretimi 17,5 milyar ton olup (enerji ham maddeleri dâhil), değeri 3,5 trilyon dolardır. En fazla üretim yapan ilk 5 ülke Çin, ABD, Rusya, Avustralya ve Hindistan’dır.

Türkiye, 164 ülke arasında 106 milyon ton maden üretimi ile 26.sırada, 

Değer itibariyle de 22 milyar dolar ile 29. sırada yer almıştır (Bu değerlerin içinde doğal taşlar, bazı EHM mineralleri ve çimento, inşaat hammaddeleri üretimleri bulunmamaktadır). MİGEM’in bilgilerine göre de Türkiye’nin 2016 yılı tüm maden üretimi (Madenler, Doğal Taşlar ve Çimento ham maddesi dâhil) yaklaşık 770 milyon tondur. 

Ülkemiz bor, mermer, feldspat, pomza, perlit, toryum, trona (tabii soda), sodyum sülfat, kaya tuzu, NTE ve linyit madenlerinin rezervleri açısından önemli potansiyele sahiptir. Bakır, kurşun, çinko, demir, kükürt, fosfat, nikel, grafit, mangan, uranyum, kobalt, titan, altın, taş kömürü gibi madenlerde az ya da yeterli sayılabilecek rezervlere sahipken ileri teknoloji minerallerinde henüz bir rezervimiz bulunmamaktadır (Bir adet otomobil üretmek için yaklaşık 5 ton maden kullanılmaktadır. 2250 kg demir, 1180 kg bakır, 435 kg kurşun, 327 kg çinko, 254 kg boksit, cevherleri ile 77 kg cam kumu ve 445 kg ham petrol kullanılmaktadır).

Türkiye’nin 2016 yılı maden ihracatı 24,6 milyon ton olup değeri 3,5 milyar dolar, ithalatı 51,5 milyon ton olup değeri 4,1 milyar dolar civarındadır. Toplamda maden ithalatı ise 10,6 milyar dolardır (altın- 2017 yılı ithalatı 370 ton olup değeri de yaklaşık 15 milyar dolardır-bakır, çelik). Diğer taraftan Türkiye kaolen ve kaolenli killer, manyezit, işlenmiş mermer ve granit, fosfat, kum, florit, barit, talk, krom ithalatı da yapmamalıdır. Bu ithal cevherlerin tümü ülkemizde yeterince bulunmaktadır.

Ülkemizin bazı madenlerinin dünya rezervleri içindeki payları maden kaynaklarımızın durumunu net bir şeklide ortaya koymaktadır. Bu sebeple kıt kaynaklarımızı verimli kullanmak için gerekli tedbirlerin alınması gereklidir. Zira maden kaynaklarımızı ham madde olarak satmak gelecek nesillere bu kaynakları bırakamamak gibi bir tehlikeyi gündeme taşımaktadır. 

Bor cevherinin dünya rezervleri içindeki payı % 73, 

Mermer % % 40, 
Feldspat % 24, 
Toryum % 32, 
Linyit % 4, 
Taş Kömürü % 0,001, 
Demir % 0,07, 
Krom % 0,04, 
Bakır % 0,03, 
Trona % 0,02, 
Çinko % 0,05, 
Boksit % 0,144.

Devletin madencilik yatırımlarından çekilmesinin faydaları yanında menfi tarafları da bulunmaktadır. Menfi olan yanı, devletin maalesef denetim yapmaktan uzak bir yapıdaki teşkilatlanması ve Meydana gelen maden kazaları ile yatırımcılarla halkın karşı karşıya bırakılmasıdır. Maden ve enerji yatırımları mı? Yoksa çevrenin korunması mı? Bu konuda devlet kadife eldiven içinde demir yumruk olma özelliğini vahşi kapitalizmin saldırganlığı karşısında gösterememekte ve sürekli geri adım atmaktadır. Faydalarına gelince: Özel sektörün yaptığı bazı yatırımlar ülkenin yüz akıdır. Beypazarı ve Kazan Trona tesisleri, Altın madenciliğinde atılan adımlar, özelleştirilen tesislerdeki üretim artışları. Diğer taraftan devletin yıllarca önce yaptığı yanlış yatırımların yapılmaması da çok önem arz etmektedir.

Örnek vermek gerekirse; 
Uludağ Wolfram Tesisleri, 
Menderes Perlit Tesisleri, 
Mazıdağı Fosfat Tesisleri, vd. 

  Özel sektör Parasını hiç sokağa atar mı? 
Ancak özel sektörün de arkamda iktidarın gücü var düşüncesinden hareketle tabiatı tahrip etme hakkının bulunmadığını devlet her an göstermelidir. Zeytinliklerin talan edilmesi, tabiatın korunması için mücadele edenlere karşı zor kullanılması, HES’lerin hayatı kastettiğine dikkat etmeden yapılmakta olan yatırımlar toplumu germekte ve huzursuzluğa yol açmaktadır. 
İşte bu durumlarda devlet gücünü göstermelidir.

