Muhittin Ziya Gözler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muhittin Ziya Gözler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ağustos 2019 Salı

MİLLİ DAVAMIZ., MADENLERİMİZ ÜZERİNE UZMANINDAN DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 5

MİLLİ DAVAMIZ., MADENLERİMİZ ÜZERİNE UZMANINDAN DEĞERLENDİRME. BÖLÜM  5



Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar

02 Ocak 2014


 1455 yılına kadar doğu ve batıda bilim ve teknolojide küçük ama zamanın yapısına ve ruhuna uygun gelişmeler kaydediliyor, doğuda Türk-İslam âlimlerinin ortaya koyduğu fikirler ışığında önemli değişiklikler yaşanıyor ve özellikle de bilim ve mimaride önemli eserler vücuda getiriliyordu. 

1455 yılına, matbaada ilk kitabın basılmasına dek dünya üzerinde 30 bin adet kitap olduğu tahmin edilmektedir. 

Bu tarihten sonra geçen yarım asırlık zaman içinde bilim, felsefe, edebiyat, sanat ve din alanında sayıları 10 milyona yaklaşan kitabın basıldığı ileri sürülmektedir. Batılılar, 15-17.yüzyıllar arasında bilim, felsefe, sanat ve dinde gerçekleştirdikleri ıslahat hareketlerinden sonra dünyaya açılmaya başlamışlar, coğrafi keşiflerle de kaynak arayışını hızlandırarak kendi topraklarından uzaklardaki ülkeleri işgal ederek o ülkelerin kaynaklarını kullanmak için sömürgeler ve dominyonlar kurmaya başlamışlardır. 1565’de kurşun kalem, 1643’de barometre, 1663’de teleskop, 1671’de basit bir hesap makinesi, 1752’de paratoner, 1852’de elektromıknatıs, 1866’da dinamit, 1876’da telefon icat edilmiştir. 1299-1699 yılları arasında cihan hâkimiyeti ülküsü ile güçlü bir imparatorluk kurmuş olan Osmanlı İmparatorluğu batının değişen bu fikri, ilmi, teknik ve dini gelişmelerinden bihaber olarak ayakta durmaya çalışırken batı bu fırsatı kaçırmamış bu ’’ Muhteşem İmparatorluğu’’ yıkmak için sürekli fırsat kollamaya başlamış, nihayet içerden ve dışarıdan giriştiği sosyal, kültürel ve iktisadi faaliyetler neticesinde hepimiz için hazin olan son gerçekleşmiştir. 

   1839 Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı Sanayini ortadan kaldırmayı ve de ülkeyi batının bir açık pazarı haline dönüştürmeyi amaçlıyordu. 

    Gelişen ve değişen şartlar karşısında batı, Osmanlı’nın madenlerine gözünü çeviriyor ve sömürü düzeni böylece başlamış oluyordu. 
    1850’li yıllarda Batı Anadolu’da Alçıtaşı işletmeciliği yapan Polonya’lı bir göçmen Desmazures adlı bir Fransız mühendise hediye olarak bir biblo gönderir. 

Mühendis gelen bibloyu tetkik eder ve bu malzemenin bor olduğunu tespit eder. Hemen ilgili kişiyle temasa geçer ve Türkiye’ye gelir, malzemenin yerini bulurlar. Burası Balıkesir ili, Susurluk ilçesindeki Sultançayır ve Aziziye Köyleri civarıdır. Cevher, Pandermit adı verilen Kalsiyum Borattır. Uzun uğraşlardan sonra 1865’de Companie Industrielle Des Mazures adlı bir şirket kurulur ve 1865’de padişahtan izin alınarak bor cevheri işletilmeye başlanır. Ancak işletilen madenin alçıtaşı olduğu söylenerek ve de ucuz ücretler ödenerek bor cevheri yurt dışına kaçırılmaya başlanır. Bu arada Paris yakınlarında bir bor rafine tesisi de kurulmuştur. 1887’de Londra’da kurulan The Borax Company Şirketi 1898’de Fransız şirketini satın alarak Sultançayır’daki bor işletmesini tekeline alır. 

   Ancak bu hileli durumun farkına varan Sultan Abdülhamit Han mevcut faaliyetin durdurulması emrini verir. Ancak 1889’da Borax Consolidated Limited (BCL) şirketi kurulur ve bu şirket 1954 yılına kadar borları işletmeye devam eder. Etibank ilk kez 1958 yılında Emet’te bor cevheri üretimin gerçekleştirerek dünya bor piyasasına BCL’den sonra giren ikinci şirket olur. Etibank 1964’de ilk rafine ürün işletmesini devreye alır. 1968’deki Bakanlar Kurulu kararı ile de bütün şirketlerin imtiyazları devlete devredilerek, bor madenleri Etibank ve bazı yerli şirketler tarafından işletilmeye başlanır. 1978’de çıkarılan 2172 ve 1983’deki 2840 sayılı kanunlarla da bor madenleri ile ilgili bütün faaliyetler devlet kontrolüne bırakılır. 20.03. 2012 tarihinde TBMM’ne 2840 sayılı kanunda bir değişiklik yapılması önerisi götürülmüştür. 1998-2002 yılları arasında medyanın akıl almaz kampanyası ile bor meselesi kamuoyunu meşgul eden önemli meselelerden biri haline gelmişti. Akademisyenlerden gazetecilere, siyasilerden sivil toplum kuruluşlarına ve hatta sokakta simit satan vatandaşa kadar hemen herkes bor konusunda adeta otorite haline gelmişti. Hatta bir sivil toplum yöneticisi de bir yıl içinde ülkeye bor ile çalışan bir otomobil getireceğini anlatıyor, yazıyor ve çiziyordu. Aradan 14 yıl geçti…2003’ten bu yana borlarla ilgili yayın taarruzuna rastlamıyoruz. Bu çok önemli bir neticedir. Zira çalışan ve üreten insanlar bir de bu dedikodularla uğraşmamaktadırlar. Şimdi bor cevherinin serüvenini öz ama akılda kalıcı bir biçimde anlatmaya çalışalım.

  B2O3 bazında 

1970 yılında dünya bor üretimi 768 bin ton, bunun %16’sı olan 122 bin ton, 1998’de 1.511.000 ton olan dünya üretiminin %31’i olan 475 bin ton, 
2002 yılında 1.536.000 ton olan dünya üretiminin %32’si olan 491 bin ton ve 2012’de 1.8 milyon ton olan dünya fiili bor üretiminin yaklaşık %42’si 756 bin ton Türkiye tarafından üretilmiştir. 

Türkiye’de bor üretiminde artış olduğu takdirde dünyada da bor artışının olacağı bir vakıadır. Eti Maden İşletmeleri’nin verdiği bilgilere göre Eti’nin 2012 yılı bor üretim kapasitesi 973 bin ton olup, dünya fiili bor üretimi B2O3 bazında 1.8 (3.8) milyon ton olup bunun yaklaşık %42’sini Türkiye, %29’unu ABD, %15’ini G.Amerika, %14’ünü de Asya gerçekleştirmektedir. Ayrıca dünya bor talebinin de %46’sını Eti karşılamaktadır. 2002 yılında 1.890.000 ton cevher ve 717 bin (100 bin tonluk borik asit hariç) rafine ürün kapasitesi varken, 2012’de bu değerler rafine üründe 1.425.000 tona, eş değer ürünlerle birlikte kapasite 2.125.000 tona yükselmiştir. Diğer taraftan 1998-2002 yılları arasında bor ürünleri ihracat değerleri miktar olarak 400-763 bin ton, değer olarak da 200-237 milyon dolar seviyelerindeyken, 2009-2012 arasında miktar olarak 500-800 bin ton, değer olarak da 500-800 milyon dolarlar seviyesine çıkmıştır. Bu artışın önemli iki sebebi bulunmaktadır: 1.Bulunan yeni rezervler ve Eti’nin yatırımlara ağırlık vermesi ham bor yerine rafine ürün satışının artması (2002 yılına göre pazarlanabilir ürün kapasitesi yaklaşık %100 artmıştır), pazara daha çok hâkim olması, 2. B2O3 bazında 2002 yılına göre fiyatların 250-300 dolarlardan 350-735 dolarlara yükselmesi. Türkiye’de bor konusunda 1964-1996 arasında geçen 32 yıllık zaman içinde yapılması gerekenler ne yazık ki, bildiğimiz ve bilemediğimiz birçok sebepten ötürü yapılamamıştır. Ancak 1997’den itibaren başlayan ve zaman zaman yöneticileri zor durumda bırakan yatırım hamlelerinin giderek artan bir şekilde devam etmesi sevinilecek bir neticedir. 2000-2012 yılları arasında konsantre bor ürünlerinde satış miktarı %47’lerden %5’lere düşmüş, bor kimyasallarında da %53’lerden %95’lere çıkmıştır. Bu yatırımların dünya bor tüketimi de dikkate alınarak ve herhangi bir engele takılmadan yapılması, ayrıca yatırımların rafine ve eş değer ürünlerin de ötesine geçip özel bor ürünlerini de kapsayacak şekilde yapılmasına da dikkat edilmesi şarttır.

    

(Türkiye’de bor cevherinin çıkarıldığı yerler. 

  Tabiatta 230’un üzerinde bor minerali bulunmaktadır. Ancak ticari manada önemli olan bor mineralleri kolemanit, tinkal, üleksit, kernit, datolit, probertit ve hidroborasittir. Ülkemizde yaygın olarak tinkal (sodyumlu), kolemanit (kalsiyumlu) ve üleksit (kalsiyum+sodyum) mevcuttur. 

Ülkemizde bor cevheri Balıkesir Bigadiç, Eskişehir Kırka, Kütahya Emet, Bursa Kestelek’de bulunmaktadır. 