Ülkemizin önemli iki kaynağı olan Bor ve Mermerde yapılan yatırımlar her geçen gün daha iyiye gitmektedir. Burada da yapılması gereken tüm maden kaynaklarımızda olduğu gibi cevheri ham olarak değil nihai ürün olarak ihraç etmektir. Doğal taşların yaklaşık % 50’si blok olarak satılmaktadır. Bu satıştan elde edilen gelir 1,1 milyar dolardır (Toplam satış miktarı 2 milyar dolar).
26 milyon ton krom rezervimizin ham madde olarak çıkarılıp satılması bugün için bazı şirketleri memnun etmekte ve ihracatımızda da bir yer tuttuğu için de krom madenciliği çok sevimli görülmektedir. 2017 yılı krom cevheri ihracatı 1.378.525 ton olup değeri 344.256.590 milyon dolardır. Ferro krom tesislerinin kapasite artırımı ve yeni tesisler kurularak krom cevherinin heba olmasının önüne geçilebilir. Her şeyin ihracat olmadığının artık farkına varma zamanı değil midir?
Bor konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta yapılacak yatırımlarda dünyadaki bor kullanımının dikkate alınmasıdır. 

Dünya BORr Tüketimi 2000 yılında 3.100.000 ton iken bu miktar 
2014’de 4.300.000 ton ve 
2016 yılında da 3.770.000 ton olmuştur. 

Bor Üretimi 2016 yılında 2 milyon ton civarındadır (B203). 
Eti’nin bor rafine ürünleri kapasitesi 2,7 milyon ton iken üretimi 1,8 milyon ton olmuştur. Giderek artan ve fakat atıl kalacak kapasiteler ileride ülke için fayda yerine zarar getirebilir. 
Eti yatırımlarını dünya tüketim miktarlarını göz önünde tutarak yaptığı düşüncesinden hareketle, Eti artık başlamış olduğu nihai ürün yatırımlarına hız vermelidir. 
Ülkemizden Bor Satın alarak kendi bor sanayilerini oluşturan ülkelerin bu durumuna son verilmelidir. 

Yeni yatırımlar devlet özel sektör işbirliği ya da bor yataklarının bulunduğu yerdeki halkın kuracağı şirketler kanalıyla yapılabilir. Eti, 2000 yılların zarar eden kuruluşlarının yükünden kurtulduğu için yeni kanuni düzenlemelerle borda devrim yapabilir.

Dünya BOKSİT rezervi 34 milyar ton civarındadır. Bu rezervin 23 milyar tonu işletilebilir rezervdir. Ülkemizin boksit rezervi 97 milyon ton olup bunun yaklaşık 46 milyon tonu işletilebilir özelliğe sahiptir. Seydişehir Alüminyum Tesisleri tam kapasite ile çalıştığı takdirde yaklaşık 500.000 ton boksite ihtiyaç vardır. Bu potansiyel ülkemizde bulunduğu halde özellikle elektriğin pahalı olması sebebiyle üretimde ve yeni alüminyum tesislerinin kurulması gerçekleşmemektedir. Türkiye’de 4 milyar dolarlık bir ciroya sahip olan alüminyum sektörü, birincil alüminyum üretiminin dışında ekstrüzyon ürünleri, alüminyum plaka, levha, folyo, rulo ve döküm ürünleri üretmektedir. Sektörün son 10 yıl içinde % 10 büyüdüğü de unutulmamalıdır. Desteklenmesi gereken en önemli sektördür alüminyum sektörü.

Altın madenciliğinin çevreyle olan kavgasına son verilerek ülkenin altın madenciliğinin önün açılmasına özen gösterilmelidir. Türkiye’de bugün için bilinen 700 ton altının işletilmesinin yanı sıra altın arama faaliyetlerine devam edilmesi gerekmektedir. Altın madenciliğinde Kazdağ’ların, Cerattepe’nin Ekolojik dengesi yarınlar için çok önemli olduğundan buradaki tüm madencilik faaliyetlerinin çok ciddi bir denetim altında olması gerekmektedir. Bir de şu hususu açıklığa kavuşturmak gerekir. Maden aramacılığında siyanür kullanılmaz. Siyanür altın cevheri elde edilirken tesislerde kullanılır. Türkiye’de yılda 300.000 ton siyanür kullanılmakta olup, bunun sadece % 1’i altın madenciliğinde kullanılmaktadır (Günümüzde yaklaşık 800 altın ve gümüş madeninde siyanür kullanılarak altın ve gümüş üretimi yapılmaktadır).