Dünya bor rezervleri toplam 1.290.800.000 ton olup dağılımı şöyledir: (Kaynak- Eti Maden / B2O3 bin ton /2012)
  ’’Türkiye 935.800  % 72,5 / 
A.B.D 80.000   %6,2 / 
Rusya 100.000 % 7,7
Çin 47.000  %3,6 / 
Arjantin 9.000  %0,7 / 
Bolivya 19.000  %1,5
Şili 41.000 % 3,2 / 
Peru 22.000 % 1,7 / 
Kazakistan 15.000 % 1,2 / 
Sırbistan 22.000 % 1,7
  
Ülkelerin 2012 yılı bor üretim kapasiteleri ise şöyledir (Bin ton B2O3) : 

Türkiye 973, 
ABD 673, 
G.Amerika 340, 
Asya 312.  

Toplam 2.298.000’’ 

Böylesine büyük rezervlere ve üretim kapasitesine sahip olmamıza rağmen bor ürünlerinin kullanımı günümüzde petrol, doğalgaz, kömür, demir-çelik,  çimento ve diğer sanayi ürünlerinde olduğu kadar fazla miktarda değildir. 2000 yılında 3,1 milyon ton olan dünya bor tüketimi (1.536.000 B2O3), 2012 yılında 3,8 milyon ton (1,8 milyon B2O3 ) olmuştur. Görüldüğü gibi bor kullanım oranı yıllık % 2 civarındadır. Ancak ekonomik krizler ve bor tüketiminin azaldığı durumlarda bu oran daha da düşmektedir. Bor ürünlerinin %54’ü cam (borosilikat, yalıtım tipi cam elyafı, tekstil tipi cam elyafı), % 13’ü seramik, emaye, sır, % 3’ü deterjan ve % 12’ si tarım sektöründe ve alev geciktiriciler, sağlık, çimento, metalürji ve enerji sektöründe de % 18’i kullanılmaktadır. Bor mineralleri ilk önce fiziksel işleme tabi tutularak zenginleştirilir ve konsantre bor elde edilir. Elde edilen bu ürün bazı kimyasal işlemlerden geçirilerek rafine ürünler elde edilir. Bor ürünlerini gösteren şema aşağıdadır.

   
  (Kaynak: Boren)

  Dışarıya yıllardır sattığımız ve ülkemizde halen de çok az miktarda kullanılan bor ürünlerinin nerelerde kullanıldığına da kısaca değinelim: 

   Cam ve cam seramiklerinde; kolemanit, tinkal, üleksit, boraks penta ve deka hidrat, susuz boraks ve borik asit, emaye, sır ve fritte; boraks penta ve deka, susuz boraks, borik asit, temizleme ve ağartmada; sodyum perborat, zirai uygulamalarda; boraks deka, penta, borik asit bor oksit, meta borat kullanıldığı bilinmektedir. 
Ergimiş halde bulunan cam ara ürününe bor ilave edildiğinde malzemenin akışkanlığını artırmakta ve nihai ürünün yüzey sertliğini ve dayanıklılığını artırmaktadır. 

Seramiğe bor ilavesi onu çizmeye karşı korumaktadır. Deterjan ve sabunlarda mikrop öldürücü, beyazlatıcı ve suyu yumuşatıcılığını artırmak için kullanılmaktadır. Sebze ve meyvelerde hücredeki şeker geçişini, gelişimini, hücre bölünmesini ve fotosentez metabolizmasının düzenlendiği için kullanılmaktadır.

 Alev geciktirici olarak yanan malzemelerin üzerine sürüldüğünde (çinko borat) oksijenle olan teması kesmekte ve yanmayı önlemektedir. Metalürjide yüksek sıcaklıkta koruyucu özelliğinde dolayı demir dışı metal sanayinde curuf oluşturucu ve ergitmeyi hızlandırıcı madde olarak kullanılmaktadır. 

Ayrıca Fiber Optik Kablolar da üretilmektedir. 

Sodyum bor hidrür, kâğıt hamurunun ağartılmasında, atık sulardan ağır metallerin uzaklaştırılmasında kullanılmaktadır. Bu ürün aynı zamanda çok iyi bir hidrojen taşıyıcısı ve depolayıcısı olduğunda hidrojenin enerjide kullanılmaya başlamasından sonra önemli bir noktaya gelecektir. Atom reaktörlerinde borlu çelikler, bor karbürler ve titan bor alaşımlar kullanılmaktadır. Füze yakıtlarında, uçak ve havacılık sanayinde yüksek ısıya dayanıklı gövde yapımında ve düşük ağırlık ve diğer bazı uygulamalarda kullanıldığı bilinmektedir. Bor nitrür, elektronikte, nükleer uygulamalarda, vakum ergitme potalarında, bujiler, rulman yatakları, askeri zırh malzemelerinde, matkap uçlarında değerlendirilmektedir. Titanyum diborür, balistik silah üretimi, ergimiş motor potalarında ve kesme aletlerin yapımında kullanılmaktadır. Bor halojenürler, ilaç, katalizörler ve bor elyafı üretiminde kullanılmaktadır. Enerji alanında, hidrojen taşıyıcısı, araçlarda doğruda yakıt olarak ve de enerjinin taşınması, depolanması ve tasarrufunda da değerlendirilmektedir. Böylesine öneme haiz bir maden varlığının yıllarca ham, konsantre ve hatta rafine ürün olarak satılması toplumun akıllı ve sürekli yol gösteren adamları tarafından hiç değerlendirilmemiş sadece ve sadece aman borlar emperyalistlere peşkeş çekilmesin nidalarıyla toplum avutulmaya çalışılmıştır. Doğru olan, yapılması ve yol gösterilmesi gereken husus, sanayinin hemen her yerinde kullanılan ürünlere ait tesislerin kurulması için devletin ve özel sektörün teşvik edilmesi olmalıydı. Aslında Eti’nin sattığı ürünlerin nerelerde kullanıldığı ABD’de 2000 yılında bir şirket kuruluna dek de bilinmiyordu. Bor minerallerinden elde edilen borik asit, bor oksit, boraks dekahidrat ve pentahidrat, susuz boraks, amonyum pentaborat, sodyum metaborat, potasyum penta ve tetraboratlar, bor karbür, bor nitrür, titanyum diborür, ferro bor, bor halojenürler, boranlar ve diğer bor özel kimyasalları bilinenlerin dışında nerelerde hangi amaçlar için kullanılıyordu? Uzay çalışmalarında mı? Hızlı tren yapımında mı? Yeni nesil uçak üretiminde mi? Yakıt veya elektrik enerjisi üretiminde mi? Sağlık alanında mı? Görüldüğü gibi buraya kadar anlatılanlardan şu açıkça anlaşılmaktadır. Türkiye bor cevherini halen rafine ve eşdeğer bor cevheri şeklinde satmaktadır. Eti’nin bazı uç ürünlerdeki çabalarını, ortaya koyduğu sonuçları daha ötelere taşıması için ya devletin bu girişimleri sonuna dek desteklemesi ya da özel sektörün bu konuya iştiraki gerekmektedir. 

Eti’nin özel sektörle yapacağı ortaklıklardan da iyi neticeler alınabilir (tronada olduğu gibi). Uzun yıllardır yöneticilerin bu çabaları her nedense baltalanmış ve günümüzde de bu ileri teknoloji çalışmalarında yapılanlara pek destek çıkılmadığı görülmektedir. Amerika, Yunanistan, Bulgaristan, İtalya, Belçika, Hollanda’dan birileri gelip ülkemizin borlarını alacak, ülkelerinde yatırımlar yapacaklar, ama benim ülkemde milli sermaye yani özel sektör bor konusunda kılını kıpırdatamayacak! Devlet kuruluşumuz Eti’nin yaptığı çalışmalarla da çekince olduğu için kimse ilgilenmeyecek. Bu nasıl bir anlayıştır? Ya da daha ötesi acaba bu bir özel sektör düşmanlığı mıdır? Sakın ha, borlardan uzak durun… Eti’nin dışında kurulmuş olan Bor Enstitüsünün de çalışmalarının pek netice alıcı olduğu söylenemez. Bu kurum Eti’nin bünyesine katılmalı ve daha neticeye yönelik AR-GE faaliyeti yapan bir güç haline getirilmelidir. Diğer taraftan Eti, üretim yapısı, teknik ve tesis özellikleri, çalışma şekli ve ticari kapsamı itibariyle bir madencilik kuruluşundan daha çok bir kimya kuruluşuna dönüşmüştür. Eti’nin liderliğinde kurulacak kompleks bir kimya sektörü yukarıda anlatılmaya çalışılan bütün üretimleri yapar hale gelecektir. Ancak böylesine güçlü bir yapı sonrası Eti dünya bor sektörünün gerçek patronu olabilir. Günümüzde 1,8 milyon ton civarında kullanılan dünya bor ürünlerinin önümüzdeki 10-15 yıl içinde 8-10 kat artması mümkün olabilir. Ülke bor kaynaklarının dünya pazarındaki zenginliğe eşdeğer bir gücü yakalayabilmesi için katma değeri yüksek bor bileşikleri üretimine geçilmesi şarttır. Yani, borla ilgili AR-GE faaliyetlerine önem verilmeli, sanayide ve yüksek teknolojide kullanılan bor fabrikalar yapılmalıdır. Kısacası fabrika yapan fabrikalar kurulmalıdır. 1978’de 83 milyon, 1999’da 237 milyon ve 2012’de 800 milyon dolar bor ihracatı yapan ve tesisler kurarak üretim gücünü artıran Eti’nin önüne, neredeyse birçok hasletimizden vazgeçerek girmeye can attığımız AB ülkeleri çok ciddi engeller çıkartmaktadırlar. 2000’li yıllarda başlayan bu engellerin halen devam ettiğini düşünmekteyim. Bu engellerin neler olduğuna gelince: 1.Borun insan hayatı ve çevre üzerinde tahribat yaptığını iddia etmektedirler. Bu sebeple de bor torbalarının üzerine kuru kafa işaretleri koydurarak bor kullanımından vazgeçilmesini istemektedirler. Bor cevherinin ne tabii hali ne de rafine ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığı bilimsel olarak ispat edilmiştir. 2. Deterjan sanayinde kullanılan bor (perborat) yerine daha ucuz olan perkarbonat (hammaddesi soda) kullanılması gündeme getirilmiş, çalışmalar neticesinde şirketler perborat fabrikalarını perkarbonata dönüştürmeye başlamışlardır. Böylece bu proje yaygınlaştığı takdirde 500.000 ton civarında bor kullanılmayacak ve bu netice Eti’nin perborat fabrikalarından vazgeçmesini gündeme getirebilecektir. 3.Cam sanayinde kullanılan bor yerine de Adventex (borun kullanılmadığı ve E-camını ikame eden bir fiberglas türüdür) denilen bir madde üretilmiş ve ticari anlamda çalışmalar ABD’deki şirketler tarafından hızlı bir şekilde yürütülmektedir. Yurt dışına konsantre ve rafine bor ürünler satılarak yabancı ülkelerde bor sanayinin kurulmasını desteklenmesinin önüne geçilmesi için meri kanunda değişiklik yapılarak Türk sanayicisinin bor konusunda yatırım yapmasının önü açılmalıdır. Bu konuda Eti’nin yaptığı çalışmalara önem verilmeli ve toplumun bu konudaki hassasiyetleri de dikkate alınarak Eti ile müşterek yatırımlar gerçekleştirilmelidir. Bu noktada 2840 sayılı kanunun Danıştay tarafından incelenmesi sonrası 01.05.2000 tarih ve 2000/67 sayılı kararı doğrultusunda hareket edilmesi doğru olur kanaatini taşımaktayım (bu kararın dikkatli okunması gerekmektedir). Devlet ve milli sermayenin bu konuda yapacağı yatırımların çok başarılı olacağı Beypazarı Trona yatırımında açıkça görülmüştür