Madencilikte bütün dünyanın kabul ettiği bir hususu bizlerin de kabul etmesi gerekmektedir. Madencilik gerekli tedbirler alınmadığı ve denetimler yapılmadığı takdirde, insana, tarıma, ormana ve yaşam alanlarına, ekosisteme, tarihi ve kültürel mirasa doğrudan zarar veren bir faaliyet alanıdır. Bu bir vakıadır. Madenin çıkarılması ile başlayan topografyayı değiştirme işlemi, zenginleştirme, üretim ve atıklar tabiatı tahrip etmekte ve kirletmektedir. Bunlar madencilik faaliyetinin tabii neticesidir. Bu bilindiği için madencilik faaliyetlerinde süreklilik arz eden bilimsel denetimlerin olması şarttır. Madenciliğin doğasında olan bu özelliğinden dolayı madenciliği kötülemek, engellemek yanlıştır. Zira sanayinin hemen her dalında insana ve çevreye zarar vardır.

Türkiye’nin Maden aramalarına önem verdiği yapılan çalışmalarda görülmektedir. Özellikle son dönemlerde bilinen havzalarda bulunan linyit yataklarının santral kurulumunda değerlendirmesi önemlidir. Türkiye’nin maden rezervleri ve her yıl ürettiği maden miktarı dünyada sanayilerinin yapısını etkileyecek tonaj ve özellikte değildir. Bu sebeple elinde bulundurduğu rezervleri gelecek nesillere de kalacak şekilde ekonomik kullanarak, yeni maden tesisleri kurarak katma değer meydana getiren yatırımlara yönelmelidir.Madenlerin tükenen kaynaklar olduğunu akıldan çıkarmadan madencilikte yapılması gerekenleri de şöyle özetleyebiliriz:

1. Madenlerin hammadde olarak satılmasının behemehâl önüne geçilmelidir. Madenlerin hammadde olarak satılmasının ülkemize hiçbir faydasının bulunmadığı artık görülmelidir.

2. Devlet, maden işletme ve tesislerin kurulmasında özel sektör ve halkı karşı karşıya bırakan bürokrasiden ve bürokratlardan bir an evvel kurtulmalıdır Özellikle krom, alüminyum, mermer, bor ve altın madenciliğine özel bir önem ve özen gösterilmelidir.

3. Uranyum, toryum aramalarına önem verilmeli ve toryumun nükleer alanlarda kullanılması konusunda üniversitelerle ve sanayi ile işbirliği yapılamalıdır.

4. Linyit rezervlerinin % 92’si 1000-3000 kcal/kg olduğu için linyit santrallerinin kurulmasında kullanılması için gerekli çalışmaların hızlandırılması gerekmektedir.

5. Maden Kanununun Orman, Mera, Zeytinciliğin Islahı, Çevre Mevzuatı ve diğer bazı kanunlarla daha uyumlu hale getirilmesi çalışmaları devlet-özel sektör iş birliği ile yapılmalıdır.

6. 106 milyar dolar güce sahip Rio Tinto, 45 milyar dolarlık BHP Billiton, 20 milyar dolarlık Anglo-Amerikan ve 13 milyar dolarlık Aluminyum of Corporation China vd. gibi dev şirketlerle boy ölçüşecek maden şirketlerimiz bulunmadığı ndan  dolayı  (Bundan sonrada olması çok zor görünen) Bu DÜNYA şirketleri İle Rekabete girmek için devlet madenciliğin önündeki Yasal Engelleri kaldıracak tedbirleri mutlak surette almalıdır.

Netice itibariyle; 

   Kömür ithalatının önlenememesi, Devletin etkin bir denetim kurması konusunun hayat geçirilmemesi, halk-devlet-özel sektör anlaşmazlığının giderilememesi, elektrik kayıp kaçakların önüne geçilememesi ve başka kurumlara gelir sağlamak konusunda halkın tepkisine rağmen konulan vergilerin devam etmesi, akaryakıtta halkın aleyhine olan ve süreklik kazanan dalgalanmalar, halkı tasarrufa yönlendirecek tedbirlerin düşünülmemesi, yenilenebilir ve yerli kaynaklarla ilgilenmesi konularında geç kalındığı bir vakıadır. 

Bu ve benzeri birçok konu halka rağmen bürokrasinin istediği yolda devam etmektedir. Yönetim bunları gündemine alamamıştır. Bu ve buna benzer meselelerin ileride sıkıntı meydana getirmemesi en büyük dileğimdir.
Devletimiz uçak gemisi yapmayı düşünmekte, insansız uçak ve tank yapmayı planlamakta, yerli otomobil yapılması için çalışmalar devam etmekte, yeni havaalanları, İstanbul’da üç katlı tünel ve yeni yollar yapılması için ödenekler ayrılmaktadır. Türk Devletini yönetenlerin unutmaması gerek en önemli husus bunların yapılması için ENERJİ ve MADEN Kaynaklarına ihtiyaç vardır. 

    Söylemler değil İcraatların Önem kazandığı bir dünyada TÜRK Devletinin güçlü kalması için Millet tek yürek olmalıdır değil mi? 

    Enerji kaynaklarımızı kullanalım, maden kaynaklarımızı da boş yere heba etmeyelim ki, Yarınlarda Nesilleri ele Muhtaç etmeyelim.