       Netice itibariyle: 

1.Uzun yıllar madencilik faaliyetlerini yürüten Eti, son yıllarda yapılan özelleştirmeler sonrası ciddi bir şekilde zarar eden (dünyadaki maden fiyatlarının ani iniş, çıkışlar göstermesi sebebiyle) alüminyum, bakır, krom, gümüş, fosfat işletmelerinin bünyeden ayrılmasından sonra bor cevheri ile baş başa kalmıştır. Yaklaşık dokuz yıldır bütün yatırımlar bor üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu sebeple Eti kimya sektörünün bir parçası olmuştur. Kurulacak entegre tesislerle ülkemizde güçlü bir bor kompleksi oluşturulabilir. Daha önceleri Alüminyum ve Mazıdağ Fosfat Tesisleri’nde yapılması düşünülen ve bir türlü hayata geçirilemeyen böylesi devasa projelere ülkenin ihtiyacının olduğu unutulmamalıdır (petro-kimya tesislerine benzeyen bir sistem kurulabilir). 

2. Eti mevcut yatırımlarına ara vermeden devam etmeli dünya pazarındaki payını artıracak her türlü yatırımı yaparken AR-GE faaliyetlerini de sürdürmelidir. 

3. Eti’nin güçlü bir teknik, pazarlama ve idari yapısı varken, Boren adlı bir başka teşkilatın kurulması Eti’nin yapmak istediklerini hayata geçirmede ciddi bir engel gibi görülmektedir. En azından dışarıdan böyle değerlendirilmektedir. Bu sebeple Boren’in Eti’nin idari yapısı içinde yer alması daha doğru olacaktır. 

4. 2000 yılında 23.539 ton olan yurt içi satışlar 2012 yılında 22.234 ton olmuştur. 2000 yılında Türk özel sektörü bor ürünlerinden dibor trioksit, metaborik asit, orto borik asit, bor oksitleri, disodyum tetraborat anhidrit, disodyum tetraborat pentahidrat, amonyum boratlar ve diğer boratlardan yaklaşık 22 bin ton ithalat yapmıştır İhracatın 800.000 ton olduğu bir dönemde yurt içinde bor kullanımının bu denli az olması ülkemizde bora ilginin ne kadar az olduğunu göstermektedir. Bu ilgi azlığının en önemli sebebi Türk özel sektörü, yapılan menfi propagandalardan ötürü çekinmekte ve belki de bora yatırım yapmaya korkmaktadır. Diğer taraftan rafine ürünleri kullanacak fabrikalarımız bulunmamaktadır. Bu fabrikaları devlet imalat sanayinden çekildim diye uzun yıllardır yaptırmıyor, özel sektör yani milli sermaye kanunlar engel diye bor yatırımlarına uzak duruyor (yurt dışındaki sanayiciye engel yoktur. O sanayici ham veya konsantre bor alarak rafine ürünler de üretmektedir. Hatta ham bor alarak öğütüp satmaktadır). Birileri hala borları emperyalizme peşleş çektirmeyelim derken biz kendi ellerimizle borları emperyalistlere satmıyor muyuz? 

  19. yüzyılda bizi kandırarak borlarımızı çalan batıya, 21. yüzyılda biz kendi ellerimizle borlarımızı (yaklaşık kırk beş yıldır) satıyoruz. 

Gelin görün ki, bu ülke insanının borlara ilgi duyması yıllarca engellenmiştir. Bunun sebebi acaba nedir? İşte bu kısır döngüyü aşacak yeni bir anlayışın hâkim olması için BOR Politikasında da ciddi değişikler yapılmalıdır 

(Merak edilmesin ülkenin varlıları nı peşkeş çekenler Halk ve Devlet tarafından Engellenirler ). 

Bu sebeplerden ötürü 20.03.2012 tarihinde TBMM’ne sevk edilmiş olan ve 2840 sayılı kanunda değişiklik yapılması öngörülen metnin aceleye getirilmeden, özel sektörün henüz bor politikaları konusunda uluslararası hiçbir tecrübesinin olmamasından dolayı, Eti’nin kontrolünde ve onun gücünü azaltmadan, ruhsatların Eti’nin hâkimiyetinde kalması, yapılacak yatırımlarda Eti’nin altın hisse (imtiyazlı hisse) hakkı olması kaydıyla ve de Eti’nin üretim ve pazarlama politikaları çerçevesinde düzenlenmesi bor yatırımlarının hızlanmasında önemli rol oynayabilir. Şayet yine de özel sektör bor yatırımlarına bigâne kalırsa devlet Eti’nin önündeki bütün engelleri kaldırarak bor kimyasalları entegre tesislerini kurulmasına ön ayak olmalıdır.



***


MİLLİ DAVAMIZ., MADENLERİMİZ ÜZERİNE UZMANINDAN DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 4

MİLLİ DAVAMIZ., MADENLERİMİZ ÜZERİNE UZMANINDAN DEĞERLENDİRME.  BÖLÜM  4





 DOĞU AKDENİZ’DE VAZGEÇİLEMEYECEK KAYNAKLAR,

(Harita-1)


  Türkiye yaptığı hamlelerle artık Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunda dönüşü olmayan bir yola girmiştir ve de doğru olanı yapmıştır. 3 Mayıs 2019 tarihli NAVTEX ile 3 Mayıs-3 Eylül tarihleri arasında kıta sahanlığında ve Kıbrıs’ın batısında sondaj faaliyetlerinde bulunacağını dünyaya ilan etmiştir (Bu faaliyetler enerji kaynaklarına ulaşılana dek devam etmelidir.Harita-1). İşte bu hamle GKRY, Yunanistan, ABD, AB ve de Müslüman ülke Mısır tarafından Türkiye’nin Akdeniz ve Kıbrıs’a bir saldırı başlattığı biçimde yorumlanmıştır.( GKRY adına Exxon Mobil-Katar konsorsiyumu 5 Nisan 2017’de Kıbrıs’ın güneybatısında 10 numaralı parselde doğalgaz sondaj faaliyetleri için anlaşma sağlanmış ve 15 Kasım 2017’de de çalışmalara başlanmıştır. İştebirbaşka Müslüman ülkenin Türk düşmanlarıyla yaptığı ortak bir iş…)Kim ne derse desin ne yaparsa yapsın,Türkiye bu kadim denizde BMDHS’ ne sadık kalarak kendi kıta sahanlığı ve MEB içindeki bütün hidrokarbon kaynaklarını FATİH, YAVUZ sondaj gemileri ve de BARBAROS HAYRETTİN PAŞA, ORUÇ REİS sismik gemileriyle karış karış çalışarak jeolojik, jeofizik ve de sondaj faaliyetlerini gerçekleştirmelidir. 

Atılacak bir geri adım Türkiye için asla ve asla onarılamayacak sonuçları doğurur. İşte asıl ’’ BEKA MESELESİ ’’ Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi’nde olduğu halde siyasilerden yeri göğü inletecek sesler çıkmamaktadır. 

Hayret!..

AB’nin Türkiye ile müzakerelerde Kıbrıs meselesini sürekli öne sürmesinin anlaşılır bir yanı yoktur. Bundan böyle Doğu Akdeniz’i koz olarak kullanarak Türkiye’nin AB’ye girme konusunu bitirecek gibi gözükmektedirler Zira aradıkları fırsatı yakalamış durumdalar.Doğu Akdeniz meselesi AB için Türkiye’den kurtulma konusunda kurtarıcı rol oynamıştır. Varsın olsun… AB’ye girmesek ölür müyüz? AB, komşularıyla sınır problemi olan ülkeler AB’ye alınamaz kurucu ilkesine aykırı hareket ederek Yunanistan’ın da baskılarıyla KKTC’yi göz ardı ederek GKRY’ni AB’ye almıştır. AB, kendi kültüründen olmayanlara ve de Türkiye için Zürih ve Londra Anlaşmalarını sürekli görmezden gelmektedir. AB’nin bir Hıristiyan topluluğu olduğunu tüm millet anladı ama Müslüman demokratlar ne hikmetse anlayamadılar!

  ABD Dışişleri Müs. Yard. Palmer ’’ Doğu Akdeniz ABD’nin bir dizi stratejik çıkarını ve önemli ortaklarının bulunduğu bir bölgedir ’’ ifadesiyle ABD’nin bu bölgeyi bir kan gölüne çevirmeye hazır olduğunu göstermektedir. 

  ABD bölgede biri uçak gemisi on savaş gemisi, 130 uçak ve 10.000 askeriyle burnumuzun dibinde bize aba altında sopa göstermeye çalışmaktadır. Diğer taraftan da ABD’nin Yunanistan ve GKRY’ne askeri yardımlar yapacağı ve de kuracağı bir enerji merkezi ile de ileride bulunacak tüm enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmayı planladığı da açıkça ifade edilmektedir. Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Gruşko’nun 8 Temmuz tarihli şu açıklaması da Rusya’nın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini desteklemediğini açıkça göstermektedir."Kıbrıs'ın egemenliğinin ihlâl edilmesinin, Kıbrıs sorununa kalıcı, adil ve uygulanabilir bir çözüm için şartların sağlanmasına yardımcı olmayacağına inanıyoruz. BM tasarıları temel alınarak Kıbrıs'ta bir çözüme ulaşılması için, toplumlar arası müzakere sürecinin en kısa sürede yeniden başlamasına duyulan ihtiyaç ortadadır. BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak, bu girişimleri desteklemeye hazırız." Rusya Lazkiye ve Tartus’taki limanlarıyla Doğu Akdeniz’deki kontrolünü sağlamış durumdadır.Bu şer ve zillet ittifakının Türkiye’nin hukuksuz olarak Doğu Akdeniz’de çalışmalara başladığı iddiaları Batının Türkiye’ye karşı samimiyetsizliğinin son örneğidir. Batı artık Türk Devleti’ni bu coğrafyada güçlü görmek istememektedir. Ilımlı İslam anlayışı, haritalar üzerinde oynamak, ülke içinde terör faaliyetlerini desteklemek, ülkenin güneyinde Suriye sınırlarında bir Kürt Devleti kurmak için o bölgeyi boşaltmak maksadıyla beş milyon Suriyelinin ülkemize gelmesini desteklemek ve aklını bir imama satmış ve kendilerini İslam’ın mücahitleri olarak gören vatan hainlerini destekleyerek bir darbe yapmaya kalkışmak bunların bütünü başta ABD olmak üzere Hıristiyan Batının işidir. Türkiye her türlü çalışmasını uluslarası hukuk kurallarına göre yapmaktadır. Ancak bu, Türkiye sen çok haklısın ve doğru yapıyorsun, senin yanındayız sonucunu asla doğurmamaktadır. Bu sebepledir ki, Türkiye Doğu Akdeniz’deki askeri gücünü artırmalı ve Kıbrıs’ta deniz ve hava üsleri kurmalıdır. Batının unutmamamsı gereken en önemli husus bu Mavi Vatan bizim kadim vatanımızdır.

Bugün için Doğu Akdeniz’de, İsrail Tamar’da 320 milyar m3, Leviathan’da 600 milyar m3, GKRY Afrodit’de 130 milyar m3, Kalipso’da 200 milyar m3, Mısır Zohr’da 800 milyar m3 doğalgaz bulduklarını ifade etmektedirler (toplam 2.050.000.000.000 m3 ).

Acaba Doğalgaz Rezervi bu rakamlarla mı sınırlıdır?

ABD hükümetinin izlediği enerji politikası dünya enerji kaynaklarını ele geçirmek fikri üzerinde gün geçtikçe hızla yol almaktadır. Başkan Trump ve ABD’nin derin politikası bu sebeple Doğu Akdeniz’de ciddi sıkıntılara yol açacak gibi görülmektedir.

BP Statistical Review of World Energy-2019 verilerine göre 2018 yılında ABD’nin petrol rezervi 7,3 milyar ton, doğalgaz rezervi 11,9 trilyon m3, şeyl oil rezervi 622,5 trilyon feet küp, tight oil rezervi 78,2 milyar varildir. 

    ABD sadece kendi rezervlerini kullanırsa bu rezervler ortalama bir hesapla 35-40 yıl ülkenin ihtiyaçlarını karşılayabilir. 

Öyle ise ABD ne yapmalıdır? Enerji kaynakları olan sahaları ele geçirmelidir ki çok daha uzun yıllar halkının ihtiyaçlarını karşılasın ve de bilimsel, teknik çalışmalarını aksatmadan yürütebilsin.

Soru şudur: ABD birkaç yüz milyar m3 doğalgaz ve 2-3 milyar varil petrol için mi 9.000 km.den kalkıp buralara gelecek? Havzada bugün için 345 trilyon kübik feet doğalgaz ve 3,5 milyar varil petrol olduğu ifade dilmektedir. Ne var ki, Kıbrıs-Girit arası Herodot sahası, Kıbrıs çevresi, Kıbrıs-Suriye-Lübnan-İsrail arasındaki bölgede ve Nil Deltası’ndaki yaklaşık 200.000 km2’lik bir alanda çok daha fazla hidrokarbon rezervinin olduğunu söylemek bir kehanet olmasa gerek… (Ne var ki, birkaç etüt ve sondajla kesinlikle rezerv belirlenemez. Daha çok sondaj yapılması gerekmektedir)

Türkiye’yi istedikleri kadar dışlamaya kalksınlar tabii olarak bilim ve ekonomi bu konuda Türkiye’nin yanındadır. Niye mi? Bulunacak bu hidrokarbon kaynakları hangi yolla batıya taşınacaktır? Akdeniz’in altından geçerek Yunanistan ve İtalya’ya kadar uzanması düşünülen boru hattı maliyet bakımından çok pahalı ve teknik olarak da oldukça zor bir çözüm yolu gibi gözükmektedir. Kıbrıs’ta bir LNG terminalinin de kurulması oldukça pahalı bir yatırım olarak kabul edilmektedir.Bu karmaşık yapı içinde S-400 konusunu sürekli gündemde tutan ABD ve Batı Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi zor durumda bırakmak için: 1.Akkuyu NS’ nin yapımını engelleyeme kalkışabilir, 2.F-35’leri vermeyebilir, 3.Suriye’nin kuzeyindeki boşaltılmış alanda Kürt Devleti kurma projesini hızlandırabilir, 4.Ülke içinde terör faaliyetlerini artırabilir, 5.Türkiye’ye siyasi ve ekonomik ambargo uygulamaya kalkabilir6.Doğu Akdeniz’deki kaynakların paylaşımında sen yoksun tavrını koyarak, gerektiğinde askeri müdahaleyle önü kesilmek istenebilir. Türk Devleti’nin halkını, halkının şerefini düşünerek siyasi yollarla ve ADALAR DENİZİ’ndeki gibi tavizkâr politikalar yürütmeden meseleleri çözmelidir. İktidarlar bu günler için vardır. Ayrıca Türkiye’yi karşılarına almak bu şer ittifakının da pek işine gelmeyebilir. Çünkü eninde sonunda Türkiye’ye muhtaç olduklarını bilmektedirler.

Bu devlet yaklaşık 200 yıldır içeriden bizim, dışarıdan emperyalizm çabalarına ve gayretlerine rağmen yıkılmıyorsa vardır bunda bir keramet diyelim…
Netice itibariyle;

1.Türkiye enerji politikalarını yeniden ele alarak planlamalar yapmalıdır. Bu konuda iki husus önemlidir. A) Türkiye kendi öz kaynaklarını kullanarak %75,7 oranında olan dışa bağımlılığını önümüzdeki 10 yıl içinde mümkün olduğu kadar aşağılara çekmelidir.B) Bir enerji koridoru üzerinde bulunan Türkiye bir ’’Enerji Merkezi’’ olduğunun bilincinde hareket ederek politikasını yönlendirmelidir. Her kaynaktan daha çok kazanmak…

2. Enerji yatırımlarında Kurulu Güç ile Üretim ve Tüketim dengesine çok dikkat edilmelidir. Üretmeyen bir ekonomide sanayinin elektrik tüketimigiderek azalmaktadır. Bu noktada yapılması gereken ya Kurulu Güç yatırımlarını azaltmak ve daha az elektrik üretimi gerçekleştirmek ya da üreten bir ekonomik modele geçmektir.Türkiye atıl kapasite ile baş başa bırakılmamalıdır. Yoksa elektrik zamları yağmur gibi gelebilir, batan şirketleri kurtarmak için.

3. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının yalnızca Türkiye üzerinden Batıya taşınacağı gerçeğini unutmadan çok daha aktif ve akıllı politikalar sürdürmelidir.Yaptırımlardan çekinmeden doğru bilinen yolda korkusuzca ilerlenmelidir. (Bize dost! Müslüman âleminin her zaman yanımızda olacağını göz ardı etmeden yaptırımları dikkate almamalıyız). AB kendi içindeki karmaşık yapısına rağmen Türkiye’deki siyasi yapının çökmesine ve Türkiye’nin dağılmasına büyük bir emek verdiği unutulmamalıdır. Batı emperyalizmi doğudaki tüm enerji kaynaklarının kolay yolla kendilerine ulaşması için her türlü melaneti, desiseyi ve düşmanlığı yapamaya hazırdır. Türkiye AB ve ABD’ye karşı hamlelerin geciktirmeden yapmak mecburiyetindedir.

4. Güney Doğu’ya, Ortadoğu’ya ve Doğu Akdeniz’e hâkim olabilmek için Güney Doğu’ya 5. Orduyu, Kıbrıs’a da Deniz ve Hava üsleri kurulmalıdır. Askeri güç artırılmalıdır.

5. Türk Devleti’nin bir Kabile devleti olmadığını göstermek için de ADALAR DENİZİ’nde Yunan tarafından işgal edilmiş 18 Adanın derhal alınarak, Devlet’in karalılığı ve muktedir olduğu gösterilmelidir.

DOĞU AKDENİZ’de MAVİ VATAN ’da ’’ YA TAKSİM YA ÖLÜM ’’ ifadesinin TÜRKİYE için bir BEKA meselesi olduğu da Türk Milleti’ne Şimdiden Anlatılmalıdır.



***